DİKENLER MEZARLIĞI | Azize 2

By nursu_cugalir

9.8K 896 412

Azize serisinin 2. kitabıdır. Siyah bir pelerinim, siyah bir ruhum var. Karanlığa bulanmış kötü bir zihnim va... More

Tanıtım
1.Bölüm ♛ Böğürtlen Şarabı ve Guguk Kuşu
2.Bölüm ♛ Sinsi Kaltak
MÜTÜŞKEMMEL KAPAKLARIMIZ!
3.Bölüm ♛ Beyazı Boyayan Altınlar
4.Bölüm ♛ Çocukluk Aşkı
5.Bölüm ♛ Yükseltiş Yahut Ebedi Savaş
6.Bölüm ♛ Ölü Kargalar
7.Bölüm ♛ Gri Elbise
9.Bölüm ♛ Vanilyalı ve Böcekli Kek

8.Bölüm ♛ Önemli Misafirler

1K 100 36
By nursu_cugalir

Bolca yorum bekliyorum ♥

Şölenin olacağı salonda büyük bir masa kurulmuştu. Ingalana hanedanının ve düşesinin, Horania kralının, Parauna prensesinin oturacağı masa burasıydı. Benim yerimin masanın en başköşesi olduğunu hemen anlamıştım. Diğer başköşe ise Kraliçe Carla'ya aitti. Masalarda başköşeye oturmak beni geriyor, sanki odadaki aksesuarlar bile beni izliyormuş gibi huzursuzca hareket etmemi sağlıyordu.

Kraliçe Carla telaşlı bir halde içeride dolanıp salonun nasıl olduğuna bakıyor, beğenmediği ne kadar yer varsa telaşından dolayı oluşan öfkesiyle hizmetçilere söylüyor ve derhal düzeltilmesini, değiştirilmesini emrediyordu. Gördüğüm kadarıyla Yilly'nin bahsettiği elma tabakları gelmişti; masanın üzerinde piramit bir şekilde dev halde dizilmiş, görünce bile ağzımın gıcırdadığı yeşil elmalar duruyordu.

Ağır elbisemle beraber parmaklarımı önümde birleştirerek Kraliçe Carla'ya doğru yürüdüm ve onun beni görmesini sağladım. Kraliçe Carla arkasındaki iki güzel giyimli nedimesiyle beraber bana doğru ilerledi. Artık onun önünde diz çökmüyordum. Eğer önünde diz çökersem kendini bilmeyen bir soytarıya dönüşürdüm. Onun veya herhangi bir aristokratın önünde diz çökmemem beni tuhaf, ama aynı zamanda da aslında yıllarca beklediğim şey, yapılması gereken buymuş gibi hissettiriyordu.

Sadece bir baş selamı vermekle yetindim ve Kraliçe Carla'nın da bana aynı şeyi yaptığını gördüm. Bunu artık hep yapıyorduk. Kraliçe Carla için artık ben Cadı Dianthus değildim. Sanki hiçbir zaman Ywyil'in mızmız kızı Cadı Dianthus olmamışım gibi davranıyordu. Sanki her zaman Ravozski Ceylanı'ymışım gibi... Gerçi her zaman öyleydim fakat bunu bilmiyorduk. Benim ona hürmet ettiğim gibi onun da bana hürmet etmesi bazen beynime şimşek gibi çarparak beni afallatıyordu. Binaenaleyh buna alışmak zorundaydım, hatta alışmaya başlıyordum bile.

"Hazırlıklar bitti mi?" diye sordum en sıcak gülümsememi Kraliçe Carla'ya göstermeye çalışarak.

"Birkaç eksik var. O eksikler tamamlandıktan sonra bitecek. Ondan sonra da misafirlerimiz gelmeye başlar elbette." Kraliçe Carla gözlerini benden ayırdı ve önce uzun şamdanlarda yanan mumlarda, sonra karşısındaki salon kemerlerinin tavanından sarkan yıldız şeklindeki süslendirmelere baktı. "Nasıl buldun?"

"Şahane!" dedim ne kadar beğendiğimi yüz ifademe de yansıtmaya çalışarak. "Harikulade bir düzen..."

"Konu önemli misafirler olduğunda işimi şansa bırakamam. Gelip görmem ve her şeyin kusursuz olduğundan emin olmam gerekir."

"Yapılması gereken en iyi şeyi yaptığınızdan eminim."

"Masanın üzerine gümüş şamdanları koymuşlar. Onların derhal altın olanlar ile değiştirilmesini söyledim. Hangi akılsız bunu yapmış olabilir?" diye söylendi Kraliçe Carla. "Zevkimi yıllardır hâlâ anlayamamışlar. Hal böyle olunca gelip görmekte yarar var."

Kraliçe Carla'nın üzerinde koyu yeşil, tarlatanı bir dolunay kadar şişkin bir elbise vardı. Altın rengi tacının elbisesiyle uyumlu zümrüt taşları parıldıyordu. "Ingalana hanedanının da geldiğini duydum," dedim konuya giriş yaparak.

Kraliçe Carla yeşil gözlerini etrafta dolaştırmayı bırakıp bana sabitledi. "Doğru duymuşsun. Bunu biliyor olman gerekirdi."

Boğazımı temizledim. "Biliyordum elbette. Yalnızca emin değildim."

"Bir hafta önce hepsi büyük bir konvoyla yola çıktılar. Dün gece buraya ulaştılar. Tabii, Horania kralının ve Parauna prensesinin telaşının Ingalana hanedanının üzerini örtmesi oldukça olanaklı bir olay. Bu konuda sana hak vermiyor değilim."

"Aslında aklımdan çıktığını bir şekilde dile getirebilirim," dedim kaşlarımı çatarak.

Bu sırada salondaki hâlâ telaş devam ediyordu fakat hafiflemişti. Uşaklar şömineleri hararetle körüklüyor ve hizmetçiler bellerine bağladıkları önlüklerle fırından yeni çıkmış ekmekleri büyük masaya teker teker koyuyorlardı.

"Biliyorum, endişeni görebiliyorum. Bunu benden saklamana gerek yok. Bu durumda yapman gereken tek şey sakin olmak ve seni kimsenin yargılayamayacağını bilerek hareket etmen... Kendin ol. Ayrıca asla onlardan biri olduğunu söyleme. Öyle hissetmiyor olabilirsin fakat onlardan üstünsün. Onlardan biri değilsin. Eğer bu duyguyu onlara aşılarsan, seni eleştirmeleri için önemli bir davetiye çıkarmış olursun."

Kaşlarım istemsizce çatıldı. Kraliçe Carla'nın bu mantıklı sözleri ve tavsiyeleri beynimde naralar atıyordu.

"Demem o ki kendini beğenmiş görün. Sadece olduğun şey neyse o ol. Sen Ravozski Ceylanı'sın, bu gerçekten çok önemli bir san. Meşrebin kutsallıktan geliyor. Bunu inkâr etmeye kalkışma. Diğer insanlar gibi davran, diğer insanlar ne yapıyorsa onu yap lakin hiçbir zaman başkalarına onlardan biri olduğu iddia etme."

"Bu telkinleriniz için teşekkür ederim," dedim. Bu aldığım en önemli tavsiyelerden biriydi ve bunları asla unutmayacaktım. Ona minnettardım. Zihnimde ince bir dala tutunup düşme korkusuyla zangırdayarak sallanmaktansa bu tavsiyelerle ağacın kalın bir dalına erişebilir ve orada oturabilirdim.

Kraliçe Carla'nın tek kaşı kalktı, bir yandan da gülümsedi. "Kural iki, teşekkür et ancak hiçbir zaman minnettarlığını hissettirme. İnsanlar minnettarlığı hissettikleri anda ona vermek zorunda olduğun bir borcunun olduğunu sanırlar."

Kaşlarımı kaldırarak ona baktım. Bu zekiliği ya da hayata, insanlara karşı olan tecrübesi ona bir kez daha hayran kalmamı sağlamıştı.

Salona hızla gelen bir görevli Kraliçe Carla'nın yanında biterek konuşmamızı böldü. "Konuklar Yad Kulesi'nden çıkmışlar ve buraya gelmek için hazırlarmış, majesteleri."

Kraliçe Carla'nın gözleri bir anlığına pörtledi ve ardından yeşilleri salonda gezindi. Ardından sessizce bir oh çekti. "Tamam, her şey hazır zaten... Salondaki görevli hizmetçiler hariç herkesin çekilmesini ve Morth ile Talia'nın derhal gelmesini söyle."

Görevli ona ve bana reverans yapıp Kraliçe Carla'nın dediklerini yapmak için hareketlendi.

"Ah şu çocuk!" diye söylendi Carla. "Bir aya kalmadan bu ülkenin başına geçip koskoca bir insan topluluğunu yönetecek ancak hâlâ aklını başına toplamamış bir züppe gibi davranıyor. Saat kaç oldu, hâlâ salonda değil. Onun bu halleri beni deli ediyor!"

"Haklısınız," dedim ona, yatıştırıcı bir ses tonuyla. "Ancak ona biraz zaman tanıyın. Bir süre sonra sorumluluklarının farkına varacak ve istese de istemese de sorumluluk sahibi, olgun biri haline gelecek."

Carla bundan emin olmayan endişeli bir bakışla, çatık koyu kızıl kaşlarıyla bana baktı. "Umarım."

Etrafta göz gezdirdi, aksesuarları gözleriyle teker teker kontrol etti. Bakışları yemekleri teftiş etti ve kokularını içine çekip tatmin oldu. En son ise başını bana çevirdi. "Konuklar geldiğinde yanımda dur ve kendinden emin bir tavır sergile. Asla ve asla diz çökme, reverans yapma. Ben onlarla selamlaşacağım, bu adettendir. Onlar önünde diz çökünce yapacağın tek şey onları kibarca kaldırmak olsun. Anlaşıldı mı?"

Kraliçe Carla'nın sözlerini dinleyip aklıma kazırken hafifçe başımı salladım. "Anlaşıldı."

Kapıdan Morth ve Talia salonun kapısından geçtiklerinde hızlı bir şekilde geldiklerini hızlı nefes alış verişlerinden görebiliyordum. Nefeslerini yavaşlatmaya çalışırlarken Morth önüne gelen saçlarını arkaya doğru attı ve beni hızlı bir şekilde süzdükten sonra bakışlarını kaçırdı. Sonra bir kez daha, seri bir şekilde baktı. Ne kadar bana uzunca bakmak, süzmek istediğini görebiliyordum ama ne yazık ki artık saniyeler boyunca gözlerinin üzerinde olduğu kız ben olamazdım.

O tüm bunları yaparken benim bakışlarımın ona çivi gibi sabitlenmişti. Sanırım bunu yapmam doğru değildi. Bu yüzden gözlerimi onun üzerinden çektim.

Kraliçe Carla, "Gelmek için çok erken değil mi?" diyerek ironi yaptı. "Sizi sorumsuzlar!"

"Geldik işte," dedi Morth.

"Daha erken gelmeniz, burayı benim gibi teftiş etmeniz gerekirdi. Özellikle sen, Morth!"

"Bugün hiç anne azarı çekecek havamda değilim," dedi ve omuz silkti. Sonra gözlerini hızla etrafta gezdirdi. "Her şey mükemmel," diyerek geçiştirdi.

"İyi de görmedin bile!"

Talia, "Bu işin başında sen varsan her şeyin mükemmel olduğunu bilmemiz için her şeyi görmemize gerek yok," dedi ve sırıttı. "Zaten Gora yanaklarıma sürdüğü kırmızı boyalar ile yüzümü koca bir elmaya dönüştürdü."

"Hayır, çok hoş olmuşsun," dedi Kraliçe Carla.

Talia'nın mor elbisesine baktım. Gündelik olarak giydiği elbiselerden farklı, daha şaşaalı ve özenli bir elbiseydi. Tarlatanı ince, boğazlı, ufak bir dekoltesi bile olmayan bir elbise olmasına rağmen koltukaltlarından ayakuçlarına kadar inen kristalleriyle müessir bir elbise olduğunu ifade edebilirdim.

Bu sefer kapıdan bir muhafız girdi. Hepimiz adına selam verdikten sonra, "Misafirler geliyorlar," dedi.

Kraliçe Carla muhafızı gönderdi ve Morth ile Talia'yı yanına aldı. Kalp atış hızım hışımla yükselmişti. Bu gelen insanların hepsinin beni görmek için gelmesi boynuma sırtıma kadar inen bir sıcaklığın yayılmasını ve mideme kramplar girmesini sağlıyordu. Elimi yelpaze gibi kullanıp basan bu terin soğumasını istiyordum ama ellerimi hareket ettirmeyerek zarif bir şekilde önümde tutmaya devam ettim.

Kapıdan konuklar girmeye başladı. Grilerin düştüğü saçlarıyla hâlâ yakışıklı ve asil duran Horania kralı; en fazla on altı yaşında görünen, güneşten yanmış teniyle güzel Paranua prensesi; hayatımda birkaç kez gördüğüm ancak en son gördüğümde daha genç olan, pamuk beyazı teniyle Ingalana düşesi; bir sürü halindeki Ingalana hanedanı...

İçimdeki gerilim artıyor ve Kraliçe Carla'nın, Morth ile Talia'nın yanımda olmalarına rağmen bir adım geride olmaları yutkunmamı sağlıyordu. Kendime gerilecek bir şey olmadığını telkin ederek yatıştırmaya çalışıyordum.

Kraliçe Carla'nın dediği gibi önümde diz çöken herkesi sırayla elimi uzatarak kaldırdım. Kaldırdığım herkesin gözlerinde o aynı merakı, hayranlığı, minnettarlığı görebiliyordum. Ama en çok ağır basan duygu meraktı. Elimi uzattığım anda başlarını kaldırıyor ve yüzümü suratlarındaki o hafif tebessümle inceliyorlardı.

En son da diğerleriyle selamlaştılar.

Horania kralı Zuxyo bana doğru adımladı. "Ravozski Ceylanı..." diye mırıldandı kendi kendine. Inganca konuşarak fakat bozuk aksanıyla, "Ravozski Ceylanı'nı dünyevi gözlerimle karşımda görmek haysiyetime ne kadar şeref kattı, bilemezsiniz," dedi.

O bunu derken Paranua Prensesi'nin yanındaki tercümanı söylenenleri ona çeviriyor, konuşmalardan geri kalmamasını sağlıyordu.

Kral Zuxyo'ya mütevazı bir şekilde gülümsedim.

Paranua Prensesi kendi dilinde bir şeyler dedi. Sesi sert aksanlarına rağmen kadife gibiydi. Yanık teni parlıyor ve kahverengi saçları kabarık olsa bile yüzünde güzel duruyordu. Tercümanı onun dediği şeyleri en iyi bir şekilde çevirmeye başladı: "Siz tahmin ettiğimden daha büyüleyicisiniz. Dünyayı kurtardığınız için teşekkür ederim. Babam sizin için bir sürü hediye yolladı. Hediyeler birazdan gelecek. Tüm bu armağanlar, maddi değeri olan hiçbir şey size layık değil fakat size minnettar olduğumuzu fark ettirmek için elimizden gelen sadece bu. Lütfen kabul edin."

Sıcak bir şekilde genç kıza gülümsedim. Dediği şeyler içimi ısıtmıştı. Tercümana döndüm. "Ona hediyelerini kabul edeceğimi, hediyeler için teşekkür ettiğimi söyle. Bana minnettar olduğunu fark ettiğimi, benim dünyayı korumak için var olduğumu da ekle lütfen."

Tercüman başını hafifçe salladı ve kıza dönüp dediklerimi çevirmeye başladı. Dilleri kulağa hoyrat geliyordu, bazı harfleri gırtlaktan söylüyorlardı.

Ingalana düşesi bana doğru yaklaştı. Kısık, koyu renkli gözleri umutlu bakıyordu. Gözlerinin feri sanki yok olmuş fakat karşısındaki insanı gördüğü anda o feri tekrar kazanmış gibiydi. "Ravozski Ceylanı..." diyerek selamladı beni ilk önce. "Seni gördüğümde ufak bir kızdın. O an gözüme diğer çocuklardan nasıl farklı göründüğünü anlatamam. Sanki farklı bir büyü vardı üzerinde, farklı kapılara açılan bir sır. Küçük çocukları çoğu zaman unuturum, aklımdan siliniverirler. Fakat seni hiçbir zaman unutmadım. Kulaklarına kadar gelen perçemlerini, omuzlarına uzanan ince örgülerini ve elmacıkkemiklerinin çıkıntılı olduğu o zayıf yüzünü... O anda sende bir şeyler olduğunu fark etmiştim. Ravozski Ceylanı'nın aramızdan biri olduğu kulağıma ulaştığı ilk an aklıma sen geldin. Durdum ve nedimeme dedim ki: 'Dokuz yıl önce şatomun önünde Cadı Ywyil ile gelen küçük kız o. Eğer o çocuk olmazsa başka kim olacak ki?' Ravozski Ceylanı'nın sen olduğundan o kadar emindim ki... Sonra sen olduğunu öğrendim ve şaşırmamam işten bile değildi. Bu ışığı sende yıllar önce fark etmiştim."

Düşesin dediği şeyler ile gözkapaklarımı kırpıştırdım. Düşes beni hatırlıyordu, önceden bir şeyler görmüştü ve beni biliyordu. Bunu söylemesi içimde tuhaf duyguların uyanmasına sebebiyet vermişti. Parmak uçlarım buz kesmiş, nefesimi yavaşlatmıştı. Gözlerim Morth'a gitti. Morth'un mavi gözlerinin benim gözlerimin üzerinde olduğunu gördüm. Kısa süren bakışmamız kalbimi atağa uğratmıştı fakat onun da benim gibi garip duygular içinde olduğunu hissedebiliyordum.

Boğazımı temizledim. "Böyle düşünmeniz beni çok etkiledi," dedim kendimden emin bir ses oluşturmaya çalışarak. Ancak sesim istediğimden daha zayıf çıkmıştı.

Düşesin büyük dudaklarında yavaşça bir gülümseme oluşmaya başladı.

Sessizliğin ardından Kraliçe Carla, "Eğer lakırdı edecek başka biri yoksa hepinizi sofraya ağırlamak isterim," dedi sükûneti bozarak.

Herkes onaylayınca masadaki yerlerimizi almaya başladık. Sohbetler eşliğinde yemeğimizi yemeye koyulduk. Bugün özel bir gün olduğu için yemekler ayrı bir lezzetliydi. Tavuğun çıtır çıtır derisinin üzerindeki sos damağımda kalmıştı ve bu sos ağzımda şarap ile birleşince harikulade bir zevk veriyordu.

Yemekten sonra hediye töreni olacaktı. Bu törenden sonra da müzikler eşliğinde parlak saçları bellerine kadar uzanan güzel dansçılar gelip üzerlerindeki milyon mücevherler ile dans edecekler ve konukları eğlendireceklerdi. Sonra benim gösterişli büyülerimi sergileyeceğim bir fasıl olacaktı. Aslında bu plan sonradan çıkmıştı ve tamamen benim gönüllülüğüm esasına dayalıydı. Kraliçe Carla rica etmişti ve ben de onu kıramayıp kabul etmiştim.

Bu akşam güzeldi, dünyanın önemli isimleri tarafından el üstünde tutulmak hoş hissettiriyordu. Fakat salondaki sadece bir kişinin beni diğerlerinin gördüğü gibi görmediğini biliyordum. Bu kişi uzun sarı saçlara sahip, okyanus mavisi gözleri olan, dudaklarının tadını bildiğim biriydi.

Belki de hâlâ onun kalbini çalmak istiyordum. Bunu bir zamanlar yapmıştım ancak anlaşılan o ki artık kalbini hızla attıran kız ben değildim. Belki de yanlış anlamıştım, belki de o kız hiçbir zaman ben olmamıştım.

Onunla tekrar olabilmeyi istiyordum ancak önüme bakmalıydım. Eğer o kokusunu içine çekebileceği başka birini bulmuşsa belki de ben de hayatıma devam edip aynısını yapmalıydım. Bu onun kalbini kırar mıydı? Doğrusu bu artık umurumda değildi.

Kraliçe Carla'nın dul ağabeyinin tabağındaki pirinçleri yiyen en büyük oğlu hayatıma devam etmem için iyi bir seçim olabilirdi belki de. Yirmilerinin ortasında görünen, açık kahverengi saçlı, ela gözlü bir yakışıklıydı. Ayrıca gülüşü de güzeldi.

Gülümseyerek ona baktım. Ardından ise adam, gözlerini yanındaki halasından çekip bana yöneltti. Bu kısa bakışın ardından ağzıma bir tavuk parçası atıp gizli bakışlarımı görmemesini umarak Morth'a baktım. Ancak o utanmaz, düz bir ifadeyle bana bakıyordu. Benden sonra o hayâsız bakışlarını az önce baktığım o adama çevirdi. Çenesi hafifçe seğirdi.

İçimde oluşan curcunayı durdurmak isteyerek derin bir nefes aldım. Morth fark etmişti ve gözlerindeki o hafif öfkeyi, belki de kıskançlığı görebiliyordum. Peki, nedendi bu?

Kafamdaki soru işaretleriyle tekrar şarabıma yumuldum ve bana gelen soruları yanıtlamaya devam ettim.

Continue Reading

You'll Also Like

23.8M 1.4M 79
Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan konserden eve dönmeye çalışırken, kendini bi...
899K 20.5K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
21.9K 2.3K 20
Vampirler ve cadılar yüzyıllardır birbirinden nefret eder ve birbirlerine yaklaşmazlardı İki kişi bu geleneği bozana kadar #Elf 1🥇2024:04:26 #Vampir...
1.8M 98.1K 50
Zengin, şımarık ve akıl almayacak derecede çılgın olan Pera verdiği büyük parti sonucu kendini dedesi ve babaannesinin yaşadığı köyde, çiftlik evinde...