Druid Akademisi

By hge443

755K 49.7K 6.1K

Sirkte annesi, babası, beş kardeşi, dayısı, halası ve yedi kuzeni ile dünyayı dolaşan genç bir kız... Gezici... More

ÖNSÖZ
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11 - Macera Başlıyor
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22
❗❗DUYURU❗❗
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bölüm 26
Bölüm 27
❗❕DUYURU❕❗
UYARI
Bölüm 28
Gizemli Mektup
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bölüm 44
Bölüm 45
Bölüm 46
Bölüm 48
Bölüm 49
Bölüm 50
Sonsöz
Druid Akademisi: KAÇIŞ
Druid Akademisi:KAÇIŞ İlk Bölüm Yayımlandı

Bölüm 47

5.2K 455 101
By hge443

Kapının üzerindeki küçük zayıf bir lambadan başka aydınlatması olmayan, odanın köşesindeki eski, çok eski, bir tuvaletten gelen pis kokuyla harmanlanmış bir çok kötü kokuyu barındıran, uğultu halindeki acı çığlıklar, kükreyişler ve öfkeli haykırışlardan başka ses barındırmayan karanlık ve soğuk taş duvarlar arasında haftalardır kapana kısılmıştım. Güneş ışığından nasibini alamayan soğuk duvarlarda kaç gün geçirdiğimi ancak günde iki kez gelen yemekten sayabiliyordum. Buraya tıkıldığımdan beri tam tamına 22 gün geçmişti. Ve şu lanet incelemeden yada gözetim altında olma durumunun sona ermesiyle ilgili hiç bir haber yoktu. Olsa da bunu bana söylecek kimse yoktu zaten.

Planım ne oldu diye soracak olursanız hala yerinde duruyor. Ama bu bahsettiğim o tuhaf his beni çok oyalıyordu. Dikkatimi toplayamıyordum. Odayı gelen yemeği görüp yiyebileceğim şekilde sadece kapıyı aydınlatsın diye takmışlardı herhalde. Geri kalan kısmı göremediğim için el yordamıyla aramaya çalışıyordum ama pek yeterli olmuyordu çünkü her yere ulaşamıyordum. Oda çok büyük olmamasına rağmen zincir odadan daha kısaydı. Kapı ile tuvalete ancak ulaşabiliyordum. Kalan kısımlar hala gizemini koruyordu. Odayı aydınlatmak için ateşi kullanmak istediğimde başaramıyordum. Sanki biri onu kavramış bırakmıyordu bana ulaşmaması için. İç güdülerim bunun şu çekilme hissiyle alakası olduğunu söylüyordu.

Kısacası plan vardı, imkan yoktu. Ne yapabileceğimi bilmiyordum. Öfkem  dinmişti ama yinede sağlıklı düşünemiyordum. Bu içimde gezinen hisler çok rahatsız ediyordu. Ne yapmalıydım?

Sol taraftan bir kilit sesi geldi ardından gıcırtı sesi  ve onu takip eden sürtünme sesi. Bir kaç takırtı ve tekrardan sürtünme sesi ve son olarak gıcırtı ile birlikte kilit sesi. Günde iki kez tekrarlanıyordu bu ses. Anlamı açıktı, yemek zamanı.

Normal şartlar altında olsam asla yemezdim o şeyi ama şuan hiç normal şartlar altında değildim. Gönülsüzce ayağı kalktım ve ayaklarımı sürüye sürüye kapıya yanaştım. Yerdeki o küçük bölmeden, köpek kapısına benziyordu bence, tepsiyi uzatmışalardı. İçinde hergün yemek zorunda olduğum balçığa benzeyen tatsız, iğrenç, yağışkan bir lapa vardı. Bir bardakta su koymuşlardı. Minimum düzeyde yiyecek ve içecek veriyorlardı. Temizlik ise bulunmaz bir lükstü. Tuvalette bile her zaman su olmuyordu. Haftada 1 kez haznenin su doldurulmasına izin veriliyordu o da tüm hafta yetmiyordu asla. Bulunduğum şartlara sinir olarak yere oturdum ve tepsiyi aldım yerden. Kucağıma koyduğum tepsiye bakıp iyice sinirlendim. Hayvanlara bile böyle bir eziyet yapılmaz. Bir de 'iyi tarafız'  diyorlardı kendilerine. İyi halleri buysa kötü hallerini düşünmek dahi istemiyordum. Bardağa eğilip suyu tek seferde içtim. Aslında bu bir hataydı. O lapadan sonra suya daha çok ihtiyacım olacaktı ama o kadar susamıştım ki mantıklı düşünmenin zamanı değildi. Bu arada eğilip diyorum çünkü bardak da tabak da tepsiye yapışıktı. Su içmek için eğilmem gerekiyordu.Ve tamamını içebilmek için ya o lapayı bitirmek yada üzerine dökülmesini göze alamk gerekiyordu. Bu yüzden bir elimle tepsiyi tutuyor diğeriyle mümkün olduğunca lapa üzerime dökülmesin diye engel olmaya çalışıyordum.

Lapaya baktım ve iğrenerek elimle bir parça alıp yedim, tabiki kaşık yoktu. İlk lokmadan midem bulanmıştı bile. Açlıktan karnım gurulduyordu ama yutamıyordum lokmayı. En sonunda pes edip ağzımdakileride tepsiye tükürdüm ve tepsiyi kucağımdan fırlatıp geri çekildim.

Yarım saat kadar sonra tekrardan kilit sesi geldi ve köpek kapısı dediğim bölme açıldı. Tepsiyi bile kullanmamamız için takılan zincirleri çekip tepsiyi çıkardı biri ve tekrar köpek kapısını kapatıp kilitledi.

Kapının yanında bir süre daha bekledim. Biraz da olsa ışık iyi geliyordu. Gece çıkan yıldızları ve o güzel Ayı çok özlemiştim. Güneşi pek seven biri olmasamda onu bile özlemiştim.

Dizlerimi kendime çektim ve kollarımı dolayıp başımı yasladım. Geçmiş gözlerimin önüne geliyordu. Rorry. Onu çok özlemiştim. Yıllarca süren köle hayatımın yegane neşesi. Onla ormanda gezindiğimiz zamanlar ve birlikte yıldızları seyredişimiz... Aynı anda hep içim ısınıyor hem de özlemle üşüyordum. Kollarıma damlayan sudan anladım ki ağlıyordum. Gitmek istiyordum buradan. Rorry'i bulmak ve uzaklara gitmek istiyordum. Buradan mümkün olduğunca uzağa. İnsanlardan mümkün olduğunca uzağa. Hatta birlikte ormanda yaşayabilirdik. Ormanlar bana her zaman huzur vermişti. Rorry de yanımda olursa daha ne isterdim ki.

***

Anıların ağırlığıyla saatlerce ağlamıştım. Sonunda ağlayacak gücüm kalmayınca yere uzanmış ve uyumuştum. Burda olduğum günler boyunca pek uyuyamamıştım ilk defa bu kadar uzun bir uyku çekebilmiştim. Yanı başımdan gelen seslerle uyanmış ve akşam yemeği saatinin geldiğini anlamıştım. Ama o bakçığı yemeye niyetim yoktu. Yavaşça doğruldum ve kapıdan uzaktaki köşeme gittim.

***

Aradan 3 gün geçmişti ve ben ne o balçıktan yemiştim ne de bir damla su içmiştim. Sadece uyuyordum. Susuzluk beni etkisi altına almaya başlamıştı. Artık düşüncelerim bile bulanıklaşıyordu.

***

Ayağa kalk! Ayağa kalk! Buria, ayağa kalk!

Biri bana sesleniyordu. Ama her yer karanlıktı, göremiyordum kimseyi.

"Sana diyorum çocuk! Gözlerini aç ve ayağa kalk!" diyordu o ses. Sesteki nezaket ve narinlik hissediliyordu ama en çok hissedilen güçtü.

Göz kapaklarım bir birine mühürlenmiş gibiydi. Ama derin bir nefes alıp açtım. Her yer bulanıktı. Işığa gözlerim alışamıyordu. Ellerimi gözlerime siper ettim. Sesin kime ait olduğunu bulmaya çalışıyordum. Etrafım yeşilin tonlaruyla kaplanmıştı ama hala bulanık görüyordum. Nerede olduğumu kestiremiyordum.

"Buria! Ayağa kalk!" diye seslendi o ses yeniden.

Sözlere itaat etmek istiyordum. Kendimi zorlayarak ayağa kalmayı başardım. Hala ışık gözlerimi alıyordu. Ellerim gözlerimde çevremdekileri ayırt etmeye çalışıyordum. Etrafımda döndüm ve uzakta duran bir figür gördüm. Ama çok uzaktı ve bulanık görüyor olmamda hiç yardımcı olmuyordu.

Bulanık figürden tekrardan ses yükseldi. "Gözlerini aç ve ayağa kalk! Bruia! Gözlerini aç ve ayağa kalk!"

Ben de seslenmek istiyordum. Ayağa kalktığımı söylemek istiyordum. Gözlerimi açtığımı ama göremediğimi ama ayakta olduğumu söylemek istiyordum.

"Ayağa kal, Buria!" dedi tekrardan ses ama sanki sesi daha az gelmişti bu sefer.

Bulanık figürün küçüldüğünü fark ettim. Daha da uzaklaşıyordu. Bir elimi ona uzattım ve durmasını söylemek istedim ama sesim çıkmıyordu. Gitmesini istemiyordum. Ona doğru gitmek ve onu tutmak istiyordum. Gitmesin istiyordum. Benimle kalsın istiyordum. Ama ne hareket edebiliyor ne de en ufak bir ses çıkartabiliyordum.

"Buria, ayağa kalk! Sen bu değilsin..."

***

Sıçrayarak uyandım. Yanaklarımdaki neme dokundum ve göz yaşlatımı sildim. Bu gördüklerim bir rüya olamayacak kadar gerçek hissettirmişti. Kalbimde bir baskı var gibi hissediyordum. Sanki kalbimi biri elleriyle sıkıyordu. Kalbimin acıdığını hissediyordum. Sanki sevdiğim birini kaybetmiş gibi. Bu tür bir hissi sadece büyükannem öldüğünde yaşamıştım. Peki şimdi neden böyle hissediyordum? O rüyamdaki kimdi? Erkek mi yoksa kadın mı olduğunu bile hatırlamıyordum. Sözlerini net şekilde duymuştum ama sesin kime ait olduğunu anımsayamıyordum. Tek bildiğim ona ulaşmak istediğimdi.

***

Günlerce hiç bir şey yememiş ve içmemiştim ve her uyuduğumda aynı rüyayı görüp sıçrayarak uyanıyordum. Her seferinde sevdiğim birini kaybetmiş gibi hissediyor tekrar tekrar ağlıyordum.

Artık burada geçen günlerimi bile saymayı bırakmıştım. Çıkmak gibi bir ümidim kalmamıştı. Aklımda olan tek şey tekrar tekrar gördüğüm o rüyaydı. Başka bir şey düşünemez olmuştum. Sanki bana birşey anlatmak istiyordu.

"Gözlerini aç ve ayağa kalk! Sen bu değilsin..." 

Bu ne anlama geliyordu. Açlık ve susuzluktan bitkin düşmüştüm. Ayrıca çekilme hissi hala yerli yerindeydi. Tekrar bana gelen enerji hissi ise yok denecek kadar azalmıştı. Ayağa kalkacak gücüm kalmamıştı. Ama yapacaktım. Rüyamdaki her kimse bana ayağa kalkmamı söylemişti. Duvara tutuna tutuna ayağa kalktım. Dizlerim titriyordu. Beni taşımak istemiyorlardı sanki. Ama sonuçta ayağa kalkmıştım. Gözlerimde açıktı.

"Sen bu değilsin..."

Ben bu değilim. O zaman kimim? Çevreme bakındım. Küçük, karanlık ve pis bir odada hapsedilmiştim. Beni ayaklarımdan zincirlemişlerdi. Hayvanların bile yemeceği bir yemek ile beslenmem gerekiyordu. Eskiden de hayvanları besler gibi besliyorlardı sirktekiler. Hayatım dünden bu güne pek değişmemişti aslında. Eskiden yemek kalırsa onları yerdim şimdi ise balçığa benzer lapadan yiyorum. Eskiden köle gibi çalıştırılır ve istediklerimi yapmama izin vermezlerdi şimdi ise beni kilitlediler ve istediklerimi yapmam engelleniyordu. Eskiden canı isteyen beni döver, aşağılar, eziyet ederdi şimdi de yaptıkları muameleyle aşağılayıp eziyet ediyorlardı. Kaderim bu muydu? Ben herkesin ezebileceği bir böcek miydim?

Hayır! Hayır, ben bu değilim!

Sirkteyken kaçar ormana giderdim. Rorry ile avlanır onların yiyemeceği güzellikte yemişlerden yerdim. Onlardan ayrılmış ve güçlenmiştim. Austin ile onlara gittiğimizde benden nasıl korktuklarını gözlerinde görmüştüm. Ezilebilecek böcek olan onlardı. Burada da bana üstünlük taslayanları ezebilmiştim. Akademide odadan çıkmak bile yasakken ben yanlarından geçmiş akademinin içinde gezmiştim. Kimse beni bir yere bağlayamazdı. Kimse bana ne yapmam gerektiğini yada yapmamam gerekenleri söyleyemezdi. Ben öyle biri değildim. Ben istemezsem kimse beni birşey yapmaya zorlayamazdı yada istediklerimi yapmamı engelleyemezlerdi. Kimse beni bir yere kilitleyemezdi. Ben özgür bir ruhdum. Özgürlük her bir zerresine işlemiş biri hapsedilemez.

Yalnız yine de yorgun ve güçsüz durumdaydım. Peki bu durumda elimden ne gelir? Önce otursam iyi olur.

Tekrardan yere oturdum ve düşünmeye başladım. İşe yarayacak bir şeyler bulabilirdim. Ateş işe yaramazdı. Ve eminim diğer elementleri kontrol etmeye çalışırsam onlar da kullanılamayacaklardı. Gümüş halkaların üzerinde yazan yazı tüm odaya yapışmış gibi duruyordu. Şöyle bir düşününce bence o yazılar güç emmekten fazlasını yapıyordu. Bana akan o enerjiyi hatırlarsak bu yoktan var olabilecek birşey değildi. En temel doğa kanunu; hiç bir enerji yok olmaz yada yoktan var olmaz, enerji dönüşür. Bu durumda o kelepçelerin olayı bu kuralla mantıklı bir uyum içindeydi. Kelepçe, takılanın enerjisini emiyor ve kullanmasını engelliyor ve enerjiyi içinde saklıyor. Peki nasıl oldu da benim enerjimi emmek yerine içindekini bana verdi? Bunun tesadüfi bir olay olması ihtimali ne? Ne kadar düşünsem de bir cevap bulamadım ama başka bir şey buldum. Eğer o kadar büyük bir enerji barındırmayı başarabilmişse bu demek oluyor o kelepçeler bir çok kişide kullnılmıştı. İlk geldiğimde bu odada da vardı enerji ama çok azdı. Bu durumda buraya çok kişi getirilmemişti ve bu yüzden hemen bitmişti. Ama sürekli duvarlarda yankılanan seslere bakacak olursak diğer hücerelerde birçok mahkum vardı. Hepsinin insan olduğundan şüpheliydim ama sonuçta hepsi nefes alan canlılar. Hepsinin içinde enerji var. Bu yaptığım yanlış olacak belki ama buradan çıkmak istiyorsam gerekirse onlardan enerji çalacaktım. Öncelikle bu duvarların arasına gizlenen tüm enerjiyi çekmeliydim. Yetersiz olursam da Luke'a yaptığım gibi onlardan enerji almalıydım, tabi kalmışsa.

Peki bunu nasıl yapacağım?

Kilit sesi gelince önce yamek saati olduğunu sandım ama bu sefer ki kilit sesi köpek kapısının ki gibi küçük bir kilit sesine benzemiyordu. Kapının kendisinden geliyordu. Hemen yere uzandım. En ufak bir güç yada kararlılık belirtisi göstermek istemiyordum. Hiç enerjim kalmadığı için zorlanmadan güçsüz görünebilecektim.

Kapı açıldı ve içeri beni buraya getiren savaşçı ikilisi ve kel savaşçı girdi. Zayıf ve siyahi olanı "Efendim hala burada." dedi.

"Aurası solukta olsa parlıyor. Demekki yaşıyor ama siz yinede bir kontrol edin." dedi kel savaşçı kapının dışından.

Bir tanesi bana yaklaştı ve iki parmağını boynumun yan tarafına bastırdı. Gözlerimi kapattığım için kim olduğunu göremiyordum. O elini çekip uzaklaşınca tekrar araladım gözlerimi. "Yaşıyor, efendim. Ama günlerdir birşey yemediği rapor edilmiş. Daha ne kadar dayanabilir bilmiyorum. Üstelik burası enerjisini tüketiyor olmalı." dedi kumral yapılı olan.

"Bu zamana kadar bile yaşaması oldukça ilginç. Konseyinde onu direk öldürmeye karar verip tepkileri üzerine çekmek istemediğinden eminiz. Ölmesi zaman alacak gibi duruyor." dedi kel olan.

"Sizce o yüzde mi incelemeyi uzatıyorlar?" dedi siyahi olan.

"Bu pek şaşırtıcı olmaz. Daha önce de çok kez yaptılar." dedi kumral olan.

"Hadi çıkalım şuradan." dedi kel.

Kel ve kumral çıktılar ama siyahi duraksadı. "Henüz çok küçük." dedi. Biraz daha baktı sonra o da çıktı ve kapıyı kilitlediler.

Demek ölmem için bekliyorlardı. Beni sözde göz altına tutma yalanıyla ölüme terk etmişlerdi. Ve o kumralın 'Daha önce de çok kez yaptılar.' demesine bakılırsa ben bu şekilde ölen ilk kişi olmayacaktım. Hayır! Ben ölmeyeceğim! Buradan çıkacağım!

Kırmızı çerçeve belirince ilk defa buna bu kadar sevindim. Şimdiye kadar bana yardım etmişti bir şekilde. Şimdi her yardıma ihtiyacım vardı. Yattığım yerden doğruldum ve sırtımı duvara dayadım. Bağdaş kurup öfkeme odakladım.

Ben buradan çıkmaya hazırdım ve çıkacaktım. Bugün gelip öldüm mü diye bakmışlardı bu demek oluyordu ki bir süre gelmeyeceklerdi. Hatta birşeyler yersem yada yemiş gibi gösterirsem bu ölüm şüphemi geçiktirirdi. Bu sürede enerjiyi çekmeye odaklanmam gerekiyordu. Buradan çıkarsam işim kolaylaşacaktı. Gizli geçitlerden birini bulup bu lanet binadan gidecektim.

Evet artık bunları düşünmemeliyim. Odaklanmam gerekiyor. Aç ve susuzken zor ama yinede odaklanmalıyım.

***

Saatlerce çabalamış ama sonuç alamamıştım. Ara ara enerjinin varlığını hissetmiştim ama henüz kendime çekememiştim.

Bir ara yemek gelmişti ben de gidip lapayı elimle odanın uzak köşesine fırlatmıştım ve suyu içip tepsiyi bırakmıştım. Böylece yediğimi sanacaklardı.

Suyu içtikten sonra daha iyi hissedebilmiştim enerjiyi. Bende kararımı vermiştim. O pis şeyi yemeyecek olsam da suyu içecektim. Gerçi su da pek temiz sayılmazdı. Suyun tadı hiçde temiz gelmiyordu ama yinede bir şekilde ihtiyacımı karşılıyordu.

***

Günler sonra enerjiyi çekmeyi başarmıştım. Enerjiyi çektikçe güçleniyor, güçlendikçe daha kolay çekebiliyordum. Bu enerji öfkemin artmasına ve bazı görüntüler görmeme neden oluyordu. Daha önce hiç görmediğim insanları, tuhaf yaratıkları ve onlara yapılan işgenceleri görüyordum. Bir süre sonra görüntülere acı haykırışlarda eklenmişti. O kadar acımasızca şeyler yaşıyorlardı ki izlemesi bile acı veriyordu. Bazılarını yapan kişi aynıydı. Uzun boylu, yapılı, siyah saçlı, yeşil gözlü, orta yaşlı bir adam işgence yapıyordu. Bazılarında ise daha yaşlı bir halde başkaları yaparken uzaktan izliyordu. İşgenceye maruz kalanları o adama olan nefretlerini hissedebiliyordum.

Bazen bu görüntülere maruz kalmaya dayanamıyor ve enerjiyi çekmeyi bırakıyordum. Şundan emindim ki ben buradan çıksam da yıllar geçse de o görüntüleri ölene kadar unutamayacaktım. Her yere saçılan kanı, kemiklerin parçalanma seslerini, acı haykırışları, yeşil gözlü adamın kahkahalarını... Hiç birini unutamayacaktım.

Bu duvarlara saklanan tek şey enerji değildi, acı vardı duvarlarda. Güçlenmek için enerjiyi çekmek zorunda olmasam bırakır bir daha bu işe karışmazdım. Ayrıca sırtımın ortasındasındaki ağrı bu günleri bana asla unutturmayacak bir düğüme sahip olduğumu söylüyordu. Enerjiyi çekmemle alakalı olmalıydı bu yeni düğüm. Keşke çıkmasaydı, belki ilerde bir gün unutmanın yolunu bulurdum. Artık o düğümü her hatırladığımda buradaki günlerimi ve o görüntüleri de hatırlayacaktım.

Enerjiyi istemeyerek de olsa çekmiş yeterince güçlenmeyi başarmıştım. Artık kaçabilirdim. Günlerdir lapanın bir kısını fırlatıyor böylece biraz da olsa yemiş numarası yapıyordum. Suyu ise içiyordum. Bu gün ise lapayı olduğu gibi bırakmıştım sadece suyu içmiştim. Böylece buradan gidince tekrar yemeği ve suyu buraktığımı düşünecekler ve bir süre daha kontrole gelmeyeceklerdi.

Artık kaçış planını yürürlüğe koymalıydım. Öncelikle şu ayağımdakinden kurtulmalıydım. Böylece duvarları inceleyip bir çıkış arayabilirdim. Kelepçeden nasıl kurtulabilirdim? O savaşçılar bir şeyler söylüyordu ama duyamamıştım. Acaba üstünde yazanları okusam olur muydu? Yazılanları şuan karanlıktan ötürü okuyamıyor olsamda günün birinde başkalarının enerjisini hapsetmem gerekir diye ezberlemiştim duruşma günü. Belki şimdi kurtulmama da yardım edebilirlerdi.

Toprak dilinde yazılmış şiiri ezbere okudum. Ben okuyunca gümüş halkadaki yazılar parladı ama geri söndü. Demek ki doğru yöntem bu değildi. Peki ya direk açılmasını söylesem.

"Açıl!" hiç bir.şey olmadı. "Gevşe kelepçe!" hala yok birşey. Toprak dili? "Tuñdóck! Chõma!" Halka gevşemeye başladı ve ayağımın dibine düştü. Hemen ayağımı kendime çekip bileğimi ovuşturdum. Her hangi bir acı çektirmemiş olsamda şuan yokluğu ferahlatmıştı. Ayrıca çekilme hissi bir nebzede olsa azalmıştı.

Heyecanla ayağa kalkıp kelepçeden uzaklaştım. Çok mutlu olmuştum. Henüz çok başındaydım ama ilk adımı aşmış olmak bile planımın işleyeceğine dair umut veriyordu.

Şimdi bu odadan çıkmanın yolunu bulmalıydım. Tekrar ölüp ölmediğimi kontrol etmeye ne zaman gelirlerdi bilmiyordum ama onlar gelmeden gitmeliydim. Kel olan benim güçsüz olduğumu anlayabilmişti. Yine kontrol için gelirse güçlendiğimi fark edebilirdi.

Daha önce ulaşamadığım duvarları tamamen yokladım hatta pislik katmanına rağmen zemini bile kontrol ettim ama hiç bir şey yoktu. Buradan çıkmanın bir yolu yoktu. Neden buraya da bir gizli geçit kapısı koymazlardı ki? Neyse elbet vardır bir yolu.

Ya kapı? Kelepçede olduğu gibi açıl dersem açılır mı?

Hayır. Kelepçe toprak diliyle yazılmış bir tür büyü ile çalışıyor ama bu oda da aynı enerji çeken büyüye sahip olmasına rağmen kapı sıradan bir kilit ile çalışıyor. Belki okuduğum kitaplarda işime yarıyacak bazı bilgileri kullanabilirdim ama bunun için elementlere ihtiyacım var. Bu odada bu mümkün değil.

Tabi ya! Bu oda da element kullanamamın sebebi kelepçede yaptıkları gibi enerji emen bir tür büyü yapmış olmaları. Eğer onu etkisiz hale getirirsem elementleri de kullanabilirim.

Ama içimden bir ses buradakini kolaylıkla kapatamayacağımı söylüyordu. Ama denemekten zarar gelmezdi. Kelepçeden gevşemesini ve açılmasını söyleyerek kurtulmuştum. Buradanda enerji çekmeyi bırakmasını söyleyerek kurtulabilir miydim? O zaman deneyelim.

"Geñsan tónu eynsõ."

Odada bir dalgalanma hissetsemde bir işe yaramamıştı. Bu bana işe yarayabileceğini ama sözlerin güçsüz kaldığını söylüyordu. Nasıl etkisini arttırabilirdim? O an aklıma büyükannemin söylediği bir söz geldi.

Tyler sürekli benimsin dediğinde kızardım. "Ben eşya mıyım?" derdim.

Tyler "Benimsin diyorsam benimsindir." diyerek inatlaşırdı.

"Sırf öyle diyorsun diye senin olacak değilim. Birkaç kelimenin ne kıymeti var." der karşı çıkardım.

Büyükannem bir kez bu konuşmamıza şahit olmuş ve "Sözlerin gücünü hafife alma, kızım. Eğer yürekten gelirse ve karşılığında kanını ortaya koyabiliyorsan sözler sihirlidir. Bunu asla aklından çıkarma." demişti. Acaba söylediği mecazi anlamın ötesinde miydi? Daha önce bunu hiç düşünmemiştim ama Toprak dili eskiden bizim için sadece bir oyunken şimdi hayatın bir parçası olduğunu öğrenmiştim. Belkide söyledikleride kinayenin ötesindedir.

Denemekten başka çarem yoktu. Derin bir nefes aldım ve kalbimin atışlarına odaklandım.

"Geñsan tónu eynsõ."

Odada bir anlık sallantı oluştu. Enerjiyi çeken gücün gittiğini hissettim ama çok uzun sürmedi. Geri geldi o güç. Yürektan söylemiştim oysa ki. Kan? Kanımı ortaya koymak? Sırf güç kapansın diye ölmem mi gerekiyordu. Hayır o kadar değildir. Sonuçta alt üstü bir oda.

Ben düşüncelere dalmışken kilit sesi geldi ve yerimden sıçradım. Panikle kapıya doğru baktım. Ama sadece köpek kapısından geliyordu. Kimsenin beni görme ihtimali olmasın diye odanın köşesine çekildim. Tepsi bırakılıp gidilince tekrardan düşünme işine döndüm.

Tepsideki yemeğe ve suya gözüm takıldı. Yaşamam için az bir miktar su ve tatsız tuzsuz bir lapa yeterli olabiliyordu. Yaşamak için az bir miktar. Güçlü olmam için yetmezdi asla ama nefes almaya devam edebilirdim. Belki bu oda da böyledir. Çok önem teşkil etmeyen bir durum. Büyük hedefler için canım gerekebilirdi ama bir odayı etkisiz kılmak için bir kaç damla kan neden yetmesin?

Hipotezimi doğrulamak için kanıma ihtiyacım var ama bunu nasıl sağlayacağım. Bu odada kendime kesik açabilceğim hiç bir şey yok. Tepsi bile kalın ve yuvarlak kenarlı. Bu hücrede ölmenin tek yolu açlık ve susuzluk. Hızlı bir ölüm olmasın diye her şeyi tasarlamışlar.  Keskin yada delici bir cisme ihtiyacım vardı. Odanın etrafında gezip keskin yada delici bir cisim aradım ama hiç yoktu. Üzerime bakındım ama işe yarar bir şey yoktu. Saçımdaki tokayı düşününce kalın lastikten olduğu için işe yaramayacağını biliyordum. Düşünürken hep yaptığım gibi dudağımı ıssırıyordum ki fark ettim. Kesici bir şey vardı hatta birçok şey. Dişlerim kesici delici cisim olabilirdi. Bu biraz zor olacaktı ama yapabilirdim.

Tepsinin alınmasını beklerken nereyi ıssırırsam sonrasında beni daha az engeller diye düşünüyordum. En iyisi dudağımı ıssırmaktı. Böylece hareket etmemi engellemezdi ve çabuk iyileşirdi.

Tepsi götürüldükten sonra cesaretimi topladım ve dudağımı ısırmaya başladım. Canım çok yanıyordu ama pes edemezdim. Ağzıma hafif bir demir tadı geldiğinde durdum. Elimi dudağıma götürdüm ve elim incelenince başardığımı anladım.

Elime biraz kan bulaştırdıktan sonra eğilip kanlı elimle zemine dokumdum. Kalbime odaklandım. "Geñsan tónu eynsõ." diye hafifçe söyledim. Ellerimin altında bir parlaklık oluştu. Örümcek ağı gibi dört bir yana dağılan ışık odada parıldadı ve çekilme hissini de yanına alarak söndü. Başarmıştım.

Odadan çıkabilmek için son adım kapıyı açmaktı. Kapıya doğru gittim ve dışarıya kulak verdim. Hiç ses çıkmıyordu. Gözlerim kapalı gelmiş olabilirdim ama attığım adımlardan buraya gelirken girdiğimiz demir kapının uzak olduğunu tahmin edebiliyordum.

Kilidi açabilmek için hayal gücüne ihtiyacım vardı. Okuduğum kitaplar hayal edebilirsem herşeyi yapabileceğimi söylemişlerdi. Bir kilit için en iyisi hava yada su olur diye düşünüyordum. Böylece anahtar deliğinden girebilir ve içindeki mekanizmayı hareket ettirebilirdi. Yalnız bende ikisinin gücü de yoktu. Ateşe hükmedebilirdim ama o burada işe yaramaz hatta içindeki metalleri eritip hiç açılamaz hale getirebilirdi.

Yıllarca çabalayıp kontrol sağlayan insanların aksine benim yeni yetenek elde etmek için hiç zamanım yoktu. Ama bu süreci hızlandırmak için bazı fikirlerim vardı. Beni harekete geçiren güç öfkeydi. Ateşi bu şekilde elde etmiştim, dövüş yeteneğimi de. Gerçi görünmezlik korkuyla olmuştu. Kısaca yoğun duygular diyebiliriz. Şuan yoğun biçimde korkacağım bir durum yoktu ama öfke beni her daim takip eden duyguydu. Enerjiyi çektiğimden beri uyumama bile gerek kalmayacak şekilde güçle dolmuştum ama beraberinde öfke de gelmişti. Üstelik hala kulaklarımda çınlayan haykırışlar ve gözümde canlana o sahneler öfkemi güçlendiriyordu.

Yeşil gözlü adama konsantre oldum. Ona olan nefretimi, öfkemi, yok etme arzumu en derinlere kadar hissettim. Kırmızı çerçeve saniyeler içinde genişledi ve tamamen görüşümü kapattı. Öfkemin bu kadar çabuk artıyor olması biraz tedirgin ediciydi ama şuan işime yarayacak yegane duyguydu öfke.

Etrafta su olmadığı için havaya odaklandım. Alıp verdiğim her bir nefesi, oluşturduğu hava akımını, vücuduma girip nasıl dolaştığını düşündüm. Gözlerimi kapatıp havayı hissetmeye çalıştım. Biraz rüzgar fena olmazdı. Durgun olan havayı hissetmeye çalışıyordum. Kollarımı yanlara kaldırdım ve dokunmaya çalıştım. Sanki hava dokunulacak bir şeymiş gibi düşünüyordum. Ama hiç bir şey olmadı. Bunca zaman bana yardım eden öfke hiç bir işe yaramamıştı. Sakin olmayı denemeye karar verdim. Öfkemi geri gödermek hiç kolay olmamıştı. Günlerce gördüğüm o rüyayı geldi aklıma. Ne kadar kaybetme duygusu acı verse de bir şekilde o figürü düşünmek huzur veriyordu. Ama o rüyadaki figürün uzaklaşmasını hatırlayınca bir andan huzur yok oldu, endişe duygum hakimiyetine aldı beni. Bir daha göremeyecek olacağımı düşünüp korkmaya başladım. Sakinleşemiyordum. Saçlarımı havalandıran rüzgarla gözlerimi açtım. Etrafımda gezinen havayı hissedebiliyordum hatta gücünü görür gibiydim. Başarmıştım hem de korku sayesinde. Kendime not; Ateş öfkeyle, Hava korkuyla beslenir.

Kontrolümü kaybetmeden kapıyı açmaya odaklandım. Kilide yaklaştım ve bileklerimi birleştirip ellerimi kilide doğrulttum. Havanın içine girdiğini, anahtar deliğini tamamen kapladığını, mekanizmayı kavradığını hayal ettim. Havanın kendisi olduğuma odaklandım ve mekanizmayı hissettim. Şuan tamamen kontrolün elimde olduğunu hissediyordum. Ellerimi saat yönünde yavaşça döndermeye başladım. Ben ellerimi dönderdikçe mekanizma da dönüyordu ve kilitlerin bir bir açılma sesleri kulaklarıma geliyordu. Dönüş bittiğinde son kademeside çözüldü. Ellerimi yere indirip havayı serbest bıraktım. Mümkün olduğunca az enerji harcamak istiyordum.

Kapının bu tarafında kulp olmadığı için kenarından tutup hafifçe çektim. Kapının aralandığını görünce gülümsedim. Önce sessizce dışarıyı dinledim kimsenin beni yakalamasını istemiyordum. Koridordan her zamanki haykırış ve kükreremelerden başka ses yoktu.

Görünmez olma ihtimalini düşünüp fazladan enerji çekmiş olduğuma seviniyordum. Şimdiden yorulmuştum. Şuan ise görünmez olmam gerekiyordu. Derin nefesler alıp verdim ve siyahı düşündüm. Kendime çektiğim siyah ışık tüm vücudumu kapladığında görünmez olduğumu biliyordum.

Kapıyı geçebileceğim şekilde araladım ve dışarı çıkıp kapıyı arkamdan kapattım. Tam uzaklaşacaktım ki aklıma yeni bir fikir geldi. Bana zaman kandıracak güzel bir fikir. Buradan uzaklaşırken her saniyeye ihtiyacım olacaktı. Ve bu fikir oldukça zaman kazandıracaktı.

Elimi dudağıma götürdüm ve kanın kurumaya başladığını hissettim. Tekrardan acı çekmem gerekecekti. Elimi indirdim ve dişimi tekrar dudağıma sapladım. Hemen yara açıldı ve kan akmaya başladı. Elimi dudağıma götürüp iki parmağımla kana dokundum. Sonra parmaklarımı anahtar deliğine dokundum. Kalbime odaklandım ve "Bäsíndó!" dedim. Parmaklarım parladı ve örümcek ağı benzeri ışık dalları kapıyı kapladı ve içine işleyip yok oldu. Böylece kapı büyüyle kilitlenmişti. Sıradan bir anahtarla açamayacaklardı. İçeri girmek için çaba harcamaları gerekecekti. Bu da bana zaman kazandıracaktı.

Burada ki işim bitmişti. Artık gitme zamanıydı.

Continue Reading

You'll Also Like

1.5K 115 40
Kış Çağı Serisi'nin yeni hali.
202K 15.2K 20
Bir kız düşünün. Onu yaşıtlarından ayıran tek özelliği farkındalığının yüksek olması. Bu farkındalığın ona hissettirdiklerini tahmin edin bir de. Düş...
10.8K 1.5K 6
"Mutlu son diye bir şey yoktur. Ölümü sevmeyenler için 'son' her zaman mutsuz biter." İnsan sonunu neden sever ki, insanlar ölümü sevmez. Kimi ölümü...
92.7K 5.7K 34
05**: O kitap çok güzel okumanı tavsiye ederim. Numara rehberimde kayıtlı bir numara değildi. Arya: Yanlış numaraya yazdınız galiba! 05**: Aslında ta...