Doctors | Sope

Bởi sope9493sworld

139K 10.2K 12.2K

Beyin cerrahı Min Yoongi, kalp cerrahı Jung Hoseok'un kalbine beyninden vurulmuşçasına aşık olur. @btsfan01s... Xem Thêm

1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
20 (SON)

19

4K 271 288
Bởi sope9493sworld

"Beyindeki 'Yedekle, bağlantıları aktar ve kullan.' mekanizması olmasaydı canlı yaşamı çok kısa sürerdi."

Kocaman konferans salonunda, uzmanın kulağına taktığı mikrofondan duyulan cümle buydu. Beyaz ışıklandırma uzman ve yardımcısının bulunduğu platformun üzerine düşüyor, uzman konuştukça ekranda ilgi çekici görseller beliriyordu. Orta sıralardan birinde oturmuş, uzmanı dinlemekte zorluk çekmeden her anlattığını gözlerim ve kulaklarımla takip ediyordum.

Bu sıralar hastanemizde konferanslar ve paneller oldukça fazla yapılıyordu. Bugün de bunlardan birindeydim. Hoseok, Junmyeon hoca ve diğer stajyerlerle birlikte gelmiştik.

On dakika önce lavaboya giden Hoseok şimdi yanıma gelirken gözlerimi ekrandan ayırdım. "Çok şey kaçırdım mı?" Kimse rahatsız olmasın diye fısıldayarak kulağıma yaklaşıp söylemişti. Başımı iki yana salladım. "Hayır, birkaç temel bilgi sıraladı sadece."

"İyi o zaman." Dudağını ısırıp geriye yaslandı. Şapşalın tekiydi ama çok seviyordum. Hoseok henüz konuşmaya odaklanmaya başlamamışken kulağına yaklaşıp kısık sesle söyledim. "Kaçamak yapsak mı? Sıkıldım ben." Az önce ekrana çevirdiği yüzünü tekrar bana döndürürken dudak büzdü. "Bilmem ki."

"Konuşan ikili, buraya dönün bakalım."

Normal tonundan daha yüksek konuşan uzman dikkatimi çektiğinde ben ve Hoseok aynı anda ona baktık. Sanırım o ikili biz oluyorduk çünkü diğer öğrenciler bize bakmak için kafalarını çevirmişlerdi. "Pardon, biz mi hocam?"

"Evet evet siz, interferona geçmeden önce ne olduğunu bize kısaca açıklamak ister misiniz?"

Adamın dedikleriyle şaşırıp kalırken Hoseok'a göz ucuyla baktım. Sanırım biraz utanmıştı ve harika, suçlusu bendim. İlkokul çocukları gibi parmakla gösterilmediğimiz kalmıştı bir, onu da yaptırmıştım kendimi tebrik ediyordum.

Vakit kaybetmeden uzmanı cevapladım. "İnterferon virüs ile enfekte olan hayvansal doku hücrelerinden salgılanan bir maddedir. Bu madde, henüz enfekte olmamış hücrelerin virüsten zarar görmesini engeller."

Uzmanın tatmin olacağını düşündüğüm kısalıkta açıklamamı yaptıktan sonra başka bir şey demeden geri yerime pustum. Adam ben ve Hoseok'a bakıp gülümsedikten sonra konuşmasına kaldığı yerden devam etti. Ne yapacağımı bilemez haldeyken Hoseok ile kımıldamadan bir süre öylece durduk.

Konferansın bitmesine yirmi dakika kala Hoseok dizime yavaşça vurup dikkatimi kendi üstüne çektikten sonra ayaklandı ve başıyla çıkışı gösterdi. Ben de ona uyup ayaklandım ve kimseyi rahatsız etmemeye özen göstererek salondan çıktık.

"Yani cidden, adamın yaptığı neydi öyle? Sanırsın çocuklara konferans veriyor." Hoseok göz devirerek kollarını bağladığında söylediğine gülüp ben de kollarımı bağladım. "Bence adamın başka bir amacı vardı. Her neyse, biz şu yirmi dakikalık boşluğun tadını çıkaralım."

"Haklısın, sabahki vaka beni çok yordu. Dinlenmekte fayda var." Sözlerime katılan sevgilime göz kırptım. Asansörün önüne geldiğimizde tuşlayıp kabinin kata gelmesini beklemeye başladık. " 'Icd kodlarını sen gir, orderlarla sen ilgilen, bla bla bla...' Bu hastaneyi tercih etmemeliydik. Cidden..." Hoseok Junmyeon hocanın sabahki konuşmalarını taklit ettiğinde gülmeye başladım. "Tamam, iyi bir kadro ile çalışmak mesleki hayatımızda bize çok iyi olanaklar sağlayacak ama cılkımız çıktıktan sonra tüm bunların ne anlamı var-"

Hoseok son iki gündür çok fazla yorulduğu için şu an huysuzluk yapıyordu ancak biliyordum ki burada çalışmayı benden ve herkesten daha çok seviyordu. Sadece şimdilik böyle yapmak ve üstündeki yükleri biraz olsun dışarı vurmak istiyordu. Bunu da tatlı bir şekilde yapıp beni güldürüyor ve onu ısırmak istememe sebep oluyordu.

"Anlaşılan acıktın Hoseok-ah. Balkona mı bahçeye mi çıkmak istersin?" Hoseok sözünü kesmemle durup kıkırdadı ve duvara yaslandı, ardından cilveli bir tavırla söyledi. "Balkona Yoonie~"

"Pekala." Sondaki harfi uzatıp söyledikten sonra dudağımı ısırdım. Sevgilimi şöyle bir süzünce yeşil, yarım kollu üniformayı onun üstünde görmeyi ne kadar çok sevdiğimi fark ettim. Ayağında siyah terlikler, bileğinde saat, boynunda steteskop, göğsündeki cepte onun ismi ve bir kalem bulunuyordu. Kâküllerinin bugün alnına dökülmesine izin vermiş, hoş kokular sürmüştü bedenine. Derin bir iç çekip önündeyken ona biraz daha yaklaştım ve pofuduk yanağından öptüm. Onu hep sevesim geliyordu, dayanamıyordum.

"Hey, siz iki intorn, acele edin ve buraya gelin!"

Asansöre girmeye hazır beklerken arkamızdan duyduğumuz sesle şaşırıp birbirimize baktık ve o tarafa döndük. Kadın doğum doktoru ben ve Hoseok'u yanına çağırıyordu ve ben neden bu kadının bizi çağırdığını anlamıyordum. Bizi doğuma filan sokacaksa rüyasında görürdü, umarım haberi vardı.

-

"Sancı ver!"

Doktor, hamile kadının bacakları arasından bana söylerken gözlerim kocaman açıldı ve Hoseok'a baktım. Hoseok hamile kadının elinden tutuyor, akrabaları yanında olamayan kadına destek çıkıyor ve doğum anında yapması gereken nefes hareketlerini gösteriyordu. Bir gözü de bendeydi ve doğumda olmanın verdiği huzursuzluk, endişeyle ne yapacağını şaşırmış bana yardım ediyordu.

"Hoseok..." Yalvarır gözlerle ona baktığımda, sancı ver'in ne demek olduğunu anlamadığımı anlamış ve aceleyle ağzından bu kelimeleri yuvarlamıştı. "Yoongi, oksitosin hormonu- Ah! Hanımefendi elimi bu kadar sıkmayın lütfen, sakin olun. Hemşire hanım karnından bastırır mısınız lütfen?"

Bu karmaşa içinde kafamı yememe dakikalar kalmıştı ancak şipşak önümdeki alet edevatın içinden iğnelere bakınmaya ve oksitosin hormonunun kodu yazılı olanı bulmaya çalışıyordum.

Bulduğumda iğneyi ellerimi sabit tutarak yapmaya çalıştım ve ardından doktora iğneyi yaptığımı söyledim. Suni sancıyı vermemin nedeni bebeğin çıkmakta zorlanmasıydı ve ben zorluktan, hamile kadının ıkınmayla karışık ağlamasından, ameliyathane odasında yaşanan karmaşadan dolayı ağlayacak gibiydim. Resmen yarım saattir saçlarım aklaşmıştı, tanrım!

Kadın doğum uzmanına her ne kadar bir doğuma giremeyeceğimi söylesem de bu kadın konferanstan dolayı yardımcılarının yanında olmadığını ve bize ihtiyaç duyduğunu; bu ani gelen, hiç beklemedikleri doğumdan ötürü bizi yanına almasının lazım geldiğini söyleyip bizi zorla ameliyathaneye sokmuştu.

Apar topar bone, maske, önlüktür derken ameliyata hazırlanmış ve hemen girmiştik. Doktor, Hoseok'tan hamile kadına yardımcı olmasını isterken benden de kendisine yardımcı olmamı istemişti. Ve işte, ben de Hoseok'tan beni asiste etmesini istiyordum çünkü ben doğumda olmayı filan beceremiyordum.

Aşırı gerginlikten patlayacakken birkaç dakika sonra hamile kadının bağırışları son buldu ve odanın içinde bebek ağlayışları duyulmaya başlandı. Kanlar içindeki bebek baş aşağı tutulmuş ve ardından poposuna vurularak ağlanması sağlanmıştı. Bu görüntüye verecek tek tepkim ağlamak olurken neden ağladığımı da bilmiyordum.

Doktora yardımcı olup göbek bağını kestim, hemşire de bebeği alabileceği minik örtüyü getirdi ve bebeği kucağına alıp bebeği götürdü. Hoseok'a döndüğümde hamile kadının baygın bir şekilde gözleri yarı açık durduğunu fark ettim. Ben bu kadar zorlandıysam onu tahmin edemiyordum.

Hoseok'un yanına ulaşıp alnındaki oluk oluk terleri sildim. Saçları alnına yapışmıştı ve yüzü kıpkırmızı kesilmişti. Onu kendime çekip sarıldım ve bu halimize güldüm. "Bitti." Derin bir nefes aldım. "Çok şükür."

Hoseok başını salladıktan sonra geri çekildi ve elimden tuttu. "Gidelim lütfen buradan."

-

Soğuk kahvemi pipetle içtikten sonra bakışlarımı yeniden bulutlu gökyüzüne çevirdim. Hava az da olsa esiyor ve kapalı olan hava bana iyi hissettiriyordu. Hastanenin üst katlarından birindeki balkonda Hoseok ile oturmuş şehri seyrediyorduk.

"Farklı vakalarda görev almak bize artı puan kazandırıyor fakat bir kere daha doğumhaneye girebileceğimi sanmıyorum." Hoseok bugün yaşadığımız trajik durumdan dolayı dudaklarını büzmüş, masaya eğilmiş ve bardağı ellerine almış bir şekilde soğuk kahvesini bitirdiği için pipetini kemiriyordu. Aynı zamanda yakındığı bu konuyu dile getiriyor, duygu düşüncelerini benimle paylaşıyordu.

"Al benden de o kadar. Acilde çalışmak orada çalışmaktan daha kolay. Bir de sabahtan beri koşuşturduğumuzdan dolayı doğuma karışmak bize daha bir zor geldi. Neyse ki geçti, bir daha oraya uğramayız umarım." Karşılıklı oturduğumuzdan dolayı Hoseok'un gözlerine bakarak söyleyip soğuk kahvemden son yudumu aldım ve biten bardağı masaya bıraktım. "Umarım. Şu hastaları kontrol edip Junmyeon hocaya rapor etme işini de bitirdikten sonra hemen evimize gidelim. İlk defa bu kadar çok eve gitmek istiyorum."

Hoseok'un ellerini bardaktan ayırdım ve avuçlarıma alıp sıkıca kavradım. "Farkındayım. Bu yüzden bizim için izin isteyeceğim birkaç gün için." Ellerini öpüp baş parmaklarımla okşamaya başladım. "Güzelce dinlenir ve keyfini çıkarırız. Böyle yorgun düşmene ve sinirlerinin yıpranmasına dayanamıyorum." Keşke seni ipeklere sarabilsem sevgilim.

Gözleri bana aşk dolu bakarken başını salladı ve utangaç bir şekilde gülümsedi. "Yüzmeye gider miyiz? Tüm günü dışarıda dolu dolu geçirelim, ne olur." Bana istekle bakarken ona nasıl hayır diyebilirdim? Hoseok üzülmesin ve hep mutlu olsun diye elimden geleni yapabilirim, biliyordum.

"Canımız ne isterse onu yapacağız, söz veriyorum." Kafamı çevirdim ve etrafa bakınıp az kişinin olmasından ve onların da bize bakmadığından emin olarak tekrar Hoseok'a döndüm. Sandalyemden biraz kalkıp yüzüne uzandım ve dudaklarından öptüm. Hoseok buna kocaman gülümsediğinde yerime oturup ben de gülümsedim ve bir süre onu seyrettim.

Ardından geç olmadan ayaklandık ve balkondan çıktık. Dahiliye bölümündeki hastaların son durumlarını kontrol edip günlük raporu doldurduk. Junmyeon hocaya teslim ettikten sonra gerekli izni de alıp personel odamıza geçtik. Kıyafetlerimizi değiştirip kişisel eşyalarımızı aldıktan sonra hastaneden çıktık ve bisikletlerimize bindik.

Bu bisikletler uzun zamandır aklımızda vardı ve sonunda yaz mevsimi gelmeden alabilmiştik. Zillerimizi eğlencesine boş yolda çala çala ilerledik ve sonunda evimize vardık.

Eve girdiğimiz gibi pijamalarımızı giyinip benim odama geçtik ve büyük yatağımda birbirimize sarmaş dolaş sarılarak uyumaya başladık. Uykuya dalmadan önce ise her zamanki gibi mırıldandık. "Seni seviyorum."

-

Hoseok'un sürdüğü her yeri açık, küçük, beyaz arabadan indik. Bulunduğumuz alan dümdüz, açık yeşil renkteki çimenlere ve etrafında kümeler halinde koyu yeşil renk çam ağaçlarına ev sahipliği yapıyordu. Durduğum yerden az uzağımızda bulunan dikili bayrağı görebiliyordum. Hava az bulutlu olmasına karşın gayet açık ve canlıydı. Rüzgar işimizi zorlaştırmak ister gibi esiyor ancak pek de abartıya kaçmıyordu.

Alabildiğine uzanan bu kırlık alanın sonunda şehir gökdelenleriyle bize el sallıyor, arkamızda ise bu büyük parkın dinlenme tesisi bulunuyordu. Buraya, kesinlikle daha önce hiç oynamadığımız ve oynamayı bilmediğimiz golf oyununu oynamaya gelmiştik. Evet, burası bir golf sahasından başka bir yer değildi.

Hoseok üzerindeki beyaz eldiven, şapka, pantolon, ayakkabı ve açık mavi, balıkçı yaka bir tişört ile gerçekten, sanki yıllardır bu oyunu oynuyor ve profesyonelmiş gibi görünüyordu. Ben ise tamamıyla onunla aynı giyinmiştim fakat ben üzerimdekileri taşıyamamakla beraber bunların içinde küçücük bir çocuk gibi hissediyordum.

Etrafı incelemeyi bırakıp arabanın arkasından iki golf sopası ve top aldım ve hâlâ çevreye bakınmakta olan Hoseok'un yanına gittim. "Doğayla iç içe olmak çok güzel bir his değil mi?" Hoseok yüzünü çevirmeden başını salladı. "Evet, burayı çok sevdim. Biliyor musun, hep tenisçi olmak istemişimdir. Burayı görünce hayalim aklıma geldi. Doktor olmasaydım eminim beni televizyonda tenis müsabakalarını izlerken görürdün." Hoseok gerçekten mutlu bir sesle bunu söylerken bu hayalini ilk kez duyduğumu fark ettim. Hoseok'u tenis kortunda hayal ediyordum da; şapkası, şortu, bilek bandı ve elinde tenis raketiyle gerçekten çok yakışıklı ve ilgi çekici görünürdü.

"Biraz daha yakına gidelim." Hoseok beni elleriyle hayal dünyasından çekip çıkarırken peşinden gittim ve bayrağa iyice yaklaştık. "İlk denemelerimizin hüsranla sonuçlanmasını istemiyorum." Hoseok yakına gelmemizin sebebini açıklarken ben kıkırdayışıyla yüzüne odaklanmıştım.

"Önce kimin başlayacağına karar vermek için taş, kağıt, makas oynayalım." Hoseok bedenini bana dönmüş, ellerini öne uzatırken topları yere bıraktım ve sopaları sol kolumun altına aldım. Ellerimi aynı şekilde öne getirdim ve hızlıca söyledim. "Taş, kağıt, makas!" İkimiz de taş yaparken aynı sözcükleri tekrarladım. "Taş, kağıt, makas!" Bu sefer ben makas, o kağıt yapmıştı.

"Ben başlıyorum." Hoseok'a göz kırpıp gülümsedikten sonra sopalardan birini ona verdim ve pozisyonumu ayarlamaya başladım. "Ben de zaten senin ilk başlamanı istiyordum. Bana cesaret veriyorsun çünkü." Hoseok'un bu minik romantikliklerini çok seviyordum. Olur olmadık birbirimize sevgi kusmadan, iltifat etmeden duramıyorduk gerçekten.

Rüzgar hafiften durulmuştu, tekrar şiddetlenmeden atış açımı hızlıca ayarladım ve topa çok sert olmayacak şekilde vurdum. Topun gideceğinden hiç emin olmayarak aldığı yolu izledim ve topun direkten teğet geçtiğini gördüm. "Ah, hadi ama... Böylesine yakınlıktan sonuç nasıl fiyasko olabilir?" Hoseok söylediklerime gülerken, "Sen şimdi beni izle. Harika bir atış yapacağım." demişti.

Sopaya ellerimi yaslayıp bu küçük bebeğin ne yapacağını seyretmeye başladım. Hoseok topu yerleştirdikten sonra gözlerini hafiften kısıp pozisyonunu düzeltti ve sopayı ileri geri hareket ettirip sonunda topa vurdu. Topun deliğe gireceğini sanarken rüzgarın gelişi bizi hüsrana uğratmış, bu sebeple tıpkı bende olduğu top teğet geçmişti.

Hoseok bana bakarken ikimiz de gülmeye başladık. "Anlaşılan kat etmemiz gereken daha çok yolumuz var."

-

Yer sofrasına şöyle bir göz gezdirdim. Hepsini yemek için sabırsızlanıyordum. Guruldayan karnım daha fazla bekleyecek durumda değildi.

"O zaman afiyet olsun." Hoseok ellerini birleştirmiş yemeklere bakarken sonunda istettiğimiz her yemeğin masaya gelmesiyle, yemeğe başlamamızı sağlayan o sihirli sözcükleri söylemişi. "Afiyet olsun Hoseok-ah." Şeklini çok sevdiğim kaşığı elime alıp yosun ve karides dolu çorbamı içmeye başladım.

Ben ve Hoseok üç, dört saat boyunca golf oynadıktan sonra -aslında öğrenmeye ve oynamaya çalışmıştık- şu an bulunduğumuz geleneksel Kore yemekleri pişiren restorana gelmiştik. Yemek için yapılmış özel odalardan birindeydik. Ambiyans, sade bitkiler ve geleneksel birkaç obje ile desteklenmişti.

Ben ve Hoseok çorbalarımızın dibini sıyırdıktan sonra ikimizin ortak olarak çok sevdiği bulgogi yemeğini yemeye başladık. Kimchi sert kokusuyla ağzımı sulandırırken çubuklarımla ondan da aldım.

İkimiz de konuşmadan uzunca süre yemeğimizi afiyetle yedikten sonra restorandan ayrıldık ve metroya indik. Kartlarımızı kullanarak geçip içecek otomatından soğuk meyveli sodalarımızı alıp metroyu beklemeye başladık. "Yoongi, hayatımdan çok memnunum. İyi ki zamanında çok çalışmışım. Her zaman yaşamak istediğim hayatı yaşıyorum şimdi. Çok mutluyum." Hoseok her zamanki gibi konuya farklı yerlerden dalıp sohbeti başlattı.

"Değil mi? Cidden öyle. Bal gibi mesleğimiz var. Bolluk içerisindeyiz ve birbirimize sahibiz. Bunun için her gece şükrediyorum." Kıkırdayıp sodamdan içtim. Metro yanaşırken kapının kenarında inenlerin geçmesini bekledik. Ardından bindik. "Yüzeceğimiz için de çok heyecanlıyım. Birlikte bir şeyler yapmak çok güzel."

Hoseok'a kocaman gülümseyip oturduğumuz için çantamdan kulaklıklarımı çıkardım. "Kırk beş dakikalık yol boyunca şarkı dinlemeye ne dersin?" Hoseok kabul ederken kulaklığın tekini ona verip diğerini kendi kulağıma taktım. İkimizin çok sevdiği bir şarkıyı açıp geriye yaslandım ve Hoseok ile ellerimizi birleştirdik.

Hoseok ile sürekli olarak şarkı, film, kitap bakınıp duruyorduk. Bildiklerimizi birbirimize öneriyor ya da aynı anda şarkı dinleyip film izleyip aynı kitabı peş peşe okuyup bitiriyorduk. Günlerimizin dolu geçmesi ve böyle kaliteli, elit alışverişlerimiz yakınlığımızı, birbirimize olan güvenimizi arşa çıkarıyordu.

Yol boyunca arada şarkıdan bağımsız olarak hastaneyi ve yapmamız gerekenleri konuştuk. Kapalı yüzme havuzuna geldiğimizde soyunma kabinlerine girip şort, bone, gözlük ve terlik giyinmiş şekilde çıktık. Havluları şezlonglara serip ardından olimpik havuza şöyle bir gez gezdirdim. Artık akşam olmaya yakın olduğu için havuzun led ışıkları açılmıştı. Burası oldukça ferah ve rahatlatıcıydı. Hoseok'u bekleyip onunla beraber havuza atladım. Sıcaklığı gayet uygun olan suya çarçabuk alışıp yüzmeye başladım.

İkimiz de bildiğimiz tüm yüzme metotlarını deneyip birbirimize göstermeye başladık. "Bunları bir anime sayesinde merak edip öğrenmeye çalışmıştım. İsmi Free'ydi." Hoseok'un söylediği animeyi hatırlarken gülümsedim. Haru ve Mako bana bizi hatırlatmıştı.

"Onu biliyorum. Güzel bir anime fakat ben birinci sezonu bile tam olarak bitiremedim." Dudak büzüp havuzun kenarına yüzdüm ve kollarımı mermere dayadım. Hoseok da peşimden gelip kendisi de aynı şeyi yaptı ve kafasını kollarına yaslayıp bana bakmaya başladı. "İstersen birlikte izleyebiliriz. Tekrar izlemekten keyif duyarım." Bu güzel teklifi duyunca dudaklarım iki yana kıvrıldı ve suyun altında ayaklarımı çırpmaya başladım. "Olur tabi, çok isterim."

Hoseok da gülümseyip kafasını kaldırdı ve başını yüzüme yaklaştırıp dudaklarımdan öptü. "Harika." Uzaklaşmadan dudaklarımın üzerine söylediğinde güldüm ve bir elimi yanağına verip onu ben öptüm.

"Hadi yarışalım." Hoseok duyduğu teklifle sırıtırken duruşunu düzeltti. "Kazanan yarınımızın nasıl geçeceğine karar versin. Anlaştık mı?" Teklifi üzerinde kafa yormadan kabul ettim. "Pekala, öyle olsun. Yarına benim isteklerim için hazır ol Hoseok." Havuzdan çıktığımda Hoseok da peşimden çıktı ve pozisyonunu ayarlamaya başladı. "O kadar emin olma Yoongi. Şehirler arası yarışlarda derecelerim var." Gözümü korkutmasını umursamamaya çalışıp ben de kendimi ayarladım. "Daegu çocuğuyum ben, korkutamazsın beni derecelerinle Hoseok. İyi olan kazansın." Dediklerime pişmiş kelle gibi sırıtan Hoseok'a son kez göz atıp üçten geriye saydım ve aynı anda havuza atladık.

-

Hoseok ile yarışmaya giren kafama binlerce kere vurmak ve tükürmek istiyordum. Resmen beni oyuna getirmişti ve ruhum bile duymamıştı. Kendime uyandırıldığımdan beri etmediğim küfür kalmamıştı ve şimdi de elimdeki vileda sopasına da küfür ediyordum. Az önce de camları silerken camlara küfür etmiştim, evet.

Hoseok son günlerde "Evi temizleyelim. Yoongi evi toz toprak götürüyor. Çok pasaklısın Yoongi. Seni dövmeme ramak kaldı, kaldır şu çoraplarını Yoongi." diye habire yakınıp duruyordu ve işte, sonunda bana istediği her şeyi bugün yaptırmıştı. Evi resmen pırıl pırıl etmiştim.

Dün gezip tozmayla geçirdiğimiz günün gecesinde Hoseok ile yarışa girmiş ve kaybetmiştim. Galip gelmem için önümde uzunca bir olimpik havuz bulunuyordu ve benim rakibim tabii ki über süper sevgilim Hoseok'tu, elbette kaybeden olmam kaçınılmazdı. Ayrıca onun bu teklifteki amacını da anlamam zordu. Nasıl bilebilirdim ki bana uzun zamandır temizlemediğimiz evimizi sabahın köründe beni uyandırıp temizleteceğini?

Şu an akşam saatleriydi ve gerçekten sabahtan beri dip bucak temizlik yapıyordum. Hoseok bana ceza olsun diye temizliğime çok az yardım etmişti ve bir saat önce de beni bırakıp mutfağa yemek hazırlamaya gitmişti. Bense şimdi son kalan odanın parkelerini siliyordum.

İşlerim nihayet bittiğinde belimi tuta tuta kirlenen suyu döktüm ve kova ile bezi yerlerine yerleştirdim. Ardından terlediğim için banyoya girdim ve güzelce yıkandım. Odama girip temiz kıyafetlerimi giydim, odadan çıktığımda harika kokular beni karşıladı.

Hoseok yemek masasını güzelce donatmış beni bekliyordu. Onunla birlikte masaya oturup yemeye başladık. Lokum gibi pişen biftek bugünün tek tesellisi olabilirdi benim için. "Ev tertemiz oldu. Eline sağlık Yoongi'cim." Hoseok evin parıl parıl parlamasından gayet hoşnut bir şekilde imalı imalı bana söylerken dolu ağzımla cevap vermeden önce bir dakika işareti yaptım. Suyumla beraber çiğnediklerimi yuttuktan sonra sevdiğim cani adamın yüzüne baktım. "Memnunsun tabi, ne de olsa hepsini ben yaptım zaten. Sen çok acımasız biri oldun Hoseok."

Hoseok kahkaha atarken ben de gülümsedim. "O zaman neymiş, ben 'Kalk beraber evi temizleyelim.' dediğimde bana uyulacakmış, ertesi güne bırakılmayacakmış temizlik." Göz kırpıp salatasından aldığında ben hâlâ bana bugün işkence eden adamın mimiklerine ölüp bitmekteydim. Sevgim kalbimden taşacak da kalbim patlayacakmış gibi hissediyordum. Onu bekletmeden cevap verdim. "Peki peki anlaşıldı Hoseok bey. Ben dersimi aldım, teşekkür ederim."

Yemeklerimizi afiyetle yedikten sonra bulaşıkları makineye dizip içeriye geçtik. Hoseok, odasından bilgisayarını alırken ben de kendi odamdan kitaplarımı alıp balkona çıktık. Bu minik balkonumuzu "keyif çatma köşesi" yapmıştık. Tatlı bir koltuğumuz, örtülerimiz, bolca yastık ve minderimiz, bir orta sehpamız, rengarenk saksı çiçeklerimiz ve birçok dekoratif eşyayla -en çok da benim bayıldığım fenerlerle- birlikte burayı kafa dinleyebileceğimiz bir alan olarak düzenlemiştik.

İkimizin de yapması gereken işlerimiz olduğundan geceyi boş boş oturarak heba edemezdik. Bu yüzden balkona yerleşip oturduk, ben kitaplarımı açıp okumaya ve not almaya başlarken Hoseok da bilgisayarından e-posta yazmaya başlamıştı. İşlerimizin uzun süreceğini fakat bu balkonun bize çok iyi geldiğini, burada çok güzel göründüğümüzü ve işlerimiz bittiğinde burada sarılarak uyuyacağımızı biliyordum, işte bunlar işimi daha hevesle yapmama sebebiyet veren şeylerdi.

Đọc tiếp

Bạn Cũng Sẽ Thích

364K 26K 200
[Çeviri Kitabı] +İlk BTS quotes kitabı+ BTS texting postlarının çevirileri. 080117 - 130219 cr. Gördüğünüz çoğu yabancı Tumblr ve Twitter hesapları...
2K 203 6
Yoongi nin doğum günü olduğu için yoongi ye hediye alacak olan hoseok ve hoseok a aşık olan yoongi
10.6K 1.1K 37
Sevgi görmeden büyüyen ben, kendime sevmeyi öğrettim. Hiç sevilmedim... Sevilmek nasıl bir his hiç bilmem. Ama bir şeyi çok iyi biliyorum. Sevmeyi...
58.6K 4.9K 43
Bir dolandırıcı sayesinde tanışan Namjoon ve Jin, işlerin bu noktoya geleceğini asla tahmin edememişti. Jin, bir katile aşık olduğunu bilmiyordu.