Kafamın İçindeki Şeytanlar

By canberkhuner

4.1K 1.1K 4.1K

WattpadMysteryTR'nin Psikolojik Gerilim Dolu Dakikalar adlı okuma listesinde! Sorunlarının onu boğmaya başlad... More

Giriş
I
III
IV
V
VI

II

472 155 561
By canberkhuner

   Öfkeden gözü dönmüştü, hem de fena bir şekilde. Neredeyse sekiz yıldır çalıştığı şirketin sonunun bu şekilde olacağı aklının ucundan bile geçmezdi. Gece ya da gündüz demeden gün boyu çalışıyordu. Çocukluğundan beri gelmek istediği yerdeydi ve şimdi ise tahtından iniyordu. Pek de yavaş bir iniş değildi bu, tökezleyip sertçe yere düşeceğini biliyordu. Bunun nedeni ise çalıştığı şirketin alım - satım işlerinin sorumlusunun kendisi olmasıydı. Çocukken hep bir şirkette büyük bir rol oynamanın hayalini kurmuştu fakat rolünün büyük olmasının da getirdiği sorumlulukla birlikte şirket iflas ettiğinde baş şüphelilerden biri olma, hatta kendisine dava açılma olasılığının da artacağını düşünmemişti. Zaten o, hayatı boyunca kötü şeylere hiç ihtimal vermezdi. İyi şeylerin hayalini kurar, dişini tırnağına takıp çalışır ve daima elde ederdi. Çünkü tek isteği her zaman kızının mutlu olmasıydı. Kızı üzülürse kendi de üzülürdü fakat kendisi üzüldüğünde kızının da üzüleceğini hiç hesaba katmamıştı.

***

   Sahilde saatlerce güneşin altında durup mükemmel bir kumdan kale yapan küçük bir kız çocuğunun denizden gelen bir dalgayla kumdan kalesinin yıkıldığı andaki haykırışlarını içinde yaşatıyor gibiydi Grace. Fakat onun kumdan kalesi, kaleye vuran dalga ve haykırışları çok daha büyüktü. Kocasının eve geldiği anda yüzünde gördüğü tebessüm onu daha da çıldırtmıştı. Yine de bunun için onu suçlayamazdı çünkü zaten olanları kocası eve geldiğinde onunla sakin sakin konuşmak için kocasına hiçbir şey anlatmamıştı.

    Kızını mutfakta bırakırken kocasını kolundan tutup yatak odasına götürdü ve kapıyı kilitledi. Kulağını kapıya dayayıp kızı onları mı dinliyor, yoksa mutfakta mı diye kontrol etti. Kulağına herhangi bir ses gelmeyince kocasına döndü ve "Tatlım, birazdan duyacakların başta bende yarattığı gibi sende de bir sinir krizi etkisi yaratabilir ya da sağlıklı düşünememene yol açabilir fakat ne senden tek bir isteğim olacak: ne söylersem söyleyeyim  dediklerim karşısında sakinliğini koruman. Bunu ne kadar başarabilirsin bilmiyorum ama ne kadar uzun süre sakin kalabilirsen  bu benim işimi o kadar kolaylaştırır ve olanları tane tane anlatabilirim. Şimdi, hazır mısın?" dedi sessizce.

   Karısının birazdan anlatacakları adamın pek de umurunda değildi ki Grace'in aldığı cevap "Keşke önce akşam yemeği yeseydik, Clara mutfakta tek başına." idi. Grace bunun üzerine derin bir nefes aldı ve  "Akşam yemeği falan yok, Henry. Belki de bir daha olmayacak. Çünkü... çalıştığım şirket... iflas ediyor." diye konuya girdi. Kocası, dediklerine anlam veremediğini belli eden bir yüz ifadesi takınmıştı. "Tatlım, eğer şaka yapıyorsan hiç sırası değil çünkü ben gerçekten açım. Bugün iş yerimde hiçbir şey yemedim ve eğer doğruları söylüyorsan bile karnımdaki gurultudan dolayı ne demek istediğini zerre anlamıyorum, inan bana." diye karşılık verdi kocası. Bu, Grace için bardağı taşıran son damla olmuştu. "Henry Liam Wayne!" diye bağırdı, elleri titriyordu. Ardından sesini alçalttı, "Yüzümde ne görüyorsun? Yıllarca kızına daha iyi bir hayat sunabilmek için gece gündüz çalışan bir kadının senin karşına geçip şirketinin battığı ve iflas ettiği hakkında şaka yapabilecek durumda olduğunu gösteren ya da içinde bulunduğumuz durumu senin açlığını giderdikten, karnını pizzayla doyurduktan - güya beni daha iyi anlayacağın için - sonra anlatacağımı belirten bir yüz ifadesi mi? Üzgünüm ama tavsiyene uymayacağım, zaten açlığın zerre umurumda değil, sen sadece bugün beni sinirlendirmemeye bak." Grace, sözünü bitirdiğinde Henry'nin korku dolu gözlerle ona baktığını fark etti, belki de biraz hayranlıkla. Belli ki silkelenip kendine gelmişti.

"Tamam, sakin ol. Şirket iflas etse bile bunun ucunun sana dokunacağını sanmıyorum, en fazla başka bir şirketle anlaşıp onlarla çalışmaya başlarsın." Hayır, bir insanı nasıl teselli edeceğini bilmiyorsun bile, diye düşündü Grace kocasını dinlerken.

"Henry, anlamıyorsun," diye söze başladı Grace. "Şirketin alım - satım işlerinden sorumlu olan baş kişi benim, biliyorsun - ya da bilmiyorsun çünkü şu an ne mevkide olduğum umurunda bile değil. Bu yüzden şirketin iflas etmesi durumunda bana dava açılma ihtimali yüksek. Eğer davayı kaybedersek de... elimizdeki her şeyi kaybedebiliriz, kızımızı bile."

   Henry'nin sinirlenmesi için kızıyla ilgili kötü bir durumun olması yeterliydi, bu yüzden karısı cümlesini bitirdiği an gözlerini fal taşı gibi açmıştı. "Telefonunu ver, şirketi arayacağım!" diyerek sesini yükseltti. Karısı bunun üzerine telefonundan aramalar kısmına girip şirketin numarasını buldu ve Lütfen sakin kal diye mırıldanarak telefonunu kocasına uzattı.

Lütfen hatta kalınız. evet, tek mesaj buydu ve birkaç dakikadır telefona kimse çıkmamıştı. Henry bunun üzerine küfür ederek telefonu kapattı ve "Hayır, bu gerçek olamaz. Biz iflas falan etmiyoruz, kızımı kimse elimden alamaz! Onlara günlerini göstereceğim!" diye söylenerek kapının kilidini sinirle açtı. Karısı, adamı zapt etmeye çalışıyordu. "Henry, lütfen dur!" diye haykırdı ve adamı kolundan tutup geri çekmeye çalıştı. Henry, derin derin nefes almaya başlamıştı. Sakinleşmeye çalışmak ile vestiyerdeki montunu alarak şirkete gidip sorunu kendi yöntemleriyle çözmek arasında gidip geliyordu. Adamın durgunluğunu gören Grace, fırsattan istifade kocasının sakinleşmesini sağlamak için mutfağa gitti ve kocası için bir bardak su getirdi. Henry suyu içerken Grace ise kocasının sırtını sıvazlayarak odaya götürdü ve kapıyı yeniden kilitledi.

"Sana iflas edeceğimizi anlatmadan önceki ricamı hatırlıyor musun?" diye sordu kocasının elindeki bardağı alıp komidinin üzerine koyarken. "Sakin kalman," diye yanıtladı kendi sorusunu."Clara'nın bu durumdan şimdilik haberi olmasa iyi olur. Son zamanlarda giderek durgunlaşıyor ve bu benim hiç de hoşuma gitmiyor, üstüne iflas haberini duyarsa yıkılır."

   Henry titremeye başlamıştı. "U-umrumda değil!" diye bağırdı ve kapının kilidini yeniden açmaya çalıştı. Grace onu zapt etmeye çalışırken Henry kapıyı açtı ve elini arkaya doğru savurunca komidinin üzerinde duran bardak yere düşüp kırıldı, ardından cam parçaları etrafa saçıldı. Henry montunu alıp evden çıkarken Grace yanaklarından süzülen gözyaşlarını umursamadan adamın arkasından "Nesini anlamıyorsun Henry, iflas ediyoruz!" diye bağırdı. Kızının iflas etmeleri durumunu öğrenmesine engel olmak için kocasını tembihlemişti fakat bunu ağzından kaçıran yine kendisi olmuştu. Annesinin dediklerini duyan Clara korkuyla odadan başını çıkarmış, dizlerinin üzerine çöküp ağlamaya devam eden annesine bakıyordu. "A-anne?" diyerek ürkek adımlarla odasından çıktı. "Dediklerin... doğru mu?" diye sordu ardından. Annesi, başarısızlığa uğramış gibi bir şekilde ağlamaya devam edince Clara, kadının yanında diz çöküp ona sarılmaya çalıştı. Annesi utangaçlıkla geri çekilmişti, "Hayır Clara, ben senin sevgine layık değilim. Ben senin annen olmaya layık değilim." dedi ve elinin tersiyle gözyaşlarını silmeye çalışıp ayağa kalktı. "Seni yüzüstü bıraktığım için özür dilerim - ah, ne kadar da utanç verici bir anneyim - ama babanın elini kolunu sallayarak şirkete girip münasebetsizce tavırları yüzünden başına bela almasını engellemek zorundayım. Acil bir şey olursa telefonum açık." dedi ve kızının cevap vermesine müsaade etmeden ona içtenlikle sarıldıktan sonra vestiyerden montunu aldı. İkinci kez kendisine konuşma hakkı verilmemişti ve şimdi de evin kapısı ikinci kez çarpılmıştı.

   Sinirden ağlamak üzereydi. Kendini terk edilmiş, bir başına bırakılmış hissediyordu ve soluğu kesiliyordu. Karmakarışık hissediyordu, hem asabi hem de gergindi. Bu olanlardan dolayı bir tarafı annesini suçlamasını söylüyordu ona, diğer tarafı ise bilinçsizce yaptığı tüm suçlamaların ona misliyle döneceğini savunuyor ve bu olaydan uzak kalmaya mecbur ediyordu onu. Kaygısı er ya da geç son bulacaktı fakat evde kimse yokken bugün yaşadıklarının yükünü üstünden atmak istiyordu, bunun için kendini bıraktı ve hıçkırarak ağlamaya başladı. Sıcak göz yaşlarının yanağında yol kat etmesiyle içinde buruk bir haz oluşuyordu. Bunu seviyor gibi hissediyordu, içindeki acıyla rahatlama hissinin karışımı gibiydi.

   Annesinin yanında dizlerinin üzerine çöktüğü yerde göz yaşlarının halıya düşüşünü bir süre izledikten sonra kendini toparlamak için ayağa kalktı ve mutfağa gidip kendine bir bardak soğuk su aldı. Ardından yorgun bir ruh haliyle odasına girdi. Işık kapalıydı, odadan çıkarken ışığın açık olduğuna emindi. Umursamadı, üstündeki ağırlıkların altından kalkmaya çalışırken bunu önemsenecek bir durum olarak görmüyordu. Bardaktaki suyun soğukluğu parmaklarına hücum ederken bardağı dudaklarına götürdü, bu sırada odanın ışığını da açmıştı. Karşısında gördüğü manzarayla elindeki bardak parmaklarının arasından kayıp yere düştü - evet, bu kırılan ikinci bardaktı. Joe odasındaydı! Kendisine gelen mesajı ve arkadaşlarının yazdıklarını düşündü. İkilemde kalmıştı, ne yapacağını bilmiyordu. Hassasiyetle bir adım geriledi. O sırada düşündüğü tek bir şey vardı: Joe nasıl odasına girmişti? Önceliği bunu öğrenmekti.

"Odan güzelmiş, Clara." dedi Joe gülümseyerek, bir süre birbirlerine anlamsızca baktıklarından odada oluşan o boğucu sessizliği bozmak adına. Clara derin bir nefes aldı ve içinde bulunduğu tüm garipliklere uyum sağlaması gerektiğini içinden tekrarlayarak "Teşekkürler, Joe. Odama... nasıl girdin?" dedi tereddütle. İçinde izinsizce odasına giren bu davetsiz misafiri kovması gerektiğine dair oluşan hissi bastırmaya çalışıyordu.

"Pencereyi açık görünce uğrayayım dedim, rahatsız mı ettim yoksa?" dedi Joe utangaç bir tavırla. Clara yine o sahte tebessümünü takınmıştı, "Hayır, hayır ama kapıyı kullansaydın daha etik olabilirdi. Ayrıca... son gördüğümde pencerenin kapalı oluğuna adım gibi eminim." Joe'nun ses tonundaki kabalığı fark etmemesini umuyordu. Aksine, Joe gayet mutlu bir ruh halindeydi, "Pencereyi dışarıdan açamayacağımı biliyorsun, belki de rüzgardan dolayı kendiliğinden açılmıştır. Eski bir pencere miydi?"

   Ah, hayır, bu soruya cevap vermeyeceğim, diye düşündü Clara. Tuhaflıkla başlayan bu karşılaşmanın sohbetinin de - beklediği gibi - tuhaf bir hal almasına katiyen müsaade etmeyecekti. Joe'yu ona karşı oluşan huzursuzluğunu belli etmeden evine yollamak istiyordu sadece, sonra da belki rahatlamak için sıcak bir duş alıp bütün olanları kısa bir süreliğine de olsa görmezden gelerek uykuya dalsa çok güzel olabilirdi.

"Sohbetine de doyum olmuyor." dedi Joe, Clara ile sohbetini ilerletemeyince yüzündeki itici sırtımayla. Bunu duyan Clara, kendini tutamadı ve öfkesine yenik düştü, "Bak Joe, zor bir dönemin başında olabilirim ve şu an tek istediğim şey yalnız kalmak. Evime neden ve nasıl girdiğini hala anlamış değilim ama buraya nasıl geldiysen öyle terk etmeni istiyorum senden, lütfen." sözlerini bitirdiğinde bir anlık öfkeyle Joe'ya bunu söylediği için kendini kötü hissetmiş ve utanmıştı. Nefesini tutmuş, çocuğun nasıl bir tepki vereceğini kestirmeye çalışıyordu. Çocuk istifini bozmamaya kararlı gibiydi ya da Clara ile inatlaşmaya çalışıyordu, Clara bunu anlayamamıştı ve duydukları kanın beynine sıçramasına neden olmuştu. "Korkma Clara, herkesin kötü dönemleri olur. İflas hayatın sonu değildir." demişti Joe.

   Clara, yüzündeki o aptal ifadeyle Joe'nun dediklerini sindirmeye çalışıyordu. "Ne dedin sen?" diye ani bir tepki verdi. Ses tonunu ayarlayamadığı için onun istemediği bir şekilde buruk ve kaba bir tonda söylemişti bunu. Joe bu tepki karşısında afallamıştı fakat kızın ne demeye çalıştığını anlamadığı için herhangi bir cevap veremedi. "İflas dedin," diye karşılık verdi Clara. "Bunu nereden biliyorsun?"

   Clara'nın yüz ifadesine bakınca Joe da pot kırdığını anlamış olmalıydı. "Bunu tüm okul biliyor. Ben de birkaç dakika önce okulun itiraf sayfasından öğrendim zaten." dedi ürkek bir tavırla. Aynı zamanda Clara'nın saçlarının kapattığı ağlamaklı yüzünü görmeye çalışıyordu. "Lütfen söylenilenleri yalanla, lütfen Joe. Bunu benim için yapar mısın? Kimsenin bunu öğrenmesini istemiyorum." dedi Clara gözlerini kırpıştırıp burnunu çekerek. Joe başını hüzünle iki yana salladı, "Yapamam Clara, artık çok geç." zavallı kız bunu duyduğunda yüzünü elleriyle kapadı ve ağlamaya başladı. Joe kızın sırtını sıvazlamaya çalışınca sinirle onu itti ve "Git evimden! İtiraf sayfasına gidip bir son dakika haberini de sen yetiştir ve diğer arkadaşlarına katıl! Zaten okulda tanıştığın tek kişi ben olduğum için kimse senin gerçek olduğuna bile inanmıyor. Git ve kendini onlara kanıtla, kaynaşın hadi!" dedi.

   Joe, söylenilenleri anlayamamıştı. Clara bunu fark edince "Okulda kimse benimle arkadaşlık istemez Joe, ben zavallı bir kızım. Eve geldiğimde sınıftakilerin paylaştığı şeylere baktım, hepsi senin gerçekte olmadığını ve benim kendi kendime konuştuğumu düşünüyor. Ve bugün bana gelen mesaj da... Bir dakika! O mesajı atan sendin, değil mi?" diye sordu merakla karışık bir korkuyla. "Clara, inan bana ne dediğini anlamak için çok çabalıyorum ama gerçekten seni anlayamıyorum. İnsanlar beni gördüler, bu da gerçek olduğum anlamına gelir. Ayrıca bahsettiğin mesaj hakkında en ufak bir fikrim yok." dedi Joe, Clara'nın dediklerine karşılık.

   Clara iç çekip telefonunu aldı ve mesaj kutusunu açtı. Aynı zamanda "Birazdan göreceksin, sadece bekle." diye mırıldanıyordu. Fakat mesaj orada yoktu. Mesajı silmediğine adı gibi emindi. Sadece bildirim geldiğinde yanlışlıkla yana kaydırdığını hatırlıyordu. "Tanrım, ciddi olamazsın!" diye söylendi. Joe'nun tuhaf bakışlarını üstünde görünce "Yarım saat öncesine kadar buradaydı, sana söylüyorum! O mesajı sen göndermediysen kim gönderdi, bu kişi seni nereden biliyor?" diye söylenmeye devam etti. Joe, kıza yavaşça yaklaşıp ellerini omuzlarına koydu. "Üzülme, bunların hepsi geçecek." kız çaresizlikle başını çocuğun omuzuna koydu, "Ben iyiyim, delirmedim. Henüz delirmedim."

   Bir gülme sesi duydu Clara. Annesinin sesiydi bu. Yakında bir yerlerden geliyordu. Clara heyecanla başını Joe'nun omuzundan kaldırdı ve "Anne?" diye telaşla odadan çıktı. Hayır, evin kapısı kapalıydı. Annesi evde değildi. Kafasında dolanan seslerin bir oyunu olduğunu düşündü ve kederle odasına geri döndü. Bu sefer daha garip bir şey vardı, Joe odada yoktu. "Ah, aptal Clara!" diye söylendi kendi kendine. "Yanında olmayan annenin hayali sesi için yanında olan tek kişiyi terk ettin, şimdi de o seni terk ediyor."

   Joe'ya ihtiyacı vardı, bu yüzden hiç düşünmeden odanın açık penceresinden dikkatli bir şekilde aşağıya indi ve Joe'yu aramaya başladı. Nereye gittiğini bilmiyordu, hem onun hem de kendinin. Etraf karanlık olduğu için yolların kenarlarındaki büyük ağaçları takip ediyordu. Joe'nun adını haykırarak onu bulma işini kolaylaştırmak istiyordu fakat evlerinde uyuyan insanları düşünerek bundan vazgeçti. Sanki Joe yakınlardaymış ve onun kısık sesle kendisine seslendiğini duyacakmış gibi fısıldarcasına çocuğun adını tekrarlıyordu.

   Ne kadar süre geçtiğini bilmiyordu. Daha evden çıkmasının üstünden beş dakika geçmemişti ki ellerine ve kollarına küçük yağmur damlalarının temas ettiğini, her bir damlanın derisine değdiği anda nokta nokta ıslattığını hissetmeye başlamıştı. Yağmur damlalarının toprağa düşmesiyle beraber ortaya çıkan kokunun keyfini pek de sürememişti çünkü yağmur kısa sürede hızlanmış, şimşekler çakmaya başlamıştı. Clara korkuyordu, üzerine hiçbir şey almadan evden çıkmıştı ve sırılsıklam olmuştu. Şimşekler çakmaya devam ettiği için ne yağmurdan korunmak için ağaçların altına saklanabiliyor, ne de yüzüne sertçe çarpan yağmur damlalarından ağaçları takip edebiliyordu. Kaybolmuştu ve üşüyordu fakat bunların hiçbirinin ona acı vermediğini fark etti. Evden ne kadar uzaklaştığını bilmiyordu ancak kaybolduğunun farkındaydı. İşin garip tarafı ise eve nasıl geri döneceğini bilmiyordu, umursamıyordu da. Üşüdüğünü ise hissetmiyordu, sadece biliyordu. Buz kesmiş bedeni onun yürümesine engel olmuyordu. Dişleri sertçe birbirine çarpıyor, ama Clara durmadan onun adını tekrarlıyordu.

   Ümidini kesmişti, ne evi ne de Joe'yu düşünüyordu artık. Ama hala yürüyordu, nereye gittiğini bilmiyordu ama yürümeyi bıraktığı an her şeyin biteceğiyle ilgili bir his beliriyordu içinde. Arkasından gelen sesleri umursamadı, birileri onun adını sayıklıyordu. Annesiyle ilgili olan kandırmaca gibi olduğunu düşündü Clara bunun. Ama bu sefer oyuna gelmeyecekti. Clara başka şeylere odaklanmaya çalıştıkça sesler daha şiddetli bir şekilde onun adını söylüyordu. Şiddetleniyor ve Clara'ya daha da yaklaşıyordu. Artık bunun bir oyun olmadığını düşünmeye başlamıştı. Omuzunda yabancı bir el hissettiğinde ise düşüncelerinde haklı olduğunu anladı fakat artık çok geçti.

***

"Evet tatlım, hala yaptığım başvuruya yanıt bekliyorum ve bundan da bir şey çıkacak gibi durmuyor. Bebeğimize çok daha iyi bir gelecek sunmak hep en büyük hayalim olmuştu, biliyorsun ama sanırım bu durumu bir süre bu şekilde idare etmek zorundayız." dedi Grace, omzuyla kulağı arasına sıkıştırdığı telefona doğru sesini yükselterek. "Ah, hayır. Böylesi daha iyi falan değil, ev işlerinin ne kadar sıkıcı olduğunu bilemezsin. Bir an önce bir şirketle anlaşmalı ve Clara için bir bakıcı bulmalıyım."

"Ve biliyor musun, ev işlerinden daha zor bir şey varsa o da kocanla telefonda konuşmaya çalışırken küçük bebeğini banyo yaptırmaya çalışmaktır." dedi ve güldü. Ardından - konuştuğu kişiyle vedalaşmış olmalı ki - telefonu kapattı ve yanındaki tabureye eğilip güçlükle telefonu taburenin üstüne bıraktı. Ardından kolları arasındaki havlulara sarılı bebeğin başının altına minder koyup fayans döşeli zemine özenle yatırdı. Küvetin suyunun ısısını ayarladığına emin olduktan sonra bebeğin sarılı olduğu havluyu kibarca açtı ve kızını yeniden kollarının arasına aldı. "Clara birazdan mis gibi kokacak." diyerek gülümsedi kızına ve küçük ayak parmaklarını yavaşça suya değdirdi. Kızını ilk defa banyo yaptırıyordu ve açıkçası bir aptallık yapıp kızına zarar vermekten korkuyordu. Bu yüzden sakince hareket etmeliydi.

   Su, kızın belini aştığında çaprazındaki çamaşır makinesinin titrediğini ve altından su geldiğini gördü. "Ah, tam da zamanı!" diye düşündü. Başta kızını banyo yaptırdıktan sonra makineyle ilgilenebileceğini düşünse de makinenin altından gelen pis suyun hızla banyoya yayıldığını görünce henüz başlamadığı kızını banyo yaptırma işine ara verip bebeğini yeniden havluya sarıp küvetin kenarındaki yere bıraktı. Çamaşır makinesi o kadar şiddetli titremeye başlamıştı ki kendi kendine hareket edip küvete çarpmaya başladı. O sırada Grace suyun nereden geldiğini anlamak için yere uzanmış, çamaşır makinesini sabit tutmaya çalışıp altına bakmaya çalışıyordu.

   Makinenin küvete çarpış şiddeti artınca bebek de sarsıntıya direnemeyip su dolu küvete düştü. Düştüğü anda ağlamaya başlayan bebeğin sesi Grace'in kulağına gelmiyordu bile çünkü çamaşır makinesinin sarsıntıyla çıkardığı ses banyoyu sarmıştı. Grace öfkeyle başını kaldırıp küvete baktığında boğulan kızını gördü. Ses tellerini yırtarcasına ağlıyordu ve suya batıp çıkmasıyla - havlular sayesinde suyun üstünde kalabiliyordu - ağlamaları bölünüyor, su yuttukça ağlamaları daha da şiddetleniyordu. Grace bu manzarayla karşılaştığında bedeninin buz kestiğini hissetti ve anneliğinin verdiği bebeğini koruma duyusuyla kızını hemen sudan çıkardı. Bebek öksürmeye devam ediyordu, fazla su yutmuş olmalıydı. Bebeğinin çaresiz ağlamalarına dayanamayan Grace de kendisine olan öfkesinden, aptallığı yüzünden ağlamaya başladı. Anne olmayı istemediğini, buna hazır olmadığını düşünmüştü. Kızını büyütebilecek bir anne değildi, kendini ona layık görmüyordu. Fakat sonradan kızının kendisine ihtiyacı olduğunu ve en büyük hayalini hatırladı, işte o zaman ağlayarak kızına sarılıp "Ömrümün sonuna kadar hiçbir şekilde zarar görmene izin vermeyeceğim." sözünü vermişti.

***

   Gözlerini açtığında birinin omuzlarından sarsıp onu kendine getirmeye çalıştığını fark etti. Etrafı net göremediği için - yeni yeni ayıldığı için etrafı bulanık görüyordu - kendisini sarsanın kim olduğunu çıkaramamıştı. Bir başka eli alnında hissetti. Biri onun ateşi olup olmadığına bakıyor olmalıydı. Bir anda ateşinin çıktığını ve kendisini çok hasta hissettiğini fark etti. Aniden korkuyla nefes nefese kalmışçasına doğruldu ve etrafına bakındı. Güvendeydi. Anne ve babası yanındaydı. İkisi de öfkeli ve korkmuş görünüyordu. Annesinin yüzü bembeyaz görünüyordu. Sesini yükselterek "Evde tek kaldığında dışarıda yağmur yağarken dışarı mı çıktın Clara? Biz seni asla böyle yetiştirmedik, ne zamandan beri bu şekilde davranıyorsun sen? Ah, seni gerçekten tanıyamıyorum. Seni evde bulamayınca ne kadar endişelendiğimizi bilemezsin!" dedi.

"Peki sen ne zamandan beri böylesin anne? İkiniz de paranızı kurtarmaya çalışıp onun peşinde koşarken - ve beni bir başıma bırakmışken - yanımda olan tek kişi Joe'ydu." diye kendini savunmaya başladı Clara. "Joe kim Clara, bize ondan bahsettiğini hiç duymadım." diye araya girdi babası. Clara bu sorunun üzerine kısa bir tereddütün ardından her şeyi anlatmaya başladı: "Joe, bugün okul yemekhanesinde tanıştığım bir arkadaşım. Siz evde değilken onunla beraberdim. Yani bir süreliğine... Çünkü sonrasında hala anlam veremediğim bir sebepten o da sizin gibi evi terk etti ve ben de yanımda olan tek kişiyi de kaybetmemek için onu aramaya çıktım. Etraf karanlıktı ve yağmur aniden şiddetlendi, bu benim suçum değil."

"Okul yemekhanesinde tanıştığın birini aynı gün evine alma cesaretini nasıl gösterdin Clara?" diye sordu annesi iğneleyici bir ses tonuyla. Clara çekinerek "Aslında... eve kendi girdi." diye karşılık verdi. Bunun üzerine annesi sinirlenerek "Daha inandırıcı bir yalanın yok mu, Clara? Pencereden girecek hali yok ya!" dedi. Clara onayladığını belli edercesine başını hafifçe sallayınca annesi şaşkınlıkla "Ne?" dedi kendi kendine. "Pencereden mi girdi?"

   Clara yeniden başını salladı. "Onu evden kovmak istemedim ve bana destek olacak birine çok ihtiyacım vardı. Senin sesini duyduğumu sanıp odadan çıktım fakat yanlış duymuş olduğumu fark edip geri döndüğümde onu bulamadım. Anlık kafa karışıklığıyla dışarı çıkıp onu aradım ben de."

"Neden geldiğini ya da neden gittiğini bilmiyorsan neden onun peşinden gittin? Başına kötü bir şey gelebilirdi. Joe'nun velileriyle görüşsem iyi olacak." dedi annesi. "Daha bugün tanıştığımızı söyledim anne, Joe'nun ebeveynlerinin numaralarını bilmiyorum." diye karşılık verdiClara. Ardından alaycı bir gülümsemeyle "Hem nasıl oldu da şirketini bırakıp benimle ilgilenmeye başladın? Evden çıkmadan önce ne için ağladığını hatırlasana." dedi.

   Annesi derin bir nefes aldıktan sonra "Clara, lütfen. Çizgiyi aşıyorsun. Ben her şeyden önce senin annenim." dedi kızına yaklaşarak. Clara geri adım atmakla yetindi. "Layık olmadığını söyledin, ben de sana inanmamıştım - zaten bugün neye inanacağımı şaşırmış durumdayım - ama şu an inanmak daha mantığa uygun görünüyor."

"Clara, lütfen böyle söyleme. Onları bir tür duygusal çöküşteyken ağzımdan kaçırdım. Senin gözünde böyle bir izlenim bırakmayı asla istemedim, bunu sen de biliyorsun." annesi bu sözleri söylerken sesi titriyordu. Clara başını olumsuz anlamda salladı. "Bugün nasıl bir karmaşıklığın ortasına düştüğümü bilmiyorsun. Her zaman elimden tutarken bugün beni uçuruma ittiğini düşündüğümü de bilmiyorsun. Sorunlarımı dinlemek istemediğini düşündüm çünkü her zamankinden daha soğuktun. İçimdekileri sana anlatmaya ne kadar ihtiyacım olduğunu, senin küçük bir tavsiyenin bende yaratacağı etkiyi düşünmedin, ya da kimin umurunda, düşünmek istemedin. İyi günlerimde bana destek olacaksan bunun ne anlamı var ki? Ben seni kötü günlerimde yanımda istiyordum ama sanırım şu an bir önemi yok. Olan oldu ve senin için neyin önemli olduğu da ortada." söyledikleri içinden gelmiyor gibiydi fakat yine de ciddi bir tavır sergiliyordu.

"Tamam, daha fazla dayanamayacağım. Lütfen bu konuyu kapatalım ve bugün bir şey olmamış gibi devam edelim." dedi annesi, kollarını açmıştı ve Clara'ya buruk bir tebessümle bakıyordu. Clara da annesine aynı şekilde gülümseyip sarılırken telefon çaldı. Çalan telefon, babasına aitti. Babası özür dileyerek balkona çıktı ve telefonu açtı.

"Ne istiyorsun? Şu an hiç müsait değilim." dedi telefonu açar açmaz. "Hayır, paranın sırası değil. Bir süre maddi açıdan sıkışık olacağım." dedi konuştuğu kişi cevap verdiğinde. "Tamam, sakin ol. Parayı getireceğim. Çeneni kapalı tut, yeter. Bir şekilde halledeceğim." diye fısıldadı telefona doğru ve telefonu kapattı. Kendi kendine küfür edip saçlarını çekiştirirken "Bitti Henry," diye söylendi. "Buraya kadarmış."

   Bölüm bu kadar geç geldiği için özür dilerim. Bir ayın acısını üç bölüm uzunluğundaki bu bölümle çıkarayım dedim o yüzden. Umarım bölüm hoşunuza gitmiştir. Oylamayı ve yorum yaparak destek olmayı unutmayın lütfen. Sizi seviyorum<3

Continue Reading

You'll Also Like

115K 7.1K 20
Genç kadın uyumak üzereydi ki, aşağı kattan gelen seslerle irkildi. Yattığı yerden hızla doğruldu ve duyduğu sese kulak kabarttı. Aşağıdaki sesler ge...
23.7K 993 29
☠Onlar katil. Artık insan olmadıklarına dair yemin ettiler, diye söylentiler var; bu yüzden dikkatli ol, aptalı oynamak canını kurtarmayacak. ☠İstekl...
2.5M 76.1K 19
Paranormal #2 Kartal'ın aklında, neden bu kızı daha önce görmemiş olduğu soruları dönüyordu. "Gözleri..." "Değişik, evet." "Değişik değil, eşsiz...
1K 406 53
Bir gün herkes ölecek Öyle değil mi? O zaman neden yazarsınız Mutlu sonlu hikayeleri? ... Eski ve yeni şiirlerim🌟 "sana masallar...