Ca Ira | yoonmin | [Türkçe Çe...

By bitterthesweet

2.7K 342 337

Gel ve tehlikeli bir yerde çık benimle yürüyüşe / Sertçe öp beni sağanak yağmurda / Sen çılgın oğlanları seve... More

Giriş
Bir
İki
Üç
Dört
Beş
Altı
Yedi
Sekiz
Dokuz
On Bir

On

111 17 30
By bitterthesweet

Tarih kitapları her zaman katî gerçekler olarak yazılmıştır, siyah ve beyaz, tüm duygular süzülüp arındırılmış.

Tarih kitaplarında, belki de beklenildiği üzere kendilerini zıt taraflarda gördükleri türbülans zamanlarından birinde, devrimci general Yoongi ve Prens Jimin'in kaderi bir trajediyle son bulur.

1790 yılının Nisan ayının sıradan bir gecesinde, Yoongi ve Jimin Toulouse sarayının ana yatak odasında hararetli bir tartışmaya girişir. Baş uşak Jin, bağırışlar ve çığlıklar, ardından da silah sesleri duyduğunu rapor ediyor. Kendisi odaya vardığında ise alevler çoktan yerdeki sobadan sıçramış ve odadaki iki yaralıyı sarmalamıştır. Tüm uşaklar yaralanmadan binadan kaçabilir, ancak alevler hızla yayılıp gecenin sert rüzgarıyla iyice körüklenir. Yangın nihayet söndürülebildiğinde çoktan komşu üç binaya sıçramış, onlarla birlikte sarayın çoğunu kül etmiştir. Altın Salon, içindeki tüm paha biçilemez eserler ve yüzlerce gösterişli baloya şahit olan pırıltılı avizelerle birlikte, gitmiştir.

Enkazın içinde, son anda birbirlerine sırt çeviren müttefiklerin, generalin ve prensin kalıntılarını bulurlar. Lamballe Prensi'nin kimliğini belirten tek şey, parmağından kalan parçaların arasındaki mavi pırlantalı yüzük olur.

Onun ölümünün haberiyle, Penthièvre dükü olan Jimin'in yaşlı babası Paris polisi tarafından incelemeye alınır; ancak nihayetinde Chateau Rambouillet'de hapsine karar verilir. Orada ömrünün son altı yılını geçirir, yanında aile uşağı Jin ile birlikte.

Kaptan Namjoon piyade generali olur, Yoongi'nin makamına geçer. Namjoon uzun ve şanlı bir hayat yaşar, önce devrimci meclisin parçalanmasıyla azat edilir, sonra Napolyon Bonapart döneminde Fransız ordusunun büyük amiralliğine terfi etmek üzere Paris'e döner.

Victoria de Bourbon kurtulmak için çeşitli asilzadeler arasında sürüklenir, nihayetinde Philippe Orleans ile tanışıp evlenir. Bir oğlan dünyaya getirir, Louis Philippe Orleans. Napolyon'un imparatorluğu bitince üçü tekrar Paris'e döner ve Victoria'nın oğlu Fransa'nın kan hakkıyla seçilen son kralı olur. Victoria, Bourbon ve Orleans ailelerine ait mezarlık mahzenini restore ettirir, ve kardeşi Prens Jimin'den kalanları oraya nakleder. Kendisi de ölünce onun yanına gömülür.

Tarih kitaplarına göre bu hikâyenin sonu böyle – siyah beyaz, duygusuz, ruhsuz. Tüm kahkahalar ve göz yaşları, hasretler ve özlem, hepsi susturulmuş bir şekilde.

Ancak tarih kitapları, geçmişe bir anlam katabilmek ve olayların mantıksal ilerlemesiyle rahatlayabilmek için yaşayanlar tarafından biçimlendirilen hikâyelerden başka bir şey değil. Oysa geçmiş genellikle bir anlam ifade etmese bile, hislerimiz çoğunlukla karışık ve mantıksız olsa bile, kontrolümüz dışındadır.

Tarihçilerin inanmamızı istediklerinin aksine, dünya zihnin kovalamacasından başka bir şey değildir ve siyah ile beyaz arasındaki bütün karışık duygular bizi biz yapan şeydir.

Devrimci general Yoongi ve Prens Jimin'in hikayesi kaydedilenlerden çok daha farklı gelişmiş olabilirdi. Belki de, aslında şöyle bir şeydi:

Karanlık, soğuk ve nemli.

Toulouse sarayının dışındaki sokak sessizdi, sokağa sıra sıra dizilmiş evlerden gelen soluk ışıklar çakıl taşlı kaldırımları aydınlatamayacak kadar uzakta kalıyordu.

İkisi birlikte başları öne eğik ve çehrelerini gizleyen yıpranmış pelerinlerle sarayın kapısından sıvıştılar.

Her bir adım atmasıyla, Jimin ceketinin cebindeki tabancanın ve kemerinin kenarındaki küçük hançerin ağırlığını hissediyordu.

Yoongi'nin silüeti tam yanındaydı, gözünün ucuyla gecenin karanlığına rağmen bulanık da olsa görebiliyordu. Birlikte uyumlu adımlarla yürüdüler, acele ederek sokaktan aşağı indiler ve ilk köşeden dönerek önlerinde park edili duran yük kasalı at arabasına ilerlediler.

Başlarının üstündeki gökyüzü parçalı bulutlarla kaplıydı, yıldızlar ve ay görünürde yoktu. Jimin kafasını kaldırdı ve istemsizce geride, evde bekleyen ve onların surlardan çıkacağı bir saat geçtikten sonra sobayı devirmeye hazır olan Jin'i düşündü.

Her şey şaşırtıcı derecede kolay olmuştu – boylarına uygun iki ceset bulmuşlar, Jin'le diğer tüm uşakları güvenlice çıkarması için anlaşıp plan yapmışlardı. Ona veda etmek deja vu gibi hissettirmişti, sanki aylardır sonun yakın olduğunu biliyorlarmış gibi.

"Teşekkür ederim, her şey için..." Kelimeleri kifayetsiz kalmıştı, birlikte büyüdükleri onca yılı nasıl birkaç cümleye indirebilirdi ki.

Jin ona etkisi uzun süren rahatlatıcı bir gülümseme sunmuştu, "Umarım her zaman istediğiniz hayatı yaşarsınız, prensim. Ve endişelenmeyin, son anına kadar Dük ile birlikte kalmaktan onur duyacağım."

Neden her veda edişinde gözyaşı dökmek zorundaydı? Neden yanında kimse kalmayıncaya kadar yürüyordu...

Düşünceleri aniden çakıllı yolda duyulan bot sesleriyle kesildi. Görüşünü netleştirdiğinde dört tane şehir polisinin yanlarına rap rap yaklaştığını gördü. "Durun."

Jimin çenesini kaldırdı ve durdu, "İyi akşamlar, memur beyler."

"Siz ikiniz nereye böyle?" Polislerden biri elindeki lambayı suratlarına doğru yaklaştırdı.

Yoongi yanına geçti, elini kaldırıp gözüne giren parlak ışığı örttü, "Meyhaneye kafa dağıtmaya gidiyoruz, yorucu bir gündü."

"Öyle mi? İşiniz ne sizin?"

"Katibiz, efendim. İkimiz de beş blok ötedeki bankada çalışıyoruz."

"Bankadan çıkmak için biraz geç bir saat değil mi?"

Jimin Yoongi'ye yandan bir bakış attı ve sonra dönüp mahcup bir şekilde sırıttı, "Benim hatam, gerçekten. Dosyaları birbirine karıştırdım ve o da bana düzenlemem için yardım ediyordu."

Polis hmm'ladı, Jimin bakışlarını indirdi, "Pekâlâ memur bey, biraz geç oluyor-"

Kelimeleri bir el sallamasıyla yarıda kesildi, "İkiniz pelerinlerinizi indirir misiniz lütfen?" Jimin kafasını kaldırdı ve polisin dik bakışlarıyla karşılaştı, "Herhangi bir kalkışmaya karşın burayı taramamız emredildi. Eminim anlayışla karşılarsınız."

Jimin'in kalbi kelimelerle gümbürdemeye başladı. Bakışlarını polislerin arasında gezdirirken kimsenin onu tanımayacağını umdu.

"Nasıl isterseniz." Yoongi arkasından tembelce konuştu, ama Jimin döndü ve onun aniden sertleşen silueti ve odaklanarak parıldayan gözleriyle karşılaştı.

Jimin de Yoongi'nin yaptığını yaptı ve pelerinin başlığını yavaşça indirdi. Kandil suratına yaklaştırıldı ve dibinde durdu. Jimin bir yandan kafasını çevirip ışıktan gözleri kamaşmış gibi davranmaya çalışırken bir yandan tek eliyle pelerinin altına uzandı.

Polisler kendi aralarında fısıldaştılar, ve gözlerinde tanıdıklarına dair parıltılar oluştu. Yoongi kaşlarını çattı ve Jimin'e hafifçe kafasını salladı.

"Bizi takip etmeniz-"

Jimin Yoongi'nin elinde keskin bıçağının parıltısını gördü ve bir an sonra polisin karnına ani bir darbeyle batırıldı. Karşısındaki adam cümlesini yarıda kesip inleyip bükülürken Jimin de kendi hançerine uzandı ve parmak boğumlarını beyazlatacak şekilde hançeri sıkıca tutup kendi karşısındaki adamın gırtlağına hedef aldı.

Hançer adamın etini çizdi ama adam sola çekilerek hafif atlattı. İnildeyerek dikleşti ve omzundaki kılıftan bıçağını çıkardı, iki eliyle tuttu. Sol ayağı öne doğru sendeledi ve gövdesi Jimin'e doğru yıkılırken bıçağını ona batırmaya çalıştı.

Jimin gözlerini kıstı ve hamleden kurtularak karşılık verdi. Artık ölümüne savaşma vakti gelmişti.

Kenara atlamaya çalıştı ama bıçak sağ omzuna denk geldi ve deriyi çizerken tüm vücuduna şok dalgası gönderdi. Jimin sendeledi ve ani acıyla adrenalinin damarlarından gümbürdeyişini hissetti.

Karşısındaki adamın elinde bir mızrak vardı ve çok yaklaşmasını engelliyordu, aynı zamanda adam kendisinden uzun ve iriydi. Tek bir çaresi vardı – Jimin tüm gücünü toplayarak adamın mızrak tutan eline tekme attı. Beklediği gibi adam mızrağı daha sıkı tuttu ve kenara çekerek karnını ortaya çıkardı. Jimin hançerini hemen çekti ve adamın karnına doğru indirdi.

Bu sefer, daha iyi bir pozisyondaydı. Jimin hançeri etin içine iyice gömerken yüksek bir feryat duyuldu ve diğer eliyle de adamı yere serdi. Kan üstünden fışkırmaya başlayınca kıpkırmızı renk, lacivert polis üniformasını boyadı.

Jimin kesik nefeslerini düzene sokmaya çalıştı ve hançeri tekrar, tekrar tekrar sapladı. Adamı öldürdüğüne emin olunca kafasını kaldırdı ve Yoongi'nin diğer üç polis tarafından çevrelendiğini görünce kalbi sıkıştı.

Elindeki küçük kılıcı sağa sola sallıyor, bir yandan da bacaklarını açmış ve vahşice tekmeler atıyordu. Karşısındaki polislerden biri karnındaki delikle sendeliyordu ama diğer ikisi mızraklarını Yoongi'ye çevirmişti, hareketlerini sınırlıyor ve güçlü silahlarla hayatını tehdit ediyordu.

Yoongi suratından terler ve kanlar akarken Jimin'e baktı, eliyle sokağın ucundaki at arabasını işaret edip dudaklarını oynattı, "Hemen git."

Jimin onun dediği şeyi kavradığı an öfkeyle doldu. Homurdanarak onun yanına uçtu ve ceketinden bir düdük çıkarmakta olan polise ulaşıp arkasından tutarak yere serdi.

Adamı tekmeledi ve Yoongi'ye yaklaştı. Yoongi'nin vücudunda kesikler vardı ama gözleri kararlılıkla alev alevdi. Jimin sırtını onunkine dayadığında dudakları hafifçe yukarı kıvrıldı.

Jimin kafasını eğerek suratına gelen bir hamleden kurtuldu. O sırada polislerden biri bağırdı, "Yardım edin, takviye yollasınlar!" Jimin anında kolunu salladı ve adamın boğazını bıçağıyla yardı. Gözünün ucuyla Yoongi'nin yerdeki yaralı polisi tekmelediğini ve polisin nihayet can verdiğini gördü.

Geriye kalan son polis gözlerini kocaman açtı ve durdu, Jimin'in yumruğuyla karşılaşınca geriye sendeledi. Yoongi'nin kılıcı boynuna dayandı ve adam dizlerinin üstüne düşüp ağzını açtı. Korkulu ve titrek sesiyle yalvardı, "Lütfen, kimseye bir şey demem, lütfen sadece gidin."

Yoongi'nin gözleri titreşti ve donuklaştı, alnından akan terlerle nefesini toparladı. Uzaklardan gelen yaygara seslerinin arasından, Yoongi fısıldadı, "Affet beni." Kılıç adamın karnına uçarken, Jimin kafasını çevirdi.

"Git arabayı al."

Jimin kafasını salladı ve uzaktaki karanlık şekle doğru koştu. Yaklaşınca burnuna ekşimiş kokular geldi, refleks olarak elini hemen burnuna kapattı. Açık yük kasasından çarşaflara sarılı leşlerin üstündeki sinekler vızıldadı. Arabayı çekecek olan iki at ise iyi durumda gözüküyordu. Jimin atların ağaca bağlandığı ipi çözdü ve sürücü koltuğuna ilerledi.

Arabanın arkasından dolanırken uzaktaki Yoongi'nin eğilmiş figürüne baktı, yere serilmiş polislerin arasında geziniyor ve kılıcını her savuruşunda ışık yansıyordu.

Yoongi nihayet yanındaki koltuğa oturup derince bir iç çektiğinde, Jimin nefesinin altından mırıldandı. "Sakın bir daha bana seni satmamı söyleme, öyle bir şey olmayacak."

Yoongi belli belirsiz hmm'ladı ve karnındaki yaraya uzandı. İkisi birlikte son hız atlara yüklenirken başka konuşmadılar.

Onlara sonsuzmuş gibi gelen bir sürenin ardından şehrin en doğusundaki sınır kapısına ulaştılar. Üstlerindeki kanlı pelerinleri çoktan saklamış, ve yaralarını mümkün olduğunca çamurla gizlemişlerdi.

Geçidin önünde yarım düzine muhafız duruyordu, suratları baygınlık ve sıkılmışlıkla beş karıştı. Sokakta öldürülen dört polisin haberi ulaştığında, hepsinin yüz ifadesi nasıl da farklı gözükecekti.

Jimin resmi bir gülümseme takındı ve muhafızların tam önüne gelince arabayı durdurdu.

"Evraklar." Uzun muhafız düz bir sesle emretti. Jimin önceden hazırlanmış belgelerin hepsini cebinden çıkarıp uzattı.

Muhafız kağıtları evirip çevirdi ve geri uzattı, kokuyla burnunu kırıştırdı. "Sabaha kadar beklemek zorundasınız, geceleri kapıdan geçiş yok."

Jimin kaşlarını çattı ama sesini barışçıl tuttu, "Ne demek istiyorsunuz?"

Muhafız tip tip baktı, "Duydun. İki gün önce emir geldi, kimse gün ağarana kadar sınırdan geçemeyecek."

Jimin gülümsedi ve cebinden birkaç sikke çıkardı, "Pekala, belki de bir kerelik kuralları esnetebiliriz? Sonuçta, böyle bir kasanın yakınınızda beklemesini istemezsiniz." Mahcup bir şekilde at arabasının kasasını işaret etti.

Muhafız onun elini sertçe çekti, "Beni ilgilendirmez. Git şafağa kadar duvarın orada bekle."

Yoongi yanından keskin bir nefes verdi ve hem Jimin'i hem muhafızı şaşırtarak arabadan hızlıca atladı. Arkaya ilerledi ve çarşaflardan birini indirip koyu sıvıda yüzen kurtçuklarla dolu keçi ve kuzu leşlerini gösterdi.

"Bak, bu hayvanların hepsi veremli. Bizim gibi hammallar umursamayabilir ama sen ve diğer muhafızlar için, risk almak istediğine emin misin? Bu arabanın sınırdan geçmek için izinli olmasının bir sebebi var, sana basit bir emir yüzünden sistemi bozmamanı tavsiye ederim."

Muhafızlar kaşlarını çatıp nefesleri kesilerek kamyondan uzaklaştı, uzun olan yutkundu ve tereddüt etti. Jimin uzaklardaki sokaklardan yankılanan bağırış seslerini duyunca nabzı hızlandı. Ama uzun muhafız nihayet boyun eğdi, sabırsızca elini sallayıp kafasını çevirdi, "Bas git. Bir sonraki sefere de erken gel yoksa ikinizi de işimizi bozmaktan zindana fırlatırım."

Atlar toynaklarını gümbürdeterek kapılardan geçti, ve sonra Jimin uzun bir süre karanlıkta son gaz ilerlemeye devam etti. Nihayet kenarda bir tarafa sapınca yavaşladı. Kandilleri ve atları kontrol edip Yoongi'ye döndü. "Artık leşleri bırakalım mı? Umarım Jin eşyaları düzgünce paketlemiştir."

"Eğer onu tanıyorsam eminim üç kere paketleyip kenarlarını kusursuzca kıvırıp hepsini leşlerin altına düzgünce dizmiştir." Yoongi homurdandı, Jimin hafifçe kıkırdadı.

Nihayet rahatlama hissi içine dolup gergin kaslarını gevşettiğinde, Jimin yara izlerindeki acıları aniden hissetmeye başladı. Eğilip Yoongi'nin karnındaki kesiğe bakacaktı ki, Yoongi elini ittirdi.

Jimin iç çekti, "Her seferinde illa bana karşı koyacaksın. Birbirimize birazcık daha uyumlu davranmaya çalışırız sanmıştım, ne de olsa bu birbirimizi son görüşümüz olabilir."

Yoongi'nin vücudu kasıldı.

Jimin suratını sildi, ve ona baktı, "Pekala, şafak sökmeden önce en yakındaki köye varmış olacağız, ve sanırım sonra benim yeterince güvende olduğuma emin olursun?"

Yoongi tek kelime etmeden ileriye baktı.

"Artık özgürsün, general. Sözünü tuttun, ve bunun için sonsuza kadar minnettar kalacağım." Jimin parmaklarını sarı saçlarından geçirdi ve sesini mümkün olduğunca sakin tutmaya çalışarak, zorlukla konuştu. "Şimdi planın ne? Paketlerimizi açtıktan sonra parayı ve mücevherleri bölüşürüz, bir süreliğine seyahat etmen için yeterli olacaktır."

Sessizlik. Rüzgar esti, kuru çim ve kara kış kokusu yayıldı. Lambaları onları simsiyah bir okyanusta aydınlatan tek ışıktı.

Yoongi nihayet konuştuğunda, sesi boğuk ve kısıktı. "Onu aramaya mı çıkacaksın?"

"Taehyung'u mu? Evet..." Jimin'in dudaklarına minik bir gülümseme yayıldı. "Kurtarmaya çalıştığı viskontun hangi civarda olduğunu buldum, eğer hala hayattaysa oradadır diye düşünüyorum."

"Güzel." Yanıt ruhsuzdu.

Jimin ona baktı, Yoongi'nin gözlerindeki dalgınlıktan dolayı hafif bir suçluluk hissetti. "Bu noktaya geldiğimiz için üzgünüm, ölümümüzü kurgulayıp seni makamından çıkarmak zorunda kaldığımız için."

"Sorun yok. Plana olabildiğince az insan dahil ettik." Yoongi fısıldadı.

Eğer işler yolunda gitmezse diye, tanıkları minimuma indirmişlerdi. Eğer yolunda gitmezse neler olurdu hiçbir zaman konuşmadılar, ama ikisi de anladı.

Jimin avucundaki yuları bilinçsizce okşadı, "Bunu sen olmadan yapamazdım, ve açıkçası, Paris'i arkanda bıraktığın için mutluyum. Kendini korumanda yanlış bir şey yok."

"Umarım yoktur."

Yoongi'nin çökmüş figürü çok dalgın gözüküyordu, kafasını öne eğmiş, tek eliyle kendini dik tutmak için koltuğuna dayanıyordu. Çok yorgun duruyordu, sanki artık şehrin dışında olmasına rağmen omuzlarındaki ağırlık kalkmamış gibiydi.

Jimin iç çekti ve biraz yaklaştı, "Düzelecek, eminim Namjoon senin tüm planlarını uygulayacaktır. Siyasi sahne her gün değişiyor, hiçbirimiz hızına yetişemiyoruz. İnsanlar alışacaktır."

"Evet." Yoongi ellerine baktı.

"Hey-" Jimin hafifçe onu kolundan çekti, "-hey, derin düşünmeyi kes. Diğerlerinin sana ne söylediği umurumda değil, senin de her birimiz gibi bir insan olduğunu fark etmeni istiyorum. Ve mutlu olmayı hak ediyorsun, hepimiz hak ediyoruz. Artık ikimiz de özgürüz. Bazı şeyleri kavramak uzun sürebilir ama bu sırada git hayatını yaşa, kendine rahatlamak için izin ver."

Yoongi bir anlık sessiz kaldı. Jimin tam pes edip elini geri çekecekti ki fısıldayışını duydu, "Biliyor musun, hep senin dediğin şeyi düşündüm, nasıl inat edip meclis bile değişmeye başlarken benim bağnaz kaldığımı. Çünkü her zaman hayattaki tek seçeneğimin, acı sona kadar dayanmam gerektiğini düşündüm..."

Jimin onun kolunu patpatladı ve Yoongi kafasını daha da eğerek devam etti, "Belki hiçbir zaman bunları arkamda bırakamayabilirim, uzun bir süre kendi davama ihanet etmemden pişman olabilirim, ama kader beni buraya getirdi. Ve sen tüm zaman boyunca beni itekledin, dürtükledin, hala benim için bile bir ümit olduğunu söyleyip durdun..."

"Ben-" Jimin kekeledi.

Yoongi kafasını salladı, "Önemli değil, ben – ben artık neyin doğru veya yanlış olduğuna karar veremiyorum. Belki sen en başından beri haklıydın, ya da ben tekrar tekrar yenildim..." İç çekti, nefesinin küçük buharları karanlığa karıştı, "Belki de her şeye rağmen iki kişinin hayatta kalması, daha iyidir..."

"Hmm?"

"Müttefiklik, yani." Yoongi bakışlarını kaçırıp geveledi.

Bu Jimin'i şaşırttı, inanamayarak Yoongi'ye baktı, "Nasıl, demek istediğin..."

"Yani... Bitmek zorunda değil, değil mi? Hala birbirimize yardım edebiliriz?"

Jimin Yoongi'nin yanaklarının kızardığına yemin edebilirdi ama karanlıkta emin olamıyordu. Kekeleyerek cevaplamaya çalıştı, "Evet, tabii ki – vay canına, ben-"

"Eğer istemezsen sorun değil, başka bir yolunu bulurum-" Yoongi onu kesti.

"Hayır hayır," Jimin onu omzundan tuttu, "Sadece şaşırdım. Evet, birlikte, tabii ki." Aralarındaki kasvet yavaşça dağılmaya başlarken sırtını dikleştirdi, "Benim planım sana uyar mı? Sınırdan doğuya doğru gitmeyi kabul ediyor musun?"

Minik bir kafa sallama.

"Ah, bu, vay canına." Jimin sertçe gözlerini kırpıştırdı ve istemsizce sırıttı. Uzanıp Yoongi'yle sıkıca tokalaştı.

Yoongi kafasını çevirdi, bakışları titreşiyordu. "Bakalım." Lambaların ışığı soluk suratını hafifçe aydınlatıyordu, göz bebeklerinde minik yıldızlar gibi dans ediyordu. Jimin durdu, Yoongi'nin dalgınlığını fırsat bilerek eğildi ve yanağına minik bir öpücük kondurdu. Teni dokunuşla buz gibiydi, açıklayamadığı bir duygu içinde anı yaşarken kalbinin rahatlamayla hafiflemesine izin verdi.

Jimin geri çekilirken, artık emindi, Yoongi'nin yanağındaki kızarıklık kulaklarına kadar yayıldı.

Yoongi kekeleyerek yanıtladı, "Bu – bu ne içindi?"

Jimin kıkırdadı, ve uzanıp dizgini eline aldı, "İyi şans için, sanırım."

Yoongi hmm'ladı, ve tekrar yola çıktılar. Karanlığın içinde ilerlediler, biraz daha sakin, biraz daha rahat bir şekilde. Jimin oturduğu yerde kaykıldı ve Yoongi'ye biraz daha yaklaştı. "Almancan nasıldır bu arada?"

"Koca bir hiç."

Jimin dramatik bir şekilde kaşlarını kaldırdı, "O zaman, hayatta kalabilmek için bu müttefiğe sıkıca tutunman gerekecek."

"Kendi adına konuş, en son ne zaman uşağın olmadan bir şey yaptın?" Yoongi burnunu kırıştırdı.

"Hah, öyle mi sanıyorsun? İşe yaramaz bir aristo bozuntusu olduğumu mu? Orada nasıl dövüştüm görmedin mi?"

"Dövüşmek başka bir şey, ama yemek yapmak ve çamaşır yıkamak başka bir şey. Bunların hepsini öğrenmen gerekecek."

"Göreceğiz, göreceğiz. Nasılsa artık bol bol vaktimiz var." Jimin parmağındaki yüzüğe dokundu, tanıdık şeklin biraz bozulduğunu fark etti. Önemli değildi, içten içe gülümsedi ve yanında duran Yoongi'ye göz ucuyla baktı. Belki de artık, hayata tutunabileceği yeni bir değeri vardı.

Continue Reading

You'll Also Like

1.7K 211 21
Her gece sessizce dudaktan çalınan öpücükler. Nereye kadar devam edicekti ki.
Algon Orhol By serro45

Historical Fiction

22.1K 787 58
arkadaşlar hikaye tamamen benim kurgum ve benim fikrimi
PAŞAM B×B By Einsames_Rosa

Historical Fiction

5.7K 439 14
1496 yıllarında Osmanlı'nın en korkulan ve saygı duyulan paşası Cemal Paşa ve onun biricik oğlan kölesi Niko'nun aşkı ( kitap tarihten bağımsızdır)
15.6K 1.6K 16
Bedenim tir tir titremeye başlamıştı. Gözlerim dolmuş neredeyse ağlayacaktım. Etrafta yeni yeni fark ettiğim geçmişe ait şeyler vardı. Tabelalar, ara...