ADAYA DÜŞEN KIZ

By yarenkayas

2.7M 141K 57.6K

"Ne demek gemi batıyor?" diye çemkirdi genç kız geminin kaptanına karşı. Bu kadar mı basitti bir geminin bat... More

TANITIM
1.Bölüm || BELEMİR
2.Bölüm || RÜZGAR
3.Bölüm || TUTKU
4.Bölüm || KIZ KARDEŞ
5.Bölüm || İLK
6.Bölüm || DENİZ
7.Bölüm || ÖPÜCÜK
8.Bölüm || GÜVEN
9.Bölüm || GÜÇ
10.Bölüm || UMUT
11.Bölüm || YARA
12.Bölüm || MUTLULUK
13.Bölüm || DUYGU
14.Bölüm || KORKU
15.Bölüm || ÖLÜM
16.Bölüm || BİR BAŞKASI
17.Bölüm || SIRLAR
18.Bölüm || AŞK
19.Bölüm || HİS
20.Bölüm || ON GÜN
21.Bölüm || GERİ DÖNÜŞ
22.Bölüm || SEVGİLİ
23.Bölüm || KABULLENMEK
24.Bölüm || BENCİL
25.Bölüm || KIZMAK
26.Bölüm || YALNIZ
27.Bölüm || YANLIŞ
28.Bölüm || OYUN
29.Bölüm || BÜYÜK GÜN
30.Bölüm || SENİ SEVİYORUM
31.Bölüm || KAVUŞMA
32.Bölüm || GECENİN ARDINDAN
34.Bölüm || KORAY
35.Bölüm || HAMİLE
36.Bölüm || MEZAR
37.Bölüm || DAVET
38.Bölüm || BABA
39.Bölüm || SEVMEK
40.Bölüm || İHMAL
41.Bölüm || EVLENMEK Mİ?
42.Bölüm || BelKor
43.Bölüm || BelKor 2
44.Bölüm || HATA
45.Bölüm || FOTOĞRAF
46.Bölüm || GERÇEKLER
47.Bölüm || BİTTİ
48.Bölüm || AÇIĞA ÇIKANLAR
49.Bölüm || GEÇ KALMAK
50.Bölüm || KAYBETMEK
51.Bölüm || KAR
52.Bölüm || EVET!

33.Bölüm || BENİMLE EVLENİR MİSİN?

63.9K 3.5K 4.3K
By yarenkayas

"Ben sana hiçbir şey söylemiyorum artık."

Elindeki paketi sinirle banyo dolabının üzerine fırlatıp toprak olmuş parmaklarını musluğun altına tutan Rüzgara büyük bir kahkaha attım.

Anlaşılan saksıyla biraz boğuşmuştu. Ama yine de sinirli olmasına rağmen çok tatlıydı.

"Bakıyorum da benden hemen şikayet etmeye başladınız Rüzgar Bey. Ne o sıkıldınız mı yoksa?"

Rüzgar, ellerini havluyla kurularken bana doğru dönüp göz kırptı ve yüzüne alaycı bir sırıtış ekledi.

"Dün gecenin hatırına bütün sözlerimi geri alıyorum Belemir Hanım."

Kaşlarım sözlerinin hemen ardından hızlıca çatıldığında ilk önce hafifçe güldü. Sonrasında ise elindeki havluyu askılığa bırakıp yanıma doğru adımladı ve saçlarıma küçük bir öpücük bıraktı.

"Daha iyi misin?"

Ellerinden birisiyle suyun sıcaklığını kontrol edip diğeriyle musluğa uzandığında hınzırca sırıttım ve avcuma doldurduğum suyu hızlıca yüzüne fırlattım.

"Dün gecenin hatırıymış. Ukala adam."

Rüzgar, bakışlarını musluktan alıp yavaşça suya doğru kaydırdı. Ve uzun bir süre öylece kaldı. Bir eli muslukta bir eli suyun içerisinde sakince bekledi.

Tabii ben ise o süre zarfı içerisinde ömrümün yirmi yıl kısaldığını hissettim. Bu korku, bana uzun bir süre yeterdi.

"Rüzgar."

En sonunda işaret parmağımla Rüzgar'ın kaslı kolunu dürtüklediğimde sular akan yüzünü mimiksizce bana doğru çevirdi.

Bu sessizlik ve bakışları hayra alamet değildi. Beni doğrayacaktı. Bedenimin yarısından kuşbaşı yarısından da kıyma yapacaktı.

Bitmiştim ben.

Neden cevap vermiyordu ki?

Yoksa..

Yoksa benden Belemir çevirme mi yapacaktı?

"Rüzgar korkutma beni lütfen."

Birkaç dakika daha aralık dudaklarım ve korku dolu bakışlarımla yüzüne baktıktan sonra ellerimle yüzümü kapatıp bana yapacaklarını beklemeye başladım.

Ve tam o an da Rüzgar son zamanlarda ki en büyük kahkahalarından birisini attı. Bununla eş zamanlı olarak ise ellerimi tutup yüzümden çekti ve ıslak dudaklarını dudaklarıma bastırıp büyük bir öpücük bıraktı.

"Bir keresinde bir kitapta okumuştum. İnsan, hiç kimsenin kendisine yapamadığı kadar kendisini tüketir ve kendisine zulüm eder."

Musluğu açıp ılınan suyu sıcaklaştırmaya başladı.

"Eminim sana ne söylersem söyleyeyim az önce kendinle baş başa kaldığın düşüncelerde ki etkiyi yaratamayacaktım."

Söyledikleriyle birlikte gümbürdeyen kalbim sakinleşirken oturduğum yerden hızlıca doğrulup kollarını tuttum. Oldukça heyecanlanmıştım.

"Ne yani benden Belemir çevirme yapmayacak mısın?"

Rüzgar kafasını geriye doğru yatırıp büyük bir kahkaha daha attı.

"Sanırım bir daha seni kendinle baş başa bırakmamalıyım. Kafayı yiyordun."

Elleriyle saçlarımı karıştırıp yanağımdan canımı yakmayacak şekilde makas aldı.

"Psikoloji okuyacaksın diye seni ufak bir teste soktum ama maalesef sınıfta kaldın. Ayrıca güzelim, senden olsa olsa misket köfte olur. Kaç kilosun sen?"

Gözlerimi devirirken ıslak ellerimi omuzlarına bastırdım ve geri gitmesini sağladım.

"Artık izin verirsen banyo yapacağım. Hani acelemiz vardı?"

Dudakları, sözlerimin hemen ardından her zamanki gibi haylaz sırıtışına büründü.

"Tişörtünü çıkartmana yardımcı olayım mı?"

Ahhhh. Bu adam beni resmen sınıyordu. Hatta bilerek yapıyordu. Beni sinir etmek ona keyif veriyordu.

"Rüzgar, eğer hemen şimdi banyodan çıkmazsan karaya çıktığımızda ilk işim kendime kahverengi lens almak olur."

Rüzgar'ın suratı, sözlerimin hemen beraberinde bu sefer gerçekten sinirlendiğini belirten bir hal aldığında derince yutkundum.

"Sen beni tehdit ettiğini falan mı zannediyorsun?"

Kafasını kızgınca salladı ve bana arkasını dönüp hızlıca banyo kapısına doğru ilerledi. Ve tam kapıdan çıkarken de olduğu yerde durup arkasını dönmeden konuşmaya başladı.

"Yeşillerine dokunursan, özellikle de onların benim için bu kadar önemli olduğunu bildiğin halde bunu yaparsan eline beni üzmekten başka hiçbir şey geçmez. Şimdi istediğini yapmakta özgürsün."

Rüzgar, son sözlerini de söyledikten hemen sonra bir saniye bile beklemeden banyodan çıktığında birkaç damla göz yaşı usulca yanağımdan süzüldü.

Bu sefer onu çok fazla kızdırmıştım. Hem de çok fazla. Ve durumu nasıl toparlayacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu.

Çünkü onunla aramız kötü olduğu zaman beynimdeki bütün fonksiyonlar duruyor ve bir sonraki adımda ne yapmam gerektiğine karar veremiyordum.

Sadece ağlamak istiyordum.

"Havlu ve iç çamaşırlarını buraya bırakıyorum. Elbisen hala biraz nemli. Şöminenin önünde sen banyo yapana kadar biraz daha kurusun. Banyodan çıktığında seslenirsin getiririm."

Rüzgar, banyo kapısının aralığından elini uzatıp getirdiklerini dolabın üzerine bıraktığında göz yaşlarım biraz daha hızlandı.

Yüzümü bile görmek istemiyordu. Bu yüzden içeri dahi girmemişti.

"Bu arada ufaklık, muhtemelen yine küçük bir çocuk gibi ağlıyorsun. Ağlamandan nefret ettiğim ve bunu gördükçe sinirlendiğim için içeri gelmiyorum. Ama ağlamaya devam edersen yemin ederim çıplak dahi olsan oraya gelirim."

Yine tek bir cümlesiyle bütün düşüncelerimi bana yutturmuş ve beni ne kadar çok sevdiğini bir kez daha hatırlatmıştı.

Ellerimi yanaklarıma bastırıp göz yaşlarımı sildim.

Onun yanında olduğum sürece har zaman için dünyanın en şanslı kadını gibi hissedecektim.

Canım Rüzgar. İyi ki varsın.

~

Elimdeki bavulu kapının ağzına bıraktıktan sonra gözlerimi son kez için evin içerisinde gezdirdim.

Burayı terk etmiyordum.

Burayı her zaman için sığınacağım bir liman olarak arkamda bırakıyor ve onun bilinciyle gidiyordum. Bu yüzden mutsuz değildim. Aksine sevdiğim kadınla birlikte daha mutlu olacağımıza inandığım için keyifliydim.

Çok mutlu olacaktık. Ve bu mutluluğumuzu paylaşmak için, bize kucak açıp bizi her fırsatta daha da çok kenetlendiren bu eve sık sık gelecektik.

Bana bir yıldır sahip çıkan ve her köşesinde bir anım olan bu evi her fırsatta görmeye gelecektim. Ve bu evin ruhunu her daim ayakta tutacaktım.

"Rüzgar, kalabiliriz. Senin için zor olacaksa gerçekten kalabiliriz."

Belemir'in yumuşak ses tonu kulaklarıma iliştiğinde bakışlarımı yavaşça gözlerine kaydırdım.

Ona kızdığım için yanıma gelmeye çekiniyordu ama desteğini hissettirmek için konuşmaktan da geri kalmıyordu.

"Gel yanıma."

Elbisesinin uçlarını çekiştirmeyi bırakıp yanıma adımlamaya başladığında kollarımı iki yana doğru açıp göğsüme sığınmasını bekledim.

"Ne olursa olsun uzak durma benden."

Kafasını göğsüme yaslayıp ellerini sıkıca belime sardıktan sonra hafifçe mırıldandı.

"Bana çok kızdın biliyorum. Aslında ben sadece şaka yapmıştım. Ama bir daha bu konuda asla şaka yapmayacağım. Söz veriyorum."

Buruk sesi canımı yakarken yavaşça çenesinden kavrayıp gözlerime bakmasını sağladım.

"Özür dilerim sana fazla çıkıştım. Abarttım. Söz konusu yeşiller olunca kendimi kaybediyorum. Bir daha bu konu da fevri davranmayacağım. Söz veriyorum."

Kafasını mutlulukla salladığında şakağına büyük bir öpücük bıraktım.

"Diğer konuya gelirsek ise benim için zor olan bir şey yok. Sadece vedalaşıyordum. Vedalaşmam bittiğine göre artık gidebiliriz."

Beni bakışlarıyla onayladığında ellerimden birisiyle elini tuttum. Diğeriyle ise bavulumu elime aldım ve ikimizi de evden dışarı çıkardım.

"Hırkamın cebinde anahtar var. Kapıyı kilitler misin?"

Belemir sözlerimden sonra boştaki eliyle hırkamın cebine doğru uzanıp anahtarı eline aldı. Ardından da kapıyı kapatıp kilitledi.

"Hoşça kal. Seni özleyeceğim. Ama sık sık geleceğim. Sen de beni çok özle."

Belemir'in sanki karşısında bir insan varmış gibi kurduğu cümlesine büyük bir kahkaha attım.

Ve bir kez daha anladım ki ben buradan gittiğim için mutsuz olmayacaktım. Aksine ufaklığımla gittiğim her yerde çok mutlu olacaktım.

"Haydi gidelim artık yeterince geç oldu zaten."

Kenetli ellerimizi daha sıkı tutup filikaya doğru adımlamaya başladığımda Belemir de ilerlemeye başlamıştı ama sanki adımları hiç istekli değildi. Sanki her attığı adım zorlaydı. Sanki biri arkasına geçmiş ve onu ittiriyordu.

"Belemir."

Olduğum yerde durup yüzünü incelemeye başladığımda bakışları yavaşça bana doğru kaydı.

"Bir sorun mu var? Sen sanki gitmek istemiyorsun."

Elindeki anahtarı ilk önce hırkamın cebine geri bıraktı. Sonrasında ise boşta kalan elini bavulu kavrayan elimin üzerine doğru uzattı.

"Dün gece bahsettiğin hayallerin çok güzeldi. Ama ben sanırım korkuyorum. Hayat kara da benim için hiç kolay olmadı. Sence her şey yolunda gidecek mi?"

Bana hissettiklerini açıkça ifade etmesini çok seviyordum. Çünkü bu şekilde içinde tek bir şüphe dahi kalmasına müsaade etmezdim.

"Her şey yolunda gidecek. Her şeyi düzene sokacağım. Mutlu olman için elimden gelen her şeyi yapacağım."

Yüzüne ufak bir tebessüm yayıldığında derin bir nefes bıraktım.

"Hem unutma bizim burada bir sığınağımız var. Baktık ki ters giden bir şeyler var. Tekrardan buraya döneriz. Ne dersin?"

Son sözlerimle birlikte yüzünde ki tebessüm yerini büyük bir gülümsemeye bıraktığında içim rahatlamıştı. Onun aklında en ufacık bir şüphe dahi kalsın istemiyordum.

"Şimdi hazır mısın?"

Kafasını sallayıp kenetli ellerimizde ufak bir baskı oluşturduğunda filikaya doğru tekrar adımlamaya başladık ve bu sefer yanına gelene kadar hiç durmadan ilerledik.

"Filikanın üzeri kapalı olduğu için üşümezsin ama yine de bavula senin için bir tane hırka koydum. Üşürsen bana söyle."

Filikanın içerisine girip bavulu bıraktıktan sonra Belemir'i kucaklayıp içeri aldım.

Artık tamamen gitme vakti gelmişti. Motorun başına geçmeliydim. Bu sırada Belemir ise biraz daha uyuyabilirdi.

"Sen istersen.."

Sözlerimin henüz daha sonuna bile ulaşamamışken Belemir'in attığı çığlıkla birlikte hızlıca yanaklarını kavradım.

"Ne oluyor?"

Yanaklarını okşayıp sakinleşmesini sağlamaya çalıştığımda eş zamanlı olarak tanımadığım bir ses kulaklarıma ilişti.

"Abi beni kaptan bıraktı. Filikayı kullanmam için. Hanımefendi bir anda beni görünce korktu sanırım. Kusura bakmayın."

Arkama doğru dönüp yirmili yaşlardaki çocuğa sinirli bir bakış attım.

"Neden ses vermiyorsun? Korkuttun kızı."

Çocuk mahcupça kafasını öne eğdiğinde Belemir kendisine gelmiş olacak ki ellerini belime sarıp yanağıma küçük bir öpücük bıraktı.

"Onun bir suçu yok. Zaten tüm gece soğukta beklemiş. Lütfen kızma."

Sözleri, bir hayli sakinleşmemi sağladığında çocuğun yanına doğru ilerleyip omzunu sıktım.

"Tamam sorun yok. Haydi çıkalım yola."

Çocuk beni kafasıyla onayladığında arkama doğru dönüp tekrardan Belemir'in yanına geldim. Suratında istediğini elde etmiş bir sırıtış vardı ve oldukça mutlu görünüyordu.

"Neden sırıtıyorsun sen?"

Parmak uçlarını yanaklarıma bastırıp hafifçe kıkırdadı.

"Sana sarılarak yolculuk yapmak çok güzel olacak. İyi ki kaptan burada kalması için birini görevlendirmiş."

Sözleri ufak bir kahkaha atmamı sağlarken elinden tutarak geniş oturakların yanına ilerlemesine yardımcı oldum. Ardından da kendimi oturaklara bırakıp onu da kucağıma çektim.

"Bu oturaklar çok geniş. Ayrıca çokta yumuşak. Her an uyuyabilirim."

Kafasını göğsüme yaslayıp ellerinden birisini yanağıma yasladığında elini tutup avcunun içerisinden öptüm.

"Sanırım fotoğraf makinesini fark etmedin."

Oturduğum yerin hemen yanındaki poşeti elimle işaret ettiğimde Belemir kucağımdan hızlıca doğruldu.

"Haydi fotoğraflara bakalım. Sana göstermediğim bir sürü resim var."

Heyecanı gözlerinden okunurken poşete doğru uzanıp fotoğraf makinesini elime aldım.

Bu sırada gözüme ilişen kazak bakışlarımın birkaç saniye orada takılı kalmasına neden oldu.

"Bu kazak benim değil mi?"

Yanakları hafiften pembeleşirken bakışları kucağına doğru indi.

"Dün gece giderken yanımda sana ait bir şey götürmek istemiştim."

Aynı benim de yaptığım gibi kazakla teselli bulmaya çalışmıştı yani. Ama şimdi ki konumumuza bakarsak bu tesellinin kaynağı kazak olmamıştı. Kıytırık bir kazak parçası bize yeterli gelmemişti.

"Haydi göster bakalım nereleri çektin. Tencerelerden sonra bu sefer beni ne bekliyor acaba?"

Konuyu değiştirip daha fazla utanmasına engel olmak için fotoğraf makinesini avuçları içerisine bıraktım.

"Ama bana kızmayacaksın?"

Soru sorar gibi gözlerimden bir yanıt beklediğinde yavaşça kafamı salladım. Kızacağımı düşündüğüne göre ufaklık bir şeyler karıştırmış yine.

"Bu fotoğraf çok komik."

Ekranı bana doğru çevirip kıkırdadığında yavaşça kaşlarımı çattım.

Uyuduğum bir fotoğraftı. Ama bir sıkıntı vardı. Gözlerimin üzerinde iki adet salatalık, ağzımın üzerinde kırmızı biber ve kaşlarımda da maydanoz vardı.

Belemir bunları hangi ara yapmıştı?

"Sabaha karşı susadığım için uyanmıştım. Sonra da uykum kaçmıştı ve biraz seninle eğlenmek istemiştim. Lütfen çatma kaşlarını."

Bana kedi yavrusu bakışları atmaya başladığında yavaşça kafamı salladım. Neyse ki bu fotoğrafı benden başka kimse görmeyecekti.

"Bu çok güzel değil mi?"

Zamanlayıcıyla çekilmiş bir fotoğraftı. Minderlerin üzerinde yatıyorduk ve ellerim sıkıca bedenine sarılıydı.

"Evet. İlk gösterdiğine göre daha makul bir resim."

Yüzüne yerleşen gülümsemeyle birlikte bir başka resim açtı. Yine zamanlayıcıyla çekilmişti. Bu sefer birlikte yemek yapıyorduk. Ben tencereyi karıştırırken o da tavayı karıştırıyordu.

"Bunu çok seviyorum. Çok doğal."

Kameranın ekranını kapatıp heyecanla bana doğru döndü. Muhtemelen aklına bir fikir gelmişti ve bunu söylemek için can atıyordu.

"Karaya çıktığımız zaman bu fotoğrafı çıkartıp senin evinde ki mutfağa asar mıyız?"

Ellerimle yavaşça yanaklarını kavradım. Onu öyle çok seviyordum ki.

"Asabiliriz. Ama benim evimde ki mutfağa değil. Bizim evimizde ki mutfağa. Orası senin de evin. Bu yüzden evle ilgili istediğin her şeyi değiştirebilirsin. İstediğin resimleri istediğin yerlere asabilirsin."

Sözlerimden hemen sonra gözleri mutlulukla parıldadı ve ellerini sıkıca boynuma sardı.

"İlk gösterdiğim resmi mutfağın kapısına asacağım."

Ne?

Şaka yapıyordu değil mi?

İşte şimdi bitmiştim.

Az önce söylediğim bütün kelimeleri yutmuştum.

O resmi sadece ben değil, eve gelen herkes görecekti.

Ve eminim ki Koray benimle yaklaşık bir yirmi yıl dalga geçecekti.

Ben, mahvolmuştum.

~

Uzun bir zaman sonra kulağıma gelen müzik sesiyle birlikte gözlerimi yavaşça araladım.

Arabanın ön koltuğunda kafam Rüzgara doğru dönük bir şekilde oturuyordum. Rüzgar ise tüm kusursuzluğuyla araba kullanıyordu.

Buradan da anlaşılacağı üzere denizde ki yolculuğumuz bitmiş ve kara yolculuğuna geçiş yapmıştık.

"Ben ne zamandır uyuyorum?"

Rüzgar, sesimi işittiği an bana doğru döndü ve yüzüne güzel bir tebessüm yerleştirdi.

"Çok olmadı. Uykuya dalmandan yarım saat sonra karaya ulaşmıştık."

Kafamı sallayıp kuruyan dudaklarımı ıslattım. Fazlasıyla susamıştım.

"Bu arabayı nereden buldun?"

Rüzgar sözlerimi bitirmemle eş zamanlı olarak arabayı sağa çekti. Ardından da torpidoyu açıp bir şişe su çıkardı.

"Geleceğimi bildikleri için arabayı hazırlatmışlar."

Uzattığı suyu alıp içmeye başladığımda elinin tersiyle yavaşça yanağımı okşadı.

"Acıktın değil mi? Nereye götüreyim seni?"

Su şişesinin kapağını kapatıp oturduğum yerden hafifçe doğruldum ve boştaki elimi boynuma bastırdım. Kafam Rüzgar'a doğru dönük uyuduğum için boynum tutulmuştu.

"İyi misin?"

Rüzgar, üzerimden geçen kemeri çözüp bedenimi kucağına doğru çekti. Biraz paniklemiş duruyordu. Yeşilleri fazlaca telaşlıydı.

"İyiyim ben. Sadece boynum biraz acıdı."

Dudaklarımı yanağına doğru bastırıp büyük bir öpücük bıraktım. Benim için endişelenmesini istemiyordum.

"Ailenle görüşmeyecek misin?"

Suratı ona anlamsız gelen sorumla birlikte değişik bir hal aldığında ellerimden birisini yanağına bastırdım.

"Beni eve bırakabilirsin. Bir şeyler atıştırırım. Annen ve kardeşlerin seni çok özlemiştir. Onları görmeye gitmelisin."

Nasıl olsa benim gidebilecek hiç kimsem yoktu. Onu evde bekleyebilirdim.

"Daha karaya çıkar çıkmaz seni bırakacağımı sana düşündürten nedir?"

Yüzü sinirli bir hale bürünürken bedeninin gerildiğini her halinden anlayabiliyordum.

"Ailemi görmeye gideceğim, evet. Ama bunu bugün yapmayacağım. Ayrıca bunu yaparken tek olmayacağım. Sen de benimle birlikte olacaksın."

Beni.. Beni ailesiyle mi tanıştırmak istiyordu yani? Bunu gerçekten yapmak istiyor muydu? Bu.. Bu çok özel bir düşünceydi. Üstelik beni tanıyalı henüz daha bu kadar kısacık bir vakit olmuşken bana bunu layık görmesi öyle kıymetliydi ki..

"Sence beni severler mi?"

Bakışları hafifçe yumuşadı ve baş parmağıyla yanağımı okşadı.

"Annem ve Burçak sevecektir. Koray için söz veremem. O pek insan sevmez. Beni de sevmiyor."

Sözleri derin bir kahkaha atmamı sağlarken kucağından kalkıp yerime geri döndüm.

Korayı gerçekten çok merak ediyordum artık. Onu bir an önce görmeliydim.

"Fikrimi değiştirmedim. Eve gitmek istiyorum. Yemek yaparız."

Bir an da aklıma gelen fikirle birlikte heyecanla yerimden doğrulduğumda Rüzgar yüzüne büyük bir tebessüm yerleştirip beni daha da dikkatli dinlemeye başladı.

"Sonra da film izleriz belki. Ya da eve yakın bir sahil varsa oraya gidip dondurma yeriz."

Rüzgar ilk önce hafif bir kahkaha attı. Sonrasında ise arabayı çalıştırıp sürmeye başladı.

"Neden gülüyorsun öyle? Komik bir şey mi söyledim?"

Kollarımı sinirle önümde bağladım. Sanki imkansız bir şey söylemişim gibi gülüyordu. Hödük! Ne olurdu tamam deseydi?

"Sen uyurken kazandığın üniversiteye baktım. Yarın kayıtların son günüymüş. İnternetten kayıt yaptırabiliriz. Ama ben okuyacağın yeri görmen için yarın gidelim diyorum. Ne dersin?"

Ellerinden birisiyle kucağımda duran elimi tuttu. Ardından da elimi dudaklarına götürüp küçük bir öpücük bıraktı.

"Söz veriyorum her şey çok güzel olacak."

İçim kıpır kıpır olurken yanağına kocaman bir öpücük kondurdum. Benim, her şeyden daha tatlı olan canım sevgilim. Bu hayatın karşıma çıkardığı en özel hediyem. İyi ki vardı.

"Geldik sayılır."

Bakışlarımı hızla yola çevirdim. Yolun bir tarafı deniz bir tarafı ise ormanlıktı. Ve bu iki detay tam da Rüzgar'ı ifade ediyordu.

"Ev sahile yakınsa dondurma yemeye gideriz dedim diye güldün değil mi? Haklısın hata bende. Evini denizden uzak bir yerde almanı düşünmem saçmalıktı."

Suratı alaycı bir hale büründü. Ardından da arabayı sola doğru çevirip ormana giden yola girdi.

"Hayır, ona gülmedim. Bu soğukta sana dondurma yedirebileceğimi düşünmene güldüm."

Dudaklarımı büzüp önüme doğru döndüm. Sanırım Rüzgar bana bir bebek gibi bakmaya kararlıydı.

"Arabayı durduğum an seni öpeceğim. Hazırlıklı ol."

Ahhh. Dudaklarımı büzmüştüm değil mi?

Söylediği gibi arabayı evin önüne çektiği an dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Ancak ben bir tepki veremeden öylece kalakalmıştım.

"Ne oluyor sana?"

Rüzgar sinirle geri çekildiğinde elimi kaldırıp otele uzattım.

"Bu.. Bu bir otel. Ben eve geleceğimizi zannetmiştim."

Rüzgar kafasını geriye doğru yatırıp öyle bir kahkaha attı ki sinirle omzuna vurdum.

"Gülme! Gülme dedim sana!"

Rüzgar zar zor kendisini durdurup eliyle yüzünü sıvazladı. Sakin kalabilmek için oldukça çaba sarf ediyordu.

"Haydi, in güzelim."

Elimi, suratına son kez kötü bir bakış attıktan sonra kapının kulpuna uzattım ve kızgınlıkla kapıyı açtım. Ardından da kendimi hızlıca dışarı bırakıp otele tekrardan baktım.

Evet doğru söylüyordum burası otel olmasa bile en kötü pansiyondu.

"Rüzgar bak eğer otelin içerisinde birbirimizi bulamazsak burada buluşalım tamam mı?"

Bana delirmişim gibi baktıktan sonra ellerimizi birbirine kenetleyip eve doğru adımlamaya başladı.

Ev, koca bir ormanın içerisindeydi ve karşısı tamamen denizdi. Bahçesinde ise kocaman bir havuz vardı.

Burası harika bir yerdi.


"Şehir merkezine yakın mıyız?"

Bakışları hafifçe bana değdi. Ardından da elini cebine atıp kapının anahtarlarını çıkardı.

"Sadece on beş dakika. Okuluna ise yarım saat uzaklıkta."

Bu iyi bir rakamdı. En azından yollarda fazla sürünmeyecektim.

"Al bakalım."

Düşüncelerim arasında gezinirken avuçlarım arasına bırakılan anahtara şaşkınlıkla baktım. Ardından da bakışlarımı ona doğru çıkardım.

"Evine hoş geldin. Haydi sen aç."

Arkama doğru geçip ellerini belime sardığında gözümden akan bir damla yaşı hızlıca sildim.

Evine hoş geldin.

Bana, bulunduğum yerde kendimi sığıntı gibi değil de oraya aitmişim gibi hissettirdiği için ona minnettardım.

Bende yaralar açabilecek ve kalbimi sızlatabilecek en ufak detaya bile izin vermiyordu. Her şeyi öyle kusursuzca yapıyordu ki kendimi kötü hissetmem için tek bir sebep bile bırakmıyordu ortada.

"Bu eve girebilecek ilk ve son kadın."

Saçlarıma ve hemen ardından da omzuma bıraktığı öpücükten sonra kurmuş olduğu cümle bütün bedenimde ufak bir titremeye neden oldu.

İlk ve son kadın.

Daha öncesine kadar bu eve hiç kimseyi getirmediğine mi yoksa bundan sonra bu sıfatla benden başka kimsenin gelemeyeceğine mi sevineyim bilememiştim.

Bildiğim tek bir şey vardı ki mutluydum. Deliler gibi mutluydum. Ve çıldırmamak için zor duruyordum.

"Seni seviyorum, seni çok seviyorum Rüzgar. Umarım bu kapıdan bir daha asla çıkmam."

Anahtarı deliğe yerleştirip kapıyı yavaşça araladım. Ve açar açmaz yüzüme vuran sıcak hava dalgası dışarısının ne kadar soğuk olduğunu bir kez daha hissettirdi.

"İçerisi ne kadar sıcak."

Ellerini belimden ayırmadan yürümeme yardımcı olduğunda gözlerim hayranlıkla evin içerisinde gezinmeye başlamıştı.

Oldukça geniş ve ferah bir salonu vardı. Manzarası ise oldukça şahaneydi. Sanki deniz ayaklarımızın dibindeydi.

Salonun kenarından yukarı doğru dönerek çıkan bir merdiven vardı. Hatta muhtemelen yukarıda iki kat daha vardı. Ve de bir sürü oda.

"Çok güzelmiş. Mutfak nerede?"

Rüzgar bedenimi arkaya doğru çevirdiğinde salonun diğer bir kısmında mutfağı gördüm. Orası da oldukça büyüktü. Ve adada olduğu gibi burada da mutfakla salonun aynı mekan içerisinde olmasına sevinmiştim.

"Evi temizletmelerini söylemiştim. Gördüğüm kadarıyla temiz duruyor. Ama içine sinmediyse yarın birini çağırırız tekrardan."

Mutfağa doğru adımlamaya başladığında bende peşinden ilerledim.

Sanki benden uzaklaşırsa onu kaybedecekmişim gibi hissediyordum.

"Yemek de yapmışlar." Ellerini tencerelere bastırıp sıcaklıklarını kontrol etti. "İyi durumdalar. Yiyebiliriz."

Onu kafamla onayladığımda dolabın kapaklarını açıp iki tane tabak çıkardı. Ardından da kaşıklıktan aldığı kaşıkla tabaklarımızı doldurdu.

"Sen dolaptan içecek bir şeyler çıkar. Ben de salatayı tabağa koyayım."

Söyledikleriyle birlikte buz dolabına doğru ilerleyip kapağını açtım. Ve gözüme ilişen ilk meyve suyunu elime aldım.

"İçmeni istemiyorum."

Rüzgar, elimde ki meyve suyuna baktıktan sonra bakışlarını gergince yüzüme çıkardığında hızlıca kaşlarımı çattım.

Pinti!

"Senin meyve suyuna mı kaldım ben? Yemek de yemiyorum içmiyorum da. Al başına çal hepsini."

Şişeyi ses çıkartacak şiddette tezgahın üzerine bıraktığımda Rüzgar elindeki tabakları ardından da salata kasesini derin bir nefes alıp masanın üzerine yerleştirdi.

"O meyve suyu değil kırmızı şarap."

Ne?

Yine mi rezil olmuştum yani?

Ahhhh. Böylesi durumlarla karşı karşıya kaldığım zaman yok olmak istiyordum.

Ve sanırım yok olmanın yolu birazda bu şişeden geçiyordu.

Dolap kapaklarını teker teker açıp bardakları aramaya koyuldum. Bu sırada Rüzgar ise göz ucuyla bana bakıyordu.

"Düşündüğüm şeyi yapmayacaksın değil mi?"

Düşündüğün şeyin daha da fazlasını yapacağım Rüzgar Bey. Mesela beyaz şarap varsa onu da tadacağım.

"Karışma bana."

En sonunda bardaklara ulaştığımda elime gelen ilk bardağı aldım. Ardından da şişenin yanına geri döndüm.

"Ne demek karışma bana?"

Rüzgar sinirlendiğini ses tonuna yansıttığında onu umursamadan zorlukla şişenin kapağını açtım.

"Duydun işte."

Bardağa, bana yeteceğini düşündüğüm miktar şarabı boşalttıktan sonra şişenin kapağını geri kapattım.

"Sen onu vişne suyu mu zannettin? Komaya mı gireceksin!"

Rüzgar'ın kükremesiyle eş zamanlı olarak yerimden sıçradığımda hızlıca yanıma doğru adımlamaya başladı.

"Şuraya bak bütün şişeyi içseydin."

Benden daha önce davranarak bardağı eline alıp dudaklarına yasladığında elimi uzatarak bardağı almaya çalıştım. Ancak Rüzgar o kadar güçlüydü ki bardağı almamı bırakın yanına bile yaklaşamamıştım.

"Ben içecektim onu."

Bardağın yarısını bitirdiğine emin olduktan sonra yeşillerini öfkeyle bana çevirdi.

"Karnın aç. Boş mideyle bunu içersen ne olur biliyor musun?"

Bunların hiçbiri önemli değildi. Ben o şarabı içmek istiyordum ve Rüzgar bana resmen izin vermiyordu.

"Beni sınırlandıramazsın. Ben o şarabı içmek istiyorum."

Son sözlerimle birlikte Rüzgar, derin bir nefes bırakıp ilk önce tezgahın üzerindeki şişeyi dolaba koydu. Ardından da bardağı elinden bırakmadan masaya doğru adımladı.

Şimdi, biraz daha sakinleşmiş görünüyordu.

"Tamam öncelikle yemeğini bitir. Sonra içersin."

Masaya oturup şarabı önüne bıraktığında uzun masada yanına oturmam için eliyle bir işaret yaptı.

"Seni sınırlandırmam, evet. Ama bu asiliğin hiç hoşuma gitmedi Belemir. Eğer bir şey istiyorsam bunu senin için istiyorumdur. Daha sakin kalmalısın."

Mesafeli sesi canımı sıkarken yavaşça yanına oturdum ve ellerimden birisini omzuna bastırdım.

"Özür dilerim."

Eline aldığı çatalı tabakta gelişi güzel gezdirirken birkaç derin nefes aldı. Ardından çatalı ses çıkartacak şiddette masaya bıraktı.

"Bana karışamazsın ne demek? Eğer karşılıklı olarak birbirimize fikirlerimizi söylemeyeceksek mutlu olamayız Belemir."

Haklıydı. Bakışlarım yavaşça omzundaki elime kaydı. O ise bana bakıyordu. Bunu hissedebiliyordum.

"Yapmaktan keyif aldığın şeylerde önüne çıkarak sana engel olmam. İstemediğim bir durum olursa bunu önce sana söylerim. Eğer hala bunu yapmak istiyorsan da yanında olup sana zarar gelmemesi için uğraşırım."

Ellerinden birisiyle çenemden kavrayıp gözlerine bakmamı sağladı.

"Aynısını da senden beklerim. Çünkü seni memnun etmeyecek bir şeyi yapmak istemem. Konuşuruz ve hallederiz. Kavga etmek zorunda değiliz."

Rüzgar, öylesine olgun bir insandı ki düşünüş tarzını unutmamam gerektiğini bir kez daha hatırlatmıştı bana.

Saçmalamıyordu. Her bir hareketinin arkasında güçlü bir sebebi vardı.

O, bir ilişkinin nasıl idare edilmesi gerektiğini çok iyi biliyordu. Tecrübeliydi. Ben ise yanında mızmız bir çocuk gibi söylenip duruyordum.

"İstersen gidebilirim."

Oturduğu sandalyesini hızla geri itti. Ardından güçlü kollarını belime sarıp kucağına doğru geçiş yapmamı sağladı.

"Bunu duymamış olayım. Seninle sadece uzlaşmaya çalışıyorum. Gitmeni istediğimi nereden çıkarıyorsun?"

Kafasını boynuma yaslayıp bir süre öylece kaldı. Bu esnada ben de ellerimi saçlarından geçirip yavaşça tutamlarında gezindim.

"Gitmeni istemiyorum. Ve bu konunun bir daha açılmasını da istemiyorum. Çünkü bir kere gitmene izin verdim ve hayatımın en berbat anlarını yaşadım. Bir daha bu durumla karşı karşıya kalmaya tahammül edemem."

Dudaklarını boynuma bastırırken kollarını bedenime daha sıkı sardı.

"Neden tartışıyoruz Belemir?"

Ellerinden birisini masanın üzerine uzatıp çatalı eline aldı ve tabaktaki tavuğa batırdı. Ardından da ağzıma uzatıp yememi sağladı. Daha sonrasında ise salataya batırıp tekrardan ağzıma uzattı.

Ve bir süre karnım çatlayana kadar buna devam etti.

"Doydum Rüzgar yeter lütfen."

Elindeki çatalı yavaşça tabağa bırakıp masanın üzerindeki peçeteye uzandı ve dudaklarıma bastırdı.

Daha önce de söylediğim gibi bana bir bebek gibi bakmakta kararlıydı.

"Sen hiçbir şey yemedin."

Bakışları benim tabağıma doğru kayarken elini tabağa uzatıp önüne çekti. Sonrasında ise şaraba doğru uzanıp elime verdi.

"Şimdi içebilirsin."

Çatalını tabağa batırıp ağzına götürdü. Bakışları üzerimde geziniyordu. Bir eli ise hala belimden sıkıca tutuyordu.

"İçmeyeceğim."

Ağzındakileri bitirdikten sonra peçeteyle ağzını sildi.

"Yanımdasın. Karnın da tok. İç haydi. Sinirli değilim, kızmıyorum da."

Yine de içmek istemiyordum. Rüzgarla aramızı bozacak hiçbir şey yapmak istemiyordum. Zaten çokta önemli bir şey değildi. Sonuçta şarapla yaşayan bir insan değildim. Hatta hiç içmemiştim.

"İçmeyeceğim." Şarabı masanın üzerine geri bıraktım. "Belki başka bir zaman birlikte içeriz."

Yüzüne yayılan gülümsemeyle birlikte beni kucağından kaldırıp yan taraftaki sandalyeye geri bıraktı. Ardından da buzdolabına yürüyüp bir süre içerisine baktı.

"O zaman sana küçük bir sürprizim var."

Buzdolabından çıkarıp arkasına sakladığı tabakla birlikte yanıma geri geldiğinde heyecanla arkasına bakmaya çalıştım.

"Söyle bakalım en çok neyi seviyorsun?"

Tabii ki de en çok bal seviyordum.

"Bal."

Hafif bir kahkaha atıp önüme ballı elma topları bıraktı.

"Biliyordum. Sen bunları yerken ben de yemek yiyeyim. Sonra film izleyebiliriz."

Mutlulukla kıkırdayıp tabağa gömüldüğümde Rüzgar da sandalyesine oturup yemeğini yemeye başladı. Ve bir süre sessiz bir ortam oluştu.

"Sence ben nasıl bir öğrenci olacağım?"

Daha fazla sessiz kalamayarak ortaya bir soru attığımda Rüzgar hafifçe güldü. Ardından da eliyle sandalyemi kavrayıp kendisine doğru çekti ve daha da yakınına girmemi sağladı.

"Bence başarılı bir öğrenci olacaksın. Ama mesleğini yapamayacaksın."

Çatalımı hırsla tabağıma geçirip Rüzgara doğru döndüm. O ne demekmiş? Neden mesleğimi yapamayacakmışım?

"Bakma bana öyle. Eminim morali bozuk bir insan seninle konuşmaya gelse ve dertlerini anlatmaya başlasa oturup ağlarsın. Tabii sonra karşında ki kişi de senin deli olduğunu düşünüp gider."

Dudaklarımı büzüp üzgünce önüme döndüm. Sahiden dediği gibi olmazdı değil mi? Yok canım neden ağlayayım.

Offff. Ben kesin ağlardım.

"Ama Rüzgar.."

Rüzgar, hızlıca dudaklarıma küçük bir öpücük bıraktı. Ardından da işaret parmağıyla dudaklarımı işaret etti.

"Onlara hakim ol. Bu arada sadece takılıyordum sana. Sonuçta alacağın bir eğitim var. Neden ağlayasın? Hem merak etme işsiz kalırsan ben her gün seninle konuşmaya gelirim."

Sözleriyle birlikte kahkaha attığımda sandalyesini geri itip ayağa kalktı. Yine rahatlatmıştı içimi.

"Haydi bakalım ufaklık. Film zamanı."

Ellerinden birisini belime diğerini de diz kapaklarımın altından geçirip bedenimi hızlıca kucağına aldı.

"Nereye götürüyorsun beni televizyon burada."

Rüzgar bana cevap vermeden merdivenlere yöneldiğinde kafamı omzuna yasladım. Koskoca evde başka bir televizyonda vardır muhakkak. Beni kesin oraya götürüyordu.

"Ev çok güzelmiş."

Bakışlarımı etrafta gezdirirken Rüzgar bir koridordan geçip kapısı olmayan bir odaya girdi.

"Bu.. Bu da ne böyle?"

Rüzgar bedenimi rahat ve geniş puflara bırakıp alnıma küçük bir öpücük bıraktı ve geri çekildi.

"Burası evin sinema odası. Sanırım zamanımızın çoğu burada geçecek."

Gözlerime inanamıyordum. Burası gerçekten bir oteldi. Koskocaman bir ekran vardı ve bütün duvarı kaplamıştı. Geri kalan duvarlarda ise içi film kasetleriyle dolu bir sürü raf vardı.

"Tabii bir de yatak odasında."

Rüzgar'ın sözleriyle birlikte şoktan çıkıp ona doğru baktım. Film kasetlerinin yanına doğru ilerlemişti.

"Ne tarz seversin?"

Eli, korku filmlerinin üzerinde gezinmeye başladığında hızlıca oturduğum yerden kalktım.

"Ben.. Ben asla korku filmi izlemem."

Rüzgar bana cevap vermeden korku filmlerine bakmaya devam ettiğinde sessizce arkamı dönüp gizli gizli odadan çıkmayı planladım. Ve ardından da yavaş adımlarla çıkışa doğru ilerlemeye başladım.

Ancak Rüzgar birkaç saniye içerisinde beni arkamdan yakalayıp hızlıca kendisine doğru döndürdü.

"Seni küçük canavar. Nereye?"

Ellerimi boynuna sarıp sıkıca tutunduğumda ellerini belime sarıp bedenimi hafifçe yükseltti.

"Şşş tamam. Korku filmi izlemeyeceğiz."

Alnıma bastırdığı dudaklarıyla birlikte içimdeki korku geçerken yavaşça mırıldandım.

"Kaplanların ceylanları öldürüp onları yediği belgeselleri de sevmiyorum bu yüzden onları da izlemeyelim."

Söylediklerim üzerine erkeksi bir gülüş bıraktı dudaklarından.

"Senin bu güzel kalbinle çok işimiz var."

Ellerimi boynuna daha sıkı sardım. Kokusu her zamanki gibi içime işliyordu.

"Güzel kalbimle seni hep çok seveceğim. Sen de beni sev olur mu?"

Bedenimi kendisinden birkaç santim uzaklaştırıp yüzümü avuçları içerisine aldı.

"Aksi ne mümkün?"

Yanaklarımın pembeleştiğini hissederken ilerleyip puflara tekrardan oturdum. Ona istemediğim iki türü söylemiştim. Geri kalan türlerden istediğini açabilirdi.

"Seninle biraz konuşalım mı?"

Ciddi ses tonu bedenimi gererken ellerim hızlıca elbisemin uçlarını kavradı.

"Bir sorun mu var?"

Bana doğru ağır adımlarla gelip kendisini tam yanıma bıraktı. Ardından da ellerinden birisini sırtıma sarıp kafamı göğsüne yasladı.

"Baban nasıl biriydi?"

Birden bire nereden çıkmıştı ki bu? Neden soruyordu bunu bana? Beni oraya geri göndermeyeceğini biliyordum. O zaman sorun neydi?

"Sana hiç zarar verdi mi?"

Bunu sorarken zorlukla yutkunmuş ve acı çeker gibi bir ses çıkarmıştı.

Canı yanmıştı.

Ve bu, ben de hıçkırarak ağlama isteği uyandırmıştı.

"Asla. Bana hiç vurmadı. Bu onun şaşırdığım yönlerinden birisiydi ama ne yaparsam yapayım bana hiç el kaldırmadı."

Sözlerimle birlikte derin bir nefes bırakıp dudaklarını saçlarıma bastırdı. Ben ise birkaç saniyenin ardından yeşillerimi yeşillerine çıkardım.

"Rüzgar geçmişimi konuşup seni yaralamak istemiyorum. Ben şu an çok iyiyim."

Gözleri bütün yüzümde dolandı. Ardından da ellerinden birisini hafifçe yanağıma bastırdı.

"Geçmişte açılmış bütün yaralarını sarmama izin ver. Geçmişe sünger çekebilmemiz için buna ihtiyacın var. Bu yüzden her şeyi bilmek istiyorum."

Korku filmi ve belgesel seyretmek istemememin geçmişimle alakalı olduğunu anlamıştı.. Bu yüzden de benimle konuşup bana iyi gelmeye çalışıyordu.

"Ben on dokuz yaşındayım Rüzgar. Ama bir insan kırk dokuz yaşında bile olsa babasına ihtiyaç duyar. Korktuğunda, üzüldüğünde ya da mutsuzken babasının desteğini arkasında ister. Ama ben o desteği hiçbir zaman bulamadım."

Gözümden akan yaşları bir elinin parmak uçlarıyla sildi. Diğer eliyle ise beni öylesine sıkı tutuyordu ki onun yanında olduğum müddetçe beni her şeyden koruyacağına emindim.

"Bu yüzden korkmaktan ve üzülmekten hep kaçtım. Hiçbir zaman korku filmi izlemedim. Çünkü gece kafamı yastığa koyduğumda ben uyuyana kadar beni bekleyecek kimse yoktu."

Sağ gözünden bir damla yaş usulca aktığında ellerimi sıkıca boynuna sardım.

"Lütfen ağlama Rüzgar. Eğer sen ağlarsan kendimi hiç tutamam."

Elleriyle yüzümü kavrayıp göz yaşlarımdan öptü. Ardından da tek eliyle yüzünü sildi.

"Benimle korku filmi izler misin?"

Bakışlarım gözlerinden göğsüne doğru kaydı. Hemen ardından ise tekrardan gözlerini buldu. Derin bir nefes aldım. Ve yavaşça kafamı salladım.

Ona korku filmi izlemek istemediğimi ve bunun da sebebini anlattığım halde bunu benden ikinci kez istiyorsa bir bildiği vardı.

"Bildiğim bir film var."

Yanımdan kalkıp korku filmlerine doğru ilerledi ve eline aldığı kaseti takması gereken yere taktı.

Bu sırada ben, bedenimde hafif bir titreme olsa dahi kendimi tutarak hiçbir şey söylemedim ve işini bitirip yanıma gelmesini bekledim.

"Yanındayım. Bana güven."

Yutkunarak kafamı salladım. Belki de korkularımın üzerine gitmem gerekiyordu.

"Başlatıyorum."

Birkaç derin nefes aldım ve kafamı salladım. Sevdiğim adama güveniyordum.

~

"Bir tane daha mı izlesek?"

Bir gün bu soruyu soracağımı bana söyleseler muhtemelen onlara kafayı yediklerini söylerdim. Ama sanırım kafayı ben yemiştim.

İkinci korku filmini bitirmiş olan ben, Rüzgar'a üçüncü için teklif sunuyordum.

Çünkü Rüzgar, iki film izlediğimiz süre boyunca benimle öyle güzel ilgilenmişti ki korkmama asla fırsat vermemişti. Dakikalarca saçlarımla oynamış, küçük küçük öpücükler bırakmış, hafif sıçradığım anlarda ise bedenimi öyle sıkı sarmalamıştı ki korkmak tamamen yersiz gelmişti gözüme.

"Çok uykun geldi. Yarın erken kalkacağız. Uyuyalım. Nasıl olsa film izlemek için çok zamanımız olacak."

Haklıydı. Saat on bir olmuştu.

"Gel bakalım."

Bedenim hızlıca havalandığında kıkırdayarak kollarımı boynuna sardım.

"Beni taşımanı çok sevdiğimi sana daha öncesinde söylemiş miydim?"

Yeşilleri hınzırca parıldadı.

"Söylemeseydin de bunu anlayabilirdim. Bir an da ayakların yerden kesiliyor. Senin için mükemmel olsa gerek."

Ahhh. Ben ona hödük demekten bıkmıştım. Ama o hödüklük yapmaktan asla bıkmıyordu.

"Çok konuşma da yürü. Uykum geldi."

Bana sinirli bir bakış atıp ilerlemeye başladığında keyifle ayaklarımı sallamaya başladım. Eğer bu evin bir film odası varsa yatak odasını düşünemiyordum bile.

"Priz şurada. Açar mısın?"

Rüzgar duvarda bir yeri işaret ettiğinde elimi uzatıp tam o noktaya bastım. Ve yatak odası saniyeler içerisinde gözlerimin önüne serildi.

"Eşhedü en la ilahe illallah."

Rüzgar, bedenimi yatağa bırakırken yüzüme garipçe bakmaya başladı.

"Ne oluyor?"

Yattığım yataktan yavaşça doğruldum.

"Biz ölmedik mi?"

Rüzgar yatakta yanıma oturup hızlıca yüzümü avuçları içerisine aldı.

"Belemir iyi misin korkutma beni? Filmin etkisinde mi kaldın?"

Bakışlarımı gözlerinden çekip tekrar oda da gezdirdim.

"Şeyyy. Ben odayı görünce cennete düştük sandım da. Kusura bakma."

Suratını buruşturup ayağa kalktı ve üzerindeki hırkayı ardından da tişörtü bir çırpıda çıkardı.

Ve ben, asıl cennetin neresi olduğunu bir kez daha gördüm.

"Ev çok sıcak. Sana ince bir kazak vereceğim. Elbiseni çıkaralım."

Gözlerimi zorlukla vücudundan ayırıp ayağa kalktım. Bu sırada Rüzgar arkama geçip elbisemin fermuarını indirdi.

Aynı elbiseyle bu sahneyi kaç kez yaşıyorduk acaba?

"Kazağı getir."

Rüzgar dudaklarından büyük bir kahkaha bırakıp dolaba yöneldi ve eline siyah bir kazak aldı. Ardından da yanıma gelip önüme geçti.

"Elbiseni çıkarmayarak benden saklanabileceğini mi zannediyorsun?"

Ellerini omuzlarıma götürüp elbisemin kollarını yavaşça sıyırdı.

"Kollarını yukarı kaldır."

Söylediği şeyi yaparak kollarımı yukarı kaldırdığımda elbise kayarak yere düştü. Bununla eş zamanlı olarak ise Rüzgar kazağı hızlıca üzerime geçirdi.

"Haydi yat sen. Pantolonumu çıkartıp daha rahat bir şey giyeceğim. Gelirim hemen."

Beni daha fazla utandırmak istemediği için yanımda giyinmemeyi tercih etmişti. Aslında buna hiç gerek yoktu.

"Tamam."

Yatağa doğru dönüp kendimi gelişi güzel bir şekilde bıraktığımda Rüzgar dolaba doğru yönelip eline bir eşofman aldı. Ardından da tahminimce geri kalan kıyafetlerinin olduğu bir odaya girdi.

"Bir elmanın yarısı,
Biri sensin, biri ben
İki ceylan yavrusu,
Biri sensin, biri ben"

Ellerimden birisini mikrofon gibi dudağıma götürüp ikinci kısma geçmek için yattığım yerden doğruldum.

"Gel bi' dünya kuralım,
Başka kimse olmasın.
Biri kız, biri oğlan
İki çocuk oynasın."

Cümlelerimin sonuna doğru gelirken Rüzgar odadan çıkıp yanıma geldi. Ardından da ellerinden birisini alnıma bastırdı.

"Ateşin yok. Sarhoş da değilsin. Neden böyle oldun ki sen?

Dudaklarımı üzünce sarkıttım. Bir de dalga geçiyordu benimle.

"Çok güzel söylemedim mi?"

Omzumdan ittirip yatağa geri yatmamı sağladı. Sonrasında ise kendisi de yanıma yattı.

"Öyle güzel söyledin ki ben bu sesi duymayı hak etmiyorum diyerek kulaklarımı kapattım."

Hafifçe kıkırdadım. Sesimin kötü olduğunu biliyordum zaten. Bu yüzden inkar edecek değildim.

"Sadece şaka yapıyordum. Çok güzel söyledin."

Ellerim saçlarına dolandığında yüzünü tebessümle izlemeye devam ettim.

"Çok güzelsin."

Bunu her söylediğinde kalbim yerinden çıkacakmış gibi hissediyordum.

"Utanma."

Dudaklarını yavaşça dudaklarıma değdirdi. Ama sonrasında hızlıca geri çekildi.

"Seni öpmemem gerekiyor."

Kendisini dizginlemeye çalıştığında ufak bir kahkaha attım. Evet, beni öpmemesi gerekiyordu. Benden bir hafta uzak durmalıydı.

"Işıkları kapatayım. Sonra da uyuyalım."

Yattığı yerden kalkıp prize doğru gitti ve ışıkları kapattı. Ardından da geri gelip beni hafifçe kaldırdı ve pikenin altına girmemi sağladı. Sonrasında ise kendisi de yanıma yattı.

"İyi uykular güzelim."

Ellerinden birisini saçlarıma bastırıp yavaşça okşamaya başladı.

"Sen uyumayacak mısın?"

Kafasını olumsuzca salladı. Ne oluyordu?

"Korku filmi izledin."

Evet, bunu zaten biliyorduk.

"Artık kafanı yastığa koyduğunda senin uyumanı bekleyecek birisi var. Şimdi uyu, ben buradayım."

İçimden sayısız cümle geçti, defalarca kez ağlama isteğiyle dolup taştım. Ama yaptığım tek şey ona sımsıkı sarılmak oldu. Ve bir süre öylece kalmak.

Belli bir zaman sonra kendimi tutmak zorunda olmadığımı hissettim. Onun yanında hiçbir zorunluluğum yoktu.

Bu yüzden usulca fısıldadım.

"Eğer geçmişte yaşadığım o berbat anların karşılığı olarak seni bana göndermişseler iyi ki ben o anları yaşamışım."

~

"Geri zekalı Koray sana arama demedim mi ben?"

Kulağıma gelen melodi ve hemen ardından da Rüzgar'ın sinirli sesiyle birlikte gözlerimi aralayıp yavaşça kırpıştırdım. Boğazım kurumuş ve yutkunurken zorlanıyordum.

"Güzelim, uyandırdım mı yine seni?"

Bakışlarımı hemen yanı başımda takım elbisesiyle oturan ve telefonuna sinirli bakışlar atan Rüzgar'a doğru çevirdim.

Bir dakika.. Takım elbise mi?

Rüzgar neden takım elbise giymişti? Ve Allah kahretsin ki neden bu kadar yakışıklı olmuştu?

"Neden giyindin sen?"

Telefonunu sinirle komodinin üzerine bıraktı. Ardından da ellerinden birisini yanağıma bastırdı.

"Sen uyanmadan birkaç saat önce uyanıp telefon işini hallettim. Senin ki şurada."

Diğer komodinin üzerini işaret ettiğinde yavaşça kafamı salladım. Ona borcumu sonra ödeyecektim.

"Sonra Korayla konuştum. Haliyle şaşırdı biraz. Birkaç meseleden bahsetti. Hemen şirkete gidip geleceğim. Geldiğimde üniversiteye gideriz. Sen şimdi kahvaltını yap sonra da üzerini değiştirirsin. Birazdan senin için kıyafet getirecekler."

Kafamla onu onayladığımda bedenimi yavaşça kaldırdı ve yatak başlığına yaslanmamı sağladı. Sonrasında ise telefonunun hemen yanında duran kahvaltı tepsisini kucağıma bıraktı.

"Hemen geleceğim tamam mı? Bir şey olursa telefonunda numaram kayıtlı beni ara. Bu arada kapıda iki koruma bir de şoför olacak. Haberin olsun."

Bunlara ne gerek vardı bilmiyordum. Ama yine de Rüzgar öyle istiyorsa bir şey demeyecektim.

"Neden daha önce gitmedin?"

Portakal suyundan bir yudum alarak boğazımın kuruluğunu geçirmeye çalıştım.

"Bu evdeki ilk gecen. Sabah uyandığında beni görmek istersin diye düşünmüştüm. Uyanmanı bekledim. Yoksa yanıldım mı?"

Hafif sitemli sorusu kıkırdamamı sağlarken yanağına kocaman bir öpücük bıraktım.

"Haydi git ve gel."

Yanağıma ardından da alnıma bastırdığı dudaklarından sonra yataktan kalkıp odadan çıktı.

Ben ise onun ardından tepsiye doğru yöneldim ve uzun bir süre sadece kahvaltı yaptım.

Bu sırada iki kadın gelmiş ve ellerindeki paketleri yatak odasına bırakmıştı. Muhtemelen kıyafetlerim gelmişti ve Rüzgar, yatak odasına erkek girmesini istememişti.

"Bu kadar yemek yeterli."

Kendi kendime uyarı yaptıktan sonra tepsiyi komodinin üzerine bırakıp yavaşça yataktan kalktım. Sıcak bir duş alsam iyi olacaktı. Hem yeni kıyafetlerimi giymek için de sabırsızlanıyordum.

Düşüncelerim doğrultusunda odanın içerisinde ki banyoya doğru adımladım. Burası da oldukça genişti. Normal bir evin salonu kadar büyüklükteydi ve öyle güzel bir jakuzisi vardı ki gözlerim açık kalmıştı.

Daha öncesinde Babamlarla birlikte yaşadığım ev de çok güzeldi ama asla bu kadar büyük değildi. Bu evin ancak beşte biri kadardı.

"Acaba babam ne yapıyor?"

Muhtemelen gününü gün ediyordu. Oturup da beni arayacak hali yoktu.

Ayağımı sinirle yere vurup üzerimde ki kıyafetleri bir bir çıkardım ve duş başlığının altına girdim. Tam bu sırada da gözüm dolabın rafında ki pedlere kaydı.

Rüzgar, her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmeyi ve hiçbir şeyi atlamadan yapmayı nasıl beceriyordu?

O gördüğüm en düşünceli adamdı ve kusursuz bir zihniyete sahipti.

Sanırım onunla yaşarken omuzlarımda hiçbir zaman çok büyük bir yük olmayacaktı. Çünkü o, benim yerime de düşünüyordu.

"Canım Rüzgar."

Ellerimden birisini musluğa doğru uzatıp suyu ayarladım. Ve ardından güzel bir duş aldım. Sonrasında ise işlemlerimi halledip banyodan çıktım. Saçlarımı kurutmuş ve hafif dalgalandırmıştım.

Şimdi, kıyafet seçme zamanımdı. Paketleri aralayıp kıyafetlere bir bir bakmaya başladım. Muhtemelen bunların hiçbirinden Rüzgar'ın haberi yoktu. Çünkü burada tek bir pantolon bile yoktu. Hepsi etekti.

Hınzırca sırıttım. Özlemiştim.

Elime siyah mini bir etek aldım. Üstüne ise çizgili ve kahverengi tonlar barındıran bir kazak seçtim. Ardından ise hızlıca giyinip aynanın karşısına geçtim.

Hem yaşıma hem de bedenime çok güzel uymuştu. Sanırım bunu giyecektim.

Son bir kez daha kendime baktıktan sonra paketleri karıştırmaya devam ettim. Ve kazağımdaki tonlarla uyuşacak bir çanta ile çizme bulduktan sonra keyifle sırıttım.

"Yaşasın hepsi çok güzel oldu. Bir de makyaj malzemesi bulursam bu iş tamamdır."

Söylediğim gibi ufak bir makyaj çantası da bulduktan sonra aynanın karşısına geçip gözlerimi daha da belirginleştiren sade ama havalı bir makyaj yaptım.

İşte şimdi hazırdım.

Rüzgar'ı arayıp ona nerede olduğunu sorabilirdim. Hemen gelmesini istiyordum. Çünkü beni ilk defa güzel bir kıyafetle ve makyajla görecekti.

Komodine doğru ilerleyip elime telefonumu aldım ve rehberde kayıtlı olan tek numaraya bastım.

"Güzelim, iyi misin?"

Bir sorun olursa ara demişti. Ve ben onu durduk yere panikletmiştim.

"Çok iyiyim. Sadece nerede olduğunu soracaktım."

Rahat bir nefes aldığını telefonun öbür ucundan hissettiğimde onu bir daha boş yere aramamak için kendimi uyarmıştım.

"Şirketteyim. Biraz uzun sürecek. Sorun olur mu?"

Üzgünce dudaklarımı sarkıttım. Neyse ki o bunu görmemişti.

"Ah hayır. Sen işine bak. Ben seni beklerim."

Beklemeyecektim. Ben onun yanına gidecektim. Buna kızacağını düşünmüyordum. Hem şirketi görmüş olur hem de işleri biraz daha hızlandırmış olurdum.

"Seni seviyorum."

Fısıltısı heyecanlanmamı sağlarken odadan çıktım ve giriş kapısına doğru ilerlemeye başladım.

"Ben de seni seviyorum."

Telefonu kapatıp çantamın içine attıktan sonra kapıyı yavaşça araladım. Söylediği gibi iki koruma kapıdaydı. Şoför ise arabanın içerisinde bekliyordu.

"Bir sorun mu var Belemir hanım?"

Ellerimi hızla havaya kaldırdım.

"Hiçbir sorun yok. Ben Rüzgar'ın yanına şirkete gideceğim o yüzden geldim. Ama ona bunu söylemeyin. Sürpriz yapacağım."

İki koruma da aynı anda birbirlerine baktığında hızlıca söze girdim.

"Lütfen."

Beni kafalarıyla onayladıktan sonra birisi arabanın kapısını açıp binmem için kenara çekildi. Kendimi şu an ünlü biri gibi hissediyordum.

"Belemir Hanımı şirkete götür."

Şoför aldığı komutla birlikte arabayı çalıştırdığında yüzüme hafif bir tebessüm yerleştirdim. Bu işte bu kadardı.

"Ne kadar sürer?"

Bir süre sonra heyecanıma yenilerek sorduğum soru üzerine şoför dikiz aynasından bana baktı.

"Çok az kaldı. Birazdan oradayız."

Saçlarımı ellerimle düzeltip oturduğum yerden biraz doğruldum. Bütün bedenimi ateş basmıştı.

"Rüzgar Bey'in odası kaçıncı katta?"

Bu önemli bir bilgiydi. Şirkete girip orada öylece kalmak istemiyordum.

"En üst kat. Bu arada geldik Belemir hanım."

Şoför sözlerini söylerken arabayı durdurmuştu. Ben ise donmuş bir şekilde şirkete bakıyordum. Bu.. Burası kaç katlıydı?

Şoför kapımı açtığında kendime gelerek hızlıca arabadan indim. Hava bayağı soğuktu. Bir an önce içeri girsem iyi olacaktı.

"Teşekkür ederim."

Arkamı dönüp şirkete ilerlemeye başladığımda tahminimden daha da çok gerilmiştim. Altı üstü şirkete gelmiştim. Neden bu kadar abartıyordum ki?

"Sakin ol."

Ufak fısıltımla birlikte döner kapıdan geçip şirkete girdim. Ve gözlerimi yavaşça yukarı doğru çevirdim. O kadar çok kat vardı ki yürümem imkansızdı. Bu yüzden mecburen asansöre binecektim.

Haydi Belemir, yapabilirsin.

Asansöre doğru seri adımlarla ilerlemeye başladım. Ancak bir gariplik vardı. Bu insanlar neden bana bakıyordu? Evet bazıları bakmıyordu. Ama bakanlarda vardı.

Asansörün tuşuna basıp kafamı hızla önüme eğdim. Daha fazla kimseyle göz göze gelmek istemiyordum.

Birkaç saniyenin ardından asansörün kapıları açıldığında kendimi içeri bırakıp tuşlara baktım. Ve gözlerim irice açıldı.

Yirmi sekiz kat mı? Burası kesinlikle inşaat şirketiydi.

"Rüzgar ben seni nasıl bulacağım şimdi?"

Hayal kırıklığıyla yirmi sekizinci düğmeye bastım. Çok yüksekti ve üstelik asansörde tek olmak beni iyice germişti.

Neyse ki on üçüncü kata geldiğimde kapılar yavaşça açıldı.

"Haydi ama Ece mızıkçılık yapma."

İçeri memnuniyetsizliği her halinden belli olan bir kadın ve onu eğlendirmeye çalışıyormuş gibi duran yakışıklı bir adam girdi.

"Haydi söyle bakalım Tomi'nin annesi kimdir?"

Adamın sorusuyla birlikte ufaktan kıkırdadığımda kadın bana yukarıdan bir bakış attı. Sonrasında ise adama doğru döndü.

"Saçmalamayı keser misin?"

Adam hiç oralı olmadan yirmi birinci tuşa ardından da yirmi yedinci tuşa bastı ve tekrardan kadına döndü.

"O zaman şunu söyle. Hangi sayı makyaj yapmaz?"

Hangi sayı makyaj yapmaz? Ne olabilirdi ki cevabı?

"Doğal sayı."

Kendimi tutamayarak hızlıca bağırdığımda ikisi de bana doğru döndü. Ve adam kahkaha atarak elini havaya kaldırıp çakmam için uzattı.

Yüzü birkaç saniye içerisinde değişmiş daha da detaylı bakmaya başlamıştı.

"Hele şükür bilmecelerime karşılık veren birisi."

Sonlara doğru fısıltıya dönüşen sesi beni hafiften gererken kadın sinirle bağırdı.

"Çekil şuradan iniyorum ben."

Asansör yirmi birinci katta durduğunda kadın kendisini hızla dışarı bıraktı.

"Peki şunu bilebilir misin? En çok kardeşi olan meyve nedir?"

Kardeşi olan meyve.. Yoksa?

"Üzüm mü?"

Adam tekrardan bir kahkaha attı. Ardından da bakışları yavaşça üzerimde gezindi.

"Siz hangi departmanda çalışıyorsunuz? Sizi daha önce hiç görmedim."

Ona ne cevap vereceğime karar veremezken asansör yirmi yedinci katta durdu. Fırsattan istifade elimle açılan kapıları işaret ettim.

"Sanırım geldiniz."

Yüzüme son bir bakış attıktan sonra hafifçe fısıldadı.

"Neyse, ben bulurum zaten."

Arkasını dönüp asansörden çıktığında derin bir nefes bıraktım. Ne demek ben bulurum? Allah'ım bir sapığım eksikti. O da oldu. Umarım Rüzgar'ın kulağına gitmezdi.

Asansör bir kat sonra tekrardan durduğunda kendimi hızlıca dışarı bıraktım. Daha fazla bunları düşünüp Rüzgar'a bir şey çaktırmamalıydım.

"Buyurun kime bakmıştınız?"

Hafif tatlı sesiyle bana doğru seslenen kadına dönüp yanına ilerlemeye başladım. Belki de Rüzgar'ın sekreteriydi.

"Ben Rüzgar Bey'e gelmiştim."

Kadın önünden bir kağıda baktı.

"Kendisi şu an odasında. Ama kardeşini bekliyor. Sizi içeri alacağını zannetmiyorum."

Ah demek kardeşini bekliyordu. Onunla da tanışacaktım yani.

"Siz yine de Belemir geldi der misiniz?"

Kadın yüzüne güzel bir tebessüm yerleştirip telefonu eline aldı ve bir numara tuşladı.

"Efendim Belemir Hanım diye biri geldi. Yanınıza gelmek istiyor. Gönde.."

Tam arkamdan gürültüyle açılan bir kapı sesi geldiğinde sıçrayarak arkamı döndüm.

"Siktir."

Rüzgar, odasının kapısındaydı. Bakışları yavaşça üzerimde gezinmeye başladı. Bir süre eteğimde takılı kaldı. Son olarak ise yeşillerime çıktı.

Bu tepkisi gülümsememi sağlarken yanına doğru ilerleyip ellerimi boynuna sardım. O ise belimden sıkıca kavrayıp kendisine yaslanmamı sağladı.

"Gülşah Hanım, bundan sonra Belemir geldiğinde onu direk içeri alıyorsunuz. Bir de bize içecek bir şeyler gönderin."

Sözlerinden hemen sonra benden ayrılıp ellerimizi birbirine kenetledi ve beni odasının içerisine çekti.

"Çok güzel olmuşsun, çok."

Odasının kapısını kapattığı gibi beni duvara yasladığında hafifçe kıkırdadım.

"Çok kısa bu. Çok fazla kısa. "

Eli eteğimin üzerinden bacağıma dokunduğunda birazcık sinirlenmişti.

"Paketlerde hep etek vardı. Ben ne yapayım?"

Suratını buruşturup kafasını boynuma bıraktı.

"Neyse ki parfüm sıkıp o güzel kokunu yok etmemişsin."

Boynuma birkaç küçük öpücük bıraktı. Ardından da öpücüklerini sürdürerek yanağıma çıktı.

"Ayrıca bu makyaj gözlerini daha da ortaya çıkarmış. Sen beni delirtmek mi istiyorsun?"

Dudağımı ısırıp kafamı salladığımda gözleri birkaç ton koyulaştı. Ardından ise dudaklarımı son sürat ele geçirdi. Ve uzun bir süre ıslak öpücükler bırakarak dudaklarımla ilgilendi.

"Sence buraya gelene kadar kaç kişi seni görmüştür?"

Sinirli sesi kulaklarıma ulaştığında duvarla arasından kaçıp bakışlarımı odasında gezdirdim.

"Ne kadar güzel bir oda. İnsanın çalıştıkça çalışası gelir. Hem sandalyende çok rahat duruyor."

Ellerini arkamdan belime sarıp omzuma küçük bir öpücük bıraktı.

"Haydi otur o zaman."

Arkamdan çekilerek elimi tuttu ve sandalyesinin yanına ilerlememizi sağladı. Sonrasında ise beni geriye doğru yavaşça itip oturttu.

"Hmm şimdi ben patron mu oldum?"

Kendisini çalışma masasına yaslayıp düşünürmüş gibi yaptı. Sonrasında ise baş parmağını yanağımda gezdirdi.

"Sen patron mu olmak istiyorsun? Yirmi üç nisanda tekrar gel güzelim."

Kaşlarım öfkeyle havalanırken kollarımı önümde sıkıca bağlayıp oturduğum sandalyeyi geriye çevirdim. Beni sinir etmişti. Onu bir müddet görmek istemiyordum.

"Haydi ama Belemir sadece şaka yaptım. Dön bana."

Ona, dönmeyeceğimi söyleyecektim ki tam o sıra da kapı açılma sesi kulaklarıma ilişti.

"Abi, dosyayı alıp geldim."

Ahh sanırım Koray gelmişti. Ama sandalye dönük olduğu için muhtemelen sadece sandalyenin sırtını görüyordu.

Sanırım ona dönsem iyi olacaktı. Ancak kafama bir şey takılmıştı. Bu ses bana neden tanıdık geliyordu?

"Neredesin sen kaç saattir?"

Rüzgar sinirle bağırdığında gözlerimi devirdim. Neden insanlarla sakin konuşmayı beceremiyordu?

"Çok önemli sebeplerim vardı."

Koray, alaycı bir ses bıraktı.

Ahhh. Hatırlayamıyordum ben bu sesi nerede duymuştum?

Ayrıca ben neden hala ona dönmemiştim? Yüzünü görsem hatırlardım.

"Abi dosyayı alıp direk buraya gelecektim ama asansörde bir kızla karşılaştım. Sana yemin ediyorum afet-i devran, taş bebek. Porselen gibi kız. Resmini al çerçeveye bastır sonra da tablo diye duvara as. Süt gibi kız. Bembeyaz tenli. Öyle bir gözleri vardı ki insanın içine işliyor. Aşağı da kızın çalıştığı departmanı arıyordum. Bak şahitsin abi, kızı gördüğüm ilk yerde evlenme teklifi edeceğim. Yazın düğünümüz var."

Ahhh. Çıldıracaktım. Bu adam benim sevgilime bir kadını bu kadar nasıl övebilirdi?

Sinirim tepeme zıplarken hızlıca ayağa kalktım ve sandalyeyi kenara itip süratle arkamı döndüm.

Ve karşılaştığım yüzle birlikte ufak bir çığlık attım.

"İşte bu kız."

Rüzgar, alev gibi yanan yeşilleriyle Koraya öyle bir bakış attı ki nefesim kesildi.

Ama Koray bunu ne yazık ki görmemişti. Rüzgar'ın etrafından dolanarak yanıma geldi ve bir an da önümde diz çöktü.

"Bak yüzüğüm yok. Bunun için üzgünüm ama bana başka fırsat bırakmadın."

Ellerini hızlıca ellerime uzattı.

"Benimle evlenir misin?"

-

Merhabalar. Umarım bölümü beğenmişsinizdir.

Şimdiye kadar yazmış olduğum bölümler arasında ki en uzun bölümle karşınızdayım. Tam 7000 kelimenin üstünde bir bölüm oldu.

Bol bol satır arası yorum ve çokça beğeni bekliyorum.

(Bu bölümde en çok satır arası yorum yapan üç kişiden bir sonraki bölümde bahsedeceğim. Bu da küçük bir etkinlik olsun.)

Bu arada güzel bir haberim var, bu bölüme bir sınır koymayacağım. Ama sizlerin bu kadar uzun bir bölümün hakkını vereceğinizi de biliyorum...

-

Bölüme gelirsek,

Koray Belemir'e evlenme teklifi etti. Hem de Rüzgar'ın gözleri önünde.

Bu durum hakkında ne düşünüyorsunuz?

Özellikle,

Koray hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sizce Rüzgar'ın tepkisi ne olacak?

Bir de Belemir var tabii.

Sizce Belemir'in tepkisi ne olacak?

Bütün soruların cevaplarını bekliyorum. Yanıtlarınızı tam soruların altında verirseniz çok sevinirim.

-

Bu arada beni wattpadden takip etmeyi unutmayın.

Dün gece, yeni bölümün bugün saat 12.00 da geleceğini panoma yazmıştım. Bu durum beni takip edenlere bildirim olarak gitti.

Yeni bölümün ne zaman geleceği hakkında önceden bilgi sahibi olmak istiyorsanız. Beni takip etmeniz yeterli.

-

Bir sonraki bölüme kadar hoşça kalın. Sizleri çok seviyorum!

Continue Reading

You'll Also Like

2.5M 82K 59
İtalyan bir mafya... Başka açıklamaya gerek var mı? Ters köşelere doyamayacağınız. Her an şaşırarak sürükleneceğiniz bir kitap hayal edin.. Sonra oku...
YUVA By _twclr

Teen Fiction

723K 35.6K 50
Amelya 20 yıl sonra aslında ailesinin gerçek olmadığını intikam için bebeklerin karıştırılmasına nasıl bir tepki verecek gelin hep birlikte okuyup öğ...
286K 18.7K 22
17 Yıl sonra gerçekleri öğrenen Bade, yıllardır onu arayan abilerine giderse. Azıcık dram. Bolca eğlence. Bolca aksiyon. Bir tutam da kaos. Daha...
326K 20K 42
17 yıl önce annesi tarafından ölü olarak bildirilen Neva... Yıllardır onun hasretiyle yanıp tutuşan Akay ailesi... Ama... Ortada bir sorun vardı.Neva...