ZEHR-İ VİRAN

Door AsiMavera

737K 30.5K 20.4K

Yasak olanın verdiği haz mıydı; bizi günaha iten? Ya da aşk mıydı; yasak olmasına rağmen günahını göze aldır... Meer

ZEHR-İ VİRAN
❦1❦ ↑ ENKAZ ↓
❦2❦ ↑Gece Gözlü↓
❦3❦ ↑Samira SANCHEZ ↓
❦4❦ ↑İÇİNDE KALAN↓
❦5❦ ↑O BENİM KARIM!↓
❦6❦ ↑AFFET BENİ ARAP KIZI..↓
❦7❦ ↑BEN HEP SENİN YANINDA OLDUM..↓
❦8❦ ↑ZEHR-İ VİRAN↓
❦9❦ ↑İZİN VERİR MİSİN?↓
❦10❦ ↑GEÇ KALMAK İSTEMİYORUM!↓
❦11❦ ↑SEN VE BEN, BİZ OLDUK MU Kİ ?↓
❦12❦ ↑SENİ TANIMAYACAĞIMI MI SANDIN ARAP KIZI..↓
❦13❦ ↑SENİNLE OLMAYACAĞIM↓
❦14❦ ↑BİZ TEHLİKELİYİZ↓
KARANLIK OKYANUS
❦15❦ ↑GECENİN SEVGİLİSİ↓
❦16❦ ↑BİR SON - BİR BAŞLANGIÇ↓
WhatsApp Grubu
❦17❦ ↑ACI VE TATLI↓
❦18❦ ↑DEĞERSİZ↓
DESTİNA
❦19❦ ↑MAZİNİN YARALI İZLERİ↓
❦20❦ ↑ M E Y U S ↓
❦21❦ ↑UFAK DOKUNUŞLAR↓
❦22❦ ↑ RİYAKAR GECE ↓
❦24❦ ↑MEZARLIK↓
❦25❦ ↑ İDAM ↓
❦26❦ ↑ ÖFKENİN YANKISI ↓
❦27❦ ↑ DÜĞÜN ↓
❦28❦ ↑ İNTİHAR VE GÖZYAŞI ↓
❦29❦ ↑YERLE BİR↓
❦30❦ ↑ GECENDE BENİM GÜNDÜZÜNDE ↓
❦31❦ ↑ HAKİKATLER ↓
❦32❦ ↑ ZİHNİN MECRUH TUTSAKLIĞI ↓
❦33❦ ↑KIRILAN ZİNCİRLER↓
❦34❦ ↑ İLK TEMAS ↓

❦23❦ ↑ KELEPÇE ↓

7K 430 141
Door AsiMavera


Merhabaa!
Biliyorum, geciktim. Ama hem bu bölümü yazarken çok zorlandım
hem de bitirdikten sonra
şehir dışında olduğum için yayımlamak için internet bulamadım.
Umarım çok kızmazmadınız... 🙈

İyi Okumalar.

23. BÖLÜM: "KELEPÇE."

Katlanılamaz bir zayıflığın pençesine tutunmuştu hep ruhu. Dünyaya gözünü açtığı günden bu yana insanlardan hep çekinmiş, bu çekingenlik onu bir korkak olarak tanımlamalarına neden olmuştu. Bir kez olsun yüzünü göremediği annesinin hüznü zihnine akıl almaz acılar verirken, Samira bir kez olsun bunu dile getirmemişti.

Çünkü görüyordu; Samira'nın dilinden anne kelimesi döküldüğü her an Âmine ve Elif'in ne derece gözünün döndüğünü. İtiraf etmeseler de, her seferinde annesi Kamelia'yı ne kadar sevdiklerini söyleseler de Samira gerçekleri hep hissetmişti, aslında iki üvey annesinin de gerçekten öz annesini sevmediğini.

Bu yüzden susmuştu hep küçük kız, bulunduğu dört duvar arasında kendisiyle ilgilenmekte olan tek kadın Amine'yi da kaybetmemek için Elif'e dahi sormamıştı hiç annesini. Samira hem annesinden hem de babasından koparılmıştı. Hiçbir vicdan, hiçbir doğru bu gerçeği yok edemezdi.

Hiçbir düşünce Samira'yı kararından döndüremezdi.

Sözde kocasının evinden bir hırsla çıktığı günün üzerinden tam iki gün geçmişti. Araz her ne kadar itiraz etse de ona engel olmayacağını anladığında peşinden gitmişti. Tüm yolculuk boyunca Samira sadece ağlamış, yapacağı bu şeyin onlara vereceği zararı düşünmüştü hep. Çünkü oda farkındaydı bu işin sonunda yanan sadece bu suçu işleyip ve ortak olanlar olmayacaktı. Üzerlerinde gezinen kara bulut altındaki herkesin üzerine bırakacaktı asitli yağmurlarını. Yanan ateş herkesin üzerine sıçrayacak, düşecek olan ateş oradaki herkesi yakacaktı.

Arap Şeyh'i, üst üste gelen bu ziyarettin hayra yorulmayacağının farkındaydı. Ortada bir şer vardı ve bunu apaçık bir şekilde karısının tıpkısı olan kızının gözlerinden dahi okuyabiliyordu. Otoritesine yedirip her ne kadar soru soramıyor olsa da içi içini yiyor, kendisiyle konuşacağı anı bekliyordu. Onu kapısının önünde ikince kez reddettikten sonra aralarında esen soğuk rüzgâr tamamen son bulmuştu, farkındaydı yaşlı adam; kızı artık kendisine eskisi gibi bakmıyordu. Kendisini baba olarak dahi görmüyordu. Kendisine yaptığı tüm zulümlere rağmen gözleri ışıl ışıl olan Samira, artık sanki sadece içinde bulunduğu mecburiyet dolayısıyla yanında duruyordu.

Samira artık vaktin geldiğini hissediyordu. İçindeki devasa kavga bitmiş geriye yıkık dökük harabe bir enkaz kalmıştı sadece. O enkaz ruhunu darmadağın etmeden hemen önce buna sebep olan kişilerle olan hesabını halletmesi gerektiğinin gayet farkındaydı artık. Dümdüz siyah, uzun elbisesinin üzerine ince siyah şalını da geçirdikten hemen sonra kapıya doğru ilerlemeye başladı.

"Samira..."

Araz'ın kendisine seslenişini duyuyordu fakat ne ağzını açabilecek, ne de onunla daha fazla savaşabilecek güce sahipti. Bu odada onunla birlikte geçirdiği iki gecenin sonunda asla kararının değişmeyeceğini bile bile konuşmuştu hep adam onunla. Yapmaması gerektiğini fısıldamış, kendisini böyle bir tehlikeye atmaması gerektiğini söylemişti. Fakat Araz her konuştuğunda Samira tüm bu çabalarının ne kadar boş olduğunu kanıtlamak istercesine sadece suratına boş boş bakmakla yetinmişti.

"Hata yapıyorsun."

Samira'nın eli tuttuğu kulpun üzerinde durdu bir süre. Öylesine düz bir surat ifadesine sahipti ki, sanki ruhu bedeninden çoktan çekilmiş gibiydi. Zaten beyaz olan teni tamamen solarak kül rengine çevrilmişti.

"Onlar da yaptılar." diye konuştu düz bir sesle. "Çok daha büyüğünü yaptılar."

Araz ne diyeceğini bilemedi. "Önce annemin canını aldılar, sonrada benim." Sesine saklanan acıyı sağır olsa duyar, yüzündeki kederi kör olsa görürdü. Samira haftalardır öyle çok yıpratıyordu ki kendisini, incecik kalmış beli, solarak rengini kaybetmiş kemikli yüzünden dahi belliydi. "Eğer sen benimle evlenebildiysen, nikâhımızın kıyıldığı gün geçip karşıma sevgilin için hesap sorabildiysen, düğün günümde kocamın karısından dayak yiyecek kadar alçaldıysam ben tüm bunlar sadece onların yüzünden."

Araz bal kadar açık bir sarının tonuna sahip olan gözlerini kısarken sırtını hemen arkasındaki duvara yaslamıştı. Elini kaldırarak yeni yeni yeşeren sakallarının üzerine bastırdı. "Fırsatını bulduğun her an geçmişi yüzüme vurmaktan asla geri durmayacaksın değil mi?"

Samira kısık sesli soluğunu serbest bıraktı, başı omzunun üzerinden sözde kocasına çevrilirken yüzünde morga saklanmış cansız bir bedenin soğukluğu vardı. "Fırsatını bulduğum her an bana zarar veren herkese karşılığını misliyle geriye vermeye yemin ettim ben." diye konuştu, sesi cinayet sonrasında kendisini bile isteye ele veren bir katilin soğukkanlılığını taşıyordu. "Bana zarar veren herkese acı çektirmeye yemin ettim ben."

Samira'nın dudakları buz gibi bir ifadeyle iki yana kıvrıldı. "Sen şimdi ister inan ister inanma bana ama sende tüm yaptıklarının bedelini ödeyeceksin." dedi hırs dolu bir ifadeyle. "Elime bıçak dahi almadan söküp atacağım kalbini, kendi gözlerinle seyredeceksin."

Araz dişlerini bir birine kenetlerken karşısındaki kızın ne denli gözünün döndüğünün farkındaydı. Mesele onu gerçek anlamda daha tanımıyor olmasıydı, ne kadar ileriye gidebileceğini, neler yapabileceğini bilip önlem almama gibi bir durumun söz konusu dahi olmamasıydı. Bu demek oluyordu ki sözde karısının öfkesi dinene kadar onu gözünün önünden bir saniye ayırmaması gerekiyordu.

Samira kulpun üzerine koyduğu elini aşağı doğru indirerek kapıyı açtıktan hemen sonra oldukça sert bir şekilde çarparak odadan dışarıya doğru çıktı.

Her şeyin bir sırası vardı ve sıra şu an tam olarak anne bildiği anne katillerindeydi.

Attığı her adım ucu kanlı bir ok olup ayaklarına batıyor, aldığı her nefes bir kezzap gibi şah damarının üzerine serpiliyordu. Samira bugün, tam bu saatlerde bile isteye ölüme doğru yürüyordu. Bu gerçeğin kendisi de farkındaydı. Eğer işler gerektiği gibi yürümezse, babasının nefretinden sonra ihaneti de kendisinin üzerine çevrilirse, tüm söyledikleri bir iftira niteliği taşıyarak Samira'nın canına mal olacaktı.

Daha on dokuz yaşındaki küçük kız ölüme dahi kafa tutarak gerçeklerin peşini bırakmamak için elinden geleni yapacaktı.

Kocaman sarayın en büyük odasına çevirdi gözlerini. Herkesin toplanmış olduğu akşam yemeği sofrasına baktı önce, sonrada masanın başında toplanan insanlara. Düşünmeden edemedi o an, herkes mi riyakârdı yoksa hayat mıydı tüm bunları sadece kendisinin karşısına çıkaran?

"Otursana kızım sofraya, bak en sevdiğin yemekleri yaptırdım sana..."

Konuşan Amine'ydi. Saraydan ayrılırken sadece onu özleyeceğini düşünerek kendisini kahreden, sırf sevgisini kazanabilmek için dört duvar arasında okulunu bitiren. Âmine anne bildiğiydi onun, aslında kendi kanından olan annesini öldüren...

Boğazı düğümlendi kızın, bir yanıt veremedi o an. "Samira, iyi misin sen kızım? Geldiğinden beri de odandan çıkmadın hem, bir şey mi var aklının takıldığı?"

Üvey annesi Elif'in cümleleri üzerine sarayın görkemli odasına teşrif eden Arap Şeyh, meraklı gözlerini kızına taraf çevirdi. Aynı Cesar gibi zift karası olan gözleri şimdi kendisinin üzerindeydi.

"Annemi seviyor muydun?" diye aniden babasına çevirdi Samira gözlerini. Uzatmanın artık hiçbir manası yoktu. Arkasında kalan kadınların sorduğu sorudan ötürü irice açılan gözlerini görmese dahi ne kadar şaşkın olduklarını idrak edebiliyordu. "Bana bu kadarını borçlusun." diye konuştu afallayan bakışlarla kendisini seyreden babasının yüzüne doğru. "Cevap vermek zorundasın, anlıyor musun?"

Babasının üzerine doğru yürüdü. Tam dibinde adım atmayı kestiğinde ilk defa Arap Şeyh'in yüzüne bu kadar yakından bakıyordu. "Annemi gerçekten seviyor muydun?"

"Arabistan'da ki tüm varlığımı reddedecek kadar çok sevdim ben Kamelia'mı." dedi Şeyh ağır bir Arap aksanıyla düşünmeden cevap verirken. Samira'nın gözündün kaçmayan bir diğer detay babasının annesinden bahsederken gözlerinin dolmasıydı. Şeyh Amer'in aşkı, Arabistan'da dillere destan olsa da Samira bu aşkı babasının gözlerinden ilk kez görüyordu.

Başını peki dercesine kafasını salladı kız. "Peki." dedi kurmak üzere olduğu kelimeler bir kor gibi dilini yakarken. "Peki ya ben..." dediğinde, ağzına dolan zehir gibi tat damağını yakmıştı. Dudakları titredi ama ağlamamaya dair yemin etmişti. Bu gece değildi, daha sonrasında ağlayacak bolca vakit bulabilirdi ama şimdi değildi. "Uğruna tüm varlığından vazgeçtiğin kadının kızıyım ben, beni neden sevmedin?"

Samira aslında bunları söylemeyi kendisi de beklemiyordu. Onun amacı da, yapmak istediği şey de bambaşkaydı ama tutamamıştı kendisini. Amacına giden yola taşlı da olsa bu zemini döşemeliydi aksi halde gerçekler sadece anne bildiklerini değil, kendisini de dönüşü olmayan bir yola sürükleyecekti.

"Beni sevmedin." dedi bir kez daha doğrudan babasının gözlerinin içine bakarken. "Ben bunu kabul ettim evet ama..." Arap Şeyh oldukça şaşkındı. Tamam, bir şeyler olacağının oda farkındaydı fakat kızının bu denli ileri gidebileceğini hiç düşünmemişti. Kendisini, ölmüş olan karısına olan sevgisini sorgulayacağını, kendisini neden sevmediğini, gözlerinin içine baka baka savuracağı kelimeler değildi kızından beklediği.

"Bana inanmamanı..." Yavaşça yutkundu. "Ölesiye sevdiğin karından kalan son şeye olmayan inancını kabullenemem Şeyh Amer."

Arap Şeyh masanın etrafında oturmuş insanların dikkatli ve merak dolu bakışları arasında yavaşça sıyrılarak Samira'nın yanından geçip gittiğinde, hemen ilerideki kendisine ait olan altın kaplama koltuğuna oturmuştu. Gümüş yüzüklerle dolu parmakları tekli koltuğun gümüş kenarlarına tutunurken olduğu yerde kendisine doğru dönen kızına çevirdi bakışlarını.

"Söylemek istediğin nedir Samira?" diye sordu adam aksanlı, ağır bir sesle. "Açık konuş."

Samira uzun soluklu bir havayla doldurdu ciğerlerini. Tam konuşacağı sırada oturduğu yerden endişeyle fırlayan kadın parmaklarını Samira'nın koluna geçirdi. "Kızım?" derken sesinin tonu dahi panik doluydu. "Kaç gündür yemek bile yemedin, geç otur bir yemek ye. Konuşursunuz sonra ne konuşacaksınız."

Samira'nın yüzünde buruk bir tebessüm oluştu. Bir zamanlar şefkatle, sevgiyle baktığı bu yüz artık kocaman bir hayal kırıklığından ibaretti onun için. Âmine artık onun için bir intihar ipinden ibaretti; boynuna dolandığı. Eğer onu söküp atmazsa, anne bildiği kadın öz annesinden sonra kendi canına da mal olacaktı.

"Neden?" diye sordu Samira beklenmedik bir şekilde sertçe çıkışırken. "Kafanda saçılan parçaları yerlerine oturtabilmen için mi?"

Âmine afallamıştı. "Ne diyorsun kızım sen?"

"Diyorum ki;" diye söze başladığında, odadan içeriye giren adama saniyelik bir bakış atmış sonra hemen tekrar Âmine'ye dönmüştü. "Kafandaki parçaları yerleştirdikten sonra beni de mi kurduğun bu imparatorluğa feda etmeyi düşünüyorsun Âmine?"

Samira bu saray içerisinde ilk kez birisine sesini yükseltiyor, ilk defa Âmine'ye karşı saygısızlık yapıyordu. Lakin artık durumun saygısızlık sayılacağı bir tarafı kalmamıştı, anne bildiği kadın annesinin katiliydi. Samira bunu öğrendikten sonra Âmine'ye olan tüm öz saygısını da, sevgisini de tümüyle yitirmişti.

Dudaklarını bir birine bastırdı. "Çok merak ediyorum..." dediğinde, Âmine'nin artık ayakta duracak takati dahi kalmamıştı. Avuçları yanında durduğu sandalyenin tahta uçlarını sıkıyor, kireç kesen suratıyla hayretler içerisinde kendi elleriyle büyüttüğü kızına bakıyordu. "Gerçekten merak ediyorum ama; bana verdiğin bunca emek çektiğin vicdan azabı için miydi?"

Karısının dolan gözlerinden boşalan yaşlara anlam veremeyen Şeyh anlamayan bir ifadeyle karşısındaki manzarayı seyrediyor, ne diyeceğini bilemiyordu.

"Yoksa yaptığın hainliğin etraftaki insanlar tarafından dikkat çekmemesi için mi?" Bir adım atarak Âmine'nin tam karşısına dikildi. "Cevap ver bana, hangisi için annelik ettin sen bana? Olmayan o kalbinle nasıl verdin onca sevgiyi? Yüzünü dahi görmediğim annemin şefkati nasıl bulaştı senin parmaklarından benim saçlarıma söylesene?"

Artık Samira'da ağlıyordu. Ne olursa olsun on dokuz yıllık hayatının tamamıydı karşısındaki kadın. Dört duvar arasında da olsa onunla ilgilenen, oturduğu yerden üniversite dahi bitirttiren, her şeyiyle ince ince ilgilenen...

"Anne diye ağladığım bir gece odama girip senin annen benim diye susturan sen değil miydin beni? Annem olduğuna inandıran, bir anne kadar ilgilenen, beni bu yaşa getiren sen değil miydin söylesene?" İçli bir halde içini çekti Samira, ağzından dökülen her bir kelimeyle önce kendisini sonra karşısındaki kadını darmadağın ettiğinin bilincinde bir şeklide konuşmaya devam ediyordu.

"Samira kendine gel!" Araya giren babasının diğer karısı Elif'ti. "Çizgiyi aştın, bu yaptığın saygısızlık."

Samira öfkeyle elinin tersini suratına götürüp yaşlarını silerken, yeşil irislerindeki duygunun adı kindi, nefretti... "Sizin yaptığınızın yanında benim aştığım çizgide bir şey mi!" diye bir kez daha sesini yükseltti. "Yaptığın şeyden bir parça olsun rahatsızlık duymayacak kadar vicdansızsın sen! Kalpsizsin! Şimdi karşıma geçmiş..."

"Yeter!" Şeyh Amer olan biteni anlamadığı için kızının daha fazla bu şekilde devam etmesine müsaade etmedi. "Anlat Samira, Âmine ve Elif'i suçladığın konu nedir?"

Şeyh'in kurduğu cümleyle iki kadının birden yüzü kireç kesildi. Âmine gücü dermanı kalmamış gibi tüm yükünü arkasındaki sandalyeye bırakırken dolu dolu gözlerini yumarak yaşlarının bir bir yanaklarından aşağı boşalmasına izin verdi. Elif'de paniklemişti lakin dik duruşuyla, gözünü dahi kırpmadan bakışlarıyla öyle bir tavra bürünmüştü ki sanki karşısındaki kızın bildikleri, birazdan söyleyeceği tüm her şey birer yalandan ibaretti.

Devasa bir büyüklükteki salonda olduğu yerde hareketlendi genç kız. İki kadına birden arkasını dönerek onları arkasında bırakıp, doğrudan babasının oturduğu koltuğun karşısına geçti. Yaşlanmış olmasına, saç ve sakallarındaki aklara rağmen hala yakışıklı olduğunu düşünmüştü Samira babasını seyrederken. Uzun bir boyu, bakanları ürperten heybetli bakışlara sahipti fakat Samira ona baktığı her an göz bebeklerine sakladığı acının izlerini apaçık görebiliyordu. Yıllar olmasına rağmen içinde hala annesinin sevgisini taşıdığını, ağzına almasa da hala aklının bir köşesinde olduğundan emindi.

"Annemin nasıl öldüğünü biliyor musun baba?" Kelimeleri dümdüz, duruşu kendinden gayet emindi. "Evet, belki ağzına almadın ama o ölümden her zaman beni sorumlu tuttuğunu bildim ben. Çünkü karın Kamelia doğum sırasında yoğun kan kaybından öldü diye söylediler sana." Dişlerini sıktı. "Annemin öldüğünü duydun dünya durdu senin için, hayat bitti."

"Samira!" Samira, kendisini tutmak için büyük bir çaba sarf eden babasının suratına baktı. Her ne kadar ifadesiz durmaya çalışsa da dudaklarını bir birine bastırmış, kendine hâkim olmaya çalışır gibi bir hali vardı. "Ne diyeceksen de, sonrada çık karşımdan!" diye öfkeyle sesini yükseltti kızına. Normal bir zaman olsa bu kadar konuşmasına bile asla müsaade etmezdi ama adamda konunun mühimliğinin farkındaydı. Aksi halde kızı da kalkıp karşısında bu şekilde konuşmaya cüret edemezdi.

"Getirip önüne attılar beni..." diye veryansın ettiğinde, sesi titriyordu. "Al dediler lütuf eder gibi, al işte karının ölüm sebebi bu."

"Samira!" Elif öfke dolu bakışlarla girdi araya. "Kendine gel!"

Samira ne babasının ikazlarına, ne de arkasından durmadan kendisini uyaran Elif'e kulak asıyordu. Hırsı bir köz gibi alevleniyor, cayır cayır yanan ateş iki dudağının arasından ortalığa saçılıyordu.

"İnandın sende onlara çünkü işine gelen buydu öyle değil mi baba?" Samira'nın aslında konuşmaya dahi takati yoktu. Günlerdir düşündüğü, ince ince planladığı gibi olmuyordu, olmazdı. Biliyordu ama yine de asla duraksamıyordu. Anne bildiklerinin ölüm kararını vermemek elbet zordu ama kendi kanından olan annesini öldürdüklerini bilmesi yeterince bu konuda vicdanını susturuyordu.

Onlar acımadılar, diye tekrar ediyor içinden. Onlar ne anneni, ne de seni öldürürken zerre acımadılar size...

Samira beyazına kan oturmuş yeşil gözlerini Elif ve Âmine'ye doğru çevirdiğinde, içinden bir parçanın kopup yittiğini hissetti. Darmadağınıktı içi, paramparçaydı. Şu an durduğu yer annesi bildiği Âmine'nin tam karşısıydı; oysa bir zamanlar dünya dahi yıkılsa Samira annesinin karşısında durmazdı.

"Senin karını ellerinden ben almadım!" Beş kelimelik bir cümle genç kızın ağzından şahlanarak döküldüğünde, Samira artık ellerinde irice bir bıçak tutuyordu. Bıçağın tam ucunda anne bildikleri duruyor, birazdan işlenecek tüm suçların günahına kendi elleriyle ortak oluyordu. "Elinden sevdiğini aldığım için on dokuz yıl boyunca bana hapis hayatı yaşatırken, seni tekrardan hayata döndürüp az da olsa acını dindirdikleri için bu iki kadına minnettar oldun hep sen."

"Samira!" Elif bir kez daha parmaklarını sertçe kızın koluna geçirirken gözlerini sonuna kadar açmıştı. Bu onun açısından üvey kızına vermek istediği önemli bir uyarı niteliği taşısa da Samira için zerre kadar bir şey ifade etmiyordu.

Bu sefer olmaz dercesine başını salladı genç kız. Bu sefer sözünüzü dinleyemem. Bu sefer sizin verdiğiniz kararlarla değil kendi bildiklerimle hareket etmeye yemin ettim ben. İlk ve muhtemelen son kez kendini, bir kez olsun görmeden kaybettiği annesini düşünerek hareket edecekti.

"Annemi Elif ve Âmine öldürdü..." Elif yanmış gibi kızın üzerinden elini çektiğinde, Âmine olduğu yere yığılıp kalmıştı. Yaşlı kadının kalbi tüm bu olanları daha fazla kaldırmamıştı.

Samira'nın kolları iki yananına doğru düştü. Bu kez içinden tekrar etti biraz önce babasının gözlerinin içine bakarak kurduğu cümleyi; 'Benim canım annemi, anne bildiklerim öldürdü...'

"Senin canından çok sevdiğin karını, ölümünden sonra kendilerini hayatına, yetmeyip yatağına alacağından çok net emin oldukları için bu iki kadın aldı senin elinden! Sırf bu gösterişin..." Ellerini iki yana açarak sarayı gösterdi. "Bu ihtişamın bir parçası olabilmek için aldılar benim annemi benim elimden!"

Âmine düşüp kaldığı yerde baygınlık geçirirken, Elif tüm bu duyduklarına inanamıyor gibi başını iki yana salladı. "Hayır." dedi iri iri açılmış gözleri kocası ve üvey kızı arasında gidip gelirken. "Tüm bunlar doğru değil, hepsi saçmalık!"

Samira'nın dudaklarında alay eder gibi bir gülüş belirdi, tam bu anda Arap Şeyh oturduğu yerden kalkmış lakin dizlerindeki tüm derman çekilmiş gibi olduğu yerde sabit kalarak tek bir adım bile atatmamıştı.

"Sen neler dersin?" diye sordu duyduklarına inanamıyormuş gibi hayretler içerisinde. "Getirip önüme bir ispat koymadan nasıl bir başkasının günahına girersin Samira!"

Geldiğinden bu yana ağzını açmadan, sessizce olanları izleyen Araz olduğu yerde hareketlenerek sözde karısının yanına geldi. Tamam, buraya gelmesine mani olamamıştı belki ama olacakları asla bir başına sırtlanmasına da müsaade etmeyecekti. Etmedi de, parmakları kızın avuçlarının arasında ufacık kalan ince bileğine doladığında bu hareketi karşılarında duran Şeyh'e karşı bir meydan okuma olduğunun herkes farkındaydı. Ne olursa olsun, ne yaşanırsa yaşansın karısına asla kimsenin dokunamayacağını fısıldayan sözsüz eylemlerden en büyük olanıydı.

Acı olansa, Samira'da bunun farkındaydı.

En ufak olayda kendisini aşağılayan, küçük gören, istenmediğini defalarca kez yüzüne vuran bu adamın tam şu anda, ortalık yangın yerine dönmüşken ne sebeplerle yanında durduğuna asla bir mana veremiyor, zaten anlamakta istemiyordu. Hissettiği tek şey rahatsızlıktı, ondan gelecek ufacık bir şeye dahi tahammülü yoktu.

"Kulaklarımla duydum." diye konuştu, gözleri suyu kesilmiş bir kuyu gibi babasının suratına bakarken. "Yaptıkları her şeyi karşılıklı bir şekilde ettikleri itirafları kendi kulaklarımla duydum ben, şimdi hiçbir inkâr ve senden gelecek hiçbir tehdit beni susturmaya yetmeyecek." Acıyan bakışlarını önce olduğu yerde duran yüzü bembeyaz kesmiş Elif'e, sonra da boylu boyunca yere serilmiş olan kadının tepesine üşüşüp ayıltmaya çalıştıkları Âmine'ye baktı.

"Eğer gerçekleri ortaya sen çıkarmazsan ben çıkarırım." dedi buz gibi bir sesle. "Eğer karına beni bir hayvan gibi kapattığın kafesle ettiğin ihaneti bir nebze olsun telafi etmek istiyorsan bunu yapacaksın baba, aksi halde canım pahasına ben bu adaleti sağlarım!"

♠️

Şehrin sıcaklığına inat gökyüzünü bir çarşaf gibi örten bulutların rengi griydi. Sanki doğa bile Şeyh Amer El-Rauj'un sarayından sızan kasvetin farkında ve buna ayak uydururcasına karanlıktı. Samira sonbaharın son demlerinde sararıp dökülen yeşil yaprakların solgunluğunu sırtlandığı gözlerini kısmış, tam karşısında oturan iki kadına dikmişti bakışlarını.

Herkes toplanmıştı. Karar verilecek, gerçek suçlu gün yüzüne çıkarılıp cezası kesilecekti.

"İftira." dedi Elif nefret dolu bir halde atılırken. "O bizim hanımımızdı, biz içindeki canı çekip çıkarana kadarda savaştı. Fakat Samira dünyaya geldiği an zayıf düşmüş bedeni daha fazla dayanamadı."

Tüm bakışların odağında bu sefer Samira vardı. Babası ve kararı verecek olan Elif ile Âmine'nin büyükleri sessiz kalsa da onlarda genç kızın doğruluğundan şüphe duyuyorlardı. Sonuçta Âmine ve Elif kendilerindendi, Samira ise babasının bile terk ettiği küçük bir kız çocuğu.

"Her şey dediğin gibiyse..." Samira dudaklarını ısırdı. "Peki, neden Âmine'de senin gibi inkâr etmiyor tüm bu olanları?"

Ortam bir anda gerildiğinde, Elif'in ölüm korkusunun sardığı bedeni bir yaprak gibi titremişti. Bu yola çıktıklarından beri her gün teselli ve binlerce vaatle aklına uydurduğu kumasının beynine doladığı prangası kırılmıştı. Artık tek başınaydı, asla ona yetişemiyor bin türlü zehri sığdırdığı zihninden kumasınınkine akıtmanın bir yolunu bulamıyordu.

"Çünkü seni o büyüttü." diye diklendi. Çünkü oda biliyordu, Âmine'nin hassas kalbi şu saatten sonra olanları inkâr edip tüm suçu Samira'nın üzerine yıkmaya yetmezdi. Ama kendisi herkesin hakkından gelebilecek hinliğe ve şeytanlığa sahipti. Eskiden Samira onu da sever, onunda iyi bir kalbe sahip olduğuna dair kendini ikna ederdi. Ne aptaldı! "Annelik yaptı sana; şimdi o konuşsa yavrusu canından olacak o yüzden susuyor. O senin için canından vazgeçerken sen..."

"Yeter bu kadar." Araz'ın kalın erkeksi sesi ortamı doldurduğunda, tüm bakışlar artık onun üzerindeydi. "Bu kadının sahte savunmalarını dinlemek istemiyorum artık, Âmine konuşsun."

"Bu iftirayı bana neden attığını da bilseydin, hala SÖZDE karının arkasında durabilir miydin acaba Araz Sanchez?"

Samira'nın göz bebeklerine ucu ters çevrilmiş halde duran yüzlerce bıçak vardı. Genç kız artık bunu göstermekten ne çekiniyor, ne de zerre gocunuyordu. Şimdi bir kez daha ne kadar doğru bir karar verdiğinin farkına vararak duruyordu karşılarında. Yanındaki adama baktı göz ucuyla. Samira ilk defa bakışlarının ardına saklamış olduğu yardım çığlıklarıyla baktı Araz'a.

Bu kez olmaz der gibi baktı adama. Böyle bir anda böyle bir şey ortaya salarsa şayet kendisinin düşeceği bataklığa kendisini de çekecek olurdu. Samira asla ama asla Arabistan'ın katı kuralları ile baş edemez, emirlerine itaatsizlik edemezdi. Bu yüzden artık Elif'in durması gerekti.

"Nedenlerinle ilgilenmiyorum." diyerek sertçe kesti kadının sözünü. Elif'in tam yerli bir aksanla konuştuğu Arapça'yı, Araz düzgün ve oldukça güzel bir aksanla konuşuyordu. "Daha ne kadar konuşturacaksınız bu kadını?" derken doğrudan kararı verecek olan üç adama doğru bakıyordu. Ortada bir kanıt, bir itiraf yoktu. Adam her ne kadar belli etmese de içten içe olacaklara endişe ediyordu.

Arap Şeyh hala ağzını açıp tek kelime etmiyordu, onun bu sessizliği sarayın içindeki herkesi tedirgin etse de kimse ona karşı ağzını açıp tek kelime söylemiyordu. Bir anda herkes sustu. Şeyh'in aurası herkesi kaskatı kestirirken adam kısık ve oldukça karanlık bakışlarını karısının gözlerinin içine çevirdi. Biricik Kamelia'sından sonra bu hayatta en çok ona güvenmiş, asla ama asla ölen karısı gibi olmasa da gönlünde en çok ona yer vermişti.

Âmine asla kocasına yalan söylemezdi.

"Âmine!" Şeyh'in sesi, ucu keskin bir kılıç gibiydi. Değdiği yeri kesiyor, kesilen yerden akan kanın tüm heybetini üzerine sırtlanıyordu. "Samira'nın söyledikleri doğru mudur?"

Tüm sesler sustu. Sanki kocaman saray küçüldü, küçüldü ve küçüldü. Âmine olduğu yerde yok olup gitmeyi diledi. Şu anı yaşayacağına yok olmayı, ölmeyi istedi tüm kalbiyle. Başından beri olacaklara itiraz ediyor, asla ama asla böyle bir şeyin olmaması gerektiğini savunup duruyordu Elif'e. Ama kalbinin aklının önüne geçtiği sadece iki saniye Elif'in dilinden dökülen zehre kurban gitmiş, kendisini onun bataklığına çekilirken bulmuştu kendisini.

"Eğer bu bir iftiraysa, mahkeme önünde hüküm giyecek kişi Samira'dır!" Âmine'nin seksenine yaklaşmış olan babasıydı konuşan. "Değilse şayet, olacaklar bellidir."

"Âmine?"

Samira dakikalar sonra ilk kez kafasını yerden kaldırarak üvey annesinin gözlerinin içine baktı. İçi ezilircesine, parçalanırcasına, can çekişircesine... Sen böyle mi öğrettin bana der gibi baktı annesine. Her zaman iyiliği, her zaman güzeli öğütledin bana. Şimdi yakıştı mı bu sana?

'Gördüğün kötülüğe iyilikle cevap ver güzel kızım. Belki karşındaki yine anlamaz, belki yine kötülük etmeye devam eder lakin Rabbin yukarıdadır. O gören ve duyandır. Bu dünyada olmasa dahi, diğer dünyada yaptığının karşılığı seni elbet bulacaktır.'

Âmine başını olumsuz manada salladığında, Âmine'nin babası ayağa kalktı. "Olacak bellidir o vakit." dedi ağır bir Arap aksanı ile. "Mahkeme karşısında attığı bu iftiranın hesabını verecek, canına göz koyduğu kızlarımızın bedelini kaç yılla öder onu da Allah'ın takdiri karar verecek."

Araz gözlerini yumdu, korktuğu tam olarak buydu. Arabistan'ın bu kurallarının başına neler getireceğini kestiriyor, bu nedenle kızın buraya gelmemesi için çok ağır olduğunu bilse de onunla konuşmuştu. Şimdi her şey daha zordu. Bu adamları durdurmak, gerçekleri ispat etmek çok daha zordu.

"Cezanı çekeceksin Samira." Arap Şeyh'in kızına kurduğu cümle ucu kırık bir cam parçası gibi kesti dilini kızın. İnanamadı duyduklarına, her şeye rağmen hala bu iki kadına inanıyor olmasına inanamadı küçük kız. "Elinde bir kanıt olmadan ortaya böyle bir şey atmamalıydın, bunu sende gayet biliyordun."

Nefretin ayak izleri kol geziyordu şimdi ruhunda, her adımı daha sert her hareketi daha fazla paldır küldürdü. Şimdi her şey çok daha iğrenilesi geliyordu Samira'nın gözüne ve kulağına. Bu saray, içindeki tüm insanlar, tüm yaşanmışlıklar. Her şey sahte, her şeyin içinde çokça yalan vardı.

"Alışığım." dedi son kez babasına karşı başkaldırırken. "On dokuz sene boyunca hapis hayatı yaşamadım mı ben zaten bu insanlar yüzünden? Yine yaşarım. Ben yaşamasına yine yaşarım da siz nasıl yaşayacaksınız?" diye sordu dilinde birikmiş zehri düşünmeden üzerlerine akıtırken.

"Olmayan vicdanlarınızla, aldığınız ahlarla canlarla asıl siz nasıl yaşayacaksınız söyleyin bana?"

Herkes suspustu. Elif içten içe seviniyor, Âmine kızının tam da bahsettiği gibi vicdan azabıyla deli gibi kıvranıyordu. Herkes olduğu yerde aklıyla kalbi arasında büyük savaşlar veriyordu, en başta da Şeyh Amer.

"Bırakalım bunu da onlar düşünsün artık." Elif'in ihtiyar babası bir kez daha konuştuğunda, Samira onun da tıpkı kızı gibi kalpsizin teki olduğunu düşündü. "Askerler kapıda. İstersen çok bekletmeyelim artık Samira, sonuç değişmeyecek."

Gülümsedi Samira. Yolun sonunda bunu da göze alarak gelmişti buraya, hatta ölümü bile hesaba katmıştı bir ara. Çünkü beklerdi, Elif denen bu kadın kendisine ölümü asla çok görmezdi.

Odadaki herkese ayrı ayrı baktı. Araz'a, babasına, bir zamanlar anne bildiği iki kadına, onların babalarına. Katil kızlarını savunacak kadar koca yürekli olduklarını düşündü iki adamın, Şeyh Amer gibi olağanca heybetine, gücüne rağmen haklı olanı tutuklattıracak kadar adalet kendi kızına geldiğinde yok olan bir baba yoktu karşılarında.

Benim kaderim bu diye düşündü kendi kendine. Sahipsizlik, kimsesizlik. Kendisine yapılan hiçbir şeyi çok görmüyordu artık. Hayat üzerindeki tüm şanssızlıklar kendisini bulacak kadar düşürmüştü omuzlarını.

Onun kaderi buraya kadardı.

Onun adaleti, sesi, gücü buraya kadardı.

Girdiği yolun sonunda kelepçe, o yolun sonunda demir parmaklıklar vardı. 

Bölüm Sonu.

• Bölüm Nasıldı?

• Samira hapse girer mi?

Kısaca neler düşündüğünüzü yazarsanız çok mutlu olurum. Çünkü az yorum gerçekten insanın yazma hevesini kırıyor ):'

SEVİLİYORSUNUZ.

İnstagram: 'asimavera'

Ga verder met lezen

Dit interesseert je vast

138K 5K 32
@Magazindetoksu yeni bir gönderi paylaştı. Şok! Şok! Şok! Genç basketbolcu Çağan Akın Arsal 8 ay önce yumruk yumruğa kavga ettiği takım arkadaşının e...
207K 12.8K 26
17 yıl sonra doğumda karıştığını öğrenen Peri... Abilerine ve üçüzlerine alışabilecek mi ? Babam gülümseyip "Aksine iyi bir şey oldu. Peri doğumda k...
1.1M 41.3K 58
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
359K 23K 24
17 Yıl sonra gerçekleri öğrenen Bade, yıllardır onu arayan abilerine giderse. Azıcık dram. Bolca eğlence. Bolca aksiyon. Bir tutam da kaos. Daha...