RUH OKUYUCULAR -3-

Od hayleystar

1.2M 21.4K 3.3K

Değişen dengeler, yeni durumları ortaya çıkarmıştır. Akıntıyla birlikte sürüklenen Güneş ise artık oyunun iç... Více

-3.Kitap- Günbatımı
İmkansız Hedef
Son ve Başlangıç
Dört Duvar
Romantik Komedi
Suçluluk
Kara Günler
Sıkıcı Tekrarlar
Farkındalık
Salınan Öfke
Sen
İşlevsiz Alet
Gerilim
Şuh Kahkaha
Sohbet Bölümü
Hemen, Şimdi
Engel
Parlama İsteği
Adım Sesleri
Panik
Neden Ağlıyorsun?
Ben Ne Zaman İstersem
Yoksunluk
Kavrulmak
Ben Sadece...
Buyur Edilen Duygular
Onlarca Duygu
Rüzgar'ın Yerine
Üzgündün
Henüz Değil
Ant İçmek
Bu Mümkün Mü?
Gerekliyse
Tünel
Gizlenme Yeri
Beni Engelleme
Sular Durulduğunda
İroni
İçgüdü
Pamuk İpliği
İki Bencil Kadın
Ben Bencil Bir Kızdım
Sağ Kol?
Üç Düşman
Çağrı
Çık ve Söyle
Günışığı
Hiç Uğruna
Barış Getiren
Güzel Günler -Final-
Yazardan NOT 3 -Son-
Düzeltme
Yeni Seri
Yeni Kitap

Güven

23.7K 447 53
Od hayleystar

O gece sabahı getirmem oldukça zor oldu. Kızaran gözlerimle gün ışığını karşıladığımda, sarsakça yerimde doğruldum. Paytak adımlarla yürüyerek ulaştığım banyoda, mimikten yoksun yüzüme su çarptım. Sinir bozucu sessizlikte nefes alışverişlerim yükselirken, aynadaki yansımamı izledim bir süre. Kızarık gözlerimle yansımamı seyrederken düşüncelerim birçok yöntem arasında gidip geldi. Sonunda en yakınımdaki yolu seçtiğimdeyse aldığım kararla birlikte, nemli yüzümü kurulama gereği duymadan, hızla banyodan çıktım.

Apar topar giyinişim birkaç gereksiz eşyanın yerinden oynamasına neden olurken sıçrayarak uyanan Usal, tek gözüyle bana baktı. Bu durumu umursamayan telaşımı da alıp kapıdan çıktığımda, çoktan yastığına tekrar gömülmüştü. Merdivenleri ritmik olarak tüketirken, bir yandan da ceketimi giyme çabası içerisindeydim. Kendimi kapıdan dışarı attığımda, hızla ilerlemeye devam ettim. Bana engel olan bahçeyi katederken sabırsızlığım bedenimden dışarı sızıyordu.

Organizasyon içerisindeki acemi topluluğunun, yaklaşmayı en istemediği yeri kestirdim gözüme. Birbirine bağlı sarmal binalar topluluğunu aştığımda beri, görüş alanıma giren eğitmenler yatakhanesine bakıyordum. Orası için yatakhane demek doğru bir tabir olmazdı aslında. Topluluk için yaşayan birer robota dönüşen eğitmenlerimiz, aynı zamanda organizasyon bünyesindeki en yetenekli askerlerdi. Onların gözlerinin ve kulaklarının, organizasyon içerisinde sınırsız bir duyum alanı vardı ve bu kapsamlı bilgi kaynağının sebebi; sarmal yapıyı, bahçeyi ve koşu alanını kapsayan tüm bu alanı görüş alanına alan uzak binaydı. Yüksek inşaa edilmiş, dar bir yapı... Bizim ve tüm çalışma salonlarının bulunduğu yapıya göre fazlaca küçük kalan bir yapıydı bu.

Veys'in ikinci seviyelerle kalmadığını biliyordum. Bir sebepten ötürü onun diğer ikinci seviyelerle yakınlaşması engelleniyordu. Daha önce Rysa dışında kimseyle sohbet ettiğini de görmemiştim. Eğitmenimin nerede uyuduğu, nerede dinlendiği merakım dışında bir konuyken şimdi zihnimin gündemine yerleşmişti. Hızla o çekinilen binaya ilerlerken, zihnimde o görüntü tekrar tekrar canlanıyordu. Raftan ayağım kaymadan önce gördüğüm son kitabın görüsü. Dramatik bir stille yazıya dökülen Kara Günler vurgusu. Daha önce birkaç yazıda, söylemde daha rastladığım bu sözcükler; öncesinde anlamdan yoksun birer kelimeyken şimdi vurguladıkları önemli bir konuyu haykırıyorlardı.

Dikkatimi cezbetmelerinin belki de en önemli nedeni, dağınık zihnimde sonunda birkaç parçayı birleştirebilmiş olmamdı. Binanın girişinde durup, uzun ince yapısına alçaktan baktım. Mavi ışınların bedenimi taramasına izin verdiğimdeyse içeri girmek için sabırsızlanıyordum. Çift taraflı kapıdan Veys'i bulmak için geçtiğimde, beni umduğumdan geniş bir hol karşıladı. Yapıyı merakla tarayan gözlerim hedefimle aramdaki mesafeyi açarken, hareketlenen adımlarımla eş zamanlı olarak bakışlarım yukarı uzanan geniş balkonlara takıldı. Kat kat çıkan, çift taraflı merdivenleri birbirine bağlayan bu balkonlar; merdivenleri süsleyen ahşap korkulukların devamıyla kapatılmıştı. Ahşap korkulukların ardında, tam ikinci katta hararetli bir tartışmaya giren çifti gördüm.

Kuvvetle yükselen fısıltıları, duyulmasını istemedikleri bu konuşmayı; iki kat aşağıdaki kulaklarıma ulaştırıyorlardı. "Bu konu hakkında bir şey yapamayız." dedi, Abdullah. Fısıltısı gırtlaktan gelen bir hırıltıyla bezeliydi. "Onu daha fazla yalnız bırakamayız Abdullah. En azından bu sefer yanında olmalıyız. En azından bu sefer yanında olmalıyız." Akıp giden Türkçesini her zaman şaşırıcı bulduğum Rysa, havadaki tek eliyle geçirmek istediği duygunun yoğunluğunu vurguluyordu. Abdullah'ın düşen omuzları doğrulurken, ona doğru eğilen Rysa'dan uzaklaştı. "Bunu yapmam mümkün değil." dedi, tereddüt yüklü bakışları, sanki mümkün olmasını diler gibi.

"Kendine gel Rysa; bağlılık yemininin nereye, kime olduğunu hatırla." Rysa'nın adımları sarsakça gerilediğinde, büyüyen bakışlarıyla Abdullah'a dikkatle baktı. "Beni hainlikle mi suçluyorsun?" Abdullah bu yakarış karşısında hiçbir tepki vermediğinde, Rysa hiddetle yükseldi. "Sırf Veys'i buradan sağ çıkarmak istediğim için hain oluyorsam evet, ben bir hainim." Adım üzerine yürüyüp, yüzüne bir nefeslik mesafeden bakarken "Peki sen nesin Abdullah? Senin için kendini ortaya koyan arkadaşını arkada bırakırken, sen ne oluyorsun?" diye tısladı.

Sürtünerek gerileyen adımlarım zeminde gıcırtılı bir sese dönüştüğünde, iki keskin bakış tenimi delerek beni buldu. Duyduklarım karşısında, fark edilmeden sıvışma dürtüm; bu iki deneyimli askerin beni fark etmesine neden olmuştu. Beni delen bakışlar altında ezilirken, koşup kaçma dürtümü bastırmaya çalıştım. Her ikisi de ağır adımları altında gıcırdayan ahşap merdivenleri takip ederek, inmeye başladı. Dış görünüşümdeki sakinlikle tezat olarak bariz bir telaşla doluydum. Yanıma yaklaşmalarına birkaç adım kala gerilememe neden olacak bir telaş.

Adımım sürtünerek geriye kaydığında, bu kadar yakın olmanın şaşkınlığıyla birlikte kapıya çarptım. Kapı ardımda kıpırdanıp, eliyle omzumu kavradığındaysa; büyüyen bakışlarım kısıldı. Sırtımı yasladığım gövdenin kokusu deniz gibiydi. Ferah, dingin bir deniz... Omuzumdaki elleri kayarken, tek hamleyle yanıma geçti. Şimdi tam yanımda, az biraz önce bana yerin altına saklama isteği oluşturan bakışların merkezinde o vardı. Belki benden daha sakin, belki de daha bir oyuncuydu fakat ifadesiz yüzünde mimik oynamazken bakışlarımı ondan alamıyordum.

"Bende seni arıyordum." dedi, tok bir sakinlikle. Bakışları hitap ettiği benden uzakta olan Yekta, Abdullah ve Rysa'nın bakışlarına karşılık veriyordu. "Seviye atlamak için birlikte çalışmaya karar verdik de." diye devam etti, bizi dikkatle incelemeyi sürdüren çifte bakarak. Yüzünde muhteşem oyunculuğunu kanıtlayan samimi bir tebessüm vardı. Sarı saçlarının alnını süsleyen kısmı nemli, gözlerini gölgeleyen birer ışık gibiydiler. Zar zor seçilen buz mavisi rengi, kısılıp tehlikeli bir pırıltı yansıtmaya başladığında ani bir hareketle bana döndü ve "Veys bugün bize katılamayacak, boşa zahmet ettin buraya." dedi. Kaşlarım istemsizce kısılırken ne yaptığını anlama gayreti içerisindeydim. Bana yakın olan eli avuç içime kaydığında, bakışları bizi delip geçen Rysa'nın üzerindeydi ve "Gidelim mi artık?" diye mırıldandığında, bunun bir soru olmadığını kanıtlayarak beni dışarı çıkardı.

Peşinden hızlı adımlarla onu takip ederken, bakışlarım bizi bağlayan ellerimizdeydi. Adımları duraksayıp, benimkilere de etki ederken olağan bir sakinlikle ardımızda kalan açıklığı kontrol etti. Katettiğimiz mesafeden memnun olarak aynı olağan sakinlikle bakışları beni bulduğunda, bakışları bir süre yüzümde oyalanıp kısıldı. "Ne oldu?" dedi, usulca.

O ana kadar yüz ifademin ne yansıttığına kafa yormamıştım. "Bir şey olmadı." dedim, gereksiz bir tedirginlikle. Elimi avuç içinden kaydırarak, saçlarımın içinden geçirdim. "Teşekkür ederim." dedim, bakışlarım onun dışında her yerde oyalanırken. "Orada biraz daha kalsam, tenimde delikler açılabilirdi."

Bakışlarım organizasyon içerisinde değebileceği her ayrıntıda duraksarken "Neden Veys'i arıyordun?" diye sordu. Ses tonundaki meraklı baskı, bakışlarımı ona çevirmeme neden olmuştu. "Veys'i aradığımı nereden biliyorsun?"

Ellerini ceplerine yerleştirip, omuz silktiğinde "İç güdü diyelim." deyiverdi. Bakışlarım kısılırken, yanıtından memnun olmadığımı ifademdeki hoşnutsuzluktan anlamıştı. Dudakları usulca yukarı kıvrıldığında "Fazlaca telaşlı görünüyordun. Sen böyle telaşlı olduğunda..." dedi ve duraksadı. Sanki ne kadarını benimle paylaşması gerektiğini düşünüyordu. Gözleri bir süre benimkilerdeki ifadeyi süzdü ve dudaklarını yalayarak devam etti. "Sen telaşlı olduğunda cevaplanacak binlerce sorun ve onları cevaplayacak bir akıl hocasına ihtiyaç duyuyorsun."

'Bu sefer değil.' diye geçirdim içimden. Bu sefer cevapları bulması gereken benim. "Birileri karakterim hakkında baya kafa yormuş anlaşılan." dedim, bariz bir hoşnutsuzlukla. Benim bir akıl hocasına ihtiyacım olduğunu vurgulaması hoşuma gitmemiş, bu hoşnutsuzluğu göstermekten kendimi alıkoyamamıştım.

"Varsayımlarımdan hoşlanmayacağını biliyordum fakat ben herhangi birine akıl danışmana gerek olduğunu düşünmüyorum. Sadece..."

Çenem ilgiyle eğilirken, cümlesini tamamlamasını bekliyordum. "Sadece buna fazlaca ihtiyaç duyduğunu görebiliyorum. Sonunda tüm kararlarını kendin almana rağmen, tecrübesizliğinin seni korkuttuğunu." Bu doğru bir tespitti. Tecrübesizliğim bende tüm görüşleri dinleme ve değerlendirme gereksinimi oluşturuyordu. Karar verene dek tüm ihtimalleri değerlendirmeli, en doğru sonuca ulaşmalıydım. Bu da fazlaca akıl karışıklığı demekti. Bazense içinden çıkmadığım bir keşmekeş.

"Anladım." demekle yetindim sadece. Tespitin doğruluğunu vurgulamaktan kaçınarak.

Oluşan kısa süreli sessizliği o bozduğunda "Veys'i eğitmenler binasında bulmazsın." dedi. Kaşlarım birbirine yaklaşırken onun ikinci seviyelerle aynı yatakhanede kalmadığını savunmak üzereydim. "İkinci seviyelerle kalmaması eğitmenler binasında barınabileceği anlamına gelmiyor."

Kaşlarımdan biri açıklama bekleyerek yukarı kalktığında, ellerini çeperinden çıkardı. "Cidden hiç fark etmedin mi?" Onu irdeleyen bakışlarım kısılırken "Neyi?" dedim. "Veys'in salon 2 de kaldığını."

Dudaklarım kahkaha atmak ve atmamak arsında kalıp titredi. "Bu da nasıl bir saç..."

"Salon 2'deki küçük odada kalıyor. Bu sebeple de sizin çalışma salonunuz her seferinde sabit kalıyor."

O salonda tek başıma vakit geçirme fırsatım olmadığı için pek bilemiyordum fakat o küçük odanın malzemelere ayrılan bir bölüm olduğundan neredeyse emindim. Dudaklarımı bir başka itiraz için araladığımda "Kafanın içinde dönenleri merak ediyorum." deyiverdi.

İki kaşımın ortasındaki çizgi varlığını ilan ederek belirginleştiğinde, bakışlarında nemli bir hüzün vardı. "Gözünün önündeki bariz detayları görmeni engelleyecek kadar kafan nelerle meşgul, neden bu denli karmaşa içerisindesin bilmek isterdim." Onunkine kenetlerin bakışlarımın karşısında, çözülmeye başlamış nemli buz kütleleri vardı. Dudaklarındaki buruk gülümseme yerini geniş bir sırıtışa bıraktığında, ellerinden birini saçlarından geçirerek; belirgin bir bağla birbirine bağlanan göz kontağımızı kesti.

"Şu bağın..." dedim, gergin sessizliği bölerek. "Düşünceler hakkında fikir vermemesi ne kötü." Zaman zaman ardında gizlenen gerçekleri görme isteğiyle dolduğum gözlerine dikkatle baktım.

Aynı dikkatle odaklandığı bakışlarımı ondan ayırdığımdaysa "Her neyse Veys'i Salon 2'de bulabilirim o zaman." dedim. Salonlara açılan kapıya yönelmek için bir adım attığımda, beni durduran aramızda tek adım kalan Yekta'nın sesi oldu. Ona yandan bir bakış atmama neden olarak "Orada da olduğunu sanmıyorum." dedi. Kaşlarımı bile isteye çattığımda "Günün erken saatlerinde koşmak için odamdan ayrılmıştım ve onu organizasyondan çıkarken gördüm." diye açıkladı.

"Harika!" diye yükseldim, iki elimi de saçlarımdan geçirirken. Nasıl organizasyondan çıkıp, enstitüye gidebileceğime dair zihin okyanusumu yoklamam ya da yalandan mazeretler bularak kendimi enstitüye götürtme fikirlerim bana yapıcı bir çözüm sunmamıştı. Bulduğum en mantıksız bahane olarak, revirde tedavi edilemeyecek ruhsal bir hasar almam vardı ve bunu da nasıl gerçekleştireceğim bir muamma olarak kalıyordu. Yerimde volta atarken beni izleyen Yekta'yı umursamayışım, onun usulca öksürerek dikkatimi üzerine çekmesiyle son buldu.

Dikkatim güçlükle ona verdiğimde "Belki onun yerine ben sana yardımcı olabilirim." deyiverdi. Ani bir dürtüyle bir adım gerilediğimde, aramızdaki mesafeyi açmış onu irdeleyen bakışlarla süzüyordum. Ona güvenmek? Son liderin oğluna güvenip, belki de benim için tüm soruları cevaplayacak olan kitaptan bahsetmek. Bunu yapabilir miydim?

"Ayrıntılardan bahsetmek zorunda değilsin. Sadece neye ihtiyacın olduğunu söyle."

Onu daha fazla irdelememe neden olan kelimelere hayretle baktım. İstediğimi gerçekleştirebilir miydi? Organizasyon bünyesinde hatta acemiler içerisinde bile belirli bir hiyerarşi vardı. Bu hiyerarşide Yekta ve son gelen tüm acemiler en alt kademeyi oluşturuyordu. Buradan çıkıp, tekrar kolayca enstitüye girme istediğim onun gerçekleştiremeyeceği bir dilekti.

"Önemi yok." dedim, zar zor omuz sikerek. Kendimce umursamaz görünmeye çalışıyordum.

"Peki o zaman." dedi, kollarını göğsünde birleştirdiğinde. "Ben gün içerisinde enstitüye gitmeyi düşünüyorum. Geride bıraktığımız kitaplar için belki sen de gelmek istersin."

Gözlerim devleşerek dışarı çıkmayı vadetmeden önce bedenimden soğuk bir ürperti geçti. Bağın düşünceleri diğer parçaya geçirme gibi bir özelliği olmadığını biliyordum fakat ne düşüncelerimin bu denli açık kelimeler dökülmesi ürkmeme neden oldu. "Geride bıraktıklarımızı eledik sanıyordum. Ağırlık yapmaya bile değmeyeceklerine karar vermiştik." Gerilen çene kaslarıma inat, sakin bir görüntü çizme gayretindeydim.

"Öyleydi ama buraya taşıdıklarımızda da ayrıntılı bilgiler bulamadık. Belki elediğimiz kitaplardan biri bize yardımcı olabilirdi."

Heyecanımı olabildiğine gizleme çabasındaydım ve "Ne zaman gitmeyi düşünüyorsun?" dedim. Yekta kısa bir süre için gözlerini kıstı ve "Belki öğleden sonra." diye mırıldandı. Yapay bir düşünce moduna büründüğümde "Veys öğleden sonraya dek gelmiş olur diye düşünüyorum. Eğer şimdi gidersek senin antrenmanın başlamadan önce yetişebiliriz." dedim.

Bu fikrin üzerine atlayarak, salladığı bir oltaya düşmemiş olmayı umuyordum. Yekta çenesiyle beni onaylarken, bu açıklamamı mantıklı bulmuş görünüyordu. Belki hepsi birer oyundan ibaretti fakat kitaba hızla ulaşma isteğim bunu daha fazla düşünmeme engel oluyordu.

"Peki o zaman." dedim, ellerimi usulca birbirine çarparken. Sabırsızlığımın dışarı taşmasına engel olmaya çalışıyordum fakat pekte başarılı sayılmazdım. "Buradan nasıl çıkmayı düşünüyorsun? Aklında bir fikir var mı?"

Yekta'nın bakışları kısıldığında bana gücendiğini belirten, ifadesine yabancı bir bakış attı. "Tabii ki de var." dedi, sarı saçlarının altından bana bakmayı sürdürürken.

Düşünmek için fazla vaktim yoktu. Kısa bir süre için kafa yormayı ertelediğim gizli bir konuşma ve Rysa'nın beni en kısa zamanda sıkıştıracağı gerçeğini görmezden gelmeye çalışıyordum. Karar verişimiz ve organizasyondan çıkışımız arasında dakikalar vardı. Son liderin biricik oğlunun referansıyla kolayca organizasyondan çıkmış, garajdan getirilen beyaz spor arabasıyla yol alamaya başlamıştık. Organizasyondan çıkmak Yekta için çocuk oyuncağıydı. Öncesinde rahatsızlıkla kıvrandığım arabasında şimdi belli bir sabırsızlıkla oturuyordum.

Rüyalarımda da içinde olduğum bu arabaya artık fazlasıyla aşinaydım. "Güzel olsa gerek." diye mırıldandım, Yekta'nın yoldaki bakışlarını bana çevirmesine neden olarak. Usulca bana dönen bakışlara karşılık verdiğimdeyse "Son liderin oğlu olmak. Bu şekilde istediğin her şeye sahip olmak." Elimle içerisinde olduğum lüks aracı ve yol aldığımız enstitü yolunu göstermiştim.

Oldukça kısa olan bakışında göz devirdiğini fark ettiğimde, ilgiyle onu izledim. "Götürdüklerini saymazsak evet, oldukça getirisi var." Dudaklarım sormak için aralanıp kararsızlıkla tekrar kapandığında, arabanın içerisinde kısa süreli bir sessizlik oluştu.

Gidenlerden biri Duru muydu? Öleceği düşünülerek organizasyonun en karanlık köşesine atılan kardeşi. "Nelerden vazgeçmek zorunda kaldın?" diye sordum sonunda. Benim için sorması güç bir soruydu. Onun içinde vermesi güç bir cevap olsa gerekti. Belki sormaya cüret dahi etmemeliydim. Aramızdaki bağ ona kişisel sorular sorabileceğim bir samimiyeti de yanında getirmiyordu.

Yola odaklanan bakışları koyulaşırken, parmakları direksiyonu sıkı sıkıya sardı. Arabanın için dolduran hırıltılı sesi "Bir anne, bir kardeş belki de..." dedi ve duraksadı. Saniyeleri deviren kısa bir anın ardından bana döndüğündeyse cümlesini tamamladı. "Belki de bir baba."

"Baba mı?" dedim, gözlerime dolan nemi görmezden gelerek. Baba kelimesini her duyduğumda içime dolan sızılı duygusallığa mâni olma gayretiyle. Üzerine hiç düşünmediğim üzere Yekta'nın bir babası olup olmadığından dahi habersizdim. Son liderin güçlü ve bağımsız tavırları düşünüldüğünde, çocuklarının babası hakkında belli bir fikre kapılıyordum ya boşanmış bekar bir anneydi ya da eşini kaybetmişti.

"Babam ben küçükken vefat etti." dedi, sabit ses tonuyla. "O yaşlarda aileden birini kaybetmenin ne demek olduğundan emin değildim. Duru da öyleydi tabii. Babasının cenazesinde dahi o çok sevdiği bebekleriyle oynamayı bırakamamıştı." Bana yandan bir bakışa baktığında, yüzündeki buruk gülümsemeyi gördüm.

"Babamızla birlikte annemizi de kaybettiğimizi anlayana dek durumun ciddiyetini kavrayamadık." Direksiyonda tekrar sıkılaşan parmaklarıyla, bakışlarını yoldan ayırmıyordu ve odaklandığı asfalt yol bakışlarıyla delinebilirdi. "Annemin yası beklenilenden uzun sürdü. Bu süreç zarfında iki küçük çocuğu olduğunu hatırlayamadı ve sonunda kendine geldiğinde kendine anne olmaktan çok uzak bir meşgale bulmuştu." Başı usulca bana çevrildiğinde "Okuyucu topluluğuna liderlik etmek. Tüm görevlerin üzerinde tuttuğu, ona göre dünyanın en önemli sorumluluğunu üstlenmek." diye devam etti.

Buz rengi gözleri dolu doluydu. İçimden gelen ona dokunma dürtüsüne mâni olmaya çalışıyordum. Nemle dolan buz kütlelerini silme isteğiyle doluydum. "Duru kilitlendiğinde dahi, tüm çırpınışlarıma rağmen o!" Yükselen sesiyle birlikte avuç içini direksiyona geçirdi ve arabada tok bir gürültü yükseldi. Her zaman ölçülü davranan bu adamın, dengesini kaybedişini izliyordum ve bu durum beni korkutmaktan çok üzüyordu. Yoldaki dikkatli bakışları yüzünün büyük bir bölümünün görüş alanımdan çıkmasına neden oluyordu fakat farkındaydım. Gözlerindeki nemin aşağı boşaldığını, ifadesinin hüzünlü bir gölgeyle örttüğünü biliyordum.

Dudaklarım işe yarar bir şey söyleme gayretiyle açıldığında, kayıpları için söyleyecek hiçbir sözün ona tesir etmeyeceğini biliyordum. Ardından kararsızlıkla birbirine bastırdığımda, tüm bunları rahatlıkla bana anlatmış oluşuna hayret ediyordum. Diğer parçana güvenmek onun için bu kadar kolay mıydı? Bu bağ ona ihanet etmeyeceğim anlamına mı geliyordu? Ellerimden biri usulca direksiyona kaydığında, parmaklarım usulca parmaklarına dolandı.

Yekta hızla başını çevirdiğinde, bakışları nemle ışıldıyordu. "En azından birini geri kazandın." dedim, kulaklarıma yabancı bir tonla yükselen sesimle. "Kardeşin geri döndü ve..." İçim korkunç bir kararsızlıkla dolarken, birkaç saniye için sadece birkaç saniye için düşüncelerimi süzmeden söylemeyi denedim. Korkmadan tüm bunları benimle paylaşan bu adam için yükselttiğim duvarlarımı kısa bir an için indirdim. "Artık yalnız değilsin. Başka bir parçan var." 

Pokračovat ve čtení

Mohlo by se ti líbit

57.9K 2.2K 13
"Seni çok seviyorum Çavê Şîn. Seninle gözlerimi açıp kapatacak kadar. Seninle doğup ölecek kadar. En çokta o mavi gözlerine aşık oldum."
4K 117 17
Zanegzo Bronzvi kitabının karakterinin hayal et kitabı iyi okumalar aşklarım 💖
180K 4.9K 14
Güneş ve Ay'ın Dansı'na ait olan üç kitap bu çalışma içerisinde yer almaktadır. İlk kitap olan 'Tutulma' yayındadır. I. Tutulma II. Şafağın Kefareti...
218K 19.4K 57
Eleanor için kurt adam, vampir ve büyücülere inanmak kolaydı. Sonuçta o, anne ve babasının kurt adamlar ve vampirler tarafında öldürüldüğünü savunan...