Druid Akademisi

De hge443

755K 49.7K 6.1K

Sirkte annesi, babası, beş kardeşi, dayısı, halası ve yedi kuzeni ile dünyayı dolaşan genç bir kız... Gezici... Mai multe

ÖNSÖZ
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11 - Macera Başlıyor
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22
❗❗DUYURU❗❗
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bölüm 26
Bölüm 27
❗❕DUYURU❕❗
UYARI
Bölüm 28
Gizemli Mektup
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bölüm 44
Bölüm 45
Bölüm 46
Bölüm 47
Bölüm 48
Bölüm 50
Sonsöz
Druid Akademisi: KAÇIŞ
Druid Akademisi:KAÇIŞ İlk Bölüm Yayımlandı

Bölüm 49

5.7K 441 183
De hge443

Kanla açtığımız kapıdan sonra hiçbir engelle karşılaşmadan hızla ilerledik. Uzun süre dönemeçli, binanın taşlarından yapılmış duvarların arasında karanlık koridorda ilerledikten sonra tekrar önümüze yine kanla açılan o duvarlardan çıktı. Bunların benim kanımla alıp veremedikleri neydi acaba? Onu açınca koridorun yapısı değişti artık duvarlar topraktı. Tıpkı bir madende olduğu gibi tahta çerçevelerle ayakta kalan bir tüneldeydik. Ama hiç güvenli durmuyordu. Çok eski bir tünel olduğu kesin. Burada koşmayı bırakıp yumuşak adımlar atarak ilerledik. En ufak seste etrafımıza taş ve toprak parçaları dökülüyordu.

Yol boyunca bırak konuşmayı derin nefes alıp vermekten bile kaçınmıştık. Bir süre sonra tüneldeki toprak oranı azalmış yerini kaya parçalarına bırakmıştı. Kısa süre sonra ise tamamen kayalar ile çevrelenmiştik. Bu daha güvende hissettiriyordu. Tabi yıkılması halinde toprağın değil kayaların altında kalmış olacaktık ama bu ihtimali görmezden gelmeyi tercih ediyorduk.

Bir süre sonra yokuş yukarı tırmanmaya başladık. Çok uzaklardan gelen gök gürlemesi benzeri bir ses işittim.

"Sesi duyuyor musun?" diye sordu Tyler.

"Evet," dedim. Uzaktan gelen gürleme sesi biz ilerledikçe daha belirgin şekilde duyuluyordu. Ses yükseldikçede tünelin titrediğini hisseder olmuştuk.

Yol düzleştikten bir şüre sonra önümüze yeni bir duvar çıktı. Önce mekanizma var mı diye baktım. Haritada kanla açılan kapıların üzerinde kırmızı bir damla işareti oluyordu. Bunda öyle bir işaret olmadığına göre bir mekanizması olmalıydı. Fener ışığında bulmak zor olsa da sonunda bulmuştum. Bir kayanın üzerine belli belirsiz kazınmış Druid Düğümü bana mekanizmanın yerini söylüyordu. Düğüme doğru elimi koyup iteleyince şekilsiz bir kaya parçası yavaşça içeri kaydı ve kayadan kapı aralandı. Bir insanın içinden anca geçebileceği genişlikteki aralıktan geçtik. Bulunduğumuz yöndeki mekanizmayı harekete geçirmiş olan kaya çıkıntısını iteleyip yerine yerleştirdim. Böylece kapı kapanmış oldu.

"Ses ileriden geliyor." dedi eliyle arka tarafı gösteren Tyler.

Ses görmezden gelinemeyecek düzeyde bir gürültü halini almıştı. Sanki gök gürültüsünü bulutların içinden dinliyor gibiydik. Sesin şiddetiyle zemin sarsılıyordu. Sesin kaynağına doğru ilerlemeye başladık. Nemin artışı bende bir fikir uyandırmıştı. Tyler'a durmasını işaret edip haritayı açtım. Son kapıdan sonra harita sınırına gelmiş oluyorduk. Ama şuana kadar gelmiş olduğumuz mesafe bende nerde olduğumuza dair bir tahmin yapmama yardım etmişti. Haritayı tekrar katladım.

"Sanırım nerede olduğumuzu biliyorum." dedim.

"Nerede? " diye sordu Tyler.

"Önce emin olmam lazım. Şu sese gidelim." dedim. Dolanbaçlı tünellerde ilerleyip sesin kaynağına vardığımızda nerede olduğumuzdan emin oldum.

"Bu tahmin ettiğim şey mi?" diye sordu.

"Evet," dedim.

"Peki tam olarak neredeyiz?" diye sordu.

"Bir iyi bir kötü haberim var. Hangisinden başlayayım?" diye sordum Tyler'a doğru bakarak.

"İyiden başla." dedi.

"Akademi binasından uzaktayız ve bir sıra savaşçı çemberini atlattık." dedim. Nerede olduğumuzdan yüzde doksan emindim. Burası akademinin ilk günlerinde Austin ile geldiğimiz küçük şelale ve akarsuyun olduğu yerdi.

"Ya kötü haber?" diye sordu.

"Önümüzde aşmamız gereken surlar ve bir sıra savaşçı çemberi daha var." dedim. Zamanında Austinden bu bilgileri öğrenmiş olmak çok iyi olmuştu.

"Beklediğimden iyi." dedi.

"Tabii bu benim bildiğim. Akademiye gelen Konsey yüzünden şuan güvenlik ne durumdadır bilmiyorum." dedim.

"Konsey?", Tyler'ın kafası karışmıştı belliki.

"Unutturma bu da sonra konuşacağımız konulardan biri. Ama kısaca bu adamların yöneticileri gibi birşey." dedim.

"Muhtemelen senin söylediğinden daha çok güvenlik önlemi almışlardır." dedi.

"Muhtemelen öyledir. Peki bir önerin var mı? Harita son kapıda sonlandı. Sence ne yapabiliriz?" diye sordum.

"Arazi hakkında ne biliyorsun? Ben getirilirken baygındım. Sonrasında da buraları gezmeye zamanım olmadı malum." dedi alaycı sesiyle. Şu durumda bile bu şekilde olması çok ilginçti.

"Akademi büyük bir orman arazisinin içinde. Çevresi surlarla kaplı ve savaşçıların denetiminde. Şuan olduğumuz yer küçük bir şelalenin içi. Şelaleden akan su kuzey yönünde güneye yönüne akan bir akarsuya ait. Şuan olduğumuz yer ile surlar arasında ne kadar mesafe var bilmiyorum ama yolumuzu yarıladığımızı tahmin ediyorum. Doğu yönünde ilerlersek daha çabuk surlara varabiliriz. Akademi batıda kalıyor. Ayrıca akademinin kuzey batı yönünde hareket edersek otoyola ulaşabiliriz ama uçarak bile gitsek çok uzak. Kısacası koca bir ormanın içinde bir yerdeyiz." dedim.

"Hımm, pek iç açıcı değil ama bazı şeyler deneyebiliriz. Bu görünmezlik yeteneğini etkisiz hale getirebilirler mi ya da senin diğer numaralarını?" diye sordu.

"Bildiğim kadarıyla biz görünmez olduğumuzda asla fark edemiyorlar. Ruh elementinde iyi bile olsalar bir şekilde bizim yaptığımız türde bir görünmezliği fark edemiyorlar. Bu neden böyle bilmiyorum ama başkalarınınkini görselerde biz istisnayız." dedim.

"Harika. Ya diğer yetenekler?" diye sordu.

"Anladığım kadarıyla fark ediyorlar. Çünkü ben ateşi kullandığımda ne yaptığımı anlamışlardı. Havayı kimse ben kullanırken görmedi ama eminim onu da fark ederler. Ayrıca fazla enerjimde kalmadı. Ne kadar kontrol edebilirim elementleri şüpheli." dedim.

"O zaman şu element şeyini yapamazsın. Görünmezlik iş görür ama benimde çok enerjim kalmadı. Uzun süre kullanamayız. Daha önce benim yanıma geldiğinde buradan çıkıp mı gelmiştin?" diye sordu.

"Evet." dedim.

"Nasıl çıktın peki?" diye sordu.

"Tek başıma yapmadım. Beni çıkaran kişi çok güçlüydü. Bizi görebilecek mesafedekilerin kendi önlerine bakmasını sağlamıştı. Böylece kimse kafasını kaldırıp bakmamıştı bizde gökyüzüne yükselip hızla uçup gitmiştik." dedim. "Ama biz bunu yapamayız. " diye de ekledim.

"Şu akılla oynama işini sanırım ben yapabilirim. " dedi.

"Nasıl?" dedim hayretle. Bu mümkün müydü?

"Anlaşılan benim de bazı yeteneklerim varmış. O bardaki adamları hatırlıyor musun?" diye sordu. Başımla onaylayınca, " Sen ortadan kaybolunca bana çok fazla soru sormaya başladılar. Hatta biraz şakalaştık. Sonra ben orada kalmak istemediğime karar verdim. Senin gibi görünmez olmak istedim. Beni görmesinler istedim. O sırada nasıl olduysa bunu kısa süreliğine başardım. Ama fark edildim. Bir an telaşla keşke başka yere baksalardı da beni görmemiş olasalardı diye düşündüm. Hepsi başka yöne bakmaya başladı. Seni ararken bir kaç kez daha benzer olaylarda çok istediğimde insanların başta kabul etmediklerini sonrasında kabul ettiklerini fark ettim." dedi.

"Vay. Bu gerçekten iyiymiş. Tabi nasıl yaptığını merak ediyorum ama bu sonranın meselesi." Sonrası için biriken ne çok konumuz oldu. "Peki bunu buradan çıkacağımız şekilde yapabilir misin?" diye sordum. Anlattıklarını normal karşılamaya çalışıyordum ama aslında oldukça inanılmazdı. Tyler'ın da Druid olma ihtimali var mıydı ki? Ama o sirktekilerin çocuğuydu. Bu durumda onların da Druid olması gerekmez miydi? Ya da en azından onun buraya getirilmiş olması gerekirdi.

"Hiç sanmıyorum. Şu ana kadar en fazla küçük bir alanda bir kaç kişiyi etkileyebildim. O sırada da öldürülmek üzereydim. Onun dışında bir kişiye çok kısa bir süre yapabiliyorum." dedi. Sesinden hayal kırıklığı duyuluyordu.

"O zaman başka bir şey düşünmeliyiz. Gerçi şuan da öldürülmek üzeriyiz ama yeterli olmaz küçük bir alan." dedim akan suya bakarak.

"Bunun için zamanımız az. Güneşin doğmasına çok zaman kalmamış gibi duruyor." dedi. Çok bir şey görünmüyordu. Sadece akan suyun yan taraflarındaki dar açıklıklardan azıcık çevreyi görebiliyordunuz. Söylediklerinde haklıydı. Hava açılmıştı. Bu da güneşin doğmasına az zaman kaldığını gösteriyordu.

"Plan yapsak bile uygulamaya koymak için zamanımızın yeteceğini sanmıyorum. Yarın akşam senin için tekrar gidecekler. Yokluğunu fark etmeden önce buradan çıkmamız lazım. Biraz dinlenmemizi öneriyorum o sıra da bir şeyler buluruz. Hava kararmadan ise buradan ayrılırız. Ama planlarımızı gün ışığına göre yapmalıyız." dedim.

"Görünmez olabiliriz. Ama hiç enerjim kalmadı. Bu kadar yorgunken uzun süre görünmez olamam." dedi.

"Evet, ben de çok yorgunum. Gidip gizli kapıdan geçelim ve orada dinlenelim. Enerji çekmeye çalışırım ben. Sonrada çıkarız buradan." dedim.

"Tamamdır." dedi. " Ama önce temiz su içmek istiyorum. O leş gibi suyu içmekten içim kirlendi kesin." diye ekledi ve şelaleye yaklaşıp elini uzattı. Ben de elimi yüzümü yıkayıp su içtim. Temiz su içmek ne büyük hediyeymiş meğer.

İşimiz bitince tekrar gizli kapıya gidip arkasında dinlenmeye çekildik. Konuşarak zaman kaybetmek istemiyorduk. Ben hemen enerji çekmeye odaklandım. Enerji hapsedildiğimiz mahzendeki kadar güçlü değildi bunu hissedebiliyordum ama belli belirsiz varlığı tenimde uğulduyordu. Enerjiyi daha derinden hissetmeye başladığımda elimi yanımda oturan Tyler'a uzattım. Onun da enerjiye ihtiyacı vardı. Enerjiyi çekmeye başladığımda görüntüler gelmeye başladı.

Bu sefer bir ormanın içindeydim, tahminen şuan olduğumuz orman. Belli belirsiz şekiller hareket ediyordu. Görüntüler netleşmeye başladıkça bir tür savaşın görüntüleri olduğunu anladım. Tuhaf yaratıklar, ışıktan oluşan varlıklar ve hayvan derisinden yapılmış kıyafetler giyen insanlar... Her yerde kan ve acı vardı. Savaş o kadar şiddetlenmeye başlamıştı ki olanları takip edemez hale gelmiştim.

Enerjiyi çekmeye devam ettikçe acı artıyordu, hatta artık hissediliyordu. Acıyı hissetmeye başladığımda başta katlanılabilir düzeydeydi ama artmaya başladı. Bu acı fiziksel değildi ruhaniydi. Sanki içimde büyük bir yangın varmışcasına acı çekiyordum.

Daha fazla katlanamayacağıma karar verdiğimde gözlerimi açtım. Nefes nefese kalmıştım. Tyler'a baktığımda onunda aynı durumda olduğunu fark ettim.

"Bu-bu... Bu neydi?" diye sordu.

"Emin değilim ama sanırım burada yaşanan acılar. Mahzende de enerji çektiğimde bazı görüntüler gördüm, işgence görüntüleri." dedim.

"Yani orada yaşanan acıları mı çekiyordun?" diye sordu Tyler.

"Bilmem. Hiç böyle düşünmemiştim." dedim.

"Sonlara doğru sen de içinde bir acı hissettin mi?" diye sordu.

"Evet. Ya sen?" dedim.

"Evet. Sanırım sadece enerjisini değil acının kendisinide çekiyorsun." dedi.

"Olabilir. Her ne yapıyorsam bir süre yapamayacağım. Daha fazlasını kaldıramam, ara vermem lazım." dedim.

"Tamam sen biraz nefes al. Şuan ki enerji fazla fazla yeter ikimize de. Uykum gelmiyor artık. Kaçış planı üzerinde düşünebiliriz." dedi.

***

Gün batımına en fazla 2 saat kala planımızı hazırlamış uygulamaya koymayı bekliyorduk. Plan belliydi görünmez olacak ve düz bir şekilde doğu yönünde ilerleyecektik. Zor durumda kalırsak savaşçıların başka yöne bakmasını sağlayacaktık ama bu çok zor bir durumda kalmazsak yapmayacağımız, yapamayacağımız seçenekti. Surlara geldiğimizde ise ben hava elementini çağırırken Tyler savaşçıların başka tarafa bakmasını sağlayacak ve surları aşıp tekrar yerden ilerleyecektik. Kimsenin bizi görmeyeceğinden emin olana kadar uzaklaşacak sonra tekrar uçarak enerjimizin yettiği yere kadar gidecektik ve sakalanacak güvenli bir yer bulup sonraki adımımızı bulana kadar orada dinlenecektik.

Bu plan için daha çok enerjiye ihtiyacımız olduğundan tekrar enerji çekmek zorunda kalmıştım. Şuan fazlasıyla yetecek enerjimiz vardı ama bunu elde etmek ikimiz için de hiç kolay olmamıştı.

"Hazır mısın?" diye sordu Tyler. Onaylarcasına başımı sallayınca, "O zaman hadi gidelim Kızıl." dedi ve ayağa kalktı.

Gizli kapıdan çıkıp mağarada ilerledik, şelalenin dibine geldiğimizde "Kışa girerken buz gibi suyla ıslanacak olmak çok güzel olacak." dedim.

"Eh, iyi yönünden bak serinlemiş olacağız." dedi.

"Çok ihtiyacımız vardı zaten." dedim.

"Yine yaptın." dedi Tyler parmağıyla gözlerimi işaret ederek.

"Neyi?" dedim. Bu yine neyden bahsediyordu?

"Şu gıcık hareketini. Hani şu var ya," dedi ve gözlerini devirdi.

"Of susta yürü. Bitsin şu iş." dedim. Çocukluğumuzdan beri takmıştı gözüme. O söylemese bunu yaptığımı bile fark etmezdim, bir tür refleksti işte. Ya da buna her ne deniyorsa. "Hadi görünmez olalım, hala senin nasıl yaptığını anlayamamış olsam da." dedim ve Siyah'ı çağırdım.

Dönüşümü tamamlayınca önde Tyler arkasında ben sağa döndük ve sol tarafımızda su yeryüzüne dökülmeye devam ederken dar yoldan yürüdük. Yol yürüyebileceğimiz kadar geniş olsa da su heyecanlıydı ve üzerimize sürekli sıçrıyordu. Yol aşağı doğru eğimliydi ve yolun zemininde büyümüş olan yosunlar bize hiç yardımcı olmuyordu. Kaymamak için duvardaki yosun ve bitkilere tutunarak yavaş yavaş iniyorduk. İlerledikçe yol daraldı. Şelale bittiğinde yolda bitmişti ama birkaç adım mesafede geniş bir patika vardı ve bu patika direk zemine gidiyordu. Kayıp suya düşmemek için dikkatle atladık. Dönüp geldiğimiz yere baktığımda üzerinde yürüdüğümüz yolu zar zor fark ettim. Orada olduğunu bilmesem anlamazdım. Gerçekten çok güzel tasarlanmıştı, kim yaptıysa ya da bulduysa tebrik etmek gerekirdi. Takdir faslı bitince yoluma devam ettim.

Şelaleden uzaklaşmaya başladıkça başarabileceğinize dair umutlanıyordum, tabi işin kolay kısmıydı burası. Tepe bittiğinde toprak zemine atladık. Güneşi arkamız alıp yürümeye başladık. Dikkatli olmamız gerekiyordu ses çıkarma lüksümüz yoktu, hatta arkamızda en ufak bir iz bile bırakamazdık. Ama zamanımızın kısıtlı olmasıda unutulmaması gereken bir gerçekti. Bu akşam Tyler için gideceklerdi ve onu orada göremezlerse benim de bir ziyaretimi yapmak isterlerdi. Güneş batmadan buradan uzaklaşabildiğimiz kadar uzaklaşmalıydık.

Tyler bir anda beni durdurup yukarıyı işaret etti. Gösterdiği yerde bir Druid Savaşçısı vardı. Bir ağacın dalında elinde bir yay ve okla çevreyi izliyordu. Daha tedbirli adımlarla devam ettik yolumuza. Yolun devamında bir çok savaşçı ile karşılaşmıştık. Bazıları ağaçların tepesinde bazıları ise yerde devriye gezerek nöbet tutuyorlardı. Dikkatli yürümek zorunda olmak çok zaman kaybettirmişti. Hızlanmamız gerekiyordu. Tyler'a güneşi işaret ettim. Batmasında bir saatten az kalmış olmalıydı ve daha çok yolumuz vardı.

Adımlarımızı hızlanırıp yürümeye devam ettik. Hava giderek kararıyordu. Telaşlanmıştım. Çevremde hafif hafif esintiler hissettim. Bunlar doğal esintiler değildi. Hava telaşımı hissetmiş ve bana geliyordu kimse fark etmeden uzaklaştırmalıydım. Derin nefesler alarak sakinleşmeye çalışıyordum. Bu sırada minik bir dalın kırılma sesiyle donup kaldım. Ayağımın altında kırılmış dal parçasına baktım. Sakinleşmeye çalışırken önüme bakmamıştım. Normal şartlar altında olsak bu çok büyük bir sorun olmazdı ama birkaç metre ötemizde iki savaşçı olması işi büyük bir mesele haline getirmişti. Tyler bana olduğum yerde kalmamı işaret etti.

Savaşçıların duymamış olmasını diledim ama tabi ki duymuşlardı ve aralarında bir şeyler konuşup bize yaklaşmaya başladılar. Birinin elinde balta, diğerinin elinde uzun kılıç vardı. Ellerindekini her an kullanmaya hazır bir halde tutuyorlardı. Ne yapmam gerektiğinden emin değildim. Evet görünmezdim ama havada uçmuyordum yani kaçmaya çalışırsam muhtemelen yeni dallar kırardım.

Ben ne yapacağımı düşünürken Tyler birkaç adım geri gitmemi işaret etti. Çok dikkatli ve yavaş bir şekilde geriye adımlar attım. Sonra Tyler yerden bir taş aldı ve ilerideki çalılara doğru attı. Savaşçılar taşı görmemişti ama sesi duyar duymaz çalılara baktılar. Artık çok yakınımızdalardı. Nefesimizi hızlı versek hissedebilirlerdi o kadar yakınımızdalardı. Bunu görmezden gelmeye çalışıyordum çünkü hava yanıma gelmeye çalışıyordu. Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım ve beni göremediklerini, endişelenecek bir şey olmadığını kendime hatırlattım.

Baltalı olan yere eğildi ve dal parçasına baktı. Kılıçlı olan ayakta kaldı ve çevreyi izledi. Baltalı ayağa kalktı ve "Küçük bir dal. Çalıdan gelen sese bakacak olursak çevrede dolanan hayvanlardan biridir." dedi.

Yanımızdan geçip ilerlemeye başladıkları sırada kılıçlı olan, "Anlaşılan senin sincap geri döndü." dedi ve gülmeye başladı.

Baltalı olan "Onu yakalarsam kafasını baltamla vücudundan ayıracağım." dedi hiddetle.

Söyledikleri beni sinirlendirmişti. Dönüp ona doğru baktım ve onu o baltayla öldürmek istedim. O sırada 'Çok beklersin.' diye tiz ve uzaktan gelen bir ses duydum. Ve adamın kafasına bir palamut düştü. Adamla birlikte palamutun düştüğü ağaca baktık. Bir sincap vardı dalın üstünde. 'Seni koca gövdeli.' diyerek gülen bir ses duydum. Tyler'a baktım. O bana gidelim işareti yapıyordu. Tyler değilse kim konuşmuştu o zaman? Ama bunu düşünecek zaman yoktu. Tyler'a yetiştim ve yürürken boynumdaki ısıyı o zaman fark etti. Elimi boynuma attığımda üzerinde elektrik akımı gibi bir gücün aktığı zinciri hissettim. Zinciri tutup çektiğimde ise ucunda duran ortasındaki parlayan kırmızı taşıyla Yüce Druidlerden birine ait kolyeyi gördüm. Bunu boynuma taktığımı unutmuştum.

Tyler yavaşladığımı fark etmiş ve kolumdan tutmuş beni sürüklüyordu. Ona kolyeyi gösterdim. "Isı yayıyor." diyerek fısıldadım.

"Boşver. Düşünme bunu hava kararmasına çok az kaldı. Çıkmalıyız buradan." dedi ve benide peşinden sürükleyerek adımlarını hızlandırdı. Her geçen saniye çözülmesi gereken sırlar artıyor olabilirdi ama haklıydı. Güneşin batmasına çok az kalmıştı. Belkide o caniler güneşin batmasını beklemeyebilirlerdi. Yani her an Tyler'ın hücresine gidebilirlerdi. Onları oyalaması için kanımla kilitlemiş olsamda onlar benden daha güçlülerdi ve bozmaları ne kadar sürerdi bilmiyordum.

Mümkün olduğunca hızlı bir şekilde dış surlara yaklaştık. Yol boyunca görünmez kalmaya karar vermiştik. Duvar görüş mesafemize girdiğinde durmak zorunda kaldık. Buradaki durum oldukça kötüydü. Surların üzerinde adeta etten bir duvar vardı. Dünyada toplam bu kadar Druid olduğunu bile bilmiyordum.

Tyler da gözünün korktuğunu belirtircesine bir bakış attı. Ona yaklaşıp kulağına "Ne yapacağız?" diye fısıldadım. Bilmediğini belirtmek için omuzlarını havaya kaldırdı.

Biz ne yapacağımızı düşünürken güneş battı. Kapana kısılmıştık. Havayı kullanıp bir şekilde buradan çıkmayı düşünmüştük ama bunu fark ederlerdi. Bunun için bakışlarının başka yöne çevrilmesi gerekiyordu. Bunu bırakın Tyler gibi bir aceminin yapmasını Austin bile yapamazdı. Çok kişi vardı surlarda. Görünmezliği devam ettirip hareket edelim desek surların duvarına çıplak ellerle nasıl tırmanacaktık. Genetiği değiştirilmiş bir örümcek tarafından ıssırılmış olmak çok iş görürdü şimdi.

Biz çıkar yol ararken hava tamamen kararmıştı. Derken derinden bir uğultu duyuldu. Oldukça kalın ve derinden gelen bu ses çevremizi kapladı. Bu ses bana filmlerdeki savaş borularının sesini hatırlatmıştı. Tyler ile çevremize bakınıp ne olduğunu anlamaya çalışırken surların üzerindeki savaşçılar ellerindeki çeşitli silahlara hazırola geçti. Ses 3 kez uğuldadıktan sonra sustu. Ardından üzerimizde çıtırtı sesleri duyduk. Nereden geldiğini anlamak için başımızı yukarı çevirdik. Altında beklediğimiz ağacın dalları arasından üzerimizden hızla geçen ateşler içinde bir insan gördük. Surlara uçarak gitti ve orada durdu. Çevresindeki ateşte sönmüştü. Gelen çıtırtı sesi de o adamın ateşinden gelmişti anlaşılan. Suralara konan adam içlerinde diğerlerinden farklı olarak üniformasının kollarında gümüş rengi metalden bir işaret taşıyan adama giderek bir şeyler dedi. Ama ne dediğini duyamıyorduk. Sonra ateşle gelen adam karşısındaki selam vererek tekrardan uçarak geldiği yöne döndü.

Gümüş işaretli adam çevresindeki askerlere bağırarak emir vermeye başladı. Bu sefer sesin yüksekliğinden söylediklerini duymuştuk. "Doğu surlarındaki savaşçıların dikkatine, Mahkumlardan birinin hücresinde kayıt dışı mühürlenmiş bir kapı tespit edilmiştir. Her ihtimale karşı alarm durumuna geçilmiştir. Akademi arazisinin özenle taranması için emir geldi. Surlardaki her iki savaşçıdan biri arazi devriyesi için aşağı inecek ve devriyesini diğer grup alana kadar batı, kuzey ve güney surlarındaki savaşçılar ile arazi her bir taşına kadar aranacak. 2 dakika içerisinde tüm savaşçıların hazır olmasını istiyorum. Tüm doğu suruna iletilsin." dedi.

Tyler'a doğru döndüm. Kulağıma doğru "Onlar devriyeye indiklerinde surlar en azından yarı yarıya azalmış olacak. Kapıyı henüz aşamadıklarına göre biraz zaman kazanmış olduğumuzu düşünüyorum. Eğer onlar indikten sonra bir şekilde buradan çıkarsak onlar kapıları açmayı başarana kadar buradan oldukça uzaklaşmış oluruz." diye fısıldadı.

"Ayrıca sadece akademi arazisinin aranması söylendi. Bu demek oluyor ki bir nedenden ötürü dışarı çıkabileceğimizi düşünmüyorlar. Yani bu da bize biraz zaman kazandırır." diyerek karşılık verdim.

Savaşçılar bir bir surlardan aşağı atlayıp toplanmaya başladılar. Yaklaşık olarak 200 metre solumuzda sıra olurlarken bizde sur duvarlarına yaklaştık. Hala gelenler vardı. Onlarla temastan kaçınarak küçük adımlarla surlara yaklaştık. Böylece ayak seslerimizi duyan olsa bile şuan hareket eden savaşçılardan geldiğini düşüneceklerdi. Sur duvarlarına geldiğimizde sırtımızı duvara yaslayıp beklemeye başladık. Biz beklerken surlardan tam önümüze atlayan üç kişi yüzünden az kalsın çığlık atacaktım. Bu üç kişiden biri gümüş mühürlü savaşçıydı.

"Eğer bir şekilde ordan çıkmayı başardıysa kesinlikle arazide bir yerde saklanıyordur. Araziye çevreleyen düğümü aşıp kaçamaz. Tek yolu surların hizasından geçmesi. Bunu da bize fark ettirmeden yapması imkansız. Eğer dışarıdaysa kesinlikle arazide. Her bir taşın altına bakılsın istiyorum." dedi. Tyler'a anlamlı bir bakış attım.

Düşününce neden Luke ve Austin'in araziye girip çıkarken nispeten alçaktan uçup surları öyle aştığını şimdi anlıyordum. Demek ki direk yukarı çıkarak uzaklaşamıyordun. Bu daha önce aklıma neden gelmedi diye kendime kızdım. Eğer direk havalanıp gidelim deseydik zaten çuvallayacaktık. Bunu bir tür iyi talih olarak düşündüm ve buna minnettarlık duydum.

Savaşçılar bir araya toplandıktan sonra aldıkları emirler doğrultusunda üçlü gruplar halinde dağılmaya başladılar. Sadece doğu surlarının savaşçıları bile bu kadar çok ise kim bilir arazide kaç savaşçı devriye geziyordu. Artık oyalanmak için hiç zamanımız kalmamıştı. Bir an önce harekete geçmeliydik. Surların üzerinde yaklaşık 20 metre aralıklarla savaşçılar nöbet tutuyorlardı. Ayrıca devriye ekiplerinden 5 tanesi duvarın çevresini incelemekle görevlendirilmişlerdi. Devriye ekiplerinden biri yanımızdan uzaklaştıktan sonra diğer ekibin yanımıza gelmesi ortalama 10 dakika sürüyordu. Yani en uygun zaman bir ekibin yanımızdan geçtikten 5 dakika sonra hareket etmekti. Böylece iki ekip ile aramızda eşit uzaklık oluşacaktı.

Tyler ile ilk iki boşluğu savaşçı ekiplerinin yanımızdan geçme sürelerini hesaplamak için bekledikten sonra üçüncüsünde fikirlerimiz söylemiş ve plan kurmuştuk. Bir sonraki boşlukta hareket edecektik.

Devriye ekibi yanımızdan geçtiğinde saymaya başladım. Beşinci dakikaya geldiğimde odaklanmak için gözlerini kapatmış olan Tyler'a dokunarak işaret verdim. Derin bir nefes aldı ve gözlerini açtı. Bir anda kafamı başka yöne çeviresim geldi. Sanki bu çok iyi bir fikirdi. Çok doğaldı. Ben sağ tarafıma bakarken biri sol bileğimi tuttu. Kim olduğuna bakmak istemiyordum. Sonra o tutan el bileğimi sıkıp canımı yakınca bir anda uykudan uyanmış hissine kapıldım ve başımı hafifçe sağa sola salladım. Soluma döndüğümde Tyler anlından akan terlerle bana bakıyordu. Ağzını oynatarak 'Sıra sende!' dedi. Tabii ya başka yöne bakmaları için yönlendiriyordu. Bu kadar etkili olduğunu düşünmemiştim. Bunu bizzat deneyimlemek ilginçti.

Hemen kendimi toparladım ve odaklanmaya başladım. Tyler'ın anlından akan ter damlacıklarına bakacak olursak çok fazla dayanamayacaktı. Bir anda içimi yakalanma endişesi kapladı. Endişemi takip eden rüzgar etrafımızı sarmaya başlamıştı. Tyler'a sarıldım ve havayı kendime iyice çektim. Bizi havalandırmasını ve bu insanlaradan kurtarmasını istiyordum. Hava isteğime cevap verdi. Çevremizde hızla dönmeye başladı ve ayaklarımızı yerden kesti. Yükseldikçe 'Ya bir anda düşersek.' endişesi içimi kapladı. Bunun üzerine çevremizdeki hava hızlandı ve bir anda bizi çok yukarlara çıkarmaya başladı. Surların ayaklarımızın altında gittikçe uzaklaştığını gördüm. Yukarı çıktıkça düşme endişem arttı. Endişem arttıkça ise daha yukarı çıktık. Surları hafif yatay bir şekilde yükselerek atlatmıştık. Bir noktada içimde ani bir bulantı hissi geçti. Tyler'ın terler içindeki anlının kırışmasından anldığım kadarıyla o da hissetmişti. Sanırım şu mühür alanını geçmeyi başarmıştık. Artık ileriden akademi binası bile görüyorduk. Ama o kadar hızlı yükselmeye başlamıştık ki Akademi binasının pencerelerinden parlayan sarı ışıklar bike bulanıklaşmaya başladı. Yaptığımız plana göre yere inip yaya şekikde devam etmemiz ve yeterince uzaklaşınca tekrar havalanmamız gerekiyordu. Ama yalnızca oradan uzaklaşmam gerektiği geçiyordu aklımdan. Bunun üzerine eğimimiz arttı. Böylece hem yukarı hem doğu yönüne ilerliyorduk. Bir bulutun içine girince akademi arazisi görünmez olmuştu. Mümkün olduğunca ileri gitmeliydik. Bu yüzden elimdeki tüm enerjiye ihtiyacım vardı. Görünmezliğin beni terk etmesini istedim. Tekrar görünür olmak biraz da olsa beni rahatlatmıştı.

Tyler'ın ne durumda olduğuna bakmak için hafif geriye yasladığımda başı omzuma düştü. "Tyler?" diye seslendim ama hiç ses vermiyordu. O da görünürdü ama bunu istemli yaptığından şüpheliydim. Tekrardan "Tyler!" diye seslendim ama hala sessizdi. Sol kolumla iyice kavrayıp sağ kolumu boşa çıkardım ve başını omzumdan kaldırdım. Gözleri kapalıydı. "Tyler, iyi misin? Tyler ses ver!" diye seslendim ama hiç sesi çıkmıyordu. Kolları iki yanımdan aşağı sarkıyordu. Bir süredir yatay ilerlemeye başladığımız için fark etmemiştim ama sanırım bir süredir zaten elleri serbestti. Başının omzumda oluşunu fırsattan yararlandığı için sanmıştım ama öyle değilmiş. "Tyler!" ne kadar seslensemde gözlerini açmıyordu. Ay bu gün Karanlık Ay dönemindeydi yani tamamen karanlıktı. Yıldızların ışığından başka ışık kaynağımız yoktu. Ama bu kadar ışık bile Tyler'ın yüzünün bembeyaz olduğunu görmem için yetiyordu. Korkuyla "Tyler! Tyler, lütfen! Tyler!" diye bağırmaya başladım. Etrafımızdaki hava öyle güçlenmiştiki ikizin de saçları dört bir yana savruluyordu.

Çevremizde fırtınalara has o uğultu duyuluyordu. Gökyüzünde ilerlerken çevremizdeki bulutlarun yoğunlaştığını hissediyordum. Ve bir anda tüm gücümün çekildiğini hissettim. Sanki ben bir tür lambaydım ve biri düğmeye basmıştı. Her yana ışıltımı saçıyordum. Güç benden çevreye yayılırken Tyler'a zarar verme korkusuyla ona sıkıca sarıldım ve bir anda sırtımdaki Hava Düğümü' nün olduğunu tahmin ettiğim bölge aşırı derecede ısınmaya başladı. Bulutların boşluğundan orman zemine bakarken her yanımızı bulutlar sardı. Tyler'a daha sıkı sarıldım. Sırtıma saplanan sancıyla istemsizce dikleştim ve bir anda çevremizde şimşekler çakmaya başladı. O kadar çok ışık vardı ki gözlerimi kapatmak zorunda kalmıştım.

Biz ilerledikçe şimşekler bizimle ilerliyor gözlerimi açmama imkan vermiyordu. Ama tuhaf olanı o güçlü elektrik akımları bize zarar vermiyordu. Ama her geçen saniye enerjimin azaldığını hissediyordum. Enerjim bir noktadan sonra o kadar azaldı ki şimşekler artık ufak elektrik kıvılcımları haline gelmiş olmasına rağmen gözlerimi açmakta zorlanıyordum. Çok yorulmuştum. Hava'nın çevremizde daha yavaş döndüğünü hissediyordum. Ara ara gözlerimi aralıyarak neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. O kadar uyuma isteğim vardı ki bilincimi açık tutmak giderek zorlaşıyordu.

Gözümü aralayabildiğim o kısa anlardan yüzeye yaklaştığımızı fark edebilmiştim. Düşüyorduk. Hava son enerjisiyle hızı azaltıyordu ama yere inene kadar yeterince yavaşlayabileceğimizden şüpheliydim. Sonra gözlerim tekrar kapandı.

Yeniden açmayı başardığımda ağaç dalları gördüm. Aralarından geçiyor ve giderek onlardan uzaklaşıyorduk. Tekrar karanlık.

Keskin bir ağrıyla gözlerimi yeniden araladım. Yere inmiştik ve sırt üstü yerde sürükleniyordum. Gözlerim tekrar kapanmadan önce, son hatırladığım şey kollarımın gevşediği ve Tyler'ın kollarımdan süzülüp beni yalnız bıraktığıydı. Sonrası yeniden karanlık.

Artık her yer karanlık. Sadece belli belirsiz üç acı canlı olduğumu hissettiriyor. Sırtımda, sağ kolumdaki ve sağ bacağımdaki ağrı... Acı ölmediğimi söylüyor ama acı uçmaya başladıkça ölüyor olduğumu düşünüyorum.

Ölüyorum belkide. Dünyaya bıraktığım son düşünce geçiyor aklımdan. 'Tyler...'

Ve dünyanın altımda kaydığını hissediyorum. Buraya kadarmış...


Continuă lectura

O să-ți placă și

125K 15.1K 33
"Çok yakınımdasın kedicik. Dikkat et, ısırabilirim." "O halde sana yeni bir bilgi daha çıngıraklı." Öfkesi birden çekilmişti. "Bir Aslanın dişleri de...
7.4K 918 20
-YoonGi @Gukshi'ye ithafen
METAMORFOZ De E. Ç.Okyanus

Ficțiune adolescenți

202K 15.2K 20
Bir kız düşünün. Onu yaşıtlarından ayıran tek özelliği farkındalığının yüksek olması. Bu farkındalığın ona hissettirdiklerini tahmin edin bir de. Düş...
62.7K 6.7K 74
| Tamamlandı | | Daha okunabilir olarak düzenlendi | Tür savaşları her zaman ezici bir üstünlük için olan bir savaştır. Bu savaşın içinde doğduğun an...