NOKSAN | ✓

By celestial_bones

404K 15.1K 2.6K

O, bir kraliçeydi; hayran kaldığım ancak asla ulaşamadığım. Güzeller güzeli, fakat acımasız olan, beni gidişi... More

[ Bölüm Bir: Kâğıtlar]
[ Bölüm Üç: Aslan ]
[ Bölüm Dört: Hız ]
[ Bölüm Beş: Tesadüf ]
[ Bölüm Altı: Güller ]
[ Bölüm Yedi: Zebani ]
[ Bölüm Sekiz: Rubik Küp ]
[ Bölüm Dokuz: Alevler ]
[ Bölüm On: Yabancı ]
[ Bölüm On Bir: Düş ]
[ Bölüm On İki: Salıncak ]
[ Bölüm On Üç: Sitrin ]
[ Bölüm On Dört: Karanlık ]
[ Bölüm On Beş: Bulutlar ]
[ Bölüm On Altı: Düşman ]
[ Bölüm On Yedi: Kibir ]
[ Bölüm On Sekiz: Bay Resmiyet ]
[ Bölüm On Dokuz: Yapmacık ]
[ Bölüm Yirmi: Kural Tanımaz ]
[ Bölüm Yirmi Bir: Küçük Kalp ]
[ Bölüm Yirmi İki: Gerçekdışı ]
[ Bölüm Yirmi Üç: Pembe Dizi ]
[ Bölüm Yirmi Dört: Kireç ]
[ Bölüm Yirmi Beş: Minnettar ]
[ Bölüm Yirmi Altı: Bilmece ]
[ Bölüm Yirmi Yedi: Şenlik ]
[ Bölüm Yirmi Sekiz: Paha Biçilmez ]
[ Bölüm Yirmi Dokuz: Yoldaş ]
[ Bölüm Otuz: Söz ]
[ Bölüm Otuz Bir: Büyü ]
[ Bölüm Otuz İki: Baskı ]
[ Bölüm Otuz Üç: Gazap ]
[ Bölüm Otuz Dört: Strateji ]
[ Bölüm Otuz Beş: Büyük Gün ]
[ Bölüm Otuz Altı: Cevher ]
[ Bölüm Otuz Yedi: Panik ]
[ Bölüm Otuz Sekiz: İyi ]
[ Bölüm Otuz Dokuz: Çilek ]
[ Bölüm Kırk: Teklif ]
[ Bölüm Kırk Bir: Takdire Şayan ]
[ Bölüm Kırk İki: Şehrin Soytarısı ]
[ Bölüm Kırk Üç: Kist ]
[ Bölüm Kırk Dört: Şehrin Prensesi ]
[ Bölüm Kırk Beş: Soysuz ]
[ Bölüm Kırk Altı: Affedilmez ]
[ Bölüm Kırk Yedi: Başkaldırı ]
[[FİNAL] Bölüm Kırk Sekiz: Cadı Avı ]
[ YAZARDAN FİNAL NOTU ve İKİNCİ HİKÂYE BİLDİRİSİ ]
[ Şarkı Listesi ]

[ Bölüm İki: Paranoyak ]

32K 1.1K 175
By celestial_bones

ÖNEMLİ NOT: Merhaba arkadaşlar, yorum ve oylarınız benim için gerçekten çok değerli, ancak bir önceki bölümde söylediğim gibi, yorum yaparken kendi hikayenizin reklamını ASLA ama ASLA yapmayın. Hikaye reklamı yapanları kayıtsız şartsız engelliyorum. 

Multimedya: Ecrin Karayel

İyi okumalar dilerim ^^

Şarkı: Tender - Smoke 

[ Bölüm İki: Paranoyak ]

Birinci yarı bitmişti ve ben arkadaşlarımın yanına dönmeyi hiç olmadığı kadar istiyordum. Yanımda oturan Sarp basket maçını izlemekten öte çok sık düşüncelere dalıp gidiyordu ve bu yüzden onunla konuşamıyordum, zaten konuşmamı istediği şüpheliydi.

Sahaya baktığımda sahanın bomboş olduğunu gördüm, devre arasına girmişlerdi, bu demek oluyordu ki arkadaşlarımın yanına dönebilecektim.

Hızla yerimden kalktım ve gözünü sahaya dikmiş olan Sarp'a, "Şey... Sarp, ben gidiyorum," dedim.

Sarp başını sallamakla yetindi, mavi gözleri hala basketbol sahasının zeminindeydi. Kolejdekilerin hepsinin aynı olması konusunda yanıldığımı fark ettim çünkü Sarp farklıydı. Okulu adına hiç tezahürat yapmamıştı ve bana acımayarak -hatta ablamın konusunu bile açmadan- iki çift laf etmişti. Gerçi kız kardeşi Serap'ın da normal olduğu söylenemezdi. 

"Tamam, öyleyse sonra görüşürüz," diye mırıldandım. 'Sonra görüşürüz,' demem pek doğru değildi çünkü hem bir daha görüşeceğimizi düşünmüyordum hem de bana telefon numarasını bile vermemişti. Benim numaram cebine tıkıştırdığı kâğıtta yazıyordu, bunu fark etmiş olmalıydı, yine de beni arayacağını düşünmüyordum.

Sarp, kendi halinde takıldığından ötürü bende merdivenleri ikişer ikişer aşağı indim. Karşıya baktığımda Bade, Tayfun ve İpek'in benim yokluğumdan pek etkilenmemiş gibi gülüşüp şakalaştıklarını görmemle adımlarımı hızlandırdım. 

Mavi basketbol sahasına indiğimde biri kolumdan çekti, ilk koç sandım ama arkamı döndüğümde kolumu çeken kişinin Amas olduğunun farkına vardım. Yeşil gözlerini gözlerime dikmişti ama ben ona bakmak yerine beyaz spor ayakkabılarına bakmayı tercih ediyordum. Neredeyse dört aydır konuşmuyorduk ve konuşmamak için elimden geleni yapıyordum fakat Amas ne zaman beni görse iki çift laf etmek için duruyordu, bense konuşmasına fırsat vermeden firar ediyordum.  

"Ecrin, iki dakika konuşabilir miyiz?" diye sordu. 

Sahada biz dışında başka kimse olmadığından dolayı fazlasıyla dikkat çektiğimizi anlayınca istemeye istemeye "Tamam, ama sadece iki dakika," dedim. 

Küçük çocuk misali beni kolumdan tuttuğu gibi duvarla aynı renk olan beyaz bir kapının önüne getirdi, kapıyı açmasıyla derin bir karanlıkla karşılamamız bir oldu. Karanlıkla aram hiçbir zaman iyi olmamıştı, çünkü arkamdan birinin beni iteceğini, sonsuz bir boşluğa kapılacağıma dair durdurulamaz bir inanca sahiptim. Zira karanlıkta insanlar yeniden biçimlenirdi, eşyalar anlamını kaybeder, aydınlığın aksine daha tehlikeli, bambaşka ifadelere sahip olurdu. 

Sesimin titremeden çıkmasına için özen göstererek "Işığı açabilir misin?" diye sordum.

Amas karanlıktan az çok korktuğumu bildiğinden ışığı hiç sorgulamadan açtı ve kapıyı sessizce kapadı. Işığın açılmasıyla odanın beden eğitimi için olan malzeme odası olduğunu anlamam uzun sürmedi. Koyu kahverengi ahşap raflarda tenis raketleri, çeşitli boyutlarda ve şekillerde toplar, inmiş birkaç tane basketbol topu vardı, karşılıklı rafların son katındaysa karton kutular bulunmaktaydı, bunlar hariç oda neredeyse boştu. 

Amas'ın ne diyeceği zerre kadar umurumda değildi. Umurumda olan tek şey onun yanından ayrılmaktı. "Hadi ne söyleyeceksen söyle. Arkadaşlarımın yanına gitmeliyim," dedim aksi bir sesle.

Sıkıntıyla iç çekti. "Dört aydır neredeyse hiç konuşmadık. Sohbet etmek istedim, çok mu?"

'Çok, seni fırsatçı,' demek istesem de demedim. Göz teması kurmamaya çalışıyordum ama ciddi olduğumu belirtmek için bakmam lazımdı; bundan ötürü gözlerimi beyaz tavandan alıp doğrudan yeşil gözlerinin içine yönelttim. "Sadede gel," dedim buz gibi tonla. 

Amas benim bu hareketlerime karşın bir of çekti ve "Caner şehre gelmiş," dedi.

Dediklerinin şoku beni olduğum yere yapıştırmıştı; beş aydır duyduğum en kötü haberlerden biriydi bu. O gece olanlardan sonra onu bir daha görmeyeceğimden, en azından gözüme gözükmeyeceğimden o kadar emindim ki şehre dönebileceğine dahi kafa yormamıştım.

Konuşmayı başarabildiğimdeyse ağzımdan çıkan tek bir sözcük olabildi: "Ne?" 

"Ecrin sen iyi misin? Alıştıra alıştıra söyleseydim böyle olmazdı," diye huysuz huysuz söylendi Amas.

"Sen nereden biliyorsun geldiğini?" diye sordum. İçimden, lütfen doğru olmasın, lütfen, diye dua ediyordum, çünkü Caner, insanın yemek istediği, ancak tadına baktıktan sonra zehirli olduğunu öğrendiği bitkilere benziyordu; başta güzeldi, ondan sonra ölümcül. 

"Bilirsin, şehirde çok fazla bağlantım var," dedi ve çarpık bir gülüş attı.

Konu Caner olunca esprileri kaldıramıyordum ve Amas'ın bu davranışı karizmatik gelmediği gibi çok itici gelmişti. Ona öfkeli bir bakış atıp "Şakanın sırası değil," dedim.

Amas gözlerini benden kaçırdı, ne söyleyeceğini düşünüyormuş gibi bir hali vardı. Başını öne eğdiğinde dalgalı kızıl saçlarının terlediğinden dolayı hafif ıslak olduğunu, üstündeki siyah kırmızı basketbol üniformasının da ona yapıştığını gördüm, bu hali kaslarını belli ediyordu. Amas yakışıklıydı ama beni cezp etmiyordu. O gecenin aksine.

Sonunda kendince doğru kelimeleri seçip konuştu. "Amber herkesi avucunun içine alır," dedi sıkıntılı bir şekilde.

Amber, Amas'ın kız kardeşiydi. Tıpkı ağabeyi gibi kızıl saçları, yeşil gözleri vardı, güzel bir kızdı. Güzelliğiyle her erkeği elinde oynatırdı, bunu biliyordum ama Amas'ın ne demek istediğini tam olarak çözebilmiş değildim. 

"Onla sevgili olduğunu söyleme bana!" diye bağırdım.

"Kız kardeşimi kontrol edemem," diye omuz silkti.

"En azından onun belalı biri olduğunu söyleyebilirdin!"

"Amber, kötü çocuklardan hoşlanıyor. Ne yapmamı beklersin?" diye bana karşı çıktı. 'Kötü çocuk' kelimesini alaycı bir tavırla söylemiş, Caner'i küçümsediğini belli etmişti. 

Önceden bende onun gibiydim, hiçbir şeyi kafama takmamış, ablamın göz göre göre onunla çıkmasına laf etmemiş, Caner'i dediği gibi çakma biri olarak görmüştüm. Fakat zannettiğimden daha tehlikeli biri olduğunu ancak ablam kaybolduktan sonra anlayabilmiştim. 

Caner'in bu işin içinde olduğuna adım gibi emindim ama hiçbir şey yapamıyordum. Sırf onu sorgulamak için polis veya dedektif ya da sadece Caner'den daha güçlü biri olabilirdim.

Amber'in nasıl böyle bir şey yapabildiğini merak ediyordum. Kız, kendini üzerinde "TEHLİKE" yazan çukura atmıştı ve eğer biri ona yardım eli uzatmazsa orada boğulup gidecekti.

"Bir ay sonra kız kardeşin gizemli bir şekilde ortadan kaybolursa benden değil," dedim sinirli sinirli.

"Amber, denize girse topuğu ıslanmaz. Caner'in ona bir şey yapacağını sanmı..."

Anında sözünü kesip "Saçmalama! İplerin sende olduğunu sanırsın ama bir bakarsın sen sadece Caner'in yönettiği bir kuklasındır!" dedim öfkeyle.

"Ecrin, abartıyorsun," dedi kollarını göğsünde kavuşturarak.

"Abartmıyorum! Ben bunları yaşadım, sen değil!" 

"İçin rahatlayacaksa söyleyeyim üniversitesine bu hafta sonu dönecek. Kız kardeşim için geldi, senin ya da başka biri için değil." Amas'ın benim ani çıkışlarımdan sıkıldığını görebiliyordum.

"Bu daha kötü! Sadece kız kardeşinle ilgilenecek ve bir bakmışsın ortadan kaybolmuşlar!"

"Paranoyağın tekisin, Ecrin," dedi başını iki yana sallayarak.

"Bunun paranoyaklık ile uzaktan yakından ilgisi yok. Bu bir gerçek!" Çıldırmak üzereydim, Amas hem bunu bana söylüyordu hem de paranoyak olduğumu iddia ediyordu.

Bir şey söylemesine izin vermeyerek, "Amber'in Caner'den ayrılacağı konusunda bana söz ver," dedim.

"O kendi başının çaresine bakar," diye cevap verdi.

"Peki, sen öyle san," dedim ve hızla kapının kulpuna uzandım. Amas aramızdaki mesafeyi kapatarak beni kapıdan uzaklaştırdı ve kendine doğru çevirdi. Ona o geceden beri ilk yakınlığımdı ve bu, benim anında buz kesmemi sağlamaya yetmişti.

Onun için her şey, benim için olduğundan daha basitti; Amas istemediği bir olayı yaşadığında, ileride pişman olacağı bir şeyi yaptığında o günü bir defter sayfasını koparıyormuşçasına çeker, dörde katlar ve yerini her zaman bildiği fakat gerektiği zaman kullanacağı kilitli çekmecelerinden birine koyardı. Amas gibi davranmayı denemiştim, fakat zannettiğimden daha zor olduğunu öğrenince bununla yaşamak dışında bir yol bulamamıştım. 

Bir süre boyunca ikimizin arasında gergin bir sessizlik oldu. Bu sessizliğe son vermek amacıyla, "Maç başlamıştır şimdiye," dedim.

Başını salladı ve "Caner'in şehre geldiğini söyleme sebebim Amber değildi. Bunu söyledim çünkü bilmeni istedim," dedi. Kapıyı ardına kadar açarak dışarı çıktı.

Bilmemi istemişti ama Caner konusunda ne yapabileceğimden ben dahi emin değildim. Onu silah zoruyla konuşturamazdım, sorgulama veya özel hayata müdahale diye bir hakkım da yoktu. Zeki ve sinsice bir plan kurup ağzından kelimeleri almam mı gerekiyordu?

Aklıma ciddi anlamda hiçbir şey gelmiyordu, hem gelse dahi uygulamak için cesaretimin olup olmadığından emin değildim.

& & &

Uzun ve yorucu bir günün ardından evdeydim. Tüm gün Amas'ın sevgilisi Mehtap'ın bakışlarına, derslere ve kendi düşüncelerimle olan savaşıma katlanmıştım. Ve belki de içlerinden en beteri, Caner'in şehirde olduğu gerçeğiydi.

Ayakkabılarımı çıkarıp mutfağa girdim. Babamın yeni yaptırdığı mutfak dolaplarını geçerek buzdolabına yöneldim. Buzdolabında boş denecek kadar az şey vardı: Bir kutu süt, kim bilir kaç yüzyıl önce yapılmış kuru fasulye denemeyecek kadar iğrenç bir şey, son kullanma tarihi geçmiş ketçap, biraz biber ve domates...

Daha önce buzdolabına böylesine dikkatli bakmadığımdan evdeki kıtlığı şimdi daha iyi anlıyordum. Kaç gündür kardeşim Enver'le dışarıdan yemek istiyorduk ve hepsini bitiremediğimizden geriye kalanlarla birkaç gün daha geçiniyorduk, dolayısıyla buzdolabına bakmak aklımızın ucundan bile geçmemişti. Annem de benim gibi dünya ile ilgisini kestiğinden yemek yapmaya zahmet bile etmiyordu; şu sıralar ne yediğini gerçekten merak ediyordum.

Ayrıca annem hakkında o kadar çok az şey biliyordum ki, bazen annemin tarih öncesi devirlerden kalma, arkasında sevdiği takı toklar hariç hiçbir şey bırakmayan biri olarak düşünüyordum. Günümüzdeki kişiler onun geçmişini bilmezken sadece sevdiği kişiler bunu bilebilirdi, bana geçmişi hakkında bir şey anlatmayacağı son günlerde belli olsa da bir arkeoloji uzmanı gibi onu araştıracak halim yoktu, sadece yanına gidip yemekleri sormaktan, belki de alış verişe gitmeyi önermekten bir zarar gelmeyeceğini düşünerek annemin bulunduğu salona geçtim.

Annem kucağında bilgisayarla karşılıklı koltuklardan birinde oturuyordu, ayaklarını sehpaya uzatmıştı. Üzerinde deterjan lekesi olduğunu tahmin ettiğim siyah bir tişört, altındaysa kırmızı eşofman vardı, çoraplarıysa tüm uyumsuzluğu ile yeşil renkteydi. Sarı saçlarının kahverengi dip boyası gelmişti ve mavi gözleri benim gözlerim gibi yorgundu.  

Annemin bilgisayarda ne baktığını tahmin edebiliyordum, büyük olasılıkla her internet sitesine kayıp ilanı veriyordu, sonuçta internetteki herkes beş aydır kayıp olan bir kızın bulunabileceğini düşünüyordu ve bu da anneme moral veriyordu. Bu yüzden de onu gerçek hayatta aramak yerine sanal âlemde arıyordu. Annemin yaptığı şey hem doğruydu hem yanlıştı. Sanaldakilerin ablamdan haberdar olması güzeldi ama öbür yandan ablam isteyerek de kaçmış olabilirdi. Sanalda olanları gördükçe daha çok uzaklaşıyor, bulunmak istemiyor olabilirdi, fakat bu tüm ihtimallerin içinde en düşük olanıydı. Eğer cidden kaçmak isteseydi, önemli eşyalarını yanına alırdı ama hepsi evin içinde, kendi odasındaydı. 

Ablam kaçırılmış da olabilirdi ve annem ilan verdikçe onu kaçıran adam ablamı daha uzaklara sürüklüyor olması muhtemeldi, bana göre ablamın biri tarafından kaçırılma olasılığı diğerlerinden bir adım daha yüksekti fakat ne yazık ki, bunun hakkında da bir delil yoktu. 

Ayriyeten, annem internette takıldıkça asosyalleşiyor, kimseyle görüşmemeye, konuşmamaya başlıyordu, neredeyse bir aydır aile üyeleri ile herhangi bir teması olmamıştı. Yaptığı tek normal aktivite, arada sırada bahçedeki çiçekleri sulamaktı, geriye kalan tüm zamanını internete harcıyordu, sanal âlemde sitelere ilan vermek hariç ne yaptığı hakkında hiçbir bilgim yoktu.

Bu tür sorulara o kadar fazla kafa yormuştum ki bir gün interneti kesmeyi düşünmüştüm ama kardeşim Enver buna engel olmuştu. İnterneti çekersem tüm gün bizimle uğraşacağını söylemiş, onu internetle yalnız bırakmamız gerektiğini vurgulamıştı. Haklıydı da.

Garip bir döngü içerisindeydik: Annem internette kaldıkça ben endişeleniyordum, internet gidince annem bana çatıyordu ve yine internetin gelmesini istiyordum.

Az sonra yapacağım şey onu internetten uzaklaştırmak olacaktı ama onunla az da olsa zaman geçirmek istediğimden derin bir nefes aldım ve sorumu sordum: "Evde hiç yemek yok... Acaba birlikte alışverişe gidelim mi?"

Annem kafasını gömdüğü siyah bilgisayardan başını kaldırmadan "Sen kendin git," diye cevap verdi.

"Ben pek meyve sebzeden anlamıyorum, yani senle gitsek..."

Annem anında sözümü kesti ve dondurucu soğuk bir sesle "Neyden anlıyorsun ki zaten?" diye sordu.

Sorusuna ne cevap vereceğimi bilmediğimden "Uzun zamandır birlikte bir şey yapmıyoruz. Düşünmüştüm ki markete gidip biraz yiyecek alabiliriz," dedim.

"Eda'yla da uzun zamandır birlikte bir şeyler yapmıyorsunuz. Bil bakalım neden?" diye sordu imalı imalı. Gözleri hala ekranın üzerindeydi.

Onun bu dedikleri karşısında sinirlenmemek elimde değildi, fakat kızdığımı göstermemek beş kiloluk sıvı yağı taşımaktan bile daha çok acı veriyor, elim daha üzerimden çıkarmadığım okul hırkamın ipliklerine gidiyordu. Ancak asıl sinirim anneme karşı bile değildi; onun yanına gitmem, onunla yakınlaşmaya çalışmam mantıksızdı. Hata bendeydi, hata hep bende olmuştu. 

Yavaşça Enver'in odasına doğru yöneldim, annem gittiğimin farkında bile değildi. Üstünde bir rock grubunun siyah posteri asılı olduğu odasının kapısını açtığımda Enver'in üzerinde mavi rengin hâkim olduğu yatağında uzanarak kitap okuduğunu gördüm. Şu sıralar fantastik bir seriye takmıştı ve zamanın çoğunu o seriyi okuyarak geçiriyordu. Kısa sürede beşinci kitabına gelmişti bile. Onun bilgisayar, televizyon ya da telefonla vakit geçirmesinden çok kitap okumasını seviyordum çünkü kendini geliştiriyordu; kelime haznesi artıyor, bana daha rahat laf sokabiliyor ve kompozisyon gibi şeyleri yazmakta hiç zorlanmıyordu.

Enver'in odası benim odamdan daha küçüktü. Yatağının hemen karşısında nadiren kullandığı koyu kahverengi çalışma masası duruyordu. Masanın üzerindeki test kitaplarının kapağı daha önce hiç açılmamış gibiydi. Lise ikinci sınıftaydı ama derslerini hiç önemsemiyordu, bunun ablamın kaybolmasıyla alakası yoktu, Enver oldum olası çalışmayı sevmemişti. Yazılılardan aldığı düşük puanları da önemsemiyordu, eskiden babam notlarına çok kızardı ama şu sıralar kimse Enver'le ilgilenmiyordu. Gerçi kendisi bu durumdan memnundu. Tüm gün ya odasında kalıyordu ya da dışarı çıkıp saatlerce geziyordu. 

Düşüncelerimi bir kenara atıp çalışma masasının içinde duran koyu mavi sandalyeyi çekip oturdum ve konuşmaya başladım. "Bugün neler yaptın?" diye sordum meraklı bir havayla.

Enver sesimi duyunca uzandığı yatağından sıçradı. Saatlerdir yatağında öyle durduğundan kahverengi saçları darmadağınıktı, ablamınkine çok benzeyen yeşil gözlerini ise sürekli kırpıyordu.

"Ha? Ne dedin?" diye sordu aval aval.

"Bugün neler yaptın, diye sormuştum," dedim.

"Hiç işte. Sen n'aptın?" diye sordu omuz silkerek.

"Her zamanki gibi geçti günüm." Ona Caner'den bahsetmeyi düşündüm ama bahsetmesem daha iyi olacağı kanısına vardım, boşu boşuna endişelenmesini istemiyordum. 

"Evdeki buzdolabı gereksiz yere elektrik yiyor, içi bomboş, o yüzden düşündüm de, benle birlikte alışverişe gelmek ister misin?" diye yarım yamalak bir sordum. 

"Ben pizza yemekten mutluyum," diye gülümsedi.

Aç sayılmazdım, yine de "Tamam, ama doğru dürüst bir şey yemeliyiz yani her gün pizza olmaz..." diyordum ki Enver sözümü kesip, "Sen zaten yemiyorsun, ne diye bugün yemek yiyesin geldi?" diye sordu.

'Kafa dağıtmak istedim,' veya 'Vakit geçirmek için' diyecektim ki doğru olsa bile çok saçma bir yanıt olacağından sadece, "Bilmem. İştahım var galiba," diye yanıtladım.

"Hah, iştahı varmışmış," dedi beni küçümseyerek. Ardından devam etti. "Ben gelmek istemiyorum, o poşetleri taşımaya üşeniyorum ve yarım saat sonra arkadaşlarımla buluşacağım."

"Arkadaşlarınla saatlerce gezmekten ya da altı yüz sayfalık kitap bitirmekten üşenmiyorsun, poşet taşımaya üşeniyorsun! Yarım saat bile sürmez," diye patladım aniden.

"Bak Ecrin kafa dağıtmak için kendine başka bir yol bul. Mümkünse yemekler olmasın çünkü bilirsin, bu yolla annemlere eski günleri hatırlatıyorsun ve onlara 'Eski Günleri Geri Getirme' gibi bir proje üzerinde olduğun havasını veriyorsun," dedi Enver.

Verdiği cevap beni hiç beklenmedik bir anda vurmuştu, çünkü annemin böyle bir şey düşüneceği aklımın ucundan dahi geçmemişti. Zira vakit geçirmek istediğimden yemek almayı önermiştim, geçmişi tekrarlamaktan hiçbir şekilde bahsetmiyordum. "Amacım bu değil, vakit geçirmek istemiştim," dedim.

"Tamam, benle vakit geçirebilirsin ama annemle geçirebileceğini sanmıyorum. En azından o geri dönene kadar annemle kolay kolay vakit geçiremezsin," diye acı bir gerçeği yüzüme vurdu Enver.

Tam olarak bildiğim tek bir şey vardı: Ablam olmadığı sürece sonsuza kadar ailemle böyle kalacaktım.

Continue Reading

You'll Also Like

1.1M 30.5K 45
Kadın ölümdü, Adam ise ölü. • • • NOT: Olaylar ve kişiler tamamen hayal ürünü olup bir distopya kaleme alınmıştır. Olayların gerçek olaylarla b...
4.6M 389K 94
1 KIZ, 6 ERKEK, ÖLÜMCÜL BİR EV. Afra'nın diğer tutsaklardan dört farkı vardı: Birincisi, bir kız olmasıydı. İkincisi, tutsak alınan son kişi olmasıyd...
22.9M 489K 77
"Ve ateş kül oluncaya dek yanmaya devam etti. Su ise buhar olacağını bilmesine rağmen savaşından vazgeçmedi.'' Masal on sekiz yaşını doldurduğunda ka...
157K 43 9
Onlar için aşk, meskensiz bir yavru gibiydi. Yine de içlerine o kor düştüğünde, Akel; "Kalbim gün batımının kızılına boyanmış saçlarının bir teline b...