İkinci Tekil

By antided

93.4K 7.8K 1.2K

İdil, çok küçük yaşta ailesi tarafından terk edilmiş bir kızdı. Verildiği yurtta da, yurttan ayrıldıktan sonr... More

(0.1)-Sıfırın başlangıcı
(0.2)-Sıfırın yalnızlığı
(0.3)-Sıfırın inancı
(0.4)-Sıfırın tutkusu
(0.5)-Sıfırın bir'i
(0.6)-Sıfırın geçmişi
(0.7)-Sıfırın duyguları
(0.8)- Sıfırın kararı
(0.9)-Sıfırın hikayesi
(1.0)- Bir'in gerçek başlangıcı
(1.1)-Bir'in özgürlüğü
(1.2)-Birin ikisi
(1.3)-Birin aşkı
(1.4)-Birin rolü
(1.5)-Birin tekili
(1.6)-Birin inançları
(1.7)-Birin anıları
(1.8)-Birin bütünü
(1.9)-Birin imtihanı
(2.0)-İkinin ilkleri
(2.1)-İkinin kırılma noktası
(2.2)-İkinin kalıpları
(2.3)-İkinin yüzleşmesi
(2.4)-İkinin hüzün senfonisi
(2.5)-İkinin sorumluluğu
(2.6)-İkinin yaramazlığı
(2.7)- İkinin tesadüfü
(2.8)- İkinin bağları
(2.9)-İkinin barışı
(3.0)- Üçün hazin kırgınlığı
(3.1)-Üçün ilk adımları
(3.2)-Üçün zamanı
(3.3)-Üçün aşka selamı
(3.4)-Üçün gönlünün uçurtmaları
(3.5)-Üçün tattığı yabancı hisler
(3.6)- Üçün hayalleri ve tebessümü
(3.7)-Üçün şoku
(3.8)-Üçün aşamaları
(3.9)-Üçün unutulmazı
(4.0)-Dördün vedası
(4.1)-Dördün yası
(4.2)-Dördün kırık hüznü
(4.3)-Dördün intikamının ilk adımı
(4.4)-Dördün çizgisi
(4.5)-Dördün denkliği
(4.6)-Dördün kusursuzluğu
(4.7)-Dördün yetenekli oyunu
(4.8)-Dördün acıyla imtihanı
(4.9)-Dördün buruk tebessümü
(5.0)-Beşin af dileği
(5.1)-Beşin sevgisi
(5.2)-Beşin adalet arayışı
(5.3)-Beşin kaosu
(5.4)-Beşin konuşmaları
(5.5)-Beşin serzenişi
(5.6)-Beşin içsel arayışı
(5.7)-Beşin tezgahı
(5.8)-Beşin hazin finali
(5.9)-Beşin vurgunu
(6.0)Ek/Özel Bölüm

(0.0)

7.5K 245 133
By antided

Herkesin aşılması zor bir yokuşu vardır.

*

O gece her zamanki gibi sessizdi. Ellerimi cebime koymuş, yüzümü yalayan dondurucu soğuktan bir an önce kurtulabilmek için adımlarımı olabildiğince hızlandırmıştım. Kafamda aceleyle taktığım beremin varlığını hissederken boynuma geçirdiğim atkı da her nefes alışımda çeneme sürtünüyordu.

Dalgın gözlerim her an bir mucizeye tanık olacakmışçasına etrafta geziniyor ve eli boş döndüğü için vazgeçmektense zihnimi başka şeyler düşünmeye teşvik ediyordu.

Bir elimi isteksizce kalın paltomun cebinden çıkarıp bileğime sardığım saate baktım. Oldukça gecikmiştim ve bunun başıma var olanlar yetmiyormuş gibi yeni bir sıkıntı açacağını da biliyordum. Kısık sesle homurdanarak elimi yeniden ait olduğu yere kavuşturdum ve daha iyi şeylere yoğunlaşmayı denedim. Ancak şöyle bir durup hayatımın çizelgesine baktığımda pek de iyi şeylere denk geldiğimi söyleyemezdim. İç çekerek başımı iki yana salladım. Nefesim dahi buz tutmak üzereydi. Gözlerim, yaklaşık iki gündür tam olarak uykumu alamadığımdan kapanacak gibi olsa da gençliğimin verdiği güçle kendimde uyumamak için yeterli direnci buluyordum. Fakat şu da bir gerçekti ki çok geçmeden direncim tamamen kırılacak ve bedenim içinde kendi yaşına zıt bir yaşlıyı taşımayı kabul etmekten bıkacaktı.

On dokuz yaşındaydım.

İnsanların en deli çağlarından biri olarak nitelendirilen bu yaşım, bana tıpkı diğer yıllarım gibi önemsiz geliyordu. Hayatla erken yaşta tanışan birçok insan gibi ben de yıllarını muhteşem anılar biriktirerek değil yaşam mücadelesi vererek geçirmiştim zira. Yine de yaşadığım her an için bir minnet duyduğum da bir gerçekti. Burnumun kızardığını hissederek kafamı kaldırdığımda nihayet hedeflediğim noktaya gelmenin verdiği sevinçle derin bir nefes aldım. Boş zamanlarımda bir barda çalışıyordum. Daha doğru bir ifadeyle, kendime boş bir zaman yaratmak için uykumdan feragat edip gündüzleri değişik işlerde çalıştığım yetmezmiş gibi bir de geceleri para kazanmaya çalışıyordum. Genç bir kız için bu elbette zordu. Yaşadığım yerin ahlaki yapısı, insanların anlayışları ve geri kalan diğer unsurları göz önünde bulundurduğumda cinsiyetim ben her ne kadar öyle olduğunu kabullenmek istemesem de yoluma taş koyuyordu. Fakat bu düzene er ya da geç alışmak zorunda kaldığım için artık bunları eskisi kadar düşünmüyordum.

Kapıdaki iki adama boş bir bakış atıp içeri girdiğimde kulağıma dolan seslere yüzümü buruşturarak tepki versem de bedenim sıcağa kavuştuğu için ürpermeden edememiştim. Göze batmamaya çalışarak çılgın kalabalıktan sıyrılıp barın arkasındaki odaya gittim ve eşyalarımdan kurtulup odanın kapısına yöneldim. Ben kapı kolunu indirdiğim esnada kapıyı açmakta olan patronumla burun buruna geldiğimde alt dudağımı dişleyerek bir adım geriledim ve kişisel alanımı farkında olmadan da olsa işgal edişini önledim.

"İşe başlamak için biraz geç bir vakit değil mi İdil?" diye sorduğunda gözlerimi kaldırdım ve bakışlarımı patronumun bakışlarıyla buluşturdum. Çalıştığım barın sahibi Özgür Bey, otuzlu yaşlarının ortalarında olan bir adamdı. Katı ve otoriter bir tavrı olduğunu söylemek ona haksızlık olurdu ancak sinirlendiğinde veya emrine itaat edilmediğinde öfkeden gözünün hiçbir şeyi görmediği de bir gerçekti. Burada neredeyse altı aydır çalışıyordum ve geçen bu zaman zarfında onunla seviyeli bir iletişim kurmuştum. Kendisini tanıdığım kadarıyla sorumluluk ve türevindeki değerlere önem veren disiplinli bir adamdı Özgür Bey. Çalışanlarıyla mesafesini korusa da onlar için adil biri olmaya hep gayret ederdi. Burada çalışmaya ilk başladığımda bir mekan dolusu sarhoş insanla baş edemeyeceğim konusunda endişelerim de vardı aslında ama o daha işe alındığımı söylemeden önce en ufak bir sıkıntıyı ona bildirmemi ve hiçbir şekilde ondan çekinmemem gerektiğini belirtmişti. Açıkçası sözünü de tutmuş, altı aydır mekanda herhangi bir problem olduğunda önce o ve hemen ardından kardeşi Anıl ilk müdahale edenlerden olmuştu. Anıl ile aram iyiydi. Benden birkaç yaş büyüktü. Canı sıkıldığında buraya gelir, benimle ve benle birlikte çalışan arkadaşım Ufuk ile uğraşırdı.

Patronumun benden bir cevap beklediğini fark ettiğimde kişisel tahlillerimi bir kenara atıp boğazımı temizleyerek "Kusura bakmayın Özgür Bey," dedim. "Bir daha olmaz." Ona neden geciktiğime dair bir şeyler söyleyecek gücü kendimde bulamamıştım.

"Pekala," dedi ve kenara çekildi. "Kolay gelsin." Kapıdan geçecekken seslendi. "Ve İdil; Anıl birkaç arkadaşıyla buraya geliyor, onlarla bizzat ilgilenmeni istiyorum."

"Merak etmeyin." diye kafamı salladım. Gürültüye doğru ilerleyip barın arkasına geçtiğimde bardakları silen Ufuk ile kesişti bakışlarımız. Müziği bastırmaya çalışarak "Benim yüzümden yoğun olmalısın," dedim.

Ufuk gülümseyerek başını iki yana salladı. "Sorun değil, idare edebildim." Sildiği bardağı bıraktı ve bana döndü. "Hatta tam zamanında geldin, denebilir. Anıl ağabey birazdan arkadaşlarıyla geliyormuş, hem müşteriler hem onlarla ilgilenmek daha zor olurdu." Bana göz kırptı. Ona tebessüm ederek bar taburesine oturan müşteriye döndüm ve ona ne içmek istediğini sordum. Karşımdaki genç kadın birkaç saniye düşünüp bir tekila istediğinde kaşlarım havalansa da dediğini yaptım. İçkisini verdiğim kadın tabureden kalkıp dans edenlerin arasına katıldığında yanağımın içini dişleyerek gittikçe kalabalıklaşan topluluğa baktım.

Hayatım boyunca herkes gibi benim de hayallerim olmuştu. Çoğunu gerçekleştirememiştim belki ama beni var eden parçalarımdan birinin bu hayalleri gerçekleştirme umudu olduğunu da yadsıyamazdım. Dudağımı dilimle ıslatıp işimi yaparken aklımdan sayısız fikir geçti.

Eskişehir'de, iyi bir üniversitede okuyordum. Çocukluğumdan beri hayata dair meraklarım olduğu için felsefe bölümünü seçmiş ve çevremdeki birçok kişiye göre boş bir mesleğe yönelmiştim. Fakat ben okuduğum bölümü para kazanmaktan ziyade bilgi edinmek amacıyla seçtiğimden bu benim için pek sorun teşkil etmiyordu. Henüz ikinci sınıf olsam da bana şimdiden bir şeyler kattığını çekinmeden söyleyebilirdim. Pek arkadaşım yoktu, dürüst olmak gerekirse Ufuk ve gündüzleri bazen selamlaşmaktan öteye gitmediğim Esra haricinde hiç arkadaşım yoktu. Temel ihtiyaçlarımla meşgul olduğumdan buna pek gereksinim de duymamıştım doğrusu. Okulda bir hayalet gibi sessiz olurdum genelde. Derslere girer, notları tutar ve elimden geldiğince kimseyle göz teması kurmadan amfiyi terk ederdim. Buna hocalarım ve sınıf arkadaşlarım başta olmak üzere herkes alışmıştı. Gerçi kimsenin de ben avazım çıktığı kadar bağırsam dahi kafasını çevirip bana boş bir bakış atmaktan başka yapacağı bir şey yoktu. Sanırım insanlar başkalarına kör olmaktan gayet memnunlardı ve ben de onlarla üç maymunu oynayarak devam etmekte sorun yaşamıyordum.

Beni diğerlerinden farklı kılan bir yönüm yoktu. Herkes gibi, sıradan biriydim. Belki bir parça eksiktim hepsi buydu. İyi bir ailemin olmaması, beni geriye itiyordu belki de. Aslında ölmemişlerdi ve gayet sağlıklıydılar. Sadece bundan seneler önce boşanmış ve ortada kalan çocuklarını umursamadan ikisi de yollarına bakmıştı. Yani beni terk etmişler, bir daha arayıp sormamışlardı. Bense bir yurda verilmiş, on sekizimi doldurduğumda da kapı dışarı edilmiştim. Neyse ki o dönemde bu şehirdeki bir üniversiteyi tutturmuş ve buradaki öğrenci yurdunda kalmayı başarmıştım. Fakat talih benden yana olmadığını yüzüme vurmuştu. Kaldığım yerin masrafını çıkaracak para bulmak için çalışmak zorunda kalmıştım. Bu benim için dert değildi esasında ama kazandığım para bana yetmediğinden geceleri de çalışabileceğim başka bir iş bulmuş, yurda giriş kurallarını tümüyle ihlal ettiğim için de oradan ayrılmak zorunda kalmıştım.

Şimdilerde ucuz bir pansiyonda kalıyordum. Leş gibi bir yerdi ama param yalnızca oraya yetiyordu. Bir gece beni kaldığım yere bırakan Anıl ağabey bunu anladığında bana iyi bir yer ayarlayabileceğini ve parayı dert etmememi söylemişti ve ben her zamanki tavrımı ortaya koyup idare edebileceğimi zırvalamıştım. Karakterim kadar sağlam olduğuna inandığım gururum buna müsaade etmemişti. Kimsenin yardımını alamazdım. Hele ki öz ailem benden vazgeçmişken hiçbir bağımın olmadığı insanlara yük olmayı kabullenmektense ölmeyi yeğleyeceğim bir inada sahipken, asla olmazdı.

"Nasıl gidiyor, güzellik?" Duyduğum sesle kafamı çevirdiğimde Anıl'ı gördüm. Ona bazen adıyla hitap ettiğimde yalandan kaşlarını çatar ve ona 'ağabey' demem konusunda bana uzun nutuklar çekmeye başlardı. Uzanıp yanağımdan bir makas aldığında gözlerimi devirerek onun bu yılışık tavrına her zamanki tepkimi verdim. Hayatı tamamen bir eğlence olarak gördüğünden gününü gün eder ve herkese takılırdı ama bana takılmaması gerektiğini hala öğretememiştim. Yine de ağabeyinden daha samimi olması hoşuma gitmiyor değildi. Oldum olası genç insanlara sempati duyardım. Benim yaşayamadıklarımı ve belki de hiç yaşayamayacak olduklarımı başkalarının yaşaması arada beni gücendirse de artık o kadar zoruma gitmiyordu. Galiba buna alışkanlık deniliyordu.

"İyi," diye kestirip attım. Anıl ağabeyin arkasından birkaç kişi gidip bir locaya oturduğunda gözlerimi kısarak "Ne içersiniz?" diye sordum. Omzunun üstünden ardına bakarken "Beş bira, bana da her zamankinden." diyip arkadaşlarının yanına gitti.

İstediklerini hazırlayıp yanlarına götürdüğümde masadaki Anıl ağabey hariç üç erkek ve iki kızın bakışlarını umursamadan içkilerini önlerine bıraktım. Bu esnada sarışın olan bir kız "Sen reşit misin tatlım?" diye sordu. Muhattabı olduğumu bilmenin hezimetiyle beni süzen kahve gözlerine loş ışığın altında baktım ve "Evet." dedim.

"Hadi ya, yanlış anlama ama çok küçük görünüyorsun." dedi erkeklerden biri. Adını bilmiyordum, çok da umrumda değildi. Ona kısa bir bakış attığımda biçimli yüz hatlarının oldukça dikkat çekici olduğunu gördüm. Fakat bu, ona daha uzun süre bakmamı sağlamaya yetmemişti. O ise aksine beni uzunca süzmüş ve rahatsız olmama sebep olmuştu. Anıl, geriye yaslanıp keyifle votkasını yudumlarken garip bir ses çıkardım. Müzik sesi kısılmıştı.

"Öyle derler." diye geveleyip işimin başına döndüğümde müşterisini postalayan Ufuk, bana sokuldu.

"Biraz daha dikkatli bakarsa şaşı kalacak." diye bana az önceki genci işaret ederken burnumu kırıştırdım.

"Kendi problemi."

Sözlü veya fiili tacizlere karşı diğerleri tetikte olsa da insanların bakışlarından kaçamazdım. Bunu öğreneli çok olmuştu. Birinin size bakmamasını sağlamak bir kayayı dik bir yokuşa sürmekten daha zor  olabiliyordu kimi zaman. Bir bardağı silmeye başlarken gözüm yansımama takıldı. Öyle şaşalı bir güzelliğim yoktu. Beyaz ve hastalıklı gibi görünen bir tenim, çoğu zaman anlamsız bakan yeşil gözlerim ve az yemek yediğim için son zamanlarda epey zayıflamış bir vücudum vardı sadece. Bu yüzden o çocuğun hala bana bakması beni belli etmesem de şaşırtmıştı.

Gece, böyle devam etti. Birkaç defa daha içkilerini tazelemeye gittiğimde o çocuğun bakışlarına maruz kalsam da bunu iyice kafayı bulan Anıl'a belli etmemiş ve nihayet iş saati bittiğinde derin bir nefes alarak bardan çıkmıştım. Saat sabahın dördüydü. Ufuk ne kadar beni bırakmayı teklif etse de onun evi bana ters düştüğünden bunu reddetmiş ve Anıl da sarhoş olduğundan başımın çaresine bakmaya karar vermiştim.

Etrafta kimse yoktu ve akşamdan daha da soğuktu hava. Korktuğumu hissetsem de bunu bastırmaya çalışarak tenhalaşmış caddede ilerlemeyi sürdürdüm. Hava henüz aydınlanmamıştı. Sokak lambaları yolumu bulmamı sağlayan yegane destekçimdi.

Her an biri arkamdan fırlayacakmış gibi temkinliydim. Sırtımdaki soğuk terler ve yorgunluğum da hesaba katılırsa kendimi savunma gücünden yoksun olduğum da aşikardı. Dudaklarımı birbirine bastırarak yürürken köşeyi dönmemle son hızla bir şey bana çarptı. Kendimi yerde bulduğumda dirseğim kaldırıma çarpmıştı. Siyah saçlarım yüzümü gizlerken dudaklarımdan bir inilti döküldü ve çıkan gürültüye eşlik ederek sokağın sessizliğini bir bıçak gibi kesti.

Başımı yanıma çevirdiğimde birinin de benim gibi yerde olduğunu idrak ettim. Karşımda genç bir adam vardı. Boynundan sarkan bir fotoğraf makinesini sımsıkı kavramış, nefes nefese ve dehşetle bana bakıyordu. Saçımı yüzümden çektiğimde gözleri mümkünmüş gibi daha da büyüdü. Dudaklarından anlam veremediğim bir mırıltı çıktığında dirseğimin sızısını hatırlayarak doğrulmaya çalıştım. Karşımdaki genç benden önce kalkıp elini uzattı. "İyi misiniz?" diye sorarken telaşla omzundan geriye baktı. Birilerinden kaçıyor izlenimi vermişti bu. Zaten bu tarz belalı  da insanlar sürekli birbirinden kaçardı ve yazık ki kaldığım pansiyon da bu civarda olduğundan başıma bir şey gelmemesini ummaktan başka seçeneğim yoktu. Yutkundum ve ona tutunmadan kendim kalktım. Ben bir şey diyemeden "Özür dilerim." dedi çocuk. Gür saçları alnından dökülüyordu. Gecenin ortasında parlayan mavi gözlerini kırpıştırdı.

"İyiyim." dedim anlamsızca. "Problem değil."

Çocuk yeniden arkasını kontrol etti ve "Üzgünüm," dedi. Ses tonu kafamın içinde defalarca kez yankılanıyordu. "Gitmeliyim ve siz de gitseniz iyi olur. Buralar tekin değil."

Kaşlarım çatıldı. O birden koşmaya başlarken şaşkınca duraksadım. Hemen ardından adım sesleri duyuldu ve iki iri kıyım adam da yanımdan rüzgar gibi geçti.

Neler olduğunu anlamasam da uykusuzluğum beyin fonksiyonlarımı yavaşlatarak kafamı bulandırıyordu. Bu nedenle tekrar yürümeye başladım ve pansiyona girer girmez odama çıkıp kapıyı kapatarak eski, tek kişilik yatağıma bıraktım bedenimi.

Aklımsa o çocuğun telaşla bakan ama ay ışığında bile belli, benimkilerin aksine hayat dolu gözlerindeydi.

Continue Reading

You'll Also Like

5.1K 1.9K 57
Gözlerinde gördüğüm ifade esaretim.
586K 33.9K 60
(Kitabı çıkartmayı düşündüğüm için 16. Bölümden sonrası silinmiştir.) Kendi düğününden kaçıp hiç tanımadığı ukala, sorumsuz gibi görünen bir yabancın...
44K 1.4K 130
Hayat onların yollarını bir kere birleştirdimi asla ayırmamaya yemin etmiş gibi.Her seferinde tamamen habersizce karşılaşıp sürekli didişen iki genç...
359K 23K 24
17 Yıl sonra gerçekleri öğrenen Bade, yıllardır onu arayan abilerine giderse. Azıcık dram. Bolca eğlence. Bolca aksiyon. Bir tutam da kaos. Daha...