İkinci Tekil

By antided

95.2K 7.9K 1.2K

İdil, çok küçük yaşta ailesi tarafından terk edilmiş bir kızdı. Verildiği yurtta da, yurttan ayrıldıktan sonr... More

(0.0)
(0.1)-Sıfırın başlangıcı
(0.2)-Sıfırın yalnızlığı
(0.3)-Sıfırın inancı
(0.4)-Sıfırın tutkusu
(0.5)-Sıfırın bir'i
(0.6)-Sıfırın geçmişi
(0.7)-Sıfırın duyguları
(0.8)- Sıfırın kararı
(0.9)-Sıfırın hikayesi
(1.1)-Bir'in özgürlüğü
(1.2)-Birin ikisi
(1.3)-Birin aşkı
(1.4)-Birin rolü
(1.5)-Birin tekili
(1.6)-Birin inançları
(1.7)-Birin anıları
(1.8)-Birin bütünü
(1.9)-Birin imtihanı
(2.0)-İkinin ilkleri
(2.1)-İkinin kırılma noktası
(2.2)-İkinin kalıpları
(2.3)-İkinin yüzleşmesi
(2.4)-İkinin hüzün senfonisi
(2.5)-İkinin sorumluluğu
(2.6)-İkinin yaramazlığı
(2.7)- İkinin tesadüfü
(2.8)- İkinin bağları
(2.9)-İkinin barışı
(3.0)- Üçün hazin kırgınlığı
(3.1)-Üçün ilk adımları
(3.2)-Üçün zamanı
(3.3)-Üçün aşka selamı
(3.4)-Üçün gönlünün uçurtmaları
(3.5)-Üçün tattığı yabancı hisler
(3.6)- Üçün hayalleri ve tebessümü
(3.7)-Üçün şoku
(3.8)-Üçün aşamaları
(3.9)-Üçün unutulmazı
(4.0)-Dördün vedası
(4.1)-Dördün yası
(4.2)-Dördün kırık hüznü
(4.3)-Dördün intikamının ilk adımı
(4.4)-Dördün çizgisi
(4.5)-Dördün denkliği
(4.6)-Dördün kusursuzluğu
(4.7)-Dördün yetenekli oyunu
(4.8)-Dördün acıyla imtihanı
(4.9)-Dördün buruk tebessümü
(5.0)-Beşin af dileği
(5.1)-Beşin sevgisi
(5.2)-Beşin adalet arayışı
(5.3)-Beşin kaosu
(5.4)-Beşin konuşmaları
(5.5)-Beşin serzenişi
(5.6)-Beşin içsel arayışı
(5.7)-Beşin tezgahı
(5.8)-Beşin hazin finali
(5.9)-Beşin vurgunu
(6.0)Ek/Özel Bölüm

(1.0)- Bir'in gerçek başlangıcı

1.9K 166 11
By antided

Kimi gülüşler, gözyaşlarının beden bulmuş halidir.

*

Merhaba! Buraya kısa bir konuşma bırakmak istiyorum.

Aniden yazmaya karar verdiğim bu hikaye başta biraz normal gelse de ben esas başlangıcın bu olacağına inanıyorum. Hikaye, başkahramanı olan İdil üzerinde şekilleneceği için ilk on bölüm onun hayatını ve hislerini anlamanıza yönelikti. Artık kafamdaki esas kurguyu yazmanın vakti geldiğine inanıyorum. Okunmak gibi bir kaygım olmadığı için yazabildiğim kadarını en hızlı şekilde yazıp yayımlamayı düşünüyorum ayrıca. Yine de şimdiden uyarmak istiyorum ki bu hikaye macera ve aksiyon olduğu kadar duygusallığa da ev sahipliği yapacak.

Keyifli okumalar!

*

^ Naz Ölçal - Şairin sesi

*

Hayatta meydana gelen her şeyin bir nedeni vardır. Mutluluklarımız kadar çektiğimiz acılar da bizi biz yapan şeylerdir ve bazen farkında olmasak da bizi esas mutluluğa ulaştıran da yine bu sıkıntılardır. Çünkü gözyaşı dökmüş biri, gülümsemenin değerini daha iyi anlar.

Ben de anlamıştım. O kadar uzun süre yalnızlık çekmiştim ki başta korktuğum kalabalığın değerini daha iyi anlamam çok sürmemişti doğrusu. Bunda Toprak ve diğerlerinin de yadsınamaz bir payı vardı. Bana yeniden kahkahalar atmayı öğreten, sevgiye dair inancımı besleyen onlardı çünkü.

Bugün, Toprak ile kafeye yürürken gözlerim sürekli göğe takılıyordu. Toprak, kar yağacağı hakkında bir fikir öne sürmüştü ve ben gerçekten de karlı havaları sevmesem de etrafımın günahsız bir beyazla örtülmesini severdim. Yurttaki pencereden aşağıda kar oynayan çocukları o kadar çok izlemiştim ki bir zaman sonra büyüsem de vazgeçememiştim bu huyumdan. Ne zaman kar yağsa pencereye tüner, karı ve yağan karın sokaklara attığı insanları izlerdim.

Defne teyzenin benim için ördüğü bereyi düzeltirken aynısından kafasına geçirmiş olan Toprak'a baktım. Her zamanki gibi sessizdi. Elini cebine koymuş adımlıyordu. Onların aile gelenekleri olarak tanımladığım birçok şey öğrenmiştim bu kısa zamanda. Bu şeylerin başını Defne teyzenin adaleti ve Hazar amcanın da sevgisi geliyordu. Kendi ailemin bendene esirgediği sevgiyi öyle iyi aşılıyorlardı ki ruhuma bazen onlarla daha erken tanışmadığım için üzülüyordum. Buna rağmen kalbimde nükseden bir inanç da vardı: Bazı güzel şeylerin gerçekleşmesi için zaman gerekirdi. İşte, kaldırımda yürürken de sonunda zamanı geldiğine iyiden iyiye emin oluyordum. Defne teyze, tek çocuğu Toprak olsa da bizi birbirimizden hiç ayırmıyordu. Ona bir yemek yaptığında diğerlerine de hazırlıyor, eğer oğlunu öpecek olursa bizim de yanaklarımıza bir buse koymadan yanımızdan ayrılmıyordu. O kadar anlayışlı ve şefkat doluydu ki onu her gördüğümde iyi insanların hala yaşadığını bilmek beni mutlu ediyordu. Toprak ile taşıdığımız bere ve atkılar da Defne annenin aslında altımıza da kendi elleriyle ördüğü şeylerdi. Sadece ben ve Toprak değil, diğerleri de dışarı çıktığında onun emeğini taşıyorlardı ve ortak eşyalar kullanmaktan ya da aynı rengi aynı anda kullanmaktan sakınan ikizler bile buna karşı çıkmıyordu. Sanırım sevgi, inadı yenebiliyordu.

Haftaya dersler yeniden başlayacaktı ve ben az da olsa boş olan tüm zamanımı doya doya kullanma taraftaraydım. Hazar amcanın söylediğine göre ikinci sınıfın ikinci döneminde felsefe dersleri epey ağırlaşıyordu ve kafamı kaldırmam zorlaşacaktı. Toprak ise halinden memnundu. Son senesi olduğu için genellikle birkaç kısa derse girip tezini bahane ederek okuldan ayrılabiliyordu. Onunla hala oturup plan yapamamıştık. Ben onun diğerlerine de kafasındakileri anlatma taraftarı olsam da Toprak ısrarla bunu bilmelerinin işleri daha da karıştırmaktanbaşka bir işe yaramayacağını söylüyordu. Doğrusu onu ilk gördüğümde bu kadar iyi anlaşabileceğimiz ya da hayatının yaklaşık on altı yılını beraber geçirdiği insanlardan sakladığı sırlarını paylaşacağımız aklıma gelmezdi ama kader böyle bir şeydi. İmkan dahilinde bulmadıklarımızı bize yaşatır, egemenliğini pekiştirirdi. Dolayısıyla kimi zaman aldığımız kararlar boşa gidiyordu çünkü bazen kafamızdan geçen ne olursa olsun yaşadıklarımız bambaşka olabiliyordu.

Kafeyi açtığımda, Toprak derhal ilk geldiği günden beri oturduğu masaya geçti. Fatih Bey de dahil olmak üzere hepimiz buna alışmıştık. Gittikçe müşterileri seyrekleşen bu kafe, Toprak için güzel bir mekan olmuştu. Ahşap sandalyeye oturduğunda küçük mutfağa girip çay demledim ve bardağını önüne koydum.

Fatih Bey de bu sırada içeri girmişti. Toprak'a göz ucuyla bakarak bana selam verdi ve boş bir masaya geçip oturdu o da. Son zamanlarda oldukça düşünceliydi. Bir sıkıntısı olduğunu bilsek de ne Esra ne de ben sormamıştık bunu ona. Neticede onun sadece elemanlarıydık, bize dertlerini açacak kadar güvenmesini ondan bekleyemezdik. Bunu Toprak da fark etmişti ve çayını tazelediğim esnada bana bugün patronumun keyifsiz olduğunu söylemişti. İç çekerek bilmediğimi belirttim ve işimin başına döndüm. Esra bugün öğlene kadar izinliydi. Ben her zamanki saatte çıktığımda o mesaiye başlayacaktı bu defa.

Dalgınca içeri gelen bir müşteriye sipariş ettiği kahveyi götürdüm. Orta yaşlardaki kadın teşekkür ederek kahvesinden bir yudum aldığında gözlerim kafenin kapalı kapısına kaydı. Ayaz, bugün kendini daha fazla belli ediyordu. Şubat ayının ortalarındaydık ve gökyüzüne bakan biri bu fırtınanın hiç geçmeyeceğini söylerdi ama öyle değildi. Hayatta da, mevsimlerde de hiç geçmeyecek bir şey yoktu. Her şey, zamanla geçiyordu. Kış da yerini bahara verecekti, bahçelerde çiçekler açacak ve insanların içinde yeni umut tomurcukları yeşerecekti.

Toprak üçüncü bardağını da içtikten sonra bana el sallayarak kafeden ayrıldı. Ben de birkaç saat sonra işimi Esra'ya teslim etmiş, iyice tenhalaşan kafeden kendimi atmıştım. Dışarı çıktığımda Toprak'ı merdivenlerin üstünde otururken bulmuştum. Böyle yerlerde oturmayı seviyordu ve Defne teyze ne kadar onun hasta olacağı konusunda diretse de Toprak bu huyundan vazgeçmiyordu. Boynundaki kameraya bakarken beni gördüğünde ayağa kalktı. Okul olmadığı için bara gidene kadar birlikte takılacaktık. Bardaki mesaim saat on birde başlıyordu ve yaklaşık sekiz saat boşluğumuz vardı. Okullar tatil olduğundan beri kafeden ayrılma saatimi bir saat geciktirmiştim. Dersler başlar başlamaz eski düzenime dönecek olsam da en azından kendime daha çok vakit ayırabiliyordum şimdilik.

Toprak ile selamlaşıp yürümeye başladığımızda "Müge ve ikizler, teyzelerine gidecekmiş bugün." dedi. "Teyzelerinin evi birkaç sokak ötede bu arada. Eymen de müzik grubuyla prova yapacakmış. Anlayacağın biz bize kaldık."

"Ne yapalım," diye ona takıldım. "Birkaç saat birbirimize katlanacağız artık."

Toprak güldü. Önce evlerine uğradık. Defne teyzenin bizim için hazırladığı iştah açıcı yemekleri yedikten sonra Toprak beni odasına götürdü. Yatağının yanındaki çekmeceden bir albüm çıkarıp yatağa oturduğunda yanındaki boşluğa vurarak yanına oturmamı istedi. Dediğini yaptım. Yan yana oturduğumuzda bağdaş kurarak "Dün annem bu albümü verdi," dedi. "Çocukluk fotoğraflarımız var içinde. Bakmak istersin diye düşündüm." Albümü açtı. İlk sayfaya baktığımda gördüğüm iki çocuğu hemen tanımıştım. Bunlar Savaş ve Barış'tı. Yan yana durmuş, kameraya bakarak gülmüşlerdi. Şimdiki hallerine benziyorlardı aslında. Boyları biraz daha uzamasa hiçbir fark olmadığına yemin edebilirdim neredeyse. Diğer sayfayı açtı. Burada da bir bebek vardı. Üstündeki pembe giysileri gördüğümde güldüm. Bu Müge olmalıydı. Toprak da güldü. Müge pembe rengini çok seviyordu ve odası da bu renkle doluydu zaten. Bu huyunun çocukluktan beri var olduğunu bilmek de komik gelmişti. Diğer sayfada, Eymen vardı. Gözlerini büyütüp dilini çıkararak kameraya bakmış ve oldukça tatlı bir poz vermişti. Toprak "Bu fotoğrafı çektiğimizde yedi yaşındaydık," dedi. "Kamerayı babamla birlikte ben tuttuğum için dil çıkarmıştı." Diğer fotoğrafı açtı. Burada da bir erkek çocuğu vardı. Masmavi gözleri, sarı saçları ve şirin gülümsemesiyle onun Toprak olduğunu anlamam sadece birkaç saniyemi aldı.

"Çok tatlıymışsın!" dedim içtenlikle. Gerçekten de öyleydi. Toprak sırıtarak fotoğrafları değiştirmeye başladı.

Bir karede, beşi de yan yanaydı ve içlerinden en ufağı olan Müge'yi ikizlerden biri kucağında tutuyordu. Toprak, fotoğraf çekildikten saniyeler sonra Müge'yi daha fazla taşıyamadığı için Barış'ın onu düşürdüğünü söylediğinde dudaklarımın arasından küçük bir kahkaha kaçtı. Fotoğraftaki gözlerimi kaldırıp Toprak'a baktığımda tebessümle beni izlediğini fark ettim. Doğrudan gülüşüme bakıyordu. Gülümsemem hafiflerken göz temasımızı kestim ve albümü karıştırmaya devam ettim. Sanki her şey kronolojik olarak yerleştirilmişti. Bunun Defne teyzenin işi olduğu kesindi. Bir sonraki fotoğrafta çocuklar biraz daha büyümüştü. Bu kez ayakta duran Müge, ikizlerin arasına geçmiş ve ellerini sımsıkı tutarak kameraya gülümsemişti. Toprak ve Eymen de yan ikizlerin sağına ve soluna konumlanmış, kafalarının arkasında eşek işareti yapmışlardı. Yine güldüm. Fotoğraflar değiştikçe her karenin oldukça komik olduğunu fark etmiştim. Onlar, gerçekten harika bir çocukluk geçirmiş ve dostluklarını da kendileri gibi büyütmüşlerdi.

Ortaokul mezuniyet fotoğraflarına geldiğimde Toprak'a bol gelen küçük mezuniyet kıyafetlerine baktım. Gerçekten, içinde kaybolacak gibiydi. Bunu ona söylediğimde homurdandı. Sanırım, küçükken haddinden fazla zayıftı. Gerçi şimdi de çok yapılı sayılmazdı.

Fotoğraflar günümüze yaklaştıkça kadraja bir kişinin eklendiğini anladım. Üstlerindeki lise formalarıyla çektikleri bir fotoğraf kaşlarımın kalkmasına neden oldu. Bu karede hepsi büyüktü. Müge de aralarında olduğuna göre son sınıfta veya on birde iken çekilmiş olmalıydı. Müge, neredeyse tüm karelerde olduğu gibi yine ikizlerin arasındaydı. Kollarını ikisinin beline sarmış, çocukluğunda da aynısını verdiğini az önce gördüğüm pozu vermişti. Eymen hemen sağ taraflarındayken onun da yanında bir genç kız vardı. Toprak ise en sondaydı ve tüm dişlerini göstererek gülümsemişti. Şimdi de daima gülümsüyordu ama bu karedeki mutluluğunun çok başka olduğunu hemen anlamıştım. Parmaklarım istemsizce fotoğraftaki güzel kızın yüzünde gezindi. Zayıf bir kızdı. Uzun, siyah saçları ve kahve gözleri vardı. Gamzelerini belli edecek şekilde gülümsediğinden oldukça tatlı çıkmıştı. Ben de istemsizce gülümsedim.

"Çok tatlı çıkmışsınız." diyerek Toprak'a baktığımda az önceki gülüşünden eser kalmadığını idrak etmiştim. Hüzünle fotoğrafa bakarken beni duymamıştı. Onu izlediğimi anladığında başını iki yana sallayarak silkelendi.

"Efendim?"

"Çok tatlı çıktığınızı söyledim," dedim açıklayarak.

Burukça gülümsedi. "Evet, lise zamanlarında çok tatlıydık." Ona, hala öyle olduğunu söylemek istesem de kendimi tuttum. Diğer fotoğrafa geçtiğimde aynı kızın orada da olduğunu fark ettim. Bu fotoğrafta yalnızca o ve Toprak vardı. Toprak elibi onun beline sarmış, o da Toprak'ın boyuna yetişmek için parmak uçlarında yükselmişti. Diğer karede yine o vardı. Bu kez kız, Toprak'ın yanağını öperken Savaş veya Barış'tan biri de onu öpmüştü. Üçüncü fotoğrafta kız ve Müge el eleydi. Eymen'in onu kucaklarken çektiği fotoğrafı gördüğümde içimdeki merak kabardı. Bu kız kimdi? Toprak içimden sorduğum soruyu duymuş gibi "Su," diye mırıldandı. "Savaş'ın eski sevgilisi."

Az önce havalanan kaşlarım indi. Fotoğraflara bakınca kızın Toprak'ın sevgilisi olduğunu düşünmüştüm çünkü. "Çok güzelmiş," diye fısıldadım. Onun şimdi nerede olduğunu sormak istesem de buna cesaret edemiyordum.

"Güzeldi," dedi durgunca. Albümü kapattı ve "Öyle işte." diye ne zaman söyleyecek bir şeyi olmasa kullandığı iki kelimeyi özgür bıraktı.

Merakım anlayışıma galip geldiği için "Ayrıldılar mı?" diye sordum. Şu an Savaş'ın hayatında biri olmadığını biliyordum ki bu da ayrıldıklarının teminatıydı ama yine de sormak istemiştim.

"Öldü." dedi sırtını yatak başlığına yaslayıp gözlerini karşısına sabitleyerek. "Lisenin son senesindeyken."

Dudaklarım titredi. Bunu beklemiyordum. Bu kadar güzel bir kızın böyle erken ölmesi içimi acıtmıştı. "N-neden?" diye kekeledim. Aklıma Toprak'ın bundan birkaç hafta önce söylediği şey gelmişti. O, çok sevdiği birini uyuşturucu yüzünden kaybettiğini söylemişti ve ben bundan korkuyordum.

"Uyuşturucu." diye kestirip attı. Korktuğum çoğu zaman başıma gelirdi ve yine öyle olmuştu. Toprak iç çekti ve gözlerini gözlerime çevirdi. Mavilerindeki acıyı hissedebiliyordum. O an, Defne teyzenin bana neden bazı mutlulukların maske olduğunu söylediğini anladım. Çünkü Toprak gerçekten de acı çekiyordu. Gülümsemesiyle bunu gizlemeyi başarsa da şimdi karşımda duran gözleri herkesten saklasa da yüreğinin yaralı olduğunu haykırıyordu. "Su, bağımlıydı." diye mırıldandı bir süre sustuktan sonra Toprak. "Savaş onu çok severdi. Yalnızca o değil aslında, hepimiz çok severdik. Bize göre biraz daha haylaz olsa da bana sürekli ruh ikizinin ben olduğumu söylerdi." Hatırladıklarıyla hafif de olsa gülümsedi. "Sonra kimse ne olduğunu anlamadan bu belaya bulaştı ve yakasını kurtaramadı." Yutkundu. Adem elması inip kalkmıştı. "Lisedeki müzik grubumuzun diğer solistiydi. Beraber şarkı söylerdik, çılgınlar gibi eğlenir ve hep beraber dünyayı gezme hayali kurardık ama o bizim hayallerimizin eksik kalan yanı oldu." Başını geriye atarak gözlerini yumdu. Ben de sırtımı yatağının başına yasladım. "Herkes ona hayrandı İdil, onu tanıyıp da sevmeyen bir kişi bulamazdın. Öldüğünde... Cenazesini gömdüğümüz gün tüm okul orada ağlıyordu." Çenesini kaşıdı. "Savaş, onu kurtarmak için elinden geleni yapmıştı ama bu belaya bulaşınca sıyrılmak o kadar kolay olmuyor. İşin kötüsü, bağımlı olduğunu bile kabul edemeyecek durumdaydı ve bu Savaş'ın canını bizden daha çok yakıyordu. Tedavi görmesi için hastaneye yatırdığımızdaki çığlıkları hala kulaklarımda biliyor musun?" Yanağındaki ıslaklığı gördüm. Ağlıyordu. Olsun, hala güzeldi. Benim de gözlerim doldu. "Her şeyin düzeleceğini fısıldıyordu Savaş ona durmadan fakat Su, onu duyacak gibi değildi. Birkaç gün sonra da oradan kaçtığını duyduk. Onu, okulun yakınlarındaki bir yerde bulduk. Nasıl veya nereden temin ettiğini anlamadığımız miktarda hap almış ve... Uyuşturucu komasına girmişti. Elimizden geleni yaptık, herkes yaptı ama kurtulamadı." Gözlerini açtı ve elinin tersiyle yanağından çenesine uzanan o yaşın izini sildi. "O gün, bir yemin ettim. Bir gün buna sebep olanları bulacaktım." Elini havada salladı. "Çok geçmeden ona o maddeyi satanlar yakalandı gerçi ama bu yeterli değildi. En tepedekine ulaşmadıkça kalbimdeki öfkeye bir şey ifade etmiyordu." Ne yapacağımı bilemedim. Kanım donmuştu. "Savaş, içine kapanık biri değildi. Aksine, Barış'tan fa daha deli doluydu ama sonrasında toparlanamadı." dedi. "Su ile ortak hayalleri Eymen gibi konservatuvar okumaktı ama onu kaybedince kendini derslerine verdi ve bir baktık tıp fakültesinde okuyor." Toprak burnunu çekti. Benim de gözümden birkaç damla düşmüştü. Şimdi neden arada daldığını daha iyi anlıyordum. "Üstünden neredeyse beş sene geçti tabi ama onun konusu bu evde hiç açılmaz. Savaş'ın toparlanması iki yılını aldı neredeyse. Bu yüzden herkes onun hakkında konuşmaktan itinayla kaçınır."

"Sen de unutamamışsın," dedim. "Kalbin hala acıyor."

Beni onayladı. "Hala açıyor."

Yaşlarımı silip parmaklarımı parmaklarına kenetledim. Toprak ne yapacağımı anlamaya çalışırken gözlerine bakarak karşısına oturdum ve "Geçti," diye fısıldadım. Kırgın bir tebessüm dudaklarında can bulduğunda gözlerini kapattı. Ben de birkaç saniye kirpiklerinin elmacık kemiklerini gölgeleyişini özümsedim. Ardından gözlerimi yumarak "Geçti," dedim bir kez daha. "Geçti."

Gözlerimizi açtık. "Geçmedi," dedi kısa zaman önce ona söylediğimi tekrar ederek. Parmaklarımızı daha da sıkı kenetlerken mırıldandı. "Ama artık, yalnız değilim."

Continue Reading

You'll Also Like

PİNHAN By dnzkzgb

General Fiction

7.4K 218 16
"Bana bak! Benim askerimi tehdit edip, hiçbir şey olmamış gibi üste çıkma!" dediğinde kalın sesi bedenime hükmetmiş gibiydi. Tuhaftı ki bedenim sesin...
753K 12.7K 7
Yıllarca aile baskısı gören , aile sevgisinden mahrum kalan Peri. Babasına gelen telefon ile doğumda karıştırıldığını öğrenir. Peki bundan sonra ne o...
6.4M 206K 103
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...
5.6K 477 13
Bir gün mutlaka hayatına biri girecek. Belki de en çok kimi sevdin diye soracak sana. Sende "En çok seni sevdim"diyeceksin büyük ihtimalle.. Peki ya...