İMGE - I

By nissgunes

94.7K 6.6K 3.2K

•Fantastik #1 • Onlar bana hem yaralamayı, hem de yaralanmayı öğretmişlerdi. Hem acı yaşatmayı, hem de acıya... More

Bölüm 1: Rüya
Bölüm 2: Kasaba
Bölüm 3: İllüzyon
Bölüm 4: Hoşgeldin Partisi
Bölüm 5: Özür
Bölüm 6: Çıkmaz Sokak
Bölüm 8: Yabancı Deneyim
Bölüm 9: Bizden Biri
Bölüm 10: Boşluk
Bölüm 11: Drea'nın Kanatları
Bölüm 12: Rol
Bölüm 13: Uyuyan Güzel
Bölüm 14: Tuzak ve Ölüm
Bölüm 15: Enkaz
Bölüm 16: Travma
Bölüm 17: W.
Bölüm 18: Bencillik
Bölüm 19: Yarış
Bölüm 20: Beyaz Laleler
Bölüm 21: David Bradley
Bölüm 22: Kumar
Bölüm 23: Altın Kafes
Bölüm 24: Davetsiz Rüzgar
Bölüm 25: Zaman
Bölüm 26: Gözyaşı
Bölüm 27: Gül
Bölüm 28: Portakal Çiçeği
Bölüm 29: Tatsız Tesadüf
Bölüm 30: Ejderha
Bölüm 31: Kısır Döngü
Bölüm 32: Ölüler
Bölüm 33: Günahlar
Bölüm 34: İtiraf
Bölüm 35: Yıldızlar
Bölüm 36: Hediye Rüya
Bölüm 37: Zihinsel Karanlık
Bölüm 38: Pandomim Sanatçısı
Bölüm 39: Deniz Kabuğu
Bölüm 40: Plan
Bölüm 41: Araf
Bölüm 42: Anlaşma
Bölüm 43: Acımasız Zaman
Bölüm 44: Anlaşmazlıklar
Bölüm 45: Kazananlar ve Kaybedenler
Bölüm 46: Yerdeki Laleler
Bölüm 47: Kızlar Gecesi
Bölüm 48: Yalancılar
Bölüm 49: Yaşam Ağacı ve Yılan
Bölüm 50: Mesaj
Bölüm 51: Yeni Öğrenci
Bölüm 52: Köpek Bakıcılığı
Bölüm 53: Öpücük
Bölüm 54: Kamp #1
Bölüm 55: Kamp #2
Bölüm 56: Veda
Yanımda Olan Tüm Sihirbazlara✨
Karakterlerle Soru Cevap ve İmge - II

Bölüm 7: Okyanus Rüzgarı

2.4K 184 36
By nissgunes

Multimedya; Halsey ft. G-easy - Him&I
İthaf; fantastiktutkunu
Tam tempo okumalar!

*

İşte, yine aynı rüya. Yine aynı toprak kokusu ve yine aynı insanların aynı hıçkırıkları. Ağlıyorum. Gözlerimden yanaklarıma süzülen ılık su damlası yanaklarımın kaşınmasına neden oluyor ve oradan da toprağı avuçlayan küçük ellerime damlıyor.

Küçük Isabella ne kadar da tatlı, diye düşünüyor uyuyan bedenim. Bir kez daha rüyamda acı hissetmek istemiyorum. Kendimi uyandırmalıyım ama rüya çoktan yakama yapıştı.

Az sonra teyzem yanıma yaklaşacak. Ve işte yaklaşıyor. Alnıma küçük bir öpücük kondurduktan sonra ben ayağa kalkıp arkamı dönüyorum.

Ve bu rüyaya ait olmayan parçayı bukuyor gözlerim.

Jackson yere oturmuş, tek bacağını kendine çekerek kolunu atarak arkasında bir kapı varmış gibi dik duruyor. Üç gündür orada. Beni izliyor.

Gözlerinin içine bakamıyorum çünkü şu an on dört yaşındaki Isabella'yım ve rüya nasılsa, öyle hareket etmek zorundayım. Ama orada olduğunu biliyorum. Üç gündür orada. Ara sıra kalkıyor, cennaze ahalisinin arasında geziniyor, ben avuçlarken tam karşımda duruyor, sonra tekrar oraya gidiyordu.

Neden buradaydı? Onu görmek istemiyordum. Ya da istiyordum. Yine de neden buradaydı?

Rüyanın akışına göre küçük Isabella koşar adımlarla Jackson'ın önünden geçip giderken, teyzemin bağırışları yerine onun bakışlarını hissediyordum sırtımda.

Huzursuz bir kıpırdanmayla olduğum yerde gözlerimi açtım ve ayağa kalkıp oturur bir pozisyon aldım. İyileşme falan yoktu. Ben hâlâ delinin tekiydim ve her geçen gün daha da deliriyordum.

Yorganı üstümden atıp ayağa kalkarken tekli koltuktaki siyah deri ceket dikkatimi çekti. Jackson bubu bana vereli üç gün geçmişti. Okulda yoktu. Kasabada görmüyordum. Onu gördüğüm tek yer, rüyalarımdı.

Üç gündür onu cenaze gününde, orada görüyordum. Biliyordum saçma fakat sanki bir şey olmuş ve orada sıkışmış gibiydi.

Ama elbette bu saçma olurdu.

Üstümdeki kazağı çıkarıp omzuma baktım. İzler yok denecek kadar az belli oluyordu. Jackson bana pansuman -ben o tanımlayamadığım şeyi böyle açıklıyordum- yaptığı ilk gecenin sabahında zaten izler hemen hemen azalmıştı. Beni farklı bir yolla da olsa tedavi etmişti.

Gömleğimi üstüme geçirip düğmeleri ilikledim. Belki bugün gelmiş olabilirdi. Belki ona o geceyi ve üç gündür nerelerde olduğunu sorabilirdim.

Aklıma gelen olumsuzlukla suratımı buruşturdum. Ne sıfatla bunları soracaktım ki?

Onu arkadaşı olmadığıma emindim. Yakını veya değer verdiği biri de değildim. Ama benden özür dilemişti. Bunu unutamıyordum.

Peki ama benden özür dilemesi bana değer verdiği anlamına mı geliyordu?

Bunu bilemezdim.

Kırmızı ayakkabılarımı ayağıma geçirip evden çıktım. Büyükbabam yine evde yoktu. Her sabah yalnız uyanmak pek alışık olduğum bir durum olmasa da buna alışmalıydım.

Okulun büyük demir kapısından içeri girip etrafa detaylıca baktım. Yoktu. Hızla adımlarla okula girip etrafımdaki şaşkın bakışları umursamadan merdivenleri üçer beşer çıkıp kendi sınıfımdan önce Jackson'ın sınıfına girdim.

Tam kapıyı açacakken ellerim birden geri çekildi. Ne diyecektim?

Jackson'ı merak ettim diye girsem çok saçma olurdu ve yanlış anlaşılmalara neden olurdu. Rosalie? Ah, hayır, Rosalie beni hemen ele veriridi. Dexter? Elimde kalan son seçenek olarak onu seçtim. Keşke Alec veya Sarah bu sınıfta olsaydı. Ya da keşke direk ben Jackson'la aynı sınıfta olsaydım.

Aralıklı kapıyı açacakken içeriden gelen kalın erkek ses tonuyla durdum.

"Nerede bu aptal?" diye sordu biri öfkeyle.

"Üç gündür ne evde ne okulda. Jackson asla böyle habersiz gitmez." dedi Rosalie ayaklanarak. Karşısındaki Alistair'dı ve ve etrafındakiler de diğerleri.

"Şu kız bilmiyor mu?" dedi Alistair yumruk yaptığı elini çenesine yaslayarak.

"Hangi kız? Bella mı?" Alec'in ağzından ismimi duymamla birden heyecanlanıp ayrı bir kulak kesilerek dinledim.

"İsmi her ne haltsa." diye tersledi onu Alistair. Bu çocuğun benimle derdi neydi? Neden benden nefret ediyordu?

"Muhtemelen o da bir şey bilmiyor. Hem bilse de söylemez."

"Söyler." dedi Alistair katı bir ses tonuyla. Oturduğu öğretmen masasından kalkıp tahtanın tam karşısında durdu.

"Çünkü Jackson'dan hoşlanıyor."

Bir dakika... Ne? Ne?! NE?!

Aptal! Aptal Alistair Stefan! Ondan hoşlanmıyordum. Beni hiç görmemişti bile! Hiç karşılaşmazken böyle bir kanıya nasıl varabilir ve nasıl herkesin içinde bunu söylemeye cesaret edebilirdi?

Herkes şaşkınlıkla birbirine bakarken utançtan kızaran yanaklarımla kendimi yerin dibine girmeye müsait hissediyordum. Biri tam buraya meteor fırlatabilir mi? Lütfen.

Alec asılan suratıyla kollarını birbirine kenetledi. "Burada böyle taş gibi bir çocuk duruyor, bunlar gibip Jackson'dan hoşlanıyorlar. Hayır yani ben,"

"Alec kes sesini!"

Hepsi bir ağızdan Alec'e bağırdığında, "Aman iyi be!" diyerek ayaklandı. Sarah'ın yanına gidip kolunu omzuna doladığında Sarah'ın eli ayağı birbirine dolaşmıştı.

"Hadi portakal çiçeğim, biz sınıfımıza gidelim de şunların tüm manzarası yok olsun."

Dexter elinin yan kısmını alnına dayayıp uzaklara bakıyormuş gibi yaptı. "Hani lan bu manzara?" dedi Alec'le dalga geçerek.

"Bir daha yanıma gelip, 'Çok korkuyorum Alec, aşkım. Kaslarına sarılarak uyuyabilir miyim?' dediğinde kaslarıma sarılmana izin vermeyeceğim."

"Siktir lan oradan! Sanki benim kasım yok,"

"Sen o ayva göbeği kas mı sanıyorsun? Yazık,"

Dexter masanın üzerindeki kalemliği alıp ona fırlatırken Alec çoktan kağıya doğru koşup canını kurtarmıştı. Olduğum yerden çıkıp kendimi hızla yan tarafımdaki sınıfa attım.

Derin bir nefes alırken bir çocuk pantolonunun fermuarını kapatmaya çalışarak karşıma geçtiğinde aldığım nefes boğazımda kalmıştı. Burası sınıf falan değildi. Burası erkekler tuvaletiydi!

Çocuk yavaşca kafasını kaldırıp beni fark ettiğinde sırıttı. Aklından ne tür tuvalet faztezileri geçiyordu bilmiyorum ama, kendimi bu lanet yerden derhal çıkarmalıydım.

Arkamdaki kapıyı açıp kendimi dışarı atarken burnumun çarptığı sert şeyle suratımı buruştırdum. Neden tüm aksilikler seni buluyor, Isabella Anderson? Neden üzerinde koca bir bela mıknatısıyla dolaşıyorsun? Neden?

Burnumu ovuşturarak karşımdaki şeye baktım. Şişkin bir göğüs ve beyaz bir gömlek mi? Ah, pardon. Biraz kafamı kaldırmam gerek sanırım.

Yavaşca kafamı kaldırıp karşımdaki donuk mavilere baktım. Alistair Stefan tam karşımdaydı ve burnumu çarptığım şey onun sert göğüsüydü. Ne doldurmuştu onun içine? Her neyse.

Erkekler tuvaletinin kapısından az önceki çocuk sırıtarak çıkıp bana göz kırptığında gözlerşmi kocaman açtım. Manyak!

"Oldukça da cılız bid kız gibi görünüyorsun. İyi cesaret."

Tepemden gelen sesle tekrar kafamı kaldırdım. "Ne?" dedim saf saf suratına bakarken. Yavaşca nefesini dışarı verdi. Saçlarının bu kadar güzel bir sarı olduğunu yeni fark ediyordum. Daha yakından ve daha detaylı bakınca çok daha yakışıklı görünüyordu.

Gözleri Alec'in ki kadar koyu ve opak değildi. Aksine, temiz bir denizin sığ kalan kısmında nasıl denizin dibini görebiliyorsanız o kadar berrak ve saydamdı.

"Diyorum ki, okulda daha altıncı günün ama erkekler tuvaletinin yerini hemen öğrenmişsin."

Elimi burnumdan çekip gözlerimi kısarak ona baktım. Bana bir şey mi ima etmeye çalışıyordu acaba? Erkekler tuvaletinin yerini daha önce defalarca görmüştüm ve bunun konumuzla- Bir dakika.

Alistair... Az önce bu lanet olası erkekler tuvaletinden çıkışımı ve bana gülümseyen o çocuğu... Terbiyesiz!

İçimde yükselen öfkeyle birlikte bir anda Alistair'ı omzularından geriye ittirdiğimde, aklımdakileri yüksek sesle haykırdım. "Terbiyesiz!" dedim tüm okulu inletecek birmses tonuyla. O kadar sinirliydim ki o mavi gözleri yerinden sökebilirdim şu an.

"Sen nasıl benimle böyle konuşabilirsin ya?" diye sordum. Gerçekten çok sinirliydim ve onun tek kelime etmesine müsaade etmeden sıralıyordum laflarımı. "Hadsiz!"

Daha ona edeceğim tonlarca laf vardı ancak bir anda beni zerre kadar umursamayan ifadesiyle arkasını dönüp benden uzaklaştığında, sinirden kafayı yiyeceğimi fark ettim. Bu çocuğun bu şekilde ileri geri konuşmasına ve bu kadar yüzsüz olmasına tahammül edemiyordum. Alec bile durması gereken yeri biliyor ve haddini aşmıyordu ancak bu Alistair denen kendini bilmişin boyu oldukça uzamıştı.

İçimdeki öfkeyi dışarı kusamadan yine kendi içime yutarak arkamı döndüğümde, bir anda durdum. Jackson. Bu durumu konuşmam gereken kişinin Alistair olup olmadığı konusunda emin değildim ancak Jackson için daha fazla da bekleyemezdim.

Hızla arkamı dönüp, "Alistair!" diye bağırdığımda, çoktan merdivenlere ulaşmış olan çocuk beni duydu, duydu ancak hiçbir tepkğ vermeden merdivenleri çıkmaya devam etti.

"Jackson'ın nerede olduğunu biliyorum." Birer birer ağzımdan dökülen kelimelerin Alistair'ı durduracağını biliyordum. Mavi gözlerini bana çevirdiğinde ilk başta dalga geçtiğimi düşünmüş olmalıydı ancak yüzümdeki kendimden içemin ifade, çıktığı merdivenleri tek tek inmesine neden oldu.

Saniyeler içinde yanıma geldiğinde, beni kolumdan tutup sırtımı sert bir şekilde duvara çarpmasıyla birliktr dudaklarımdan küçük bir inilti koptu.

"Konuş."

Ne zaman sinirlensem, yüreğimden ağzıma bir volkan patlıyor gibiydi. Damarlarımın içi cayıt cayır yanıyor, kanım güldür güldür akıyordu. Sanki içimde sonsuz bir girdap vardı, sürekli beni içine çeken.

Kolumu, tuttuğu ellerinin arasından çekerek dişlerimi birbirine bastırdım. "Bana temas etmeyeceksin," dedim tehditkar bir sesle. Bu tehditin ona pekte işleyeceğini sanmıyordum ama gerçekten artık fazla olmaya başlamıştı. "Eğer Jackson'ın yerini biliyorsam, bunu sırf senin kardeşin olduğundan sana söyleyeceğim. Yoksa inan bana, zerre kadar umrumda değilsin."

Yüzüne, alaycı bir ifade eklerken, "Sadece kardeşim olduğu için, öyle mi?" diye sordu. "Durumun Jackson'dan hoşlanmanla alakası yok yani?"

Alt dudağımı dişlerimin arasına alırken derin bir nefes aldım ancak aldığım nefeste boğulur gibiydim. Koridordaki dayanılmaz ter kokusunu şu an fark ediyordum. Ter kokusundan kesinlikle nefret ederdim.

"Bak," dedim sakince. "İçeride de saçma sapan şeyler zırvalayıp durdun. Ben Jackson'a aşık falan deği-"

"Sen bizi mi dinledin?"

Bir anda sorduğu soruyla büyük bir bozguna uğramıştım. Kahretsin Bella, nasıl bu kadar fütürsuzca, önünü ardını bilmeden konuşabilirsin? Üstelik karşında zaten her kelimenden şüphelenmeye bahane arayan biri varken?

Benden bir cevap gelmeyince, "Üstelik ben aşıksın demedim," diye ekledi. "Hoşlanıyorsun dedim. Aşık olduğunu iddia eden sensin."

Alistair'ın insanı sık boğaz eden soruları karşısında okulun dört duvarının üstüme geldiğini ve beni sıkıştırdığını hissettim. Derin bir nefes alarak, "Birincisi," dedim. "Sınıfın kapısının önünden geçiyordum, ismimi duyunca durdum. Yani sizi dinlediğim falan yok." Söylediğim hiçbir kelime, Alistair'ı tam anlamıyla tatmin etmiyor gibiydi. "İkincisi ise, bende aşık olduğumu iddia etmedim. Jackson'a ne aşığım, ne de hoşlanıyorum."

Alistair mavi gözlerini devirerek, "Boş laf." dedi. "Senden bir açıklama istediğimi sanmıyorum. Bana Jackson'ın yerini söyle."

Bir açıklama istediğimi sanmıyorum mu? Şaka mı bu çocuk? Gerçekten soruyorum, şaka mı? Bir soru soruyor ve cevabını verdiğimde, bir açıklama istediğimi sanmıyorum mu diyordu?

Gözlerimi kapatarak birkaç saniye kendimi sakinleştirmek için zaman ayırdığımda, burnumun dibinde Alistair'ın sabırsız nefeslerini duydum. Sakin ol, Bella. Sakin ol. Jackson için. Jackson için biraz daha sakin ol.

Hızla başımı kaldırdım ve ona baktım.
"Jackson," dedim mırıldanarak. "Rüyamın içinde."

İşte, Bella. Seni deli sananlar korosuna bir kişiyi daha ekledin. Tebrikler!

Kaşları yavaşca yukarı kalkarken yüzü gerildi, çenesi kasıldı. Verdiği tepki korkutucu görünüyordu.

"Ders çıkışında arka bahçede beni bul ve kimseye bir şey söyleme. Anladın mı beni?" dedi telaşla. Neler oluyordu?

"Anladın mı dedim!" diye kükrediğinde hızla kafamı salladım. Uzun bacaklarıyla üç adımda koridorun yarısına gelmiş ve beni burada yalnız bırakmıştı.

*

Yaklaşık yedi dakikadır arka bahçenin kapısında Alistair'ı bekliyordum. Onu dinlemek ne kadar akıllıcaydı bilmiyorum ama o bu sefer biraz farklıydı.

Telefonumun mesaj sesiyle irkildim. Gelen yabancı numara da kimdi?

"Gelecek misin, ben mi geleyim?"

Telefonumun mesaj bölümüne aval aval bakmayı bırakıp etrafıma baktım. Kimdi bu numara? Nereye gidiyorduk? Tekrar mesaj sesim geldiğinde gözlerimi ekrana çevirdim.

"Aptal aptal etrafına bakmayı kes. Karşıdayım."

Yavaşca kafamı kaldırıp demir kapının çıkışına baktım. Alistair siyah bir motora yaslanmış, elinde kaskla beni bekliyordu. Hızlı adımlarla o tarafa gittiğimde kaskı kafasına geçirdi.

Benim telefon numaramı nereden bulmuştu? Bunlar ailece benim bilgilerime nereden ulaşıyorlardı?

Arkadan bir kask alıp elime tutuşturdu ve kask yüzünden boğuk çıksa bile soğukluğu anlaşılan sesiyle, "Bin." dedi. Ne? Motora mı? Yok canım, ben almayayım.

"Ben motora binemem." dedim huysuz bir çocuk gibi davranarak. Böyle olmasını istemiyordum.

Yavaşca bana döndü. "Üzgünüm ama kişiye özel jet kalmamış. Bununla idare edeceğiz artık." diyerek ukala bir şekilde dalga geçtiğinde gözlerimi devirdim.

"Ben motora binemem çünkü korkuyorum." diye açık açık itiraf ettim. Korkuyor ve korktuğum için de motordan nefret ediyordum.

"Sen ciddi misin? Senin keyfin yüzünden burada bekleyemem, tamam mı?" Hızla motora dönüp çalıştırdığında o korkunç sesi duyarak sıçradım. Bu canavarın üstüne binmeye nasıl cesaret edebiliyorlardı?

"Bu keyif değil! Korkuyorum."

Derin bir nefes alarak sinirle kaskı kafasından çıkardı ve yanına koydu. Onu sinirlendirmiş olmalıydım. "Bir daha bana bağırmayı deneme bile." dedi gözlerini kapatıp sakince. Demek ki bağırmamla öfkelenebilecek kadar şizofren bir yapıya sahipti.

"Bak, Bella," dedi sinir seviyesinden arınmış sesiyle. İsmim on yedi senedir ilk defa bu kadar itici gelmişti kulağıma.

"Korkacak bir bir şey yok. Gözlerini kapat ve bana tutun. Bir şey olmayacak." Söylediği kelimeler belki de şu altı gün boyunca -hatta onunla ilk trende tanıştığımızı farz edersek yedi- bana karşı kullandığı en nazik kelimelerdi.

Sözler güven vericiydi. Fakat üstümde Jackson'ın bıraktığı etkiyi bırakmıyordu.

Kafamı salladım. Elimdeki kaskı alıp kafama geçirdi ve çenemin altından kemeri bağladı. Tüm hayatım bana bir kask kadar uzaktı.

O da çıkardığı kaskı tekrar kafasına taktı ve motoru çalıştırdı. Ellerimi yavaşca deri ceketine dokundurdum. Motor birden hızla ileri atıldığında tüm bedenim Alistair'ın sırtına yapışmıştı.

*

Derin bir nefes alıp iki katlı ahşap eve baktım. Beni evlerine mi getirmişti?

Eliyle içeri geçmemi işaret ettiğinde ikiletmeden içeri girdim. Evde ferah bir koku hakimdi. Ki bu görüntüye de yansımıştı. Ev baştan aşağı beyaz ve açık gri tonlarıyla çevrilmişti. Modern ve şık bir dizayn şekli vardı. Kasabadan bağımsız, farklı bir yer gibiydi.

Bileğimden tutup hızla beni merdivenlerden yukarı çıkardı. Siyah kapılı odaya girdiğimizde, evin tüm kokusunu bastıran mükemmel bir koku vardı. Oda çok genişti ve genişliğe rağmen koku her köşesinde hakimdi. Bunun bir oda parfümünden çok daha fazlası olduğuna emindim.

Odaya kabataslak bir göz gezdirdim. Biraz dağınıktı. İki tane tekli kanepe vardı ve üstlerine bir kaç tişört fırlatılmıştı. Siyah nevresimli toplu yatak odanın dağınık haliyle büyük bir tezat oluşturmuştu. Lacivert halı siyaha bezenmiş odaya renk katıyor, halat lamba ise tarz yaratıyordu. Odanın dizaynı bir ustanın elinden çıkmış gibiydi.

Tam bir savaş alanına dönmüş çalışma masasının üstündeki açık kalan bilgisayarın üstündeki yazı dikkatimi çekmişti. 'Hoşgeldiniz, Bay Jackson Stefan.' Bu oda Jackson'a mı aitti?

"Gel." dedi Alistair dört kapaklı siyah gardıropa ilerlerken. En sondaki kapağı açtığında kıyafet görmeyi beklerken aşağı inen bir merdiven olduğunu fark ettim.

Alistair hızlı adımlarla merdiveni inerken peşinden gittim. Önümüze açılan büyük kapıyı aralayıp ışıkları yaktı Alistair.

Bembeyaz bir odanın içinde sadece rokete benzer siyah bir cihaz vardı ve direkt göze çarpıyordu.

"Bella," dedi Alistair duvara tıklayarak. Bir anda duvardan çıkan teknolojik sisteme karşı gözlerim yuvalarından fırladı.

Ben internetin bile çekmediği pasif bir kasabaya geldiğimi düşünürken nasıl bir teknoloji ve nasıl bir belanın içine girmiştim?

"Şimdi bu cihazın içine gireceksin. Sakın soru sorma. Cihaz seni uyutacak ve sen on dört yaşındaki Bella değil de, şimdiki halinle cenaze gününe gidip Jackson'a kapıyı açacaksın. Hızlı olmalısın. Ve unutma, Jackson gelse de gelmese de çan sesini duyduğunda bir şekilde kendini uyandırmalısın."

Söylediği şeylerin hepsini aklımda tutmaya çalışırken kafam iyice karışmıştı. Jackson'a hangi kapıyı açmam gerekiyordu? Ya da kendimi nasıl uyandıracaktım?

"Alistair, ben,"

"Sorman gerekenleri sonra sor. Jackson daha fazla orada durursa bu onun sonu olur."

Beynime saplanan sancıyla durdum. Sonu olur?

İçimde biriken o kadar soru vardı ki, hepsi alacaklı gibi kapıma dayanmışlardı ve ben patlamak üzereydim. Ne o cihaza girmek, ne de Alistair'ın dediklerini yapmak istemiyordum fakat yapmaktan da kendimi alıkoyamıyordum.

Jackson nerede olursa olsun ona çekiliyordum. Onu tekrar görmek istiyordum ve Alistair öyle konuşuyordu ki, sanki bu benim elimdeymiş gibi kendimi borçlu hissediyordum.

Yavaşca cihazın içine yattım ve Alistair cihazı kapattı. Etraftan gelen bunaltıcı hava uyumam için etrafımda baskı kuruyor gibiydi. Burası az önce oldukça soğuktu fakat şu an gelen sıcaklık beni mayıştırarak uykumu getiriyordu.

Saniyeler sonra gözlerimi kapatıp kendimi rüyanın içine atmıştım.

*

Cenazede ki insanların hepsini yok sayıp gözlerim Jackson'ı aradı. Nereye kaybolmuş olabilirdi? Daha sabah buradaydı.

Bir dakika. Uyandığımda rüya devam etmiyorsa Jackson'a ne oluyordu?

Cenazedeki siyah kalabalığı geçip ortaya geldim. Yoktu. Üstelik sadece Jackson değil, küçük Isabella'da yoktu.

Panik vücudumu ele geçirirken geç kalmış olmanın korkusu damarlarımdaki kanı köpürtüyordu.

Cenaze alanını geçip biraz ilerledim. Onunla konuşsam beni duyar mıydı? Rüyada iletişime geçebilir miydik?

Hayır.

Bu bölümde insanların haykırarak ağlamaları gerekiyordu fakat etrafımda ses yoktu. Sanki dublajmış gibi sadece dudaklar oynuyordu.

Daha dikkatli olmalıydım. Onu bulabilirdim.

Gözlerimi kapatıp tüm dikkatimi beynimde toplamaya çalıştım. Evet, Bella. Matematik sınavındaymış gibi davran. Bunu başarabilirsin. Bu konuda tecrübelisin.

Burnuma muazzam bir koku dolduğunda gözlerimi açtım. Bu okyanus kenarında esen rüzgarların tatlı esintisine benzeyen ferah kokuyu tanıyordum. Bu Jackson'ın kokusuydu.

Hızla cenazenin zıt kutbuna doğru koştum. Park kenarında kum havuzuna oturmuş kız çocuğu, sessizce ağlıyordu. Bu bendim. Bacaklarımı kendime çekip kapamı bacaklarıma gömmüş, babamın beni getirdiği son parkın kenarında sessizce ağlıyordum.

Fakat bu sefer sırtımı dayadığım birisi vardı.

Jackson, sırtını küçük Isabella'nın sırtına yaslamış, gözlerini kapatarak kafasını geriye doğru eğmişti. O kadar güzel duruyordu ki, eminim küçük Isabella onu fark etse ağlamayı kesebilirdi.

Ağır adımlarla yanına yaklaştım ve eğildim. Çok ağır nefes alıyordu.

"Jackson," İsmi dudaklarımdan müzik kutusu edasıyla dökülmüştü. Kaşlarını çattı. Yavaşca gözlerini açtığında aptal aptal sırıttığımı hissedebiliyordum.

Onunda dudakları benim gibi yana kıvrıldı. Ve tam o anda, beklenmedik bir şekilde doğrularak alnını benimkine yasladığında okyanus rüzgarının yatıştırıcı kokusu yoğunlaşmıştı.

Ona ayak uydurmaya çalışarak biraz ona sokuldum ve gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım.

"Gelmişsin," dedi fısıldayarak. Hâlâ sırıttığını hissedebiliyordum.

"Geldim," dedim onun gibi fısıldayarak. Kulağımı tırmalayan bir ses vardı. Bir çan gibi. Rüyada böyle bir ses olduğunu hatırlamıyordum, fakat şu an bulunduğum durum o kadar güzeldi ki buna aldırış etmedim.

Jackson burnunu benimkine sürttüğünde kalbim bir anda gümbürdemeye başladı. Bana çok yakındı. Kafamı biraz kaldırıp olmasını istediğim şeye imkân sağladım.

Dudakları bana iyice yaklaşmışken söylediği kelimeler aklımı karıştırdı.

"Isa, kapı," dedi fısıldayarak. Ne? Ne kapısı? Beni öpmeyecek miydi?

"Isa kapı kapanmak üzere. Koş," Hızla ayağa kalktığında gözlerim hâlâ kapalıydı. Yavaşca olanları anlamak için gözlerimi açtığımda, beni bileğimden tutup kaldırdı ve hızla çekiştirmeye başladı.

Onu ilk gördüğüm yere doğru koştururken neler olduğunu kavrayamıyordum. Onun hızlı adımlarına ayak uyduramayıp yere düşeceğim anda beni belimden kavrayıp kendine doğru çekti ve ikimizi birden şeffaf kapıdan içeri atarken, bedenlerimiz büyük bir boşluğa düşmüştü.

*

Bana,

Instagramdan ve twitterdan @nissgunes

hesabından ulaşabilirsiniz 🖤

Continue Reading

You'll Also Like

319 71 7
Aşk sadece anlıktır hayatta öyle... Yıllar, yalanlar, kaçışlar, gerçekler ve insanlar; yalan ve ölüm kokulu bir ülke, sırlar, korku, isimsizlik ben...
111M 4.5M 157
''Birlikte belanın içine batabileceğimiz kadar battık. Ve şimdi, seni bırakmayacağım... Benimle misin?'' --- Zeynep, kendini yeni okuluna başladığı...
TAKINTI By ❦

Teen Fiction

2.4M 44.6K 44
Efsan zorla evlendirilmekten kurtulmak için Mardin'den İstanbul'a kaçar. Ama yağmurdan kaçarken doluya yakalanacağını nerden bilebilirdi. İstanbul'u...
2.2K 822 28
Kitapta anlatılan her bir karakter yaşanmışlıkları olan içimizden biri. Bazı zamanlarda yolları sevdikleri ya da sevmedikleriyle birleşmiş ya da ayr...