İkinci Tekil

By antided

93.4K 7.8K 1.2K

İdil, çok küçük yaşta ailesi tarafından terk edilmiş bir kızdı. Verildiği yurtta da, yurttan ayrıldıktan sonr... More

(0.0)
(0.1)-Sıfırın başlangıcı
(0.2)-Sıfırın yalnızlığı
(0.3)-Sıfırın inancı
(0.4)-Sıfırın tutkusu
(0.5)-Sıfırın bir'i
(0.6)-Sıfırın geçmişi
(0.7)-Sıfırın duyguları
(0.8)- Sıfırın kararı
(0.9)-Sıfırın hikayesi
(1.0)- Bir'in gerçek başlangıcı
(1.1)-Bir'in özgürlüğü
(1.2)-Birin ikisi
(1.3)-Birin aşkı
(1.4)-Birin rolü
(1.5)-Birin tekili
(1.6)-Birin inançları
(1.7)-Birin anıları
(1.8)-Birin bütünü
(1.9)-Birin imtihanı
(2.0)-İkinin ilkleri
(2.1)-İkinin kırılma noktası
(2.2)-İkinin kalıpları
(2.3)-İkinin yüzleşmesi
(2.4)-İkinin hüzün senfonisi
(2.5)-İkinin sorumluluğu
(2.6)-İkinin yaramazlığı
(2.7)- İkinin tesadüfü
(2.8)- İkinin bağları
(2.9)-İkinin barışı
(3.0)- Üçün hazin kırgınlığı
(3.1)-Üçün ilk adımları
(3.2)-Üçün zamanı
(3.3)-Üçün aşka selamı
(3.4)-Üçün gönlünün uçurtmaları
(3.5)-Üçün tattığı yabancı hisler
(3.6)- Üçün hayalleri ve tebessümü
(3.7)-Üçün şoku
(3.8)-Üçün aşamaları
(3.9)-Üçün unutulmazı
(4.0)-Dördün vedası
(4.2)-Dördün kırık hüznü
(4.3)-Dördün intikamının ilk adımı
(4.4)-Dördün çizgisi
(4.5)-Dördün denkliği
(4.6)-Dördün kusursuzluğu
(4.7)-Dördün yetenekli oyunu
(4.8)-Dördün acıyla imtihanı
(4.9)-Dördün buruk tebessümü
(5.0)-Beşin af dileği
(5.1)-Beşin sevgisi
(5.2)-Beşin adalet arayışı
(5.3)-Beşin kaosu
(5.4)-Beşin konuşmaları
(5.5)-Beşin serzenişi
(5.6)-Beşin içsel arayışı
(5.7)-Beşin tezgahı
(5.8)-Beşin hazin finali
(5.9)-Beşin vurgunu
(6.0)Ek/Özel Bölüm

(4.1)-Dördün yası

1.1K 116 44
By antided

Biri ölürdü, arkasında bıraktığı herkesten bir parça yanına gömülürdü.

*

^ Şebnem Ferah - Hoşçakal
^ Şebnem Ferah - Sil baştan

*

Dizlerimi kendime çekmiş, oturuyordum. Sırtım Toprak'ın yatağının başlığına dayanmıştı. Dolu dolu olan gözlerim bir o kadar boş bakıyordu. Yüzümde yaşadığıma dair hiçbir mimik yoktu. Toprak'ı dün gömmüştük. O an, onunla birlikte, üstündeki gelinlikle İdil de ölmüştü. O, orada yalnız değildi. Toprak'ın cennete gittiğine tüm kalbimle inanıyordum inanmasına ama yine de sol tarafımdaki acı bana cehennemi tattırıyordu. Olmazları olan biri olmuştum hayatım boyunca. Her acı çekişimde, her pes edişimde, her yalnız kalışımda olmazlarımı Toprak oldurmuştu sonra. Ama artık yoktu. Bunu kabullenmek öyle zor geliyordu ki düşündükçe delirecek gibi oluyordum. Taziye olduğu için gelip giden çok oluyordu. Defne anne, paramparçaydı ama Burcu ve Sevda teyzelerin desteğiyle onları ağırlamaya çalışıyordu. Herkes perişandı, gördüğüm herkesin gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüştü. Arada bir Barış'ın hıçkırıklarını işitiyordum yan odadan. Ben ise... Ruhumu kaybetmiş gibiydim. Göğsümdeki acı öyle tazeydi ki bununla baş etmeye bile çalışmıyordum. Dün beni kucağında taşıyanın Savaş olduğunu hatırlıyordum ama devamında bedenim uyanık olsa da ruhum ölüm uykusuna yatmıştı.

Susadığımı hissettiğimde iç çekerek ayağa kalktım. Bir robot gibiydim. Odadan çıkıp mutfağa geçtiğimde titreyen ellerimle su bardağını aldım. Sudan bir yudum aldığımda boğazımdaki yumru buna izin vermedi. Onsuz nasıl devam edecektim? Bu soru her an aklımdaydı ve bir fare gibi zihnimi kemiriyordu. Öfkeyle bardağı yere fırlattığında kimin değiştirdiğini bilmediğim üstüm ıslandı. Çıkan ses kalbimin parçalanma sesine benziyordu.

Mutfağa hızla birileri girdiğinde kafamı yavaşça kaldırdım. Gözlerim ıslaktı ama yüzümdeki o kasıntı ifadesizlikten kurtulamıyordum. Savaş ve Müge beni gördüğünde çenem titredi. Dişlerimi sıktım. Bugün hayatımın en mutlu günlerinin başlangıcı olabilirken içine düştüğüm bu durumu kabullenemiyordum bir türlü. Hayat çoğu kez bana kazık atmıştı ama bu çok ağırdı. Bu, hiçbir insanın kaldıramayacağı kadar ağırdı. Hiçbir şey demeden Savaş'ın omzuna çarparak rastgele bir kapıdan içeri girdim. Salondu burası. Gözler üstüme çevrilirken titremem arttı. İnsanlar bana acıyan gözlerle bakarken nasıl titremezdim ki sahi? Benim hiçbir şeyde gözüm yoktu. Sadece mutlu olmak istemiştim. Ben yalnızca sevdiğim adamla yaşamak istemiştim. Annemin yorgun bedeniyle gözlerim kesiştiğinde onun bakışlarındaki acıya kendi acımla karşılık verdim. Yüreğimdeki tüm şeytanlar, hatta melekler bile isyan ediyordu. Bu acıya hazır değildik hiçbirimiz. Diğerlerine buğulu gözlerimle baktığımda tanıdığım, tanımadığım yüzler buldum karşımda. Boğazımda bir daha hiç geçmeyeceğini bildiğim o düğüme bir tane de ben attım. Ellerim kulaklarımı buldu bana baş sağlığı dilediklerinde. Sorsalardı başımın sağ olmasını istiyor muyum diye, asla derdim onlara. Ben ondan sonra sağ kalmak falan istemiyordum. Gelinliğim kefen olmuşken, ruhum parçalarına ayrılmışken tek istediğim buna bir son vermekti. Geri geri giderken sırtım bir gövdeye çarptı. Onu umursamadan koşarak Toprak'ın odasına girdim ve kapıyı kilitledim. Saatlerdir koşmuş gibi nefes nefese kalmıştım. Acı insanı soluksuz bırakır mıydı sahi?

Yutkunmayı denedim amansızca. Yutkunamadım. Nasıl yutkunurdum bundan böyle? Hafızam sıfırlanmış gibiydi. Toprak'ın ani gidişi beynimi dağıtmıştı. Duygularım o kadar karışıktı ki ne düşünmem gerektiğini bile bilmiyordum. Kulaklarımdaki ellerimi indirdim. Ne demişti bana? Son sözü ne olmuştu?

Özür dilerim.

Acıyı hiç tatmamış biri değildi İdil. O, acılar içinde büyümüş bir kız çocuğuydu. Hayatına fırtına gibi giren Toprak, ona mutluluğu tattırmıştı ama. Zavallı İdil o kadar alışmıştı ki mutlu olmaya, üstünde yürüdüğü bulutlar birden yok olup onu yere çakılmaya mahkum bıraktığında bunu kaldıramamıştı. Kaldıramamıştım. Gözlerim fotoğraflarımıza kaydı. Yavaşça resimlerimize yaklaştım. Buraya ilk geldiğimde bana yabancı olan bu duvarların her köşesinde bize ait bir iz vardı şimdi. Biliyordum, Savaş yine sakinleştirici verdiği için çığlık atıp hüngür hüngür ağlayamıyordum ama bu gözyaşlarımın akmadığını göstermiyordu. Toprak haklıydı. İnsan içine de ağlardı, hatta en çok yüreğine ağlardı. Parmak uçlarımla ikimizin yan yana olduğu bir resme dokundum. Beraber çatıda, karların ortasında çekmiştik bunu. Hatırlıyordum o günü. Bana özgür olmayı öğretmişti. O gün bir kabus görmüştüm ve Toprak tek bir gülüşüyle kabusumu unutturmuştu. Fakat ya şimdi? Yaşadığım bu kabustan onsuz nasıl uyanacaktım?

Parmaklarım resimdeki gülen yüzüne dokundu. Ne kadar mutluydum ona bakarken! Kapıya vurulduğunu duyabiliyordum ama içimden o kapıyı açmak gelmiyordu. Neden yalnız bırakmıyorlardı beni? Toprak olsa saygı duyardı bana. Yalnızlığıma ortak olsa da sessizliğimizi bölmezdi ben konuşmadan. Kimsenin onun gibi olamayacağı gerçeği kalbime bir hançer gibi saplandı. Herkes gibi ben de ölümü kabul etmeyenlerdendim ve bunu yirmi iki yaşımda öğrenmiştim. Bu zamana kadar içimde öldürdüklerim hariç kimsem ölmemişti ki benim. Ölecek kimsem olmamıştı bile. Toprak bana hayatımın birçok ilkini yaşatmıştı ama bu hüznü bana bırakıp da nasıl gidebilmişti? Saçının teline zarar gelmesine kıyamadığı İdil'ini bırakıp nereye gitmişti?

Elimi fotoğraftan çektim. İçimde onu paramparça etmemi isteyen, bu odayı dağıtmayı arzulayan bir yanım vardı. Ama nasıl kıyardım ki ben onun sevdiği şeylere dokunmaya? Daha birkaç gün önce ona tam bu odada sarılmışken, onunla bu yatakta el ele uyuyakalmışken kalbim nasıl dayanırdı izlerine zarar vermeye? Gözyaşlarım arttı. Toprak'ın gideceğini biliyormuş gibiydim o anlarda. O da biliyordu sanki. Bana sarılırken, elimi tutarken, alnımı öperken... Her davranışı bir vedaydı. İçimdeki o sıkıntının sevdiğim adamın sonu olacağını bilseydim uğurlar mıydım onu tebessümle hiç? Alt dudağıma sertçe dişlerimi geçirdim. Gelinliğim dolaba asılmıştı yine. Her yanı çamurdu ama kirli diyemiyordum artık ona. Sevdiğim adamın toprağı bulaşmıştı beyazlığına, nasıl kirli derdim ki?

"Elimi tutmana," dedim boğuk, çatallı bir sesle. "Geçti, demene o kadar ihtiyacım var ki." Hıçkırdım. Yatağın üstüne çöktüm usulca. Sesim bir fısıltıdan farksızdı. "Toprak, hani hep benimle olacaktın?"

Burnumu çektiğimde yanıma oturan bir beden hissettim. Toprak'ın yüzünü gördüğümde kalbim yine hızlandı. "Yanındayım ben," dedi. Onun da gözleri dolu doluydu. "Kalbinde olduğum sürece hep seninleyim." Elimi ona uzattım. Yüzüne dokunmak, ona sımsıkı sarılmak istedim ama ona değdiğim an hayali tuzla buz oldu. Havada kaldı elim. Dudaklarımdan bana yabancı bir feryat kaçtı o anda. Kapı hala ısrarla çalıyordu.

"Yalancı!" diye bağırdım boşluğa. "Yalan söyledin bana!" Yatağın çarşafını sıktım. "Beni yalnız bırakıp gittin!" Vücudum sarsılıyordu. Nefes almak istiyordum, yeniden onun kollarında huzur bulmak istiyordum. Toprak'ın gülüşleri zihnimde yankılanmaya başladı. Her tebessümü gözlerimin önündeydi. Mavileri gülümsediğinde hafifçe kısılır, bana ışıl ışıl bakardı. O bana her baktığında gözlerindeki o okyanusun dibine batmak, yüzyıllar boyunca orada yaşamak isterdim. Sonra ilahi bir sesle adımı mırıldanırdı Toprak. Çok sevdiğim saçları konuşurken alnına çarpar, bana hayatım boyunca hiç görmediğim güzellikte bir görüntü bahşederdi. Dudakları aralandığı an kalbim göğüs kafesimi kırmak, ona doğru kanatlanıp uçmak isterdi. Ya şimdi? Ellerim bomboştu. Ondan geriye fotoğraflarından başka hiçbir şey kalmamıştı. O bir daha asla bana gülümsemeyecekti. Ben onun yüzünü bir daha hiç görmeyecek, beraber kurduğumuz hayallerin hiçbiri gerçekleşmeyecekti. Toprak ölmüştü. Zihnim aynı cümleyi acımasızca yineledi. Toprak öldü, Toprak öldü, Toprak öldü...

Odanın kapısı kırıldı. O tarafa hiç bakmıyor, ağlıyor, ağlıyor ve ağlıyordum. İdil'in başrolü olduğu hikaye buraya kadardı, bitmişti. Mutsuz bir sonla bitmişti hem de. Bu hikayeyi okuyanlar ağlamıştı, benim hayatımın filmini izleyenler kahrolmuştu. Bedenim güçlü kollar tarafından sarsılırken dudaklarımdan benim bile anlamadığım mırıltılar dökülüyordu. Biri yüzümü tutuyor, ona bakmam için zorluyordu ama ben karşımdaki insana baksam da gördüğüm şey bir boşluktan başka hiçbir şey değildi. Tüm boşluklarımı Toprak doldurmuşken onun yok olmasıyla her şey daha büyümüş, beni o boşlukta kaybolmakla cezalandırmıştı. Dün toprağı elimden nasıl kayıp gittiyse o da öyle gitmişti. O, benden acıta acıta gitmişti. Oysa Toprak ardında yaralı kalpler bırakmayı sevmezdi, bunu bana kendisi söylemişti.

Özür dilerim.

Sesini yine içimde duyduğumda onu çoktan affetmiştim ama tüm bunları kaldıramıyordum. Biri intihar etmemi istiyor gibiydi. Boynuma bir ip geçirerek hayatıma son vermemek için hiçbir nedenim yok gibi geliyordu. İdil Ilgar, sevdiğinin yanına gömülmek istiyordu. Yazık ki kader onun isteklerini hiçbir zaman umursamamıştı.

Ölüm aniydi. Bizi hiç beklemediğimiz zamanlarda bulur, hayatımızı tepetaklak ederdi. Öldüğümüzde biri tırnaklarını batırarak ellerini boynumuza sarmış gibi gelirdi bize. Nefes almak için çırpındıkça daha da güçsüzleşirdik. Yavaş yavaş, acıyı hissederek ölmeyi beklerdik. Sonra birden, boğazımızdaki el çekilir ve bu kez yüreğimizi söküp alırdı. Bu ölüm bir defa olmazdı hem de. İnsan yaşadığı her gün, her saniye bir kez daha ölürdü. Veda etmesini beceremezdi, kal demeyi, göndermeyi, gitmeyi, kalmayı... Sadece bir yabancı gibi uzaktan izlerdi her geçen dakika biraz daha kaybettiğini. Ve sonunda elleri bomboş kalırdı. İnsanın bedeni bir kere ölürdü, yüreği ise binlerce defa.

*

Zaman geçtikçe acı diner, derlerdi ama bu tamamen bir yalandı. Zaman acıları iyileştirmezdi. Sadece alıştırırdı, hepsi buydu. Günler geçtikçe ben de içimdeki kalabalıkların sahibi olan adamın yalnızlığına alışıyordum. Hayatımda hiç bir şeye alışmak bu denli büyük bir keder yaşatmamıştı bana. Toprak'ın kırkı çıkmıştı. Düğün evi cenaze evi olalı kırk günü geçiyordu. Bir ölüden farksız geçirdiğim zamanı saymayı kırkıncı günde bırakmıştım. Neredeyse hiç çıkmıyordum bu odadan. Ne yaparlarsa yapsın bir şey yemiyor, yiyemiyordum. Defne anne bile tüm acısını bir kenara bırakıp yanıma gelmişti sonunda. Elimi tutmuş ve ağlamamak için kendini zorlayarak "Kızım," demişti bana. "Ben bir evladımı toprağa verdim, bana diğerinin acısını yaşatma." Bilmiyordu oysa. O evladını ölüme gönderenin ben olduğumu bilse yine bakar mıydı gözleri öyle? O gece içindeki sıkıntıya rağmen gitmesine izin verenin ben olduğumu bilse dayanabilir miydi?

İçeriden duyduğum bağırtılar kapalı gözlerimi aralamama neden oldu. Günlerden neydi bilmiyordum ama güneşli, parlak bir gün olduğunu camdan görebiliyordum. Burnumda Toprak'ın tişörtlerinden biri vardı. Uyuyakalmadan önce onu almış, sımsıkı sarılarak koklamıştım. Fakat yavaş yavaş siliniyordu kokusu. Kimse beni buradan ayıramıyordu. En sonunda Barış bile ağlamayı kesip karşıma dikilmiş, omuzlarımı sarsarak Toprak'ın ölümünü kabullenmem gerektiğini haykırmıştı. Halbuki ben onun öldüğünü, mezarını gördüğüm an zaten anlamıştım. Benim kabul edemediğim şeyler bambaşkaydı ama günlerdir ağzımdan tek bir kelime çıkarmaya dermanım yokken nasıl anlatabilirdim ki ona? Sesler artarken yataktan kalktım. Ağır hareketlerle odanın kapısına ilerlerken yürümeyi unutmuş gibiydim. Hala sakinleştirici alıyordum. Ruhum acısını ne kadar sessiz yaşamak istese de bedenimi yenemiyordum çünkü. Kontrolü bir başkasına vermiştim. Odaya gitmeden önce banyoya uğradım. Orada, aynadaki yansımama bakarken gördüğüm bu kızı ben bile tanımamıştım. Zayıflamıştım. Yüzüm çökmüş, gözlerimin altı mosmor olmuştu. Dudaklarım renksiz gibiydi. Ve bakışlarım, yaşamayı hiç tatmamışçasına ölüydü.

Kendimi öldürmeyi geçen bu zaman zarfında o kadar sık düşünmüştüm ki bir insan düşünceleriyle intihar edebilseydi şimdiye bedenim çürümüş olurdu. Fakat her defasında annemin acılı gözleri buna mani olmuştu. Tam karşımdaki aynaya bakarkense bu bile yetmiyordu bu arzuyu bastırmaya artık. Camı kırmak, parçalarını kalbime saplayarak bu acıya son vermek istiyordum. Sesler artarken gözlerimi indirdim ve salona geçtim. Barış bağırıyordu. Herkes onu susturmaya çalışırken "İdil'i uyandıracaksın!" diye ikaz etti onu Savaş. Henüz hiçbiri beni fark etmemişti. "Sessiz ol."

"Nasıl sessiz olayım Savaş?" diye boğazını yırtarcasına konuştu Barış. "Daha nereye kadar susacağım?" Müge'nin ağlayan gözleri beni bulduğunda Barış da cümlesinin devamını getiremeden sustu.

"Ne oldu?" Zorlukla bu soruyu sorduğumda kendi sesimi tanıyamamıştım. "Neden bağırıyorsun Barış?" Barış'ın gözleri televizyona kaydığı an Savaş kumandayı kapıp görüntüye son verdi. "Neyi görmemi istemiyorsunuz yine?" Bıkkın bir sesle konuştuğumda gözüm annemle babamı arasa da onlar ortalıkta görünmüyordu.

"Yok bir şey," dedi Eymen. "Dinlenmene bak sen, güzelim."

Ona göz ucuyla bakıp kumandayı aldım ve televizyonu açtım. Diğerleri bunca zamandır o odadan çıkmayışımın ve suskunluğumun verdiği şaşkınlık içinde olduğundan bu zor olmamıştı. Televizyonu açıp tam karşısına geçtim. Bir zamanlar Toprak'ın çalıştığı kanal açıktı. Sunucu bir şeyler söylüyordu. Sesi arttırdım.

Evet sayın seyirciler, gündemimize sıcak bir gelişmeyle devam ediyoruz. Bir süre önce hayatını hain bir saldırıyla kaybeden meslektaşımız Toprak Alkay'ın cinayetinde yeni deliller ortaya çıktı. Muhabirlerimiz bilgi almak için İl Emniyet Müdürlüğü önündeyken muhabirlerimizden Burçak Saraç da kapalı cezaevinden yayına bağlanıyor."

Ekran küçüldüğünde Burçak'ın tanıdık yüzünü gördüm. Elindeki mikrofona konuşurken gözlerindeki öfkeyi buradan bile okuyabiliyordum.

"Evet, Semih Bey. Cezaevinin önünde görüldüğü üzere büyük bir kalabalık var. Birazdan Tunç Baymer'in tahliyesi gerçekleşecek ve onu sevenler Tunç Beyin arkadaşımız Toprak'ın ölümüyle ilgili olup olmadığına dair çok fazla yorumda bulunuyor."

Mikrofon yaşlı bir kadına uzatıldı.

"Tunç Baymer'in hakkındaki şikayetlere rağmen tahliye edilmesini nasıl buluyorsunuz? Sizce içeri girmesine sebep olan gazetecinin ölümüyle bir alakası olabilir mi?"

Yaşlı kadın Burçak'a birkaç saniye bakıp yanıtladı.

"Tunç Bey iyi adamdır kızım, bize çok yardımı dokunmuştur bu zamana kadar. Hak yerini buldu ve ona atılan asılsız iftiralar şükür ki son buldu.  O bahsettiğiniz gazeteciyi de tanımıyorum ama Allah Tunç Bey kadar iyi birine leke sürmesini yanına bırakmadı işte."

Duyduğum cümleyle kaskatı kesildim. Kapı eşiğinde görünen annemin ve babamın da ağladığını gördüğümde uzun zamandır ben hayattan soyutlanmışken olanlara inanamıyordum. O adamı nasıl serbest bırakırlardı? Bu zamana kadar hep Toprak'ın ölümünü düşünmüştüm ama buna sebep olanlar şimdi gelmişti aklıma. O... Lanet olsun o bir cinayete kurban gitmişti. Öyle söylüyorlardı değil mi?

Burçak mikrofonu bir başkasına uzattı. Sanki aykırı, arkadaşının masumiyetini anlatacak bir ses bekliyordu ama her konuşan Toprak'ın ölmeyi hak ettiğini, Tunç denen o adamın masum olduğunu söylüyordu. Ellerim titreyişini artırdı. Benim sevdiğim adama nasıl böyle söylerlerdi? Müge ve Barış annemleri otururken ben de yanlarına, koltuğa çöktüm. Ağzım açık televizyona bakarken her konuşan ithamlarını daha da ağırlaştırıyordu sanki. Hepsi ağız birliği etmiş gibi onu kötülüyorlardı. İnsan başkasını tanımadan nasıl yargılardı? Tunç'u cezavinin kapısından çıkarken gördüğümde uzun zamandır kalbime hakim olan acı yerini öfkeye bıraktı. Muhabirler Tunç'un konuşmasını beklerken onun gözlerinde gördüğüm zafer sinirimi tepeme çıkarmıştı. Tunç gözlerini kameramanlara çevirdi. Adımları onlara yönelirken özel bir arabayı kameranın açısından zar zor seçiyordum. Onu almaya gelmişlerdi. Toprak'ın ölümüyle bağlantılı olan adamı, konforla yaşatacaklardı!

"Tunç Bey," dedi başka kanallardan birinin muhabiri. "Öncelikle geçmiş olsun. Toprak Alkay'ın ölümüyle ilgili ne söyleceksiniz?

Kalabalık coşkuyla Tunç'u alkışladı. Tunç onlara eliyle selam verdikten sonra mikrofona yaklaştı ve çenesini dikleştirerek kendinden emin bir şekilde konuşmaya başladı.

"Ben bu zamana kadar insanları iyi ve kötü olarak ayıran biri olmadım hiç. Adalet yerini buldu. Belki acımasızca bir söylem gibi gelecek kulağa ama bu her anlamda böyle. Hakkımda asılsız suçlamalarda bulunan bir gazeteci için üzülmem içten bile olamaz. Mesleğine ihanet etti bahsettiğiniz kişi. Beni geçin, tüm Türkiye'nin itibarını zedelemeye çalıştı. Biz uluslarası işler de yapan bir şirketiz ve her şeyden önce adımızın kirletilmesinin ucu, yalnız bize değil bu ülkenin tamamına mal olabilirdi."

Yalandı. Söylediği kelimelerin hepsi yalandı. Nasıl yapardı bunu? Benim dokunmaya kıyamadığım adam hakkında nasıl böyle atıp tutardı? Vicdanları hiç mi yoktu? Toprak artık kendisini çıkıp savunamazken bu adam tüm pisliklerini sevdiğim adama nasıl yıkardı? Adalet neredeydi? Annemin gözlerinde hayatım boyunca unutamayacağım bir keder gördüm o an. Babamda da aynısından vardı. Onlar, oğullarının ölümüyle parçalanmıştı ama bu haber kalan son parçaları da ezip geçmişti. Toprak'ın anısına bile saygı duyulmamasının verdiği o gurur kırıklığı, bakışlarında bir fırtına olup kalmıştı. Öfkeyle yumruklarımı sıktım.

"Sizin bu cinayetle bir bağlantınız var mı peki? Toprak Alkay'ın ölümünden sizi sorumlu tutmaları hakkında bir şey söylemeyecek misiniz?"

Tunç arabaya yürürken duyduğu soruyla durdu ve geri dönüp muhabire ukalaca baktı.

"Beni kim nasıl istiyorsa öyle değerlendirebilir fakat şunu söylemeden geçemeyeceğim. O adam zerre kadar umrumda değil. Kim bilir yine kime çelme taktıysa hak ettiğini bulmuş." Kaşlarını çattı. "Ben, onun gibi küçük böceklere alışkınım neyse ki. Onu ezip geçmek yalnız benim için değil, kimse için zor olmazdı."

Kalbim bu duyduklarıyla dayanamazken annemin fenalaşmasıyla Savaş ona müdahale etti derhal. Mezun olmuştuk. O artık resmen bir doktordu. Ben de bitirmiştim okulu ama hayalimdeki gibi diplomamı alıp sevdiğim adama sarılamamıştım. Ben, diplomamı almaya bile gitmemiştim. Duyduklarımı sindirmek için o koltukta oturmuş beklerken Savaş anne ve babamı zor da olsa dinlenmeye yolladı. Diğerleri onun başından ayrılmıyordu. Savaş'ın yanıma geldiğini fark ettiğimdeyse ben hala o koltukta oturmuş, çoktan kapanmış televizyona bakıyordum. Elini dizimin üstündeki elimin üstüne koydu Savaş usulca. "Üzülme İdil, Allah kalplerimizden geçeni bilir. Toprak'ın masumiyeti ispatlanacak. O boşa ölmedi, buna inancım tam."

"Biliyor musun Savaş?" dedim aldığım kararla. "Günlerdir sürekli intihar planları kuruyordum. Hayattaki tek amacım ilk fırsatta Toprak'a kavuşmaktı ama bu gördüklerimden sonra ölürsem... O zaman ben onu öbür tarafta görsem bile yüzüne bakamam utancımdan." Gözlerim doldu. "Artık yaşamayan birinin arkasından atıp tutmak ne kolay, değil mi? Konuşursun, insanlar her dediğine alkış tutup başını sallar. Bazıları yalandan kınarlar seni ama içten içe umurlarında olmaz bu durum." Savaş duyduklarıyla şaşkına dönmüştü. Ben ise nefret saçan gözlerimi ona çevirirken acı ve öfkeden başka hiçbir şey hissetmiyordum. Yüreğim, tam da bu an tüm güzel şeyleri içinde öldürüp cesetlerini ortada bırakmıştı. "Fakat haklısın, Toprak boşuna ölmedi. Onun yarım kalan bir adalet arayışı vardı ve bunu tamamlamak da arkasında kalanlara düşer. Ancak o zaman ben huzurla uyurum." Çenem kasıldı. "Ant olsun ki onu karalayan herkese sözlerini bir bir yutturmadan ölmeyeceğim." Çenemi dikleştirdim. "Toprak bu hayatta ailesine ve sevdiklerine gurur ve merhamet vermişken kimse onu böyle yakamaz. Buna izin verirsem Allah ona kavuşmayı hiçbir zaman nasip etmesin. Eğer ben İdil isem, sonunda ne olursa olsun Toprak'ı aklayacak ve bugün ailemin ve benim yüreğimi yakanlara asla unutulmayacak bir ders vereceğim." Elimin tersiyle hışımla sildim yaşlarımı. "O güne kadar aldığım her nefes, döktüğüm her yaş bana haram." Yıkıldım. "Onun ölmesine izin vermeyeceğim. Toprak'ın ölmesine asla izin vermeyeceğim "

Savaş şaşkınca "İdil," dedi. "Toprak zaten... Öldü."

Başımı iki yana salladım. "Toprak ölmedi, öldürüldü." Ayağa kalktım. Benim yasım buraya kadardı. Artık, tüm gücümle ortaya çıkıp savaşma zamanıydı. "Ama ismi ölürse  o gerçekten o zaman ölmüş olur Savaş. Sevdiğim adamın bedenini bir kere öldürdüler. Fakat adı asla ölmeyecek. Çünkü o ölürse bu dünyada hiç kimsenin yaşamaya hakkı kalmaz."

Continue Reading

You'll Also Like

168K 11.3K 39
Hiç en yakın arkadaşınıza aşık oldunuz mu? Ben oldum ve işler çok karıştı. Adım Bahar, sıradan bir mahallede sıradan bir hayatım var. Aslında boş iş...
1.1M 40.9K 58
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
144K 10.3K 47
Geçirdikleri kaza ile hayatı değişen Lena'nın hayattan ümidini kestiği anda hayatta olduğunu öğrendiği kardeşi ile başlar herşey. Aşk, zorluk ve müc...
3K 626 24
Bir kadın vardı sadece kendi mutluluğunun kaynağını ailesi ve arkadaşlarına adayan... Bir adam vardı hayatına sadece vatanına adayan... Kadın ürkek v...