İkinci Tekil

By antided

93.4K 7.8K 1.2K

İdil, çok küçük yaşta ailesi tarafından terk edilmiş bir kızdı. Verildiği yurtta da, yurttan ayrıldıktan sonr... More

(0.0)
(0.1)-Sıfırın başlangıcı
(0.2)-Sıfırın yalnızlığı
(0.3)-Sıfırın inancı
(0.4)-Sıfırın tutkusu
(0.5)-Sıfırın bir'i
(0.6)-Sıfırın geçmişi
(0.7)-Sıfırın duyguları
(0.8)- Sıfırın kararı
(0.9)-Sıfırın hikayesi
(1.0)- Bir'in gerçek başlangıcı
(1.1)-Bir'in özgürlüğü
(1.2)-Birin ikisi
(1.4)-Birin rolü
(1.5)-Birin tekili
(1.6)-Birin inançları
(1.7)-Birin anıları
(1.8)-Birin bütünü
(1.9)-Birin imtihanı
(2.0)-İkinin ilkleri
(2.1)-İkinin kırılma noktası
(2.2)-İkinin kalıpları
(2.3)-İkinin yüzleşmesi
(2.4)-İkinin hüzün senfonisi
(2.5)-İkinin sorumluluğu
(2.6)-İkinin yaramazlığı
(2.7)- İkinin tesadüfü
(2.8)- İkinin bağları
(2.9)-İkinin barışı
(3.0)- Üçün hazin kırgınlığı
(3.1)-Üçün ilk adımları
(3.2)-Üçün zamanı
(3.3)-Üçün aşka selamı
(3.4)-Üçün gönlünün uçurtmaları
(3.5)-Üçün tattığı yabancı hisler
(3.6)- Üçün hayalleri ve tebessümü
(3.7)-Üçün şoku
(3.8)-Üçün aşamaları
(3.9)-Üçün unutulmazı
(4.0)-Dördün vedası
(4.1)-Dördün yası
(4.2)-Dördün kırık hüznü
(4.3)-Dördün intikamının ilk adımı
(4.4)-Dördün çizgisi
(4.5)-Dördün denkliği
(4.6)-Dördün kusursuzluğu
(4.7)-Dördün yetenekli oyunu
(4.8)-Dördün acıyla imtihanı
(4.9)-Dördün buruk tebessümü
(5.0)-Beşin af dileği
(5.1)-Beşin sevgisi
(5.2)-Beşin adalet arayışı
(5.3)-Beşin kaosu
(5.4)-Beşin konuşmaları
(5.5)-Beşin serzenişi
(5.6)-Beşin içsel arayışı
(5.7)-Beşin tezgahı
(5.8)-Beşin hazin finali
(5.9)-Beşin vurgunu
(6.0)Ek/Özel Bölüm

(1.3)-Birin aşkı

1.8K 155 6
By antided

Ve zaten herkes yaşamak için umuda ihtiyaç duyardı. İnsanları birbirinden ayıran onu elde etmek için ne kadar çabaladıklarıydı.

*

^ Ferhat Göçer - Sığmıyorsun geceye ve zamana

*

Zamanla bazı şeylerin etkisi azalır. Hiç geçmeyecek sandığımız kimi acıları bazen tebessümle anımsarız mesela. Bir bakmışız büyüdükçe önem verdiğimiz şeyler artık eskisi kadar dikkatimizi çekmez olur. Fün geçtikçe beklediklerimizin gelmeyeceğini kabullenir, kendimize bile itiraf edemediklerimizin ağırlığına katlanamayarak pes ederiz. Hayat büyük bir kandırmacadır. Kendisine teslim her şeyin çözüleceğine inandırır bizleri. Sonrasındaysa tüm emeklerimizi hiç ederek daha da kötüsünü verir bize. Pişman oluruz, kaybettiğimiz değerleri geri almak için yalvarırız ama bazen bazı şeylerin telafisi yoktur.

Gün geçtikçe içimde biriken bir merak vardı eskiden. Ailemi düşünür, beni bıraktıkları için pişman olup olmadıklarının hesabını yapardım. Bazen gaflete düşerek beni aradıklarını bile zannederdim ama öyle değildi. Herkes yaşıyordu, kimsenin umrunda değildi İdil'in kaderi. Hiçbir zaman olmamıştı. Ta ki diğerlerine rastlayana dek en azından.

O günün üzerinden neredeyse iki ay geçmişti. Toprak ve diğerleriyle aramızdaki bağ kuvvetleniyordu. Fatih Beyin başlangıçta tereddütle onayladığı işimiz de düzelmişti. Haftada iki gün Müge'nin söylemiyle efsaneler toplanıyor, kulaklarımızın pasını siliyordu. Geçen zaman zarfında müşterilerimiz epey artmış, tabiri caizse sinek avladığımız dükkan dolup taşmıştı. Artık nisan ayına girmiştik ve havalar iyiydi. Güneş tüm güzelliğiyle gökte parlıyor, daha iki ay önce o kadar karın yağdığı gerçeğini unutturmak ister gibi ışık saçıyordu. Havalarla birlikte yaşantım da rayına oturuyordu iyiden iyiye. Artık Toprak, senenin sonuna yaklaştığı için bir süredir ara verdiği tezine dönmüştü. Son günlerde evden kafeye gelip her zamanki gibi üç bardak çay içme eylemini gerçekleştirmek dışında pek çıkmıyordu. Barış da aynı durumdaydı esasen. Savaş'ın da dersleri ağırlaşmış, ben kendi derslerim için Hazar amcadan yardım alırken Müge de zamanının çoğunu dersleriyle geçirir olmuştu. Neredeyse haftada bir gün toplanabiliyorduk ve aynı evde de olsak Müge ile yemek zamanları veya mutfağa bir şeyler almaya gittiğimizdeki anlar hariç pek denk geldiğimiz de söylenemezdi.

Çalıştığım barda da işlerim iyiydi. Toprak, bana daima bir şeyi tüm kalbimizle istersek onu gerçekleştirebileceğimizi söylüyordu ve haklıydı da.

İçkilerin isimlerini düzeltirken "İdil," diye seslenen Ufuk ile başımı çevirdim. "Seninki geldi." dedi gülerek. Kimi kast ettiğini anlayarak omzumun üstünden arkaya baktığımda Toprak'ı gördüm. Normalde pek içeri girmese de hemen her gün beni bardan o alıyordu. Bunun için uykusundan feragat etmesi ona defalarca kez bunu yapmasına gerek olmadığını anlatmaya çalışmama yol açmıştı ama Toprak benden de daha fazla inatçıydı. Sürekli bunun onu da mutlu ettiğini söylüyor, gözlerimin en derinine bakarak kelimelerimi öldürüyordu.  Sonra bem hiçbir şey diyemeden ona boyun eğerken buluyordum kendimi.

Zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım. Eşyalarımı alarak yanına gittiğimde Toprak hiçbir şey demeden dışarı çıktı. Ben de arkasındaydım. Ufuk'un imalı gülüşünü görmemişti neyse ki. Toprak zeki biriydi ve arkadaşlarımın onun hakkında durup dururken imalı laflar söylemesi ya da bir şeyler belli etmesi onun bunu anlamasına neden olurdu. Bu konuda birçok kez Ufuk ve Esra'yı uyarsam da onlar ağız birliği etmiş gibi bundan vazgeçmiyor ve sürekli Toprak hakkında iğnelemelerde bulunuyordu. Dürüst olmak gerekirse işler Toprak açısından olmasa da benim cephemde öyleydi de. Ne zaman veya nasıl olduğunu anlamadan kendimi ona alışık vaziyette bulmuştum. Kafeye geç geldiği günler gözüm onu arıyor, yemek için Defne teyzelere gittiğimde ilk onu soruyordum. Bu bilinçli bir eylem de değildi aslında. Onun bana karşı Müge'ye hissettiklerinden başka bir şey hissetmediğine emin olsam da ben onaçu kalbimde diğerlerinden ayrı bir yere koymuştum. Toprak, benim mabedimdi. Ne zaman üzülsem kar yağdığı gece ilk kez çıktığım çatıya çıkıyor, beni de peşinden sürüklüyordu. Ona göre ayaklarımızı sarkıtıp şehri izlediğimizde her şeyi unutabilecek kadar özgür oluyorduk. Başta bu tuhaf gelse de bunu denediğimde sözlerindeki haklılık payını da görmüştüm. Toprak'ın huyları bulaşıcı gibiydi ve ben de kendimi çoğu zaman o ne yapsa onu taklit ederken buluyordum.

Dışarı çıktığımızda "Dalgınsın," diye mırıldanarak yürümeye başladım.

"Biraz," diye beni onayladı. "Tezi düşünüp duruyorum son zamanlarda." Omuz silkti. "Hala beni aradıklarına eminim." Ona baktım. Toprak bu düşüncesini benimle daha önce de paylaşmış ve bir süre sessizliğe gömülerek dikkat çekmemenin en doğrusu olduğuna karar vermişti. Ancak anlaşılan o ki yeniden harekete geçmenin vaktinin geldiğine inanıyordu. "Seni bir yere götürebilir miyim sevgili suç ortağım?" diye sorduğunda gülümsedim. Kim bilir yine aklında ne vardı.

Issız sokaklarda ilerleyip bir evin önünde durduğumuzda merakla onu izledim. Elini cebine atıp anahtarlığını çıkardı ve içlerinden doğru olanı bulup kapıyı açtı. Bu eve daha önce hiç gelmediğim için şaşırmıştım. İçeri girdiğimizde bomboş bir salon karşıladı bizi. Anlamazca gözlerimi etrafta gezdirdim. Burası neresiydi?

Toprak hala karanlık olan hava yüzünden yarım yamalak görünen evin ışığını açtı ve arka tarafa geçti. Bir odanın kapısının önünde durduğunda ben de adımlarımı kestim. Toprak kilitli odanın kapısını açtığında peşinden girdim ve gördüğüm şeyle şaşkınca gözlerimi irileştirdim.

Evin beyaz duvarlarında bir sürü fotoğraf vardı. Odanın bir kısmına adını bilmediğim bir şey geçirmiş, fotoğrafları oraya asmıştı. Toprak usulca ilerledi. Kulağıma hafif bir müzik sesi geldiğinde odadaki eski gramofonu yeni fark etmiştim. "Bunlar," dedim şaşkınca. "Senin mi?"

"Öyle denebilir," diye yanıtladı. "Aslında bu ev Su'yun ailesine aitti. Kızlarının ölümünden sonra İbrahim amca ve Sezen teyze daha fazla burada onun hatıralarıyla yaşayamayacaklarını söyleyip Ankara'ya taşınınca da anahtarları Savaş'ın eline tutuşturup lazım olursa burayı kullanabileceğimizi anlatmışlardı. Tahmin edersin ki Savaş da buraya giremeyeceğini söyleyip bunları bana fırlatmıştı. Ben de Eskişehir'e dönünce burayı hazırladım işte." Elini havada öylesine salladı. "Bulduğum belge ve delilleri burada yedekliyorum. Asılları her zaman bende olsa da işimi sağlama almam gerek, bilirsin yakalanma ihtimaline karşın her şeyin önlemini almak gerekir."

İlerleyip pano şeklinde hazırladığı duvarın önünde durdum. Hiç tanımadığım adamların fotoğrafına bakarken Toprak eliyle en üstteki fotoğrafı gösterdi. "Asıl adamımız Tunç," diye mırıldanırken dediklerine kulak kesildim. "En azından benim bildiğim kadarıyla öyle." Alttaki iki adamı gösterdi. "Sağ ve sol kolları diyebileceğimiz Alp ve Ferit. Alp daha çok uyuşturucuyu üretmekle uğraşan herif. Ferit de onu temin eden ve mekanizmanın işleyişini sağlayan temel adam." Yuvarlak içine aldığı fotoğrafa daha dikkatli baktım. "O gece, iş üstünde yakaladığım kişi de ta kendisi. Diğerleri daha çok dağıtımda görev alan maşalar." Yeniden en üstteki adamı gösterdi. "Tunç hakkında hiçbir şey bulamadım bunca zamandır. Adam olması gerektiğinden bile daha temiz görünüyor."

Kaşlarımı çattım. "Öyleyse neden onun peşindesin?"

Toprak burun kemerini sıktı. "Çünkü görünenin arkasında daima daha büyük bir gerçek yatar." Dudağını ıslattı. "Söz gelimi, sizin sofistleri düşünelim. Her şeyden şüphe ederler, değil mi?" Onu onayladığımda Toprak da devam etti. "Bir sofist değilim ama aklı başında olan her insan bu kadar normal birinin yaşayamayacağını bilir. Herkesin işlediği bir günah vardır illa ki ama bu adam, kendini hem basına hem de çevresine tertemiz bir iş adamı olarak lanse ediyor. İşte, kuşkularımı tetikleyen temel şey de bu. Çünkü kimse tümüyle masum değildir." Yandaki duvara dayadığı çekmecelere uzandı ve içinden bir dosya çıkardı. Bir sayfayı gösterip bana uzattığında içimden yazılanları okumaya başladım.

Tunç Baymer, otuz iki yaşında. Genel müdürlüğünü yaptığı BAYMER şirketinin CEO'su kardeşi Demir Baymer adına katıldığı sosyal dernekler ve vakıflara yaptığı yardımlarla tanınıyor.

Sayfayı çevirdim. Gazete küpürlerinden kesilen birkaç kısım sayfaya yapıştırılmıştı.

Ünlü iş adamı Tunç Baymer yine yardımseverliğini konuşturdu. Kimsesiz çocuklar adına yapılan açık artırmada yüz bin lira değerindeki tabloyu alması, fethettiği gönüllere yenisini ekledi.

Dikkatle fotoğraftaki adama baktım. Bizimkinin aksine daha keskin yüz hatları vardı. Henüz gençti ve yakışıklı sayılırdı ama kameraya attığı bakışı görür görmez ben de bir şeyler sezmiştim. Sanki adamda görünenden fazlası vardı. Belki de Toprak'ın paronayası bana da bulaşmış ve olmayan şeyleri düşünmeye başlamıştım.

Birkaç haberde daha kısaca göz gezdirdikten sonra kafamı kaldırdım ve tepkilerimi dikkatle inceleyen Toprak'a baktım. "Diyelim ki haklısın ve bu adamda bir şeyler var, bunu nasıl öğrenebiliriz ki? Adama ulaşmak için bile bir dizi şey gerekir. Bu da kimliğinin ortaya çıkması demek oluyor."

Toprak "Aklımda bir plan var," diye konuşmaya başladı. "Ama bunun için yardımına ihtiyacım olacak İdil." Elini ensesine attı. "Bunu senden istemek benim için çok zor ama güvenebileceğim tek kişi sensin." Gözlerini kaçırdı. Sözünü kesseydim devam etmeyecek gibiydi. Bu nedenle kendi kendine sürdürmesini bekledim. Birkaç saniyelik sessizlikten sonra "Ben," dedi. "Yarın Tunç Bey ile tanışmaya gideceğim." Sarı saçlarını eliyle ittirdi fakat asi tutamları alnına yeniden düşmekte gecikmemişti. "Bir arkadaşım var, İstanbul'dan. Benim için buraya geldi birkaç gün önce. Bilgisayar mühendisliği okuyor ve bana birkaç ufak yardımda bulundu. Yarın bir iş adamı gibi davranarak Baymer'lerin şirketine gireceğim." Derin bir nefes aldı. "İdil, bir günlüğüne karım olur musun?" Dudaklarım dehşetle aralanırken bakışlarımın sokaklarında dehşet geziniyordu. Toprak "Yani rol icabı," diye beceriksizce açıklamaya çalıştı. "Sadece birkaç saatliğine bana eşlik etmen inandırıcılığı pekiştirmek için gerekebilir. Tek yapacağımız şey bir iş görüşmesi yapmak için oraya gitmek. Sonrasına sonra karar veririz." Toprak sessizliğimi gördüğünde boğazını temizledi. "Şunu bil ki kabul etmesen de seni anlarım. Neticede benim için başını belaya sokman gerekmiyor."

Kararımı çoktan vermiştim aslında. Bu zamana dek Toprak benim için çok şey yapmıştı. Düştüğümde elimden tutmuş, ağladığımda mendilini uzatmış, yalnız kaldığımda bana sarılarak her şeyi unutturmuştu. Biz dört aya o kadar çok şey sığdırmıştık ki bunu sorması bile saçmaydı
Çünkü o istemese bile ben o plana bir şekilde dahil olurdum zaten. "Ne olacağını bilmiyorum, umrumda da değil," dedim. "Fakat bildiğim bir şey var, oraya yalnız gitmeyeceksin Toprak." Gözlerine baktım ve orada kendi yansımamı buldum. O maviliklere bakan, baktıkça boğulan kız bundan birkaç ay önce hayattan hiçbir beklentisi olmayan İdil değildi. Toprak ile aramızdakinin adı neydi emin değildim. Belki sadece iki arkadaştık, belki dost, belki kardeş ve belki de birbirini seven iki insan. Lakin biz her şeyden önce insandık. Birbirimize yardım etmemiz onun da söylediği gibi kaçınılmazdı çünkü her insan yardıma ihtiyaç duyardı. O beni bu anlarımda hiç yalnız bırakmamışken ben nankörlük edemezdim de zaten. "İyi bir oyuncu olduğum söylenemez." diye devam ettim konuşmama. "Ama söz veriyorum, elimden geleni yapacağım."

Toprak birkaç saniye boyunca gözünü kırpmadan yüzüme baktı. Neden sonra birden kollarının arasında buldum kendimi. Kalbim bu beklenmedik temasla hızlanırken Toprak tüm utancını bir kenara atarak bana sarıldı. Kafam göğsüne denk geliyordu. Gözlerimi yumup birkaç saniye boyunca sessizce bekledim. Toprak, huzur kokuyordu. O bana her şeyiyle huzur veriyordu. Buna inanmak güçtü çünkü kimse insanın kendisinden daha kıymetli olamazdı ama biri çıkıp onun için ölmem gerektiğini söylese dahi düşünmeden kabul edeceğimi biliyordum. Ona değerdi, her zaman için değmişti ve her zaman onun uğruna fedakarlık yapmaya da değecekti. Belki ileride yollarımız bir daha kesişmemek üzere ayrılacaktı ama ben de kollarımı onun zayıf beline sararken bunu düşünmemeye çalıştım. O şu an buradaydı ve bana sarılıyordu, geri kalan her şey önemsiz birer detaydan ibaretti.

Toprak çenesini başıma yasladığında kalbimin sesini duymamasını diledim amansızca. Bir insana aşık olmak kolaydı aslında. Görürdük, kalbimiz hızlanırdı ve eğer şans bizden yanaysa hislerimize karşılık da bulurduk ama dostluk öyle değildi. Birinden güven almak, ona inanmak ve onun da size inanmasını sağlamak benim nazarımda aşktan daha kıymetliydi. İşte bu yüzden istemiyordum kalbimin sesini duymasını. Zira eğer duyacak olursa ona bunun nedenini açıklamak zor olurdu. Her şey bir yana, utancım ve utancı engel olurdu bana ve ben Toprak'ın dürüstlüğü haykıran gözlerine bakarak yalan söyleyemezdim. Bu, ona yapılmış en büyük haksızlık olurdu.

Yavaşça ayrıldığımızda gözlerimi gözlerinden defaatle kaçırdım. Birkaç saniye boyunca zemini izleyen gözlerimi sonunda kaldırma cesaretinde bulunduğumda göz göze geldik. Onun hafif kızaran yanaklarını gördüğümde az önce olanları es geçerek "O zaman," diye söze başladım. "Yarın için izin alayım ben."

Başını salladı. Telefonumu cebimden çıkardığımda arkamı dönecektim ki kolumu nazikçe tuttu ve "Teşekkür ederim," diye fısıldadı. "Her şey için."

Gülümsedim.

Gülümsedi.

Kalbim, göğüs kafesimi tekmeledi.

Ve o bunu hiç bilmedi.

Continue Reading

You'll Also Like

935K 65K 37
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
3.3K 106 1
Tiktok videosu çeken ve aynı zamanda emekli bir albayın kızı olan Birce'nin yine bir gün tiktok videosu olarak abimin arkadaşına yazıyorum akımına gö...
7.2M 417K 84
Sevdiği çocuk yerine yanlışlıkla okulun serserisine yazan Ece, başına çok büyük bir bela aldığını fark ettiği an onu engeller. Fakat her şey için ço...
9.9K 3.2K 31
( ASKIYA ALINDI ) " İnsanı acıları büyütür güzel kızım..." ....... Sapkın bir ruhun hırsı uğruna katlettiği hayatların hikayesi. Acı bu hikâyede baş...