Arıza tespit

Galing kay BookGanstas

1M 54.6K 6.2K

Gümüş rengindeki gözleri beni ilgiyle süzerken, "Neden tamircilik?" diye bir soru yöneltti. Birkaç saniye öl... Higit pa

👉1. Akü
👉2. Tamirci Kız🔧
👉3. Yüzleşme
👉4. Sözleşme📃
👉5. Yavuz
👉6. Yeni iş
👉7. Baskın
👉8. Tamirhane🛠
👉9. İş tulumu
👉10. Le petit palais🍽
👉11. Arkanlar
👉12. Arabaya bin🚘
👉13. Yangın🔥
👉14. Kısır
👉15. Tapu📄
👉16. Garaj
👉17. İmza✍
👉18. Game over☠
👉19. Açıklama
👉20. Emre
👉21. Bar🔮
👉22. Küçük oyun🤝
👉23. Tanışma🙋
👉24. Benimlesin
👉25. Sırılsıklam âşık💕
👉26. Gece ve gündüz
👉27. Aşk mı illüzyon mu❓
👉28. Kutu kutu pense💃
👉29. Ne hissetmeliyim❓
👉30. Söz
👉31. Sarışın kaplan🐯
👉32. Saf mısın❓
👉33. Kaç kaç🏃
👉34. Merak ediyorum
👉35. Paintball🔴
👉36. Paintpall🔵
👉37. Tabu
👉38. Belçıka çikolatası🍫
👉39. Aylin nerede❓
👉40. Çok güzelsin
👉41. Psycho🔫
👉42. Bırakma beni
👉43. Zıt kutuplar
👉44. Günaydın prenses👸
👉45. Çiçek💐
👉46. Uyuyalım💤
Yeni hikaye!
👉47. Korkak
👉48. Origami
👉49. Kaslı prenses
👉50. Şekerli mısır
👉51. Küçük prens
👉52. Sen kimsin❓
👉53. Sana aşığım💗
👉54. Sıyah gerbera
👉55. Masal🏰
👉56. Saat 12🕛
👉57. Korkuyorum sevmekten
👉58. Teslim ol
👉59. Biberli buluşma
👉60. Krep🥞
👉61. Seni seviyorum🖤
👉62. Kavga
👉63. Umut
👉64. Sevimsiz
👉65. Aile
👉66. Bana aşık mısın❓
👉67. Güzel bir gün🎀
Özel bölüm

👉68. Gelecekten bir gün - SON

17.5K 665 310
Galing kay BookGanstas

*3 sene sonra*

Son örgüyü de kıvrakça minik bir lastikle bağlarken uykucu kocam hala kıpırdamamıştı. Nasıl bir uykuysa top patlatsam yine uyuyacaktı galiba. Ölü gibi yatıyordu.

Küçük küçük ördüğüm saçlarına bakınca gülmemek için yanağımı ısırdım. Yakışıklı kocam bu şebek haliyle ve uyurken bile etkileyici görünebiliyordu.

Tipsiz.

"Ne diyorsun kara böcük oldu mu sence?"

...

*****

*Bir buçuk sene önce*

Zeyd

Anahtarı küçük kutuya fırlatıp içeri doğru yol alırken, "Prenses," diye seslendim. Gelmiş olmasını umuyordum. Gelmiş olsun. Gelmiş olsun ve beni bekliyor olsun.

"Geldin mi?" diye soran sesiyle adımlarımı biraz daha hızlandırdım. Gelmişti. Beni bekliyordu.

İlk iş kollarımı ona sarıp kokusunu duymaya hazırlanırken kapıdan girince duraklayıverdim. Masanın üzerinde oldukça büyük hediye paketi yapılmış bir kutu vardı. Sorarcasına kaşlarımı çatıp bir pakete bir bana haylaz haylaz bakan esime baktım.

"Ne bu?" derken adeta gururlu bir şekilde kutunun yanında duruşuna aldırmadan kendime doğru çekip kollarıma aldım. Yüzümü saçlarına gömdüğümde gözlerimi kapatıp kokusunda kaybolmaktan başka bir şey istemiyordum.

"Özledim prenses," deyip başına bir öpücük kondurdum. "Kokunu özledim." Sanki bir bağımlılık gibi günlük bir doz kokusunu alma ihtiyacı duyuyordum. "Ahtapot sevgili." Başını kaldırıp dudaklarıma ufak bir öpücük kondurduktan sonra, "Tamam, şuna bak şimdi," diyerek kollarımdan sıyrılıp kutuya döndü.

Hala gözlerinde biraz önce haylaz ışık parıldıyordu. Sorarcasına bakışlarıma karşılık kaşlarını kaldırdı. "E açsana hadi." Bu defa ben kaldırdım kaşlarımı. "Ben mi açacağım?" Bir yandan gözlerini devirirken diğer yandan kolumu kavradı. "Ay aptallaştın mi sen? Evet sen açacaksın, çünkü sana."

Beni masaya ve kutuya doğru çekmesine izin verdikten sonra, "Peki," dedim ufaktan sırıtarak. Madem bana açayım bari.

"Ambalajı büyük, kendisi küçük..."

Merakla ona kısa bir bakış attıktan sonra kutuyu kendime doğru çektim. Etrafına sarılmış kurdeleyi açarken heyecanlı bekleyişine pek bir anlam verememiştim. Onu bu kadar heyecanlandıracak kadar ne olabilirdi ki bu kutunun içinde?

"Hadi ya," dedi sabırsızca. Biraz daha hızlanarak kutuyu sonunda açtığımda içindekiyle durakladım. Kutunun içi topaklanmış kâğıt ve gazetelerle doluydu. En ortada, ufak bir başka kutu dışında sadece kâğıtlarla dolu.

"Ambalajı büyük, kendisi küçük," diyerek biraz önceki sözlerini tekrarladım. "Buna neden gerek duyduğun bilmiyorum." Kâğıtların arasından küçük kutuyu çıkardığımda biraz daha yaklaştı. İyice meraklanmış bir şekilde ikinci kutuyu da açtım.

*

Alya

Kutuyu açıp içindekine göz attıktan sonra öylece dondu kaldı. Gözlerimi hafifçe kısıp beklentili bakışlarımı diktim ona. Herhangi bir tepki vermesini beklerken kalbim adeta yerinden çıkacaktı.

Tepki ver.

Hadi tepki ver.

Nefes aldı. Bakışları beni buldu. Sanki beni daha yeni görmüş gibi anlamayaraktan kaşlarını çattı. Sonra bir kez daha elindeki kutuya baktı. Yavaş hareketlerle kutunun içindekini çıkarmasını izledim. Çubuğu yüzüne yaklaştırdığında ne gördüğünü biliyordum.

Çift çizgi.

İki tane.

Pozitif.

Tepki vermediği her saniye kalbim daha da hızlanıyordu. Sonra bir kez daha bakışları beni buldu. Bu defa orada belirmiş olan parıltı sonunda bunun ne anlama geldiğini anlamış olduğunun göstergesiydi.

"Sen..?"

Başımı onaylarcasına aşağı yukarı salladım.

"Sen..?"

"Evet," dedim fısıltıyla. Hala başımı aşağı yukarı sallıyordum kendimi durduramadan. "Evet."

Sonra her şey bir an içinde gelişti. Zeyd beni kucaklayıp kendi etrafında bir tur dönünce küçük bir çığlık koptu dudaklarımdan. Zeyd bir kez daha döndürünce, "Ya ne yapıyorsun çocuğun beyni sulandı geri zekâlı olacak senin yüzünden," diye söylendim. Bunun üzerine beni yere indirdi fakat hala kollarındaydım.

"Olsun, sonra ileri zekâlısını da yaparız..."

Beni sıkı sıkı saran kolları kalbimin yerinden çıkmasını engelleyen tek şey olabilirdi. Duydu dolu bir nefes verdim. İçimde kıpır kıpır bir şeyler vardı. Nasıl dizginleyeceğimi hiç bilmediğim kıpır kıpır şeyler. "ZeyZey," dedim adeta titrercesine bir ses tonuyla. "Baba oluyorsun..."

"Baba..." diye tekrarlarken Zeyd sesinde daha önce hiç duymadığım bir tını vardı. Dudaklarında oynayan dalgın tebessüm gelecek güzel günlerin habercisi olabilecek kadar efsaneviydi.

"Ben baba mı oluyorum?"

"Baba..?"

*****

...

"Ne diyorsun kara böcük oldu mu sence?" diye sordum o sırada Zeyd'in saatini yemeye çalışan Cihangir'e. Evet Cihangir. Bu isim için Zeyd'i ikna etmem gerekti ama kulağı alışınca itirazları son bulmuştu.

Aslında hiç hesapta yoktu ama bir gece birdenbire aklıma düşmüştü ve ben bir daha silememiştim. Sonra zihnim öylesine alışmıştı ki bu ismi koymak istedim. Başka bir açıklaması yok.

Böyle saçma gelişmişti.

Ama düşününce bütün Berkecanların arasında asil bir ismi olacaktı oğlumun.

Cihangir Arkan.

Zeyd'den önce onun kafasındaki azıcık koyu renk saçla da üç örgü yapmıştım. Büyük gri gözlerini çevreleyen uzun kıvrık kirpileri ve fındık burnu ile birazcık kıza benzemişti doğrusu.

Seslenmemle kısa bir an bana bakmış olsa da başka bir tepki vermeyip işine döndü. "Oğlum ne yapıyorsun?" dedim söylenircesine o saate daha büyük bir iştahla yumulurken. "Gel buraya."

Uzanıp birazcık kaldırdım ve saate uzanamayacağı bir mesafeye oturttum. Bu onu çok da caydırmazdı, çünkü kafasına bir şey koydu mu ne yapıp edip ona ulaşmayı başarıyordu. Acaba hangimize çekti diye düşündüm.

Allahtan çok takılıp kalmıyordu bir şeylere, saatten vaz geçmiş ve oyuncaklarından birini yemeye koyulmuştu hemen. Bu aralar her şeyi yiyorduk zaten.

Birazcık öne doğru kayıp başımı Zeyd'in göğsüne koydum. Her nefes alışında göğsüyle bir başım da inip kalkarken oğlumuza diktim gözlerimi. Bacağımın birini arkasına doğru uzatmıştım yatağın kenarına çok da yaklaşamaması için.

İlgiyle kocaman gözleri bana bakıyordu ne yaptığımı merak eder gibi. Dayanamadığı bir şey varsa o da sevgi gösterisiydi. Sarılan birilerini görünce muhakkak ortak olmak isterdi.

Biraz yuvarlanarak biraz sürünerek yanıma geldi ve yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Küçük burnu hafifçe benimkine değdi. Ben o burunu ısırırım yalnız kara böcük.

Oğluşum acayip sevecen bir çocuktu ki o yanı kesinlikle Zeyd'e çekmişti, tartışmaya bile gerek yok. Bebekler genelde sıkılmayı pek sevmezler ama Cihangir sarılmaya bayılıyordu.

Kucağıma aldığımda ilk işimiz sıkıca birbirimize sarılmak oluyordu genelde. Zeyd'in sakin ve düzenli kalp atışlarının içime doldurduğu huzura katkıda bulunmak istercesine minik ağzı yanağımı buldu.

Tam olarak ne yaptığı belirsizdi sanki ısırmak ve yalamak arasında bir şeydi ve uzaklaşmamı engellemek ister gibi saçlarımı tuttu sıkıca. Galiba beni yeterince sıkı tutarsa ağzına sığdırabileceğini düşünüyordu.

Sessizce gülerken onu kucağıma çekip karnıma oturttum ve sımsıkı kavradığı saçlarımı elinden kurtarmak için epey bir çaba harcadım. "Şu öpüşlerini geliştirmelisin kara böcük, her yerimi yaladın yine. Ayrıca annenin saçlarını yolmaktan da vazgeç artık."

Sonunda saçlarımı küçük ellerinden çekmeyi başardım. Başımı hafifçe çevirip Zeyd'e baktığımda hala uyuyordu. "E biz ne yapacağız bu babanla? Hayır uyandırmaya da kıyamıyorum ki."

Cihangir söylediklerimi anlamışçasına bir gülücük savurunca gülümsedim. O sıcacık hisler içime yayılırken dilimi çıkardım. Küçük elleri meraklı bir ilgiyle dilime uzanınca ise hemen dilimi geri çektim.

Yüzünde beliren hayret beni daha de güldürürken bir kez daha dilimi çıkardım ona. "Şapşik," dedim gülerek. Ve o sırada başımın altındaki kalp atışlarının değiştiğini hissettim. Başımı yine ona çevirdiğimde ise bir çift etkileyici gümüş renginde göz bize bakıyordu.

Uykulu gözleri ve aptal sırıtmasıyla fazlasıyla sevimli görünüyordu. "Günaydın," dedim ona biraz önceki gülüşümün ardında bıraktığı gülümsemeyle. "Nihayet uyanabildin, ne zamandır uyanmanı bekliyoruz."

"Çok güzelsiniz," dedi cevap olarak. Kucağımda dil çıkarma oyunu bittiği için kıpırdanmaya başlayan Cihangir mızmızlanırcasına bir ses çıkarınca ikimizde ona bakarken, "Kolum neden ıslak?" diye sordu Zeyd.

"Oğlumuz saatinin tadına baktı biraz önce," dedim sırıtarak. O mızmızlanan Cihangir'i karnımdan alıp geleneksel sabah sporları olan sarılma maratonlarından birini gerçekleştirirken ben de başımı göğsünden kaldırıp onunkinin yanına yastığa koydum.

İkisinin de örgülü olan kafası ortaya ilginç bir sahne yaratmıştı. Aynı renk saçları aynı şekilde örülünce hiç şüphe götürmez bir biçimde baba oğul olmuşlardı.

İkisi de benim diye düşündüm.

Benim.

Benim kocam.

Benim oğlum.

Benim ailem.

"Çocuğu ne hale getirmişsin," deip elini örgülü saçlarda gezdirince Zeyd gülümsemem sırıtışa dönüştü. Sen hele bir kendi halini görsen bay mükemmel. Sahi kafasındaki örgüleri hissetmiyor muydu acaba.

İçime doğan kahkaha isteğini bastırırken Cihangir sonunda Zeyd'in örgülerinden birini yakaladı. Şapşal kocam nihayet tamamen uyanabildi ve çatık kaşlarla elini saçlarına daldırdı. Ardından kocaman açtığı gözleriyle bana baktı hayretle. "Ne yaptın sen ya?"

Deminden beri bastırmaya çalıştığım kahkahayı artık tutamadım. Gülerken hala hayretle bana baktığı da dikkatimden kaçmadı. "Uyanmanı beklerken biraz vakit geçirdim öyle." Benim gülmeme Cihangir de merakla gözlerini bana dikmişti.

İkisinin yüz ifadesini görmemle daha da çok gülmeye başladım. "Şu an suratınız öyle aynı ki..." diyebildim kahkahalarımın arasından. Aynı saçlar, aynı yüz hatları, aynı ağız ve aynı şaşkın bakışlar. Biri gümüş bir gri renginde.

Öyle güzellerdi ki şu basit anın değeri bile bambaşkaydı. Onlarla birlikte böylesine saçma bir hafta sonuna uyanmak kadar muhteşem bir şey yoktu dünyada, bundan fazlasıyla emindim. Zamanı durdurup ömrümün geri kalanını bu anın içinde geçirebilmek için neler vermezdim.

"Saçlarımı bu hale getirmek yerine güzel bir Pazar kahvaltısı hiç fena olmazdı doğrusu be güzelim..." derken Zeyd ikisi de hala delirdiğimi düşünen bakışlarla bakıyordu bana. Hadi kocamı anladım da, oğlum böyle bakmamalıydı bence. Sanki gerçekten ne olup bittiğini anlıyormuş gibi.

"Ama bugün Cumartesi..." dedim sırıtarak. Nedense yüzümdeki gülümsemeyi bir türlü silemiyordum. Öylesine seviyordum ki bu anları. Her bir saniyesi dünyaya bedeldi. "Pardon ya, ben kahvaltıların sadece pazar günü yapıldığını unutmuşum galiba," dedi Zeyd alayla.

Elini yine saçlarına daldırıyordu ki örgülerini hissetmesiyle tehditkâr bakışları beni buldu. "Çok eğlendin mi bunu yaparken?" Alt dudağımı ısırdım. Başımı onaylarcasına aşağı yukarı sallarken, "evet, baya," dedim.

"Ben sana yapacağımı biliyorum..."

İmali ses tonuyla ben de gözlerimi kıstım. Neymiş acaba o? Bir eli Cihangir'in gözlerini kapatırken diğerini boynuma koyup yüzlerimizi birbirine yaklaştırdı. Dudakları benimkileri keşfe çıkarken ben de elimi yanağına koymuştum.

Fazla uzun sürmedi ki Cihangir homurdanmaya başladı ve Zeyd'in kucağında kıpırdandığını hissettim. Hafifçe geri çekilip, "Çek elini ya çocuğun gözünden, sıkılıyor," diye söylendim. Zeyd'in elini Cihangir'in yüzünden çekerken dudakları dudaklarımdan boynuma doğru bir rota çiziyordu.

Boğuk bir nefes verdim ve geriye doğru yaslandım. Cihangir onu kurtaran elimi yakalamış ağzına götürüyordu, bu aralar her şey ağıza gidiyordu zaten. "E kapatmayınca da psikolojisini bozuyorsun diyorsun."

Yüzünü boynuma gömmüş öylece duruyordu. Nefes al. Nefes ver. Verdiği her nefes tenime değiyordu. Elimin biri ensesindeki örmek için ulaşamadığım saçlarıyla oynuyordu. Derin bir nefes aldım. "Bozuyorsun tabi..." diye karşılık verdim.

Tam de böyle sıcak nefesini hissederken ancak bu kadar ilham geliyordu. Cihangir ilgiyle bize bakıyordu. Bazen sanki ebeveyn kendisi, çocuk da bizmişiz gibi bakıyordu ve bu her defasında beni hayrete düşürüyordu.

Öylesine çokbilmiş bakışlar atmak için fazla küçüktü.

Üstün zekâlı benim oğlum.

Annesine çekmiş.

Zaten bir tek burnu ve üstün zekâsı annesine çekmiş. Bay mükemmel bana hiç pay bırakmamış ki.

Zeyd sonunda kafasını gömdüğü yerden kaldırdı. "Alya bu çocuk dokuz ay senin karnında yaşadı, sen zaten bozmuşsundur, psikoloji diye bir şey kalmamıştır yavrumda."

Elimin tersiyle vurdum ona. "Hadi be oradan. Çocuğa bir ay boyunca kızım diye seslendin sen..." diye sitem ettim. Zeyd ilk baslarda daha cinsiyetini bilmememize rağmen kız olacak deyip durmuştu. "Bu kız olacaktı aslında, niye böyle oldu anlamadım ben," diye mırıldandı bunun üzerine.

"Sensin kız, benim yakışıklı oğlum o," derken Cihangir'in alnına düşen saçları kenara doğru çektim. "Aslan gibi delikanlı, bak tipe bak. Oğluuuuum, Cihangir'im, aşkım..." deyip yanağını hafifçe sıktığımda yine bir gülücük bahşetti bana.

O gülücüklere can kurban. Kollarını uzatıp bana doğru atılınca uzanıp aramıza yatırdım onu da. Hafifçe üzerine doğru eğilip burnumu burnuna sürterken, "Aşkııım," dedim tekrar. Öyle güzel gülüyordu ki her defasında aptal bir sırıtma yayılıyordu suratıma.

"Çocuğu şebeğe cevirmişsin, delikanlılığı mı kalmış?" "Hadi be oradan, benim oğlum her haliyle yakışıklı, bana çekmiş tabi ki de, sen önce kendi şebekliğine bak."

"Kimin yüzünden acaba," deyip gözlerini kısınca dudaklarımı birbirine bastırdım. Elini bir kez daha kafasındaki örgülerde gezdirdi.

Bence örgüler yakıştı ama.

Yüzünü biraz daha benimkine yaklaştırdı. "Ayrıca bana neden hiç öyle güzel şeyler söylemiyorsun sen? Kıskanırım ama." Alnı alnıma yaslandığı sırada bizim şebek yine mızmızlanmaya başladı. "Kendi çocuğunu kıskanan da bir sensindir herhalde."

"Biraz daha gelsene," derken kolu belimden tutup beni kendine doğru çekecekken itiraz ettim. "Ne kadar duyarsız bir babasın, çocuğu eziyordun," diye sitem ettim. Cihangir'im bir ona bir bana bakarken dayanamayıp yanağına sulu bir öpücük kondurdum.

Aptal bir sırıtmayla şaşkın suratına bakarken, "Sen eziyordun. Ben mi dedim sana koca gövdenle çocuğun üzerine yat diye," dedi Zeyd zeytinyağı gibi üste çıkarak. Dirseğimi yatağa koyup başımı elime yaslayarak ona tepeden bakmayı başarırken, "Koca gövdeni derken?" diye sordum ölümcül bir ses tonuyla.

"Ben çocukla kıyasen şey ettim," diye toparlamaya çalıştı hemen. "Hı ben biliyorum o kıyası." Gözlerimi kıstım. "Zaten senin yüzünden kaslarımdan oldum." O da benim gibi başını eline yaslayıp gözleriyle Cihangir'i işaret etti. "O benim yüzümden değil yalnız, onun yüzünden."

Somurtarak ikisine baktım. Ben o kaslara çok fazla emek vermiştim. Aylarımı vermiştim. Şimdi işin yoksa baştan başla... Düşen yüzüme bakınca hafifçe gülümsedi. "Prenses, prensesim, kaslarını ben de çok seviyordum, biliyorsun. Hatta ne kadar güzel olduğunu sana çok net gösterdim diye hatırlıyorum ben."

İmali sözleri ile sadece gözlerimi devirmekle yetindim. Bahsettiği anları hatırlamamak daha iyiydi şu an. Düşünme. Onları düşünme. "Ama bence..." derken sanki çok ciddi şeyler söyleyecekmiş gibi hafifçe doğruldu. "Oğlumuz çok, çok daha güzel."

Gülümsedim.

Oğlumuz çok daha güzel.

Bu sözlerine hiçbir itirazım olamazdı. Parmağımı Cihangir'in burnuna hafifçe değdirirken hemen yakalamaya çalıştı ama o tutamadan geri çektim. Parmağımı sana yem etmeyeceğim oğluşum. Başımı yine yastığa koyup burnumu yanağına değdirdiğimde kafasını çevirdi ağzına alabilmek için.

Gülerek geri çekildim. Sabah eğlencemiz hep bir şeyler yemesini engellemekle geçiyordu adeta. Başımı kaldırdığımda Zeyd'le göz göze geldim. Cihangir'in üzerinden yüzünü benimkine yaklaştırdı. Dudaklarını alnıma bastırdığında gözlerimi yumdum.

Derin bir nefes aldım. Bu anları öylesine seviyordum ki. Mutluluk işte tam bu minicik hareketlerde, bu sıcacık anlarda gizliydi. Oğlumun şapşal örgüleri burnuma değince yüzümü buruşturarak başımı biraz daha kaldırdım ve alnımı kocamınkine yasladım.

"Şşt."

"Hm?"

Gözlerimi hala açmamıştım ama birkaç saniye hiçbir şey söylemediğinde merakıma yenik düşüp soran bakışlarımı ona yönelttim. Gözlerim sıra dışı gümüş rengindeki gözlerini bulunca bir kez daha lanet ettim o gözlerini oğluma vermediği için.

O güzel gözlerinin Cihangir'e geçmesini çok istemiştim. Ona benzesin ya da bana benzesin diye düşünmemiştim hiç ama o gözlerini düşünmüştüm. Maalesef ki istemekle olmuyor ve oğlumun gözleri babasınınkilere benzemek yerine halasınınkilere benzemişti.

Gümüş yerine gri rengini almıştı.

Çok güzeldi ama ZeyZey'in gözleri değildi.

"Ne zaman yatacak bu?" "Ya yuh ama Zeyd, duyarsız baba. Çocuk daha yeni kalktı." Gözlerimi kısıp ona kötü kötü bakmama aldırmadan, "Hm, şimdi koysak uyumaz mı yani bu?" İşaret parmağımla alnını ittim.

"Zeyd çocuğuma bu demeyi keser misin?"

Onu uzaklaştırdığım elimi çekip daha fazla yaklaştı. Öyle ki dudaklarımızın arasında milimler kalmıştı ve soluduğum her nefese karışıyordu. İşte bu da dünyaya bedel olan bir başka yakınlıktı. Kalbim istemsizce hızlandığında tekrar konuştu. "Peki içeri koysak? Kendi kendine oynar o bence..."

Gülmek ve azarlamak arasında gelip giderken kaşlarımı çattım. "Geri zekâlı, bahsettiğin evimizin kedisi değil çocuğumuz."

"Bence bir kara kedi, baksana kelimenin tam anlamıyla aramıza girdi," derken aramızda yatan Cihangir'e kaydı bakışları. Bu defa hafif bir tebessüm oluştu dudaklarımda. Bunda doğruluk payı vardı. Oğlumuz sık sık aramıza giriyordu.

Bazen en olmadık zamanlarda vaktimizi ve ilgimizi istiyordu ama bütün bunlara rağmen onsuz bir hayat düşünemezdim. Mesela bu mükemmel hafta sonu sabahlarını onsuz düşünemiyordum artık. O sanki yapbozun her zaman eksik olan parçasıydı ve hayatıma girmesiyle birlikte tamamlanmıştım, tamamlanmıştık.

Zeyd Cihangir'i yataktan kaldırıp göğsüne yatırdı, ben de davet dahi beklemeden açılan yere yerleştim. Anında kolunu belime dolayıp beni kendine yasladı. Böyle daha iyi. İkisine de yeterince yakın. Yüzümü Zeyd'in boynuna gömdüm. "Sizi seviyorum," dedim oradan.

Dudaklarımı tenine bastırırken, "Sizi seviyorum," diye tekrarladım.

"Çok seviyorum."

O an kalp atışlarımın neden hızlandığından emin değilim ama yine de hızlandığını hissettim. Sanki kalbim de onlara olan sevgimi dile getirmek ister gibi atıyordu. Sözlerimi sonuna kadar vurgulamak ister gibi atıyordu. Güm güm.

Konuşurken dahi çekmediğim dudaklarımı tenine biraz daha bastırdım. Bir öpücük bıraktım oraya ama milim dahi geri çekilmedim. Aldığım her nefeste kokusunu hissetmek iyi geliyordu. Olduğum yeri çok seviyordum. Orada boynunun girintisinde yaşamak istiyordum. Bir öpücük daha bıraktım.

"Uslu dur prenses, çünkü buna biraz daha devam edersen oğlunu içeri bırakıp geleceğim."

Homurdanarak dudaklarımı geri çeksem de; boynunun girintisinden tamamen çıkmadım. Aynı zamanda bacağımı büküp dizimi bacağına vurdum. Bu kadar dip dibeyken tekme atmaya en yakın hareket buydu çünkü.

"Diyorum ki, bir kardeş mi yapsak? İkisini bir atarız, yalnız kalmamış olur," derken başını bana doğru çevirdi ve burunlarımız birbirine değdi. Sonra dudakları benimkileri buldu. Kısa, fazla kısa bir öpücükten sonra, "Hı?" diye sordu sanki ortaya çok güzel bir fikir atmış gibi.

"Var ya, sana buradan bir tekme atarım, içeri sen uçarsın. Oğlumla yarışma Arkan. Sen zararlı çıkarsın."

"Kara kedi işte..." diye mırıldandı. "Duyarsız baba," diye karşılık verdim. Cihangir homurdanarak bana katıldı. Yerinde duramazcasına Zeyd'in üzerinden benim üzerime doğru yuvarlandı. Başı hala Zeyd'in göğsündeyken ayakları benim karnımdaydı.

Sonra nasıl becerdiğini anlamadığım bir hızla saçlarımı kavradı. "Ah," diyerek eline doğru eğildim. Saçlarımı tutan elini yakaladım. "Oğlum çekme ya, acıtıyorsun." Sımsıkı kapattığı parmaklarını açmaya çalıştım tek tek. "Yardım etsene sen de," diye çemkirdim bu arada Zeyd'e.

O gayet eğlenircesine bizi izliyordu. "Bizim saçlarımızla uğraşacağına kendi saçını örseydin böyle olmazdı." Sonra birkaç saç telini de Cihangir'in elinden kurtardıktan sonra ona kötü kötü baktım. "Yardımların için teşekkür ederim," dedim alayla.

"Bana böyle kötü baktığında seni sadece öpmek istiyorum biliyorsun değil mi?"

"Boş konuştuğunda seni sadece dövmek istiyorum biliyorsun değil mi," dedim onu taklit ederek.

Eliyle çenemi tutum başımı yukarı kaldırdı ve dudaklarıma kapandı. Cihangir'in kıpırtısıyla onu ittirdim. "Ya çocuk düşecek, bir dur," diye söylenirken tekrar dudakları benimkileri bulurken, "Çocuğu tut," diye tembihlemeyi ihmal etmedi.

Biz ne biçim ebeveyn olduk böyle.

Bacağımın birini Cihangir'in arkasına attım yataktan yuvarlanmaması için ama kara kedimiz rahat durmadığı için bacağımın üzerinden tırmanma çabalarına girmişti. Elimi göğsüne koyup Zeyd'i iterken bir yandan da gülmeden edemedim.

Bacak engelini aşmasına ramak kala oğlumu yakaladım. "Maalesef bu kara böcüğün rahat durmaya hiç niyeti yok," diye açıkladım onu havada babasına takdim ederken. Zeyd Cihangir'i yine göğsüne yatırdı ve ben yine dibine sokuldum.

Parkur yeniden başlıyor.

"Kahvaltıya mı gitsek?" diye sordu Zeyd. "Hm, olur," dedim uyuşuk uyuşuk. "Hadi kalk." Başımı şiddetle iki yana sallayıp homurdandım, "Azıcık daha..." Günün en zor kısmı başlıyor işte. Yataktan çıkmak. En nefret ettiğim.

"Hadi kalk," diye ısrar etti Zeyd beni dürterek. "En son böyle inat ettiğinde kahvaltı saatini kaçırmıştık." "Bir şey olmaz biz de öğlen yemeği yeriz," diye mırıldandım omuz silkerek.

"Kızım kalk."

"Ya tamam ben hazırlarım sana kahvaltı az daha yatıyım..."

"Alya kalkar mısın? Hadi. Hem çocuk da hava alsın biraz kalk." Oflayarak ve söylenerek doğruldum. "Onun hava almaya ihtiyacı yok çünkü çok havalı bir annesi var," dedim oğlumun başına bir öpücük kondurarak.

Tam kalkacakken Zeyd kolumu kavradı. "Dur bakalım sen, dur." Kaşlarımı kaldırdım. "Ben de istiyorum." Eli kolumdan belime doğru kayarken dizlerimin üzerinde kendimi dengelemiştim. Uzun sürmedi. Hafifçe istediği yere çekince bir nevi boydan boya üzerine düştüm.

"Çocuğum nerede?" diye sordum benimkilerden santimler uzakta olan dudaklarına. "Buralarda bir yerlerde," diye bir şeyler mırıldandı. Göğsünden güç alarak biraz doğruldum ve etrafa bakındım. Cihangir'in yerini tespit edince geri ona döndüm.

"Buralardaymış. Düşerse seni gebertirim," dedim ona.

Yavaşça dudaklarına kapanırken bir bacağını oğlumuza doğru uzattığını hissettim. Galiba biraz önce benim yaptığım gibi bariyer olarak kullanıyordu. Oflayarak ondan ayrıldım. "Daha biraz önce kalkmam için zorluyordun beni," diye söylenerek doğruldum.

"Ayrıca bu çocuk artık bacakları tırmanarak aşabiliyor. Tepe taklak düşüp geri zekâlı olmasını istemiyorum."

Göz devirerek yattığı yerden kalktı. Burnuma bir öpücük kondurup, "Şu saçlarımı bir çöz önce," dedi elini kafasındaki örgülerde gezindirirken. "Dursaydı?" diye şansımı deneyince şirince sırıtarak buz gibi bir bakış aldım karışlığında.

"Ay kendin çözsen eline yapışacak çünkü değil mi?" dizlerimin üzerinde ona doğru yaklaştım, "Senin saçlarına emek verende kabahat," diye söylendim örgülerin ucuna bağladığım lastikleri çıkarmaya başlarken.

"Ha kabahatin sende olduğunu biliyorsan sorun yok."

Kulağına doğru eğilip, "Yolarım senin saçlarını," diye tehdit ettim. Örgüleri açtıktan sonra elimi saçlarıma daldırıp iyice bir karıştırdım. Zeyd kafasını eğip elimi tutmaya çalısınca geri çekildim. "Örgüleri iyice açılsın diye şey ettim. Çocuğunkileri de sen aç bir zahmet," deyiverdim yataktan inerken.

"Dursaydı," dedi biraz önce benim yaptığım gibi. "Çocuğumu o şekilde dışarı çıkaramam. Tipe bak, kıza benziyor," dedim gülerek. Gerçekten benziyordu. Kız kıyafeti giydirsek kimse erkek olduğunu anlamazdı bile.

*

"Oğlum bugün dayısıyla gezmeye gidecek," dedim Zeyd'e Cihangir'i yatağından kaldırırken. "Öğlen uykumuzu da aldığımıza göre büyük gün için hazırız."

Burnumu burnuna sürttüm. Onu kollarıma alır almaz hemen sarılmak için yapıştı. Biz sıkıca birbirimize sarılırken Zeyd'de yanımıza yaklaştı. "Ama siz neden böyle yapıyorsunuz? Kıskanıyorum diyorum..."

Sessizce güldüm ve sonra onu da aramıza aldık. "Nereye gideceklermiş?" Sevgi gösterimiz sona erince Cihangir'in bezini değiştirmeye koyulduk. "Bilmem, hayvanat bahçesine galiba," dedim Zeyd'in uzattığı bezi alırken.

"Bunun için biraz küçük değil mi? Anlayacağını sanmıyorum." "Annesi gibi üstün zekâlı benim oğlum, anlar o."

"Bir dakika, bir dakika," dediğinde sesindeki tını ile ona döndüm. "O zaman biz baş başa mı kalacağız?" Muzip bakışlarına göz devirerek karşılık verip cevap vermeye tenezzül bile etmedim. "Nedense bu çok hoşuma gitti," dedi memnuniyetle.

"Hm, neden acaba. Ya küçücük çocuğu sığdıramadın bir yere ya pes sana. Duyarsız baba."

Ben Cihangir'in pantolonunu giydirirken o arkamdan yaklaşıp kolunun birini belime sardı. "Bu da duyarsız evlat, bütün ilgini sömürüyor senin. Evimizin kara kedisi." Yanağını yanağıma yasladı. Hafifçe batan sakallarının tanıdık hissi.

"Tekme atmayacaksın değil mi?"

Masumane bir şekilde sorduğu soruya kendimi bozmadan yanıt verdim. "Nereden bildin, tam atmaya hazırlanıyordum," dedim arkamdaki bedenine yaslanırken. "Hm, atma, kardeş yapacağız daha."

"Seni oğlumla yarışmaman konusunda uyarmıştım."

"Anladık, oğlunla yarışmak yok, anladık. O zaman alayım ben onu," deyip Cihangir'i kaldırdı. "Diyorum ki," derken bakışlarını bana yöneltti tekrardan, "Bir tatil mi yapsak? Sıradaki durak Tayland'dı değil mi?" Başımı hafifçe yana yatırıp "Oğlumu bırakmam bay mükemmel..." diyerek işimi garantiye aldım.

Bıkkın bir nefes verip yan yan baktıktan sonra, "Sana oğlunu bırak diye oldu mu? Ailecek bir tatilden bahsediyorum. Oğlumuz da aileden unuttun mu?" Aptalca bir sırıtış suratıma yayılırken, "Ha öyle tatil, ha tamaaan, ha Tayland, Tayland olur, fevkalade olur hatta..." Birden bire durakladım. "Zeyzey?"

Derin bir nefes alıp sanki bir çocukla konuşur bir tonla, "Yine ne maraz düşünüyorsun sen bakalım? Söyle hadi." İkna edici bir şekilde nasıl dillendirsem diye düşünerek alt dudağımı ısırdım. "Şey yapsak, yapsam..." Tek kaşını kaldırırken ne olduğunu bilmese de reddetmeye hazırlanıyordu biliyorum. "Ney?"

"Paraşü..." Daha ben lafımı bitirmeden başını kararlı bir şekilde iki yana salladı. "Olmaz." "Ama ben..." "Olmaz Alya, olmaz prenses, sen bize lazımsın, paraşüt falan yok. Çok tehlikeli." Burada dediği kadar tehlikeli bir durumun olmadığını falan söylerdim ama...

Zaten defalarca denemiştim bunu. İşe yaramıyordu. Bir türlü ikna olmuyordu sevimsiz. "Ya bari parasailing yapayım?" Yağmurda ıslanmış kedi bakışımla itinayla gözlerimi onunkilere diktim. Reddedecek olduğunu kabullenmezcesine gözlerinin içine içine baktım. Derin bir nefes alıp hayır demeye hazırlandığı sırada, "Ya lütfeeen," dedim tatlı tatlı.

Aldığı nefesi yavaşça verip, "Bakarız," diye mırıldandı. "Bakarız." Gözlerimi belerttim hayretle. "Harbi mi?" Hafifçe öne doğru eğilip, "Sadece bakacağız," dedi tane tane ve kesin bir şekilde. Ağzımı itiraz etmek için açmıştım ama sonra bakarız demesinin bile büyük bir adım olduğunu kavradım.

Şu an sessiz kalıp o bakarızı bir onaya çevirme planları yapmalıydım. ZeyZey'i ikna etmeliydim yoksa ölmeden önce yapılacaklar listem yarım kalacaktı.

Sanki gerçekten uçak sürme fırsatı geçecek de eline dedi iç sesim bunun üzerine. Listemin zaten yarım kalmaya meyilli oluşunu kendi kendime hatırlatmıştım bu vesileyle.

"Geliyor musun?" diye sorunca Zeyd omzunun üzerinden, daldığım şeylerden sıyrılıp, "Çantasını hazırlayım geliyorum..." diye karşılık verdim.

Kafamda lazım olabilecekleri tasarlarken gitgide bu fikirden soğuyordum aynı zamanda. Ben nasıl verecektim ki oğluşumu..?

Son kez koyduklarımı kontrolden geçirdikten sonra kafamda filizlenen fikri Zeyd'e açmayı planlayarak yanlarına gittim ama ben daha bir şey diyemeden kapının çalmasıyla oraya yönlendim.

Kapıyı açıp, "Ben vaz geçtim," dedim bakmadan bile orada olduğunu bildiğim Yavuz'a. "Vaz geçtim sen git."

"Saçmalama," dedi Yavuz o an kolunda Cihangir'le yanımıza gelen Zeyd'le aynı anda. "Saçmalama," diye tekrarladı Zeyd ardından. İtiraz etmeme fırsat bırakmadan Cihangiri Yavuz'a takdim ederken, "Çantası hazır mı?" diye sordu bana.

Sonra bir kez daha konuşmama bile izin vermeden omzumdaki çantayı alıp onu da Yavuz'a verdi. "Ama ben..." "Sadece birkaç saat," diyerek sözümü kesti. Gözlerimi kırpıştırıp Yavuz'un kucağındaki oğluma baktım.

Birkaç saat bir hayli uzun bir süreydi bence.

Cihangir bakışlarımı yakalayınca bir gülücük sarf etti. Gezmeye gittiğine sevinir bir hali vardı. Hatta ara sıra hadi gidelim artık dercesine dışarı doğru eğiliyor ve sonra coşkuyla el çırpıyordu.

Bıkkın bir nefes verip, "Of tamam ya..." diye mırıldandım. Birkaç saniye daha Yavuz ve kucağındaki Cihangir'e baktım. "Karni tok, altı temiz. Sütunu biberonuna koydum, acıkırsa işitip içirirsin."

Yavuz bıkkın bir şekilde başını aşağı yukarı sallarken Zeyd beni içeri doğru çekmeye başlamıştı bile ama benim lafım daha bitmemişti. "Altını kirletirse ihtiyacın olacak her şey çantada. Yedek kıyafet de koydum üstünü batırırsa diye."

"Kızım tamam, biliyor onları zaten," diyen Zeyd kapıyı kapatmaya çalışsa da ben henüz arasından çıkmamıştım. "Sensin kızım. Birkaç parça oyuncak da koydum sıkılırsa diye."

"Tamam Alya, biliyorum Alya, görüşürüz Alya. Dada yap anneye..." derken Yavuz Zeyd'le bakışıp göz devirdi. "Ağlarsa emziği da çantada," diye ekledim.

Yavuz bana aldırmadan kucağındaki oğlumla uzaklaşmaya başlamıştı bile. "Soğuk olursa hırkasını giydir!" diye seslendim arkasından. "Battaniyesini de koydum. Uyursa falan üzeri açık kalmasın! Bir de..." derken duyma mesafesinden çıktığı için gerisini getiremedim.

Bir an önce uzaklaşıp gitmek ister gibi hızlı bir şekilde arabaya yerleştiler ve sonra da yavaş yavaş arabanın uzaklaşmasını izledim. Zeyd'e kalsa vurdumduymaz bir şekilde çoktan kapıyı kapatırdı ama beni hala kapı aralığından içeri sokamamıştı.

Sonunda gözden kaybolduklarından geri geri çekilip içeri girdim. Nihayet kapatabildiğine sevinir bir halde kapıyı kapatıp bana doğru döndü. "ZeyZey..." deyip bakışlarımı onunkilere kaldırdım. "Benim içim böyle hiç rahat etmedi ki..." Kaşlarının garipsercesine kalkmasına aldırmadan devam ettim.

"Biz de gidelim."

"Saçmalama prenses, peşlerine mi gideceğiz?" Bunun neresinin saçma olduğunu anlamayarak başımı aşağı yukarı salladım. "Evet."

"Hayır gitmiyoruz, hadi içeri." "Ama..." diye itirazıma baslarken susturdu beni. "Ama falan yok. İçinin rahat etmemesi için bir neden de yok. Yavuz'la gitti. Yavuz. Senden de benden de iyi bakar o oğlumuza merak etme sen."

Elimden tutup beni içeri doğru çekerken onu takip etsem de henüz tam ikna olmamıştım. "Alya çocuğu sürgüne yollamadık. Gezip eğlenmeye gitti, gevşer misin artık biraz?" Derin bir nefes alıp yanına otururken bakışlarımı ona çevirdim. "Ama ben özledim."

Her ne kadar gözlerini devirse de tebessüm etti ardından. "Biraz özlemek iyidir..." Kolunu omzuma atıp beni kendine doğru çekti. "Ayrıca birkaç saate gelecek zaten, o yüzden artık kuruntu yapmaktan vazgeç."

Biraz özlemek iyidir...

Bence değil. Hiç değil.

"Üff tamam ya, tamam," söylenircesine bir şeyler mırıldanırken sokuldum ona. "Ne yapıyoruz?" Soruyu sorar sormaz kendi kendime göz devirdim. Sorulur mu şimdi bu? "Her türlü fikre açık misin?" Gülercesine çıkan sesine tepki olarak dirseğimle dürttüm.

"Hayır değilim, benim harika fikirlerim var zaten. Bana yemek yap bay mükemmel." Gözlerimi hafifçe yumup sırıttım kendi kendime.

Yemek yapan erkek seksidir...

Evet, kocamı yemek yaparken hayal etmek oldukça eğlenceliydi. Birlikte yemek yapmak zaten hep eğlenceli olmuştu. Hem de birbirimize nimet fırlatmadan eğleniyorduk biz.

"İstediğin yemek olsun prenses. Karşılığında ne alacağım ben?" Hafifçe doğrulup gözlerimi yüzüne dikerken, "Bir şeyi de karşılıksız yap be adam, ne kadar da çıkarcısın..." öne doğru eğilip yüzünü yüzüme yaklaştırarak, "Çıkar demeyelim ama ona, sadece kendimi düşünmüyorum ki..."

Burnu hafifçe benimkine değdiğinde geri çekildim. "Yemezler," dedim gülerek, "Hem karşılık da istemeyelim o zaman, ben de sadece kendimi düşünmüyorum ki, birlikte yiyeceğiz."

Başını arkaya yaslayıp itinayla gözlerini devirdikten sonra bakışlarını tekrar bana çevirip, "Peki bayan hazır cevap. Siz nasıl isterseniz. Yemeğe ne arzu ederdiniz efendim?"

"Hm," diyerek düşünür gibi yaptım. "Tavuklu bir şeyler fena olmaz aslında..." Kenardaki yastığa uzanıp Zeyd'in dizine yerleştirirken hala yemek düşünüyordum. "Azıcık şurada kestirsem nasıl olur?" diye sordum ardından ve cevap vermesini beklemeden başımı kucağına koyup.

"Güzel olur aslında, uzun zamandır uyurken izleyemedim seni..." Yumuk gözlerime rağmen bir tebessüm oluştu dudaklarımda. Galiba ben de uzun zamandır kucağında uyumamıştım, ne güzelmiş burası böyle.

Parmağı usulca iki kaşımın arasından burnuma doğru indi. "Fındık burun, aslında böyle değil de..." derken başım kucağından kaldırıp, yanıma uzandı, "şöyle yapsak." İki kişinin yatması için tasarlanmamış olan koltuğa sığabilmemiz için kendine doğru çekti beni iyice. "Şimdi uyuyabilirsin."

Birkaç saniye boyunca sessizce kollarında öylece yattıktan sonra, "Öğlen vakti uyuyamadığımı biliyorsun," dedim söylenircesine. Gözlerimi açtığımda gümüşleriyle bana bakıyordu. "Zaten vaktimizi uyku gibi verimsiz bir şeye harcamak saçma olur bana sorarsan."

"Öyle mi bay mükemmel? Peki sana soran oldu mu?" Muzip sırıtışıma karşılık gözlerini devirdi. "ZeyZey ya," deyip doğruldum hafifçe, "bir kere arayım mi?" Her ne kadar bakışları cevabı çoktan vermiş olsa da, "Prenses daha yarım saat bile olmadı gideli," dedi bıkkınca.

Bunun üzerine benzer bir bıkkınlıkla iç geçirdim. "Uf, tamam ya, o zaman meşgul et beni." Sırıtarak beni tekrar yatmam için çekiştirirken, "Meşgul edeyim diyorum işte ben de... Meşgul edeyim."

"Bak döverim seni, işin gücün, aklın fikrin..." Beni çekiştirmeye ara verip gülerken, "Ne?" diye sordu. "Aklım fikrim ne?" Gülmelerinin arasından bir kez daha "Ne?" diye sordu. "Zeyd?" dedim azarlarcasına. Kötü kötü bakmam kahkahalarını daha da tetikleyince. "Ay çocuk musun sen ya?" diye söylendim.

Gözlerimi devirirken bakışlarım televizyona takıldı. Zeyd'in beni meşgul etmeyeceği, yani istediğim şekilde etmeyeceği belli olmuştu. Hatta galiba ben onu meşgul etmeliydim. "Hadi play station oynayalım."

Cevap vermesini beklemeden dolaptan uzun zamandır ortaya çıkmayan oyun konsollarını bir araya toplamaya başlamıştım bile. Bir süre oyunlara göz attıktan sonra tabi ki de araba yarısı olanı seçtim. "Hadi gel," dedim omzumun üzerinden Zeyd'e.

"Bas gaza aşkım bas gaza, kim tutar seni bas gaza," diye mırıldanırken kendi kendime televizyonu ayarlıyordum bir yandan da. Zeyd yerinden kıpırdamamıştı bile. Konsolları kapıp yanına yerleştim ben de. "Al sunu." Konsolun birini eline tutuşturup diğerini de kendim aldım.

"Bu seninki," dedi Zeyd elindeki konsolu göstererek. "Evet, şans getirsin diye verdim zaten," deyip omuz silktim. "İhtiyacın olacak çünkü."

"Bak sen..? Demek öyle ha?" Şimdiye kadar tınlamamıştı bile ama birdenbire cana geldi. "Aynen öyle," dedim umursamaz bir şekilde. Birazcık meydan okuma iyidir. İlişkiyi zinde tutar.

Sırtını dikleştirip bana yandan bir bakış attı. "Yenilgiyi şimdiden kabullensen iyi edersin prensesim, bu defa acımak yok." Kaşlarımı kaldırdım. "Ağlama bay mükemmel, oyunun sonuna sakla bunları..." Havalı bir şekilde saçlarımı arkaya attım.

"Başlatıyorum..."

Oyunu başlatırken ikimiz de daha önce sık sık oynadığımız için yine aynı arabaları seçmiştik. Ve özür dileyerekten konsolun anasını ağlatma kararları alıyordum.

Kocam da olsa yenilemezdim.

Yenilmemeliydim...

*

"Bence yarışı kazanarak bir sonraki aktiviteyi seçme hakkı kazandım." Dudağımı büktüm. "Hile yaptın yine," dedim istemsizce somurtarak. Yenilgiden nefret ediyorum. Lanet olsun. Zeyd'e yenilmekten daha da çok nefret ediyorum. O poligonda ona yenildiğim günkü kadar nefret ediyorum ona yenilmekten.

"Aa ama somurtma bak, ben dana demiştim acımak yok diye." Somurtma deyişiyle birlikte biraz daha somurtup omuz silktim. Derin bir nefes alıp beni, "Prenses yapma ama böyle, üzüyorsun beni," diyerek kendine çekti beni.

Kollarına yerleşirken, "Sana yenilmekten nefret ediyorum bay mükemmel," diye mırıldandım şikâyet edercesine. "Ben sana yenilmeyi bile seviyorum biliyor musun? Sana yenilmeye doyamıyorum prenses. Tekrar, tekrar, tekrar yenilmeyi göze alarak geldim ben hep sana. Sen benim ol, ben senden gelen bütün yenilgilere razıyım."

"Ya ama sen niye böyle şeyler söylüyorsun ki şimdi?" Adam doya doya surat bile astırmıyor ya. Direk kalpten giriyor. "Peki, o zaman çizgi roman okuyalım hadi," deyip o da doğruldu. Sıkıntıyla inledim. "Hayır ya, sevmiyorum ben çizgi roman," deyişime aldırmaksızın çizgi romanların olduğu dolaba yöneldi ve oradan bir tane seçip tekrar yanıma geldi. "Ben seviyorum ama."

Sen seviyorsan ben de severim be adam.

Senin için çizgi roman sevmişim çok mu?

Zeyd'in anlamsız fantazisiydi bu. Karakterleri aramızda paylaşarak birlikte çizgi roman okuyorduk. Bundan tam olarak ne anlıyordu bilmiyorum ama ara sıra ısrarcı oluyordu işte.

"Ben bu," dedim seçtiği romanı görünce hemen kapaktaki kaslı süper kahramanı işaret ederek. "Hayır prenses, sen bu," diye düzeltti sevgili kocam onun yanındaki aptal sarışını göstererekten. "Ya ama ben o aptalı olmak istemiyorum..." diyerek mızmızlanmadan edemedim.

Kaslı süper kahramanların sarışın partnerlerine karşı bir antipatim vardı. Tabi ki Zeyd her zaman olduğu gibi şimdi de antipatime pek fazla önem vermedi ve ben mecburen kaslı süper kahramanın sözde sevgilisi ama bana göre bir çanta kadar bile fonksiyonu olmayan aptal figür olmak zorunda kaldım.

Kaslı kahramanımız Steve kötülerle savaşıp, çatılarda koşup, etrafa arabalar fırlatırken fonksiyonsuz figür ona ayak bağı olmaktan başka bir işe yaramıyordu. "Ya bu adam bu şeklin nesini sevmiş ya. Hayır bir vazoyu, ya da bir mandalı sevsen bundan daha çok karakter vardır. Ne bu be..." diye söylendim karakterim bir kez daha çığlık atıp Steve tarafından kurtarılmayı beklerken.

"Süper kahraman olacak kadar kültürlü olup da birini sadece dış görünüşü için sevecek kadar cahil varlıklar mı senin bu hemcinslerin?" diye sordum Zeyd'e dayanamayarak. "Hayır şu elemanın kıvrımları dışında bir tek vasfı bile yok ya. Resmen içi bos bir kukla, ne bileyim figürden fazlası değil. Bu kadar başarılı biri cidden böylesine vasıfsız bir partnerle tatmin edici bir ilişki kurabilir mi? Bence inanılmaz bir seviye farkı bu..."

"Her şeyi bu kadar kişisel algılamasan, çizgi roman okuyoruz. Kurgu bu sadece," dedi Zeyd gülmek ve isyan arasında bir yerlerde. "Kişisel algılamıyorum ki, realitede de oluyor bu. Bir insan sadece fizik veya güzelliğe tav olur mu ya? O kadar mı düşük standartları var bunların. Tamam içini merak etmeden dışına bakıyorsun ama içi boş olanın dışını sevsen ne, sevmesen ne?"

"Herkes dengini buluyor ama, kendi karaktersiz olan karşısındaki insanın karakterini de pek fazla önemsemez zaten. O yüzden pek fazla takma bunlara. Bakma bunun kaslarına, kötülerle savaşına, tek derdi egosunu tatmin etmek," dedi Zeyd parmağıyla Steve'e gösterip. "O yüzden bunlar anlaşırlar, çok güzel anlaşırlar. Hadi devam et."

Kısa bir süre söylediklerini düşünüp ne kadar haklı olduğunu idrak ettikten sonra bakışlarım yazıları buldu. "Dur, okuma" dedi Zeyd haykırırcasına ama ben çoktan okumaya başlamıştım bile. "Seni seviyorum Steve."

Zeyd çizgi romanı pat diye kapatırken parmaklarımı arasından zor kurtardım. "Ne yapıyorsun be?" derken şaşkınca çizgi romana baktım. "Asıl sen ne yapıyorsun, sana dur demedim mi? Niye okuyorsun daha?"

"E ben kafamda onu şapmıştım bile..." Bana kötü kötü bakıp, "Şapma kafanda öyle şeyler. Seni seviyorum Steve nedir ya?" Gözlerimi kırpıştırdım birkaç kez. "Zeyd, çizgi roman okuyoruz." Daha biraz önce bana kurgu bu diyen kendi değilmiş gibi omuz silkti. "Ben anlamam çizgi roman falan, sevemezsin sen kimseyi, sen benden başka kimseyi sevemezsin."

Parlak gümüş gözlerine baktım birkaç saniye. "Tamam şampiyon, sakin ol, sevmiyorum zaten senden başka kimseyi." Tebessüm ederek saçlarını karıştırdım. "Sevmiyorum, tamam?"

"Sevme."

Çizgi romanı elimden çekip alınca eğilip alnımı onunkine yasladım. "Aptal," dedim fısıltıyla. "Aptal."

Çünkü aptal demek seni seviyorum demekti.

Çünkü ancak aptal diyerek onu ne kadar çok sevdiğimi ifade edebiliyordum.

"Aptal."

**SON**

Her güzel şeyin bir sonu vardır derler ama bu öyle bir son ki; 'MUTLU SONLAR BITMEMIŞ HIKAYELERDE OLUR' demek istiyorum ben.

Çok uzun bir süre hikayeyi kötü bitirmeyi düşündüm. O alternatif sonu size hiç söylemeyeceğim, siz hep bu güzel olanı hatırlayın diye.

Kötü sondan tam da yukarıda yazdığım söz yüzünden vazgeçtim. Eğer final kötü bitseydi şayet Alya ve Zeyd'in hikayesi de bitmiş olurdu ama bu şekilde her zaman devam edecek. Onlar da bir yerlerde yaşamaya, yaşlanmaya ve sevmeye devam ediyorlar.

Umarım siz de benim kadar sevebilmiş, benimseyebilmiş ve yaşatabilmişsinizdir onları. Bu güzel yolculukta hem onlara, hem bana eşlik ettiğiniz için teşekkür ediyorum.

Sizinle paylaşmak güzeldi🖤

İlgilenenlere 'İddia konusu' adlı devam eden diğer hikayemi önermek istiyorum. Her ne kadar 'Arıza tespit'den biraz daha farklı bir ambiyansı olsa da göz atmanızı tavsiye ederim.

Sevgilerimle🍀🖤

İyi geceler sevgili okur😇

Ipagpatuloy ang Pagbabasa

Magugustuhan mo rin

116K 2.4K 35
"Sen haklısın. Yani geri çekilmekte, kaçmakta ... Biz olmayız, olamayız. Bu , o gün ima ettiklerimin yanlış veya yalan olduğu anlamına gelmez. Ama be...
4M 113K 73
Lamia: Ayrılık ay dönümümüz kutlu olsun. Mirza: Lamia şaka mısın? Mirza: Sen terkettin beni.
172K 18.5K 14
jeon jeongguk omega oluşunu bastırıcılarla gizlemeye çalışırken, kim taehyung onun yalnızca tuhaf kokan bir beta olduğunu düşünüyordu.
3.1K 494 18
Hümeyra ve Alperen'in kayıplara karışmış bir aşk hikayesi ... Kitabımın çalınması durumunda anında yasal işlemler başlatılacaktır.