THREE || zm

By zetkai

1.8K 157 85

"No wealth, no ruin, no silver, no gold, Nothing satisfies me but your soul, Oh, Death! Well I am Death, none... More

tanıtım
bir
iki
dört
beş
altı
yedi
sekiz
dokuz
on
on bir
on iki
on üç
on dört
on beş
on altı
on yedi
on sekiz
on dokuz
yirmi

üç

102 9 22
By zetkai

"Koşmaya ve saklanmaya gerek yok,

Harika, harika bir hayat."

Şarkı: Smith and Burrows - Wonderful Life

*

Panik.

Harfler buharlaşan kar taneleri gibi göğe tırmanırken, bu beş harfin gölgesinden düşmüş; bir ilk çağ insanının çakısından mağara duvarına kazınmıştı resmim. Dünyanın dişlerini andıran engebeli yollar ayaklarımın altında bir köpek balığı gibi ağzını açıyor ve düşmemi bekliyordu.

Onu nerede bulacağımı biliyordum; ancak sanki evimin yolunu unutmuşum gibi aceleci adımlarım sürekli soluklanıyor ve düşünüyordu. Korku, yolumun üzerindeki aykırı ve kışkırtıcı çukurlar gibi içine düşmemi, beni hapsetmeyi bekliyordu ama her seferinde üzerinden atlıyor ve onu sinirlendiriyordum.

Çok fazla şey karmakarışıktı. Ellerim düğümlenmişti. Anahtarımı çıkarmaya çalışırken ellerim kekeliyor gibi hissediyordum. Nihayet kapının önünde durdum. Çocukken oynadığımız ruh çağırma tahtalarından birini tekrar hayata döndürüyor gibi soğukkanlı ruhuma doğru seslendim ve adeta yalvararak onu geri çağırdım. Ellerim biraz duruldu, sessizleştiler. Cüzdanıma takılmış anahtarı sökmekten vazgeçtim, direk deliğe sokarak iki kere çevirdim ve kapıyı karanlığa doğru ittirdim.

Üst kattan çok hafif bir ışık alt kata sızıyordu. Merdiveni aydınlattığı için yukarı tırmanırken ışık açmakla ya da dikkatli davranmakla zaman kaybetmedim. Adımlarım kimi zaman birbirinin üzerine atlayan yaramaz iki çocuk gibi dolanıyor ve beni düşürüyorlardı ama ayağa o kadar hızlı kalkıyordum ki bunu kendim bile fark etmekte güçlük yaşıyordum. Işığı yanan tek yere, odama hızla dalınca bir an gözlerim her küçük detayı taradı. Çift kişilik yatağımın üzerinde Zayn'in evden çıkarken acelece üzerini değiştirme kararı aldığı ve başından sıyırıp attığı yeşil tişörtü duruyordu. Yatağın yanında katlanmış yün çoraplarım, komidinin üzerinde sayfaları dağınık günlüğüm ve ambalajı yırtılmış yarım bir kek duruyordu. Cam açıktı. Pencerinin önündeki sedir tamamen kitaplarla ve yastıklarla dağılmış durumdaydı. Bir an odada kimse göremeyince ışığı açık unuttuğumuzu ve onun burada olmadığını düşündüm ancak bu dağınıklığa ben sebep olmamıştım, camı açık bırakmadığıma son derece emindim ve içimden bir ses Zayn'in burada olduğunu söylüyordu.

Kapıyı ittirip kapatınca, kapının arkasında kalan banyom göz önüne çıktı. Kapısı ve ışığı açıktı. Korkak birkaç adımla aralık kapıya doğru ilerledim, içeriyi tamamen görmemi sağlayacak şekilde sonuna kadar ittirdim. Sırtını duvara vermiş, bacaklarını iki yana açarak oturmuştu. Geldiğimi görüyor ama yinede bana bakmıyordu. Dizlerimin üzerine çöküp emekleyerek yanına kadar ilerledim. Bacaklarının arasına girip, ellerimle yüzünü kavrayınca bakışlarını tembelce yüzüme çıkardı. Yüzü oldukça cansız görünüyordu. Dudakları ıslaktı. Gözlerini o kadar az açıyordu ki kirpikleri birbirine karışmıştı. Dudaklarının arasından kuru, yumuşak bir mırıltı yükseldi. "Neler oluyor anlamıyorum."

"Seni bir doktora göstermeliyiz, hayatım. Yaraların var." Konuşmaya devam edecektim ki koluyla aramıza bir perde çekip beni hafifçe yana ittirdi, ardından diğer tarafa uzanarak kustu. Ağzından şeffaf, salyayı andıran yapışkan bir salgı dökülüyordu. "Zayn, doktora gitmeliyiz."

Gerçekten ihtiyacımız olan şeyin doktor olduğundan emin değildim. Doktorlar karnındaki ve boynundaki yarıklarla dirilen bir hastaya ne yapabilirdi? Üstelik kesikler kanamıyor, vücudundaki sıradan bir dövme gibi tenini süslemekle yetiniyorlardı. Elbet bir açıklama için tutuşuyordum. Mantıklı bir sebep için, tıbbi bir mucize denmesi için çıldırıyordum ama henüz varlığını sıradanlaştıracak kadar ona alışmamıştım. Yüzü buradaydı, ellerimin arasında duruyordu ve gözlerini kapatışını izlemek bile öyle muazzam görünüyordu ki hepsini çok yavaş sindiriyordum.

Korku, damar altına enjekte edilmiş bir ilaç gibiydi. Bazı ilaçların içinde bünyeyi alıştırmak için çok az miktarda mikrop olurdu. Korkuda beni gelecek tehlikelere karşı hazırlıyor, bağışıklık sağlıyor ve tetikte olmamı kolaylaştırıyordu. Bir hastalık geldiğinde onu kanımdan kesip atacaktım.

Neler olduğunu anlamamak beni korkutuyordu. Tehlikenin nerede olduğunu bilemezsem, silahımı doğrultmak için zaman kaybetmem gerekirdi. Ve zaman kayıpları bir polisin en büyük düşmanıydı. Zayn'e bu gece neler olduysa, olan her şeyi bilmek ve o canavar bir daha geldiğinde öldüğüne emin olmak istiyordum.

O şey... İnsan değildi. İnsanlarda hiç görmediğim türden gözleri vardı. Kedi gözüne benziyor ve adeta karanlıkta yanan bir mum gibi parlıyordu. Belki onda daha az tehlikeli görünen ve bir insana benzemesini sağlayan tek özelliği gözleri olmasına rağmen, onları aklımdan çıkaramıyordum. Bana hiç bakmamıştı. Beni o buz kütleleriyle tehdit etmemişti. Fakat gözlerimi kapadığımda, karanlığın içinde parlayan iki soğuk mavi ışık görüyordum. Beni felaket derece de etkilemişti. Diğer her şeyi düşündüğüm de, korkutucu olan birçok detaya rağmen gözlerini zihnimden söküp atamıyordum.

Bir yılan diline sahipti. Dudaklarını araladığında bıçağı andıran keskin bir şey dışarı çıkıyordu. O an gözüme hiç de dikkat çekici gelmeyen, fakat Zayn'in kucağında oturmuş o iğrenç yaratığı hayal ederken zihnimde belirmiş çok net bir süsü daha vardı. Aynı insan gövdesi gibi olan vücudu, boynundan ayak uçlarına kadar adeta çizgilerle, damarlarla, keskin hatlarla çizilmişti. Bir dövme kadar koyu ve net gözüküyordu ama dövme değildi, bedenine ait bir parçaydı. Zayn'in çenesi ellerimin arasındayken, dalan bakışlarımın ardından aynı çizgileri görür gibi hissettim. Bir an karanlığın içindeki canavarın görüntüsünden sıyrılıp banyoya geri döndüm, tenini ellerimde hissettim ve ona uzunca baktım. Aynı çizgiler, çenesinin altından sallanan halatlar gibi asılıydı.

Çizgiler kısaydı. Sanki rakamları unutmuş gibi kafam allak bullak olmuştu ama sayılarının bir elin parmağını geçmeyeceğine emindim. Çoğu soluk, bulanık griydi. Bazıları birkaç santimden uzun, bir tanesi karış kadardı. Her an silinip gidecek kadar korkak gözüküyorlardı: Ancak biri siyah, şişkin ve kalın bir damar gibiydi. Boynundan koluna doğru, bir denge sanatçısının üzerinde yürüdüğü ip gibi uzanıyor, işaret parmağında son buluyordu.

"Zayn," diye mırıldandım bir tepke gibi. "Neden hastaneden kaçtın?"

Kaşları soru işaretleriyle çatıldı. Gözlerinde tereddüt kendini asmış bir adam gibi sallanıyordu. Dalgınlığından ve durgunluğundan başka bir duyguyu okumak zordu. Dudaklarını zorla da olsa birbirinden ayırınca bir an ne diyeceğini bilemedi, ardından kararsızlıkla başını iki yana salladı. "Bilmiyorum." Gözleri gözlerime çıkınca biraz daha rahatlamış göründü. Aradığı kelimeyi bulmuştu. "İçgüdü."

İçgüdü.

İnsanın tüm hayvansal dürtüleri, önüne geçemediği arzuları, varoluşunu açıklamaya çalışırken üstünü çiğnediği Tanrısal yargı; aklın ve kalbin en tehlikeli organıydı bu his. Elinde keskin bir bıçak tutuyordu: Bileklerindeki ipleri kesebilir ve seni özgür kılabilirdi ya da bıçağı tenine dayayıp seni tehdit de edebilirdi. Vücudun patronuydu. Emirleri o veriyordu.

"Tedavi olman gerektiğinin farkında mısın?" diye mırıldandım korkarak. Karşımdakinin Zayn olup olmadığını teyit etmeye çalışıyordum. Bir yanım o olduğunu biliyordu fakat şüphe yeni doğmuş bir bebek gibi kulağımın dibinde ağlarken kendi iç sesimi duyamıyordum. Bu çizgilerin, vücudunun verdiği bu tepkilerin anlamı neydi? İçinde bir zehir mi taşıyordu?

Onu içindeki her şeyi atana kadar kusturmayı düşündüm. Vücudu bu salgıyı ne kadar çabuk atarsa o kadar erken iyileşirdi. Ya da bir an önce hastaneye gitmeli, neler olduğunu anladıktan sonra bir iğne ya da ilaçla vücudunu temizlemeliydik. Fakat orada oturmaya devam ederken her fikir bana pürüzlü geliyordu. Her zaman aramızda akıllı olanın, planlar sunanın Zayn olduğunu biliyordum, şimdi de söyleyeceği en ufak bir şeye ihtiyacım vardı.

"Canım yanıyor," diye fısıldadı. Elini karnına bastırdı ama yaralarından bahsetmiyordu. İçeride dönen diğer şeylerden, belki vücudundaki zehirden ya da karnındaki ağrıdan bahsediyordu ama hiçbir şey bilmiyordum. "Midem bulanıyor. Neler olduğunu anlayamıyorum." Kafasını iki yana salladı. Sonra garip bir heyecanla, telaşlı bir merakla yüzüme baktı. "Bu gece neler oldu?"

"Hatırlamıyor musun?"

Gözlerini tavana dikip belli belirsiz başını salladı. "Çocukların kaybolduğunu hatırlıyorum."

"Bir hayvan tarafından saldırıya uğradın." Yüzünün her yanını, vereceği en ufak bir tepkiye bile muhtaç gibi özenle inceledim. "Nefes almıyordun. Tüm gece boyunca."

"Öldüğümü mü söylüyorsun?"

Birbirimize baktık. Gözlerinin içine bakarken çok fazla konuşma ihtiyacı hissetmezdim. Kirpikleri, göz rengi, bakışlarındaki derin anlam beni hayran bırakır ve sustururdu. Ama bu sefer konuşamadım çünkü gözünün içine siyah, hafif bir kan sızdı. Gözlerinin akının üzerinde bir leke, bir imza gibi duruyordu. Kendi hiç hissetmemiş olacak ki tepki vermedi. Öylece, ölü gözleriyle gözlerimin içine bakıyordu.

Birden bir saldırıya uğradı. Sırtı yay gibi gerildi. Bir mengene gibi birbirine kenetlediği dişlerinin arasından ulur gibi hırladı. İçindeki bir şey onu öldürüyordu. Teni içeriden kanıyor gibi kıpkırmızı kesilmiş, sadece birkaç saniyede gövdesinde onlarca mor leke meydana gelmişti. Boynunun altından uzunca damarlar göğüs kafesine doğru uzanınca tırnaklarını kendi gövdesine bastırıp tüm çizgileri yırtmak ister gibi kaşıdı, bir yandan da ağlayan bir köpek gibi hırlıyordu.

Ona dokunmak, onu tutmak, iyi olmasını sağlamak istedim ama beni kenara itip kaçtı. Peşinden gittim. Aceleci adımlarla merdiveni inip dış kapıyı açtı, bahçenin çıkışına doğru yürürken benim tüm bağırmalarımı, yalvarışlarımı umursamadan dizlerinin üzerine çöktü. Bahçenin tam ortasındaydı. Varendadan bir adım aşağı inince durdum.

Yalnız değildik. Gecenin kuytu köşesinde, kendi hislerimi duyabileceğim kadar sessiz bir vakitteydik. Hiçbir komşumun ışığı yanmıyordu. Karanlığın içindeki hayaletleri hissedebiliyordum. Zayn iki metre önümde dizlerini toprağa dayamış, çıplak sırtı aldığı nefeslerle sarsılırken acısını susturmaya çalışıyordu. Başımı sağa, evimin yan tarafına doğru, karanlığın içindeki canavarlara doğru çevirince ürperdim. Ardından sola baktım. Karanlığın nöbetçileri ensemde soluklanıyordu.

Başımı önüme çevirmek için kendimi zorlarken, çok uzaklardan güçlü bir topuk sesi işittim. Bahçemin önündeki kaldırımda yankılanıyordu. Sonra bahçeye girip, toprağın üzerine basınca adım sesleri yok oldu. Yerine omurgamdan yükselen güçlü bir ürperti hissettim.

Zayn'e doğru adımladı. Birkaç adımı kalmıştı ki silahımı çıkarıp ona doğrulttum. Başından beri umursamadığı varlığımı fark etmek, bana bakmak zorunda kaldı. Bakışlarında samimi ve nazik bir alaydan başka bir şey göremiyordum. Karanlığın içinde bana bakınca elim titredi. Canavarın gözlerini anımsadım. İki tane karanlık çukurun içinde, zümrüt yeşili değerli iki taş parlıyordu. Yeşil öyle zehirli, öyle tehlikeliydi ki bu kadar güçlü duygular bana bir ihtirasın gölgesi gibi geliyordu. Karşımdaki adama daha fazla bakmadım. Bakışlarımı aceleyle kıvırcık saçlarında, alaylı yüzünde ve üzerindeki kıyafetlerde gezdirdim ama hemen sonra Zayn'e baktım. "Ondan uzak dur."

"Acı çekiyor gibi gözüküyor, hayatım."

"Bunun için ne yapmayı düşünüyorsun?"

Tek dizinin üzerine çöktü. Zayn'e daha yakından bakıyordu. Onu anlamaya çalışır gibi bir hali vardı. Oysa içimden bir ses, zaten çoktan her şeyi bildiğini söylüyordu. Bu adam öylesine bir adam değildi.

"İstersen acısını dindirebilirim."

"Kimsin sen?"

Elini yavaşça, bana göstererek kaldırdı. Ona ateş etmemem için fevri hareket etmiyordu. Elini Zayn'in boynuna sürünce gözlerimin önünde vücudu iki parçaya ayrılıyor gibi acıyla gerildiğini gördüm. Haykırdı. Öyle öfkeyle soluyordu ki adamın üzerine atlayıp onu dişleriyle parçalayacağını sandım. Ben silahı havaya ateşleyince elini geri çekti, alayla kıkırdadı. "Sende hiç şakadan anlamıyorsun."

"Ona neler oluyor?"

"Hmm." Dudaklarını büzüp biraz düşündü. "Ölüyor."

Bir an ona saldırmak için atıldım ama hemen hemen aynı saniyede, biri kollarımı yakalamış, silahımı yere düşürmüş, beni hapsetmişti. Ne kadar çırpınırsam çırpınayım hareket bile edemiyordum. Yer çekimi olmayan bir yerde hızlı hareket etmeye benziyordu. Koşmak istiyordum ama bacağım yavaşça havalanıyor, zor bir adım atıyor ve diğer adımı atana kadar birkaç saniye geçiyordu. Adamın elinde kukla gibi öylece duruyordum.

"Pekala." Güldüm. "Anlaşılan eğlenmek istiyorsun. Dalga geçmek hoşuna gidiyor. Pekala, keyfine bak."

Gözlerini devirdi. "Kabul edersen bir eğlencesi kalmaz."

"Kusuruma bakma, sevgilim can çekiştiği için bugün pek havamda değil gibi hissediyorum."

Bir anda elini Zayn'in boynuna attı. Bu sefer tamamen kavramış, tenini avuçları içinde tutuyordu. Ona zarar verdiğini sanarak haykırdım ama o boynunu kavradıktan hemen sonra Zayn acı dolu iniltilerini kesti. Sakince soluklandı.

"Sana bir teklif sunmaya geldim." Zayn'den yanıt alamayınca hırıltılı bir nefes bırakıp onun gözlerine bakmak için biraz kafasını eğdi. "Dönüşüm geçiriyorsun şu an. Daha doğrusu geçiremiyorsun, çünkü dönüşümünü tamamlayabilmen için seni öldüren kişinin, aynı zamanda yaşatmak istemesi lazım. Anlıyor musun?"

"Ne dönüşümü?"

Bir an bana baktı ama gözlerini devirip tekrar Zayn'e döndü. "Beni iyi dinle, evlat. Kısa bir zaman içinde, büyük ihtimal bugün bitmeden ölmüş olacaksın. Yani ya benimle gelmeyi tercih eder ya da..."

"Seninle nereye gelecek?"

Tekrar öfkeyle bana döndü. "Eve."

"Onun evi burası!"

Adamın kollarının içinde çırpındım ama sanki bir heykel gibi dikilmekten öte gidemiyordum. Zayn'in acıları dinmiş gibiydi. Yarı baygın gözüküyordu. Yarım saattir katlandığı muamele onu halsiz düşürmüştü. Sendeleyerek ayağa kalktı ama hiçbir yere tutunmadan kendi ayaklarının üzerinde durdu. Şimdi gecenin ortasında iki günahkar birbirlerine bakıyorlardı.

Hiçbir ses duymadım. Hiç kimse konuşmadı. Kendi seslerimi, kendi öfkeli haykırışlarımı da sanki uzun bir tünelin diğer ucundan oldukça boğuk duyuyordum. Sessiz adımlarla bahçenin çıkışına doğru yürüdüler. Onlar gözden kaybolunca kollarım boşaldı. Beni tutan, sonra da beni bırakan adamı görmek için arkamı döndüm ama kimse yoktu.

Gecenin ortasında öylece asılı kalmıştım.

Continue Reading

You'll Also Like

29.4K 376 22
Zehra ile yolları ayrılan Emir, kendini kabus gibi bir ortamda bulur. Acımasız kadınların elinde oyuncağa döner ve tek isteği bu kabustan uyanıp eski...
271K 18.4K 32
"Sakın onun adını anma." "Neden?" "Eğer yaparsan sana sonsuza kadar sahip olur." ~~~~ "Büyü zayıflıyor Aria. Sen ölmek istesen bile o buna izin verme...
10.1K 477 18
Kaderin bana oynadığı o cilveli oyundu karnımdaki bağ. İki krallığın acımasız savaşının ortasında kalmış hamile bir kadın mı? Ondan hamileydim...
3.8M 309K 85
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...