Rescuer

By Boipoi

50.8K 6K 3.9K

İzin verirseniz size neden 1980 yılında ve neden Londra'da olduğumu açıklayayım. More

Tanıtım
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm (M)
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm (M)
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm (M)
26. Bölüm
27. Bölüm (Final)

18. Bölüm

1.1K 192 234
By Boipoi

Zemin altımda hareket ediyor, bedenim şiddetle sarsılıyordu.

Kalbim çok hızlı atıyordu. Neden kaynaklandığını anlamadığım bir gürültü kulaklarımı öylesine rahatsız ediyordu ki başka hiçbir şeye odaklanamıyordum. Başımdaki ağrıya rağmen gözlerimi aralamayı denedim. Parlak floresanların gözlerime direkt temas etmesiyle gözlerimi yeniden yumdum.

İkinci denemem diğerine göre biraz daha başarılı olmuştu. Acıyan gözlerimi, iki saniye kadar açık tutabilmiştim bu sefer. En azından betondan bir koridorda olduğumuzu ve hareket halinde olduğumu anlayabilmiştim. Kıpırdamayı denedim. Ama sadece denedim. Başıma keskin bir acı saplandı ve kendime bile yabancı gelen bir sesle sızlandım.

"Lütfen benimle kal." Endişe ve korku. Duyduğum ses için bu iki tanımı kullanabilirdim. Yabancı bir sesti. Ama bir şekilde tanıdık olduğunu düşündüm. Gözlerimi bir kez daha zorladım en azından sesin sahibini görebilmek istiyordum. Bu sefer fazladan birkaç şey daha görebilmiştim. Sedyedeydim ve vücuduma serum bağlıydı. Kulaklarımı rahatsız eden şey tekerleklerin boş koridorda çıkardığı yankıydı ve sesin sahibi kişi beyaz önlüğü ile adeta koşar adımlarla beni ürkütücü koridorda bir yerlere götürüyordu.

Bana ne olmuştu böyle? Hiçbir şey hatırlamıyordum. Hayır, bir şeyler hatırlıyordum ama beynim bunları getirmek istemiyordu. Düşündüm, düşündüm ve düşünmek kafamda korkunç sancılara neden oldu. Beynimin içinde büyük bir arı kovanı varmış gibiydi. Düşünmeye çalıştıkça sesler yükseliyor, ağrım artıyordu. Acıya dayanamadığım bir andan sonra yabani bir sesle bağırdığımı işittim. Oysaki bağırdığımın farkında bile değildim.

"İyi olacaksın. Güvendesin." Bu sözlerin ne anlama geldiğini kavrayamadım. Hiçbir şeyi kavrayamadan bilincim tamamen gitti ve karanlıkla buluştum.

Bu kez beni kendime getiren şey ne gürültüydü ne de sarsıntı. Kulağıma dolan kuş sesi ve göz kapaklarımı açılması için zorlayan gün ışığı beni hayata dönmüştü. Aydınlık biraz rahatsızlık verse de bu defa gözlerimi açmak daha acısız olmuştu. Bu sefer bir odadaydım. Görüşüm hala bulanıktı ve detaylara dikkat edemiyordum ama bir evde olduğumdan emindim.

Yattığım yerin biraz ilerisindeki kafes dikkatimi çekmişti. Demir kafesin içinde hareket ederek öten kuşu seçebilmek için gözlerimi kıstım. Pek ihtimal veremesem de serçeye benzettim. Gözlerimi biraz daha kıstım ve bu sefer emin oldum. Gerçekten bir serçeydi. Onun burada ne işi olduğunu düşündüm ilk. Buraya ait değildi. Buraya nasıl gelmişti?

Sonrasında duraksadım.

Peki benim burada ne işim vardı? Asıl ben buraya nasıl gelmiştim?

Aptal bir serçeyi görene kadar kendime bu soruyu sormak aklıma bile gelmemişti. Ben neden buradaydım? Neler olduğunu hatırlamaya çalıştım. Pek çok bulanıktı. Yaşadığım şeyler aklımda canlanıyordu ama canlanan bu şeyler aslında yaşanmamış kadar da bulanıktı. Bir cevap bulabilme amacıyla yerimden doğruldum. Bu kez başarılı oldum. Başım hafif dönse de ağrılarım yoktu. Çok tuhaftı. Ağrım yoksa neden az önce sedyedeydim?

Peki, bu süre gerçekten az önce miydi? Koridorda gözlerimi açtığımdan beri ne kadar süre geçmişti?

Serum hala başımda duruyordu ama bana bağlı değildi. Ağır bir şekilde üzerimdeki ince örtüyü atarak ayaklarımı yerle buluşturdum. Odanın duvarları gözlerimin önünde kaydı. Beynimin bana oynadığı oyundan kendimi kurtarmak için şifonyerden destek aldım gözlerimin kararması durana kadar. Odanın kapısına kadar duvardan yardım alarak ilerledim. Odanın çıkışında beni geniş bir salon karşıladı. Ne çok toplu, ne de insanı rahatsız edecek kadar dağınıktı. Gözüme çarpan tek şey belirgin kahverengiydi. Eski tip odundan yapılma mobilyalar...

Güneş salonu, gerimde gölgemi bırakacağım kadar aydınlatıyordu, sıcaktı. Oysa en son hatırladığım şey soğuktu.

Yabancı bir yerde dönen başımla ve olmayan bilincimle ilerlemeye devam ederken en ufak bir korku hissetmemem tuhaftı. Baştan aşağı bana yabancı olan bu yer, bir o kadar da yabancı gelmiyordu. Salonda biraz daha ilerledikçe etrafa yayılan yemek kokusunun yeni farkına vardım. Kap kacak sesleri net bir şekilde bana ulaştı.

Benim bile farkında olmadığım bir refleksle yanından geçmekte olduğum kitaplıktan gümüş ödül kupasını kavradım. Bana tanıdık gelen bu yabancılıkta, savunma mekanizmamın çalışıyor olması iyiye işaretti.

Mutfağın aralık kapısından içeriyi gözetledim. Arkası bana dönük bir şekilde yemek yapan adamdan başka bir şey göremiyordum. Yemek yapan birinin ne kadar tehlikeli olabileceğini düşünsem de tezgahın üzerinde duran birkaç bıçağı görmemle kupayı daha sıkı kavradım. Bir bıçakla insanların neler yapabileceğini çok iyi biliyordum.

Keşke bir bıçağım olsaydı.

Kapıyı sessizce aralayıp onu hazırlıksız yakalamayı planlasam da tahtadan kapı gıcırdayarak geldiğimi ev sahibine duyurdu. Hızla yüzünü bana dönen bedenle kendimi savunmak için aldığım kupa yere düştü. Başıma o korkunç ağrı yeniden saplandı ve ellerim bilinçsizce şakaklarıma gitti. Şok içinde karşımdaki kişiye baktım.

"Tanrıya şükür, uyandın!" Bana geldiğini hissettiğim anda geriye çekildim. Arkamda bir şeylere çarptım. Ne yaptığımı bilmiyordum. Kalbim gümbürdüyordu. Nefesim çoktan ciğerlerimi terk etmişti. Bir hayalete bakıyor gibiydim, aynı zamanda hayatımda gördüğüm en canlı kişiye.

Az önce aklıma gelmeyen, kafamda canlanmayan olaylar bir anda hızla gözlerimin önünde belirdi. Londra sokakları, çoğunlukla kapalı olan gökyüzü, otel odası, her zaman tost ve kahve kokan otel lobisi...

Ve Byun Baekhyun.

Karşımda kanlı canlı duruyordu fakat bir hayal gibiydi. Güzel başlayan ama korkunç biten bir rüya gibi...

Yüreğim göğüs kafesimi zorluyordu. Onu gördüğüm o ilk an belirdi gözlerimin önünde. Sonra diğer anlar canlandı yavaş yavaş. Ilık bir günde hamakta uyurken gördüğüm o masum ve güzel hali içimi sıcacık etti yine. Tatlı laflarıyla aklımı çeldiği, koynuma sokulduğu anlar. Benim olduğu o gece...

Gerçekten de buradaydı. Ona doğru bir adım attım sonra durdum tekrardan. Bir şey hareket etmeme engel oldu. Durdum ve anılarımın devamı geldi.

Byun Baekhyun...

Kalbimin var olduğunu bana hissettiren ve sonrasında onu sonsuza dek durduran o güzel adam...

Onun için her şeyi yapabilirdim. Onun için kendimi öldürürdüm, onun için bütün Londra'yı öldürebilirdim. Onun için Tanrıya ulaşırdım. Onu öylesine sevmiştim ki...

Beni vurmuştu. Beni orada öylece vurmuş, kendince iğrenç bir intikam almıştı. Onu daha fazla sevemem dediğim bir anda beni sevmediğini, benimle oyun oynadığını söylemiş ve öldürmüştü. Ben artık ölü bir adamdım. Her şeyden ötesi ben ihanete uğramış ölü bir adamdım.

"İyi misin?" Sorduğu soru karşısında kendime geldim. Sesini duymak içimde bir şeyleri tetikledi. En son onun sesini duyduğumda kanlar içindeydim. O güzel sesini son duyuşumda bana benimle oynadığını söylemişti. "İyi misin?" Aynı soruyu tekrar duyar duymaz engel olamadığım bir güç beni ele geçirdi ve ileri atıldım.

"Bunu bana nasıl sorabilirsin?" Tüm gücümle üzerine atılarak onu masaya ittirdim. Sırtı masaya çarpar çarpmaz boğazına sarıldı elim. Delirmiş gibi hissediyordum. Onu burada ellerimle öldürmek istiyordum. Canımı acıtan, kalbimi kıran adamın canına kıymak istiyordum. Beni üzdüğü gibi, beni tükettiği ve beni öldürdüğü gibi onu üzmek, tüketmek ve öldürmek istiyordum. Beni sevmediğini söyleyen, beni kandırdığını söyleyen adamın canını almak istiyordum. "Beni öldürdün sen!" Diye kükredim. "Beni orada öylece çekip vurdun! Beni öldürdün sen!" Kafasını birkaç sefer sertçe masaya vurmasına neden oldum.

Çıldırmış gibiydim. İçime vahşi bir hayvan girmiş gibiydi. Ondan nefret ediyordum. Ondan ölesiye nefret ediyordum. Beni öldürdüğü gibi onu öldürmek, yıllar sonra kurduğum hayalleri yıktığı gibi onu da yerle bir etmek istiyordum.

"A-anl-" Konuşmayı denedi. O kadar sıkı yapışmıştım ki boğazına nefes alabilmesine sevinmesi gerekirdi. Ellerime yapışarak kendisine alan tanıdı. Onu öldürecektim. Beni öldürdüğü gibi onu öldürecektim. Fakat son kez diyeceği neyse demesine izin vererek parmaklarını biraz gevşettim. "An... anlamıyorum." Nefes nefese söylediği tek şey bu olmuştu.

Panikle, korkuyla bana bakıyordu. Daha önce gözlerinde hiç görmediğim bir ifadeydi bu. Korku ve panik onda olmayan bir şeydi. Hiçbir şeyden korkmazdı o. Şüpheye düştüm. Bu beni gözünü bile kırpmadan öldüren Baekhyun'um muydu gerçekten.

Öldüren...

Ölmek.

Ölüm.

Bu kelimelerin gerçek anlamını düşündüğüm an yırtıcı bir hayvan gibi atladığım Baekhyun'un üstünden geri çekildim ve kendimi yere bıraktım. Bacaklarım beni taşımak istememişti bir anda. Bedenimdeki bütün güç yok olmuştu. Her şey sonuna gelmiş gibi hissettim. Bu sefer gerçekten hem de.

Ölmemiştim.

Beni öldürdüğü için ona öfkeliydim. O sözleri söyleyerek beni öldürdüğü için ona öfkeliydim. Ama ölmemiştim, peki o sözler? Hiç söylenmemiş miydi yani?

Kahkaha atmaya başladım. Tanrım ölmemiştim. Vücudum sapa sağlam buradaydı. Baekhyun ise karşımdaydı. Kalbimin durduğuna, son nefesimi verdiğime emindim. Ne olduğuna dair bir fikrim olmasa da gülmeye devam ettim. Ölmemiştim ve Baekhyun buradaydı. Bütün o sözler gerçek değildi.

Dakikalar geçti. Dakikalar boyunca güldüm. Durup soluklandım ve sonra yeniden güldüm. Çıldırmak üzere olduğumun farkındaydım. Belki çoktan çıldırmıştım ve bütün bunlar beynimin bana bir oyunuydu. Ne şekilde olursa olsun mutluydum. Ölü değildim. Zaman, Tanrı, evren ya da başka bir şey; bana yardımcı olmuş, Baekhyun'u yanıma getirmişti.

Kendi kahkaha sesim kesilince fark ettim. Baekhyun mutfağın bana en uzak köşesinde, elinde az önce kullandığı bıçağı, öksürüyordu. Boğazını tutarak öksürdüğü sırada benim bakışlarımı fark etti. Vücudu anında gerildi ve küçülebileceği kadar küçüldü. Durumun komikliğine bir kez daha güldüm. Mutfak dolabının dibinde yerde bacaklarını kendisine çekmiş bir şekilde oturuyordu. Kendini bu şekilde koruyacağını sanıyor oluşu komikti. Sanki o kadar kişiye karşı hem kendisini hem beni savunan o değilmiş gibi. Sanki beni öldüren kişi kendisi değilmiş gibi.

Tanrım... Beni öldürmemişti.

"O bıçağı karnıma saplasan bile sorun değil artık Baekhyun." Ayağa kalkıp ona doğru ilerlediğim anda o da titreyen bedeninin eşliğinde ayağa kalkıp bıçağı bana doğrulttu.

"Adımı nereden biliyorsun?" Şaşkınlıkla yüzüne baktım. Kurduğu cümleyi gerçekten kurup kurmadığını düşündüm defalarca. Adını nereden mi biliyordum? Günlerce sayıkladığım adını nasıl bilemezdim?

Bana bir yabancı gibi bakıyordu. Daha kötüsü baktığım kişi bir yabancı gibiydi. Derin bir nefes alıp kendimi kontrol altında tutmaya çalıştım. Az önce yaptığım vahşilik aklıma geldi yeniden. Aynı şey bir kez daha olmamalıydı. Ne olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu fakat sakin kalmaya çalışmak beni çileden çıkarıyordu. Baş ağrım yeniden başlamıştı.

"Beni tanıyorsun?" Yüzüne sorgulayarak bakmamın bir işe yaramayacağını fark edince sormak zorunda kaldım. Beni tanıyordu. Tanıyor olması gerekirdi. Beni buraya getiren kendisiydi. Doğru dürüst hatırlamasam da bir hayal gibi olsa da hastanedeki sesin sahibi oydu. Buna emindim. "Beni tanıman gerekiyor Byun Baekhyun." Soyadını vurgulamamla omuzları gerildi.

"Oh Sehun." Kısık sesiyle fısıldadı. Adımı biliyor oluşu beni çocuk gibi sevindirdi. "1007 numaralı tutuklu." Sonrasında söylediği şey ise beni yeniden öldürdü adeta. Ne söylediğinin farkında mıydı?

"Anlamadım. Ne? Ne tutuklusu?" Anlamadığımı söylesem de biliyordum. İçimde bir yerler, en başından beri gerçeği biliyordu

"Hatırlamıyor musun? 12 kişinin toplu ölümünden sorumlu, idam cezası alan Oh Sehun." Saçlarımı geriye yatırdım. Bir şeyler hatırlamaya çalıştım. Geçen her bir saniye kafatasıma çiviler giriyormuş gibi hissettirdi.

Bana hayatımı soracak olsalar Londra'da geçirdiğim 3 aydan bahsederdim. Londra'daki anılarım beynimi öyle bir meşgul etmiş, gerçek beni öyle bir ele geçirmişti ki kim olduğumu tamamen unutmuştum.

Gözlerimi yumdum. Asıl beni düşündüm. Asıl ben, kalbi sevgiyle değil öfkeyle atan ben. Hissettiği tek duygu intikam olan ben kaldı benden geriye.

Geçmişim, yaptıklarım bir bir aklıma düşmeye başladıkça geri çekildim. Baekhyun'dan olabildiğince uzak bir noktaya gittim. Londra'daki anılarım öyle güzeldi ki bana bir canavar olduğumu unutturmuştu. Neredeyse unutturmuştu. Ellerime baktım. Bir zamanlar Baekhyun'un güzel saçlarında dolaşan ellerim aniden bir yaratığın pençelerini andırmaya başladı. Öldürdüğüm insanları kanları sıçradı ellerime bir anda.

"Bak..." Sakin kalmaya çalışarak konuştum. Yanıyordum. Ama aynı zamanda bütün vücudum üşüyordu. Döktüğüm soğuk terler tenimde kayıyordu. "Bana neler olduğunu anlat." Kelimenin tam anlamıyla yalvardım." Ellerim titriyor, omuzlarım sarsılıyordu. "Hiçbir şey anlamıyorum." Dolu gözlerimi korku dolu gözlerine diktim. Şu an hangimiz daha çok korkuyordu en ufak fikrim yoktu.

"Ellerini yukarı kaldır." Elindeki bıçakla ellerimi işaret etti. İtiraz etmeden kaldırdım. Ne için itiraz edecektim ki? Görünüşe göre beni biliyordu. Gerçek beni biliyordu. Gerçek beni bilen biri olarak o elindeki bıçakla bana karşı hiç şansının olmadığını da biliyordu. "Şimdi de arkanı dönüp salona ilerle." Bu dediğini de yaptım. Kontrolün onda olduğunu göstermek için dediği her şeyi yapabilirdim. Birlikte salona gittik. Elindeki bıçakla beni tehdit etmesine gerek yoktu. Almak istediğim o kadar cevap vardı ki, onları alana kadar istesem bile ona zarar veremezdim. "Oraya otur ve öylece kal." Gösterdiği yere oturdum. Ellerim hala havadaydı.

Salondaki çekmecelerden birini karıştırıp geri geldiğinde neredeyse yeniden gülme krizine girecektim. Onunla olan ilişkimizin özeti gibiydi bu durum. Mutlu olmamam gereken anlarda bana mutluluk veriyordu.

"Böyle zevklerin olduğunu bilmiyordum." Elindeki kelepçeye bakarak sırıttım. Bir süredir keçileri kaçırmış olduğumun farkındaydım zaten. Yersiz şakamdan sonra çfkeyle bana baktı ve bileğimi koltuğun tahta kolçağına bağladı.

"Bunu en başında yapmam gerekiyordu." Rahat bir nefes vererek bıçağı sehpanın üzerine bıraktı. Beni sedyeye bağlasaydı bile onu gördüğüm ilk anda bir yolunu bulur yine aynı şeyi yapardım. İçimdeki uyuyan canavar uyanmıştı o sırada çünkü. Bir intikam makinesinden farkım yoktu bir süredir çünkü.

"Tek başına 3 adamı devirebiliyorsun. Bence buna gerek bile yok." Kelepçeyi işaret ettim. "Bizi o gece kurtardığını hatırlıyor musun?"

"Ne dediğin hakkında hiçbir fikrim yok." Dedi bir çırpıda. Sesi hala kısıktı ve bu bende biraz vicdan uyandırıyordu. "Ama beni birisiyle karıştırdığına eminim." Onu karıştıramazdım. Bu önümüzdeki bir 50 yıl mümkün gibi görünmüyordu. Ancak söylediği şey beni şüpheyle dolu bir kuyuya düşürdü. Nasıl yukarı çıkabileceğime dair hiçbir fikrim yoktu.

"Seni asla birisiyle karıştırmam Baekhyun. Ne bu zamanda ne de başka bir zamanda." Cümlelerimdeki ağırlığı anlamayarak yüzüme baktı. Hiçbir şey bilmiyor olamazdı değil mi? Yoksa hiçbir şey bilmeyen ben miydim? "Ama sen yine de neler olduğunu bana anlatsan iyi olur." Yoksa bu sefer gerçekten bir sedyeye bağlanmam gerekebilirdi. Delirdiğim için.

"Kim olduğunu hatırlıyorsun ama," Şüpheyle baktı. "değil mi?" Durup düşündüm. Kimdim ben? Londra'nın göbeğinde turistik bir pansiyonda kalan, pansiyon sahibinin oğluna aşık olan, birilerini kurtarmaya çalışan fakat beceremeyen Oh Sehun dışında kim olduğumla ilgilenmemiştim aylardır.

"Cerrahtım." Ağzımdan çıkan ilk söz bu olmuştu. Belki de kendimle ilgili hatırlamak istediğim tek kısım bu olduğu için hatırıma ilk bu geldi. Sadece birkaç ay gerçek hayatımda değildim ama bir şeyleri hatırlamak oldukça uzun sürüyordu.

"12 kişiyi öldüren bir cerrah." Daha önceleri, Londra'dayken peşimi bırakan bir ayrıntıydı bu. Londra'ya gönderildiğimde sadece birini öldürmekten orada olduğumu biliyordum. Başka hiçbir şeyi bilmiyordum. Ancak şimdi düşününce evet, karşımdaki yabancı ama bir o kadar da tanıdık kişinin söylediği şey doğruydu. Bunca zamandır aklımdan çıkan, göze çarpan bir ayrıntıydı. 12 kişiyi öldürmüştüm. Hiçbir pişmanlık duymadan, gözümü bile kırpmadan. İntikam için.

"Tutuklandığım günü hatırlıyorum. Hayır, aslında teslim olduğum günü... Günlerim hücrede beklemekle geçti..." Aklıma yeni gelen ayrıntıyla heyecanlandım. "Hastane." Farkındalık içimi ürpertti. "En son hatırladığımda hücrede olduğuma eminim. Ama uyandığımda hastanedeydim. Beni sedyeyle buraya getirdin. Bana ne oldu?" Parçaların birleşmesi içimi rahatlatmalıydı ama daha çok rahatsız etti.

"Bak, durum tahmin edebileceğinden daha karışık. Fakat sen, idam mahkumlarını geri kazandırma projesinin bir parçasısın." Durdu. "Parçasıydın."

"Bu da ne demek böyle?" Gerildim ve bileğimdeki kelepçe beni sıkmaya başladı. Bahsettiği şeyde gerçeklik payı göremedim.

"Devlet bir teknoloji geliştirdi. Cani, kana susamış ölmekten başka hiçbir şeyi hak etmeyen psikopat katilleri geri kazandırmak üzerine..." Tükürür gibi sıraladı bunları. Bahsettiği kişilerden biriydim. Beni onlardan biri olarak görüyordu. Tıpkı gemide beni öldüren Baekhyun gibi.

Suçluydum, ne kadar birilerini kurtarmış olsam da ölüme neden olmuştum.

"Yerinde olsam böyle konuşmazdım. Bu kelepçenin ne kadar süre burada olacağını bilmiyoruz sonuçta." Yapmam gerekiyor muydu bilmiyordum ama ortamı yumuşatmak istemiştim. Normalde onun yaptığı bir şeydi bu. Sırıttığımda çirkin bir canlıya bakıyormuş gibi bir ifade takındı.

"Az önce az kalsın beni öldürecektin. Sence dediklerimde haksız mıyım?"

"Haklı olabilirsin. Neyse devam et." Dediği şeyler o kadar inandırıcı değildi ki güzel bir masalı dinliyormuş gibiydim. Güzel bir ağızdan çıkan, güzel sesli, güzel bir masal. Belki bu da başka bir hayaldi ve gözlerimi yeniden açtığımda yasemin kokan pansiyon odası beni karşılayacaktı.

"Birkaç kişiyi deney için seçtiler. Sizi uyutup bilinçaltınızda tamamen farklı bir evren yaratacaklardı. Can almak yerine hayat kurtarmanın ne kadar iyi olduğunu göstererek sizi tamamen başka birisine dönüştüreceklerdi." Bu dediği... Tanrım bu dediği gerçek olamazdı. Mümkün bile değildi. Her şey gerçekti. Her şey baştan sona gerçekti. Hayal gören kişi, farklı bir evreni yaşayan kişi tamamen kendisiydi. Yeniden güldüm.

"Bu dediklerinin hiçbir mantıklı yönü yok, farkındasın değil mi?" Cevap vermemeyi tercih ederek kalktı ve bir yerleri karıştırarak önüme dosya attı. Hayır, hayır. Pek çok şeyi yeni kabullenmeye başlamıştım. Bir de bununla uğraşamazdım.

"İnanmasının güç olduğunu biliyorum. Özellikle 5 ay boyunca uyutulmuş biri olarak."

"Beş ay mı?" Nefesim boğazımda düğümlendi. "Hayır. Bu doğru değil. Sen delirmişsin." Göz temasımızı kestim. Onu görmezden gelirsem belki söyledikleri de hiç söylenmemiş olurdu.

"Bu sürenin öncesinde de gerekli testlere tabi tutuldunuz. Yeterli olup olmadığınız gözlendi. Ve rüyada olduğunuz süre boyunca ne kadar ilerleme kat ettiğiniz ölçüldü." Boştaki elim yeniden şakaklarımı buldu. Asıl bu rüya olmalıydı. Baekhyun dosyayı açarak birkaç sayfa gösterdi. Benim fotoğraflarımdı bunlar. Üzerlerine tarih atılmış, hastane görüntüleriydi.

"Hayır. Hayır." Boştaki elimle dosyayı alıp fırlattım. "Saçmalıyorsun."

"Keşke." Kısa bir söz. Hiçbir anlama gelmeyen aptal bir keşke sözü. Benim yaşadığım o kadar şeyin yanında hiçbir anlamı olmayan bir keşke.

"Bunun mantıklı hiçbir yanı yok!" Sesimi yükseltmem bu sefer onu yerinden sıçratmadı. "O kadar şeyin şimdi aptal bir deney olduğunu mu söylüyorsun? Uykuda olduğumu mu söylüyorsun?" Başını salladı sakince.

"Basit bir şekilde açıklamak gerekirse öyle ama tam uyku denemez buna. Simülasyon da denilebilir." Yerimden kalkmaya çalıştım. Tanrı biliyor ya, eğer kelepçe takılı olmasa evi birbirine katmıştım çoktan. "Bu doğru değil! Buna inanmamı bekleme benden." Bağırdım. Sanki sesimi sadece ben duyuyordum. Sanki bu acıyı, bu saçmalığı sadece ben yaşıyordum.

"Rüyalarda genel hatları onlar belirliyordu. Mahkumlar için önemli olan şeyler üzerine gidiliyordu. Üniversiteyi Londra'da okumuştun değil mi? Bu yüzden bilinçaltında Londra algısı oluşturuldu. 12 kişiyi kurtarman gerektiği söylendi. Öldürdüğün kişi kadar."

"Sus artık. Dediklerinin hiçbir mantığı yok. Her şey gerçekti. Ben gerçektim! Orada yaşadığımız her şey gerçekti! Her şeyi hissettim. Acıyı, mutluluğu, sevgiyi..." Sona doğru sesim kısıldı. En kötüsü buydu. En kötüsü sevgiyi hissetmiştim.

"Projeyi başarılı kılacak olan şey de zaten gerçekçilikti. Gerçek duygular üzerine gidildi. Kahraman olma duygusu üzerine. Hepiniz öldürmenin verdiği zevki tatmıştınız. Ama size daha önce tatmadığınız bir hissi tattırarak sizi geri kazandırmaya çalıştılar. Kurtarmak."

"Sana sus dedim!" Adeta kükrediğimde bağlı olmama rağmen benden uzaklaştı. Hiçbir şey demeden, hareket etmeden öylece kaldım. Ne hissettiysem gerçekti. O kadar şey yaşanmıştı ve şimdi hepsinin sadece bir yalan olduğu söyleniyordu. Bunu kabullenemezdim. Simülasyon ya da rüya. Hepsi sonuç olarak tek bir sonuca çıkıyordu.

Yaşananların hiçbiri yaşanmamıştı.

Dakikalar dakikaları kovaladı ve Baekhyun'la o zamanlar olduğu gibi yine sessizliği paylaştık. Her şey düzmece olabilirdi ama Baekhyun nasıl buna dahil olmuştu? Bilerek mi yapılmıştı? Baekhyun nasıl bilinçaltımın aşkı olabilmişti. Akıl erdiremiyorum. Düşünmek beni daha çok kahrediyordu.

Nefeslerim düzene girmişti. Durumu kabullenmem şimdilik mümkün gibi görünmese de anlamaya çalışıyordum. Bir yerlerden bazı olayları kavramaya çalışıyordum.

"Senin gibi 6 kişi daha vardı. Her birinizle özel hemşireler ilgileniyordu. Sen bana verilmiştin." Kısa bir an gülümseme geçti dudaklarından. "Aslında beni gördün. Çok kısa bir andı sanırım. Narkozun etkisindeydin. Gözlerini araladın ve bana adımı sordun." O ana dair hiçbir şey hatırlamıyordum. Bu dediği çatlamak üzere olan beynimde ışıklar yaktı.

Öyle bir durumdayken bile Baekhyun'u gördüğüm ilk anda gözüme kestirmiş olmam şaşırtıcı bir sonuç değildi.

"Böyle bir göreve seçilmek, ne bileyim aslında o kadar iyi bir görev değilmiş gibi geliyordu... Anlarsın ya."

"Katil birine uyurken bakmak mı?" Kafasını salladı. Her şey yabancıydı bana. Kendi sesim bile.

"Lakin diğer hemşireler bundan şikayetçi olsa da ben o kadar rahatsız değildim. Önemli bir görevi üstlendiğimi düşünüyordum. İnsan yaşamı kutsaldır ve her ne kadar birilerini öldürmüş olsanız da ölmek yerine hayata geri kazandırılacak olmanız anlamlıydı benim için. Aksi durumda öldürülecektiniz çünkü."

"Anlamlıydı... Sanırım uyurken bile sorun çıkarmış olmalıyım. Geçmiş zamanla konuştuğuna göre." Bu sefer gerçek bir gülümseme sundu bana. Bunu özlemiştim. Keşke durumlarımız daha farklı olsaydı. Keşke o kadar şeyin ardından onu kendi dünyama getirebilmiş olsaydım. Oysaki Baekhyun'un Londra'daki dünyası gibi bir yer yoktu.

"Diğer 6 kişileri yakından takip etmesem de kim olduklarını biliyordum. Seri katil, cani katiller, öldürdükleri bedenlere tecavüz etmeyi seven yaratıklar... Hepsi o kadar korkunç insanlardı ki onların üzerinde proje başarısız oldu. Fakat sen gerçekten başarıyordun. Eğer başaramazsanız sizi uykunuzda öldüreceklerdi ve bunun için üç hak tanındı. Elinizden geleni yapmanız istendi."

"Üç hak..." Yeniden kahkaha attım. Bu sefer ki az önceki gibi uzun sürmedi. Dalga geçiyorlarmış gibi üç hak vermişlerdi bir de. O üç hak beni Londra'da günlerce boğmuştu.

"Gerçekten iyi gidiyordun Oh Sehun. Diğer katillerin aksine oldukça değişiyordun. Ya da değişiyormuşsun. Gelişmelerini ben takip etmedim. Ben sadece serumlarından, yıkanmandan ve tıraşından sorumluydum." Ellerim fazla uzun olmayan saç tutamlarıma gitti. Korkunç görüntümden o sorumluydu demek ki. "Sonra bir şeyler oldu. Seninle ilgilenen doktor odandan çıkarken her zaman mutlu olurdu ama bir süre sonra bu değişmeye başladı. Başarısız olduğunu söylüyordu. Senin de kazandırılamayacağını söylüyordu. Bu beni bile etkilemişti. Öyle ki gerçekten iyi biri olacağına inanmıştım. İyi biri olduğunda sana kahve ısmarlayacağımı söylüyordum. Ne değişti bilmiyorum. Hedeflerini kaçırmaya başladığını duydum."

Güzel yüzünü izledim bir süre. Gerçek hayatta olduğumdan mı bilinmez daha güzel görünüyordu. Şu durumda bile düşünebildiğim tek şey sapkın gibi ona bağımlı olmamdı.

"Aşık oldum." Omuz silktim. Cevabım çok basitti çünkü. "Sizin deney olarak düşündüğünüz yerde ben aşık oldum." Gözlerinden bir an bile ayırmadığım gözlerimle konuştum. "İlk hedefimi aşkım yüzünden kaçırdım, ikincisini de." Uzun bir sessizlik oldu. Ne cevap vermesi gerektiğini düşündüğünü çok rahat anlıyordum.

Londra'daki Baekhyun ve buradaki Baekhyun'un en büyük farkı, bu Baekhyun'un ne düşündüğünü gözlerinden anlayabiliyordum.

"Rüyada olduğun süre boyunca neler yaşadın sen?" Gerçekten merak dolu bir soruydu bu. Belki kafasında birisinin bu kadar canla başla rüya görebileceğine dair herhangi bir düşünce yoktu. Sadece hemşireliğimi yapmıştı sonuçta. Diğer detaylara dair hiçbir şey bilmiyordu.

Hoş, ben de bilmiyordum.

Bana bunu yapan her kimse her şeyi görmüş müydü yani şimdi?

"Çok şey. Normal hayatta yaşayabileceğimden çok daha fazla şey. Bilmek istemeyeceğin şeyler." Son cümlemde fısıldadım. Bir kısmı gerçekten de şu anki Baekhyun'un bilmesini istemeyeceği şeylerdi. İçinde olduğum anlar gibi.

"Sanırım gerçekten bilmek istemiyorum." Gözlerini kaçırdı. Bütün bu saçmalığa rağmen aramızdaki o kaçınılmaz şey yeniden oluşmuştu. Tanışmışlık, bağlılık ve o kıvılcım. Birbirimizden aldığımız o etkileşim.

Gözlerimiz birbirini bulmuşken yutkundu. Bunu yaparken kaşları çatıldı. Acı çekiyor olmalıydı. Gözlerimi yavaşça boynuna kaydırınca boğazında parmak izlerimi gördüm. Kızarmıştı ve birkaç saate kızarıklığın yerini morlukların alacağına emindim. Baktığım yeri fark ettiğinde boğazını temizleyerek geri çekildi. Ona doğru uzanmaya çalıştım. Bilinçaltımdaki Baekhyun'um aksine ürkek biriydi.

"Bakmama izin ver." Parmak uçlarım çenesine kadar ulaştı. "Doktorum ben." Gülümsemeye çalıştım. Ama ben bunu başarana kadar ayağa kalktı. Doğru ya, onun gözünde katil bir doktordum.

"Hemşire olduğumu söylemiştim sanırım." Soğuk bir şekilde yüzüme baktı. Az önce oluştuğunu sandığım o bağ yok olmuş gibiydi. Boğazındaki o şeyden sorumlu olduğum için böyle bakması olasıydı tabii.

"Buz koyman işe yarayabilir. Ya da soğuk bez."

"Teşekkürler. Okulda ilkyardım eğitimi verdiler." Ama değişmeyen tek bir şey varsa o da başarıyla üste çıkışıydı. Yere fırlattığım dosyayı alıp ortadan kaldırdı ve sonra mutfağa gitti. Geri döndüğünde elinde buz torbası tutuyor olması beni gülümsetti.

"Bir şeye sarıp öyle koy." Dememin ardından öfkeyle soludu. Tam yerine oturacaktı ki haklı olduğumu fark edip buz torbasını sehpanın üzerine bırakıp mutfağa geri döndü.

Yabancı olduğum bu salonda bir kez daha yalnız kaldığım sırada dış kapı açıldı ve içeri bir anda hiç beklemediğim biri girdi.

"Ben geldim!" Diye bağırmasının hemen ardından beni fark etti. Ağzı şokla açıldı. "Abi! Salonumuzdaki adamı fark ettin mi?" Baekhyun'un panikle mutfaktan çıkması gecikmedi.

"Erken gelmişsin!" Baekhyun henüz yakalanmış olmama rağmen yine de beni bir yerlere sokuşturup saklamak istermiş gibi bakıyordu. Ben ise hala şoktaydım. Tam da bir süredir daha fazla şaşıramam derken.

"Deneme sınavım var demiştim ya. Eğer salonda sapkınca fanteziler yapacağını söyleseydin geç gelirdim." Gözleri önce elimdeki kelepçeyi sonrasında sehpadaki buzu en sonunda ise Baekhyun'un boynuna buldu. Eh, durumlar farklı olsaydı aslında hoş bir görüntü bile olabilirdi.

"Yok öyle bir şey. Durum sandığın gibi değil." Hala dehşet içinde duran bana baktı. Konuşulanları duyuyordum ama gözlerimi bir türlü genç kızdan ayıramıyordum. "Her neyse tanıştırayım." Baekhyun çaresizlik içinde beni düştüğüm şaşkınlıktan kurtarmaya çalışıyordu sanırım. Ama bu imkansızdı. "Bu kız kardeşim S-"

"Sunhee." Diye tamamladım onun cümlesini.


-------------


Selaaaaamm

Yani bölümden sonra ne düşündünüz bilemediğimden bu nota ne yazsam bilemedim şlkşlkalşkd

Yani aslında başından beri bilimkurgulu bi şeyler yazmak istiyordum, sonra bu fici kafamda planladım ve o kadar yazdım ama gelin görün ki tam bu bölüme geldiğimde fark ettim ki 

Arkadaşlar ben Xmen'in senaristi değilim alşkdlşklşakşl benden en fazla bu kadar olurmuş hayal kırıklığı yaşayan varsa çok sorry lşkaşlkdlş

Ama devamında hoş şeyler olucak bence ya düşünsenize baek sehunu en başından tanıyo aslında şlakdşlka

Anlamadığınız kısımlar elbette var çünkü

ANLATAMADIM ŞALKŞLKALŞ

Tam bölümün sonuna doğru elimi yaktım zaten(okuyucu bedduası nasıl alınır, nasıl gerçeğe dönüşür enter) ondan fazla uzatamayıp sunheeyi patlattım şlkalşklş

Sunhee'yi hatırlıyonuz demi? o kadar da değildir yani şlaskşldkaş

Neyse işte başından beri planlaya planlaya bunu mu planladın der gibisiniz sanırım ama 20th century fox yapımı olsa beğenirdiniz diyor, 

elim acıyor, 

ben sizi çok seviyor şlkaşlkşlk

Ya aslında kötü yazıyor olmam dışında bence hoş bir olay şlakdşla kafanızda biraz şeküllendürün aslında güzel olay aşlkdşlkaşl

Ya valla yazamıyomuşum böyle şeyler bunu anlamış oldunuz aşlkdlşak ne anlarım ben simülasyon falan filan şalkdşlka

Neyse beğenen 1 kişi bile çıkarsa mutlu olurum

Bakalım kaç kişi okumayı bırakacak buraya yorum atsın şlakşlak

Anlamadığınız kısımları ben açıklıcam elbette ilerleyen bölümlerde böyle kel kalmıcak kurgu o yüzden sabredin iki bölüm sonra bırakırısnız olmadı okumayı şlaklş

Yine neyss

Hadi iyi geceler yarın işe gitcem daha 

Sizi seviyom <3 


Continue Reading

You'll Also Like

2K 189 2
Pete eğer Vegas'ın üzerine o şarabı dökmeseydi her şey nasıl olurdu acaba? vegas × pete top!vegas × bottom!pete | kinnporsche fanfic
2.1K 154 24
Uyarı!!! Hikayede çokça argo, şiddet, cinayet ve işkence bulunmaktadır. Rahatsız olanlar veya hassasiyeti olanlar okumamaları tavsiye edilir. Sandaly...
OBSTACLE By .

Fanfiction

87.3K 8.8K 40
Jongin + Kyungsoo + Chanyeol Onların aşması gereken tek engel ; Ülke genelince tanınan ve sevilen Kim Jongin'in, sokaklarda yaşam mücadelesi veren Ky...
431K 35.4K 27
Melez Kaplan Taehyung, Melez Tavşan Jungkook ile sevgili olmak istiyordu Ha birde onu altında inletmeyi... [texting+düz yazı] #3 - taekook [13.08.202...