POBEDA

By oliveandturtle

450K 39.7K 26K

İpek ve Atlas. İki ünlü dağcı, sıkı dost, hayata ve kadere ortak iki babanın çocukları. Sekiz yıl önce; dünya... More

Nefretin Başlangıcı
Özel Sebepler
Asla Asla Deme
Doğa Yürüyüşü
Darmadağın
Eğitilmez
Şarkı Listesi (YB Değil)
İddia
İntikam Planı
Oyun
Elma Bahçesindeki Ev
Kapı
Sorgulamalar
Düğüm
Karar
Sude'nin Gözyaşları
Domino Taşları
Utancın Külleri
Yaşattığının Bedeli
Seçilen Taraflar
Fırtınalı Bir Gece
Kendinden Vazgeçmek
Pobeda'nın Öncesi
Zirvede Bir Gece
Kaç Ya da Savaş
Elif'in Gözyaşları
Israrlı Bir Telefon
Bugün Çok Geç
Deniz Feneri
Zayıf Nokta
Bir Nikah Bir Cenaze
Yemin
Gidebilmek
Eninde Sonunda
Billie Jean
Veda
Eşik
Korkuları Aşmak
Köprü
Solstis
Pobeda I
Adalet Terazisi
Oyun Dışı
Pobeda 2 (1. kısım)
Pobeda 2 (2. Kısım)
Son Oyun

Tarafsız Bölge

7.7K 786 871
By oliveandturtle

Kimdim ben?

İpek Özgen?

Öztürk?

Dorukan?

Hiçbiriydim.

Babalar ve oğullarının kıran kırana saf tuttuğu bir savaşta ben sadece babasını kaybetmiş tek başına bir kız çocuğuydum.

Tek başına bir İpek'tim.

Etrafımı çepeçevre kuşatan bir olaylar zinciri içerisinde kalmıştım. Çaresiz olduğumu sandığım bir an vardı ki artık o bile çok geride kalmıştı. Babamın ölüm şekliyle yüzleşmiş, duyduklarıma rağmen ayakta kalmıştım. Babamın, uğruna hayatını feda ettiği insanların gözlerinin içine bakmış, yine de ayakta kalmıştım.

Gün günden uzun, gün günden karanlıktı. Bu uzun ve karanlık günün sonunda alınacak kararlar, verilecek tavizler varsa eğer kendi adıma durduğum konum belliydi, netti. Ben artık sadece kendimden sorumluydum. Sonuna geldiğimiz bu oyunda herkes saflarını sıklaştırırken, birilerinin kozu olmayı veya korunmasına sığınmayı kesinkes reddediyordum. Bu yüzdendir, tarafsız saha diye adlandırılan yer her neresiyse oraya gitmeden önce Tunç'un benimle baş başa konuşma isteğini de reddettim.

Sayısız cevapsız aramaya rağmen tek bir mesaj atmıştı sadece: "Senin için endişe ediyorum. Lütfen bana ulaş. Konuşmalıyız."

Kişiliğinin geldiği son boyut düşünülünce beni bu kadar gözetmesini herşey kadar yorucu buluyordum. Evinin mutfağında kendi canıma kıymayı denediğim günden beri aynı değildik. Bazı şeyler geri dönülemez şekilde değişmişti, bunun farkındaydım fakat aynı zamanda o gün o evde canıma kıymak istememe sebep olan olaylar zincirini onun tetiklediğinin de sonuna kadar farkındayım. Bir kez daha beynime girmesine müsade edemezdim. Ne söyleyecekse hatta gerçekten kendisini kolladığı kadar benim menfaatimi de gözetiyorsa bunu herkesin içinde ortaya koymalıydı.

"Konuşulacak bir şey yok. İlk domino taşı devrildi." yazdım. Gerisi sadece hüsran...

Atlas bana uyumamı söylediğinden beri evin içinde bir yerlerde kaybolmuştu. Salon koltuğunda, oturduğum yere kıvrılmışım ben de. Birkaç saat gözlerimi kapatmayı planlarken baygın şekilde uyuyakaldım. Atlas'ın çok uzaklardan gelen hayale karışık sesiyle derin uykumdan uyandım. Hayal gibiydi ama güzel yüzü karşımdaydı. Henüz. Saçları ıslaktı. Yeni duş almıştı. Giysilerini değiştirmişti. Tertemiz kokuyordu.

"İpek... İpek... uyan." Sesinde incitmek istemez gibi nazik ama mesafeli bir ton vardı. Bilmiyordu ki bu haliyle herşeyden çok incitiyordu. "Birazdan çıkmamız gerekiyor. Tunç buluşma yerini mesaj attı."

Dışarıdaki karanlığa bakılırsa akşam olmuştu. Uyumadan önce üzerimde olmadığından emin olduğum örtüyü kaldırarak yerimden kalktım. Yüzüme dökülen saçlarımı geriye ittim. Atlas hala karşımda dikiliyordu.

"İyi misin?" diye sordu az önceki ses tonuyla. Ani uyandığım için biraz başım dönüyordu.

"İyiyim sanırım."

"Tamam." dedikten sonra saçlarını kurutmak üzere yanımdan ayrıldı. Belli ki iyiyim'in sanırım kısmıyla ilgilenmiyordu.

Saatler öncesinde çığ düşmüş hayatımın kesin hasar tespitini tutamışken, Kenan Dorukan'a ait bir aracın içerisinde Tunç'un bizi çağırdığı yere gidiyorduk. Atlas ön koltukta babasının yanında oturuyordu. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Birazdan ikimize dair düşünmekten daha kritik konularla meşgul olacağımı biliyordum. Bu yüzden, henüz vakit varken, Atlas'la olan geçmişimizi düşünmek için kendime küçük bir fırsat tanıdım. Hep bir, olmuşluk olamamışlık kargaşası içerisinde yeşermişti ona olan sevgim. Bu yüzdendir, bir yanım ondan hep giderken, bir yanım hep kalmıştı. Bir yanım bitirirken bir yanım başlamıştı. Şimdiyse, gecenin karanlığıyla hüznün iyiden iyiye çöktüğü saatlerde, birlikte, yeni bir bilinmeyene yol aldığımız o arabanın içerisinde, geçmişin bana olduğu kadar ona da acı getirdiğini düşünüyordum. Bana gelmişti, ayak diremiştim. Sevmişti, sevmiştim, ayak diremiştim. Sonra birbirimize koşmuştuk tarifsiz bir ihtiyaçla. Hem de ne biçim bir ihtiyaçtı bu. Bütününe kavuşma sancısıyla ikimizi de kavuran, için için tüten bir yangın. Hayatım boyunca olmaktan en çok korktuğum yerde, olmaktan en çok korktuğum kişide ömre bedel bir aşkı bulmuştum. Onun içinse ömre bedel bir pişmanlık olmuştum. Bencilliğin vücut bulmuş haliydim. Gerçekte kim olduğumu bilseydi, bana yaklaşımının farklı olacağını söylerken en çok da bunu koymuştu ortaya. Çünkü onun açısından bakılınca, bencil bir kızın hedefleri doğrultusunda kullanılmış olmaktan başka bir şey kalmıyordu geriye. Bana kızmıyordu üstelik, sitem de etmiyordu. Mahcubum, diyordu, sana karşı mahcubum.

Emanete hıyanet hangi kalbin anayasasında, hangi cezai hükümle karşılık buluyordu? İnsan değişiyordu, fikirler de değişiyordu. O, annemle benim karanlık bir boşlukta kaldığımız yıllarda yetişme çağında bir gençti. Yaşananlardan ne kadar sorumlu tutulabilirdi? Peki ya ben? Onun hayatına girdiğimde yetişkindim. Hiç suçsuz muydum yaptıklarımda? Matematik kurallarında artılarla eksiler birbirini götürürdü. Şimdi biz, eskiden bir olan iki kişi, artık ayrı ayrı ikimiz, hangimiz artıydık, hangimiz eksiydik? Yolun sonunda birbirimizi sıfıra mı götürecektik?

Derin düşünceler içerisinde olan bir tek ben değildim. Atlas'ın yola sabit bakışları, düşünceli, dalgın halini gözler önüne seriyordu.

Kenan hiç beklemediğim bir anda, "Bu iş beni çok üzüyor." diye mırıldandı. Hangi işten bahsettiğini fazlaca düşünmeme gerek kalmadı. "Keşke Elif'le konuşmamın bir yolu olsaydı."

Herkesin kendince düşünülecek konuları vardı. Atlas kafasını belli belirsiz salladı. "Buna müsade edeceklerini sanmıyorum."

"Onların izin vermesine gerek yok zaten kendisi yemin etmişti bana." dedi derin bir of çekerek. "Yıllar evvel. Acınası bir hayatım olması için ah etmişti. Bir daha yüzümü görmeyeceksin ama bu anı hatırlayacaksın demişti. Hep düşünmüşümdür üzerinde... şimdi daha çok düşünüyorum."

Atlas'ın söylenecek sözü varsa da söylemedi. Kenan devam etmedi.

Tunç'un annesini oğlunun anlattıkları kadarıyla tanıyordum ve yaşadıkları beni çok üzüyordu. Onun yerinde ben de olabilirdim, herkes olabilirdi. Benimle aynı yaştayken, anasının gözü bir adamı sevip, kendisine sunulan hayallere inanmanın bedelini ağır ödemişti. Kenan bugün istediği kadar pişman olsun ya da günah çıkarsın, bencilce davranışları yüzünden genç bir kadının hayallerini elinden aldığı gerçeğini değiştiremezdi. Tunç'u hissettiği öfke konusunda haklı buluyordum ama geri kalan herşey için fazlasıyla yorgun ve karışmış durumdaydım.

Araç ana yoldan ayrılıp sağa sinyal verdi. Bir güvenlik kontrol noktasında durdu. Şehrin göbeğinde son derece popüler ve büyük bir alışveriş merkezinin kapalı otoparkına giriş yaptık. Tunç'un bizi çağırdığı adresi merak edip de sorgulamamıştım. Herhangi bir yer olabilirdi de alışveriş merkezine gelmeyi beklemiyordum.

Boş yer bulup park ettikten sonra araçtan ilk inen Kenan oldu. Bagajdan kalın kapaklı bir klasör çıkarıp oğluna verdi. Atlas rahat görünüyordu. Kolonlarla çevrili, loş otoparkta birlikte yürüdüğümüz kısa süre boyunca klasörü üstünkörü karıştırıp kapağını kapattı. Sanki içinde ne olduğunu bilir gibiydi. Kendinden emin büyük adımlar atarak yürüyordu ve bu esnada oradaki varlığımı farkında bile değilmiş gibi davranıyordu. Evden çıktığımızdan beri bu şekildeydi. Sensörlü kapılardan geçip asansörün önünde durduğumuzda ilk kez göz göze geldik. İfadeden yoksun bakışları tül perdeymişim gibi içimden geçip gitti. Bir an için bana doğru yaklaşmasını yanlış yorumladım. Kalbim içerilerde bir yerde hala var olduğunu ve hala kime sadık olduğunu kanıtlarcasına tekledi. Oysa ki Atlas, arkamda kalan asansörün çağırma tuşuna uzanmıştı sadece. Tuşa basar basmaz geri çekildi, bakışlarını yeniden önüne odakladı. Asansör açıldığında bana katiyen dokunmadı, biraz daha geri çekildi, binebilmem için yol verdi. İki yabancıdan öte değildi tavrı. Buz kesen ellerimi yumruk yapıp ovuşturarak asansöre bindim.

Alışveriş merkezinin en üst katında yer alan, sessiz sakin, pahalı bir İtalyan restoranına gelmiştik. Kenan hızlı şekilde önden ilerlediğinde Atlas'la yeniden yan yanaydık. Onun aksine ben, onun varlığını yok saymıyordum.

"Bu restoranın özelliği ne?" diye sordum. Bakışları ağır ağır bana döndü.

"Alışveriş merkezi Alkan Holding'e ait. İçindeki Korhan Alkan'a ait olmayan tek işletme bu restoran."

Tunç'un tarafsız bölge derken şakalarına bir yenisini daha eklediğini açıkça görebiliyordum. Adeta bir psikolojik savaş uzmanıydı. Çepeçevre kuşatıldığımız bir ateş çemberinin ortasına davet ettiği akrep Atlas'tı. Ateş çemberinin ortasında kalan bir akrep kendisine ne yapardı? Tunç'un elinde fazla koz olmadığı söylenmişti bana. Bu yüzden planlarını Atlas'ın üzerine yoğunlaştırdığını tahmin etmekten daha ziyade hissediyordum.

Kenan Dorukan önden yürümeyi sürdürüp, bizi karşılayan garsonun eşliğiyle yönlendirildiği masaya doğru ilerlerken, ikimiz birkaç adım geriden takip ediyorduk. Sadece Atlas'ın duyabileceği şekilde,

"Sana bir şey söylemek istiyorum. Tunç'un hedefi sensin." diye fısıldadım ansızın. Kaşları çatıldı.

"Ne?"

"Eğer Tunç'un elinde söylediğin üzere yeterince büyük bir kozu yoksa, ben de ona destek çıkmadığım için sunacağı teklif senin üzerinden olacaktır." dedim çabuk çabuk.

Bir an için neden sorusunu kenara bıraktı. Yürümeyi de bıraktı. Durdu. Tek kaşı havada,

"Sen ona destek çıkmayacak mısın?" diye sordu.

Yüreğimdeki yaraların üstüne keskin ayazlar esti. Elim ayağım buz kesti. Donuyordum gözlerinin soğukluğundan. Omuz silktim. Bu oyunda ben kendimi taraf olarak görmüyordum. Atlas'ın sandığı şekilde de düşünmüyordum.

"Ben artık tek başımayım." dedim. Bir buz kütlesi kırıldı. Derin derin baktı bir an için fakat o bakışları ben okuyamadım.

"Diyelim ki planı, gerçekten bu..." dedi tane tane, durakladı. "sence bu durumda eli zayıf olan ben mi oluyorum?"

Aksini söylemek isterdim ancak bilmiyordum.

"Hiçbir şey bilmiyorsam bile Tunç'un manipülasyon yeteneğini hafife almaman gerektiğini biliyorum." dedim. Tunç tarafından öyle güzel kullanılmıştım ki, oyun hamuru gibi şekillendirildiğimi düşünmek bile kalbimi tekrar tekrar kırıyordu. "Kendimden biliyorum." diye ekledim. Duygularımın yüzüme yansımasını istemiyordum ama ne kadar engel olabildiğim muammaydı. Bakışlarındaki yoğunluğa dayanamayarak önüme döndüm. Tam da o an Atlas,

"İpek..." dedi. Bir şey söyleyecekmiş gibiydi ama devam etmedi. İkimiz de aynı anda, seri adımlarla yaklaşan Tunç'u farkettik. Bizi,

"Çok dakiksiniz doğrusu. Hoş geldiniz." diyerek karşılayan Tunç, neredeyse ikimizi de kucaklayacakmış gibi coşkulu bir tavır içerisindeydi. Yüzünde, gözlerine asla ulaşmayan kocaman bir gülümseme vardı.

Kendisine hayalet görmüş gibi bembeyaz bir yüzle bakan Kenan'ı es geçmiş, doğruca bize gelmişti. Attığı her adımı planladığı aşikar biri olarak, bize yürümesini de Atlas'la olan minik konuşmamıza yoruyordum.

Mekanın iyi aydınlatılmış, dev saksı bitkileriyle etrafı kapatılmış, sessiz bir köşesindeki yuvarlak masaya oturmadan önce hepimize elini uzatan takım elbiseli adamla el sıkıştık.

"Avukatımız Ayhan Bey." diye açıkladı Tunç.

Adamın önünde tıpkı Kenan'ın Atlas'a verdiğine benzer dosyaların yanı sıra, bir de açık laptop duruyordu.

"Avukatların getirileceğinden bahsetmemiştin." dedi Kenan.

"Gerek var mıydı?" dedi Tunç, aptal olan sizsiniz dercesine. Kenan öfkeli bir yüzle, kafasını iki yana sallayarak masaya oturdu.

"Kısa kesmek taraftarıyım." dedi. Tunç ona, masaya konan bir sinekmişçesine bakıyordu. Cevap verme tenezzülü göstermedi. Bunun yerine keskin bakışları beni buldu.

"Sen böyle geç güzelim." diyerek beni az önce kendisinin oturduğu arkalığa asılı ceketinden belli olan sandalyenin yanındaki yere yönlendirdi. Güzelim kelimesi zihnimde balyoz etkisiyle yankılanırken, gösterdiği yere geçtiğim takdirde Atlas'la arama kendisinin oturacağını farkettim.

"Hayır, ben buraya oturacağım." diyerek doğruca onun ceketinin asılı olduğu sandalyeye yöneldim. Yüzünde kibar ama soğuk bir gülümseme belirdi. İtiraz etmedi. Bir centilmen gibi davranarak sandalyemi çekti, oturmama yardımcı oldu. Ardından boşta kalan diğer yanıma oturdu. Şimdi ben, Atlas'la ikisinin ortasında oturuyordum.

Bir oyun sahneleniyordu. Herkes payına düşeni oynuyordu. Avukat ve Kenan da oturduklarında, masada bir tane boş sandalye kalmıştı. Herkesin gördüğünü sanki kendisi görmüyormuş gibi,

"Başlamamıza engel bir durum yoksa, dediğim gibi kısa kesmek istiyorum." diyerek talebini yineledi Kenan.

Tunç aşağılayıcı bakışlarını, kendinden aşağı gördüğü birinin mertebesine indirmek istercesine, hafifçe aşağı eğdi.

"Biraz daha bekleyeceğiz." dedi. Der demez de, uzun boylu bitkilerin ardında tonton göbeğiyle Korhan Alkan görüş alanımıza girdi. Korhan Bey, eski usül beyefendileri hatırlatan pötikareli açık renk takım elbisesi, pamuk beyaz saçları ve yüzünü kaplayan bembeyaz sakallarıyla masaya geldiğinde elini sıkmak üzere ayağa ilk fırlayan avukatı oldu. Onun dışında hepimiz zoraki bir nezaket gösterdiğimizi belli eder şekilde ağırkanlı davrandık. Benim elimi sıkmak üzere uzandığında, parlak mavi gözlerindeki şaşırtıcı derecede dinç ışıltıya baktım kaldım.

"Hoşgeldin İpek'ciğim." dedi sıcak bir tavırla.

Hoş mu bulduğumdan çok emin olamayarak sadece teşekkür ettim. İyi mi kötü mü asla karar veremeyeceğiniz insanlardandı Korhan Alkan. Tunç ve avukatının arasında duran boş sandalyeye oturdu. Yüzündeki huzurlu, gülümseyen ifadesiyle birlikte, gerginlikte birbiriyle yarışır yüzlerimize tek tek göz gezdirdi. Ellerini önünde kavuşturdu.

"İçecek bir şey alır mıydınız?" diye sordu.

Bana sorarsanız bu, sorulabilecek en garip soruydu. Şahsen ben hiçbir şey içemezdim. Açlıktan midem gurulduyordu ama masadaki kurabiyelere de dokunacak halde değildim. Korhan Bey'in gelişiyle artan gerginliğim sanki midemin girişine kilit vurulmuş gibi hissettiriyordu. Ama önümde bir bardak su dursa hiç fena olmazdı.

"Kısa keselim. Buraya çay çorba içip sohbet etmeye gelmedik." dedi Kenan bu kez bakışlarını doğrudan muhatap aldığı Korhan Bey'e dikerek. Yaşlı adamın buz mavisi gözlerindeki tekinsiz parıltılar yerli yerinde duruyor, tonton tavrına tamamen tezat bir görüntü çiziyordu. Ceketinin cebinden gözlüğünü çıkardı. Telaşsız bir tavırla camlarını silip gözüne takarken,

"Sana daha fazla katılamazdım Kenan." dedi. "Yapılacak açıklamalar, kararlaştırılacak konular var. Ne kadar hızlı ilerlersek bizim için o kadar iyi. Bununla beraber, senin yerinde olsaydım hiç aceleci davranmazdım."

"Ne demek istiyorsun?" Kenan sivrileşmişti. Korhan Bey'in sözlerinin altındaki soğuk imayı ben bile sezdiğime göre onun gerilmesi gayet normaldi.

"Zamanının kıymetini bil, diyorum. Zaman kıymetli."

"Laf oyunlarıyla harcamayalım onu öyleyse." diyerek araya giren Atlas'tı. Korhan Bey göz ucuyla Atlas'a baktıktan sonra masanın başında ayakta dikilen garsona ufak bir el işareti yaptı.

"Sade bir türk kahvesi alayım ben. Yanında su yerine soda getirin. Soda ılık olsun."

"Ben de su alabilir miyim?" dedim, kendi sesimi duymaktan şaşırarak. Korhan Bey bana doğru babacan bir tavırla gülümsedi. Ardından Kenan ve Atlas'a döndü.

"Avukatımız Ayhan Bey'in sizlerle paylaşmak istediği bazı şeyler var." dedi. "Şahsen ben pek karışmıyorum bundan sonrasını kendi aranızda halledeceksiniz." Hani neredeyse çocuklar eğlenirken, kahvesini, gazetesini alıp kenara çekilmeye hazırlanan bir baba gibiydi. Garip adamdı besbelli.

Sözü avukatı devraldı.

"Müvekkillerim Korhan ve Tunç Bey'lerin talebine istinaden başlattığımız araştırmalar neticesinde Tunç Bey'in biyolojik babasının siz olduğunuzu tespit ettik Kenan Bey."

Kenan nihayet duymayı beklediği cümleyi duymuş gibi atıldı,

"Evet yani?"

Avukat alaycıydı;

"Doğruca kabul edecek misiniz?"

"Bilemiyorum. Neye dayanarak ortaya koyduğunuz bir itham bu? Kaynağınız kendisi gelip bir güne bir gün benimle yüzleşmiş mi?"

Tunç Kenan'ın suratına tükürmek ister gibi bakıyordu: "Annemin suratını rüyanda bile göremezsin sen!"

"Sakin ol evlat. Eğer ki söylediğiniz gerçekse, bu konuşarak anlaşabileceğimiz bir konu. Keşke bunca seneler içerisinde kendi kendine planlar yapıp, nefret bilenmek yerine gelip benimle konuşsaydın. Benim anlatacaklarımı dinleseydin. Her nefret sahibine döner. Benden çok sana zarar verir ki vermiş de zaten şu bakışlarından bile okuyabiliyorum bunu. Oysa ki ben, böyle olsun istemezdim."

"Gülünç olma. Sen ne istediğini yirmi dört sene önce yaptığın tercihle belirledin."

"Bilmiyordum ben. " dedi. "Bunları konuşacağım kişi sen değilsin, bu masa da bu konunun yeri hiç değil ama madem istediğin bu öyleyse anlatacağım: Yirmi dört sene önce senin annen bana hamileliğini sonlandırdığını söyledi. Sonra da yok olmayı seçti. Kayıplara karıştı. Bana herhangi bir tercih yapma şansı tanımadı."

"Yalanlar..." dedi Tunç kafasını iki yana sallayarak. "ölsen bile temizleyemeyeceksin bu günahı Kenan Dorukan ama hiç değilse bir kez, hayatında sadece bir kez doğruları söyle. Annemi sen, doktorun muayenesinden çıktığı anda terketmedin mi?"

"Çok gençtim, hatalarım oldu kabul. Annen benden de gençti. Hamileliğini sonlandırma kararının ikimiz için de en doğrusu olduğuna dair aramızda bir konuşma geçti. Evet. Kelimesi kelimesine hatırlayamıyorum bugün ama ben sorduğumda annen çoktan bebeğini aldırdığını söyledi bana."

"Ve sen de onun öylece gitmesine müsade ettin. Müsade etmedin hatta bunu canı gönülden istedin. Teşvik ettin. Çünkü, çok kısa bir süre sonra senden çocuk sahibi olacak bir başka kadınla evlenmeyi tercih ettin. Tanıyorum ben seni. Bunca yıldır yakınındaydım, unutma." Parmağını tehditkar bir şekilde namı diğer biyolojik babasına doğrulttu. "Zaaflarını, bencilliklerini, kendi menfaatlerini herşeyin üstünde tuttuğunu bilecek kadar tanıyorum seni. Beni vicdanıma oynayarak kandıramazsın. Sen de olmayan bende de yok."

Öyle bir etkisi vardı ki sözlerinin peşi sıra keskin bir sessizlik oldu. Ben nefesimi tutmuş bile olabilirdim. Ölümcül gibi gelen sessizliği delen yine Kenan oldu.

"Bilmiyordum! Gerçekten bilmiyordum. Bilseydim..."

"Ne?!" diye bağıran Tunç elini öfkeyle masaya vurduğunda yerimden sıçradım. "Ne yapardın bilseydin?!"

Korhan Bey uyarırcasına boğazını temizledi.

"Kendine gel." dedi Atlas.

Tunç burnundan solurcasına bir nefes koyverdi. Bıraksalar Kenan'ı tereddütsüz boğacak gibiydi.

"Bilseydim bir şeyler mutlaka daha farklı olurdu." diye devam etti Kenan hararetle. "Zor bir karardı, mecburdum, herkes için en iyisi olsun istedim ben. Eğer ki bilseydim, herkesin en iyisi bugünkü halinden farklı olurdu. Ama bir düşün... annen ve sen, iyi bir hayat yaşıyorsunuz. Bundan daha iyisini sunabilir miydim ben size? Bilemiyorum."

Serin bir utanç dalgası masayı yalayıp geçti. Beni boşver, Atlas ve Korhan'ın aynı masada oturduğunu kavrayamaz gibi kurduğu cümleleriyle Kenan, başkası adına utanmanın ne demek olduğunun canlı bir kanıtı gibiydi. Korhan Bey'in dudağının kenarında beliren alaycı gülümsemeye bakılırsa duymak istediğini duymuştu. Masadaki varlığıyla beni en çok inciten kişi olan Atlas ise, kendine engel olamayarak babasına şaşkınlık dolu bir bakış attı. Ağzını dahi açmadı fakat bir bakışına gizli anlamla beni yüreğimden vurdu.

"Utanmadan kurduğun şu cümleler bile senin ne kadar aşağılık bir insan olduğunun kanıtı." dedi Tunç tiksinircesine.

Haklıydı. Kenan, sözümona Tunç'u Korhan'ın yanında mahcup etmeye çalışırken kendisini küçük düşürmüş, sadece kendisini değil Atlas'ı da utandırmıştı. Hastalık beynini kemirmeye başlamıştı herhalde, çünkü eskiden de aşağılık biriydi ama eskiden hiç değilse daha aklı başında biriydi. Şimdiyse kendisini tüm zayıflığıyla Alkan ailesinin önüne sermişti. Bu noktadan sonra Tunç önüne gelen kozu değerlendirmekte tereddüt etmezdi tabi, haliyle etmedi de.

"Elbette ben, senin oğlun olmanın utancını yaşamak yerine Korhan Alkan'ın oğlu olmakla gurur duyuyorum. Annem ve ben, babama-" kafasını belli belirsiz yana eğerek Korhan'ı işaret etti. "hayatımızı borçluyuz, gayette mutlu ve huzurlu bir aileyiz. Zaten konumuz senin bize veremeyeceğin şeyler değil." dediğinde Atlas'ın sıkıp açtığı yumruğu görüş alanımdaydı. "Sen bir tercih yaptın. Şimdi ne söylersen söyle, tercihinin bedelini ödeyeceksin. Kardeşim dediğin adamın kız kardeşiydi benim annem. Sen o adamı düğününe çağırmaya bile utanmadın. Sayılı günün kaldı şu dünyada ölüp gideceksin. Sana acımıyorum bile neden acıyayım? Başına gelmiş gelecek herşeyi hakediyorsun. Köpek gibi sürünmeye layıksın ve benden yana daha azını bulmayacaksın."

"Yeter artık!" dedi Atlas daha fazlasına dayanamayarak. "Yeter senin sindirim problemlerini biz çekmek zorunda değiliz. Ne kadar öfke kusarsan kus, soğumayacak için. Mert ol biraz, geç bunları. Başka bir isteğin var senin. Onu söyle açıkça."

Tunç tekinsiz bir sinir harbi içerisinde soğuk soğuk güldü.

"Güzel. Şimdi konuşmaya başladık işte." diyerek araya girdi Korhan. Sanırım o da, bu işin gerçekten bir an önce bitmesinden yanaydı. Avukatına bir bakış atınca avukatı döküldü.

"Elimizde Kenan Bey'in şirketi adına yaptığı usülsüzlükleri içeren sayısız evrak var. Değiştirilmiş, illegal yolla düzeltilmiş belgeler. Sahte çek ve senetler." Dosyasındakilerin bir kısmını havaya kaldırmak suretiyle gösterdi. Kenan okuma gözlüklerini takarken kendi dosyasını açtı.

"İsim isim söyleyin bakalım benim açıklamayacağım ne varmış?" diye diklendi.

Avukat dalga geçercesine güldü.

"Siz seçin söyleyin Kenan Bey. Malum saymaya kalkarsak sonu gelmez."

Kenan da aynı şekilde güldü.

"O kadar emin olmayın derim. Benim yıllar içerisinde çok düşmanım oldu. Sizden daha dişlilerini gördüm ben, mahkeme salonları bana tanıdık yerler. Hepsi bir hırsla yola çıktılar, tırıs tırıs döndüler. Kimse boşa heveslenmesin ben bugüne dek hakkımda atılan bütün iftiralardan aklandım. Yine aklanırım."

Aklımdan geçenleri dile getirmeme gerek bırakmayan sözcükler Tunç'un cümleleriydi:

"Bu kez değil." dedi kendinden gayet emin şekilde. "Bu kez değil." Bana güven vermek istercesine bakışıyla gözlerimiz eşleşti. Önüme döndüm. Yan çaprazımda Atlas'ın ikimize bakarken hayal kırıklığı içeren bakışlarını gördüm. "Timur Özgen davası yeniden açılacak...bu kez yeni belgelerle."

Kenan'ın bakışları Tunç'tan ayrılıp bana değerken zorlukla yutkundu. Hissedilebilir boyuttaki endişesini arsız tavrıyla bastırmaya çalıştı.

"Aşağılık bir oyun uğruna bir araya geldiğinizi görebiliyorum. Farketmez. Gönderin gelsin. Defalarca yürüdüm o yoldan ben yine yürürüm."

"Oyun yok." dedim sesimi bularak. Doğruca Atlas'a baktım. "Tunç kendinden sorumlu. Ben kendimden sorumluyum." dedim. Kenan'a döndüm. "Sense ayrı ayrı herkese yaptıklarının hesabını vermekle sorumlusun."

Kenan'ın zehirli dilini fazla hafife almıştım.

"Tunç'un haklı olduğu bir konu var. Ben onun annesine hatalı davrandım. Ama senin yok. Senin baban kendi ipini kesti, öldü, gitti. Sonrasında yaşadıklarınız babanın kendi hatalarıydı. Bunun için özür dileyecek değilim."

Keskin bir acı ve yakıcı öfkenin bütün bedenime yayılması o kadar kısa sürmüştü ki içimden taşana inanamadım. Ne ara yerimden fırladım, ne ara masanın üstünden atlayıp Kenan'ın boğazına yapışmaya kalkıştım... zaptetmeye çalışan eller sardı bedenimi... kimin elleriydi kararan gözlerim seçemedi. Ciğerlerim yırtılırcasına haykırdım.

"Sen ÖLDÜN Kenan Dorukan! Sen sekiz yıl önce Pobeda'nın zirvesine tırmanmaya çalışırken defalarca kez ÖLDÜN! Benim babam seni kurtardı! Benim babam sen ve oğlun yaşamaya devam edebilesiniz diye canından vazgeçti! Bir ipin ucunda bağlı kaldığın yerden hayata tırmandın! HAYATTA KALDIN! Yetmedi! Batırdığın şirketin tüm borçlarını ölü bir adamın üstüne yıkarak ayağa kalktın! Sen rezil bir dolandırıcısın!  Özür dileyeceksin! Hem de acı acı dileyeceksin! Kan kusacaksın ben izleyeceğim ama sanma ki bununla bitecek! Yaptığın herşeyin hesabını vermeden bu dünyadan göçüp gidemeyeceksin! Söz veriyorum sana!" Kenan bembeyaz bir yüzle, geri geri adım atarken ona hiç dokunmamama rağmen nefes alamıyormuş gibi ellerini boğazına sardı. Eğildi. İki büklüm oldu. Öksürmeye başladı. İçi çıkarcasına acı acı öksürüyordu. Bense bu esnada uzaklaştırılmama rağmen tüm gücümle çırpınarak beni tutan ellerden sıyrıldım. Parmağımı bir ok gibi hedefine doğrulttum. "Ayağa kalk! AYAĞA KALK! Gözlerime bak! Babama ait bu gözlere iyi bak! Yıllar önce sana bu gözlerle yemin etmiştim, çok uzun sürse de bir gün bedelini ödeyeceksin demiştim! Ben unutmadım..." Çelik kadar güçlü eller beni yeniden yakaladı, restoranın tuvaletine giden koridorda uzaklaştırırken görüş alanımdan çıkmak üzere olan Kenan'ın elindeki peçeteye kan kusan görüntüsüne karşı son kez bağırdım. "Ben UNUTMADIM!"

Aldığım nefes ciğerlerime ulaşmıyor gibiydi. Tuvaletin lavabosunda yangın soluklar alıyor, ciğerlerim kora dönmüş yanarken yüzüme su çarpan ellere minnet ediyor ama kafamı kaldırıp da yüzüne bakamıyordum. Öfke hala bedenimi terketmemişti. Kesik kesik soluklarla kendime gelmeye çabaladığım bir sürenin sonunda doğruldum. Aynada gördüğüm ıslak ve kıpkırmızı yüzüme... bir de arkamda duran Tunç'a baktım. İkiye yarıldı yüreğim. Ellerimi yüzüme kapattım. Bir süre hıçkıra hıçkıra ağladım.

Beni kendisine doğru çevirdi. Sımsıkı sarıldı. Daha çok ağladım.

"Geçti." diye fısıldadı, saçlarımın arasına karıştı soluğu, "Geçti."

"Geçmiyor."

"Geçti. Çok az kaldı."

"Dayanamıyorum Tunç. Ben artık... daha fazla... kaldıramıyorum..."

"Biliyorum." dedi.

Beni kurtar, demedim.

Beni bu öfkeden, beni bu acıdan... beni bu aşktan... beni Atlas'tan kurtar. Demedim. Diyemezdim.

Boğazım çok acıyordu. Gözyaşlarım yatışmıyordu. Aklımı başıma toplayamıyordum. Ve o beni sabırla kollarının arasında tutmaya devam etti. Bir süre sonra hafifçe geri çekildi, saçlarımı yüzümden çekti.

"Ağlama." dedi fısıldarcasına. "Tüm dileklerinin gerçek olmasını sağlayacağım. Ağlama."

Ve ben ağladım. Ağladım. Ağladım. Zaman geçti. Zaman geçti. Elime aldığım avuç dolusu peçeteyle yüzümü gözümü temizledim. Korkunç bir haldeydim.

"Tamam." dedim yutkunarak. "Dönelim artık."

"Emin misin?"

"Evet. Dönelim ve bu işi bitirelim."

"İpek."

Öne düşen adımlarım elimi yakalayan eliyle durduruldu. Şaşkınlıkla geriye döndüm. Dokunuşundan ürpererek elimi çektim. Önce ayrılan ellerimize sonra gözlerine baktım. Alev alev bakışları yanlış bir şey yaptığını düşünmediğini ele veriyordu.

"Şu saatten sonra Atlas'ı kurtarmaya kalkma." dedi. Gözlerinin içine baka baka düştüğüm uçurumlarda parçalarıma ayrılıyordum. Cevapsızlığım büyüdü, büyüdü aramızdaki yoğunluğa karıştı. İçimde alaca bulaca binlerce duygu birbiriyle yarışırken hissettiğim acı hepsine galip geliyordu hala. "Bu iş bitti. Kabullen artık." dedi.

Beni harekete geçiren bir alev topu gibiydi son cümlesi.

"Benim adıma karar veremezsin." dedim. Onu beklemeden arkamı döndüm, tuvalet kapısını iterek dışarı çıktım.

İlk bakışta az önce kopan tufan sanki hiç yaşanmamış gibi oturuyorlardı masada. Fakat detaylar, yaşananların etkisini ortaya koyuyordu. Kenan'a baktım ilk olarak. Beyaz keten gömleğinin yakaları gevşetilmişti, göğüs kısmında bir damla kan vardı. Hırpalanmış görünüyordu. Eli çenesinde, ciddi bir ifadeyle önündeki dosyalara bakarken benimle göz göze gelmedi. Korhan Alkan'ın yüzünde de aynı şekilde ciddi bir ifade vardı. Doğruca bana ve oğluna bakıyordu. Soru sormadı. Sanıyorum ki arkamdan gelmekte olan Tunç'la bakışları yoluyla anlaştılar. Ben direkt Atlas'a baktım. Onun bakışları ise zaten bana kilitlenmişti.

Çok yorgun, çok uykusuz, çok bitkindi. Kızıla dönmüş ela gözlerine bakarken bir an için kalbim tekledi. Peş peşe ilerleyen bir süreçte beni yok sayan bakışlarını görmüştüm, buzul bakışlarını ve öfkeli bakışlarını da... ama bu bakışlar... birbirimize kilitlendiğimiz bu anda, hissettirdiği acıyı tarif etmesi zordu. Biz kaybetmiştik. Gözlerinde görebiliyordum artık bunu. Babasının bana savurduğu zehir saçan sözcüklerine, benim babasına savurduğum intikam vaatlerim karışmıştı. Aramıza düşmanlık girmişti. Bizim ne hissettiğimizin ya da ne istediğimizin bir öneminin olmadığı noktadaydık. Haksız olmasını dilemiştim ama o kadar haklıydı ki bunu bana zaten daha evdeyken söylemişti. Yaşaya yaşaya, yana yana öğreniyordum. Ayrı düşmüştük biz, artık karşı taraflardaydık. Ne acıdır ki bu düşüncemin beni yaraladığı kadar onu da yaraladığını bakışlarında görebiliyordum.

Tunç'un elleri bedenimi kuşatır, beni Kenan'a saldırmaktan alıkoyarken o hiçbir şey yapamamıştı. Ne bana engel olabilmiş ne de kan kusan babasına yardım edebilmişti. Sanıyorum ki az önce yaşananları ikimiz de bir ömür boyunca unutamayacaktık. Unutamayacağımız pek çok şeyle beraber... içimdeki oyuk biraz daha derinleşti. Gözlerimi gözlerinden çektim. Yeniden hücum eden yaşları büyük bir gayretle geriye iteledim. Kararlı adımlarla masaya döndüm ve onun yanındaki sandalyeme oturdum.

Tunç da yerini alır almaz;

"Finale gelelim artık." dedi Atlas hiç beklemeden. "Babam çok hasta. Sizin istediğiniz onun bu zayıf halinde çekebildiği kadar çok acı çekmesi, mahkeme, göz altı, hapis... becerebildiğiniz ölçüde buna zorlamanın peşindesiniz. Siz bu işi sürüncemeye götürerek tatmin olacaksınız. Üç aydan az ömrü kaldığını bile bile, doktor raporunu dahi elinizde tutarken yapıyorsunuz bunu. Kim alim kim zalim tartışmayalım artık bu noktadan sonra."

"Peki Atlas, önerin nedir?" dedi Tunç. Bana öyle geliyordu ki bitirici vuruşu yapmaya hazırlanıyordu ve bunun için çabalamış bile değildi. Korktuğum gerçek oluyordu. Atlas -üstelik onu benim bile uyarmış olmama rağmen- kendi isteğiyle kendi ipini çekmeye hazırlanıyordu.

"Babama itham ettiğiniz suçları üstlenmek karşılığında onu rahat bırakmanızı istiyorum."

"Hayır!" diye bağırarak elini masaya vurdu Kenan. "Bu asla olmayacak!"

"Baba, daha fazla uzatmayalım. Bu iş bitsin."

"Hayır Atlas. Ben bunca zaman ne için çabaladım? Neler konuştuk biz seninle? Olmaz. Hayır."

"Bir anlamı yok. Bırak aklanacaksam ben aklanayım, suçlanacaksam da..." Umrunda değil gibiydi. "Süreç benimle ilerlesin. Sen kaldıramazsın."

Keşke, keşke, keşke ahlaksız babasını korumak yerine kendi geleceğini seçebilseydi. Keşke şu masadan babasının oğlu olmayı reddederek kalkıp gidebilseydi. Hayat dediğin tercihlerden ibaret bir yoldu, ben kendime bile karşı gelerek sayısız kez onu sevmeyi seçmişken o gözlerimin önünde babasını seçiyordu. Her bir cümlesinde sadece beni değil kendini de harcıyordu.

Ve ben buna rağmen ona kıyamıyordum. Çünkü içinde yaşattığı vicdan azabından belki de sadece bu şekilde kurtulabileceğini düşündüğünü, şu kararına bakarak okuyabiliyordum.

Diğer kimse müdahale etmezken Atlas kararlılığını açıkça ortaya koymuştu.

"Bu teklifi seve seve kabul ederim, eğer bir şeyi daha üstlenmeyi kabul edersen." dedi Tunç.

Atlas'ın kaşı sorguyla havalandı.

"Neymiş o?"

"Kaya Korkut'un ölümünü üstleneceksin."

"Ne?!" Sanırım bunu soran bendim ama Kenan da olabilirdi hatta Atlas bile olabilirdi.

"Kaya abinin öldüğü gün Atlas benim yanımdaydı!" dedim kendimi tutamayarak. "Ve sen de oradaydın!"

Tunç umursamaz bir edayla bakıyordu yüzüme.

"Atlas yaptı demedim. Atlas üstlenecek dedim."

"İşlemediği bir cinayeti üstlenmesini nasıl istersin? Aklını mı kaybettin sen?"

"İpek." dedi beni uyarırcasına. "Kendine gel."

"Sen kendine gel! Kaya abinin ölümü cinayet bile değildi. Kalp krizi geçirdiği için ölmedi mi?"

Tunç yüzüp yüzüp kuyruğuna geldiği bir anda benim engelime takılmanın etkisiyle birdenbire aşırı öfkelendi.

"İpek kes sesini sen karışma!" diye bağırdı suratıma. Şoktan kıpırtısız kaldım bir an. Aynı anda ense tüylerimi ürperten buz gibi bir ses duydum.

"İpek'e bir daha bağırırsan yüzünün şeklini değiştiririm senin. Bir kez yaptım. Yine yaparım."

Sanırım hala aynı şekilde kıpırtısızdım. O kadar beklemiyordum ki kaskatı kesilmiştim. Hala yüzüne bakar halde olduğum Tunç'un gözleri iri iri açıldı. Ondan önce harekete geçmezsem neler olacağını tahmin etmek güç değildi. Çözülmek için saniyeden az vaktim olduğunu idrak ederek ellerimi iki yana açtım.

"Sakin." dedim orta yere doğru. "Burada konu ben değilim."

"Hayır konu gayette sensin." diye söylendi Atlas. "Sen benim yerime konuşmayı kesmezsen, biz konuşmaya devam edemeyeceğiz."

Acı bir yutkunma yarattı sadece.

İkisine de bakmadım, kafamı aşağı yukarı salladım. Önümdeki su bardağına uzandım. Bu lafın üzerine bir bardak soğuk su içseydim bari.

"Evet, nerede kalmıştık?" diye sordu Atlas Tunç'a.

"Öncelikle İpek'in babasına ait maddi haklarını geri istiyoruz. Bunların ne olduğunu biliyorsun zaten ama yazılı olarak da verebilirim sana, küsüratına kadar elimde hepsinin bilgisi mevcut. İkinci olarak sen, Kaya Korkut'un ölüm sebebinin zehirlenme yoluyla kalp krizi olduğunu kabul eden bir itirafı imzalayarak babanı diğer bütün suçlarından arındırabilirsin. Onun da belgesi hazır." diyerek avukatından aldığı kağıdı Atlas'ın önüne sürdü. O kadar hazırlıklı gelmişti ki, şeytani zekasına lanet ettim. Sanki çok basit bir şeyden bahsedermiş gibi "Bir imzana bakar." diyerek kalemi de Atlas'ın önüne uzattı.

Atlas kağıtta yazanlara baktı. Yanı başımda olduğu için ben de okuyabiliyordum. Atlas'ın ağzından yazılmış kusursuz bir itiraf tutanağıydı. Gözlerim imzalamaması için Atlas'a adeta yalvarıyorlardı.

Kenan az da olsa yürekli çıktı.

"Hayır!" dedi öfkeyle. Kağıdı Atlas'ın önünden hızla çekip aldı. Buruşturarak fırlattı. "Bu çöpü imzalamayacaksın." Alev saçan bakışlarını Tunç'a yönlendirdi.

"Kaya Korkut eceliyle öldü. Bunu siz de biliyorsunuz, biz de biliyoruz. Diğer teklifinizi duyalım."

"Pekala. Atlas'ın da tahmin ettiği üzere elimizdekileri mahkemeye sunacağız. Bütün suçlarından kendin yargılanacaksın. Ölmez sağ kalırsan kendi cezanı çekersin. Olur ya ölürsen," Ellerini Allah bilir dercesine havaya doğru açtı. "tahakküm edilen borçların mirasçılarına geçer."

Sarmal döngü ne yöne kıvrılırsa kıvrılsın hep aynı yere çıkıyordu. Tunç bir evlat olarak tercih edilmemenin acısını, Kenan'ın tercih ettiği oğlundan çıkararak onu zayıf karnından vuruyordu.

"Bunu biraz düşünelim." dedi Atlas. Belli ki bir çıkış yolu arıyordu. Bense hala yürüyüp gitme şansı varken babası için çabalamasına katlanamıyordum. Kenan'ın yargılanmasında hiçbir sakınca yoktu. Ölür giderse de Atlas reddi miras yaparak bu işin içinden sıyrılabilirdi.

"Neden vazgeçmiyorsun?" diye feryat ettim. "Sen bu adamın işlediği hiçbir suçu üstlenmek zorunda değilsin. Neden ne hali varsa görsün diyemiyorsun? Daha neyi düşünüyorsun?"

"İpek." dedi, daha çok anlamıyorsun dercesine. Anlamıyordum. Anlıyordum ama anlamak istemiyordum. İçimdeki isyan beni aşmıştı artık.

"Sakin ol bakalım küçük hanım. Asıl senin bize açıklaman gerekenler var hala. Hazır herkes buradayken şu boşanma işini bir netleştirelim." dedi Kenan. Bir kez daha üzerine atlamam şu kadarcık, parmak ucu kadar bir dürtüye bakıyordu.

"Sen hiç konuşma." dedim.

Atlas gözlerimin içine bakıyordu.

"En yakın tarihe randevu alınmasıyla bizzat ben ilgileneceğim." dedi Tunç.

Atlas hala gözlerimin içine bakıyordu.

"Rahmetli Timur Bey'in haklarıyla ilgili isteklerimizi zaten konuştuk. İpek Hanım'ın başka bir isteği varsa, boşanma dilekçesine ekleyebilirim." dedi Ayhan Bey.

Atlas'la birbirimizin gözlerinin içinde soluk alıp veriyorduk.

"Ben boşanmak istemiyorum." dedim.

"Ben de istemiyorum." dedi Atlas.

Kalbim, yerinden çıkarcasına çarparken, sırtımdan aşağı boylu boyunca bir ürperti geçti. Doğru duymuştum değil mi? Düşünecek ne çok, ne çok şey vardı. Oysa ben hiçbir şey düşünemiyordum an itibariyle. Beynim uyuşmuştu fakat yüreğim kısım kısım ısınıyordu. Hayal miydi, gerçek miydi emin olmadığım bir anın içindeydim. Hala gözlerinin en içindeydim. Belki de hala bir umut vardı. Kendime gelmeye çalışırcasına derin bir nefes aldım. Tam olarak ne söyleyeceğimi bilemeyerek dudaklarımı araladım.

"O iş öyle olmuyor." diyen Kenan'ın sesi düşüncelerimin içine bir kara bulut misali sızdı. "Bu evlilik en başından beri geçersiz. Senin soyadın Özgen. Oysa oğlumla Öztürk soyadını kullanarak evlenmişsin. Birileri beni evrakta sahtecilikle itham ediyor ama hiç kimse burnunun dibindeki dolandırıcıyı görmüyor. Ben de bunu mahkemeye sunmayacak mıyım?"

"Sunmayacaksın baba." dedi Atlas. Kısa ve net.

Çoktan yitirdiğimi sandığım bir mutluluk yanı başımda kalbimi yerinden eden bir bakışla bana bakıyordu.

Beni seviyordu.

Ben nasıl onu sevmeye karşı koyamamışsam o da beni sevmeye karşı koyamıyordu.

Öyleyse bir yolunu bulacaktık. Bulmak zorundaydık.

Sonra Tunç sakin, çok sakin hatta neredeyse ölümcül derecede sakin bir tonla sözü devraldı.

"Burada artık bazı şeyleri netleştirmemiz gerekiyor. Duyacaklarınız biraz canınızı sıkabilir. İpek, Atlas'la evlenmeden bir hafta önce Nüfus İdaresi'ne başvurarak soyadını yasal yollarla değiştirdi. Yani sen istediğin mahkemeye git. Buradan sana iş çıkmayacak Kenan Dorukan. Yani sen bana ve benim olana dokunamazsın. Bunu artık anlamış olman gerekirdi. Yani biz sizden canımız ne isterse onu alacak konumdayız. İpek de size bunu söylemeye çalışıyor. Baba oğul hala anlayamadınız mı?"

"Ne demek benim olana?" diye soran Atlas'ın bakışları kararmıştı.

"Ne diyorsun Tunç sen?" diye soran bendim.

"Üzgünüm güzelim." dedi Tunç, gözleri gözlerimde, telefonunu masanın üstüne çıkardı. Oysa hiç üzgün görünmüyordu. "Atlas'ın haline bir bak. Onunla daha fazla oynamana gönlüm razı gelmiyor."

Daha ben ağzımı açamadan, daha kimse ağzını açamadan, Tunç telefonunu açtı ve bir ses kaydını çalıştıran tuşa bastı. Birdenbire Kaya abinin geçmişten gelen sesi hepimizin yerine sessizliği doldurdu.

"Ben de biraz annenin tarafındayım İpek. Ne kadar büyüsen de çok sevdiğim iki insanın kızısın. Hem sadece annen değil Timur abi de istemezdi senin bu işlere bulaşmanı."

"Bulaştım artık Kaya abi. O pisliğin oğluyla tanıştım. Benim kim olduğumu bilmiyor. Öğrendiğindeyse istediğim herşeyi almış olacağım ondan."

"Atlas'la mı tanıştın?"

"Evet." (Birkaç saniyelik bir duraklama.)

"Bilemiyorum İpek. Atlas farklı bir durum. Onu konunun dışında tutmak gerekebilir."

"Ne demek farklı bir durum? Kaya abi, elinden geleni yapacağını söyledin. Ben de sana geldim çünkü senden başka yardım alabileceğim kimse yok. Atlas veya annesi için endişe etme. Onlar gayet iyi durumdalar. Annesi bütün cemiyet etkinliklerine en önde koşuyor. Oğluysa benim okuduğum özel okulda altıncı senesini okuyor. Altıncı sene. Ben tek bir dönemin ücretini ödeyemezken... Burslu okumama rağmen masraflarımı karşılayabilmek için iki ayrı işte çalışırken. Aradaki farkı anlıyor musun? Annem gözyaşları içinde Sude teyzeyi ararken o telefonlar açılmadı Kaya abi. Kocası anneme ağzına geleni sayarken Atlas'da annesi de yanındaydılar. Neden kimse engel olmadı? Biz çok zorluklar çektik. Maddi hiçbir şey beklemezken önümüze maddi beklentiler sunuldu. Sanki tek istediğimiz paraymış gibi. Annem haksız yere küçük düşürüldü. Buna rağmen adaleti adaletli bir yöntemle aramayı seçti. Ben artık bunun için geç kalındığını düşünüyorum. Bize ithaf edilen paragözlükse eğer öyle olsun diyorum, öyleyse bu parayı verecekler. Adaleti aramak için elimi kirletmeye karşı değilim. Bana yardım edecek misin?"

"Edeceğim İpek. Ama önce bana planınını tüm detaylarıyla anlatman lazım. Böyle bir işe girişen herkes hasar alır. En az hasarı senin alacağını garantilemek zorundayım."

"Kenan Dorukan'ın üzerinde oynama yaptığı belgelerin orijinaline ihtiyacım var."

"Ulaşılmaz değil ama oldukça riskli. O kısım bende."

"Ola ki elde ettik. Belgeleri savcılığa verdiğimizde yeniden soruşturma açılır değil mi? Dorukan'ı göz altına alırlar."

"Tutuklu yargılanacak İpek ve sonra da tutuklanacak. Yüzde yüz."

"Eskiden babamın ortaklık payı neyse onu geri istiyorum."

"Kulübün yarısı. Bunu anlaşmayla elde edebilirsin. Herşey belgeleri ele geçirmemize bağlı. Hapse girmemek için kabul edecektir. Belgelere karşılık babanın payı."

"İşin maddi yönü bu şekilde. Bir de manevi yönü var."

"Babanın yok edilen adından bahsediyorsun."

"Kesinlikle. Biraz zaman alacak. Ama ölümünün asıl gerçekleşme biçimini öğreneceğim. Sonra da herkesin öğrenmesini sağlayacağım. Büyük bir etkinlik planlıyorum. Atlas benimle Pobeda'ya tırmanmayı kabul etti. Sponsorları var. Beni bu hedefi gerçekleştiren ilk türk kadın dağcı olarak duyuracaklar. Medya haber yapacak. Ben de çıkan gürültüden faydalanarak gerçeği açıklayacağım. Belki Kenan Dorukan şerefsiz bir dolandırıcı olmaktan daha fazlasıdır, belki de bir katildir. Layık olduğu şekilde cezalandırılmayı hakediyor. Hem parasını hem itibarını yitirerek çürüyüp gitmesini istiyorum."

"Uzun ve detaylı bir plan. Herşeyin yolunda gitmesi birden çok değişkene bağlı. Bana belgeleri elde etmek için biraz süre lazım."

"Atlas'la Pobeda'ya temmuzda gideceğiz. Bu kadar süre sana yeter mi?"

"Yeter. Ama sen de kendini ateşin içine atıyorsun."

"Kaya abi kendimi ateşin içine atmıyorum. Ateşi kendi ellerimle yakıp tüm ailenin yanışını seyretmek istiyorum."

"Atlas ve annesi konusunda emin misin peki? Onlar da sen ve annen gibi bu olayın dışında olabilirler. Atlas özellikle iyi bir çocuk, iyi bir sporcu. Başardığı herşey için büyük emek harcadı. İkinizin de çocukluğunu bilirim. Onu bu işe katmasak mı?"

"Kaya abi. Anlamadıysan diye tekrarlıyorum. Bu insanlar bizim aile dostumuzdu. Annesi annemin yakın arkadaşıydı. Kocası her ne söylediyse annemle görüşmeyi birdenbire kesti. Biz zorluklar içerisindeyken ve tek sebebi kocasıyken o, yaşadığı günlük güneşlik hayatı sürdürdü. Bu adam telefonlarını mı aldı elinden? Karısını eve mi kapattı? Neler oluyor Melek sen anlat, bir de senden dinleyeyim demek çok mu zordu?"

"Haklısın."

"Atlas'a gelince..."  (Birkaç saniyelik duraklama.) "Atlas, babamın öldüğü gün, olanlara şahit olan iki kişiden biri. Kenan Dorukan hepimize çığ düştü diye açıkladı. Biliyoruz ki çığ düşmemiş. Atlas gerçeğin ne olduğunu biliyor. Yine de sustu. Bunca sene, bildiği halde sustu. Bu onu masum mu yapar?"

Tunç kaydı kapattı.

Soru havada asılı kaldı.

Hayallerim, umutlarım, geçmişim ve geleceğim bir bütün halinde asılı kaldı.

Ağzımı açamadım, sözcükler dilimin ucuna yığılıp birer birer intihar ettiler.

Sözcükler asılı kaldı.

Başka bir şey kalmadı geride sadece sessizlik kaldı.


Bölüm Şarkısı: Hande Mehan - Sen Beni Güzel Hatırla


Continue Reading

You'll Also Like

28.6K 2K 25
"Saatler ve haftalar işlemez aşkın gövdesine, hatta taşırlar onu kıyametin eşiğine" demişti Shakespeare. Zamanı ve mekanı aşabilecek kadar kuvvetli o...
SARKAÇ By Maral Atmaca

General Fiction

1.8M 104K 7
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...
4.1M 61.4K 30
Bukalemun Serisi 2.Kitabı... **** Yaman ona sonsuzluğu vaat ediyordu.... Gözlerinde öyle bir anlam vardı ki; yeryüzündeki hiç bir kelime bunu açıkl...
470K 39.4K 63
Başlangıç : 07.10.2019 Final : 20.11.2020 Bugüne kadar okuduğunuz tüm hikayeleri unutun. Şayet kötü erkek ile saf, ezilen, her şeye eyvallah kadının...