İkinci Tekil

By antided

93.4K 7.8K 1.2K

İdil, çok küçük yaşta ailesi tarafından terk edilmiş bir kızdı. Verildiği yurtta da, yurttan ayrıldıktan sonr... More

(0.0)
(0.1)-Sıfırın başlangıcı
(0.2)-Sıfırın yalnızlığı
(0.3)-Sıfırın inancı
(0.4)-Sıfırın tutkusu
(0.5)-Sıfırın bir'i
(0.6)-Sıfırın geçmişi
(0.7)-Sıfırın duyguları
(0.8)- Sıfırın kararı
(0.9)-Sıfırın hikayesi
(1.0)- Bir'in gerçek başlangıcı
(1.1)-Bir'in özgürlüğü
(1.3)-Birin aşkı
(1.4)-Birin rolü
(1.5)-Birin tekili
(1.6)-Birin inançları
(1.7)-Birin anıları
(1.8)-Birin bütünü
(1.9)-Birin imtihanı
(2.0)-İkinin ilkleri
(2.1)-İkinin kırılma noktası
(2.2)-İkinin kalıpları
(2.3)-İkinin yüzleşmesi
(2.4)-İkinin hüzün senfonisi
(2.5)-İkinin sorumluluğu
(2.6)-İkinin yaramazlığı
(2.7)- İkinin tesadüfü
(2.8)- İkinin bağları
(2.9)-İkinin barışı
(3.0)- Üçün hazin kırgınlığı
(3.1)-Üçün ilk adımları
(3.2)-Üçün zamanı
(3.3)-Üçün aşka selamı
(3.4)-Üçün gönlünün uçurtmaları
(3.5)-Üçün tattığı yabancı hisler
(3.6)- Üçün hayalleri ve tebessümü
(3.7)-Üçün şoku
(3.8)-Üçün aşamaları
(3.9)-Üçün unutulmazı
(4.0)-Dördün vedası
(4.1)-Dördün yası
(4.2)-Dördün kırık hüznü
(4.3)-Dördün intikamının ilk adımı
(4.4)-Dördün çizgisi
(4.5)-Dördün denkliği
(4.6)-Dördün kusursuzluğu
(4.7)-Dördün yetenekli oyunu
(4.8)-Dördün acıyla imtihanı
(4.9)-Dördün buruk tebessümü
(5.0)-Beşin af dileği
(5.1)-Beşin sevgisi
(5.2)-Beşin adalet arayışı
(5.3)-Beşin kaosu
(5.4)-Beşin konuşmaları
(5.5)-Beşin serzenişi
(5.6)-Beşin içsel arayışı
(5.7)-Beşin tezgahı
(5.8)-Beşin hazin finali
(5.9)-Beşin vurgunu
(6.0)Ek/Özel Bölüm

(1.2)-Birin ikisi

1.6K 159 15
By antided

Herkesin özlediği biri vardır.

*

^ Pera - Sevdiğim Kadın

*

"Anne!"

Küçük bir kız çocuğu, hıçkırarak ağlıyordu. Minik omuzları sarsılırken gözlerinden akan yaşların her biri sanki yüreğine akıyor, kalbibi dağlıyordu. Oysa küçük kız, çocuklar acı çekmez sanıyordu. Çekmemelilerdi de aslında ama hayat adil değildi.

Zavallı çocuk, çaresizce çırpınarak kendisine arkasını dönen kadının peşinden koştu. Can havliyle koluna yapışırken acısı gitgide artıyordu. "Anne," diye tekrarladı. "Yalvarırım beni bırakma burada. Söz veriyorum, bir daha sözünden çıkmam." Hemen annesinin yanında dikilen adama döndü bu defa. Adamın yüzüne bakarken annesinden bulamadığı yardımı onda ararcasına bu kez ona koştu ve ayaklarına sarıldı. "Baba, lütfen beni terk etmeyin." Hıçkırdı yeniden. "Ben size hiçbir şey yapmadım."

Adam, kızı hafifçe ittirerek bacağını kurtardı. Çömelip kızla boyunu eşitlediğinde elini çocuğun yanağına bastırdı ve "Böyle olması en doğrusu," dedi. Kız, itiraz ederek başını salladı. O çocuk, bendim. Yeşil gözleri ağlamaktan kızarmış o kızın bedeni bana aitti. "İdil," dedi babam. "Biz annenle ayrıldık."

"Ama ben annem değilim!" diye haykırdı çocuk, haykırdım. "Baba, benimle neden ayrılıyorsun?"

"Sen henüz bunu anlamayacak kadar küçüksün, canım."

Omzuna elini koyan annesi ona böyle söylediğinde kız hırçınca omzunu ondan kurtardı ve "Sen kendin söylüyorsun!" dedi. "Ben henüz küçüğüm anne." Sesi yeniden kısıldı. "Burada nasıl yaşarım?"

Annesinin baş işaretiyle güvenlik görevlisi kızı kucağına aldı. Onu götürmeye başlarken kız küçük ayaklarıyla debeleniyor, gitmemek için elinden geleni yapıyordu. Anne ve babası yurdun geniş bahçesinden çıkmak üzereyken yenilgiyle indirdi omuzlarını küçük İdil. Artık direnecek gücü kalmamıştı. Fakat son bir kez "Anne, baba!" diye seslendiğinde tanrının da yardımıyla sesi güçlü çıkmıştı. Ebeveynleri üzgün gözlerle ona döndüğünde küçüklüğüm kaşlarını çattı. Canı yanıyordu ve o an kendi kendine can yakacağına yemin etmişti. "Siz beni terk ettiniz." Burnunu çekti. "Ben de sizi bir gün terk edeceğim." Elinin tersiyle yaşlarını sildi. "Sizi asla affetmeyeceğim. Asla!"

Yaşım küçüktü fakat onların düşündüğünün aksine her şeyin farkındaydım. İstenmediğimi anlayabiliyordum, benim anlamadığım neden istenmediğimdi. Unun cevabını yıllar sonra bile alamamıştım ama inancım tamdı. Günün birinde, yüzlerine bakacak ve hala affetmezdiğimi haykıracaktım. Onlardan nefret ettiğimi, artık umrumda olmadıklarını.

Güvenlikçi Bekir amca, beni içeri götürdüğünde gözlerimi yumdum korkuyla.

Artık, yapayalnızdım.

İşin kötüsü beni buna mahkum eden öz ailemdi.

"Hayır!" Bağırarak uyandığımda saatin kaç olduğunu bilmiyordum. Terden ıslanan saçlarım yüzüme yapışmıştı. Göğsüm körük gibi inip kalkıyordu. Odamın kapısı aniden açıldığında Müge'nin korkulu suratını gördüm. Yanıma geldi hızla. "İdil, iyi misin?" Başımı iki yana salladım çaresizce. İyi değildim. Gerçekte atlatsam da geçmişim rüyalarıma sızıyor ve peşimi bırakmıyordu. Bırakmayacaktı da. Ben ölene dek hatıraların yükünü çekmeye mecbur bırakılmıştım. Müge yatağın kenarına oturup komodinin üzerinde her gece benim için bıraktığı su bardağını aldı ve dudaklarıma yaklaştırdı. Titreyen ellerimle bardağı kavrayıp üstüme de dökerek suyu içtiğimde hala sakinleşememiştim.  "Anlatmak ister misin?" diye sordu. "Kabus mu gördün?"

"Anlatacak ne var ki?" diye başımı ellerimin arasına aldım ve dizlerimi çektim. Sırtımı yatak başlığına yaslarken hala ağlamaya devam ediyordum. "O kabusu sadece görmedim Müge, ben onu yıllarca yaşadım. Her günümde, her anımda istenmediğim gerçeğiyle yüz yüzeydim. Hala öyleyim."

Müge rüyamı çözmüştü. Ellerimi kavrayarak saçlarımı çekiştirmemi engelledi. "Sen istenmeyen biri değilsin, İdil." derken sesi içtendi. "Yalnızca onlar senin değerini bilmeyen insanlar. Yazık ki biyolojik ailemizi kendimiz seçemiyoruz ama bak," Yanağımı okşadı. "Artık senin yepyeni bir ailen var ve onlar seni asla bırakmayacak. Biz, seni hiçbir zaman terk etmeyeceğiz."

Aniden ona sarıldım. Buna çok ihtiyacım vardı. "Teşekkür ederim," dedim fısıltıyla. Müge de kollarını bana sardı.

"Kardeşler arasında teşekkürün lafı olmaz." Geri çekilip yanaklarımı sildi ve "Hadi," diye ciddileşti. "Şimdi uyumaya çalış, sabah devam ederiz." Onu onayladığımda uzanıp yanağıma bir buse kondurdu Müge. Beni son kez kontrol edip odadan çıktığında başımı yastığa koydum ve derin bir nefes aldım. Hala rüyanın tesirinde olsam da Müge'nin sözleri bir nebze de olsa iyi gelmişti. O haklıydı, ben ailemden iki kişiyi kaybetmiştim ama artık çok daha kalabalık bir aileye sahiptim. Her şeyden önce bir insanın ailesi olmak için fizyolojik yapıların benzemesi ya da kan bağının olması gerekmiyordu. İnsan, ailesini kalbinde buluyordu. Toprak ve sayesinde denk geldiğim bu insanlar benim asıl ailemdi artık ve kim ne derse desin bu gerçek değişmeyecekti.

Bir süre bu düşüncelerle yatakta dönüp durdum. Çocukken de sık sık aynı kabusu görürdüm ama uzun zamandır alıştığım bu gerçek beni bu kabuslardan uzak tutmuştu. Şimdi birdenbire yüzlerini unutmaya yakın olduğum, sosyal medyadan yaşadıklarını ara ara kontrol ettiğim ailem görmek dengemi neden alaşağı etmişti anlamamıştım. Homurdanarak yataktan kalktım. Zaten pek uyumayı seven biri değildim. Bir de bu olay eklenince yatakta saatlerce dursam bile uyuyamayacağıma adım kadar emindim. Parmak uçlarımda yürüyerek odadan çıktım. Belki de biraz hava alsam iyi olacaktı. Üzerime eski paltomu giyerek anahtarı aldım ve evin kapısını sessizce araladım. Aynı titizlikle kapıyı kapattığımda arkamı döner dönmez çarptığım bedenle dudaklarım aralandı. Çığlık atmak üzereydim ki bir el dudaklarıma kapandı. Gözlerim irileşirken "Hey," dedi tanıdık bir ses. "Sakin ol, benim."

Derin bir güven duygusuyla elimi kalbime baatırdığımda Toprak dudaklarımın üstündeki elini çekti. "Bu saatte ne işin var dışarıda?" diye kısık sesle sorduğumda gözüm karanlığa iyice alıştığından ışıldayan mavilerini görebiliyordum.

"Bunu sana benim sormam gerekmiyor muydu?" diye takıldı.

"Kabus," dedim fısıltıyla. "Kabus gördüm."

Toprak çenesini kaşıdı. "Ne tuhaf, ben de." Birbirimize baktık birkaç saniye. Ardından Toprak birden elimi tuttu ve "Gel," dedi. "Sana iyi gelecek şeyi biliyorum."

Beni merdivenlere yönelttiğinde karanlıkta koşar adım yukarı çıkmaya başladık. Kaldıkları apartman beş katlıydı ve biz üçüncü katta kalıyorduk. İki kat daha arşınlayıp çatı kısmına geldiğimizde Toprak "Gözlerini kapat," diye mırıldandı. Dediğini yaptığımda çatının kapısını açıp hala sımsıkı tuttuğu elimi çekti ve beni dikkatli bir şekilde dışarı çıkardı. Ayaklarımın altındaki hışırtıyla duraksarken "Açabilirsin." dedi Toprak. Sesi coşkuluydu.

Dediğini yaptığımda bir an gördüğüm manzaraya inanamadım. Bugünkü minik konserlerinden sonra yağan kar iyice şiddetlenmişti ama kısa zamanda nasıl bu kadar tutabildiğini anlamamıştım. Dam bembeyazdı. Hala güneş doğmadığı için sokak lambaları ortalığı aydınlatıyor, şehrin ölüm sessizliği insana garip bir huzur veriyordu. "Bu..." dedim hayretle. "Çok güzel."

Toprak gözlerini kapattı ve birkaç adım geri geri giderek karları ezdi. Düz olan damın ortasına geldiğinde ellerini iki yana açtı ve etrafında dönmeye başladı. "Asıl güzel olan, bu." diye konuşurken yüzünde aşina olduğum tebessümlerinden biri vardı. "Özgür olmak. Tamamen." Ben de yanına gittim. Onun gibi kollarımı açıp dönmeye başlarken etrafta yalnızca ikimizin solukları duyuluyordu. Az önce kalbime yerleşen kasvet tuzla buz olurken aniden Toprak ile çarpıştık ve ikimiz de kendimizi yerde bulduk. Gözlerimizi açıp birbirimize bakarken göz göze geldiğimiz an ikimiz de kahkaha atmaya başlamıştık. Toprak birden boynunda olduğunu yeni fark ettiğim makineyi çıkardı ve beni çekti. Beni ikinci defa gülerken ve hazırlıksızken çekmişti. Çıplak avuçlarıma biraz kar aldım ve yüzüne fırlattım. Toprak gülerek sordu. "Bu bir meydan okuma mı?"

Çıkan fotoğrafı bana göstermeden cebine koydu. Makinesini hırkasının içine gizleyerek ayağa kalktığında bana haince baktı ve ne olduğunu anlamadan yüzüme biraz kar fırlattı. Homurdanarak ayağa kalkıp biraz karı elimde yuvarladım ve başına attım. İkimiz de çatıda kendimize siper olarak bir yer bulmaya çalışsak da etrafta hiçbir şey yoktu.

Kar topu yapıp birbirimize atarak ellerimizi dondursak da sonunda ikimiz de yorgunca ellerimizi kaldırdık ve pes ettik. Soğuktan kızaran burnumu ve yanaklarımı düşünürken Toprak'ın da benden farkı olmadığını görmek keyfimi artırmıştı. Birden boynundaki kameraya uzandım ve onu çıkardım. "Hadi," diye Toprak'a seslenirken gülmekten konuşamıyordum. "Biraz da ben seni çekeyim."

"Olmaz," dedi. "Birlikte çekelim." Elimi tutarak beni kendine çekti. Kameranın kadrajını ayarladığında sırıtarak kolunu boynuma doladı ve başımı kolunun altına sıkıştırdı. Canımı acıtmayacak şekilde beni tutarken kamerayı tamamen unutarak ona dil çıkardım. Tam bu esnada o da bana dönmüş ve gülümseyerek fotoğrafı çekmişti. Yan yana birkaç poz daha verdikten sonra Toprak fotoğrafları aldı ve karın üstüne oturdu. Ben de yanına geçtiğimde ona dil çıkardığım fotoğrafı görerek güldüm.

Bir başka karede de birbirimize bakmış, sırıtmıştık. Hava buz gibi olsa da bu fotoğraf içimi ısıtmıştı. Toprak'ın bana bakışı, tüm buzları eritebilecek gibi geliyordu bazen. Bu fikrin yanlış olduğunu bilsem de hayatım boyunca hiç onun gibi birini görmemiş olmak o bakışları ve Toprak'ı kutsal saymama sebep oluyordu. Toprak, bu fotoğrafları çıkartacağını söyleyerek kamerayı boynuna astığında kabusu tümüyle unutmuştum. Soğuktan ellerimi birbirine sürttüğümde ısınmaya çalışıyordum. Sonra birden benimkilerden daha büyük bir el benim elime sarıldı. Toprak avuçlarımızı sarıp dudaklarına yaklaştırırken sıcak nefesi parmak uçlarıma vurdu. Gözlerini dikkatle ellerimize sabitlemiş ısıtmaya çalışırken ben de dalgınca yüzüne baktım. Sarı saçlarının bir kısmı her zamanki gibi alnına düşmüştü. Uzun kirpikleri yanaklarını gölgelerken beyaz teni de soğuktan kızarmıştı. Burnunun ucundaki pembe noktaya bakarken ilk kez kendime neden ona karşı bu denli şefkat olduğumu sorma ihtiyacı hissettim. Toprak iyi biriydi ve benim için yaptıkları ona hayatımın son anına dek minnettar kalmama neden olacaktı. Ona oldukça değer verdiğimi de biliyordum fakat onda bir şey vardı. Savaş'ı, Müge'yi, Barış'ı, Eymen'i ve diğerlerini de seviyordum ama hiçbiri Toprak'ın üzerimde bıraktığı o etkiyle eşdeğer olmuyordu. Ondaki tılsım bambaşkaydı ve kurak kalbimi gün geçtikçe ele geçiriyordu. Bu hissi daha önce hiç tatmamış, bunun yanından bile geçmemiştim. Nasıl tanımlanacağını da bilmiyordum ama sanki onu gördükten sonra kalp hastalığına yakalanmış gibi hissetmeme engel olamıyordum. Kalbim ritmini öyle değiştiriyordu ki bana öyle güzel baktığında, her an öleceğimi hissediyordum. Sürekli bu fikri ertelesem de gerçek şuydu ki aynı zamanda korkuyordum. İnsan bilmediği duygulara karşı ürkek olurdu ve ben uzun yıllar buzdan kaleler inşa etmişken kendime şimdi Toprak'ın yürek ısıtan tavırları buzlarımı eriterek beni savunmasız bırakıyordu. Korkuyordum çünkü bir yenilgiyi daha kaldıramazdım. Aynı zamanda cesur da hissediyordum. Çünkü onun için her şeyi yapabilecekmişim gibi hissediyordum.

Onu izlediğimi anladığında Toprak da gözlerini kaldırdı. Yüzünde kendine has o sevgi belirdiğinde kalbim bunu bekliyormuş gibi tekledi. Sonra, daha fazla kaçamayacağımı idrak ettim. Kafamda Ufuk'un kız arkadaşından bahsederkenki halleri canlandı. Bakışlarındaki mutlulukla birçok genç gelip aşk hikayesini anlatırdı barda bana ve hepsinin ortak yönleri vardı. İlginç olanı, artık aynı ifadeyi aynaya her baktığımda ben de görüyordum. O an, kabullendim.

Galiba ben, ona aşık olmaya başlıyordum.

Continue Reading

You'll Also Like

843K 37.1K 19
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...
361K 23.3K 24
17 Yıl sonra gerçekleri öğrenen Bade, yıllardır onu arayan abilerine giderse. Azıcık dram. Bolca eğlence. Bolca aksiyon. Bir tutam da kaos. Daha...
44K 1.4K 130
Hayat onların yollarını bir kere birleştirdimi asla ayırmamaya yemin etmiş gibi.Her seferinde tamamen habersizce karşılaşıp sürekli didişen iki genç...
5.1K 1.9K 57
Gözlerinde gördüğüm ifade esaretim.