İkinci Tekil

By antided

93K 7.8K 1.2K

İdil, çok küçük yaşta ailesi tarafından terk edilmiş bir kızdı. Verildiği yurtta da, yurttan ayrıldıktan sonr... More

(0.0)
(0.1)-Sıfırın başlangıcı
(0.2)-Sıfırın yalnızlığı
(0.3)-Sıfırın inancı
(0.4)-Sıfırın tutkusu
(0.5)-Sıfırın bir'i
(0.6)-Sıfırın geçmişi
(0.7)-Sıfırın duyguları
(0.8)- Sıfırın kararı
(0.9)-Sıfırın hikayesi
(1.0)- Bir'in gerçek başlangıcı
(1.1)-Bir'in özgürlüğü
(1.2)-Birin ikisi
(1.3)-Birin aşkı
(1.4)-Birin rolü
(1.5)-Birin tekili
(1.6)-Birin inançları
(1.7)-Birin anıları
(1.8)-Birin bütünü
(1.9)-Birin imtihanı
(2.0)-İkinin ilkleri
(2.1)-İkinin kırılma noktası
(2.2)-İkinin kalıpları
(2.3)-İkinin yüzleşmesi
(2.4)-İkinin hüzün senfonisi
(2.5)-İkinin sorumluluğu
(2.6)-İkinin yaramazlığı
(2.7)- İkinin tesadüfü
(2.8)- İkinin bağları
(2.9)-İkinin barışı
(3.0)- Üçün hazin kırgınlığı
(3.1)-Üçün ilk adımları
(3.2)-Üçün zamanı
(3.3)-Üçün aşka selamı
(3.4)-Üçün gönlünün uçurtmaları
(3.5)-Üçün tattığı yabancı hisler
(3.6)- Üçün hayalleri ve tebessümü
(3.7)-Üçün şoku
(3.8)-Üçün aşamaları
(3.9)-Üçün unutulmazı
(4.0)-Dördün vedası
(4.1)-Dördün yası
(4.2)-Dördün kırık hüznü
(4.4)-Dördün çizgisi
(4.5)-Dördün denkliği
(4.6)-Dördün kusursuzluğu
(4.7)-Dördün yetenekli oyunu
(4.8)-Dördün acıyla imtihanı
(4.9)-Dördün buruk tebessümü
(5.0)-Beşin af dileği
(5.1)-Beşin sevgisi
(5.2)-Beşin adalet arayışı
(5.3)-Beşin kaosu
(5.4)-Beşin konuşmaları
(5.5)-Beşin serzenişi
(5.6)-Beşin içsel arayışı
(5.7)-Beşin tezgahı
(5.8)-Beşin hazin finali
(5.9)-Beşin vurgunu
(6.0)Ek/Özel Bölüm

(4.3)-Dördün intikamının ilk adımı

1K 95 8
By antided

Yıllar insanı eskitir, hisleri değil.

*

^ Zeki Müren - Rüyalarda buluşuruz

*

Hayata dair unutulmayacak bazı yaşanmışlıklar vardır. İnsan, bu yaşanmışlıklarla dolu olur çoğu kez. Hayat bizi kırıp geçer, paramparça edip tüm parçalarımızı savururken bile sığınırız onlara. Bizi biz yapan şeylerin başında gelir hatıralarımız. Gülüşlerimiz kadar hüzünlerimiz de kalbimizde yer edinir mutlaka. Biz, yıllar bazı şeyleti eskitir sanırız ama yıllar yalnızca insanı eskitir, hislerimizi değil.

Toprak'ın odasında her zamanki gibi yatağına bağdaş kurmuş oturuyordum. Kafam dağınıktı. Arada parmaklarım uzun saçlarıma dolanıyor, biraz oyalandıktan sonra yine onun yatağın üstündeki tişörtüne uzanarak tişörtü burnuma yaklaştırıyordu. Toprak parfüm kullanmazdı, kokusu kendisine aitti bir tek. Bunu ilk duyduğumda çok şaşırdığımı hatırlıyordum çünkü bir insanın bu kadar güzel kokma ihtimali yok sanıyordum. Ama vardı. Toprak, mis gibi kokardı.

Odanın kapısı tıklatıldığında gözlerimi oraya çevirdim. Kapı açılıp Müge içeri girdiğinde ona son zamanlarda gözlerimden atamadığım o boş ifadeyle baktım. Dünkü maceramızdan Savaş'ın kimseye bahsetmemesini istemiştim. Müge "Yemek hazır," dedi gülümsemeye çalışarak. Görüyordum, onlar da alışıyordu yavaş yavaş Toprak'sız o masaya oturmaya. Ben de alışmıştım. İnsandık biz, neye alışmazdık ki?

"Geliyorum." diyerek ayağa kalktım. Müge ile birlikte odadan çıkıp akşam yemeği için masaya geçtiğimde babama kısa bir selam verdim. Diğerleri de oturduğunda gözümü boş olan sandalyeden ayırmakta zorluk çekiyordum. Bu gün başım epey ağrıyordu ve üstelik kesik elim de sızlıyordu. Dün her ne kadar Savaş hastaneye gitmek konusunda diretse de ben itiraz etmiştim ve ailemize de küçük bir kaza oldu diyerek konusu kapatmıştım. Savaş'ın bakışlarını hissetsem de ona bakmadım. Yorgun gözlerimle yemeği inceliyordum. Annem artık gülerek kurmuyordu sofrayı, en çok da bu aklımdaydı oturduğumdan beri. Nasıl katlanıyordu yüreği? Ben bile bu denli perişan olmuşken onu doğuran, o yaşa getiren kadın nasıl hazmediyordu tüm bu olanları?

"Yesene kızım."

Annemin sesini işittiğimde başımı kaldırıp ona baktım. O da bana bakıyordu. Hiçbir şey demeden başımı salladığımda yeşil gözlerim kapanmak istiyordu. Ağzıma birkaç lokma attıktan sonra odaya çekilmektense biraz yürümek istediğimi söylediğimde Savaş bana eşlik etti. Ailem, onun beni anlamasının daha kolay olduğunu biliyordu ve Savaş da her anı yanımda geçirmekten asla rahatsızlık duymuyordu. Odaya geçip üstümü değiştirdiğimde salonda Müge'nin sesini duydum. "Böyle olmayacak bu," diyordu. "Bir psikoloğa görünmesi lazım İdil'in." Duyduğum cümleyle odaya girmem bir oldu. Gözler üstüme çevrilirken hiç oralı olmayarak Savaş'a döndüm.

"Hazırım."

Savaş sessizce başını salladı. Beraber binadan çıktığımızda öylece yürümeye başladık sokakta. Sonra "Sen de öyle mi düşünüyorsun?" diye sordum. Neyi kastettiğimi anlamıştı.

"İyi gelebilir."

"İstemiyorum," diye omuz silktim. Ellerimi pantolonumun cebine koymuştum. "Ben onun acısının dinmesini istemiyorum ki Toprak. O acı, göğsümüm ortasında kalmalı ve ne zaman gülümseyecek olsam kendini bana hatırlatmalı."

Savaş sordu. "Neden?"

Yine omuz silktim. "İnsan acı çektikçe o acı zaman içinde nefrete dönüşür de ondan. Nefretim ne kadar artarsa vicdanımın sesine kulaklarımı bir o kadar tıkayabilirim ben de."

"Aklında ne var?" Savaş bana bu soruyu sorduğunda durgun bakışlarımı caddeden ayıramıyordum. Bir gece, onun sırtında kollarımı iki yana açıp haykırdığım bir gece, yine bu sokaktaydık. Hemen ilerideki merdivende fotoğraf çekerken elimi tutmuş, sokak lambasının aydınlattığı yüzüne bakarken bana içimi ısıtacak kadar güzel gülümsemişti.

"Sana güvenebilir miyim?" Savaş'ın sorusuna soruyla karşılık verdiğimde kaşlarını çatıldı. Kafasınu aşağı yukarı sallamıştı yine de. "Ailemize dahi hiçbir şey söylemeyeceksin ama." diye bir şart sundum. Yine salladı kafasını. "Öyleyse beni takip et." Önden yürürken Savaş dediğimi yaptı. Tanıdık evin önünde durduğumuzda Savaş kaskatı kesilmişti. Gözlerime hayretle bakarken evin bahçesinden içeri girdim. Kapıya geldiğimizde cebimdeki anahtarı çıkardım. Bunu Toprak'ın odasından almıştım. Anahtarla kapıyı açıp içeri girdiğimde Savaş kapının önünde kalakalmıştı.

"S-sen," dedi zorlukla. "Burayı nasıl biliyorsun?" Başımla içeriyi işaret ettim. Girmekte zorluk çektiği belliydi. Fakat merakı acısına baskın gelmiş olacak ki derin bir nefes alarak içeri girdi. Gözleri etrafta gezinirken boş evi arşınlayıp odanın kapısına geldim. Burası daha önce Toprak ile yalnızca bir kez geldiğim Su'yun eviydi. Savaş hemen arkamda durduğunda kapıyı açtım. İçeri girdiğimizde onun gözleri dehşete bürünmüştü. "Bu, nasıl?" diye yarım yamalak bir soru attı ortaya. Buraya ilk yaptığımda olduğu gibi etrafı inceledi uzun uzun. Sonunda panonun önüne gelip resimlere bakarken açıklamaya başladım.

"Buraya iki yıl kadar önce Toprak ile gelmiştim." Savaş daha da şaşırdı. "Her şeyden önce bilmen gereken şey şu ki eğer sır saklamak yalandan sayılıyorsa ben iki yıldır herkese yalan söylüyorum demektir, Savaş ve o eğer yaşasaydı sonsuza dek de yalan söyleyecektim." Panoda gezdirdim gözlerimi. "Toprak ile nasıl tanıştık biliyor musun?" Sorumla kaşları mümkünmüş gibi daha da çatıldı.

"Evet, senin çalıştığın yere gelmişti."

O anı hatırladığımda başımı iki yana salladım. "Hayır, Savaş. Ben Toprak'ı daha öncesinde de bir kez gördüm." Savaş anlatmamı beklercesine baktı yüzüme. "Bir gün sabaha doğru bardan çıkmış, o dönem kaldığım pansiyona gidiyordum." dedim mırıltıyla. "Sonra o bana çarptı ve ikimiz de kendimizi yerde bulduk." Dudağım acıyla kıvrıldı. Onu gördüğüm o an, boynunda pek çıkarmadığı o makinesi ve gözlerinde hiç silinmeyen ışıltısı. Üstünden iki buçuk yıl değil asırlar geçmişti sanki. "Gözlerini gördüğümde..." Gözlerim dolsa da ağlamadım. Ağlamayacağıma dair yeminim vardı. Ağlamak için önce onun intikamını almak zorundaydım. "Her neyse işte," diye sadede geldim. Savaş da zorlandığımı anlamıştı. "Toprak, birilerinden kaçıyordu."

"Nasıl yani?" Savaş soludu.

"Toprak, bu meseleye gazeteci olduktan sonra bulaşmadı, Savaş. O en başından beri bu işin içindeydi. İstanbul’dayken bir tez hazırlamaya karar vermiş. Bu tezi, uyuşturucu baronlarını bulmak üzerineymiş ve Su'yu kaybettiğiniz için bu şehre dönüp işi burada eşeleme kararı almış." Savaş dehşete düşmüştü. "Bir gün ben ve o..." Gözlerimi indirdim. "Tunç Baymer ile bizzat tanıştık."

"Ne?" Savaş bağırdı. Bunu beklemiyordu.

"Toprak o dönem ondan şüpheleniyordu," dedim. "Emin olmak için onu görmesi gerekiyordu ve benden de rolüne eşlik etmemi istemişti. Biz yurt dışından gelmiş bir çift rolüyle onların şirketine gittik ve hatta Tunç ve nişanlısıyla yemek bile yedik."

Savaş ellerini saçlarından geçirdi. "Bunu bize nasıl söylemez?" diye bağırdığında olan olduğu için şu an kızmasının bir anlamı olmadığını düşünüyordum.

"Toprak, sizi bu işe bulaştırmayı hiç istemedi çünkü Savaş," diye konuştum. "Benim olayım da biraz tesadüf oldu, diyebiliriz. Bu uzun hikaye ama bilmen gerektiğini düşündüm bazı şeyleri."

"İdil," dedi. "Anlamıyorum, Toprak'ın tüm bunları yapmış olması..."

"Dahası var," diye sözünü kestim. "Burayı hazırlayan oydu, Savaş. Yalnızca bu da değil, biz sahte kimliklerle yanına gittiğimizde Tunç bizim bahsettiğimiz o insanlar olmadığımızı zaten biliyordu."

"Tüm bu anlattıkların nereye çıkıyor?" Duyduğum soruyla panoya baktım.

"Basit," dedim sonra. "Tunç bize büyük bir oyun oynadı, Savaş. Ve asıl sorun ne biliyor musun? Bu işin başında Toprak'ın sandığı gibi Tunç değil, ortalarda pek görünmeyen Demir var."

"Bundan nasıl bu kadar eminsin?"

Savaş bana bu soruyu sorduğunda onu haklı buldum. Uzun süredir dışarı bile çıkmamışken olanları nasıl ayırt edebildiğimi merak etmesi normaldi fakat ben aptal değildim. Bunu aklı başındaki herkes anlardı çünkü her olay bağlantılıydı. Tunç hapisteyken de bu cinayeti işletebilirdi elbette ama Demir onu hapisten çıkaracak kudrette olsa da bunu erteleme sebebi dikkatleri dağıtmaktan başka hiçbir şey değildi. Toprak, o hapisteyken öldürülmüştü çünkü böylece gözler Tunç'tan uzaklaşacak ve hakkında olası bir soruşturma açılamayacaktı. Zira, delillerin yetersiz sayılacağını onlar da hesaplamış olmalılardı. "Toprak'ın ölümünde," diye fikrimi paylaştım. "Tunç bilerek hapiste tutuluyordu çünkü. Bu sayede içeride olan bir adam kimi öldürebilir ki, diye soracaktı herkes ve Tunç aklanacaktı."

"İyi de bu durumda Demir'den şüphe edilmez miydi?"

"Tabii ki edilmezdi," diye iç çektim. "Demir ortalarda hiç görünmeyen biri, tahminen adamlarına emir verirken yurt dışında bir yerlerdeydi."

"Diyelim ki dediklerin doğru," Savaş çenesini sıvazladı. "Bunu nasıl kanıtlayacağız İdil? Adamlar arkalarında iz bırakmamak için her şeyi en ince ayrıntısına kadar planlamışsa onları yenmek o kadar kolay olmaz."

"Kolay değil," dedim. "Ama imkansız da değil, Savaş. Toprak hep derdi ki birine iktidar elindeymiş gibi davranırsan kendini ispatlamaya çalışmak için elinden geleni ardına koymayacaktır. Tunç şimdilik kazandığını sanıyor ve zaferin sarhoşluğu içinde. Onu alt etmek üzere olan tek adam öldü çünkü." Yumruklarımı sıktım. "Fakat unuttuğu bir şey var: Ben hala nefes alıyorum ve köşeme çekilip yasımı tutmak için bile önce onu mahvetmem gerek." Çenemi dikleştirdim. "Ve ben Toprak'ın düştüğü hataya düşmeyeceğim." Savaş anlamazca bana baktı. "Adalet," diye mırıldandım ben de. "Adalet kişinin vicdanıdır, Savaş ve ben bu defa adaleti başkalarında değil kendi vicdanımda sağlayacağım. Takdir edersin ki benim için adalet de kısada kısas olacaktır."

Savaş kastettiğim şeyi anlamıştı. Bunu yüzüne baktığım an anlamıştı. Teni kireç gibi solarken "Saçmalıyorsun," diye başını iki yana salladı. "Biz zaten bir parçamızı kaybettik İdil ve seni bu işin içine atamayız. Buna izin veremeyiz."

"Bu bir izin değildi," diye konuştum. "Bu, benim kararımdı sadece ve ben seninle paylaştım Savaş. Kabul et ya da etme, onlar benim kalbimi söküp aldı göğüs kafesimden. Ben acımı yaşarken de... Toprak gibi birinin anısını incittiler. Bu onların yanına kalırsa sadece sen veya ben değil, kimse dur diyemez onlara. Tek kurban Su ya da Toprak da olmaz üstelik."

"Ne yapacaksın peki?" diye sordu. "Başardın diyelim, eli kanlı bir katil olarak mı gideceksin sevdiğin adamın mezarına? İdil sen kendinde değilsin tamam mı? Öfkeden ne dediğini bilmiyorsun ama ben bu saçmalığı daha fazla dinlemiyorum. Bu mevzu da burada kapanıyor, anladın mı?"

Arkasını dönüp kapıya yönelirken "Biz evlenecektik." diye konuştum. İki kelimem onu durdurmaya yetmişti. "Ben dünyanın en mutlu insanıydım, Savaş." Gözlerimi kırpıştırdım. "İdil, ilk kez kanatları olmadan da uçabileceğini fark etmişti. Çünkü Toprak'a tutunabiliyordu. Ona dayanınca tüm acısı diniyordu." Savaş omzunun üstünden bana baktı. "Onun dayanağını yıktılar, Savaş. Senin kardeşini en mutlu gününde öldürdüler!" Ses tonum yükseldi. "Ben size onun emanetiyim değil mi? Herkes böyle söylüyor." Elimi hışımla havada salladım. "Onun kalbi başkasında yaşıyor artık." Sesim titrese de sırtım dimdikti. "Toprak'ın adı da kalbi gibi yaşamadıkça sizin şu emanetiniz var ya," Parmağımı kendime doğrulttum. "Değil onsuzluğa alışmak, nefes almaya devam bile edemez." Yutkundu. Savaş'ın ciddiyetimi anladığını biliyordum. "Bu savaşı onlar başlattı ve iki taraftan biri ölmedikçe bu yangın sönmez."

Bana çevirdi tüm bedenini. "Planın var mı?"

"Yok," dedim. "Ama yardım edersen, olacak."

Savaş sakinleşmişti. "Ne yapabiliriz ki ikimiz bir başımıza? Hadi kabul ettiğimi farz et, biz o adamlara nasıl karşı koyarız İdil? Sen öldürmekten bahsediyorsun ama eline bir silah versem onu bile düzgün tutamazsın ki."

"Silah kullanmayı bilmiyor olmam öğrenmeyeceğim anlamına gelmiyor." diyerek telefonumu çıkardım. Bana anlamazca baktığında cebime koyduğum kağıdı da alıp üstünde yazan numarayı tuşladım. Telefon üçüncü çalışta açıldığında "Cenk," diye konuştum. Gözlerim Savaş'ın gözlerindeydi. "Teklifin hala geçerliyse... Toprak'ın intikamı için yardımına ihtiyacım var."

*

Sözler ağızdan bir kere çıktıktan sonra onları geri almam mümkün değildir.

Savaş ile konuştuktan iki gün sonra aniden evden ayrılma kararı vermiştim. Aileme yalan söylemek istemesem de bunu yapmak zorunda olduğumu biliyordum. Onlara Toprak'ın anılarıyla yaşayamadığımı söylediğimde bu kısmen doğruydu da aslında. Fakat anıları olmadan da yaşayamadığım gerçeğini dile getirmemiştim. Ailem beni anlayışla karışlasa da gitmemi istemedikleri her hallerinden belliydi. Gerçi ben zaten gitmiyordum hiçbir yere. Burada kalacaktım ama iyilikleri için benden uzak durmaları en doğrusuydu. Bunu bilen tek kişi Savaş olduğu için diğerlerine veda edip beni havaalanına Savaş'ın bırakmasını istediğimi bile söylemiştim.

Arabalarından inerken ise geldiğim evi izliyordum. Elimde bavulla Su'yun evine girdiğimde Savaş da arkamdan geldi. Beraber kapıyı çaldığımızda çok geçmeden Cenk kapıyı açtı ve geçmemiz için bize yer verdi. Salona geçip Cenk'in ayarladığı ikinci el koltuğa otururken üçümüz de sessizdik. O gece Cenk bana yardım edeceğini söylemişti ve bunun için yasa dışı işlere girmekten de çekinmeyeceğini beyan etmişti. Gözlerim etrafta gezindi. Cenk salonun yarısını kendi teknolojik cihazlarıyla doldurmuştu. İstanbul'dan aletleri getirmek kolay olmamıştı muhtemelen ama çok da umursamıyor olacak ki bunu koltukta yayılmış bizi izliyordu. Artık ben ve Cenk birlikte kalacaktık. Savaş da diğerlerine çaktırmadan buraya gelecekti ara sıra.

"Ee," diye sessizliği Cenk böldü. "Kafandaki plan tam oturdu mu İdil?"

"Kısmen," diye mırıldandım. "Fakat öncesinde Savaş ile bir yere gitmemiz lazım." Savaş bana kaşlarını çatarak baktığında ona aldırmadım. Kolundan çekiştirerek çıktığımızda o hala anlamsızca bana bakıyordu. Araba bir kuaförün önünde durduğunda ona tebessüm etmeye çalışarak içeri girdim ve ona kapıda beklemesini söyledim.

Yaklaşık bir saat sonra, girdiğim kapıdan çıktığımda ise Savaş beni tanıyamamıştı. Gözleri üzerimdeyken elimdeki poşeti ona uzattım. Savaş hala şaşkınca yüzüme bakarken gözlerimi devirerek poşeti önünde salladım. Kendine gelerek gözlerini indirdi. Poşeti alıp içine baktığında şaşkınlığı daha da artmıştı. "İdil ne yaptın sen böyle?"

Sorusunu duyduğumda elimi kısacık kalan saçlarımın arasından geçirdim. Saçımı erkek modelinde kestirmiş ve sarıya boyatmıştım. Kesilen saçlarımı ise bir poşete koymuştum. Savaş bunları hasta çocuklar için yapılan peruklarda kullanılmasını sağlayabilirdi. "Yakışmamış mı?" diye ruhsuzca sordum. Aslında yakışıp yakışmaması zerre kadar umrumda değildi. Sadece Toprak saçlarımı o kadar çok severken ben onun merhametiyle okşadı bu saçlarla girmek istememiştim günahlara. Bugün, aslında an itibariyle eski İdil'e dair her şeyi yok ettiğim de söylenebilirdi. Zira sadece saçlarım değildi değişen. Gözüme taktığım lens sayesinde artık gözlerim yeşil değil kahverengiydi.

"Ya-yakışmış," dedi elini ensesine atıp şaşkınca. Bu hareketi utanınca yapardı Toprak. O ne zaman utansa burnunun ucu kızarır, beni onun kadar hassas biriyle rastlaştırdığı için tanrıya şükran sunmama neden olurdu. "Sadece çok farklı görünüyorsun." Gözleri yeniden poşete değdi. "Bu saçlarla ne yapmayı planlıyorsun?"

"Peruk," dedim. "Ayrıca ben değil, sen bir şeyler yapacaksın. Saçlarımı bağışlıyorum."

Savaş başını salladı. "Hallederim."

Beraber Cenk'in yanına geri döndüğümüzde Cenk Savaş'tan daha çok şaşırmıştı. Beni tanımadığını söylediğinde oturduğum koltukta geri yaslandım. Benim de istediğim tam olarak buydu: tanınmamak.

Savaş annem onu aradığı için kalkıp gittiğinde Cenk ile baş başa kaldık. Bir süre sessizce oturduğumuzda Cenk mırıldandı. "Acını nefretinin ardına gizlesende oralarda bir yerlerde olduğunu biliyorum."

"Acı daima kalacak," diye mırıldandım ben de. "O, ebedi. Fakat ne var biliyor musun? Ben acımı bilerek gizlemedim, beni buna mecbur bıraktılar."

"Savaş'ı tamamen işin içine sokmayacaksın, değil mi?" Cenk'in soru gibi görünse de aslında cevabından emin olduğu cümlesini onayladım.

"O sadece bilmesi gerekenleri bilecek, geri kalanlar sen ve benim aramda."

Cenk ayağa kalktı. "Öyleyse işi gözden geçirmekle başlayalım. Biliyorsun, Toprak bir yere kadar gelmişti." Başımı salladım. Odaya geçip elindeki iki fotoğrafı daha panoya yapıştırdı. Demir ve oğlu Poyraz'ın resimlerine bakarken boştu gözlerim. Yine de Poyraz'ı hatırladığım için bakışlarım onda daha uzun süre durmuştu. Onun Ege'yi bulduğunu anımsıyordum hala. Kardeşimle cenazeden sonra hiç görüşme imkanım olmadığını düşündüm birden. Herkes beni Manisa'da, kafa dinlemek için bir otelde sanıyordu. Onlara yaptığım bir birikim olduğunu söyleyerek buraya gelmiştim. Toprak yaşasa yalanlarımdan ötürü yüzüne bakmaya utanırdım, biliyordum.

"Adamımız Demir," dedi Cenk. İki gündür tanışıyorduk ama garip biri olduğunu hemen fark etmiştim. Cenk duygusal bir tipti ama bunu saklamakta da oldukça yetenekliydi. Yirmi beş yaşındaydı o da. Toprak'ın yaşasa birkaç gün önce girdiği yaşta. Cenk pek bir şeyleri umursayan biri de değildi. Başkası olsa benim yaptığımı illa ki delilik olarak addederdi -Savaş gibi- fakat Cenk, olması gerekenin zaten bu olduğunu söyleyerek bana arka çıkmıştı. Ona göre Toprak'a yapılanlar haksızlıktı ve Cenk haksızlığa gelemezdi. "Demir'i zaten ismen biliyorsun ama en kısa sürede karşısına çıkman lazım." Dudağını büktü. "Bunun için öncelikli hedefin de tam olarak Baymer'lerin biricik veliahtı Poyraz Baymer." Ensesini kaşıdı. "Bir yolunu bulup onunla tanışmalısın. İki seçeneğin var: Ya onu kendine aşık ederek hayatına girip en büyük kazığını atacaksın ya da her şeyi ona anlatarak bu işe başlayacaksın ama ikincisi biraz daha sıkıntılı bir yol. Birini kandırmak her zaman daha kolaydır."

"Öyleyse ikinci seçenek," dedim. "Çünkü bu hikayede hiçbir şey kolay olmayacak."

Continue Reading

You'll Also Like

168K 11.3K 39
Hiç en yakın arkadaşınıza aşık oldunuz mu? Ben oldum ve işler çok karıştı. Adım Bahar, sıradan bir mahallede sıradan bir hayatım var. Aslında boş iş...
YUVA By _twclr

Teen Fiction

827K 40.3K 50
Amelya 20 yıl sonra aslında ailesinin gerçek olmadığını intikam için bebeklerin karıştırılmasına nasıl bir tepki verecek gelin hep birlikte okuyup öğ...
1M 35.7K 57
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
5.1K 1.9K 57
Gözlerinde gördüğüm ifade esaretim.