Pekmez

By kaderincilvesi7

59.4K 3.5K 852

Ben ve gözlerim her şey normalmiş havası yaratmaya çalışırken, kalbim içeride bildiğini okumaya devam ediyor... More

2🌿
3🌿
4🌿
5🌿
6🌿
7🌿
8🌿
9🌿
10🌿
11🌿
12🌿
13🌿
14🌿
15 🌿
16 🌿

1🌿

11.8K 426 168
By kaderincilvesi7

Pekmezin kansızlığa iyi geldiğini biliyor muydunuz? Pekmez kansızlığa iyi gelir, tabii ciğerden sonra.

Liseye gidiyordum, üşüme eylemini artık ellerim ayaklarım ile değil, vücudumun en küçük hücresine kadar hissetmeye başlamıştım. Ben her ne kadar "Benim ellerim ayaklarım hep soğuk olur ya zaten ehe" diye yırtmaya çalışsam da, annem büyüttüğü dört sağlıklı çocuktan sonra bunu pek yememişti. Olaydan yeteri kadar şüphelendikten sonra beni de koluna takıp, doktorun karşısına geçmişti. Ve kaçınılmaz son, kansızlık...

Sevgili doktor beyciğim, artık ilaçlarla iflah olmayacağımın altını çizerek bir öneride bulunmuştu. Her gün bir kaşık ciğer. Bunu anneme öneri olarak sunarken, ölüm fermanıma imza attığının farkında değildi. Ne demek doktor ciğer bey, ay aman ne demek ciğer doktor bey. Belki oralarda bir vişne, bir yeşil mercimek falan vardır. İyice bakaydınız kıyıya köşeye. Yok mu? Ehe peki.

Annemin bu öneriye hemen atladığını kafanızda canlandırabilirsiniz. Eve giderken yol üzerinde gördüğü ilk kasaptan ciğer almıştı. Annem daha mutfağa giriş yapmadan ben kendimi odaya kapattım ama kurtulabilmek ne mümkün. Artık oksijen değil ciğer kokusu ile nefes alış verişi yapmaya başlamıştım. Durum ne kadar vahim fark ettiniz değil mi? Olayı bu kadar abartabiliyorken bir de benden yemeni bekliyorlar. Yiyebildim mi? Hayır.

Annemin "Ne olur bir kerecik denesen, ne olur beni kırmasan, hiç mi hatırım yok" şiirine daha fazla dayanamayarak, bir küçük ciğer parçasını, bir büyük ekmek dilimin içinde güzelce saklayıp, mideme yollamaya çalıştım. Bakın gerçekten çalıştım. Ama değil ciğer, ekmek parçası bile mideme ulaşamazken, ben kendimi lavaboda buldum. Ciğer ile başlamadan biten ilişkimiz ektedir.

Annem bana değil de galiba her gün kendini lavaboda bulacak ciğere daha çok acımış olacak ki, bu apansız durumu daha katlanabilir bir seçenek ile değiştirdi. Pekmez... Kendisi ile bir çikolata, bir çilek gibi olmasak bile, iyi anlaşırdık. Özellikle babanne elinden olunca. 

Sonra daha iyi anlaşmaya başladık. Şeyden sonra... O, bana Pekmez demeye başladıktan sonra. On dört yıllık adımı unutmuş -ki halam tarafından çok popüler olduğu için seçilmişti- kendimi Pekmez olarak görmeye başlamıştım.

Ne zaman başladım, ne ara oldu her şey. Bunu kesin olarak hatırlamıyorum.

Lise ikiye giderken bir kız önümü kesip, nelerden hoşlandığını sorduğu zaman mıydı? İliklerimi geçtim, hücrelerimin en küçük parçasına kadar kıskandığım zaman. Yoksa saçımı onun gibi kısacık şekilde kestirmek istediğim zamanlar mıydı? Günler boyunca evdeki herkesi darladıktan sonra, babam kafasında eziyetimin devam etmesinin mi, saçımı kısa kestirmemin mi daha az zararlı olduğunu tartıp,  buna izin vermişti. Tabi daha sonra arka mahallenin çocukları beni "erkek" sanıp kovalamaya başlayınca kendimi yine onun kollarında bulmuştum. Abim, o ve ben dışarı çıktığımız zaman, yavaş yürüdüğüm için adımlarını bana uydurduğu zamanlar mı? Salatayı soğansız, yoğurdu sarımsaklı ve sarımsaksız olarak iki şekilde hazırlamaya başladığım zamanlar da olabilir. Belki de, sağ kaşının üstündeki doğum lekesinin anlamını öğrendiğim zaman, varlığını ispat edercesine orada duran küçük lekenin anlamını... Ya da çok öncesi. Hani o kış günü, karla kaplı okul bahçesinde kolunu bırakmayıp "Ne olur o da bizimle gelsin, lütfen bizimle gelsin" diye ağladığım gün. Hani kolundan tutup da hayatımızın tam ortasına fırlattığım gün. 

Her an olabilirdi. Ben o her anın birinde takılı kalmıştım. Böyle olması gerekiyormuş gibi. Onu sevmem gerekiyormuş gibi. Takılı kaldım. Ah bunu dememeliydim.

Birini sevmeye başlayınca ayarlar nasıl bozuluyor hepimiz biliyoruz. Küçük bir şeyi kendimize umut diye belliyoruz. Sıradaki gülüş benim için mi mesela? Bugün gözlerime on saniye fazla baktı, eminim. Bu kalbim bende fazlalık gibi duruyor, al buyur yarısı sende kalsın. Bak bu ellerim hep soğuk, sen tutunca ısınır ancak, kansızlık falan değil bu.

Demiyorum tabi, diyemiyorum.
O bana Pekmez diyor, ben gülüyorum. Bu kadar. O gülünce neler oluyor tahmin edebiliyorsunuzdur. O gülüyor, ben bitiyorum.

Bitmesem keşke, arada lazım oluyorum çünkü ama yok işte bulamadım çareyi.

Kendi kendime kurup, kendi kendime yaşıyorum bu sevdayı. Kendi kendime diyorum ama, etrafa çıtlatıyorum farkında varmadan. Ablam mesela, kızıyor bana. Ki bendeki abla değil, anne resmen. Baya konuşuyor, anlatıyor. Ama oluyor mu? Abla valla olmuyor, al bak bu kalbim, konuş bak oluyor mu?

Devam ediyorum böyle böyle. Arada en canım insanlara anlatıyorum, ferahlayamıyorum ama. Çünkü büyüyorum. Büyüdükçe daha zor olmaya başlıyor her şey.

Sonra bir ses geliyor bir gün. Tak diye... Daha fazla içimde tutabileceğime olanak vermiyorum. Söylemeye karar veriyorum.

Akşam oluyor, yemek yiyoruz, çay içiyoruz, pekmezimi yiyorum. Mutfaktan salona geçerken duyuyorum seslerini. Abimle konuşuyor. "Hoşlanıyorum ben" diyor. "Hoşlanıyorum da değil seviyorum. Baya baya seviyorum" diyor. Gerisini duymuyorum. Duymuyorum değil de, duymak istemiyorum. Kaçıyorum.

Evet kaçıyorum. Kendime ikinci bir seçenek oluşturup, ona bir şeyleri anlatmak yerine, kaçmayı tercih ediyorum. Hazır değilim çünkü, onu kaybetmeye, hayatımdan çıkmasına. Burada çoğul konuşsam daha mantıklı olacak sanki. Hazır değiliz, onu kaybetmeye. Bu kadar bizim olmuşken, onu kimseden koparamam. Gözlerinin içi böyle gülerken, onu yeniden sevgisizliğin kollarına atamam. Bunu yapabilecek gücüm yok.

Bu yüzden kaçmaya karar veriyorum. Bunun beni bir şekilde ayakta tutacağına inanıyorum.

Değil ablamı, üç erkek çocuğunu bile il dışına okumaya göndermemiş annemin karşısına, tüm seçenekleri il dışı tercihlerden oluşan bir liste ile çıkmak için yürek mi yedim, inanın bilmiyorum. Yürek yemedim de, yürek sevdim. Ama gelin görün ki o yürek beni sevmedi.

Ve kaçtım.
Ailemle, onunla, sevdiğim herkesle arama 1064 kilometre koyarak, kaçtım.
4 yıl 1064 kilometre.
Keşke sadece sayılardan ibaret olsaydı, keşke...

...

"Aldın kimlere verdin
Gözümden uykuları"

Kulağımın içinde dinlediğim şarkı tekrar ederken, terminale vardığımızı belirten bir ses duyuluyor. İşte geldik diye düşünüyorum. Pardon tek gelmişim, işte geldim. Ne demişler sonuçta, tilkinin dönüp dolaşıp varacağı yer yine kürkçü dükkânıdır. Merhabalar kürkçü dükkânı, merhaba...

Muavinin bana "hadi be abla" bakışlarını yolladığını fark etmem ile ayaklanmam bir oluyor. Zira otobüste benden başka kimsenin kaldığı yok. Ben otobüsten inene kadar sevgili muavinim valizimi çoktan çıkartmış. Hani şu Beril ile binbir güçlük ile topladığımız valiz. Hayır gönderirken annem mis gibi hazırladı bu valizi. O kadar şey sığdırdı. 4 sene içinde bir o kadar şeyi elememe rağmen, ben sığdıramamıştım. En son valizi toplayamadığım için dönmekten vazgeçecektim ki, Beril imdadıma koşmuş, "Kanka ya sen zaten artık bunları giymezsin" deyip bir kaç parçayı da kendine aldıktan sonra bana kapanmış bir valiz vermişti. Arkadaşım diye demiyorum, zeki kız.
Otogarın yolunu tutmadan önce de "Giysileri bahane edip sakın döneyim deme" demişti. Normal bir insan olsam buna alınırım, ama Beril'in ne demek istediğini fark edince, aslında fark edince alınma seçeneği daha kolay geliyor. Neyse.. Bunları geride bıraktım artık değil mi. Döndüm çünkü, buna alışsam iyi olacak, döndüm ve bitti.

Tam bu sırada telefonum titriyor. Mesaj gelmiş. Dört numaradan. Hamza'dan. Aramızdaki yaş farkı iki olduğu için ona abi dememe lüksüne sahibim. Mesajı gönderdiği zaman kafamda oluşan düşünceyi git gide büyütüyorum. Hamza'yı özlemişim. Hem de çok fazla çok.

Kimden; Dört numara:
Otogara geldik biz, indin mi?

Bakın ne diyor. İndin mi? Evet indim. Otogara geldik biz. Evet geleceğini biliyorum ama, geldik biz ne demek Hamza? Sen neden tek gelmiyorsun. Şu an neden kiminle gelmiş olabileceğin ihtimalini düşündürerek kafamı yormaya çabalıyorsun. Bu haksızlık değil de ne? Ben sana özellikle altını çizerek, tek gel demedim mi? Ne demek biz? Siz kimsiniz ya kimsiniz siz? İnşallah o biz, sevgili biricik kız arkadaşın Gülşah'tır abiciğim. Başka seçenek istemiyorum çünkü. Yok başka seçenek.

Yasemin sakin ol kızım, bakayım yanakların mı kızardı senin. Saçmalama Yasemin. Tipe bak hele, yanağında üçüncü bir yanak çıkmış zaten. Kafandaki nedir, saç değil sanki kuş yuvası. Ne diyorum ben ya, topla kendini.

Kime; Dört numara:
Geldik derken? Evet indim.

Mesajı gönderip, derin derin nefesler alıyorum. Zira eminim, bu Hamza beni hep delirtir. Yine yapacağı şey bu.

Kimden; Dört numara:
Ben ve Yusuf işte.

Yusuf. Bu kadar sene değil adını anmak, adını duymamak için bile çok çaba sarf ederken insan böyle takılı kalıyor işte. Değil mi Yasemin? Nerede bu kadar çaba diyor, nerede o kadar kilometre, nerede bu dört sene?
Yusuf. Herkes için Yusuf, annem ve benim için Eymen olan kişi. Annem, olan beş çocuğunun hiç birine kendi ad veremediği için, Yusuf'un adına Eymen'i eklemiştik. İkimiz beraber. Eymen bize özeldi, annem ve bana. Tabi artık sadece anneme özel, belki de başkalarına daha özeldir.

Daha fazla aklımdan geçirirsem sanki pat diye yanımda belirecekmiş gibi hissediyorum. Bu beni korkutuyor. En azından onlar yanıma gelene kadar kendimi biraz toparlamam gerek. Buna alışmak zorundayım. Evet belki bazı şeyleri yok edemedim, ama budayarak geldim buraya kadar. Yeniden yeşertmenin bana gram faydası olmayacak. O yüzden alışmam gerek.

Kendimle iç savaşıma devam ederken bir yandan da etrafa göz atmaya devam ediyorum. Bu kadar kalabalık mıydın İstanbul?  Herkesin İstanbul'a döneceği mi tutmuş. Kalabalığa giren hindi gibi, bu ne kalabalık, bu ne kalabalık diye dolaşacağım şimdi ortalarda. Vallahi saçma değil, bunlar tamamen kendime has hareketler.

Herhangi bir saçmalık yapmaya başlamadan önce etrafımda bir tur daha atıyorum, ve o da ne? İşte beklenilen an. Dört numara ve Yusuf -herkes gibi Yusuf demeye karar veriyorum, çünkü ben herkesim- da etraflarında dönerken, Hamza ile göz göze geliyoruz. Bu hayatta beni durduran nadir şeyler vardır. Bir kaçını size söylemiştim. Dört numarayı da buna dahil edelim. Evet, kardeşlerimin hepsine hayranım, hepsini çok seviyorum. Ama Hamza benim için hep bir tık öte olmuştur. Arkadaş gibi büyüdüğümüz için belki de. Tabi bende onun için bir tık daha fazlayım. Ama sorarsanız bunu asla kabul etmez, o yüzden sormayalım.
Hamza'yı görüyorum. Bana bakan gözlerini. Evet dört sene içinde bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar geldim buraya yine. Ama hiç birinde bana böyle bakmıyordu. Şimdi bakınca ne gördüğümü tamamen anlıyorum. İyi ki geldin diyor, bu sefer tamamen döndün. Valizim mi varmış, yanağımda üçüncü yanak mı çıkmış, gram umrumda olmuyor o an.

Yapabildiğim kadar hızlı bir şekilde Hamza'nın kollarına atıyorum kendimi. Oraya aitim çünkü. Böyle düşününce pişman oluyorum, çoğu kez olduğu gibi. Kendimi onlardan da uzaklaştırdım. Ona asla kızamıyorum buna hakkım yok, kızdığım yine kendim oluyor.

Hamza kolları ile sıkıca sarıyor beni. Normalde tensel temastan nefret eder kendisi. Bu kadar istekli olduğu için bu anı uzatabildikçe çok uzatıyorum. Özlemişim hemde çok çok.

Bir eli saçımı bulurken yavaşça üzerinde gezdiriyor. Ben ellerimi daha sıkılaştırıyorum.

- Biliyorum en çok beni özledin dimi?
Annemi bile değil beni.

Bu beni güldürüyor. Ama gülen sadece ben değilim bu sefer. Şu kadar dakika da varlığını unuttuğum kişi, gülerek yerini belli ediyor. Hamza'nın sağ tarafında. Gülüşünü en son ne zaman duydum bilmiyorum. Bakın duydum diyorum, görmedim bile. Tabi bu yine benim tercihim. Şimdi yeninden duymak ise, bazı şeylerin hâlâ aynı yerde olduğunu anlamama yetiyor. Ben hâlâ aynı yerde sayılırım.

Yine de kendimi zorlayarak, çıkarabildiğim en net ses ile Hamza'ya cevap veriyorum.

- Hayır annemi.

Hamza "hıh" gibi bir ses çıkarıp, benden bir adım uzaklaşıyor.

- Hain cadı.

Yüzümdeki gülümsemeyi silmeden ona bakmaya devam ediyorum. Kısa saçları gözüme çarpıyor en fazla. Hep uzatmayı severdi. Belli ki Gülşah istemiş. Annem kesin "Aman ben dersem yapmazsın, bak elin kızı tek seferde nasıl başarıyor" diye yakınmıştır. Yüzümdeki gülümseme hiç silinmeden bakmaya devam ediyorum, en sonunda yalandan olan tribini bitirip o da bana gülümsüyor.

- Hoşgeldin Yasemin.

Hamza'nın sağından gelen ses ile baş başa kalıyorum bir an. Bir kere gülüşü, bir kere seslenişi. Çok fazla geliyor birden. Bana değil, içimde deli gibi çırpınan kalbime. Dışarıda üstün yeteneğim ile umarsamaz bir şekilde takılırken, o içeride kendi hâlinde takılıyor.

Aa pardon, ellerim terlemeye başlamış bir de. Hava sıcak ya ondan, sıcak değil de nem, çok nem.

Giderken, ya da kaçarken mi demeliyim bilmiyorum. Vedalaşmadık. Gelmedi çünkü. Gelmemesi beni oldukça üzerken, bir yanım bunun daha iyi olduğu hakkında yorumlar yapmıştı o zaman. Bir elin parmaklarını geçmeyen kadar olan gelişlerim de ise, onu sadece bir kere görmüştüm.

Bu dört yıl içinde varlığından bir haber yaşamaya çabalarken, şimdi bir tek sesi ile bunların hepsini yıkması, oldukça zor geliyor bana. Sesini unutmamışım. Beril duymadığım zaman unutmuş olacağını söylerdi hep hâlbuki. Ama o da oradaymış, herşeyin olmaya devam ettiği gibi, o da varlığını korumuş içimde bir yerlerde.

Yavaşça başımı çeviriyorum. Daha fazla bakmamak oldukça şüphe uyandıracak gibi geliyor. Kısacık bir an doğum lekesine bakıyorum, saniye olarak ama yetiyor. Burada işte. Hep olduğu gibi.

Sonra normal derecede kahverengi olan gözlerim, yeşil gözleri ile buluşuyor. Sevdiğim rengin yeşil olduğunu belirtmeme gerek yok herhalde. Kalp atışlarım hızlanıyor, Hamza'ya daha yakın olduğum için duyacak diye korkmuyor değilim. Yüzümdeki gülümseme sahte değil, tamamen kendiliğinden oturuyor oraya. O gülüyor ben yine duruyorum.  Alıp verdiğim şey nefes olmaktan çıkıyor. Nasıl yaşamaya devam ediyorduk?

Az da olsa kıytı da köşede kalmış aklım, böyle durmaya devam etmemin saçma olduğunu hatırlatıyor. Kendime geliyorum saniyesinde. Sanki bunu hep yapıyormuşum, her gün bana hoşgeldin diyormuş da, ben da her gün ona cevap veriyormuşum gibi, sıradan bir şekilde konuşuyorum.        

- Hoşbuldum.

Ben ve gözlerim her şey normalmiş havası yaratmaya çalışırken, kalbim içeride bildiğini okumaya  devam ediyor.
Takılmaması gereken yerde takılı kalıyor.
Gözlerinde.

-Bir daha görünür mü
Gözlerin gözlerime...

Bir daha göründü, gözlerin gözlerime.

....

Okuduğunuz için teşekkür ederim, oylarınız benim için değerli olacaktır. :)

Continue Reading

You'll Also Like

204K 8.7K 59
Köyde geçen bir aşk hikayesi... O bir inci tanesiydi; Dışı dillere destan bir güzel... Naîf kırılgan ve nârin... Köy kurgusu ve abimin arkadasşı konu...
109K 11.3K 38
053*: Senin kedin mi bu? Doğuhan: Evet, rica etsem atacağım konuma getirebilir misin? Ya da sen at ben geleyim. 053*: İşte o imkansız. Doğuhan: Ne...
46.2K 5.6K 12
Bir kaldırımın köşesinde buldum hayalimi. Gözlerimi kapattım, bıraktım avucuna kalbimi. Dedi ki, sonuna kadar tutacak mısın elimi? İçimden cevapladı...
1.8M 122K 40
"Öyle güzelsin ki..." diye fısıldadı dolgun dudaklara doğru. Kadın, adamdan işittiği sözleri yutkunarak dinledi. Çünkü adamın sesindeki o boğuk tını...