POBEDA

Galing kay oliveandturtle

450K 39.7K 26K

İpek ve Atlas. İki ünlü dağcı, sıkı dost, hayata ve kadere ortak iki babanın çocukları. Sekiz yıl önce; dünya... Higit pa

Nefretin Başlangıcı
Özel Sebepler
Asla Asla Deme
Doğa Yürüyüşü
Darmadağın
Eğitilmez
Şarkı Listesi (YB Değil)
İddia
İntikam Planı
Oyun
Elma Bahçesindeki Ev
Kapı
Sorgulamalar
Düğüm
Karar
Sude'nin Gözyaşları
Domino Taşları
Utancın Külleri
Yaşattığının Bedeli
Seçilen Taraflar
Fırtınalı Bir Gece
Kendinden Vazgeçmek
Pobeda'nın Öncesi
Zirvede Bir Gece
Kaç Ya da Savaş
Elif'in Gözyaşları
Israrlı Bir Telefon
Bugün Çok Geç
Deniz Feneri
Zayıf Nokta
Bir Nikah Bir Cenaze
Yemin
Gidebilmek
Eninde Sonunda
Billie Jean
Veda
Eşik
Korkuları Aşmak
Köprü
Solstis
Pobeda I
Tarafsız Bölge
Oyun Dışı
Pobeda 2 (1. kısım)
Pobeda 2 (2. Kısım)
Son Oyun

Adalet Terazisi

7.4K 829 526
Galing kay oliveandturtle

Bölüm Şarkısı: Erdem Akın - İsimsiz Türkü (bu şarkıyı dinledikçe aklıma İpek'le Atlas geliyor diyen bergamotlucayy  'a teşekkürler 💕 sayende artık benim de)

Ağladıkça daha çok yanan, daha çok kanayan bir yarayı ıslatan gözyaşlarım sessizdi. Dilim suskun, yüreğimse bir yangın yeriydi.

Benim babam ölmüştü.

Ölüm ve kalım arasında incecik bir ipin ucuna tutunduğu yaşamını kendi elleriyle sonlandırmıştı. Yaşanabilecek sayısız güzel günlerimiz bir göz açımlık sürede imkansıza ulaşırken o sadece "Karımla kızıma onları çok sevdiğimi söyleyin." diyebilmişti. Nasıl? Bir insan nasıl olur da bir başkası yaşasın diye kendi canından vazgeçecek kadar fedakar olabilirdi? Bende bu sorunun bir cevabı var mıydı? Örneğin ben, çok sevdiğim o adam uğruna kendi canımdan vazgeçer miydim?

Kaderin yüzümüze alay edercesine güldüğü bir andı bu. Kendi kendime sorduğum sorunun cevabını babam vermişti çoktan. Benim babam, Atlas yaşasın diye kendi canından vazgeçmişti. Bir insan için iki ömür feda etmek çok fazla değil miydi? Ne kadar kıymetliydi Atlas? Babamı hayattan koparıp, annemi ve beni karanlık bir geleceğe mahkum edecek kadar kıymetli miydi?

Yaşananların Atlas'ın ağzından en acı halini öğrenmiş ve bugüne dek hiç taviz vermediği dürüstlüğüne inanmışken, Dorukan'ların babamın emanetlerine nasıl davrandıklarını düşünmek içimi çok acıtıyordu. Tam karşımda, kan çatağına dönmüş gözlerle bana bakan Atlas'ı sevdiğimi içimden bile söylemek ağırıma gidiyordu. Artık. Artık ağırıma gidiyordu. Bunca zaman anlatmasını istememe rağmen olacakları bilirmişçesine kaçtığım gerçeğim tüm acımasızlığıyla zihnimin duvarlarını yumrukluyordu. Her yük sahibine ağırdı, benim yükümse taşıyamayacağım boyutta hissettiriyordu bana. Allah dağına göre kar verirmiş diyenler, dilerim hiçbir zaman benim yaşadığım gibi bir ikilemle sınanmazlardı.

Derin bir nefes verip, ellerimi yüzümden, saçlarımdan geçirdim. Başım çatlarcasına ağrıyordu. Saç tellerim tek tek kökünden acıyordu. Bedenim amansız bir hastalığın pençesinde gibi bitkindi. Bakmaya dayanamadığım gözlerinden bakışlarımı çektim. Öne eğildim. Ellerimi birleştirdim.

"Şimdi ne yapacağız?" diye sordum.

Sustu. Sustu. Sustu. Dakikalar öncesine kadar buz tutmuş bir şelalenin çözülüp çağıldaması gibi yıllar yılı susmanın yükünü, hiç susmayacakmış gibi konuşarak atan Atlas, şimdiyse ölümüne susuyordu.

Beklediğim cevap gelmediğinde hafifçe başımı çevirip ona baktım. Tek elini yüzüne örtmüş, gözlerini kapatmıştı.

"Bir şey söylemeyecek misin?" dediğimde gözlerini araladı.

"Yeterince şey söylemedim mi sence de? Söylenecek daha ne kaldı?" dedi.

"Söyledin." dedim hak vererek.

"Beni asla affetmemeni gerektirecek kadar suçluyum."

Atlas, tırmanışa gittiklerinden beri babasını desteklediği her kararının bu ölümcül sona ulaşmalarına sebep olduğunu ve dolayısıyla babamın ölümünde kendi suçunun olduğunu düşünüyordu. Cigit dönüşü babamı Khan Tengri'yi atlayarak Pobeda'ya gitmek konusunda ikna etmese, belki bu kaderi yaşamayacaklardı. Babasının parmak uçları donduğunda bunu gizlemeye ortak olmak yerine babama söylese, Pobeda'da yarı yoldan döneceklerdi ve belki de babam bugün hayatta olacaktı. 5. kamptaki mağarada babamla konuştuktan sonra kendi babasını kurtarmaya çalışmak yerine geri dönüşe geçmeyi tercih etse, bugün babam yine hayatta olacaktı. Verilmiş pek çok karar, gerçekleşmemiş pek çok olasılık vardı. Biri dışında hiçbiri yaşanmadığı için, diğerlerinin bugünkü olası sonuçları hakkında kesin konuşmak imkansızdı. Sadece şunu söyleyebilirdim; Atlas, babamın tutunduğu ipi kesen kişi değildi. Babama bu fedakarlığı yapması için o çakıyı veren kişi de değildi.

Babam kendi ipini keserek canından olmasa muhtemelen bugün üçü de ölmüş olacaklardı.

İçimdeki adalet terazisinin kefeleri bir aşağı bir yukarı sallanıyor, babamın ölmüş olduğu gerçeği geri kalan herşeyi hükümsüz kıldığından, orta noktayı tutturamıyordu.

"Baban kadar değil." dedim.

İtiraz etmedi.

"Timur amcanın kızı olduğunu bilsem..." dedi. Kan çanağı gözlerinde beni sarsan bir şekilde yaşlar öbeklendiğinde onun da benimki kadar korkunç bir ikilemi yaşadığını anladım. Babamın kızı olduğumu bilse bana asla yaklaşmayacağını söylemek istiyordu. Yaşanan bunca şeyin ardından benden uzak duracak kadar erdem gösterebileceğini söylemek istiyordu. Bu belki de babamın hatırasına olan saygısından olurdu, belki de vicdan azabından ama şu kesindi ki, Atlas beni gerçekte kim olduğumu bilerek tanısaydı biz diye bir şey olamazdı. Yaşadığımız hiçbir şeyi yaşamaz, birbirimizle savaşmaz, hiç sevişmez, aşkla bakmaz, gülmez, kalplerimizi bu kan revan yola hiç sürmezdik. Şimdi sevmediğini söylüyorsa da, bir zaman önce sevmişti beni. Fakat bilseydi sevmezdi, uzak dururdu benden. Bense onun kim olduğunu bile bile yapamamıştım, kendime engel olamamıştım. Çok utanıyordum. Bu yüzden devamını getirmesini istemedim.

"Boşver." dedim. "Haklısın sadece. Ben... çok büyük bir yanlış yapmışım senin hayatına girmekle. Öylesine yanlışmış ki...sorup öğrenebileceğim halde, körü körüne kapıldığım bir intikam uğruna gözümü gerçeklere kapatmayı seçmişim. Biz asla bir araya bile gelmemeliymişiz. Seni tanımadan, yaşadıklarının ucunu bucağını bilmeden, hükümler vermişim kendi kendime, yanılmışım. Gerçi hükümlerim de değişti zamanla, sen değiştirdin hepsini. Yalan değildi yaşadığımız hiçbir şey, kapıldım gittim rüzgarına ama tabi bu yola çıkış amacımı değiştirmiyor. Haklısın sen. Haklısın çünkü ben bu şehre, bu okula, senin hayatına tek bir sebeple girdim. Kendimi haklı bulmuyorum ama çok da yaralıydım. Geri dönüp bakıyorum kendime, çok öfkeli bir kız çocuğu görüyorum. Yaşadıklarıyla kendini bir bıçağı bileyler gibi bileylemiş. Şimdi o bıçakla sevdim dediklerine zarar veriyor. Keşke sevmeseymişim seni. Böyle sevgi olmaz olsaymış gerçekten... keşke... keşke..." Cümlemi yeniden boğulduğum gözyaşlarım kesti. Atlas dokunmadı bile bana, ağlamaktan gözlerimi bile açamadığım bir süre boyunca derin derin nefesler aldığını duyabildim sadece.

Biraz olsun kendimi topladığımda tekrar yüzüne baktım. An be an yaşadığı yıkıntının izlerini taşıyan güzel yüzü kederle çarpılmıştı. Bir rüzgardı o... kapılmıştım evet, hem de ne kapılmak! Sonbaharda kurumuş bir yaprak gibi dalımdan kopmuş, onun peşi sıra bilmediğim tanımadığım diyarlara sürüklenmiş, kendime hiç dur dememiş, parçalana parçalana, kapıldığım rüzgarın ellerine teslim etmiştim kaderimi. Şimdi aynı rüzgar beni kendisinden fersah fersah uzaklara savuruyordu.

"Bana haklısın deyip durma. Haklı olmak istemiyorum." dedi. "Çok mahcubum sana karşı. Anlamıyor musun bunu?"

"Anlamamışım." dedim fısıldarcasına.

"Senin baban ben yaşayayım diye canından oldu. Benim sana bundan büyük zararım dokunabilir mi? Hala sevmekten bahsedebiliyorsun. Bahsetme bile. Hak etmediğim bir sevgiyi istemiyorum senden. Bir kızgınlık anında senden nefret ettiğimi söylediğimi de unut, etmiyorum aslında. Buna da hakkım yok çünkü. Seni ne sevmeye ne de nefret etmeye hakkım yok benim. Senin sevgin beni ezer, sana da ağır gelir taşıyamazsın duyduklarından sonra."

Tam olarak düşündüklerime, hissettiklerime tercüman olan cümlelerinden sonra artık akmaktan kurumuş olması gereken gözyaşlarım bir kez daha çeperlerini zorladı. Yutkundum. Haklıydı. Haklıydı. Haklı olmak istemese de çok haklıydı fakat haklılığı bu yıkımı yavaşlatmıyordu.

Atlas ilk kurduğunda kulağa zalimce gelen, oysa şimdi başladığımız yere döndüğümüzü düşündüren o cümleyi kurdum. Ona,

"Nasıl bitireceğiz?" diye sordum.

Dudaklarını büzerek omuz silkti.

"Sen nasıl istersen?"

"Senden hiçbir şey istemiyorum."

"Tamam İpek tamam. Bunu açıkça dile getirdin zaten."

"İnanmıyorsun ki sen bana."

"İnanıp inanmamamın bir şeyi değiştirmeyeceğini söylemiştim."

Kafamı salladım. "Tunç'un elinde ne gibi kozlar var bilmiyorum." dedim.

Katılaşan ifadesini saklamaya gerek görmedi. Söyleyeceğini söylemekte de tereddüt etmedi.

"Tunç'un elinde bir tek sen varsın." dedi. Şaşkınlıktan ağzım açık kaldı.

"Ama nasıl olur? O bana dedi ki, yıllarca ilmek ilmek örmüş planını. Artık istediğini yapabilirmiş sana. Sen kendin bile onun babasının yani Korhan Alkan'ın, istihbaratta çalıştığını söylemiştin. Ve ben onunla bir anlaşma yaptım. Sana zarar veremesin diye, istedim ki, babana ne olacaksa olsun ama sana bir zarar gelmesin."

"Anlaşmanın koşulları neydi peki?"

"Ben sana herşeyi anlatıyordum. Sen beni affedersen Tunç sana dokunmayacaktı."

Daha ağzımdan çıkanı kulağım duyduğu anda Tunç'un benimle nasıl dalga geçtiğini anladım. Yüzümdeki ifadeyi gören Atlas'da halime acımış olacak ki, bir tur da kendisi dalga geçebileceği halde yapmadı bunu. Tunç'un elinde oyuncak oluşum nereden bakarsan bak gurur kırıcıydı. Beni Atlas'la konuşmamı kendisi istediğine inandırmıştı ve sanki bir lütufmuş gibi bunu kendi istediği zaman yapmaya mecbur kılmıştı. Elindeki en önemli koz gerçekten bensem, kim olduğumu onun istediği zaman açıklamam bana değil bir tek onun çıkarlarına hizmet ediyor olacaktı. Atlas'ın beni affetmesi fikri ise nereden bakarsan bak komikti çünkü herkes eteğindeki taşları döktüğünde Atlas'ın beni affetmesi kadar benim de onu affetmem gerekeceğini biliyor olmalıydı. Üstelik ikimizi de bu enkazın altından kalkamayacağımızı bilecek kadar tanıyordu. Tam olarak aptal kafamı duvarlara vurmam gereken noktadaydık.

Atlas, sessizlikte geçen zamanın yıpratıcı iç yargıları körüklediğini bilircesine, Tunç'la yaptığım anlaşmayı hiç duymamış gibi devam etti.

"Hiçbir zaman Tunç'a güvenip de ondan gerçekten yardım istemedim. Babamın açık verdiği bir konuda istihbarat için çalışan birine güvenmem söz konusu değildi. Babamın, Korhan Alkan'a borçları var. Daha babamla çalışmazken bile biliyordum çünkü beni Tunç'a karşı dikkatli olmam konusunda uyarmıştı. Sonrasında da onlarla işbirliğini bu yüzden yaptım. Dostunu yakın düşmanını daha yakın tut, diye bir söz vardır. Bilirsin belki."

Zekasına şapka çıkarmam gerekiyordu ama şaşkınlığımı üstümden atamıyordum.

"Elinde belgeler olduğunu söylüyor." dedim.

"Hepsi değiştirilmiş. Gerçek değil. Anlamıyor muydu yoksa anlıyordu da arada kazayla belki gerçek bir balık yakalarım diye salağa mı yatıyordu bilmiyorum. Ta ki sen kendi isteğinle onun avucuna düşene kadar."

"Nasıl?" dedim şaşkınlıkla.

"İntikam isteğiyle Kaya'ya gittiğinde, onlara arayıp da bulamadıkları fırsatı vermişsin. Tunç'un elinde her ne varsa bu seninle ve babanla ilgili. Tam boyutlarını bilmiyorum ama hasar verebilir, o kadarı doğru."

"Senin başına bir şey gelmesin diye yaptığım pazarlıkların ne kadar salakça olduğunu görebiliyorum. Ne zaman sana anlatmak istesem bir yolunu bulup engel oldular. Neden susturulmam gerektiğini daha iyi anlıyorum şimdi."

Onayladı. "Kurulu bir oyuncak gibi seni oyuna sürmüşler. Tabi ki en önemli kozlarının patlamasına izin vermezlerdi."

En önemli koz bendim. Fırtınada bir toz zerreciği olduğumu sanarken ben aslında fırtınanın kendisiydim.

"Görememişim."

"Görememişsin."

Ellerimi yüzüme kapattım.

"Çok aptalmışım."

"Kendine haksızlık etme. Benim kadar değilsin." dedi. "Beni başarıyla kandırdın ve bu, yaptıklarını haketmediğim anlamına gelmiyor." Doğru, dedi içimde bir ses. Babasının bize yaptıklarını biliyor muydu yoksa ben anlattığımda mı öğrenmişti? Bunu sormak istiyordum ona. İçimdeki adalet terazisinin çığrından çıkmadan nihayet durulmasını bir tek bu soruya vereceği yanıt sağlayabilirdi. Fakat o, "Bir tek sen değilsin üstelik." dediğinde, sorumu geri plana attım.

Gözlerim birer soru işareti halinde gözlerine baktım.

"Annem de bu işin içinde." diye açıkladı.

Yeni bir hayretin pençesinde herhangi bir yorum yapamadım.

"Seninle konuştuğunu biliyorum." diye devam etti. "Bana söylemediğin için sana kızamadım çünkü aile meselelerine karışmak istemediğini düşünüyordum. Sanki kendi fikrinmiş gibi sürekli bana gidelim diyordun, bunun senin hayalin olmadığını biliyordum yine de iyi niyetine yordum."

"Seninle gitmeyi ve herşeyden uzaklaşmayı gerçekten istediğim zamanlar oldu." dedim. Artık anlamsızdı biliyordum. Yine de söylemiştim.

"Biliyorum." diyerek içini çekti ve sonra bir itirafı dile getirircesine mırıldandı. "Benim de."

Kimin geçmişiydi bu bilmiyordum, benimki olamayacak kadar yabancı hissediyordum artık yaşananlara.

"Ama annen senin kötülüğünü istemiyordu." dedim. Sude Dorukan şu hayatta savunmayı isteyeceğim en son insan bile değildi. Sadece Atlas'ın annesinin de onun arkasından iş çevirdiği fikrine kapılmasını istemiyordum. "Annenin bu işlerle bir ilgisi yok." dedim.

Buruk bir ifadeyle güldü.

"Annem muhtemelen senden bile daha çok bu işin içinde İpek. Gözlerini açmaktan yoruldum. Resmen beni nasıl daha çok yıkabileceğini kendi ellerimle göstermemi istiyorsun." Kafasını iki yana salladı. Bence de bu zekayla bu oyuna atılmış olduğuma ben bile inanamıyordum an itibariyle. Kim ne yöne isterse o yöne çekilmiştim. Şimdiyse Atlas'ın merhameti miydi bu yoksa dürüstlüğü müydü bilmiyorum, kimsenin yapmadığı şekilde gözlerimi açan oydu ve bana anlattığı her detayla kendisini bile bile yaraladığını görebiliyordum.

"Kaya, birkaç sene önce, kız kardeşinin babamla olan geçmişini öğrendiğinde ilk olarak anneme gitmiş. Annem, babamın gayri meşru bir çocuğu olduğunu ondan öğrenmiş. Günün birinde babamın sonunu getirmek isteyen bu insanlarla senden çok daha önce bir anlaşma yapmış. Tıpkı senin yapmaya çalıştığın şekilde beni korumak karşılığında onlara yardım etmeyi kabul etmiş."

"Zaten hiç sevmiyor, çocuk meselesini duyduğunda babandan boşanmayı düşünmemiş mi?"

"Babam buna fırsat vermiyor. Onların aralarındaki ilişkiyi sorgulamayı çok zaman önce bıraktım."

"Peki gayri meşru çocuğun kim olduğunu biliyor muymuş?"

"Bilmiyorum."

"Sen biliyor muydun?"

"Ben dün gece senden öğrendim."

"Annen, Kaya'yla anlaştığına göre Kaya ölünce planı geçersiz kalmış olmalı ama benden yardım istediğinde Kaya henüz hayattaydı. Ve çok çaresiz görünüyordu." dedim anıların izini sürerek.

"Annem muhtemelen Kaya'dan değil, Kaya'dan daha güçlü ancak Kaya'yla aynı amaca sahip birinden yardım istedi. Fakat işlerin istediği gibi gitmeyeceğini, karşı tarafın anlaşmaya sadık kalmayacağını, Kaya'nın ölümünden önce anladı. Bu yüzden çaresizce bana git ve geri dönme demeye başladı. Yetmedi sana ulaştı. Senden medet umdu."

Duyduklarımın şiddetinden kulaklarım uğuldamaya başlamıştı.

"Kim?" dedim ilk anda düzgün cümle kurmayı beceremeyerek. Kendimi topladım. "Kaya değilse kimden yardım istemiş olabilir?"

Atlas gerçeği sakınmadı.

"Korhan Alkan'dan."

"Emin misin bundan?"

"Dün geceye kadar değildim. Şu an eminim. Dün geceye kadar Kaya Korkut'la Korhan Alkan arasında nasıl bir bağlantı olabileceğini anlayamıyordum. İkisinin de babamdan maddi konulardan ötürü çıkarı vardı, tamam ama Kaya'nın hikayesi çok eskide kalmıştı, güncel olarak yeniden savaş açmasını bir türlü anlamlandıramıyordum. Sen Tunç'un babamın gayri meşru çocuğu olduğunu söylediğinde taşlar yerine oturdu. Kaya onun dayısı, Korhan'sa üvey babası. Ve annemin Kaya'yla işbirliğine girdiği yol onu ister istemez herşeyin başı olan Korhan'ın karşısına çıkarmış olmalı."

"Nereden biliyorsun bunu?"

"Babam, annemi takip etmek üzere birini tutmuştu. Yakın zamanda Alkan Holding'ten çıkarken çekilmiş görüntüleri var." Artık etikmiş değilmiş sorgulamıyordum bile.

"Annenle yüzleştiniz mi bu konuda?"

"Babama göstermedim ben görüntüleri. Kendim yüzleştim, evet." dedi usulca. Fakat anlayamıyordum.

"Ne zaman?"

"Everest yolculuğuna çıkmadan önceki gün, ziyaretine gittiğimde."

"Ben annenle ve babanla birlikte görüşerek vedalaştığını zannetmiştim."

"Annem ve babam kim bilir kaç senedir birlikte bile yaşamıyorlar. Döndüğüm gün sana herşeyi anlatmak istediğimi söylemiştim. Hatırlıyor musun?"

Hatırlıyordum. Karşısında dilimi yutmuş gibi sustum. Benim yerime o devam etti.

"Anneme bunca zaman neyin peşinde olduğunu bildiğimi anlattım. Buna karşılık babamın öleceğini benim bu yüzden babama yardım ettiğimi açıkladım. Yanlış tarafta olduğunu bilmesi gerekiyordu. Tarafsız olması bile yanlış tarafta olmasından iyiydi. Yaptıklarını inkar etmedi, anlattıklarımı ağlayarak dinledi. Everest'e gidip de bir daha geri dönmemem için yalvardı bana."

"Neden döndün?" dedim, nefes alma yeteneğinden yoksun olduğumu düşündüren soluksuz bir solukta.

"Neden döndüğümü biliyorsun." dedi gözlerini kaçırmadan doğruca gözlerimin içine bakarak. Beni onun karşısına İpek Öztürk olarak çıkışıma binlerce kez pişman edercesine bakıyordu. Sorgulamalar geride kalmıştı artık, yargılamalar bile söze dökülmüyordu ve ben artık ne İpek Öztürk ne de İpek Özgen olmaya katlanamıyordum.

"Şimdi ne olacak?" diye sorduğumda gelen aramanın belirtisi olarak telefonunun ışıldayan ekranını işaret etti.

"Geriye bir tek Tunç'un tarafsız bir sahada görüşme davetini kabul edip, sunacaklarını dinlemek kaldı. Geceden beri beni sana zarar vermemem için tehdit edip duruyor. Sen de telefonuna bir bak istersen. Ortağın önemli bir şey söylüyor olabilir." dedi.

Tunç'un beni Atlas'tan korumaya çalışması, onu bırak Atlas'ın bana zarar verebileceğini düşünmesi bile içimi acıtıyordu. Daha düne kadar sarıldığım göğsünde nefes alışverişlerini  dinleyerek uyuduğum adam benim huzurlu sığınağımdı. Şimdi neyimdi artık ben de bilmiyordum ama hiçbir şeyi bilmediğim kadar, Atlas'ın bana zarar vermeyeceğini biliyordum.

"Tunç'un söyleyeceği hiçbir şeyi duymak istemiyorum." diye kestirip attım. "Ama seninle geleceğim. Ne zaman görüşmek istiyor?"

Yeni günün ilk ışıklarını evin içine sızdıran cama doğru baktı.

"Bugünün herhangi bir saatinde." dedi çok yorgun ve biraz da dalgın bir ifadeyle. "Uykusuz bir gece oldu. Öncesinde birkaç saat uyu istersen."

Ipagpatuloy ang Pagbabasa

Magugustuhan mo rin

147K 7.5K 17
Tüp bebek merkezinde tüplerin karışması sonucu kocası yerine hiç tanımadığı bir adamdan hamile kalmıştı Mahru. #1İhanet/24.5.2024 #1Mahru/24.5.2024 #...
294K 18.8K 48
Ölen bir lider ve koltuğuna geçen varisi... En iyiler: #1 - b×b #1- gay #1- boyslove #2 - lgbt #2 - mpreg #2 - interseks #6 - bl #5- eşcinsel
2.4M 106K 71
Bu imkansızdı işte ... "" Sözlüyüm ben ."" Dedi Havin . Cesur'un ise Havin'in bu tavrı hoşuna gitmişti. Her ne kadar ondan uzakta yaşamış olsa da Hav...
348K 29.1K 32
Ay'a Sığınan Meftun II Gül'ün hikayesi. 26 Mart 2018. 00.59