DİKENLER MEZARLIĞI | Azize 2

By nursu_cugalir

9.9K 901 412

Azize serisinin 2. kitabıdır. Siyah bir pelerinim, siyah bir ruhum var. Karanlığa bulanmış kötü bir zihnim va... More

Tanıtım
1.Bölüm ♛ Böğürtlen Şarabı ve Guguk Kuşu
2.Bölüm ♛ Sinsi Kaltak
MÜTÜŞKEMMEL KAPAKLARIMIZ!
3.Bölüm ♛ Beyazı Boyayan Altınlar
4.Bölüm ♛ Çocukluk Aşkı
5.Bölüm ♛ Yükseltiş Yahut Ebedi Savaş
6.Bölüm ♛ Ölü Kargalar
8.Bölüm ♛ Önemli Misafirler
9.Bölüm ♛ Vanilyalı ve Böcekli Kek

7.Bölüm ♛ Gri Elbise

793 85 24
By nursu_cugalir

Bu akşam beni görmeye Ingalana düşesi gelecekti, bunun önemli olduğu bir hakikatti fakat bunun daha önemlisi vardı. Sekiz günlük yolculuklarının ardından Horania kralıyla –kraliyetin başında dursun diye kraliçe Horania'da kalma kararı almıştı-; bir ada halindeki Parauna'dan çıkıp gelen, on günlük yolculuk sonunda burada olan Paranua'nın prensesi buraya gelmişti. Tahtta babası vardı ancak babası uzun bir yolculuğu kaldıramayacak kadar yaşlıydı. Onları şu anlık Yad Kulesi'nde ağırlıyor, dinlenmelerine olanak sağlıyor ve akşamki şölen için hazırlanmalarına izin veriyorduk.

Üstüne üstlük haftalardır benim için mektuplar yağıyordu ve hepsini okumakta zorlanıyordum. Düklüklerden, kontluklardan, ülkemize gelemeyeceğini ancak benim için hediyeler yollayacağını bildiren krallardan kraliçelerden, prenslerden prenseslerden gelen bir sürü mühürlü mektuplar... Sanırım kendime bir vekil edinmemin vakti gelmişti.

Şimdi odamda akşam için hazırlanıyordum. Geniş odam insan açısından epey zengindi aslında. Yilly ve Jarline hazırlanmam için bana yardım ediyor, Corinel ve Lysha da benimle sohbet etmek için burada bekliyordu. Ve görünüşe göre Corinel'ın bana iletecek, onu mutlu eden epeyce haberi vardı gibi.

Tüm bu havadisleri dinlemeden önce güzel, sıcak bir banyo yaptım önce. Gül esanslarının bulunduğu sıcak su, tenimi yumuşatıp bedenimi gevşetmişti ve kirlerden arınmamı sağlamıştı. Yilly beni iyice liflemiş, saçımı kaliteli sabunlarla yıkayıp yumuşatmış, sonra havluya sarınıp bedenimi kurutmamı sağlamıştı. Jarline içeride şöminemi körüklüyor ve harla yanmasını sağlıyordu.

Bedenim iyice kuruduktan sonra Yilly bana bol, uzun kollu, beyaz bir elbise verdi ve yenleri, boynu buruşuk olan elbiseyi çabucak üstüme geçirdim. Saçlarım kuruyana kadar beni idare ederdi.

İçeri geçtim ve şöminenin başına oturdum, Yilly ve Jarline saçlarım kuruduktan sonra gelecekti. Bu sırada akşam için giyeceğim elbisenin tamamen mükemmel olduğundan emin olacak, kontrol edecek ve dantellerinde bir sıkıntı olup olmadığını gözden geçireceklerdi.

Lysha ve Corinel karşımda, pembe minderlerin üzerlerine kurulmuşlardı. Aramızdaki tepside savat işlemeli üç büyük maşrapa sıcak şarap duruyordu. Ben şömineye eğilip saçlarımı kurutmaya çalışırken Corinel pişmiş kelle gibi sırıtıp duruyor, Lysha ise ona bakarak gülümsüyor ve arada sırada da göz deviriyordu.

"Ne oldu?" diye sordum Corinel'a. "Neden sanki dudakların bir iple gerdirilmiş gibi gözüküyor?"

"Ne oldu tahmin et!" dedi Corinel neşesini sesine de yansıtarak.

"Hmm, kaybettiğin favori zümrüt bilekliğini buldun?" diye bir tahminde bulundum, bunun olmadığına emin olsam da. "Veya terzilerin bir daha onarılmaz dediği elbiseni onarabilecek bir terzi edindin?"

"Daha güzeli!" diye şakıdı Corinel. "Söylüyorum," dedi uzatarak.

Gülümsemeden edemedim. "Eğer düşündüğüm şeyse kalbim duracak." O sürekli bahsettiği, görüştüğü adam olan De Ernies şehrinin vikontu, adını sürekli söylediği fakat benim de sürekli unuttuğum adamın ona evlilik teklifi etmesini bekliyordum elbette.

"Chanolai bana evlenme teklifi etti!"

Bir an sinemin içindeki kalbimin son hızla attığını hissettim ama sonra her zamanki haline döndü. Bu çok iyiydi. Corinel sevdiği adamla evlenecekti, onunla mutlu olacaktı. Arkadaşımın adına çok mutlu olmuştum, imrenilecek bir durum olduğu kesindi.

"Ah benim biricik arkadaşım, bu ne hoş bir haber!" deyip sarılmak için yaklaştım. "Nasıl oldu, anlatsana."

Onun neşesine ortak olduğumu belirtmek amacıyla sarıldığımızda boynuna iyice sürülmüş tarçın kokulu parfümü genzimi yaktı, keskin fakat hoş bir kokuydu. Birbirimizden ayrıldık, ona en içten gülümsememi sunarak bakmaya başladım.

"Önce beni De Ernies'e gelmem için ikna etti. Güzel bir at arabasıyla De Ernies'e gittik ve oradan bana ne kadar beğendiğim şey varsa aldı. Yakut bir kolye, güzel bir elbise, altından tokalar ve ipekten kırmızı eldivenler... Her ne kadar almamasını, gerek olmadığını söylesem de hepsini satın aldı ve ne kadara mal olduğunu tahmin bile edemiyorum. Akşamüstü beni malikânelerinden birine götürdü, kamelyaya oturduk. Bir sürü hizmetçi, elleri maharetli aşçılar vardı. Kamelya kardan korunuyor ve duvarlardaki meşaleler ile her yer aydınlanıyordu. Yemek yedik, ardından biraz tatlı atıştırdık. Sonra konuya girdi. Benimle evlenmek istediğini, hayatını adamak istediği şeylerden birisinin de ben olduğunu söyledi. Önce nutkum tutuldu, kalbim heyecanla yerinden zıpladı ve adeta çenem kilitlendi. Ardından kendime sakin olmam gerektiğini telkin edip, gayet sakin ancak bunu istediğimi belli eder bir şekilde onunla evleneceğimi, teklifini kabul ettiğimi söyledim. Ancak orada havada uçup, boynuna atlayıp 'evet!' diye bağırmamak için kendimi fazlasıyla zor tuttum."

"Bunun bu kadar sevimli olduğuna inanamıyorum, Corinel. Çevrendeki kızların hayalini kurduğu şeyi bizzat yaşamışsın."

"Rüya gibiydi."

Lysha, "Gerçekten ben bunu sadece hayallerimde yaşayacağım," diye söylendi hüzünle.

Lysha'ya bilmişçe baktım. "Zavallı Lysha, bunu bilemezsin. Kim bilir, belki de daha güzelini yaşarsın ha? Sadece bekle ve kendine göre birini bulmaya çalış. İnsanların sadece kıyafetlerine, yüzlerinin güzelliğine ya da varlıklarına bakmak yerine içlerinde ne saklı olduklarını bulmaya çalış. Kim bilir, belki de sana âşık olan o terzinin içinde bir romantik yatıyordur."

Lysha bir süre durdu ve gözleri bir şeyler düşünüyormuş gibi uzaklara daldı. "Aklımı çelmeye çalışıyorsun, hain kız! Bana herkesten güzel elbiseler satın almayan bir adamı ne yapayım ben? Şehirde bir evde yaşarsak hizmetçilerim olmazsa, aşçılarım, terzilerim, o adamı ne yapayım? Bir sefil hayatı sürmek istemiyorum." Durdu ve dudak büzdü. "Ayrıca yoksul bir romantikle ben evlenmek istesem ailem buna asla onay vermez. Kız kurusu oldum kaldım, bak halime!"

"Hayır, kız kurusu falan değilsin. Yaşın daha on yedi. Yaşıtlarının evleniyor olması senin de hemen evlenmen gerektiği anlamına gelmez. Ayrıca o terzi sana belki güzel elbiseler alamaz ama yapabilir, Lysha." Saçlarımı sıcaklığa doğru verip elimle yalpalarken kurumasına yardımcı oluyordum. "Ona maddi olarak yardım eder ve kendi yerini açmasını sağlarsın. Kim bilir, bir bakmışsın şehirdeki en ünlü terzi olmuş ve genç kızlar, genç erkekler giysilerini ona diktirmeye gelmiş."

"Bir kadının kocasına maddi olarak yardım etmesi mi? Yok artık!" diye şaşkınlıkla ağzını açtı Lysha.

Lysha toplumun verdiği yükleri sırtına alan iflah olmaz bir taşıyıcıydı. Yontulması gereken bir kaya gibiydi. Eh, onda da suç bulamazdım ya! Herkes böyleydi ve kimsenin bu düşüncelerden sıyrılıp çıkma gibi bir derdi yoktu. İşlerine gelen buydu çünkü, bu sistemin karşısında olan tek insan olmak istemiyordum. Elbette buralarda bir yerde benim gibi düşünen, fakat düşündüklerini dile getiremeyen birileri vardı.

"Neden olmasın," deyip omuz silktim Lysha'ya.

Corinel, "Bence bunu bir düşünmelisin," diye fısıldadı sanki etrafta insanlar varmış da bunu söylemesi yasakmış gibi. "Hoş bir adam..."

"Katiyen olmaz."

Lysha bunu dese de dediklerimizden dolayı kafasının karıştığını, gözlerindeki belirsizliği görüyor ve hissediyordum. Ben bunları düşünürken kapı çalındı, ardındansa açıldı. Elinde orta boy sandık tutan Yilly ve yapımı tamamlanmış elbiseyle Jarline gelmişti.

"Saçlarınız kurudu mu, leydim?" diyen Yilly'ye başımı hafifçe salladım.

"Sayılır."

"O zaman biz kaçalım," diyen Corinel'a baktım. "Hazırlanmalar falan..."

Başımı salladım. "Görüşürüz."

"Elbisenizi giydirelim, leydim."

Gözlerimi elbiseye diktim. Bele kadar açık koyu gri kadife kumaşlı sert korsaj şeklindeki üstünün altında ayakların daha da aşağısında biten orta kabarıklıkta tarlatanlı, gri tüllü eteği vardı elbisenin. Omuzların başlangıcına kadar bir dekoltesi bulunan elbisenin kollarından başlayıp yere kadar uzanan hoş, tüllü bir kolu vardı. Elbisenin kollarını oluşturan tüllerin üst kısmında dışı beyaz dantelle süslendirilmiş tozpembe çiçekler vardı. Aynı çiçekler elbisenin eteğinin üst kısımlarında bulunuyordu ve üst kadife kısma da taşmıştı bu ayrıntılar. Arkası ise boynumu, sırtımın yarısına açığa çıkarıyor ve korsajının maviye çalan kurdeleleri sıkılmak için bekliyordu.

Genel olarak epeyce beğendiğim bir elbise olmuştu. Sade sayılmazdı fakat tam da istediğim gibi abartılı bir elbise de değildi. Kollarımı soğuktan uzak tutan gri, kadife, dirseklerimden biraz yukarıda eldivenler ve kristalli taç da bunlarla beraber işimi görürdü.

Elbiseyi giydiğimde aynada oluşan görüntümden memnuniyet duydum. Terziler ölçülerimi milim dahi kaçırmadan almışlar ve işlerini ustalıkla yapmışlardı. Benim çok da beyaz sayılmayan açık renkli tenimde de oldukça iyi durmuş ve müşkülpesentliğimi üzerimden kirli bir çamaşır gibi atmamı sağlamıştı.

Elbiseden sonra aynanın önüne oturttular beni. Dibinden örülerek daireler halinde ortada bitirilen saçımın önünde birkaç tutam bırakmışlardı ve istediğim gibi, elbiseye uyan parlak bir taç kondurmuşlardı başıma. Gözlerime siyah sürmeden çekmişler, elmacıkkemiklerimin biraz altına pembe boya sürmüşler, dudaklarıma ise hemen hemen kırmızı olan boyayı düzgün bir şekilde yedirmişlerdi. Kristal küpeleri ve boynumu saran gerdanlığı takmışlardı. Eldivenlerimi ve ayakkabılarımı da giydikten sonra her zaman sürdüğüm o lavanta kokusunu sürmüşlerdi ve hazırlanmam sonunda bitmişti. Ama bana birkaç dakika önce hiç bitmeyecek gibi geliyordu.

"Sonunda!" diye söylendim ağzımın içinden.

"Harika görünüyorsunuz," diyen Jarline'in gözleri adeta parıldıyordu çıkardıkları iş yüzünden.

"Teşekkür ederim," dedim onlara gülümseyerek. Minnettarlığımı gizleme gereği duymuyordum. "Siz olmasanız ne yapardım, bilemem."

"Tüm gözler sizin üzerinizde olacak."

Yilly, Jarline'e baktım. "Her halükarda onun üzerinde olacak. Çünkü o Ravozski Ceylanı," dedi cahilliğinden dolayı onu aşağılar gibi. Sonra gözleri benim üzerime geldiğinde al yanakları daha da allaştı. Ciğerlerine derin bir nefes doldurarak iç çekti, dudaklarına ufak bir gülümseme taht kurdu. "Muhteşemsiniz. Adeta bir tanrıça gibi görünüyorsunuz."

Yilly'nin her güzel görünen kadının bir tanrıça gibi göründüğünü düşündüğünü tahmin ettim. Fakat insanların gözünde şimdi benim Ravozski Ceylanı olmamdan kaynaklanan bir kutsallık, zarafet vardı. Bu benim göğsümün gururla kalkmasını sağlayabilirdi lakin o ki sıkı korsajın sert yüzeyi nefes almamı bile yeterince zorlaştırıyordu.

"Hazır iseniz gidelim, leydim."

"Hatullo nerede?"

"Halletmesi gereken işler vardı, hâlâ onları yapıyor olmalı."

"Pekâlâ, misafirlerin ağırlanacağı salon tamamen hazır mı?"

"En son baktığımda sadece elma tabakları eksikti. Kavrulmuş soğanlı sosları da unutmamak lazım tabii; onların çok önemli olduğunu söyleyerek aşçı, yamaklarını unuttukları için azarlıyordu. Onun dışında her şey tamamdı."

Jarline, "Misafirler birazdan orada olur. Önceden gidip kraliçeyle istişarede bulunursanız uygun olur," diye bir öneride bulundu.

"Onun aklımda olduğu bir hakikat idi zaten," dedim içimdeki gerilimi yutmaya çalışarak. "Ingalana hanedanı buraya ulaşmış mı?"

"Çoktan, leydim," dedi Yilly.

"Kral Rion'un cenazesinden sonra onları görmeyi ummuyordum."

"Önce Kraliçe Carla'nın huzuruna çıkmışlar, sonra Kral Rion'un erkek kardeşi olan Thogor, Prens Morth ile biraz at gezisine çıkmış, laflamışlar. Öyle duydum. Thogor, Drian'ın o pis zindandan kurtulması için dualar ettiğinde Prens Morth'un ona tepki vermesi kaçınılmaz olmuş."

Kaşlarımı çattım. Midemde sanki solucanlar dolanıyor gibi sancı girmişti. "Demek öyle... Bu bilgilerin aslını nereden aldın?" diye sordum gözlerimi kısarak.

"Kulağıma geliverdi işte," deyip şirin bir şekilde omuz silkti Yilly.

Eğer tüm bu Yilly'nin anlattıkları gerçekse Morth, Drian'a hâlâ ölesiye öfkeliydi demek oluyordu. Peki, bu öfke nedendi? Beni öptüğü için mi, ihanet ettiği için mi yoksa Güç Emen'in kölesi olan bir hain olduğu için miydi? Hepsinin karışımı olduğunu tahmin ettim.

Yaşanan her şey baş döndürücü, bir şişe şarap kadar sersemletici bir komplo gibi hissettiriyordu. Hâlâ Drian'ın ne olacağını bilmiyordum. Buhran dolu bir gecenin üzerine düşen parıltılı yıldızlar ve semanın bir kasrı olan kamer eşliğinde, sinesinin altındaki kalbinin yerde ezdiği taşlar kadar sert olan bir cellât tarafından insanların ta midemde hissettiğim dehşet ile önceden yaşadığı hiçbir hayat yokmuş gibi zalimce öldürülmesini istemiyordum. Ancak bunun yapılmasını ertelediğim, geçen her bir vakit beni güçsüzleştiriyor, cesaretimin yitmesine neden oluyor ve insanların gözünde zayıf görünmeme yetecek bir delil olmasını sağlıyordu. Zaman beni güçsüzleştirdiği gibi onu da güçsüzleştiriyordu. Yapılması gereken ne varsa daha fazla zaman kaybetmeden, vicdanıma silleler vurup onu yere yığarak vicdansızlığımı giyinmeli ve yaşanan her şeyi unutup onun bir hain olduğu gerçeğini aklıma bir mücevher gibi takmalı ve yapmalıydım.

Ama şu anlık... Şölenin yapılacağı yere gitsem iyi olurdu.

Arkamdaki Yilly ve Jarline ile beraber yürümeye başladım. Onları kapıda bırakıp içeriye girmeden önce Yilly'yi çektim.

"Yilly," dedim sessizce. "Sarayda birkaç kez Prens Morth'un yanında dolaşmış olan, kızıl saçlı hoş bir kız var. Benim yaşlarımda biri. Onun kim olduğunu öğren."

Continue Reading

You'll Also Like

3.4M 137K 74
Pera, arkadaş grubuyla kış kampına katılırken, içinde tarifsiz bir huzursuzluk kol geziyordu. Avrupa'nın en yüksek dağı Mont Blanc'un karlı etekler...
37.7K 2.7K 50
# Gençkurgu-- Fantastik # # 1. Akademi # 1. Efsane # 1. Ejderha # 2. Savaş # 1. Büyü - Düşünsene, sen büyünün her şey olduğu bir dünyada, zerre ka...
25.6K 3.7K 27
•Baş Şeytan serisinin üçüncü hikayesidir. •Yetişkin okurlar içindir. Tanrıça yeni tanıştıklarını sanıyordu. Oysa baş şeytan onu doğduğundan beri tanı...
33K 2.1K 22
Levent ve kedi sandığı ama kedi olmayan kedisi Çakır'ın hikayesi 🌈