DİKENLER MEZARLIĞI | Azize 2

By nursu_cugalir

9.8K 896 412

Azize serisinin 2. kitabıdır. Siyah bir pelerinim, siyah bir ruhum var. Karanlığa bulanmış kötü bir zihnim va... More

Tanıtım
2.Bölüm ♛ Sinsi Kaltak
MÜTÜŞKEMMEL KAPAKLARIMIZ!
3.Bölüm ♛ Beyazı Boyayan Altınlar
4.Bölüm ♛ Çocukluk Aşkı
5.Bölüm ♛ Yükseltiş Yahut Ebedi Savaş
6.Bölüm ♛ Ölü Kargalar
7.Bölüm ♛ Gri Elbise
8.Bölüm ♛ Önemli Misafirler
9.Bölüm ♛ Vanilyalı ve Böcekli Kek

1.Bölüm ♛ Böğürtlen Şarabı ve Guguk Kuşu

1.1K 105 95
By nursu_cugalir

Hayatımın bir hafta önce yaşanan şeyden sonra bu kadar değişeceğini hiç tahmin etmezdim.

Sarayın, kemerlerinin arası dışarıya bakan tonoz geçidinde tek başıma aheste aheste yürürken bir yandan da avluyu izliyordum. Birbirleriyle koklaşıp oynaşan evli çiftler haricinde neredeyse kimse yoktu bu karla sarıp sarmalanmış geniş alanda. Ayazın ortasındaki ağaç dallarının yere gölge olarak düşüşüne benzeyen, beyaz dantellerle süslenmiş eldivenli ellerimi birbirine birleştirerek bir süre boyunca durdum ve kar tanelerinin tapyoka gökyüzünden birer birer düşüp beyaz katmanların arasına karışmasını izledim.

Artık soğuğun güneş görmekten mahrum kalmış tenimi rahatsız ettiğini anladığım zaman içeriye girme vaktimin geldiğini anladım. Fakat içeriye geri dönmeden önce kemer boşluklarının birine iyice yaklaştım ve gökyüzüne bakmaktan kendimi alıkoyamadım. Güç Emen gitti gideli sanki gökyüzü biraz daha canlanmıştı ve sanki insanın içine çok daha iyi bir hava veriyordu. Dünya değişmişti, dünya daha iyi bir yer olmuştu.

Ben değişmiştim.

İçimdeki Ravozski Ceylanı'nı dışarıya çıkardığım günden beri sanki farklı biriymişim gibi hissediyordum. O gün sanki soyut bir gücün hayat bulmuş, vücut bulmuş hali gibiydim fakat bu beni korkutmanın yanı sıra şefkat ve huzur da vermişti. Sanki yıllarca içimde hissettiğim, kıpırdanan ve dışarıya çıkmak için kıvranan bir parçam sonunda çıkmış ve kalbime pompalanan kan olarak etrafa yayılmıştı. Benliğimi bulmuştum. Benliğim de beni bulmuştu.

İçimdeki o parçanın çıkmasından sonra gelen en önemli olay ise asla alışkın olmadığım hürmetti. Erkek kadın, soylu soysuz fark etmez, herkesin bana karşı duyduğu saygının ve sevginin farkındaydım ve bu benim davranışlarımı seçmem konusunda kararsızlaştırıyordu. Hayatımda görmediğim kadar hürmete sahiptim şimdi. Bu ezici hissi hayal ettiğim zaman içimde o yakıcı heyecan nüksediyordu fakat bu heyecanı gün geçtikçe bastırmayı becerebiliyordum. Sanırım tek dayanağım buydu tüm bu olanlara karşı: Alışmak. Alışmak bir sürü şeye kadirdi.

İçimdeki Ravozski Ceylanı'yla dosttum, kardeştim. O benden bir parçaydı ancak Dianthus'un bu kadar güçlü olabileceğini hazmedemediğimden dolayı bu parçamla içten içe bir dost olmaya karar vermiştim. Hatta bir yol dostu. Sonuç olarak aynı yolda tek bir vücut halinde yürümüyor muyduk?

Adrianus... İşte bu, bir hafta önce yok ettiğim canavarın ismiydi. Onun boyun eğmesini izleyip bir toza dönüşmeden önce gözümde bir anlığına tıpkı herkes kadar bir insan görünmüştü, hatta bana yalvaran zayıf bir insan. Bana ebedi aşkım diye seslenmişti. Ravozski Ceylanı'nın Adrianus ile derin bir geçmişi olabilir diye düşünüyordum. Bu ebedi aşkım hitabı günlerdir bir fare gibi beynimi kemirerek içini didik didik ediyordu. Sanırım bu olayı araştıracaktım.

Drian'a gelince... Ufak ve karşılıksız bir öpücüğün ardından beni saf bir çocuk gibi kandırmıştı ve Güç Emen'in bodruma girebilmesini kendi çapınca kolaylaştırmıştı. Ve ben de ona kanmıştım. Bir Ravozski Ceylanı bile olsam bir insandım ve aptallığım bazen gün yüzüne çıkabiliyordu işte. Tüm Karanlığın Cephesi'ni yok etsem bile Drian'ın kalmasını sağlamıştım, bir mahzendeki bir hücrede az su ve az yemekle hayat mücadelesi veriyordu. Çocukluk arkadaşımın işine bakacaktım, belki de affederdim. Bilmiyordum. Bunun sorumluluğu tamamen benim kendi hür irademe bağlıydı, keyfim ne isterse onu yapacaktım.

Bazı konularda dünyadaki tüm kraliçelerden krallardan daha fazla söz sahibi olduğumu kabul etmem gerekti artık. Bir yanım sanki doğduğum andan itibaren bu olay için büyütüldüğümü öne sürse de bir yanım da bunu asla kabul edemiyordu.

Anıt gibi dikildiğim yerde düşündüğüm şeyler sanki göz kapaklarımın içinde canlanıyormuş gibi yansıyordu gözlerime. Sonunda bu düşüncelerimi bir kıyafet gibi sıyırdığımda adımlarım sarayın içine girmek için hareketlendi.

Herkes hâlâ sıradan bir hayat yaşamama şaşırıyordu. Ravozski Ceylanı'nın Küçük Salon'da şöminenin başında arkadaşlarıyla beraber sıcak şarap içmesini, herkesle beraber Yemek Salonu'nda yemek yemesini ya da kendi şatosunda kendi halkını kurup yaşamamasını garipsiyordu. Fakat bu benim hayatımdı. Bu hayat düzenimi yıkamazdım. Ben hâlâ Dianthus'tum ve tüm bu şeylerin gözümü kör etmesine izin vermezdim.

Birkaç gün sonra Ingalana düşesi beni görmeye gelecekti. Fakat benim bu evrensel gücüm sadece Ingalana'yı etkilemekle kalmayıp tüm dünyayı etkilediği için başka ülkelerin yöneticileri de benim için gelecekti.

En önemli olaylardan biri de bodrumda yaşanan olay esnasında Kral Rion'un son nefesinin dudaklarının arasından çıkmış olmasıydı. Tıkıldığı o zindanda duvarların arasında yankılanan canhıraşları kesilmişti. Tenindeki yaralarda hissettiği acıları ve yemek yemediğinden dolayı sıskaca kalmış vücudu toprak altındaydı şimdi. Halk, Kral Rion'un avdayken atından düştüğünü ve bu şekilde öldüğünü sanıyordu. Ne yazık, gerçeği asla öğrenemeyeceklerdi.

Ülke Güç Emen'in yok oluşundan ve Ravozski Ceylanı'nın ortaya çıkışından sonra öyle bahtiyardı ki Kral Rion'un yasını bile doğru düzgün tutamamışlardı. Şimdi kraliçe tahtında tekti. Ve galiba o ihtişamlı tahtın diğerine de Morth geçecekti.

Bu düşünce beni heyecanlandırıyordu. Dudaklarını dudaklarımda hissetmeyi sevdiğim adam bir kral olacaktı. Sanırım bunun adı yanılmıyorsam aşktı. Aşk veya başka bir şey, fark etmezdi çünkü bu her türlü güzel hissettiriyordu.

Sahi, Morth ile doğru düzgün konuşmayalı günler olmuştu. Onu seviyordum ve onunla konuşmak istiyordum. Fakat onu hep ihmal etmiştim, geçiştirmiş ve savurmuştum. Onunla konuşmam lazımdı.

Saraya girdiğim anda pazar yeri kadar kalabalık görünen Büyük Salon'a baktım. Bu kalabalıktan ve yanan koca şöminelerden olsa gerek, vücudumda hissettiğim buz gibi histen yavaş yavaş kurtulmaya başlamıştım.

Yanıma hızla gelmeye çalışan görevliye baktım. Görevli yanımda bittiğinde şapkasını kafasından çıkardı ve hafifçe selamladı beni.

Önce boğazını temizledi ve derin bir nefes aldı. "Leydi Dianthus..." dedi fakat bunu derken doğru kelimeleri seçtiğinden pek emin değilmiş gibiydi. Sanki başka bir adla hitap etmesi gerekiyormuş gibi.

"Leydi Dianthus," diye onu onayladım. Ravozski Ceylanı olabilirdim fakat günlük hayatımda bana bu şekilde hitap edilmesini hoş karşılayamazdım. Ben aynı zamanda Dianthus'tum.

Adam yağlı, kahverengi saçlarını mahcubiyetle karıştırdı ve ardından memnun bir şekilde gülümsedi. "Kraliçe yarın hazır olmanızı istiyor. Halkı selamlamak için şehre inilecekmiş. Aynı zamanda zaferin bir parçası olarak halka altın dağıtılacakmış."

Bunun olacağını biliyordum fakat ne zaman olacağını bilmiyordum. Halkı selamlamak mı? Beceriksiz hareketlerimle ve o kadar insanın gözlerinin benim üzerimde olmasının verdiği heyecanla muhtemelen insanlara Ravozski Ceylanı'nın beklenildiği gibi biri olmadığını gösterecektim ve ucuz bir gösteriden fazlası olmayacaktı bu.

Başımla adamı onayladım. "Teşekkürler, hazır olacağımı söyle."

Çocukluğumuzda güzel zamanlar geçirdiğimiz ancak şimdi dört duvar arasında çürümeye başlayan Drian'ı görmek için Hatullo'yu çağırdım ve beraber dışarıya çıkıp uzun kuleye doğru yürüdük. Hatullo artık emrimde çalışan bir yaverdi. Epeyce uzun boylu olan adamın dış görünüşü, yaşından daha büyük görünüyordu. Benimle hemen aynı yaştaydı fakat gören yirmi sekizinde bir delikanlı diyebilirdi. Koyu kahverengi gözleri neredeyse siyaha çalıyordu; hızlı uzayan kahverengi saçları ve çoğunlukla çok kısa kestiği kirli sakalları vardı. Kısa süreden beri beraber olsak da birbirimize alışmıştık ve bana artık tanrısalmışım gibi bakmaması gerektiğini de ona aşılamıştım. Başlarda çok çekingendi fakat artık ne yapılması gerektiğini, bana nasıl davranacağını tam olarak biliyordu.

Hatullo yürürken soğuktan hiç etkilenmemiş gibi görünüyordu, ya da sadece öyle davranıyordu. Yüzüme meraklı suratıyla baktı. "Şimdi neden gidiyoruz, leydim?"

"Sadece ne kadar perişan olduğuna bakmak istedim," dedim Hatullo'ya. "Umarım ekmekle beraber dediğim gibi bir tabak pırasa yemeği de bırakmışlardır yanına."

"Hâlâ çok merhametli ve cömertsiniz."

Ona sıcak bir gülümseme attım. "Eğer böyle olmasaydım kaybedenlerin anası olurdum." İç çektim. "Yenilgi bencillikten doğar."

Her ne kadar önüme baksam da Hatullo'nun bana hayranca bakışlarla baktığını hissedebiliyordum. Hatullo böyleydi; gün geçtikçe beni daha çok severdi ve içimden gelen cümlelerimle bana karşı olan saygınlığını arttırırdı. Ben de Hatullo'yu seviyordum, nazik bir adam olmasının yanı sıra iyi bir yaverdi de.

Zindana ulaştığımız zaman kapının başında dikilen muhafızları geçerek içeriye girdik. Sıkıntı veren, az ışıkla aydınlatılmış ve rutubetli duvarlarından su sızan, özensiz yapılmış soğuk merdivenlerden geçtik. Dikdörtgen taşlarla dizilmiş duvarların taşların bazıları oyuktu ve her bir adımda daha iç karartıcı, basık, bunaltıcı bir hale geliyordu içerisi. Parmaklıkların içindeki belirli suçlardan buraya girmiş her bir mahkûm çaresiz, yardım dilenir bir halde nefes alıp veriyorlardı. Zindan pisti, tüyleri diken diken edecek şekilde soğuktu ve kokuyordu. Drian'ın gelebileceği son nokta da buydu işte. Hayat, insanı olmayı beklemediği yerlere sürüklüyordu. Hayat yolunda yürürken o sağlam olmayan eşiğe kadar gelip, o eşikten sonrasını geçemeyene silleler savuruyordu ve sonrasındaysa düşedur...

Drian'ın hücresine ulaştığımda adımlarımın sessiz olmasına özen gösterdim çünkü karşımda oldukça kilo kaybetmiş, gözlerinin altı mosmor ve sakalları uzamış bir adam uyuyordu. Bir süre Hatullo ile beraber onu uyandırmamaya çalışarak onu izledik, solgun dudaklarının arasından çıkan her ılık nefesininin hırıltılı seslerini işitti kulaklarımız her saniye. Önündeki pırasa yemeği tabağı bitmişti, sadece salçalı kalıntılar kalmıştı. Su bardağı –uzatılmış olan ayağından olsa gerek- soğuk taş zemine devrilmişti ve ekmekten de kırıntılar haricinde hiçbir şey kalmamıştı.

Hatullo, "Sonsuza kadar burada mı kalacak?" diye sordu bana fısıltıyla.

Kafam karışmış bir halde ona baktım. İçimdeki tüm duyguları tek bir nefesiyle uçuran merhamet duygusu, uyumadan önce kafamda canlandırdığım eziyet senaryolarını ayağının tabanıyla eziyordu. "Belki evet..." diye mırıldandım. "Belki hayır..."

Son kelimemin sesiyle beraber gözlerini kırpıştırarak açan Drian'a baktım. Çizmemin yere sürtünmesiyle beraber çıkan gürültü, Drian'ın benim olduğum tarafa bakmasını sağladı. Buraya ikinci gelişimdi, ilkinde bağırıp çağırmıştım ve onun tek bir kelime bile etmesine izin vermemiştim.

"Tünaydın," dedim gülümseyerek, onun mavi gözlerinin yoğun baskısını üzerimde hissederek. Ardından başımı yana çevirdim ve Hatullo'ya elim ile işaret vererek gitmesini, buradan uzaklaşmasını emrettim. Hatullo'nun uzaklaşan ayak sesleri kulaklarımı doldururken, "İyi uyudun mu?" diye sordum.

"Dianthus..." diye fısıldadı bana. Siyaha dönmüş kirli elleriyle gözlerini ovuşturduktan sonra ayağa sızlanarak kalktı ve parmaklıklardan sadece birkaç adım uzakta olacak bir şekilde bana yaklaştı. "Burada ne yapıyorsun?"

"Seni ziyaret etmek istedim," dedim omız silkerek. "Ama bu soruyu benim sana sormam lazım. Burada ne yapıyorsun, Drian?"

"Ben..."

Sözünü kestim: "Neden beni sırtımdan bıçakladın?" diye sordum gerçekten hissettiğim hayal kırıklığımın yüzüme ve sesime yansımasına izin vererek. "Bana neden ihanet ettin?"

"Başka çarem yoktu," dedi bana kısık ve yorgun bir sesle. "Bana ne yapılması gerektiği söylendiyse ben onu yaptım."

"İşaret verebilirdin, Drian. Bunu yapmamam için izler bırakabilirdin. Bir çaren vardı."

"Eğer o mumları yakmasan da Güç Emen oraya girebilirdi, bunu biliyorsun."

Başımı iki yana salladım. "Biliyorum fakat konu bu değil. O olmasa da olurdu ancak sen bana ihanet ettin. Bana zarar gelmesini istedin ve bunu destekledin."

Elini kare parmaklıklara doğru uzattığında bir adım geriledim. "Sana zarar gelmesini istemedim. Özür dilerim."

Eskiden yaşadığımız tüm o şeyler gözlerimin önünden geçerken gözlerimin dolmasına mani olamadım ve yüzümü tiksintiyle buruşturdum, yutkunmakta zorluk çekiyordum. "Hani o sırf elime iğne batmasın diye yapmayı bilmediğin halde yapmayı denediğin oyalar yapan Drian nerede? Onun yerine başka biri geçmiş olmalı. Dünyayı iyiliğe boğmak isteyen ve kral olup tüm fakirleri kurtarmayı amaçlayan Drian'ın ruhunu biri ele geçirmiş olmalı."

Drian'ın da aynı şekilde gözlerinde yaşlar biriktiğini gördüm. Bir şey demek için ağzını açtı fakat diyemedi. Halinden ya da dediğim şeylerden utanmış bir halde gözlerini kaçırdı.

Derin bir nefes aldım ve başımı dikleştirdim, yüzümdeki üzgün görüntüyü atmaya çalıştım. "Akşam yemeğinde hindi rosto mu yoksa konyakla terbiyelenmiş guguk kuşu mu istersin?"

Drian yüzüme baktığında biraz şaşırmış gibi görünüyordu. "Ne hindi ne de guguk kuşu istiyorum ben, Dianthus. Benim istediğim şey senin affın."

Tatsızca güldüm. "Bu dört duvardan çıkabilmek için mi?"

"Hayır, hayır," diye itiraz etti Drian. "Buradan çıkmasam da olur. Sen beni affet ve beni kötü bir adam olarak görme yeter, varsın buradan çıkmayayım. Tüm bunlar mümkün mü?"

"Son şansını da kaybettin Drian D'ellunt." Gözlerimi ona acır bir şekilde üzerinde gezdirdim, kalbimdeki beni aciz hissettiren bu ağır histen kurtulmak istiyordum. "Akşama biraz böğürtlen şarabı ve guguk kuşu getirteceğim, en sevdiklerin."

Arkamı dönüp Hatullo'ya doğru giderken Drian'ın, "Gitme!" diye bağırışını duydum. "Özür dilerim Dianthus!" Sonra sesi alçaldı: "Özür dilerim..."

Bölümle ilgili görüşlerinizi, bu kitap hakkındaki beklentilerinizi yazmayı unutmayın

Continue Reading

You'll Also Like

332K 5K 27
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi, kapıyı açtı. Öne doğru hamle yapmak istedim, koluyla...
9.7K 716 7
İnci Eraslan&Aram Eraslan 19 yaşında olan incinin anne ve babasının ölümünden sonra amcasının yanında kalması amcasının onu zengin bir ağaya satması...
193K 15.9K 41
Av oyunlarını bilir misiniz? Hani bir ormana hayvanları salarlar, en hızlı avcıyı bulabilmek için. Avcılar için bir zevk ve güç gösterisi olan bu oyu...
7.7M 449K 84
Fantastik #1 Siz hiç bir ruha aşık oldunuz mu? Gülüşünden bihaberken ya da öfkelendiginde nasıl baktığı bilemeden sonsuz bir melankoninin içine düştü...