İkinci Tekil

By antided

93.4K 7.8K 1.2K

İdil, çok küçük yaşta ailesi tarafından terk edilmiş bir kızdı. Verildiği yurtta da, yurttan ayrıldıktan sonr... More

(0.0)
(0.1)-Sıfırın başlangıcı
(0.2)-Sıfırın yalnızlığı
(0.3)-Sıfırın inancı
(0.5)-Sıfırın bir'i
(0.6)-Sıfırın geçmişi
(0.7)-Sıfırın duyguları
(0.8)- Sıfırın kararı
(0.9)-Sıfırın hikayesi
(1.0)- Bir'in gerçek başlangıcı
(1.1)-Bir'in özgürlüğü
(1.2)-Birin ikisi
(1.3)-Birin aşkı
(1.4)-Birin rolü
(1.5)-Birin tekili
(1.6)-Birin inançları
(1.7)-Birin anıları
(1.8)-Birin bütünü
(1.9)-Birin imtihanı
(2.0)-İkinin ilkleri
(2.1)-İkinin kırılma noktası
(2.2)-İkinin kalıpları
(2.3)-İkinin yüzleşmesi
(2.4)-İkinin hüzün senfonisi
(2.5)-İkinin sorumluluğu
(2.6)-İkinin yaramazlığı
(2.7)- İkinin tesadüfü
(2.8)- İkinin bağları
(2.9)-İkinin barışı
(3.0)- Üçün hazin kırgınlığı
(3.1)-Üçün ilk adımları
(3.2)-Üçün zamanı
(3.3)-Üçün aşka selamı
(3.4)-Üçün gönlünün uçurtmaları
(3.5)-Üçün tattığı yabancı hisler
(3.6)- Üçün hayalleri ve tebessümü
(3.7)-Üçün şoku
(3.8)-Üçün aşamaları
(3.9)-Üçün unutulmazı
(4.0)-Dördün vedası
(4.1)-Dördün yası
(4.2)-Dördün kırık hüznü
(4.3)-Dördün intikamının ilk adımı
(4.4)-Dördün çizgisi
(4.5)-Dördün denkliği
(4.6)-Dördün kusursuzluğu
(4.7)-Dördün yetenekli oyunu
(4.8)-Dördün acıyla imtihanı
(4.9)-Dördün buruk tebessümü
(5.0)-Beşin af dileği
(5.1)-Beşin sevgisi
(5.2)-Beşin adalet arayışı
(5.3)-Beşin kaosu
(5.4)-Beşin konuşmaları
(5.5)-Beşin serzenişi
(5.6)-Beşin içsel arayışı
(5.7)-Beşin tezgahı
(5.8)-Beşin hazin finali
(5.9)-Beşin vurgunu
(6.0)Ek/Özel Bölüm

(0.4)-Sıfırın tutkusu

2.6K 178 18
By antided

İnsan önce dost olmayı öğrenmeli, nasıl olsa aşk ardından gelir.

*

^ Ogün Şanlısoy- Yalnız gittin
^ Ezginin günlüğü- Ayrılık da söylenmemiş bir türkü

*

İnsanlar yalnızlığı sevmez. Herkes bir yoldaş, canına canan arar. Kim olursa olsun, dudakları ne denli yalnızlık arzusuyla ilgili naralar atarsa atsın kalp tek kişiyi barındıramaz sokaklarında kolay kolay. Derdi tasayı, sevinci ve umudu paylaşma isteği hakim gelir bir yerden sonra.

Bende de öyle olmuştu sanırım. Toprak ile arkadaş olmuştum çünkü birine ihtiyacım vardı. Her ne kadar gururum kimsenin yardımına ihtiyacım olmadığını avaz avaz bağırsa da kalbim güvenebileceği birini, sığınabileceği bir limanı arıyordu. O liman Toprak olur muydu emin değildim ama emin olduğum bir şey vardı: Toprak, şimdiye kadar tanıdığım en güvenilir insandı. Bunu anlamak için pnunla seneler geçirmeme de gerek yoktu üstelik. Çünkü gözleri, onun aynası olarak her an karşımdaydı.

Günlerden pazardı. Tatil günümü her zamanki gibi pansiyonda uyuyarak geçirme hevesim sabahın erken saatinde kapımın alacaklı gibi çalmasıyla son bulmuştu. Uyku mahmuru bir halde kapıyı açtığımdaysa Toprak ile karşılaşmıştım ve bana hızlı olmamı, bana bir sürpriz hazırladığını söyleyerek beni içeri yollamıştı. Şimdiyse bu soğukta nereye gittiğimizi bilmeden yürüyorduk. Ocak tüm acımasızlığıyla varlığını hissettirken esneyerek "Seni öldüreceğim," diye tehdit ettim Toprak'ı. "Ellerimle boğacağım."

Gülerek sırt çantasından küçük bir termos çıkardı. Bir parka oturduğumuzda çay termosunun yanında ev yapımı olduğu belli olan iki parça börek ve bir saklama kabı sarmayı da oturduğumuz kamelyaya koydu. "Evden getirdim," diye mutlulukla konuşurken tüm sinirimin şu gülümsemeyle hafiflediğini hissettim. "Anneme senden bahsettim geçenlerde. Seninle tanışmak istiyor." Bir böreği alıp ağzına attı ve devam etti. "Fakat merak etme, ona daha seninle kendimin bile adamakıllı tanışmadığımızı söyledim." Çenemi dirseğime yaslayarak onu izlerken diğer börekten bir parça ben aldım. Toprak hunharca böreğini tüketirken ben onun aksine oldukça yavaştım. Çatal getirmeyi unuttuğunu söylediğinde pet şişelere termostaki çayı doldurdum ve sarmalardan birini ağzıma atarken kışın ortasında piknik yaptığımız gerçeğini yok saydım. Annesi gerçekten güzel yemek yapıyordu anlaşılan.  "Hobilerin neler?" diye sordu Toprak, böreği bittiğinde.

Düşündüm. Gerçekten bir hobim var mıydı? İşin ilginç kısmı şuydu ki daha ben bile kendimi tanımıyorken o beni tanımaya çalışıyordu. "Hobim yok." dedim. "Zamanımın çoğunu hayatya kalmaya çalışarak geçiriyorum."

"Fobin?"

"Yok."

"En sevdiğin yemek?"

"Yemekleri ayırmam."

Toprak sabırla sürdürdü sorularını. "En sevdiğin kitap?"

"Hiç düşünmedim."

"En sevdiğin hayvan?"

"Hayvanları da ayırmam."

Toprak pes ederek omuzlarını indirdi. "Gerçekten, sen insanı delirtirsin." Ona güldüğümde o da güldü. "Mesela benim en sevdiğim şey bisiklet sürmektir. Fobim yoktur, en sevdiğim kitap 1984*, en sevdiğim hayvan köpek, en sevdiğim renk yeşil ve en sevdiğim içecek çaydır." Bunu söylediğinde istemsizce kıkırdadım. Bunu fark etmemek için aptal olmak gerekiyordu. Kendi çayımdan bir yudum aldığımda o da hayranlıkla bana bakıyordu. Göz göze geldiğimizde yüzündeki ifadeyi toparladı ve  "Öyle işte." dedi. "Kendimin en kısa özeti bu. Ha bu arada şiir okumaya da bayılırım."

Çaylarımızı içtiğimizde "Annene teşekkürlerimi ilet." diye mırıldandım. "Gerçekten harika olmuştu." Toprak başını salladı. Kabını ve termosunu yeniden çantasına koyduğunda ayağa kalktı ve elini uzattı.

"Hadi gel, karnımızı doyurduğumuza göre artık sürprizime gidebiliriz."

Şaşırdım. Ben sürprizin mini piknik olduğunu sanıyordum. Bana uzattığı eline bakarken kendimden beklenmedik şekilde uzattığı eli tuttum. Elim, sanki ait olduğu yeri bulmuşçasına avuçlarına yerleştiğinde beni kaldırdı. Utançla elimi geri çektim ve cebime koydum. Aynı anda o da eliyle ensesini kaşımış ve önüne dönmüştü. Beraber bisiklet yoluna geldiğimizde iki bisiklet gördük. Birine atladığında "Ne yapıyorsun?" dedim. "Çalacak mıyız?"

Bana bir aptala bakıyormuş gibi baktı birkaç saniye. "Bunları ben ayarladım, İdil." diye baygınca açıklama yaptığında dudaklarımı birbirine bastırarak ona aval aval bakmaya devam ettim. "Binmeyecek misin?" diye sordu.

Gözlerimi indirdim. Binemezdim, binseydim de bu bir şey ifade etmezdi. Çocukken bir bisikletim olmamıştı hiç, ailemle kaldığım dönemlerde annem kendimi kirleteceğimi söyleyerek bundan men etmişti beni. Yurtta da kimsenin bisikleti yoktu ve haliyle ben sürmeyi öğrenme fırsatı bulamamıştım. "Sürmeyi," dedim yutkunarak. Hayatımda ilk kez birinin beni kınamasından korkuyordum. "Bilmiyorum. Yani öğrenmek için zamanım olmadı." Birkaç saniye yüzüme baktı Toprak. Ardından kendi bisikletinden indi. Tam karşıma geçtiğinde yüzünde düz bir ifade vardı ama göz göze geldiğimiz an heyecanla konuştu.

"Ben sana öğretirim."

"Bunun için yaklaşık on yıl kadar geç kaldın." dedim. "En iyisi boşvermek."

"Saçmalama," dedi. "Hayatta öğrenmeye her zaman açık olmalıyız. Her yaşta öğrenecek bir şeyler mutlaka vardır. Üstelik bisiklet sürmeyi bilmediğin için pes edemezsin. Sen bir insansın ve senin vazifen bilmediklerini öğrenmek."

İç çektim. "Vazgeçmeyeceksin, değil mi?"

Cıkladı. "Asla."

Ona tebessüm ederek bisiklete oturdum ve "Ne yapmam gerek?" diye sordum. Yanıma geldi ve bisikletin arkasıla direksiyonu sımsıkı tuttu.

"Şimdi, ben seni tutacağım ve sen pedallara basacaksın. İlk başta tuhaf gelir ama korkma, öğrendin mi bırakamazsın." Dediğini yapmaya çalıştığım an düşeceğimi zannederek durmam bir oldu. Toprak'ın ısrarıyla birkaç defa daha denedim ama sonuç hüsrandı. "İdil," dedi Toprak. "Gözlerime bak." dediğini yaptığımda bana haddinden daha fazla yakın olduğunu fark ettim ama bu beni o kadar da rahatsız etmemişti. "Bana güven." dedi. "Düşmekten korkma çünkü düşmene asla izin vermem. Eğer düşersek de birlikte düşeriz." Yüzünde yavaş yavaş alışacağımı hissettiğim içten ifade belirdi. Hayat dolu gözlerine bakarken başımı salladım ve dediğini yaptım. Başta düşeceğim için endişelensem de Toprak bisikleti daha sert kavrayarak dengemi toparlamama yardım etti. Pedalları çevirmeye başladığımda yavaş yavaş yürümeye başladı o da. Biraz ileri gittiğimizde sevinçle bağırdım.

"Oldu!"

O da bağırdı. "Tabii ki olacak, öğretmenin benim."

Onu tanıdığımdan beri daha çok güldüğümü idrak etmem sadece saniyelerimi aldı. İtiraf etmesi zor olsa da içimden bir ses onun bana oldukça iyi geleceğini söylüyordu. Üstelik öğreneceğim tek şeyin bisiklet sürmek olmadığına da emindi. Toprak neşeyle ilerlemeye devam ettiğinde ona ayak uydurdum.

Neredeyse tüm gün bana bisiklet sürmeyi öğretmekle uğraştı Toprak. Nihayet zor da olsa sürmeyi öğrendiğimde bana pratik yaparsam daha çok gelişeceğimi söyledi. Ona inandım. Bisikletleri elimizle iterken artık yürüyorduk. Benim yüzümden planlarının iptal olduğu belliydi ama o bunu çok da dert ediyor gibi durmuyordu. Aksine, daha çok eğlenmiş gibiydi.

Beni pansiyona bıraktığında ona el sallayarak içeri girdim. Kapıda oturan adam, beni gördüğünde kaşlarını çatarak birkaç saniye yüzüme baktı. Ardından "Bugün, pansiyona yeni birileri geldi." dedi. "Tekin tipler değiller, abla. Odanın kapısını kilitlesen iyi olur."

Benden büyük olsa da bana 'abla' demesine değil ama tekinsiz oldukları halde o adamları buraya almasına şaşırsam da bir şey diyemedim. Sonuçta herkes ekmeğinin derdindeydi. Kimseye görünmeden odama geçip yatağıma uzandığımda gerçekten de aylardır boş olan yandaki odadan sesler geldiğini işittim. Yüzümü buruşturarak eskimiş tavanı izlemeye başladım. Bugün, uzun süredir tekdüze olan hayatıma bir yenilik katmıştım. On dokuz yaşındaydım ama bisiklet sürmeyi bugün öğrenmem çocukluğumdan ne çok şeyler çalındığının yanı sıra izin verselerdi ne kadar mutlu olabileceğim gerçeğini de en ağır şekilde yüzüme vurmuştu. Buna rağmen mutluydum.

Gözlerimi kapattım.

Sabah uyandığımda yorgunca hazırlandım ve sırt çantamı takarak odadan çıktım. Bu esnada yan odanın da kapısı açılmış ve orta yaşlarda, çirkin diye yaftalamakta zorluk çekmeyeceğim bir adam dışarı çıkmıştı. Adamla göz göze geldiğimizde bakışlarımı kaçırdım ama o inatla bana bakmayı ve bedenimi baştan aşağı süzmeyi sürdürdü. Midemin bulandığını hissederek önüme döndüm ve adamın hala arkamdan baktığını bilerek pansiyondan ayrıldım. Görevli haklıydı, gerçekten de artık daha dikkatli olmalıydım.

Kafeye gittiğimde merdivenlerde oturan bedeni görmemle şaşırdım. Toprak, her zamanki gibi gayet dinçti. Oturduğu merdivenlerde kafasını kaldırmış göğü izliyordu. Ayak seslerimi duyduğunda "Günaydın." dedi. Onu gördüğüm an içimdeki huzursuzluğun tuzla buz olduğunu hissettim. Ona bu kadar kısa sürede alışıyor olmam yanlış mıydı? Belki. Fakat ruhum öylesine sevgiye açtı ki onun gibi sevgi dolu birini görmek beni dizginlerimden koparıp almıştı.

"Günaydın." diye karşılık verdim. Kafeyi açtığımda soğuktan ellerini birbirine sürttüğünü yan gözle baktığımda görmüştüm. İçeri girdiğinde "Neden bu kadar erken geldin?" diye sordum.

"Uyku tutmadı," Yanıtına bir şey söylemedim. Çayı küçük mutfakta demleyip dinlenmesini beklerken Toprak da çantasından çıkardığı kitabı okumaya başladı. Her sabah böyle yapardı. Kafeye erkenden gelir, kitabının kaldığı yeri bulur, çayını yudumlarken kitabı okurdu.

Çayın yeterince dinlendiğine kanaat getirdiğimde onun önüne koydum bardağı. "Teşekkür ederim," dedi irkilerek. Bir şey demeden yerleri paspasladım. Bir saat kadar sonra Esra da gelmiş, yeni gelen müşterilerle ilgilenmeye başlamıştı. Arada Toprak'a gözü kaydığında bana takılmaktan uzak durmasa da Esra'nın da ona kanının kaynadığı kesindi.

Patron henüz gelmemişti. Çok geçmeden Esra'yı arayarak bugün hasta olduğunu ve bizim idare etmemizi söylediğinde güldüm. Tepemizde dikilmiyor olmak sinirini bozacaktı muhtemelen ve bu da benim içimdeki haylaz yanımı harekete geçirmişti. Keyfim yerine iyice geldiğinde Toprak'ın başını masaya yaslamış uyukladığını gördüm.

Ona doğru sessizce yaklaşıp masanın üstüne bıraktığı makineyi kavradığımda yüzümde hınzırca bir gülümseme peydah olmuştu. Yana geçip yüzünü görecek konuma geldiğimde bir an durdum. Çok masum uyuyordu. Cinsiyetçi biri değildim ama erkeklerin bu kadar masum olacağını hiç düşünmediğim de bir gerçekti. Yurttan çıktıktan sonra karşıma çıkan tipler para ve ihtiraslarından başka hiçbir şey düşünmediğinden kendime ilginç bir savunma mekanizması oluşturmuş ve erkeklerin hepsini yanlış olduğunu bilsem de aynı kefeye koymuştum. Sanki Toprak da bunun yanlış olduğunu bana hatırlatmak için gönderilmişti. Kendimi toplayarak bir fotoğrafını çektiğimde kıkırdadım. Uzaktan bizi izleyen Esra da eğleniyordu.

Makineden küçük, siyah bir fotoğraf çıktığında onu sallamaya başladım. Birkaç dakika içinde Toprak'ın yüzü belirginleşmişti. Alt dudağımı ısırarak güldüm ve makineyi yerine koydum. Fotoğrafı cebime atarken o hala uyuyordu.

Yarım saat sonra uyandığında son çayını da içip ücreti ödeyerek kafeden ayrıldığında Esra'nın ima yüklü bakışlarını aldırmadan ortalığa çekidüzen verdim. Ardından dersim başlayacağı için "Ben çıkıyorum." diye seslendim. Kafeden ayrılıp yürümeye başlarken yüzüme yapışıp kalan tebessümü silemiyordum.

Dersime girdikten sonra bir süre kantinde dinlenmek için aşağı indiğimde üzerime yönelen bakışları görmezden geldim. Simge'nin kendi çapındaki küçük düşürme operasyonundan sonra bu bakışlara alışmıştım. Doğrusu insan alışınca yüzleşmeye korktukları o kadar da yakmıyordu canını. Derste tuttuğum notları masanın üstüne koyup tekrar ederken kahvemi içiyordum. Karşımdaki sandalye çekildiğinde Toprak gülümseyerek çayla dolu bardağını masanın üstüne bıraktı. "Selam." Başımla selamını aldım. Uzanıp önümdeki kağıdı aldı ve biraz göz gezdirdikten sonra konuşmaya başladı. "Sizin bölümü anlamıyorum." derken oldukça sakindi. "Okuyorsunuz, yorumluyorsunuz ama burada öğrendiğiniz birçok şey gündelik hayatta zaten var."

"Gazetecilik de öyle değil mi?" diye sordum. "Sizin anlattıklarınız zaten gerçek, yaşanmış veya yaşanıyor olanlar. Hata şahitleri bile var ama buna rağmen siz yeniden yazıyorsunuz. Her alanın kendine göre bir tekniği var."

"Haklısın," dedi. "Peki sana klasik felsefe algımı sorabilir miyim?" Tutkunu olduğu çayı içerken mırıldandı. "Mesela hayat senin için ne ifade ediyor?"

"İfadesizliği." Anlamazca gözlerime baktığında boğazımı temizledim. "Hayat benim için aslında tam olarak bu diyebilirim, Toprak. Şöyle düşün, bir gün çok özgürken öbür gün kendimizi bir kafeste bulabiliyoruz. Bir an mutluyken öbür an delicesine mutsuz, yalnızken aniden kalabalık olabiliyoruz. Benim için zıtlıkları barındıran olgular anlamsız bu yüzden."

"Yani," dedi. "Senin için mutluluğun veya mutsuzluğun anlamsız olduğunu mu çıkarmalıyım?"

"Evet, ikisi de aynı ve bir o kadar zıt olduğu sürece."

"İyi de," dedi. "Mutsuzluk ve mutluluğu nasıl bağdaştırıyorsun ki? İnsani tepkilerden tut kavramların anlamlarına kadar her şeyleriyle farklı şeyler bunlar."

"Esas mesele de bu." Ben de kahvemi içtim. "Zıtlıklar aslında bir bütündür. Eğer siyahın siyah olma sebebi senin onu öyle görmek istemendir. Eğer siyahın beyaz olduğuna kendini inandırırsan artık gördüğün şey siyah olmaz. Mutluluk ve mutsuzluk da böyle. En mutlu anında bile mutsuz olduğuna beynini inandırırsan mutsuzlaşırsın. Dolayısıyla onları birbirinden kesin çizgilerle ayırmak imkansızlaşır. Çünkü her şey," Elimi kaldırıp kafama dokundum. "Burada başlar ve burada biter."

Tebessümünü artırdı. "Gerçekten ilginç." derken meraklı görünüyordu. "Bana da öğretir misin senin gibi düşünmeyi? Hem o zaman ben de sana fotoğraf çekmeyi öğretirim."

Sırıttım. Aklıma sabah çektiğim fotoğrafı geldiğinde bozuntuya vermeden "Neden olmasın?" dedim. "Zaten fotoğraf çekmeyi öğrenmeyi de çok istiyordum."

Continue Reading

You'll Also Like

934K 65K 37
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
480 101 17
Boş bir beyin, tanımadığı insanlar, koştuğu yollar ve daha nicesi... O nasıl mafyanın birisine bulaşmış olabilirdi ki? Peki ya polislerle ne alâkası...
842K 37.1K 19
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...
360K 23K 24
17 Yıl sonra gerçekleri öğrenen Bade, yıllardır onu arayan abilerine giderse. Azıcık dram. Bolca eğlence. Bolca aksiyon. Bir tutam da kaos. Daha...