THREE || zm

By zetkai

1.8K 157 85

"No wealth, no ruin, no silver, no gold, Nothing satisfies me but your soul, Oh, Death! Well I am Death, none... More

tanıtım
bir
üç
dört
beş
altı
yedi
sekiz
dokuz
on
on bir
on iki
on üç
on dört
on beş
on altı
on yedi
on sekiz
on dokuz
yirmi

iki

121 12 2
By zetkai

"Gece uzun,

Şafakta solmuş gibi hissediyorum."

Şarkı: Sam Tinnesz - Far From Home

*

Hastane zemini soğuktu. Beyaz, kirli bir mermerle kaplanmıştı. Taş, eskimişti. Ara sıra görüş açıma mavi hemşire terlikleri giriyor, saniyenin onda birinde gözden kayboluyorlardı. Kim bilir burada oturan, dudaktan çıkacak iki kelime için dar ağacını bekler gibi bekleyen kaçıncı kişiydim? Bu taş zeminden kaç kişi geçmişti, kaç hasta yakını ağlamıştı üzerine oturup?

Bu koridorlar kaç ceset taşımıştı üzerine beyaz bir örtü sarıp?

Üst kattaki doğumhaneden bir bebeğin çığlıkları vuruyordu kucağıma. Bir yazarın süslü edebiyatı için yaşattığı, bir drama için öldürdüğü bebek; şeytanın öz evladıydı. Kuru fısıltılarla anne karnından çıkar çıkmaz yanaşıyor, yirmi sene sonra işlemesini istediği günaha kadar her küçük hatasını sessizce, yüzünde sinsi bir sırıtışla okuyordu kulağına. Bebeğin çığlıkları annesinin seneler önce işlediği günahlarıydı. Kanlar içinde almıştı kucağına, bir başka kadının kollarında kanlar içinde ölmesine izin verecekti.

Birini kanatarak doğuyordu insan ve içi kan ağlayarak ölüyordu. Birçok duygunun azılı katili oluyordu yaşamı boyunca ve birçok acıyı yaşatıyordu. Milyon kez ölmek istiyordu bir senenin içinde ve öleceği an ilk defa gerçekten yaşıyordu.

Ben bu hayata kanayarak gelmiştim. Kalbimde bir mermi yarası gibi kocaman bir delikten kanıyordum. Hisler ağır gelmeye başladığı zaman bu delikten kaçıyorlardı zihnimin gizli sokaklarına kadar. Ben büyüdükçe, delik küçülüyordu. Zayn ile tanıştığım da tamamen kapandı. Ona olan aşkımı delikten kovamadım, içimde kaldı.

Bunca zaman tek bir şey değişmedi. Ben doğduğumdan beri sekiz cenaze gördüm.

Bir mezarın toprağını düzeltir gibi, bir el yavaşça sırtımda dolandı. Başımı çevirince tanıdık bir adam gördüm. Bu alışık olduğum bir sahneydi. Kurbanın ölüm nedenini doktorun ağzından duymak için, üzerinde son kez bir araştırma yapmak için buraya gelirdim. İşimin bir parçasıydı. Sonra Florin omzuma dokunur, beni sarsar, cesedin hazır olduğunu söyler ve beni içeri davet ederdi. Önce biraz günün yorgunluğuyla kalkmakta zorlanır, sonra sıkıntılı bir nefesi salarken soğuk odaya girmek için ayaklanırdım. Normalde soğuk beni üşütmezdi, soğuk olduğunu bilir ama hissetmezdim. Aklımda bir an önce eve dönmek, Zayn'in yanına uzanmak dolanırdı bu yüzden işlerimi aceleyle, biraz da baştan savma yapar, sonra arabama atlayıp hız limitini aşmayı umursamadan eve sürerdim.

Oysa şimdi soğuk tenimi yakıyordu. Acımasız bir düşman gibi üzerime kapanmış, en hassas noktalarımdan saldırıyordu. Anılar soğuğu içeri alıyordu. İhanete uğramıştım. Yenilmeye mahkumdum. Vücudum güçsüzce titriyordu. Adımlarım suyun içinde yürür gibi savsak ve ağırken, kollarımı kendime sararak ısınıyor; kendimi düşmemek, acıdan morgun zeminine yığılmamak için ittirirken ve destek olurken buluyordum. Böylece hiç yenilmeyecektim. Ne zaman arkama doğru düşecek olsam, beni daha kötü günlerle başa çıkmış Thea Martin cılız kollarıyla tutacaktı.

Bundan daha kötü bir gün var mıydı?

Sendeledim. Florin çok küçük bir dokunuşla beni dengede tuttu. Kendi ayaklarım üzerinde sağlam duramasam da, onu tatmin edecek kadar dik durdum ve önüme geçmesini sağladım. Adımlarını hızlandırıp yan yana dizili dolaplara doğru ilerlerdi, ardından bir kapağı sertçe kendine çekti. Gözlerimi kapayıp kapakla beraber ortaya çıkan mekanik sesi dinledim. Soğuğun sesiydi. Sertçe odanın duvarlarına vurup geri döndü. Tekrar bir sessizlik olunca gözlerimi açıp kendimi kapağa doğru ittirdim.

"Çıkmamı ister misin?" diye fısıldadı. Bilinçsizce başımı salladım ama bunu gerçekten istiyor muydum? Korku beni hala terk etmemişti. Cansız bedenine baktığımda, bunun hayatım boyunca görmeye dayanamayacağım bir şey olduğunu biliyordum. Görmek zorunda da değildim. Buraya hangi mecburiyetle, hangi vicdani dürtüyle girmiştim bilmiyordum ama bir an arkamı dönüp sessizce soluklandım. Onu öyle görmek istemiyordum. Onu öyle hatırlamak istemiyordum. Bunu olabildiğince, elimden geldiği kadar uzun süre inkar etmek istiyordum.

"Hemen kapının önünde olacağım. Çıkmak istediğinde iki kere tıklaman yeterli, tamam mı?"

Ardından adımlarının tok sesini ve kapının gıcırtısını duydum. Odanın içine sinsi bir sessizlik sızdı. Neyi duymak istersem duyabilirdim. Şeytanları dinlemek istersem hemen omzumda soluklanıyorlardı, kendimi duymak istersem tek yapmam gereken gözlerimi kapamaktı. Ama ben sadece onun sesini duymak istiyordum. Hafif mayışık, harfleri yutan sarhoş sesini duymak istiyordum. Uykusunu bastıramadığında bir kedi mırıltısı gibi bilerek çok sessiz konuşmasını duymak istiyordum. Şarkı söylerken sanki yoruluyor gibi kesik kesik mırıldanmasını duymak istiyordum.

Bunu kabul edemezdim. Bir yolu olmalıydı. Kumar oynamam gerekiyorsa, her şeyi kaybetmeyi göze alırdım. Bir yolu olmalıydı. "Tanrım," diye mırıldandım. "Senden başka yardım edebilecek kimseyi tanımıyorum."

Ancak Tanrı'nın o uzun sessizlikte bana verdiği tek şey, Zayn'e son kez dokunabilmem için biraz daha zaman oldu. Elimle elini kavradım. Çıplak göğsüne dokundum. Kolu, karnı, burnu... Belki her gün öylesine dokunduğum, yanından geçerken çarptığım, dokunurken hiçbir şey hissetmediğim her hücresine şimdi bir daha dokunamayacağımı kabul etmem gerekiyordu. Şimdi onu ezberlesem bile, ne kadarını aklımda tutabilecektim? Benden gidiyordu. Sonsuza kadar. Bu lanet şeyin bir çaresi yoktu... Deliriyordum.

Uzanıp boynunun diğer tarafını, yarasının olmadığı kısmı öptüm. Kokusunu içime çekmeye ve en azından onu bir kelimeyle aklıma kazımaya, unutsam bile bir kelime sayesinde hatırlamaya çalışıyordum. Sonra omzuna da dudaklarımı bastırıp gözyaşlarımın koluna düşmesine izin verdim. Uzun dolabın üzerine uzanmış, alnımı tenine yaslamış ağlıyordum. O anı hissetmek zordu. Oradaydım ama sanki hepsi bir sanrıdan, öbür sabah unutacağım bir rüyadan ibaretti. Sanki kokusu, adı, teni, hepsi yüzyıllar önce bir yazarın kaleminden dökülmüş kelimelerden ibaretti ve ben her nasıl olacaksa, yarın sabah yaşamaya devam edecektim.

Sessizce, nefes bile vermeden ağlıyordum. Tüm hava ve tüm yaşlar kafamın içinde birikmişti. Kıpkırmızı kesilmiştim. Nefes alamıyordum. Sonra saçlarıma doğru bir nefes vurunca gerçekten dudaklarımı ve burnumu tıkadım, gözlerimi açtım. Kendimi hafifçe geri çekince saçlarıma çarpan nefes bu sefer yüzüme doğru esti. Kirpikleri hafifçe titreşti. Çatlamış bir toprak gibi kupkuru gözüken dudakları aralanmaya çalıştı ama öyle birbirine tutunmuşlardı ki yüzünü buruşturup bunun için tekrar çabalamak zorunda kaldı. Diliyle dudağını ıslatınca hafifçe siyah, kömür karası gözlerinin aralandığını gördüm. Kulağıma hülya gibi bir ses çalındı: "Su."

Yer ayaklarımın altından kaydı. Birkaç adım sendeleyip morgun soğuk taşlarının üzerine düştüm. Kalbim göğsümü dövüyor, nabzım kulaklarımda yankılanıyordu. Parmaklarım buz kesmişti. Derin derin nefesler almaya çalışıyordum ama bunu ne zaman denesem kaburgalarım adeta kırık kemik parçaları gibi karnıma batıyorlardı.

Zayn bacaklarını sallandırdı. Çıplaktı, üzerine bakınca memnuniyetsizce beyaz örtüyü beline çekti. Sürekli dudaklarını yalayarak susuzluğunu gidermeye çalışıyor, etrafına bakınarak nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu. Onun ne kadar kafası karışıksa, bende o kadar darmaduman olmuştum.

"Bana su bul, Thea." Yutkunurken canı acıyor gibi gözüküyordu. "Lütfen."

Elini boğazına atıp öksürdü. Bir şey algılarını rahatsız etmiş olacak ki, elini çektiğinde parmaklarının ucundaki kana, boğazındaki yaranın izlerine bakıyordu. Kaşları yavaşça çatıldı. Sonra başını korkarak karnına, kesik yaralarına doğru çevirdi. Eli yaranın üzerinde gezinirken gözlerini bir şeyler hatırlamaya çalışır gibi kapatıyor, yarayı hatırlamaya çalışıyordu. Sonra birden acı dolu bir tıslamayla iki büklüm kaldı.

"Florin!" Haykırdım. "Florin yardım et!"

Zayn acıdan dizlerinin üzerine çöküp boylarımızı eşitleyince avuç ayalarımı gözlerime kapadım. Göz yaşlarım kurumuş kan damlalarının üzerine kapandı. Gözyaşı ve kan: Bir hayatı avuçlarımda tutuyordum.

Bir kilit sesi duydum. Telaşlı ve şiddetli birkaç adım sesi kulaklarıma vardı. Gözlerimi açıp yaşları kollarıma sürünce nihayet etrafı görebildim. Florin ile birbirimize baktık. Düştüğüm yerden tutunarak zar zor kalkınca başımı çevirip morgun küçük, insan geçmez camına baktım. Cam kırıkları yere dökülmüştü, sert bir rüzgar içeri sızıyordu.

Soğuk odada ikimizden başkası yoktu.

Continue Reading

You'll Also Like

39.2K 5K 42
Memur bir kızın çözmesi gereken vaka için gittiği ormanda karşılaştığı şeylerin hayatını değiştirmesine sebep olmasını anlatan bir kurgudur Alıntı; O...
51.6K 6.5K 181
Kaderin bir cilvesi olarak, kaba gücü ve keskin içgüdüleriyle tanınan acımasız bir sokak haydutu olan Jun Hao, köle gibi hizmet ettiği patronunun eli...
35.9K 3.3K 19
(+18 içerik bulunur!) Babasının şeytanla anlaşması üzerine hayatı değişen Jeon Jungkook, Gölge avcısı olarak hayatının daha ne kadar batacağını bilem...
101K 4.1K 32
Bir berdel hikayesidir.. Havin sevdiğinden ayrılırken nerden bile bilirdi evleneceği adamın kuzeni olduğunu herşeyden habersiz berdeli kabul etmişti...