Kıyametin Yedi Günü

由 MuratBeirolu

477 42 8

Arda gecenin geç bir saatinde gök gürültüsünü andıran bir sesle uykusundan uyanır. Bulunduğu odanın yıkılmış... 更多

2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm

1. Bölüm

184 11 2
由 MuratBeirolu

Gecenin geç bir saatinde yerden mi gökten mi geldiğini anlayamadığım korkunç bir sesle uyandım ve yatağımdan fırlayarak kendimi yere attım. Altımdaki zemin feci halde sallanırken neler olduğunu anlamak için sağa sola bakındım. İçinde bulunduğum odanın denize bakan duvarı yok olmuştu. Rüya gördüğümden kuşkulanarak bir süre hareketsiz kaldım, sallantı şiddetlenerek devam edince can havliyle ileriye atıldım. Odadan çıkmak için kapıyı tüm gücümle kendime doğru çektim. Kapının açılmadığını fark edince güçlükle ayağa kalktım, ancak sallantı nedeniyle tökezleyip düştüm, geriye doğru emekleyip kapının bulunduğu duvara baktım. Kapı çerçevesiyle birlikte yana doğru eğilmişti. Arkamı döndüğümde sehpanın üzerinde bulunan cep bilgisayarımı gördüm. Cihazı alıp cebime koyduktan sonra emekleyerek odanın kıyısına geldim ve artık olmayan duvarın bulunduğu yerden aşağıya baktım. Bir otelin ikinci katında olduğum anlaşılıyordu. Böyle söylüyorum çünkü kim olduğum ve o otele ne zaman geldiğim hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Yeni bir sarsıntı yüzünden tavandaki avize kopup arkama düşünce ayaklarımı aşağıya sarkıttım ve kısa bir kararsızlıktan sonra ikinci kattan atladım. Toprak bereket ıslaktı ve düştükten sonra kendimi yana atmıştım; yattığım yerde bedenimi dinleyerek hasar kontrolü yaptım. Sol ayak bileğim hafifçe burkulmuştu galiba, bacaklarımda da birkaç sıyrık vardı, atlayış faslını ucuz atlatmıştım.

Güçlükle ayağa kalktım, binanın üzerime yıkılmasından korktuğum için topallayarak denize doğru ilerledim ve otuz metre kadar aşağıdaki bir banka oturdum. Kendimi sakinleştirmek için derin soluklar alıp veriyordum. Kalp atışlarım biraz düzene girince durumumu değerlendirmeye başladım.

Kim olduğum ve orada neden bulunduğum hakkında hiçbir fikrim yoktu, son hatırladığım odamın kırmızı bir ışıkla dolduğu ve ardından korkunç bir ses duyduğumdu. Galiba deprem olmuş ve elektrikler kesilmişti. Şimdi güvende sayılırdım, ancak -eğer varsa- sevdiklerimin güvende olduğundan emin değildim. Bu büyük felaketin ortasında kimi kurtarmam gerektiğini bilememek feci bir histi. Ya çocuklarım varsa! İçindeki resimlere ve telefon numaralarına bakmak için cep bilgisayarımı elime aldım, gel gör ki açılış şifresini hatırlamıyordum; adını bile bilmeyen bir insan telefonunun şifresini nereden bilecekti.

Ayağa kalkmaya yeltendim ama sağ ayak bileğim fena halde sızladığı için yeniden eski konumuma döndüm. Banka uzanıp ellerimi başımın altına koydum, bir sonraki eylemimin ne olması gerektiğini düşünmeye başladım. Yaşadığım şokun etkisiyle orada on dakika kadar yattığımı tahmin ediyorum.

Cesaretimi toplayıp ayağa kalkınca denizden esen rüzgâr ürpermeme yol açtı, denizin durgun yüzeyi uyuyan bir çocuğun göğsü gibi yükselip alçalıyordu. Otel tarafından bir düdük sesi geldi, gecenin karanlığı içinde güçlükle seçebildiğim iki adam beni yanlarına çağırıyorlardı. Yerimden kalkıp bedenimi bir kez daha kontrol ettiğim sırada korkunç bir manzarayla karşılaştım. Ufukta, kırmızıya çalan göğün altında dev dalgalar vardı ve sahile doğru ilerliyorlardı. Canımın yanmasına aldırmadan yarı sekip yarı koşarak yukarıya doğru ilerlemeye başladım. Beni çağıran adamlar da dalgayı görmüşlerdi galiba, telaş içinde kaçmaya başladılar.

Henüz yirmi metre bile ilerleyemeden bir yükseltiye takılıp düştüm. Dönüp denize baktığımda dalgaların sahile doğru yaklaştığını gördüm, düşündüğümden hızlı ilerliyorlardı. Yerimden kalktım ve karşıdaki tepelere doğru var gücümle koşmaya başladım. Can korkusu ayak bileğimin acısına ağır basmıştı, öyle hızlı koşuyordum ki otelin önünden geçen yola ulaşmam sadece birkaç saniye sürdü. Yoldan karşıya geçtim ve iki binanın arasından geçip yukarıya doğru koşmaya devam ettim. Artık denizden yeterince uzaklaştığımı düşündüğüm için dönüp yeniden arkama baktım. Dev dalgalar -arka arkaya gelen iki dalga görüyordum- göğün mor karanlığı altında eskiden kıyı olan yere ulaşmıştı. Dalgaların yüksekliği tahmin ettiğimden de fazlaydı, canımı kurtarmak için yokuştan yukarıya doğru var gücümle koşmaya devam ettim.

İlerideki tepenin zirvesinde bir çoban ateşi yanıyordu; güçlükle seçebildiğim insanlar abartılı el kol hareketleriyle beni yanlarına çağırıyorlardı. Dönüp korku içinde yeniden deniz tarafına baktım. Yol seviyesinde kırılan iki dalganın köpürmüş suları korkunç bir devin beyaz kolları gibi bana doğru uzanıyordu. Dalganın menzilinden kaçmaya yönelik gayretim yeterli olmadı, kırılan ilk dalganın çağlayarak ilerleyen suları bana yetişti ve korkunç şiddetiyle ayaklarımı yerden kesti. Suyun bulanık çalkantısı içinde debelenirken galiba ikinci dalganın suları da bulunduğum noktaya ulaştı, çünkü suyun içinde tam dengemi sağladım derken yeniden tepetaklak oldum. Ciğerlerim patlayacak gibi olmuştu çünkü bir türlü yüzeye çıkamıyordum. Gücümü toplamak için kendimi bir süre akıntıya bıraktım, ardından güçlü bir hamleyle başımı suyun yüzeyine çıkardım. Yüzeye çıkar çıkmaz derin nefesler aldım ve çevremi kontrol ettim. Ufuktan gelen yeni bir dalga olmadığı için deniz şimdi yatağına doğru çekiliyordu, yukarıya doğru koşarak kat ettiğim mesafeyi suyun içinde geriye doğru sürüklenerek kaybediyordum. Denize doğru yönelmiş olan akıntı müthişti, değil geriye doğru yüzmek suyun üzerinde durmak bile bir meseleydi.

Bir şeylere tutunmam gerektiği açıktı. Suyun üzerinde sadece bir çınar ağacının dalları ve otelin ana binasının üst katları görünüyordu. Daha ulaşılabilir görünen çınar ağacına doğru tüm gücümle yüzmeye başladım. Şimdi eskiden yolun olduğu noktayı geçmiş, çağıldayarak akan suların içinde debelenerek ilerliyordum. Su soğuktu, nefesim kesilmek üzereydi ve ulaşmayı hedeflediğim çınar ağacına epeyce mesafe vardı. Galiba tansiyonum düşmüştü, çünkü artık suya batıp çıktıkça gözlerim kararıyordu, bedenimi sağa sola savuran anaforlara karşı koyacak gücüm kalmamıştı. Kim olduğumu ve başıma ne geldiğini bilmeden ölecek olmak ağırıma gidiyordu. Durumun beni en çok kaygılandıran tarafı korumak zorunda olduğum bir ailemin bulunması ihtimaliydi. Eğer ölürsem bu kızılca kıyamette onları yüzüstü bırakmış olacaktım.

Artık çınarın bulunduğu noktaya iyice yaklaşmıştım. Son bir gayretle çınara doğru yüzmeye devam ettim. Karanlık suların iç içe geçerek kaynaştığı bu kaos ortamında bir yan akıntı çınarın dallarından birini yakalamama yardımcı oldu. Dala yıllar sonra kavuştuğum sevgilimmiş gibi büyük bir istekle sarıldım. Kalbimin gümbürdeyerek atışını kafatasımın içinde hissediyor, deniz suyu bedenimin alt kısmını yalayarak yatağına çekilirken derin nefesler alarak titriyordum. Altımdaki sular alçalınca havada asılı kalmıştım, bacaklarımı ağacın dallarına sararak kollarıma binen yükü azalttım. Doğrulup bir üst dala tutunarak ağacın dalına oturdum. Başımı kaldırıp gökyüzüne bakınca havanın tekinsiz bir biçimde berraklaştığını ve yıldızların uzansam yakalayabilecekmişim gibi yakına geldiğini fark ettim. Galiba kıyamet kopuyordu ve içimden bir ses günahsız olmadığımı söylüyordu.

Deniz bulunduğum yerin aşağısına kadar çekilmişti ve yıldızların gümüş rengi ışığı altında sakince kıpırdanıyordu. Hafifçe esen rüzgâr ıslak giysilerime vurduğu için titriyordum, bir an önce ağaçtan inip kurulansam iyi olacaktı. Tsunami dalgalarına kapılmadan önce ulaşmaya çalıştığım tepenin üzerinde yanan ateş şimdi büyümüştü. O anda o ateşin başında olmayı istediğim için kendimi aşağıya bırakıverdim. Yere çarptığım anda daha önce burkulmuş olan bileğimde dayanılmaz bir acı hissettim ve deniz suyunun çamurlaştırdığı toprağın üzerinde birkaç takla attım. Feci halde sızlayan bileğime aldırmadan ayağa kalktım ve tepeye doğru seğirtmeye başladım. Denizin yeniden kabararak beni yutmasından korkuyordum ve bu kaygı çok da temelsiz sayılmazdı; ayağımın altındaki toprak sarsıldığına göre galiba yeni bir deprem oluyordu.

Tepeye vardığımda orada bir düzine kadar insan olduğunu gördüm, yüzüm gözüm çamur içinde olduğu için enkaz altından çıktığımı sandılar galiba, uzun boylu bir kadın enkaz altında başkalarının da olup olmadığını sordu, ardından sırt çantasından çıkardığı suyu avcuma döküp yüzümü yıkamamı sağladı.

"Başımıza ne geldiğini biliyor musunuz?" diye sordum.

"Bir yerlere atom bombası atıldığı söyleniyor" dedi kadın.

Ateşin çevresinde halka olmuş insanların yanına yaklaştım, halkayı genişletip oturmam için bana yer açtılar. Bir süre ısınıp kendime geldikten sonra "Aranızda beni tanıyan var mı?" diye bağırdım. İnsanlar yüzüme garipseyerek baktılar, kendimi böylesine öne çıkarmamı hoş karşılamadıkları anlaşılıyordu. "Kim olduğumu hatırlamıyorum" diyerek soruma açıklık getirdim. Kazazedelerin çoğu halen olayın şokunu üzerinden atamamıştı; çevrelerine donuk gözlerle bakanlar, bir köşeye çekilip ağlayanlar, ellerini göğe açıp dua edenler, sakinleşmek için dar bir alanda döne döne volta atanlar vardı.

Kimseden ses çıkmayınca halime acıyan temiz yüzlü bir adam "Kafana takma hemşerim, en azından konuşabiliyorsun" dedi. Soran gözlerle yüzüne baktım.

"Milletin korkudan dili tutuldu, sen kim olduğunu unutmuşsun, çok mu?" dedi.

Beni tepede karşılayıp ellerimi yıkamam için su veren kadın çevreden topladığı çalıları ateşin üzerine attı. Beni teselli etmeye çalışan adam kadına beni göstererek "Kardeşimizi tanıyor musun?" diye sordu.

Kadın "Arda Ünal, HBR ekonomi editörü" dedi.

Ayağa kalkıp ona doğru birkaç adım attım ve "Hiçbir şey hatırlamıyorum" dedim.

"Hepimiz çok korktuk. Ben Nihan bu arada, bankacıyım."

"Ben de Arda'ymışım demek ki, tanıştığımıza memnun oldum."

"Dün tanışmıştık aslında, aynı panelde konuşmacıydık, beni unuttuğunuzu düşünmüştüm."

"Tuhaf bir soru olacak ama hangi zamandayız?"

Nihan bir an için duraksadı, ardından "28 Ekim 2023, 'Türk Ekonomisinin Yüz Yılı' seminerindeydik" dedi.

Durumum utanç vericiydi, ancak o koşullar altında bunu kafama takacak değildim. Sorularıma "Sizce çocuklarım var mıdır?" diye devam ettim.

"Parmağınızda yüzük yok."

"Evli olduğum halde yüzük takmıyorsam ya da boşanmışsam?"

"Cep bilgisayarınız var mı?"

Ceplerimi yokladım. Ne para ne cüzdan ne de bilgisayar; hiçbir şey yoktu, suların içinde sürüklenirken düşmüş olmalıydılar. "Siz nasıl kurtuldunuz?" diye sordum.

"Odam birinci kattaydı. Deprem başlayınca kendimi dışarıya attım."

Az önce beni avutmaya çalışan temiz yüzlü adam, "Arkadaşlar, şöyle bir yamacıma gelin. Ne yapacağımızı konuşalım" diye bağırdı.

Adamın yanına yaklaşıp "Abi, ismin neydi senin?" diye sordum.

"Salih, otelin baş aşçısı" dedi.

Tepede toplanmış insanların bir kısmı Salih Abinin sözlerini duymamış ya da duymazlıktan gelmişti. Yanımıza sadece birkaç kişi gelmiş, diğerleri ise olayın şokunu üzerlerinden atamadıkları ya da kendi aralarında konuştukları için yerlerinden kımıldamamışlardı.

Salih Abi "Arkadaşlar, toplanalım hele böyle" diyerek çağrısını yeniledi. Gruba yeni katılım olmayınca "Şoku üzerlerinden atamadılar henüz, üstelemeyin" dedi Nihan.

"Otelde enkaz altında kalan olmuş mudur acaba?" diye sordum.

"Ben oraya gitmem, çocuklarım evde, ulaşamıyorum" dedi bir kadın. Ağzından 'çocuk' sözü çıkar çıkmaz ağlamaya başladı, ardından "Allah rızası için beni çocuklarıma götürün, telefonum çalışmıyor" dedi.

"Kimse kimseye ulaşamıyor. Ne internet çalışıyor ne de telefonlar" dedi Salih Abi.

Kadını avutmak için "Düzeltirler herhalde, olay daha çok taze" dedim.

"Yok baba, ne düzelmesi, telefonlar daha deprem olmadan gitti" dedi güvenlikçi genç çocuk. Deprem sırasında görev başında olduğunu düşündüm, çünkü üniforması üzerindeydi.

"Ne yapacağımıza karar vermeden önce olayı bir anlayalım" dedi orta yaşlı ve gözlüklü adam, konferans katılımcılarından biri olduğunu düşündüm, eğitimli birine benziyordu.

"Deprem oldu, sonra da tsunami, gerisini Allah bilir" dedi Salih Abi.

"Peş peşe iki ayrı ses geldi. Bence atom bombası attı namussuzlar. Maksat cumhuriyetimiz yüzüncü yılına ulaşmasın. Atom bombası sarsınca fay da kırılmıştır" dedi güvenlikçi delikanlı.

"Hadi internet ve elektrik yok, televizyonlar da mı çalışmıyor, radyolar ne güne duruyor, devlet biliyordur ne olduğunu" dedi gözlüklü adam.

"Otelde televizyon var ama fişini nereye takacağız?" dedi güvenlikçi çocuk.

"Jeneratör diye bir şey duymadın mı sen?" dedi gözlüklü adam, güvenlikçi çocuğun sözlerine içerlemişti.

"Temel ihtiyaçlara odaklanalım. Su ve yiyecek" dedi Nihan.

Salih Abi "Otelde her şey var, ayrıca çöken kısımda kimse kalmış mı diye de kontrol etmemiz lazım" dediği sırada yer yeniden sarsılmaya başladı.

Az ötede birinin "Allah'ım bizi affet, mağfiretini bizden esirgeme" diye dua ettiğini duydum.

"Allah'ım masumları korusun" dedi az önce çocuklarından söz eden kısa boylu kadın, ardından bayılıp yere düştü.

Nihan hemen atılıp ellerini kadının başının altına koydu, güvenlikçi delikanlı kadının yüzünü suyla yıkamaya başladı, neyse ki ayılması fazla sürmedi.

"Korkunun ecele faydası yok. Bunlar artçı sarsıntı. Daha çok olacaktır. Su ve yiyecek tedarik edelim" dedim.

Gözlüklü orta yaşlı adam kinayeli bir tonda "Daha on dakika önce ismini bilmiyordun, kafanı çabuk toparlamışsın" dedi.

Sözlerindeki kinayeyi anlamazdan gelerek "Sizinle tanışma imkânımız olmamıştı" dedim.

"Ülgen Bozkurt, ekonomi hocasıyım."

"Durumum malum, tanıyamadım, kusura bakmayın."

"Önemli değil" dedi Ülgen Hoca.

Nihan Salih Abinin çağrısına uymayanlara hitaben "Arkadaşlar, zahmet olacak ama şöyle bir toplanalım, birazdan saldırılar başlar, kimsenin mağdur olmasını istemeyiz" dedi sesini yükselterek.

Ateşin başındaki üç kişiyle, az ileride kendi aralarında bir şeyler konuşan iki kişi bu kez kalkıp yanımıza geldiler.

Gelen gençlerden biri "Ne saldırısıymış bu?" diye sordu.

Nihan dikkatlerini çekmeyi başarmıştı. "Devlet güçlerinin toparlanıp duruma müdahale etmesi üç dört gün alır. Şimdiden bir sürü çetenin oluştuğunu tahmin ediyorum. Ne kadar kalabalık olursak kendimizi o kadar iyi savunuruz" dedi.

"Böyle şeyler filmlerde olur sanırdım" dedim.

"Biz tedbirimizi alalım. Ne olur ne olmaz. Senin rengin biraz yerine gelmiş sanki" dedi Nihan. Bana 'sen' diye hitap etmesi dikkatimi çekmişti; bu türden bir şeyi kafama takacak değildim, aksine böylesi bir hitap hoşuma bile gitmişti.

"Yağma için otele geleceklerdir, bu sırada kimsenin mağdur olmasını istemem" diye üsteledi Nihan.

"Değişik bir kafa yapınız var" dedi aşçıbaşı Salih Abi.

"Bence bir an önce otele inelim ve enkaz altında kalan kimse var mı diye bakalım. Bu arada gıda stoklarına el atmak da fena olmaz."

"Burada mı kalacağız" dedi ilk soruyu soran genç.

"Hava aydınlanınca arzu eden gidebilir."

"Korkunun ecele faydası yok, hadi gidelim arkadaşlar" dedi Salih Abi.

继续阅读

You'll Also Like

2M 96.6K 54
"Eksiklerimiz kusurlarımız değildir." Ailem beni hep bunu söyleyerek büyütmüştü. Eksikleri olan insanları dışlamamayı, onları sevmeyi öğretmişlerdi...
771K 49.8K 47
Yakın gelecekte öngörülebilen teknolojilerin peşine düşen ülkeler, bir güç yarışına girer. Ülkelerin tehlike getiren icatları, dünyaya sunulması konu...
3.5M 199K 36
Kız kardeşinin hatası yüzüden ceza alan ve ailesinden veto yiyen Rojbin, parasız pulsuz bilmediği bir şehre sürgün edilir. Tabi bu sürgüne ek deli do...
4.2K 378 28
İKİ AYRI YAŞAM AMA TEK BİR NOKTA : RUH Amelia kendini hiç bilmediği bir dünyada bulmuştu. Bir anda 19. yüzyıl İngiltere'sine gitmişti. Bu bir rüya m...