Ca Ira | yoonmin | [Türkçe Çe...

bitterthesweet tarafından

2.7K 342 337

Gel ve tehlikeli bir yerde çık benimle yürüyüşe / Sertçe öp beni sağanak yağmurda / Sen çılgın oğlanları seve... Daha Fazla

Giriş
Bir
İki
Üç
Dört
Beş
Altı
Yedi
Sekiz
On
On Bir

Dokuz

112 18 19
bitterthesweet tarafından

Her askeri memurun olduğu gibi Hoseok'un makamı da Salle du Manége'in yanında, soluk kireçtaşı tuğlalı devasa tarihi yapının içindeydi. Uçsuz bucaksız loş koridorlar, fısıldayarak konuşan siyasetçiler ve suratsız üniformalı askerle her daim dolu olurdu.

Yoongi muhafızlara sessizce kafasını eğerek selam verdi, ve ağır meşe kapıyı tıklatıp içeri girdi.

Güneş alan oda, yanlarında tavana kadar uzanan kitaplıklarıyla Yoongi'nin binada gördüğü diğer odaların rahatlıkla iki katı boyutundaydı. Heybetli odanın tam ortasında, aşağılarındaki sokağı gösteren uzun pencerelerin önünde, kaşları çatılı bir Hoseok büyük antika masasında oturuyordu.

Arkasını döndü ve masanın önündeki sandalyeyi işaret etti, "Seni buralarda görmek de mi varmış."

Yoongi oturdu ve trikorn şapkasını çıkardı, "Odanı taşıdığını fark etmemişim. Önceden alt katta değil miydin?"

Bir omuz silkme, "Eh, etraftakilere biraz soruşturdum, ve teğmen general zaten işleri evinden idare ediyor. Burası yeterince boşa benziyordu, öyle değil mi?"

Yoongi dudaklarını gerdi ve kelimelerini yuttu. Hiçbir şey tesadüfen olmazdı, özellikle de bu kadar bariz bir güç gösterisi. Hoseok mecliste hep sesini belli eden birisi olmuştu, günden güne iç çatışmalar kızışırken spot ışığını üzerinde tutmuştu. İnsanların onu gittikçe daha fazla sevmeye başlaması ve bu belirsizlik zamanlarında onun ışığına tutunması şaşırtıcı değildi.

"Açıkçası, senin burada daha sık gözükmen gerektiğini düşünüyorum. Bir orduyu yönetmek sadece üslere hapsolmak demek değildir, biliyorsun. İnsanların seni görmeye ve hangi tarafta olduğunu hatırlamaya ihtiyacı var. Yani, buradaki herkesi yatıştırmaya çalışırken bana kesinlikle yardımcı olabilirdin, teğmen general sarayından çıkmıyor nasılsa..." Hoseok elini masaya çarptı, ve konuştu.

"Benlik işler olmadığını biliyorsun." Yoongi arkasına yaslanarak itiraz etti. "Üssümüzde taburlar parçalanıp dururken burada oturup sahte gülümsemeler saçamam. Eğitilmeleri gerekiyor, silahlanmaları, ve hak ettikleri şekilde doğru bir rehberlik almaları. Ki savaşmak için bir şansları olsun."

Düşünceli bir sırıtış Hoseok'un dudaklarını büktü, "Seni takip eden insanlar için siyasi gücün hiçbir önemi olmadığını mı düşünüyorsun? Hepsi sadece laftan mı ibaret?" Kuru bir gülüş, "Her zaman sana yakıştırdıkları barbarlıktan uzak olduğunu düşündüm, ama şimdi klişeyi kabullenmiş gibi gözüküyorsun..."

Yoongi gözlerini şaşkınca açtı ama yanıtlamadı. Bir anlık sessizlik içinde kaldılar,  güneş ışığı odayı doldurmaya ve koridordan gıcırtılı adım sesleriyle fısıltıların yankıları gelmeye devam etti. Saniyeler ne kadar da yavaş akıyordu, her bir detay basit ve sıradandı, ama yine de Yoongi aniden bunun sonsuza kadar sürmesini diledi. Böyle kalmalarını, ne kadar uzak olurlarsa olsunlar, arkadaş olarak.

Ama nihayet Hoseok onun gözlerinin içine baktı ve sessizliği bozdu. "Söyle, Yoongi."

Yoongi kelimelere suratını buruşturarak kafasını çevirdi ve oturduğu yerde kaykıldı.

Hoseok'un sesi bir alt kademeye indi, ısrar etti. "Söyle. İstemeye geldiğin şeyi iste."

Yoongi tekrar onun gözlerinin içine baktı, "Kızı kurtar."

Hoseok'un ifadesi buz kesti, "Beklenildiği gibi, onlar için gelmişsin."

Yoongi'nin yanakları kızardı ama devam etti, "Conciergerie zindanının muhafızlarını sen kontrol ediyorsun ve şehir polisinin yeni şefiyle aynı okulda okudun. Onu kurtarabilecek tek kişi sensin."

"Ama neden yapayım? Söyle bana, neden bana aylarca yalan söylemiş olan birini kurtarayım? Üstelik belki hâlâ battığı çamura benim itibarımı da batırıyor olabilirken?" Hoseok'un gözleri alev alevdi ve ellerini masaya sertçe dayamıştı.

Yoongi yanıtladı, "Çünkü ne kadar inkâr edersen et, onu umursuyorsun. Gitmesine izin ver – bir yerden sıvıştır, muhafızlara rüşvet ver, bir yolunu bul işte. Yeterince insan öldürdük, eline daha fazla kan bulaştırmana gerek yok."

"Bunu ona ben yapmadım, hepsini kendi başına açtı! Gerçekten başarılı olsalar ne olurdu, düşünsene; şimdiye kral Normany kalesinden tebliğini yapmış, arkasına da Conde ordusunu almış olacaktı. Taburların nihayet susadıkları savaşa doyardı."

"Ama başaramadılar. Hala buradaki kazanan sensin. Bak, senden onu korumanı istemiyorum. Sadece giyotinden uzaklaştır, surların dışına çıkar, gerisi kaderine kal-"

Hoseok kahkaha attı, genzinden sert bir ses çıkardı. "Eğer bu kadar kolay olsaydı benden istiyor olmazdın. Tüm şehir neler olduğunu çoktan öğrenmiştir. Halk asiller tarafından bıçaklanmış gibi hissediyor ve meclis ibretlik mesajını vermek için çok hevesli. Bu muhtemelen yılın en kalabalık idamı olacak. Ayağımın altındaki aristo pisliklerini de çok güzel susturacak..." Kesik bir nefes çekti, ve son sözlerini söylerken ruhsuz bakışları Yoongi'nin içinden geçti.

Sonra yavaşça, Hoseok nefesini titreyerek verdi ve ekledi. "Her ne kadar yanılmayı ümit etsem de buraya geleceğini biliyordum. Hepsi şu lanet müttefiklik için mi, Yoon, yoksa başka bir nedeni mi var? Onların hepsini kurtarmaya mı çalışacaksın, hmm? Ya sana ne olacak? Meclis seni darbe sempatizanı olarak damgalarsa, seni kim kurtaracak?"

Yoongi tereddüt etti, ama zihninden göz yaşlarıyla ıslanmış bir gömleğin ve umutsuzlukla bakan gözlerin anısı geçti. Sırtını dikleştirdi, ve kelimeleri zorlukla tısladı. "Senden bir iyilik istiyorum, ve şimdiye kadar hiçbir şey istemedim. Lütfen onu kurtar, ve ben de ne dilersen onu yapacağım."

Güneş koyu siluetinin kenarlarını aydınlatırken Hoseok'un bakışları Yoongi'nin üzerinde dolandı. Gözlerindeki parıltı söndü, kafasını çevirerek konuştu. "Keşke bunu demeseydin. Keşke dostluğumuzu saçma sapan bir müzakereye indirmeseydin. Her zaman aynı tarafta olduğumuzu sandım, ne zaman ayrı düştük..."

Yoongi kaşlarını çattı, duydukları kalbini itiraf etmek istemediği kadar çok acıttı. "Dostluğumuza asla sırtımı dönmem, bunu demek istemedim -"

"Emin misin? Peki hangi tarafta olduğuna hâlâ emin misin?" Hoseok'un sesi alçak bir tıslamaya dönüştü, "Dur tahmin edeyim, bir anda vicdanın çenesini açtı ve seni yumuş yumuş yapmaya başladı, artık bunları kaldıramıyorsun. Öldürme düşüncesini kaldıramayan bir general, vay canına, bu sayede kendini öldürteceğinden haberi yok." Yakınlaştı ve yavaşça konuşmaya devam etti, "Belki de eninde sonunda güç ve prestij sana geçmeye başlıyordur, artık onlardan biri olduğunu düşünüyorsundur, kaderini kendin yazabilecek lükse sahip olduğunu falan... Elimizdeki kandan bahsediyorsun, bak sana hatırlatayım, o kan her zaman elimizde olacak. Zihnini değiştirip tüm günahlarından kurtulma gibi bir şansın yok. Hayır, rolünün ne olduğunu hatırla ve öyle kal."

Yoongi sessiz kalması gerektiğini biliyordu, ama inat etti ve daha pişman olamadan sözler ağzından çıktı. "Ama tüm bunlar, kan dökme, güç yarışı... yola bunun için çıkmadık."

Hoseok homurdandı ve kafasını çevirdi. "Sus. Seninle bu konuşmayı tekrarlamayacağım. Hepsi davamız içindi, ve eğer sen bunu göremiyorsan, artık inanamıyorsan, o zaman üzgünüm, korumaya çalıştığın asiller gibi sen de devrime bir tehditsin." Bakışlarını genişletti, kelimelerini tek tek söyledi, "Sana son kez soruyorum: onları bırak ve bana geri dön. Yoongi, ait olduğun yere geri dön."

Yoongi kafasını eğdi ve trikorn şapkasındaki kokarta dokundu – lacivertin üzerinde mavi, beyaz, ve kırmızı renk. Kelimeler yüzlerce kere olduğu gibi diline dolandı ama bu sefer kalbinin açıklanamayan bir şekilde sürüklendiğini hissetti; kalabalık koridorlardan uzağa, manipülasyonlardan ve entrikalardan uzağa, emirlerden ve sertlikten, hepsinden uzaktaki o saraya doğru, duvarında karanlık bir orman resmi olan ılık odaya...

Kafasını iyice eğdi, ve sessiz kaldı.

Hoseok iç geçirdi ve fısıldadı. "O zaman sanıyorum bu iş burada bitti, general Yoongi. Lütfen odamdan çıkın."

Yoongi yavaşça kendini sandalyeden kaldırırken ve odadan çıkarken, Hoseok'un sesi arkasından son kez duyuldu. "Arkadaşlığımızı tek bir iyilik için harcadın, umarım ne yaptığını biliyorsundur. Bir sonraki sefer, zıt taraflarda yüz yüze geldiğimizde, konuşulacak bir iyilik olmayacak. Hiçbir şey olmayacak."

Conciergerie hapishanesinin arkasındaki sokak dar ve çakıllıydı. Her iki yandan uzanan binaların gölgeleri üzerine çökerken, ortam karanlıktı. Başka bir gün daha bitiyordu ve akşam yemeği vakti olduğu için sokaklar kalabalık değildi.

Sokağın ucunda durmuş olan faytona doğru yavaşça süzülürken Jimin'in gözleri etrafı taramaya başladı. Farkında olmadan arkasından gelen Yoongi'nin figürünü düşündü, kasvetli anının sessiz bir koruyucusu olarak.

Fayton küçüktü, ahşap çerçeveleri, siyah bir tentesi vardı ve şoför peykesinde oturan iki muhafız gözüküyordu. Jimin yaklaşınca tek kelime etmeden kafalarını ona çevirdiler ve uzattığı elindeki altın Louis'lere omuz silktiler. Aralarından biri paraları avuçladı ve sonra sertçe arkasındaki duvara vurdu.

Jimin yutkundu ve pencereye doğru adımladı, ceketinin altından yumruklarını sıkılaştırdı. Lekeli perdeler açıldı, ve benzi atmış surat kalbini tekletti.

Victoria'nın gözleri tereddütle Jimin ve vagonda karşısında oturan muhafız arasında gidip geldi. Dudakları aralanıp titreyince Jimin aniden kapıyı açıp onu oradan çıkarmayı, tüm bunlardan çok uzağa kaçıp eski sakin ve dingin dünyasına kavuşmayı diledi.

Zorlukla gözlerini kırpıştırdı ve içinde yükselen duyguları perçinlemeye çalıştı. Tek eliyle kız kardeşinin suratına sıçramış çamur parçalarını silmek için uzandı, ama havada durdu.

Victoria'nın gözleri titreşti ve bulanıklaştı, "Sanırım size teşekkür etmeliyim. Kimse idamdan geri çekilemezdi, herkes bana bunun bir mucize olduğunu söyledi."

Jimin kaşlarını çattı ve sertçe yanıtladı, "İyi, en azından ne kadar zor olduğunu anlamışsın. Ben de onun yapabileceğini düşünmüyordum. Bu saatlerde, ölmüş olacaktın Victoria, umarım bunu sonsuza kadar hatırlarsın. Saf aptallığın yüzünden ölüme ne kadar yaklaştığını..."

Victoria hmm'ladı, bakışları faytonun içinde bir yere sabitlenmişti ve donuktu. Jimin çenesini sıktı ve pencereye yaslandı, "Herkesi tehlikeye soktun, bundan sonra meclis asla Bourbonlara sempatiyle bakmayacak. Ve şimdi de aklî yeterliliğin olmadığı teşhisiyle Amiens'deki tımarhaneye gönderiliyorsun. Ben - " kesik bir nefes aldı ve sırtını dikleştirdi, "- seni nelerin beklediğini bilmiyorum, belki ölmekten bile kötü gelecek, ancak bildiğim tek şey seni artık koruyamayacağım, kimse koruyamayacak -"

"İşte, başından beri tüm problem bu. Sen ve babam hep benim korunmaya muhtaç olduğumu düşündünüz - cam fanusumdan hiç çıkamadım..." Victoria nefesini verdi, ve terle ıslanmış saçlarını suratından çekti, "Ama hiç durup bir de bana sordunuz mu, bunu istiyor muydum?" Aniden kafasını ona çevirdi, soluk bakışları buluştu.

Jimin topuklarını altındaki toprağa bastırd ve içerideki muhafıza tip tip baktı, ama tam lafını etmek üzereyken Victoria elini kaldırarak onu susturdu. "Lütfen yapma. Ne diyeceğini biliyorum, planımın çocuksu olduğunu, işe yaramayacağının başından belli olduğunu söyleyeceksin. Tabii öyle, çünkü sen beni hiçbir zaman yanında bir müttefik ve destekçi olmaya layık görmedin, onun yerine gidip tamamen yabancı birine güvenmeyi seçtin." önce Jimin'e ve ardından sokağın ilerisinde bekleyen Yoongi'nin silüetine baktı.

"Senin hayatını kurtaran kişileri eleştirecek konumda olduğunu sanmıyorum." Jimin sıkılı dişlerinin arasından konuştu.

Victoria'nın gözleri onun üzerinde gezindi ve bakışlarındaki soğukluk Jimin'in kalbini kaldıramayacağı şekilde ağırlaştırdı. Bir an bekledikten sonra Victoria konuştu, "Biliyorsun, nedense, hiçbir zaman aynı fikirde olmadık. Sen hep annemin gözdesiydin, melekler tarafından seçilen küçük kusursuz prens, ve ben de hep senin gölgende yaşadım."

Jimin kafasını salladı ama Victoria devam etti, "Hayır, sorun yok, sıfatlarımız da önceden belirlenmiş kaderlerimiz de geçmişte kaldı. Geleceğim ölümden bile kötü olabilir, ama en azından artık yalnızım. Kendimden başka kimseye bağlı değilim." Yumuşak bir gülümseme dudaklarının kenarlarını büktü, "Orleanslıların bazılarının kuzeyde toplanacağı gibi bir söylenti var. Eğer hayatta kalırsam – eğer yaşarsam, o zaman - " gözleri buluştuğunda, koyu mavi irislerinde küçük alevler titreşiyordu, "- o zaman soyumuzun sonsuza kadar devam etmesini sağlayacağım, devrim gelip geçtikten sonra bile."

Jimin iç çekti, "Sadece hayatta kalmaya odaklan. Soyumuz bir yadigardan başka bir şey değil şu an. Victoria, tüm dileğim – şu an istediğim tek şey senin ve babamın güvende olması, her ne kadar yollarımız ayrılsa da..." Nihayet kelimeler düğümlendi ve gözlerine yaşlar birikti.

Zarif el faytonun penceresinden uzandı, ve tüy gibi hafifçe saçlarına dokunup geri çekti. Bu hareket Jimin'e geçmişten tanıdık geldi, başka soluk bir silüetin vedasını hatırlattı. Victoria'nın derin nefes verişi sigara dumanı gibi soğuk havaya yayıldı. "Herkes güçlü olanın sen olduğunu ve hayatın boyunca bunun faydasını göreceğini sandı. Oysa sen hep annem gibi duygularının esiri oldun, hiçbir zaman büyüklüğe yakışmadın."

Jimin dudaklarını gerdi, "Büyüklük hiç umurumda olmadı."

Victoria güldü, "Tabii ki. Her neyse, bu cehennem çukurundan canlı çıkabilecek kadar akıllı olduğunu biliyorum, o yüzden, umarım kalan hayatında aradığın şeyi bulursun kardeşim. Elveda." Sesi düzgündü, ama dudakları hafifçe titredi.

O sırada Victoria'ın arkasındaki muhafız kompartmanın duvarına vurdu ve atlar anında tepinmeye başladı. Şoför seslendi, ama Jimin sadece bilinçsizce gitmelerini onayladı. Zihni her bir saniye kendisinden uzaklaşan petit figüre takılı kalmıştı. Bir kez daha, hazırlanamadan en değerlilerinden birini kaybetmişti.

Faytonun peşinden koşma isteğini bastırmaya çalıştı, ve bakışlarıyla takip etti. Victoria'nın yüzü pencereden çıktı, dudakları minik bir gülümsemeyle bükülmüştü. Sonra fayton sokağın ucundan köşeyi döndü ve kayboldu.

Jimin sonsuza kadar sürmüş gibi gelen bir süre boyunca hareketsizce dikildi. Dünyanın sessizliğinin kendisini sarmasına izin verdi, kesik nefeslerini düzene sokabilmek için zamanın durmasına izin verdi.

Üzerine dizlerinin bağını çözüp kalbini ağırlaştıran ani bir yorgunluk çöktü. Sendeledi ve o anda ılık bir elin kolunu tuttuğunu hissetti, hafifçe ama kararlıca.

Gözlerini silerek yaşlardan kurtulmaya çalışırken yanındaki ses konuştu, "Geri dönmeliyiz, kimse seni burada görmese iyi olur."

Öfkesi acı sözlerini içinden püskürttü, "Ne önemi var, daha ne kadar canımı acıtabilirler ki."

Yoongi'nin ifadesi gri pelerinin altından gözükmüyordu ama sesi her zamanki gibi otoriterdi. "Daha bitmedi, hala umudun var, buradan çıkacaksın."

Jimin kafasını ona çevirdi, "Öyle mi? Peki tüm bunlardan kaçınca ne yapacağım? Tanıdığım herkes benden sökülüp alındı. Umacak bir şeyin kalmadığını en iyi senin bilmen gerekmez mi?"

"Taehyung hala bir yerlerde yaşıyor olabilir. Onu bulmak istediğini biliyorum. Ve hayatta kalacağını da biliyorum –" Yoongi elini durduğu yerden çekmeden gözlerinin içine baktı, "- çünkü seni koruyacağıma söz verdim, ve sözümü tutmaya niyetliyim."

"Ya sana ne olacak, ha?" dedi Jimin, "Kendi geleceğin için de ümitli misin? Kendine de aynı şansı verebilecek misin?"

Yoongi kafasını çevirdi. Sessiz kalması Jimin'i sinir etti, "Hayır, sırf vicdanını rahatlatmak için kalıp yandaşların tarafından öldürülmek istiyorsun." Uzanıp Yoongi'nin kolundaki elini tuttu, "Ve bu ne kadar sürecek? Daha ne kadar yaşayacaksın?"

Yoongi elini çekti, "Bunun için endişelenmene gerek yok."

"Tabii ki yok. Artık inanmadığın bir dava için kendini kurban edebilirsin, fikrini değiştiremem."

Yoongi kaşlarını çattı, ama Jimin bunun söylemek için son şansı olmasından korkarak içindekileri döktü. "Evet, artık bunu dedim çünkü sen kabullenemeyecek kadar korkaksın. Sen hiçbir zaman keyfine adam öldüren biri olmadın, tıpkı benim de sarayımda zevk içinde yaşamadığım gibi. İkimiz de etrafımızdaki insanlar yüzünden kaderimize sıkışıp kaldık. Pekala, artık bitti, ve ben kaderime boyun eğmekten bıktım." Yoongi'yi omzundan döndürdü, "Senden sözünü tutmanı ve güvende olduğumu kendi gözlerinle görmeni talep ediyorum. Beni bu kadar kolayca yalnız bırakamazsın, diğer herkes gibi, hayır. Benim iznim olmadan olmaz."

Yoongi iç çekti, küçük beyaz duman ayrık dudaklarından birbirlerinden sakladıkları tüm düşünceler gibi çıkıp aralarındaki havaya karıştı. Jimin'in omzundaki elini çekti ve gitmek için döndü, "Hayatı pamuk ipliğine bağlı biri için iddialı kelimeler, prens."

Yoongi'nin silüeti attığı her adımla sokaktaki binlerce gölgenin arasına karıştı. Havada açıklanamayacak şekilde ıssız bir şeyler vardı, Jimin'in içindeki tüm öfkeyi sömürüp görünmez bir ağ gibi etrafına dolanarak onu güçsüzleştirdi. Yoongi'nin boğuk ve kısık sesi, Jimin'in zihninde yankılandı. "Yakında, ikimizin de kaderimizi öğreneceğiz. Karşı koyarak ya da boyun eğerek."

Okumaya devam et

Bunları da Beğeneceksin

367 59 10
Mühendislik birinci sınıf öğrencisi Jeon Jungkook üst sınıflardan Kim Namjoon'a aşık olduğunu düşünür ancak aşkıyla arasındaki asıl engel Namjoon'un...
73.5K 8.1K 42
''Seth'in oğlunu kurtarmanızı ve Apep'le savaşması için onu ikna etmenizi istiyorum." | Öncesi: Semi-Gods of Egypt Yan Hikaye: Children of the Gods
14.9K 1.5K 16
Bedenim tir tir titremeye başlamıştı. Gözlerim dolmuş neredeyse ağlayacaktım. Etrafta yeni yeni fark ettiğim geçmişe ait şeyler vardı. Tabelalar, ara...
5.8K 809 27
Karanlık Dünyamda Tek Işığım Sensin Park Jimin.