POBEDA

By oliveandturtle

451K 39.8K 26K

İpek ve Atlas. İki ünlü dağcı, sıkı dost, hayata ve kadere ortak iki babanın çocukları. Sekiz yıl önce; dünya... More

Nefretin Başlangıcı
Özel Sebepler
Asla Asla Deme
Doğa Yürüyüşü
Darmadağın
Eğitilmez
Şarkı Listesi (YB Değil)
İddia
İntikam Planı
Oyun
Elma Bahçesindeki Ev
Kapı
Sorgulamalar
Düğüm
Karar
Sude'nin Gözyaşları
Domino Taşları
Utancın Külleri
Yaşattığının Bedeli
Seçilen Taraflar
Fırtınalı Bir Gece
Kendinden Vazgeçmek
Pobeda'nın Öncesi
Zirvede Bir Gece
Kaç Ya da Savaş
Elif'in Gözyaşları
Israrlı Bir Telefon
Bugün Çok Geç
Deniz Feneri
Zayıf Nokta
Bir Nikah Bir Cenaze
Yemin
Gidebilmek
Eninde Sonunda
Billie Jean
Veda
Eşik
Korkuları Aşmak
Köprü
Pobeda I
Adalet Terazisi
Tarafsız Bölge
Oyun Dışı
Pobeda 2 (1. kısım)
Pobeda 2 (2. Kısım)
Son Oyun

Solstis

6.9K 827 735
By oliveandturtle

Pobeda bu gece 50K oldu! Ben de bu gecenin anlam ve önemine istinaden, çoook uzun zamandır beklenen bir yüzleşmeyi içeren bölümü yayınlamak istedim. Solstis: Güneş duruyor, demek. Coğrafyada öğrendiğimiz anlamıyla; gündönümü... en uzun gece. Atlas ve İpek'in en uzun gecesi sizlerle.

Not: Hayalet okuyucular siz de çok seviliyorsunuz ama bu bölüm bari bir "hi" filan deyin 🙊

Bölüm Şarkısı: 30 Seconds to Mars - Hurricane

Dünya'nın Güneş'inin çevresinde tapınırcasına döndüğü bir yılda diğerlerinden çok farklı iki gece yaşanır. O iki gecede, birbirine ilahi bir düzenle bağlı iki gezegen birbirinden en uzak mesafede yer alır. Ve o an, öyle bir andır ki, o anın etkisinde ne gündüzler ne de geceler sabit kalır...gündüzler gecelerine küser, her yıl 21 Aralık'ta Dünya üzerinde en uzun gece yaşanır.  

Benim ömrümün en uzun gecesi ise Atlas'a kim olduğumu itiraf ettiğim o geceydi.

"Beni tanıdığını sanıyorsun, tanımıyorsun dedin. Sana yalanlar söyledim dedin. Babanı tanıyorum, baban da beni tanıyor dedin. Babandan nefret ediyorum dedin."

Durakladı. Hepsini hatırlıyordum ve o herşeyi özetlemişti.

"Gerekirse arkamdaki kapı yıkılsın, gerekirse bu ev yansın, sen bana cevap verene kadar önünde durup bu kapıyı açmayacağım İpek." dedi.

Hiçbir şey beni Atlas'ın karanlıkları kuşanan bakışları kadar korkutamazdı.

Bir zaman önce sorulmuş, cevabı verilmemiş sorusunu tekrarladı.

"Kimsin sen?"

Ve ben ona beni ben yapan tek gerçeğimi açıkladım.

"Ben..." diye başladım, sesim çatallanıyordu. Boğazımı temizledim. "Timur Özgen'in kızıyım."

Atlas saniyeler boyunca yüzüme baktı kaldı. Sanki sorusunu sormuş henüz cevabını alamamıştı. Hiçbir şey olmuyor, hiçbir şey değişmiyor, hiçbir tepki vermiyordu. Belki zaman durmuştu, belki de hayat durmuştu. Fakat bunun böyle olmadığını kanıtlarcasına çalan kapı aramızdaki sessizliği paramparça ediyordu.

"Açabilirsin şimdi kapıyı." dedim.

"Ne?" dedi sanki az önce söylediğimi daha yeni anlıyordu. "Ne dedin? Kimin kızıyım dedin?"

Kalbim yerinden çıkarcasına güm güm atıyordu.

"Timur Özgen. Birlikte Pobeda'ya..."

"Timur Özgen'in kim olduğunu biliyorum." diyerek sözümü kesti. Hala hayret içerisindeydi. Gözlerini üzerimden çekemezken yutkundu. "Ama bu nasıl..." Gözlerini kırptı. "Bu nasıl olabilir?" Eminim ki milyonlarca şey geçiyordu zihninden. Yaşanan anılar, söylenen sözler, atılan imzalar havada uçuşuyordu.

"Bir kez yalan söyledim. Sonra gizlemeye devam etmek için daha çok yalan söyledim." dedim.

Ağzını açtı bir şey söyleyecekmiş gibi, söyleyemedi, kapadı. Bense tek bir cümlede kendimi bulmuş, yeniden doğmuş gibiydim. Onun aksine iki elimi, iki kolumu, iki ayağımın üstünde durduğumu, soluduğum havayı ve ona babamın gözleriyle baktığımı sonuna kadar hissediyordum. Onun yapamadığını yapıp yanından geçtim ve kırılmak üzere olan sokak kapısını açtım.

Karşıma çıkan Kenan Dorukan'dı. Fırtına misali içeri attığı ilk adımla bluzumun yakasına yapışarak beni sarstı.

"Yılan! Oğlumun çevresine nasıl sızarsın sen? Ne hakla?" Beni bir an için iteleyince geriye doğru sendeledim ve sırtımdan tutan Atlas olmasa neredeyse düşecektim. Diğer elini babasını benden ayırmak için kullandı.

"Baba yapma!"

"Bu şeytan! Bu şeytan kız, yıllar önce karşıma geçti ve bana intikam yemini etti. Bu küçük şeytan sana ne anlattı bilmiyorum ama gerçek neyse söylemediğine çok eminim."

"Henüz bir şey anlatmadı." dedi Atlas ikimizi ayırmaya devam ederek, hala şoku üzerinden atamadığı belli olan bakışlarını bana çevirdi. "Ama anlatacak."

"Yalanlar mı? Yalanlar mı duymak istiyorsun oğlum? Bu kız sana sadece yalan söyler."

"Yalanlar bitti baba." dedi hala bana bakarken. "Şimdi gerçekleri konuşacağız."

"Tek kelimesini bile dinlemem. Bırak, silkeleyip atacağım sokağa. Senin yanında bir saniye bile işi yok."

"Baba sakin ol artık. Biraz sakin ol."

"Asla iyi olamaz niyeti diyorum, neyi sorguluyorsun hala?"

"Hastasın baba, heyecanlanmamalısın. Sakin ol. Hep birlikte konuşacağız." Derin bir nefesle birlikte bir adım geri çekildi. Aramızı açtı. Ellerini saçından geçirdi. "Ben... nasıl bir yalanı yaşadıysam aylar boyunca, bunu tek muhatabından dinlemek istiyorum."

Aramızda hala söylediğimin yarattığı şokun kıvılcımları parlıyordu. Kenan Dorukan yakama yapıştığında kılım bile kıpırdamamıştı. Şimdi de öyle, kıpırdamıyor, olanı biteni izlercesine yerime çakılı halde Atlas'a bakıyordum ve o, eğer ki kendini zor zaptetmese en büyük patlama ondan kopacakmış gibi kaskatı görünüyor, tüm iradesini kullanarak sakin kalmaya çabalıyordu. Bir silkelendim kendi içimde, kendime geldim, nasılsa inceldiği yerden kopacaktı.

"Konuşalım." dedim söylenebilecek tek şeyi söyleyerek. Sonra arkamı döndüm ve nereden geldiğini bilemediğim bir cesaretle salona doğru yürüyüp üçlü koltuğa bedenimi bıraktım. Kenan peşimden salona girerken Atlas hala kapının girişinde duruyor, bana hayalet görüyormuş gibi bakıyordu. Ya da hiç tanımıyormuş gibi...ki bu doğruydu. Belki de şaka yaptım dememi umar gibi bir hali vardı, demiyordum ve demeyecektim. Buna bir an önce adapte olsa iyi olacaktı. Bu gece bir kez yaşanıyordu, tekrarlanmayacaktı.

"Aylar boyu ne demek? Ne kadar zamandır tanışıyorsunuz siz?" diye soran Kenan'dı.

"Geçen sene ekimden beri." diye cevap verdim.

Sekiz ay, uzun yıllar yaşanmış bir ömürden bile güzel. Sekiz ay, tamamı yalan.

"Ne amaçla girdin oğlumun hayatına?"

"Babamın intikamını almak için. Gerçekleri öğrenmek için. Aileme zarar verdiğin gibi sana zarar vermek için."

"Kaleyi içten fethederim sandın." dedi dalga geçercesine gülerek. Atlas hiç gülmüyordu. Babasının ardından birkaç büyük adımla salona girdi. Kenan tam karşımda durup bana hesap sorarken, Atlas sırtını kitaplığa yasladı. Kollarını bağladı, başını hafifçe geriye verdi. Sımsıkı kapalı dudaklarıyla, ağzını bıçak açmadan bu sorguyu dinlemeye karar vermiş gibiydi.

"Atlas, hiç bilmedi kim olduğumu." diye devam ettim. "Başka bir soyisim kullandım. Senin gibi mahkeme salonlarında görmemişti beni, en son babamın cenazesinde görüşmüştük. Hatırlamadı bu yüzden. Kolay oldu onu kandırmak..." derken gözlerimden ayrılmayan gözlerine kenetlendim. "...ama kendimi kandırmak hiç kolay olmadı." dedim. Yüzünde mimik kıpırdamadı.

"Herşeyden kaçabilirsin küçük hanım ama yalanlarından kaçamazsın. Yalancının mumu yatsıya kadar yanarmış."  Kenan, haklı olduğunu sandığı savlarını ortaya sürmeye devam ediyordu.

"Kim olduğum hariç hiçbir konuda yalan söylemiyorum."

"Kim olduğun zaten en büyük utancın senin."

"Asla değil. Bir utanç varsa bu sana ait!" dedim. Atlas'ın tek kaşı havaya kalktı. Fakat yine ağzını açmadı.

Kenan pis pis güldü sadece.

"Nasıl bir intikam hayal ediyordun? Hadi anlat bize." dedi.

Öne eğildim, ellerimi önümde birleştirdim.

"Atlas'a yakın olacak, ondan Pobeda'yı öğrenecektim. Babamın nasıl öldüğünü...ve bir de bizi büyük bir vergi borcunun altında bıraktığın o usülsüzlüğü nasıl yaptığını öğrenecektim. Sen hapse giriyordun. Ben babamın haklarını geri alıyordum."

Atlas'a ne oluyordu? O kısmı boş bıraktım.

Atlas, hafifçe dudaklarını büzmüştü şimdi, dalgındı bakışları, kafasını belli belirsiz salladı.

"Babanın haklarını ben size ödedim." dedi Kenan diklenerek. "Annen bana nankörlük edene kadar üç yıl cebimden para yolladım ben size. Babanın üç kuruş ortaklığıyla o devran döner miydi?"

"Sonra anneme açtığın hakaret davasıyla ödediklerini geri aldın ve sonra manevi tazminat davası ve sonra bir kum fırtınası misali yığdığın vergi borçları..."

"Annen kalbimi çok kırdı." dedi umursamazca omuz silkerek. Bize yaşattıkları hiç umrunda değildi. "Ve bu arada şirket battı."

"Babam mı suçluydu şirketin batmasında? Hesaplarda usülsüzlüğü babam mı yapmıştı?"

"Yapmış demek ki."

"Ölü adamın arkasından bu iftiraları atmaya utanmadın. Biliyorum utanacak o yüz yok sende, ne dostluğunuzun hatırı kalmış, ne güzel günlerin. Ne biçim bir nefret varmış ki içinde bırakamadın peşini. Benden, annemden çıkardın acısını yine de rahatlamadın."

"Sen de acısını oğlumdan çıkarmaya kalkmışsın bak, farklı mıyız şimdi?"

"Çok pişman oldum ben yaptıklarımdan."

Atlas'ın kaşları bir kez daha havalandı.

"Neyse ki, hiçbir şey elde edemeden evine dönüyorsun. Neyse ki, senin kadar aptal değil benim oğlum."

Ve bunca zamandan sonra Atlas ilk kez sözü devraldı.

"Aptalmışım baba." kelimelerini seslendirdi güzel dudakları. "Hem de çok aptalmışım."

Kalbim binlerce parçaya bölündü. Kayıp. O anki hislerimin en doğru karşılığı bu kelimeydi.

Kenan şaşkınlıkla oğluna döndü.

"Ne demek bu?"

"İpek ne isterse alabilir benden. Dolayısıyla senden."

"Nasıl? Ne şekilde alacakmış? Benim hiçbir malım mülküm yok üstüme kayıtlı."

Hepsini Atlas'ın üstüne geçirmiş olmalıydı. Şimdi gelecek olanı daha iyi anlıyordum. Atlas'ın gözlerimden bir an olsun ayrılmayan gözlerine bakmaya devam ettim ve o da üstüne basa basa,

"Biz İpek'le evlendik." dedi. Kenan şokla ellerini ağzına kapattı.

"Allah kahretsin!" dedi. "Bunu nasıl yaparsın? Nasıl?" Fakat kurnaz aklı hızlı çalışıyordu. "Bir dakika. Bir dakika. Evlilik öncesinde sahip olunan mallar bölüşülmez." dedi.

"Hepsinin yarısını alabilir." dedi Atlas ölümüne sakin bir tonla. "Kaya'nın öldüğü gün evlendik."

"Ve ben sadece bir hafta sonra neyim var neyim yoksa senin üstüne geçirdim."

Atlas kafasını salladı. Kenan gözlerimin önünde tek kelimeyle yıkıldı.

"Nasıl bu kadar aptal olabildin?"

Atlas, şimdi hüzün kırıntılarını barındıran yüzündeki ifadeyi gizleyemeyerek omuz silkti. Sesli söylemeyecekti, biliyordum. Beni sevmişti, beni sevmiş, bana güvenmiş, benim onun hayatına intikam amacıyla giren bir yalancı olabileceğimi asla düşünememişti.

Kenan bir süre bağırıp çağırıp söylenmeye, isyan etmeye devam etti. Bense oluşturduğum enkazdan gözlerimi alamıyordum. Bir zaman sonra Kenan,

"Anlaşma yapabiliriz." dedi bana dönerek. "Sen ne istediğini söyle. Biz ne vereceğimize bakalım."

O kadar gurur kırıcıydı ki tavrı,

"Maddi hiçbir şey istemiyorum." dedim. Geçmişte istiyordum. Şimdi beni bu kadar incitmesi anlamsızdı. Ama artık istemiyordum. Kesin kararlıydım.

"Mahkemeye öylece gidip boşanmayı kabul edecek misin yani?" diye sordu Kenan inanamayarak. Bense sorusuna inanamayarak baktım.

"Boşanmak mı?" diye sordum. Atlas da kaşlarını çatmıştı.

"Boşanmak için evlenmedin mi benimle?"

"Bunu bana nasıl sorarsın?" dedim içim yana yana. "Ben seninle sevdiğim için evlendim."

"Sen değil." dedi sustu Atlas. Olduğu yerde yumruğunu sıkıp gevşetti. Öfkesi şu an olduğu gibi bazı anlar sabrı gibi taşıyordu. Küçük düşmüş hissediyordu. Anlayabiliyordum. "İpek Öztürk olarak. Ben tanıdığımı sandığım bir İpek Öztürk'le evlendim. Görünen o ki, öyle biri yok. Hiç var olmamış."

"O da ayrı bir mesele." dedi Kenan kaşlarını çatarak araya girdi. "Özgen soyadını nerede görsen tanırdın." dedi oğluna hitaben. Bana döndü: "Nasıl oldu da soyadını değiştirebildin?"

"Tanıdığım birilerinden yardım aldım."

"Ve bunu aşk için mi yaptın?" dedi gülerek. Tunç'un bana sorduğu sorunun aynısını sorarken tam da şu anda Tunç'a ne kadar benziyordu.

"Evet." dedim net bir tavırla. Atlas hiç üstünde durmadı bu söylediğimin çünkü boştu ona göre artık anlamsızdı, düpedüz yalandı.

"Sadece bu konuda değil," dedi ciddi bir ifadeyle. "başka konularda da yardım almış olmalısın."

Neyi sorduğunu çok iyi anlıyordum. Ama bunu açık etmeli miydim? Bir an için düşündüm. Ben başlatmadım, demişti Tunç, herşeyi sen başlattın demişti. Olacakları birlikte göreceğiz, demişti. Ben de başlatmamıştım. Ben bu çığda yuvarlanan kar topuydum belki ama ben de başlatmamıştım. Fakat Tunç haklıydı, sonucunu birlikte görecektik.

"Kaya Korkut'tan ben yardım istedim..." dedim. Atlas, gördün mü bak dercesine bir bakış attı babasına. Kenan kafasını yan çevirdi hafifçe, devamı gelecek mi diye bekliyordu. "Senin diğer oğlun." dedim. Yüzlerindeki ifadelerin nasıl donduğunu izledim. "Diğer oğlun da bana ulaştı. Ben ondan yardım istemedim." dedim.

"Diğer oğlum?"

"Bilmiyor musun?"

"Ne konuşuyorsun sen?"

"Bilmiyorsun."

"İpek." dedi Atlas öfkeyle. "Anlat ne biliyorsan."

"Burnunuzun dibine kadar sızmış. Görmemişsiniz. Çok başarılı bir oyuncu. Bana değil asıl ona bakın." Doğrudan Kenan'a hitap ettim. "Sana yapacaklarını bir düşün."

"Düşünemiyorum nedense. Bana zarar verebilecek kadar yakınıma soktuğum kimse yok."

"Tunç da mı değil?" dedim. Kenan hafifçe sendeler gibi oldu. Atlas babasına baktı.

"Baba?"

"Tunç benim oğlum mu?" dedi. Bayılacakmış gibi görünüyordu. Bu sefer açıkça sendeledi. Atlas babasına doğru koştu.

"Baba otur şöyle otur." Kenan'ı cam kenarındaki tekli koltuğa oturttu. Kenan çok kötü görünüyordu. Tansiyonu düşmüş gibiydi. Atlas onun yakasını açtı. Elini, sıcaklığını anlamak ister gibi yüzünde gezdirdi. Bileğini tuttu, nabzını kontrol etti. Kenan söyleniyordu.

"Ben sana konuşmasın dedim." dedi Atlas'a sitem ederek. "Bu şeytanı evinin içine kadar nasıl sokabildin? Nasıl? Nasıl?" Gözlerinden akan yaşları görünce inanamadım.

"Tamam baba." dedi sakinleştirmeye çalışarak. "Olan oldu. O kadar da kötü değil. Biliyorsun. Hazırladık kendimizi."

"Tunç benim oğlum mu?" dedi Kenan. "Tunç Elif'in oğlu mu? Ben buna hazırlamadım kendimi. Buna hazırlamadım Atlas."

Karşımdaki sahne yüreğimi dağlıyordu. Öleceğini bilsem kolumu kıpırdatmayacağımı sandığım adamın acısına acıyordu içim. Onun bu hali karşısında çaresiz kalan Atlas'a acıyordu içim. 

"Bir soruşturalım önce. Emin olalım."

Biraz zaman geçti. Kenan biraz toparladı kendini.

"Çok belli." dedi. Titriyordu sesi. "Taşlar bir bir yerine oturuyor. Elif, Kaya'nın kardeşi, Kaya yıllar sonra ortaya çıktı. Tunç'da okula başladığın yıl seninle arkadaş oldu. Ta o zaman uyardım seni, gerçeği bilemezdim tabi ama... Korhan Alkan'ın oğluydu en başta. Ne kadar zararsız görünürse görünsün. Bana yakın olmaya çalıştı hep. Sana yakın durdu. Ailesini hiç gördük mü bunca yakınlığa rağmen? Babası hadi neyse, annesinin adını bile bilemedik. Sebebiyle ortada." Yeniden bana döndü ve bundan sonrasında beni muhatap alarak,

"Bilmiyordum." dedi. Vicdanını mı aklamaya çalışıyordu ben de onu bilmiyordum çünkü bu konu beni hiç ilgilendirmiyordu ama anlatıyordu, içinde kalmıştım bir şekilde. "Elif'in hamileliğini sürdürdüğünü bilmiyordum. Bana en son aldırdığını söylemişti, sonra yok oldu ortalıktan. Kaya'ya çok sordum sezdirmemeye çalışarak. Hiç anlatmadı. Bilmiyordu tabi neden sorduğumu, Kaya ne zaman öğrendi kardeşiyle olan ilişkimi bilmiyorum ama başlarda bilmiyordu buna eminim. Vicdanım rahat değil, ben çok uzun zaman öğrenemedim Elif'e ne olduğunu... nerelerde olduğunu... evlendi mi? Mutlu mu?" sesi kısıldı.  "...Ondan bir çocuğum olduğunu...bilseydim... vaktinde öğrenseydim..."

"Ne yapardın?" diye çıkıştım kendimi kontrol edemeyerek. "Sevdiğini söylediğin insanların hayatını zehir etmekte üstüne yok. Babamı harcadın. Atlas'ın geleceğini harcadın. Karını da mı harcayacaktın? Tunç'la Atlas aynı yaştalar. Atlas'ın annesini terkedip Tunç'un annesiyle mi evlenecektin?" diye sordum. İşte o anda Atlas bana öyle bir bakış attı ki bu bakışı ömrüm boyunca unutmayacaktım. O bayıldığım gözlerinde kopkoyu bir bakış, adlandırmak istemesem de çok iyi tanıdığım, bildiğim bir ifade vardı: Nefret.

"Bence sen bu konuda yorum yapma hiç." dedi uyarır bir tonda. "Hala kusacakların varsa, anlat sadece, yorum yapma." Ve ben de yorum yapmadım anlattıklarımın geri kalanında. Atlas babasının iyi olduğundan emin olunca koltukta yanıma oturdu. Elbette aramızda olabildiğince mesafe bırakarak. Gömleğinin kollarını katladı, yakasını bir düğme daha açtı. Dikkatini bana odakladı.

"Tunç, büyükmüş baya öğrendiğinde. Annesine zorla anlattırmış. Sonra Kaya'ya gitmiş, Kaya da bilmiyormuş o zamana dek. Birlikte bir plan yapmışlar. Nefret ediyor senden, ince ince işlemiş planını. Kaya da öldü şimdi. Kim durdurabilir onu?"

"Korhan Alkan." diye fısıldadı Kenan. "Hiç mi yardım etmemiş oğluna...oğluma?"

"Bunu ben bilemem." dedim.

"Sana ne vaat etti?" diye sordu Atlas, bir kez daha yaralayarak.

"Ben tanımıyorum kendisini."

"Yalanlar bitti." dedi katılıkla. "Bugün elini sıkıyordu ben sahnedeyken. Seni ne kadar zamandır yönetiyor?"

"Bugün tanıştım ben onunla. Bugüne kadar hiçbir iletişimimiz olmadı."

Tatsız tatsız güldü. 

"Korhan Alkan zaten seninle doğrudan muhatap olacak biri değildir. Çok az ortaya çıkar. Ortaya çıktığında anlaşma mühürlenmiş demektir."

"Hiç anlamıyorum neyden bahsediyorsun."

"Seninle doğrudan iletişim kurmaz diyorum. Emirleri başkasıyla gelir. Ya Tunç söylemiştir sana yapacaklarını. Ya da başkası... ama bilirsin. Yalan söyleme bu konuda."

"Yalan söylemiyorum. Şu ana kadar yeterince açık konuşmamış gibi miyim sence de? Korhan Alkan'la bugüne kadar doğrudan ya da dolaylı hiçbir iletişimim olmadı."

Babasıyla birbirlerine baktılar.

"Bilmiyor belki de." dedi Kenan.

"Evet. Başka biri daha olabilir. Tunç'un bile bilmediği."

"Muhtemelen."

Neden bahsettiklerini asla anlamıyordum.

"Çok dikkatli olmalıyız." dedi Atlas. Kenan kafasını salladı.

"Ne kadar vaktimiz var?" diye sordu. Atlas bana döndü.

"Tunç, bütün bunları bize anlattığından haberdar mı?"

"Değil ama oradan nasıl çıktığımız düşünülürse tahmin ediyordur."

"Onlar temas kurmadan biz harekete geçmeliyiz. Eve gidiyorum ben. Gün ağarana kadar birkaç saat daha var." diyerek ayağa fırladı Kenan. Atlas da babasıyla birlikte kalktı.

"Herşeyi ayarlamıştık baba, yorma kendini daha fazla. Endişe de etme." dedi ama dudaklarının kenarını kemiriyordu bunu söylerken, en başta kendisi endişe eder gibiydi. Bunu oturduğum yerden ben görebiliyordum. Babası da görebiliyordu muhtemelen. Kenan'ın yüzünde kederli bir ifade vardı. Kafasını sallayarak Atlas'ı onayladı.

"Sen de oğlum." dedi. "Sen de endişe etme." Gözleri bana kayınca, Atlas da bana baktı göz ucuyla. Bu savaşın son bilançosunda kime ne kadar hasar düşecekti bilmiyordum ama kendi adımı kayıplar hanesinde görebiliyordum çoktan. Atlas bakışlarını babasına geri çevirdi.

"Sorun değil." dedi. "Bundan sonrasını ben halledeceğim."

Kenan elini Atlas'ın sırtına vurdu usul usul.

"Biliyorum." dedi hala hüzünle. "Halledersin sen biliyorum."

Sonra arkasını döndü ve sokak kapısına doğru ilerledi.


***************


Daha önce onunla aynı ortamda olmanın beni bu kadar tedirgin ettiği hiç olmamıştı. Atlas, babasının ardından kapıyı kapatıp bir süre evin içinde kayboldu. Bense ne yapacağını bilemez halde oturmaya devam ediyordum. Telefonumun içinde bulunduğu el çantam koltuğun üzerinde az ilerideydi, ne merak ediyordum ne de bakmak istiyordum. Şu an Atlas hariç kimseyle konuşmak istemiyordum ama onunla konuşmak da korkutuyordu beni. Tam bir bilinmezlikten ibaretti herşey.

Atlas salona geri döndüğünde üstünü değiştirmiş, günlük kıyafetler giymişti. Mutfağa da uğramıştı belli ki bir şişe viski koydu orta sehpanın üzerine. Kitaplığın alt katındaki büfeden iki kristal bardak çıkardı. Ağır adımlarla geldi yanımdaki koltuğa oturdu. Kendi kadehine viski koyarken öne eğilişinde kusursuz yan profiline baktım. Buz gibi bir sakinlik içerisindeydi. Nasıl bu kadar sakin kalabiliyordu hayret ediyordum. Benim kanım donuyordu onun sakinliğinden. Kadehine koyduğu miktarı tek seferde içip yeniden doldurdu, ikinci kadehi ağırdan aldı. Bir kolunu koltuğun sırtına yasladı. Rahat bir oturuşla bana döndü.

"Hatırladığım halinden çok farklısın. Babanın cenazesinde gördüğümde ufacık bir kızdın." dedi.

Gözlerime hücum eden yaşları yok edebilmek için ona bakmamam gerekiyordu. Yüzümü yere eğip içimden ona kadar saydım. Düşünme. Düşünme. Düşünme.

"Ama bir açıdan da aynısın. Babana çok benziyorsun. Farkedememişim." dedi.

"Atlas." dedim fısıldarcasına. "Bu konuyu değiştirebilir miyiz?"

"Neden ki? Sen benim ne halde olduğumu hatırlıyor musun babanın cenazesinde? Bunu konuşmayı çok isterim aslına bakarsan."

"Hatırlıyorum." dedim. "Oldukça üzgün görünüyordun."

"Neden bana sormadın?" dedi. Belki de gece boyunca yüzünde gerçek anlamda kırılma ifadesini gördüğüm ilk andı. "İpek neden gelip bana nasıl oldu diye sormadın? Sana anlatırdım."

İçimdeki oyuk her cümlesinde  genişliyordu.

"Babanın yaptığı onca şeyden sonra...ben düşündüm ki..." Kocaman bir iç çektim. "Umrunda olmadığını düşündüm. Seni tanımıyordum ama annen annemle dosttu eskiden, silip attı o dostluğu. Biz çok hasar aldık Atlas ve bu hasarları baban verdi bize. Sen neresindeydin bu hikayenin?"

Düşünceli bir tavırla elini çenesinde gezdiriyordu.

"Pobeda'dan döndükten sonra ben... biz sonra babamla bir daha eskisi gibi olamadık. Bazı şeyler yaşadık ailece. Zor şeyler. Zor bir dönemdi. Kendimle meşgulmüşüm en çok ama..." dedi. Gözleri gözlerimde durakladı. Yine vazgeçmişti. Hafifçe bir omuz silkip elindeki ikinci kadehi tamamladı. "Her neyse artık bir önemi yok." dedi.

"Benim için var." dedim.

"Benim için yok." dedi.

"Yani haklıydım." dedim. Tatsız bir gülüş kaçtı dudaklarından.

"Evet çok haklıymışsın ağzıma sıçmakta. Az bile yapmışsın." Kendisine üçüncü kadehi doldururken,  "Sen de içer misin?" diye sordu.

"İstemiyorum. Sen de içme." dedim. Akşam yemeği dahi yememiştim, Atlas'ta yememişti. Ve saatler çoktan gece yarısını bulmuştu.

"Kafam almıyor başka türlü." deyip kendine doldurdu. "Benimle ilgili planını ne zaman yaptın?"

"Geçen yazdı. Üniversite tercihleri yaptığım sırada seni televizyonda gördüm. Kar Leoparı ünvanını almıştın."

"Pobeda'ya çıktıktan sonra."

"Ve tırmanışını babama ithaf ettikten sonra."
Bir bilinmeyeni daha çözmüş gibi kafasını salladı.

"Şimdi daha iyi anlıyorum. Seni götürdüğüm hamburgercide konuşmuştuk bu konuyu. Güzel bir an mıydı diye sormuştum. Çok, demiştin. Ne salakmışım. Diğer konuştuklarımızı da hatırlıyorum. Bende nasıl izler bıraktığını. Başarılı bir yalancısın."

"Her zaman yalan değildi." dedim içim ezilerek. Kafasını yana eğdi nasıl dercesine.

"Ben de hatırlıyorum bende bıraktığın izleri. Sana kapılmamam gerekiyordu ama o kadar güçlü girdin ki hayatıma. Çekimine kapılmaya engel olamadım. Seni sevmemem gerekiyordu ama sana aşık olmaya engel olamadım."

"Herhalde o yüzden sana içimi döktüğüm bir gecenin ertesinde beni terkettin." dedi. O günleri hatırlamak hala acı veriyordu.

"Aslında biraz haklısın bu söylediğinde. Sana aşık olduğumu anladığımda bu oyuna son vermek istedim. O yüzden çıkmak istedim hayatından."

"Sadece gerçeği söyleyerek de bir son verebilirdin."

"Kalbini kırmak istemiyordum." dedim. Ne söylediğimi biliyordum tabi ama bu sözün onun üzerindeki etkisini hafife alıyordum sanırım. Hayret eder gibi gözlerini tavana dikti.

"İpek." dedi bakışları yeniden beni bulduğunda gülüyordu. "Böyle ölmedi füze atayım diyorsun herhalde."

Ben de güldüm çünkü sinirlerim bozulmuştu. Bunun üzerine o daha çok güldü. Bir süre sadece güldük. Bir zaman sonra,

"Erkek arkadaşın nasıl karşılıyor bu Atlas'a aşık oldum hikayesini?" diye sordu. Füze nasıl atılırmış asıl Atlas'tan öğrenmek lazımdı.

"Erkek arkadaşım mı?" diye sordum kusar gibi. "Atlas seninle evlendim ben!" Sanırım gerçekten kusacaktım.

İrkilir gibi oldu. Ama hemen kontrol altına aldı bu duyguyu.

"Büyük fedakarlık." dedi dudağının kenarında beliren alaycı bir ifadeyle. Daha fazla acıtamaz sanıyordum ama acıtıyordu. Bu konuda söyleyecek hiçbir sözüm yoktu, söylemeyecektim. Evliliğimiz benim için sonuna kadar gerçekti. Sonuna kadar...Elma bahçesindeki evde geçen ilk gecemizi hatırlarken gözlerinin içine baktım. İkimizin de gözleri doldu fakat kimse ağlamadı.

Atlas'ın aldığı nefes titredi. Gözlerini kaçırıp kafasını önüne eğdi. Ben de bakışlarımı yere eğdim. Aramızdaki sevgi sözcüklerini düşünüyordum. Bana dokunuşlarını düşünüyordum. Beni nasıl sevdiğini düşünüyordum. Aynı şeyleri düşünüyor olabilirdik. Buna tahammül etmek çok zordu. Kafasını eğdiği yerden kaldırmadan koltuğun sırtındaki elini boşluğa doğru salladı.

"Ama planınız bir yerde sekteye uğramış olmalı." dedi kaldığı yerden devam ederek. Gözlerini kapatmış düşünüyordu sanki. "Çünkü bana geri geldin. Ben Norveç'ten döndükten sonra. Bu kez sen ısrarcıydın, yeniden başlaması için sen uğraştın. Yarım kalan işini bitirmek içindi desem...Tunç'tan niye bahsettin ki? Öpüştüğünüzü filan. Ruhum bile duymazdı." Sonradan aklına gelmiş gibi ekledi. "Sedef'ten duyarım diye mi?" Tekrar bana bakıyordu.

Anlaması için tane tane konuşuyordum. "Ben sana gerçekten aşık oldum ve ayrıldığımızda bunun kaçışı olmadığını çünkü sensizliğe katlanamadığımı anladım. Herşeyi anlatmaya karar vermiştim sana."

"Ama anlatmadın?"

"Çünkü o gün sen...şu sahildeki kahvecide babanla barıştığını söyledin. Babanla aranın kötü olduğunu öğrendiğimde, babanın yaptıklarıyla suçlanamayacağına inanmıştım. Belki haberinin bile olmadığına ikna etmiştim kendimi. Benim için masumdun. Sonra sen tam da sana herşeyi anlatacağım anda, düşmanlarına karşı babanın tarafını aldığını söyledin."

"Ve sen o düşmanların arasında kaldın."

"Hiç istemediğim halde." diye vurguladım. Kafasını iki yana salladı.

"Uzatmayalım bence artık çünkü bu hikaye saçmalıklarla dolu. Konuşmaya karar verdiysen madem her koşulda konuşursun. Şartlar ne olursa olsun, bu seni yine de dürüst bir insan yapar. Bak geldiğimiz noktaya bak. Anlatıyorsun ama boş anlatıyorsun. Neden geldik buraya? Sen hedefine ulaşabil diye. Çünkü vazgeçmiş olsan rahatlıkla anlatırdın herşeyi. Zerre kadar vazgeçmemişsin sen."

"Zerre kadar vazgeçemediğim tek şey sensin. Ben seni, babanın tarafında yer alıp bana düşman olduğunu bile bile sevdim."

"Ne diyeyim yani bravo filan mı diyeyim? Ben senin düşmanım olduğunu bilme şansına hiç erişemedim."

"Babanı neden seçtiğini söyle. Sekiz yıl görüşmedikten sonra birdenbire neden babana yardım etmeye karar verdin?"

"İpek benim babam ölüyor. Yıllar yıllar evvel atlattığı kanser yeniden patlak verdi ve çok hızlı yayıldı, dördüncü evresinde kanserin, tedavi de olmuyor. Çünkü tedavi olursa etrafında pusuda uyuyan kurtları uyandıracak. Bana geldi dedi ki, yardım et çünkü ben ölüyorum ve ben öldüğümde herşey senin üstüne kalacak. Bu işi dikkat çekmeden halletmeliyiz. İşleri yoluna koyup elden çıkarmaktı planım. Sana hep söylediğim, o herşeyin biteceği huzurlu an da o an olacaktı. Ben işleri devredecektim, temiz kalacaktım, babam da son dileği olduğu üzere huzurla ölebilecekti."

Dehşete düşmüş haldeydim. Bunca zaman babasıyla çalışmayı seçti diye yargıladığım Atlas tamamen manevi bir sebeple yapmıştı herşeyi. Şöyle bir düşününce, onun yerinde olan herkes de aynı şeyi yapardı. Ben babam bir gün daha yanımda olabilsin diye herşeyi yapardım mesela. Babam bana ölüyorum dese, sen ölme ben öleyim derdim. Ölümün yanında herşey hükümsüz kalıyordu. Ölüm, Kenan Dorukan'ın günahlarını bile hükümsüz kılıyordu. Atlas'ın babasına yardım etmesi de bir o kadar anlamlı ve anlaşılırdı artık gözümde. Anlattıklarının karşısında ellerimi yüzüme kapattım ve bir süre öyle kaldım.

"Keşke daha önce öğrenebilseydim bunu." diye sayıkladım.

"Büyük yemin verdirdi bana, anneme bile söylememem için. Kendince sebepleri var. Ben ona hak verdim. Buna rağmen yemin bozup sana söylecektim. Artık nasıl güvenmişsem..."

"Bana olan güvenini yitirdin ve söylediklerime inanmak istemiyorsun bugün biliyorum. Ama ben bir aile kurmaya evet demiştim seninle ve tüm çelişkilerime rağmen evet diyen o kız en gerçek halimle bendim. Bir zamanlar korkularıma karşılık demiştin ki bana bu, seçemediğimiz, mecburi olarak içine doğduğumuz ailelerimizle ilgili değil. Babanı küçük yaşta kaybetmenle ilgili değil. Benim babamla yaşadıklarım veya kendi ailevi problemlerimle de değil. Bu bizimle ilgili. Bizim birbirimize olan hislerimizle ilgili. Demiştin ki, kalbinin sesini dinle. Eğer ki korkuyorsan, o zaman benimkini dinle. Ve ben de dinledim Atlas. Ben sen söz konusu olunca sadece kalbimin sesini dinledim."

Başka şeyler de söylemişti. Kolay olmayacağıyla ilgili. Sonsuzluğumuzla ilgili. Birbirimizi sınırsızca sevebilmekle ilgili. Şimdi hepsi buhar olup uçmuş havaya karışmış gibiydi. Çünkü üzgün ve yorgun görünüyordu karşımda ama hislere kapatmıştı kendini. Duyuyor, görüyor ama çabalamak istemiyor gibiydi. Bir kalp atışı kadar kısa sürede,

"Sana inanıp inanmamamın bir öneminin kalmadığı noktadayız. Görmüyor musun İpek, bitti." dedi.

Bitti. Bitti. Bitti.

Bitti. Bitti. Bitti.

Bitti. Bitti. Bitti.

Dedi.

Benim yüreğimse bitmesin dedi.

"Birbirimizi sevdiğimiz sürece herşeyin üstesinden gelebiliriz diyen adam sen miydin?" diye sordum.

Boş baktı ve ruhsuz bir ses tonuyla;

"Sevmek o kadar kolay kullanılacak bir sözcük değil artık bizim için. Ne sen aynı kişi olacaksın bu geceden sonra ne de artık ben. Keşke Timur amcanın küçük kızı olarak kalsaydın. Hayatıma hiç girmeseydin." dedi.

"Böyle söyleme, beni hiç mi sevmedin?" diye sitem ettim. İçimse yakardı, feryat etti.

Sonra birdenbire darmadağın oldu herşey. Yüzündeki ifade. Elindeki kadeh. Yüreğim. Biz. Hiçbir şey kalmadı geriye.

"Sevmedim amına koyayım! Sevmedim!" diye bağırarak elindeki kadehi fırlattı. Kadeh karşı duvara çarparak parçalandı. Çıkan sesle sıçradım. "Şimdi de nefret ediyorum. Oldu mu? Yaşa şimdi bununla. Yaşayabilirsen yaşa. Ben hayatım dediğim herşeyin bir yalan olduğu gerçeğiyle nasıl yaşayacaksam sen de bununla yaşa."

"Özür dilerim." dedim sadece. Onun patlayan öfkesiyle birlikte ben de patlayarak gözyaşlarına boğuldum ve içimi çeke çeke, "Özür dilerim." diye tekrarladım.

"Özür dileme. Herşeyi söyle. Sen de nefret et benden. Seni hiç sevmedim de. Herşey bir oyundu de. Kalbini sökmekten zevk aldım de. Ama özür dileme. O özrü ben haketmiyorum."

"Edemem. Söyleyemem."

"Edersin. Çok çaba da gerekmez...babanın ölümünün ardındaki gerçeği öğrenmek istiyordun ya en başta. Daha en başta sorman gereken soru da buydu bu gece, babam çıkıp gittiği anda bana bunu sormalıydın. Ben de sana anlatmalıydım. Sonra ne şekilde siktirip gideceğiz birbirimizin hayatından ona karar verecektik. Sen masallar anlattın gereksiz yere vakit kaybettik."

Ciğerlerimde bir gram hava kalmamıştı. Bu yüzden çabalamadım.

"Ne diyorsun sen?"

"Sor diyorum. Sor İpek. O soruyu sor artık, çünkü sen sormadan bu işkence bitmeyecek." dedi.

Martı sesleri duydum önce. Binlerce siyah martı. Düzenli bir sıraya girmiş. Çığlıklar ata ata üstümüze doğru uçuyordu. Havada dev bir soru işareti vardı. Aklımdaki soru simsiyah dev bir bulut olmuş, acı, pişmanlık, vicdan azabıyla dolu yükünü üstümüze boşaltmaya hazırlanıyordu.

Ben sordum.

Ona "Babam nasıl öldü?" diye sordum.

Ve o da anlattı.

Continue Reading

You'll Also Like

19.5K 4.1K 17
Ölen oğulları Ercan'ın ardından anısına düzenlenen bir yardım sergisine gitsen... Ailenin genç yaşta motosiklet kazasında kaybettikleri altın çocuğun...
47.2K 7.4K 30
Bir Sage Taylors romanı... Kasabaya yeni taşınan Daniella küllerinden doğmaya çalışırken, eski bir oteli de hayata döndürmek istiyordu. Ailesine ai...
154K 3.5K 26
Zihninin dengesini yitirmek,ne kadar acı verebilirdi? Niran Merza Karan, yaşadığı ve yaşamaya mecbur bırakıldığı kaderinin kurbanı genç bir kadındı...
İhtiza By melisyazafir

General Fiction

46.1K 3.3K 11
Vahşi pençeleri sırtımda asılı kaldı. Yüzüm, tıpkı ellerim gibi duvarın soğuk yüzeyine tutundu. Güç, hırs, belki biraz da tutkunun karıştığı nefesi b...