☄️☄️hard feelings ||baekyeol|...

Od Hanravel

22.4K 1.9K 916

"Seni seviyorum.Tüm varlığımla,az sonra kıyamet kopacak olsa da seviyorum.Her bakışında her dokunuşunda titri... Více

-1-
-2-
-3-
-4-
-5-
-6-
-7-
-8-
-9-
-10-
-11-
-12-
-13-
-14-
-15-
-16-
-17-
-19-
-20-
//final//

-18-

741 71 13
Od Hanravel

y.n:saat farkını ayaralayamadım,çok takılmayın,saçmalamış olabilirim.

Psikiyatr olmanın bana ne kadar uygun olduğunu ilk farkettiğim zaman ergenliğime yeni giriyordum.Senelerce kullandığım hapları bırakalı fazla olmamıştı ve ben sersemliğimi yavaş yavaş üzerimden atıyordum.Haliyle beni bu hale düşüren ilaçlar ve psikiyatristimle ilgili meraklarım iyice artmıştı ve ben de bu alana yönelmeye karar vermiştim.

İnsanları bir şekilde anlayabileceğimi,davranışlarını okuyabileceğimi ve onları yönlendirebileceğimi bilmek de gayet hoşuma gitmişti.Yani meslek hayatına girene kadar da hoşuma gitmeye devam ediyordu fakat olayın içine girince ne kadar zor olduğunu farketmem uzun sürmemişti. Mesleğimle beraber hayatım da bir anlamda değişmiş ve bana bir takım sorumluluklar yüklemişti.Bu da etrafımdaki herkesin beni insan yerine koymayı bırakıp dert atabilecekleri dipsiz bir kuyu olarak görmeleriyle başlamıştı.Önceden biraz daha içine kapanık biri olduğum için insanlarla pek yakın değildim fakat insanlarla yakınlığım arttıkça bu durum daha da artmıştı ve ben ne kadar insanlara yardım etmekten mutlu olsam da yavaş yavaş bunaldığımı hissediyordum.

Saatlerce süren bir uçuştan sonra evime anca gelebilmiştim ve saat farkı yüzünden kafam allak bullak olmuşken salonumda derin bir çöküş yaşayan Soohyun vardı.Baş ağrıma iki tane ağrı kesici almıştım ve yanına oturuvermiştim.Taeyon hepimize birer tane bira açmışken ben birayı reddetmiştim ve meyveli yoğurt yiyordum.

Taeyon üç dört gün önce Soohyun'u zorlukla ikna etmiş ve yanıma gelmekten vazgeçirmişti.Ben de Çin'e gelmekten vazgeçip eve gelmek zorunda kalmıştım.

"Soohyun bana neden kavga ettiğinizi anlatacak mısın?Eğer istersen babanla konuşabilirim.Ne dersin?"dedim.Dolu dolu gözlerini sildi ve burnunu çekip itiraz etti.Neler olduğunu hala bilmiyordum ve bu durum acayip sinirlerimi bozmaya başlamıştı.Anlatmayacaksa odama gidip uyuyacaktım ama içim elvermedi.Taeyon'a kaş göz yaptığımda başıyla mutfağı işaret etti ve ikimiz mutfağa gittik.Kapıyı kapadıktan sonra kısık sesle konuşmaya başladı.

"Senin yüzünden kavga etmişler."dedi Taeyon tek seferde.

"Ben ne yaptım?"dedim anlamayarak.Daha önce Soohyun'un babasıyla hiç karşılaşmamıştım ve buradan ayrılırken Soohyun ile de aramız gayet iyiydi.Varlığımın bu kadar büyük problem olmasını daha sonra düşünmek için göz ardı ettim ve Taeyon bana kısık bir sesle olan biten her şeyi anlattı.

Soohyun iflah olmaz bir romantik ve hisli bir edebiyat öğrencisi olduğundan evde defterler tutuyormuş.Gönlünün bende olduğunu her fırsatta vurguladığından da bu defterlerde benim adıma yazılmış bir sürü mektuplar,şiirler varmış ve bu defter belki de ele geçmesi gereken son kişi tarafından yani babası tarafından bulunmuş.Magazinlerde adım hiç hoş bir şekilde anılmadığından adam şak diye beni tanımış ve bir kavga kopmuş.Benim için ağza alınmayacak küfürler savurmuş ve Soohyun'a vurmuş.Soohyun da toplamış valizini çıkmış gelmiş evden.Gidecek yeri olmadığından ilk beni aramış ama sonra Taeyon onu vazgeçmeye ikna etmiş ve üç gündür bizde kalıyormuş.
Bir şeyler daha söyleyecekti ama kapının açılmasıyla Soohyun tarafından basıldık.Gözleri kırgın kırgın bakıyordu.

"Noona ben nerede yatacağım?"dedi üzerindeki battaniyeyle.Üç gündür nerede yattığını merak edemeden Taeyon cevap verdi.

"Benimle yatarsın.Odama git ben geliyorum hemen tatlım."dedi ve omuzunu hafifçe patpatlayıp yolladı.

"Sen yoksun diye senin odanda yatmak istedi.Ben de bir şey diyemedim."dedi mahçup bir şekilde.Sıkıntıyla nefes verdim ama daha sonra Taeyon'a kızmanın anlamsız olduğunu farkettim.

"Boşver.Ben yatacağım,istediğin bir şey var mı?"

"Konuşmaya fırsatımız olmadı.Chanyeol'u gördün mü?"dedi.İsmiyle yüzümde engelleyemediğim bir gülümseme oluştu.Yatmaktan vazgeçtim ve ikimiz mutfak masasında gece yarısına biraz kahve biraz sigara eşliğinde sohbet ettik.Chanyeol ile ilgili konuşmaya başlayınca kendime engel olamıyordum,kelimeler uçsuz bucaksız geliyordu,konuşmaya doyamıyordum.Anlattıkça hem keyifleniyor hem de tuhaf bir sıkıntıya düşüyordum.

"Ne yapmayı düşünüyorsun peki?"dedi kahvesinden son yudumu alarak.Omuz silktim.Ne yapacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu.Yani Chanyeol'dan özür dilemiştim,evet, yeterli olmadığının farkındaydım ama başka ne yapabileceğimi bilmiyordum.Ailesi benden nefret ediyordu ve onunla görüşmemle birlikte ailesiyle tekrardan arası bozulacaktı.Ondan ailesini bırakıp gelmesini isteyemezdim ama bu saatten sonra ondan uzak kalamayacağımı da biliyordum.
Hastaneye gittiğim günden sonra onu bir daha görememiştim ve yarın akşam buraya gelmesiyle onu görebileceğim düşüncesi beni tatlı sayılabilecek bir heyecanın içine düşürüyordu.Gülümsememi engelleyemiyordum.

Onun için bir şeyler yapmak istiyordum ama ne yapacağımı da pek bilmiyordum,düşünmek için uzun bir gece vardı önümde.

"Ben yatıyorum."dedim aramızdaki kısa süreli sessizliği bozarken.Gülümsedi ve yanağını onun bana yaptığı gibi şapur şupur öpüp odama gittim.

Yatağımdaki nevresimimi değiştirip,tiksindiğimden falan değildi sadece başkasının kokusuyla uyumak istemiyordum,yatağa uzandım.Güzel yüzü gözümün önüne geldi.

Zorlukla uykuya daldım ve uyandığımda da pek iyi bir durumda değildim çünkü uzun zamandır görmediğim ıslak rüyalardan birini görmüştüm.Herkesten erken kalkmış olmama şükrederek banyoya girdim ve soğuk bir duş alarak toparlandım.Odama dönüp yatağımı da topladım ve üzerime ince pijamalar giydim.

Ben yatağımı toparlarken Taeyon'un uykulu ve homurdanan sesiyle dün gece ben geldiğimden beri uyuyan şimdi yeni uyanan Bulut'la konuştuğunu duydum.

"Azcık da baban baksın sana ya."dedi ve odamın kapısını şak diye açıverdi ve Bulut hevesle üzerime koştu.Beni uykulu görmeyi beklediğinden herhalde biraz şaşırmıştı ama gözleri yarı açık halde homurdanmaya devam edip uykusuna döndü.

Ben de Bulut'u sabah yürüyüşüne çıkarmak için hazırlandım ve saçlarımı hafifçe kurutup başıma bir şapka geçirdim.

Evden çıkarken de Soohyun'un sesini duydum.Dün akşama göre daha iyiydi.

"Baekhyun ben de geleyim mi?"dedi alt dudağını hafifçe dişleyip bana bakarken.Üzerinde her zamanki çiçekli elbiselerinden biri vardı.Başka birini sevseydi çok ama çok mutlu olabilirdi.Şöyle sevgisini hakedip sabaha kadar ona şiirler fısıldayacak biri ya da bakışlarıyla derdini şıp diye çözecek biri hani.Geçmişi temiz,benim aksime insanların çoğunun ismi anıldığında yüzünü buruşturmayacağı ya da babasının anlaşabileceği biri.Ona baktığımda istediğim tek şey gerçekten mutlu olmasıydı.

Başımı hafifçe sallayıp onay verdiğimde ikimiz de ayakkabılarımızı giydik ve evden çıktık.Hava gayet güzeldi.Hafifçe rüzgar esiyordu.Evim gerçekten sakin bir muhitte olduğundan bu saatte yürüyüşe çıkan bir kaç insan hariç pek kimseye rastlamamıştık.

Soohyun yaz ile ilgili bir şiir okudu ve bir süre böyle şeylerden bahsetmeye devam ettik.

Bir anda elimi tutuverdi.Bulutun tasmasını tuttuğum elimin içine nazik elini kaydırdı ve bir şey yokmuş gibi yürümeye başladı.

Bulutun tasmasını diğer elime aldım ve elimi yavaşça çektim ve küçük bir çocukmuş gibi başını okşayıp güldüm.Sanki elimi hiç tutmamış gibi ya da ben bundan rahatsız olmamışım gibi kahvaltı için krep yapmamız gerektiğini söyledim ve konuyu bambaşka yere çektim.

Ona Chanyeol ile ilgili olaydan bahsetmem gerekiyordu ve benimle ilgili daha fazla hayal kurmasını önlemem gerekiyordu,bunun için en uygun zamanın kahvaltıdan sonra olduğuna karar verdim ve beraber eve yürüdük.

Biz eve geldiğimizde Taeyon çoktan kahvaltıyı hazırlamıştı ve bazen varlığından şüpheye düştüğüm Tanrı bizi duymuş gibiydi.Taeyon krep pişirmişti.

Güzel bir sohbetin geçtiği bir buçuk saat sonra ben uzun zamandır içmediğim bitki çaylarımdan birini içiyordum ve kızlar da kahvelerini içiyordu ve ben de sonunda en uygun zamanı bulduğumu düşünerek lafa girdim.

"Taeyon bize biraz izin verir misin?Soohyunla konuşmak istiyorum."dedim Soohyun'a gülümseyerek bakarken.Soohyun tedirgince gülümsedi ve Taeyon sıkıntıyla bir nefes verip ne yaptığımdan emin olmaya çalışır gibi baktı.Ona güven vermek ister gibi başımı salladım ve mutfaktan çıktı,şimdi yalnız kalmıştık.

Gerilmiştim,nasıl başlayacağımı bilmiyordum.Lafı dolandırmanın bir anlamı yoktu.Üzüleceğinin farkındaydım ama bir iki gün içinde Chanyeol gelecekti ve bizi bir arada görmeden önce ne olduğunu bilmesi gerekiyordu.

"Chanyeol ile birlikteyim."dedim tek seferde.Yarabandını tek hamlede çekmek en doğrusuydu şu durumda.Gözlerimin içine çok kısa bir an baktı.Sonra gözlerini kapattı ve derin bir nefes verip tekrar açtı.Gülümsüyordu.İçten bir tanesi olmadığını biliyordum ama şu durumda yapabileceğim bir şey yoktu.

"Tebrik ederim,umarım mutlu olursun.Mutlu olmayı gerçekten hakediyorsun."dedi.Önündeki kahveden bir yudum daha aldığında hala verdiği tepkiyi sindirmeye çalışıyordum.Yine de anlayışlı davrandığı için kendimi daha iyi hissediyordum.İçine attığının farkındaydım,ne kadar hisli ve duygusal olduğunu biliyordum ama güçlü olduğunu da biliyordum.O yüzden gülümsedim ve bitki çayımı içtim.

🌌🌌🌌

Sulli ve Minseok daha barışmadığı için ikisi de gayet inatçı olduğundan akşam yemeğine ikisini de davet ettim.

Ben mutfakta yemeklerle ilgilenirken ve babaannemden kalan radyodan doksanlardan daha önce defalarca dinlediğim parçalardan birini dinlerken Soohyun yemek masasında ödevini yapıyordu.Bazen ilgisini çeken ve hoşuna giden şeyleri bana da okuyordu ama onun dışında pek konuşmuyorduk.

Aklım Chanyeoldaydı.Yarın sabah uçağa bineceğini ve geleceğini söylemişti.Sesinde tatlı bir huysuzluk vardı benimle zorunda olduğu için konuşuyormuş gibiydi.Sebebini biliyordum beni hala kendi içinde affetmemişti ve ben kendimi ona nasıl affettireceğim hakkında güzel planlar yapıyordum.Her şeyi düzeltecektim.

Bugün bana attığı fotoğraf aklıma gelince gülümsememe engel olamadım.Ondan fotoğraf istemiştim ve kafasını yana çevirmiş kameraya bakmadan çektiği bir fotoğrafı atmıştı.Trip atarken bile bu kadar sevimli olması olanaksız gibi geliyordu.

''... o kendisini ne kadar sevdiğimi hiç bilmeyecek; hem onu yakışıklı filan diye sevmiyorum, Nelly; benden daha çok bana benziyor da, onun için seviyorum. Ruhlarımız her neden yoğrulmuşsa, ikimizinki de aynı. Linton'ınki ise, ay ışığının şimşekten, buzun ateşten ayrı olduğu kadar bizimkinden ayrı.''

Yaptığı alıntıyla duraksadım ve elimdeki bıçağı kesme tahtasının üzerine bıraktım.Okuduğum kitaplardan biri olmalıydı fakat çıkaramadım.Bir an düşündüm ve ben hatırlayamadan kapımız çaldı.Ben ellerimi silip kapıya gidecekken benden önce kalktı ve kapıya baktı.

Bir ses gelmeyince ben de kapıya ilerledim ve gelene baktım.Kırklarının sonunda temiz yüzlü saçlarına aklar düşmüş hemen hemen benim boylarımda bir adam gördüm.Bir an göz göze geldiğimizde kendimi dik durmaya zorladım ve Soohyun'a baktım.Gelenin babası olduğunu tahmin etmek pek zor değildi.

"Seni götürmeye geldim,Soohyun." dedi adam tok bir sesle.Gözleri üzerimde nefretle dolanıyordu ve bu beni biraz ürkütüyordu.Bakışlarını üzerimden çekip kızına yöneltti.

"Beni yerin dibine sokacak kadar aşağıladıktan dört gün sonra mı buna karar verdin?"dedi sesi gerçekten sinirli geliyordu onun aksine babası gayet ciddi ve sakindi.

"Evet,topla eşyalarını.Eve gidiyoruz.Bunları evde konuşacağız."dedi.

"Gelmiyorum."dedi."Söylediğin onca sözden sonra o eve dönemem."

"Soohyun seninle 'bu'nun önünde kavga etmeyeceğim.Topla eşyalarını,bekliyorum."dedi ve kapıya yaslanarak beklemeye başladı.'Bu' diye bahsettiği ben oluyordum,alınmamaya çalıştım. Sonuçta Taeyon bana ağız dolusu küfür savurduğunu söylemişti ve 'bu'kelimesi o kadar da canımı sıkmazdı.

"Boşuna bekliyorsun,gelmeyeceğim."

"Geleceksin."

"Gelmeyeceğim."

"Soohyun,geleceksin."Soohyun arkasını döndü ve bir an göz göze geldik.Hiçbir tepki vermedim.Babasıyla arası benim yüzümden bozulmuştu ve şuan bir şey dersem eğer hepten yıkacaktım ilişkilerini.Bu yüzden sustum.Kendisi karar verecekti.Gidecekse onu durdurmazdım,kalacaksa onu göndermezdim.Tekrar babasına döndü.Babası bu sefer daha yumuşak bir ifadeyle bakıyordu.Soohyun'un göz pınarlarını dolduran yaşları gördüm.

"Hadi,topla eşyalarını."dedi babası son kez.Daha deminki inadı o anda anlamadığım bir şekilde kırıldı ve Soohyun onu kafa sallayarak onayladı.Taeyon'un odasına gitti.Kapıda o adamla kalmak beni iyice gerdi ama saygı göstermem gerektiğini düşündüm.

"İçerde bekleyin istersiniz."dedim o hala kapıda dikilirken.

"Gerek yok."dedi olabildiğince soğuk bir sesle.Hayatım boyunca bu tepkiye alışamayacağımı biliyordum.İnsanların sadece kendi hemcinsim insanlardan da hoşlandığım için verdiği bu tepkiyi ne anlamlandırabiliyordum ne de alışabiliyordum.Halbuki yirmi sekiz yıldır her yerde bunu yaşıyordum.

"Sana bunu ilk ve son kez söylüyorum.Soohyun'dan uzak dur.Eğer bir daha böyle bir şey yaşanırsa ki buna müsaade etmem eğer bir daha kızımla arama girersen seni gerçekten pişman ederim Byun Baekhyun.Anladın mı?"Kendimi savunmadım bile,insanlarla uğraşmaktan gerçekten yorulmuştum çünkü.Soohyun'u en az benim kadar incittiğini söylemedim. Anlamayacaktı.Derin bir nefes verip kafamı salladım ve Soohyun sırt çantasıyla geldi.

Kollarını uzatıp bana sarıldığında bunun son olacağını tahmin ederek ona sarıldım.

"Kendine iyi bak,küçük."dedim saçlarının arasından kulağına fısıldayarak.Başını salladığını hissettim ve geri çekildi.Son kez gülümsedi ve ayakkabılarını giyerek evden çıktı.Kapıyı kapattım ve mutfağa geri döndüm.Yanmak üzere olan yemeğin altını kapatıp masaya yerleştim.Başka bir şarkı çalarken her şeyin böyle daha iyi olacağını söyledim kendime.Her şey daha iyi olacaktı.

Kendimi toplamam biraz vakit aldığında masamın üzerindeki kitabımı gördüm.Uğultulu Tepeler...
Alıntı yaptığı kitap buydu.Okuyalı bir hayli vakit geçmişti ama belli başlı hatlarıyla hatırlıyordum.Elime aldım ve gülümsedim.Bundan sonra bu kitap bana Soohyun'u hatırlatacaktı.
Milena'ya Mektuplar'ın Chanyeol'u hatırlatması gibi.Kitabı tekrar kitaplığıma koydum ve mutfağa yönelip gelmesine az kalmış olan misafirlerim için yemekleri hazırlamaya geri koyuldum.

Eskiden zorunda olduğum için yemek yapıyordum ama şimdi yavaş yavas bu işlerden hoşlanmaya başlamıştım.Tüm kontrol bendeydi ve hoşuma gidiyordu.Üstelik yeni şeyler öğreniyordum.Tabii bu durum en çok cadının işine geliyordu.Bulutla akşam yürüyüşüne çıkmıştı ve akşam yemeklerini bana hazırlattığı için gayet memnundu.

Yemeklerin hepsi hazır olduğunda saniyesinde zil çaldı.Gelenin Minseok olduğunu tahmin etmek zor olmadı çünkü biraz dakik biriydi.Ne beklemekten ne bekletmekten hoşlanırdı.Dostça bir selamlaşmanın ardından Sulli konusunu açmadan önce biraz gittiğim seminer hakkında ve sıradan şeyler hakkında konuştuk.Chanyeol ile barışmamıza çok sevindi ve pek geçmeden içeri Bulut ve Taeyon girdi.Bulut beni özlediğinden olsa gerek iyice hareketlenmiş ve havlamaları artarken ayaklarımın dibine çöküvermişti.Bir süre Minseok ile Bulut'u severken kapı çaldı.

Sulli gelmişti ve birbirlerini görünce ortamı terketme ihtimalleri olduğundan dikkatli davranmam gerekiyordu.Bu akşam aralarındaki sorunları çözmeleri gerekiyordu çünkü ,daha iptal etmediklerini varsayarsak,düğüne iki hafta falan vardı.O yüzden Sulli'yi direk mutfağa geçirdim ve başka hiçbir şey demeden salona gidip Minseok'u aldım ve mutfağa getirdim.

İçeride bir kavga kıyamet kopmak üzereydi ve ben neredeyse yanlış yaptığımı düşünüyordum ki Taeyon her şeyi toparladı.Hem Sulli'yi hem Minseok'u sakinleştirip masaya oturtmayı başardı.Ben Minseok'un yanına otururken cadı da Sulli'nin yanına geçti.

Biraz daha sakinleştikten sonra ikisi de dürüst davrandı ve birbirinin sözünü kesmeden diğerini dinledi. İkisi de birbirlerini seviyordu ama anlaşamayacaklarını düşünüyor ve mutsuz bir evliliğe adım atmaktansa ayrılığın daha iyi olacağını düşünüyorlardı.

"Evliliğe hazır hissetmiyorsanız erteleyin."dedi Taeyon sanki önlerinde çok bariz duran bir şeyi göremiyorlar gibi."Ayrılmak zorunda değilsiniz."Minseok derince ofladığında aralarındaki meseleye karışmakla hata yapıp yapmadığımı tekrar düşünüyordum.Bu meseleyi bizim zorlamalarımızla çözerlerse ileride tekrarlanırdı ama kendileri çözerse bu onlar için daha faydalı olurdu.

Bir on dakika sonra ne olacağını bilemeden Taeyonla beraber odadan çıkıp onları yalnız bıraktık.Salona geçtiğimizde ben Bulut'la oynamaya başladım Taeyon da yeni hobisine yöneldi.Evin her yerinden minik minik parçalarını bulduğum bir asma bahçesinin yapbozunu yapmaya başladı.Evde Bulut varken yapboz yapmak resmen yağmurlu günde cam silmek gibi boş bir çabaydı.Tahta üzerinde birleştirdiğimiz parçalara pati atardı genelde onu yapamadığı zamanda kenardaki parçaları eşelerdi.Taeyon'a çok kez başka bir hobinin kolaylığından bahsetsem de vazgeçmedi.Ne yapboz yapmaktan ne de Bulut'a kızmaktan.

Bir yarım saat sonra hala mutfaktan çıkmadıklarında acaba biri diğerini öldürdü mü gibi saçma bir düşünceye dalmadan önce ikisi çıkageldi mutfaktan.İkisinin de gülümsemesi her şeyin yolunda gittiğini gösteriyordu.

Önce akşam yemeğimizi yedik ve sonra kutlama için hep beraber dışarı çıktık.Gayet hoş bir gece geçirdik.İkisi de birbirinden özür dilemişlerdi fakat evliliği de iptal etmişlerdi.Biraz daha beklemenin daha iyi olacağına karar vermişlerdi ve ben de pek mantıklı olduğunu düşünmesem bile onlara destek vermekten ve içkimi yudumlamaktan başka bir şey yapmamıştım.

Ben araba kullanacağımı bildiğimden ölçüyü kaçırmamıştım ama Minseok da dahil hepsi kendini dağıtırcasına içti.Fakat atladığım bir şey vardı ki o da böyle ortamda tek ayık insan olmanın gerçekten bir süre sonra çok sıkıcı olmasıydı.

Bu yüzden saat gece yarısını biraz geçtiğinde hepsini teker teker zorla arabaya bindirmiştim.Sulli ile Minseok yumuş yumuş bir sevgi yığını halinde birbirlerine gülüp duruyorken Taeyon koltukta ayakta dikilmeye çalışıp dans etmeye çalışıyordu.Ona emniyet kemerini bağlatmaya defalarca uğraştım ve defalarca beni dinlemedi.Beni deli etti ama şarkı söylemekten vazgeçmedi.Bir daha yanımda bu kadar içmesine izin vermeyecektim.

Eve geldiğimizde Minseok ve Sulli daha kendini toparlamış haldeyken Taeyon uyuyakalmıştı.Baya uyuyordu yani.Uyandırmayı denesem de uykuyu anasından babasından bile çok sevdiği için kalkmadı.Arabada bırakıp gitmek geldi içimden ama kıyamadım ve son zamanlarda canım istemiyor diye bir lokma alıp sofradan kalktığı için oldukça zayıflamış cadıyı kucağıma aldım.

Yaklaşık iki ya da üç aydır bir derdi vardı ama sürekli cadılığının arkasına gizliyordu bunu ve onu konuşmaya ikna edemiyordum.Boşuna kuruntu yaptığımı söylüyor ve meslek hastalığına tutulduğumla ilgili bir şeyler söyleyip beni boşveriyordu.

Asansöre bindiğimizde hala ona sesleniyordum ama gerçekten ölü gibi uyuyordu.Nefes almasa buna gerçekten inanırdım.Sonunda eve vardığımızda Sulli ile Minseok salondaki kanepeye serilirken ben de Taeyon'u kendi odasına götürdüm.Hala ayağında olan ve boyunu boyuma yaklaştıran topuklularını çıkararak kenara koydum.Yorganını üzerine örttüğümde ufak bir çocuk gibi yorgana kıvrıldı.

Yorgunlukla arkamı döndüm ve odama girdim.Pijamalarımı bile giymeden yatağa uzandım ve fazla geçmeden uykuya daldım.

Bir telaşın,bir curcunanın içine gözlerimi açtığımda kendime gelmem pek vakit almamıştı.Ben izinli olsam bile arkadaşlarım işe devam ediyordu ve geceden kalma oldukları için haliyle geç kalmışlardı.Minseok'a kendi takım elbiselerimden birini verdiğimde ve en sonunda onu da evden yolladığımda yalnız başıma kalmıştım.

Chanyeol'u aramak istesem de hala uyuyabileceğini düşünüp kısa ve sevimli olduğunu umduğum bir günaydın mesajı çektim.Önce Bulut'u gezmeye çıkardım sonra da dün dağılan evimi toparladım.

Cadının odası hariç her yeri baştan aşağı silip süpürürken telefonum çaldı.Chanyeol'un aradığını görünce yere sırt üstü uzandım ve telefonu açtım.

"Efendim Yeol."dedim halıya iyice serilirken.Tatlı bir sancı mideme vururken gülümsememe engel olamadım.

"Ne yapıyorsun?Evde misin?"dedi sesi normalden daha gür çıkarken. Arkasındaki gürültüden kalabalık bir yerde olduğunu tahmin edebiliyordum.Yüksek ihtimalle havaalanında olmalıydı.

"Uçağımın kalkmasına yarım saat var ve sıkıldım.Yapacak başka bir şey olmadığından da seni aradım."dedi.Hala trip atıyordu ama bu hareketleri bana daha bir sevimli geliyordu.Buraya gelince yanaklarını ıssıracaktım!

"Ya?Sadece sıkıldığından aradın yani?Özlemedin beni?"

"Ne özleyeceğim?Daha ayrılalı ne kadar oldu hem?"

"Ama ben özledim."dedim onu biraz daha yumuşatmak isteyerek üzerine giderken.Derin bir nefes çektiğini duyunca yüzümdeki gülümseme iyice büyüdü.Havaalanına karşılamaya gitmeye de o anda karar verdim.

"Gerçekten özleseydin yedi ay boyunca bir kerecik de olsa bana haber yollar,bir şekilde ulaşırdın." dedi.Sıkıntıyla iç geçirme sırası bana gelmişti.Kırıldığını biliyordum ve onu biraz da olsa anlıyordum fakat o beni anlamamak konusunda niye bu kadar ısrar ediyordu ki?Ona neden gelemediğimi çok iyi anlatmıştım.Ama yine de benden küçük olduğunu ve zor bir hastalığı yeni atlattığını getirdim aklıma ve ona direnmemeye karar verdim.Biraz naz yapmak istiyordu,ben de suyuna gidecektim.

"Havaalanına geleceğim seni görmek için.Kaç gibi inersin tahminen?Eğer biraz erken inersen akşam yemeğine gidebiliriz belki."dedim geleceği saati kafamda zar zor hesaplayarak.

"Sanırım yedi gibi ama gelmesen daha iyi olacak.Babam birilerini beni alması için yollayacakmış.Tatsızlık çıksın istemiyorum."dedi.Bir şey demedim.Ailesiyle benim aramda tercih yapmasını isteyemezdim. Üstelik daha üç dört ay öncesinde neredeyse herkesin ağzına sakız olduğumuz düşünülünce belki de böyle ulu orta görüşmemiz çok da uygun değildi.Her şeyin melankolik filmler gibi ilerlemesinden bıkmıştım.

"Daha sonra görüşürüz o halde." dedim.O an acaba onu yanlış mı anlıyorum diye düşündüm.Benden altı ya da yedi yaş küçüktü.Beni seviyordu ama artık iyileşmişti,eski hayatına dönecekti ve belki de bana olan hisleri geçmiş zamanın bilinmeyen sayfalarına karışacaktı.Onunla ilgili her şeyin bu kadar belirsiz olması beni gerçekten yoruyordu ama bunu telefonda konuşamayacağımızın farkında olduğumdan bir şey diyemedim.

"Ama sonraki akşam gidebiliriz eğer istersen?Sonraki akşam boşum."dedi birden hevesle.Gülümsedim.Bir umut olduğu sürece peşinde böyle dolanıp duracaktım işte.Geçen zamanın bir önemi yoktu.Olabilecek her şeyi tekrar karşıma alabilirdim.Onu seviyordum ve bu sefer vazgeçmeyecektim.

"Tamam o halde.Sonraki akşam gideriz.Ben alırım seni."dedim midemdeki tatlı sancı kıpırdandığında.

"Oluur."dedi gülümsediğini anladığım bir sesle."Madem bu kadar ısrar ediyorsun."

"Evet,Yeollie sanırım biraz daha seni görmezsem şuracıkta can vereceğim."dedim tüm tiyatral yeteneklerimi ortaya sererek kıvranıyormuşum gibi bir sesle.Güldü.Gülüşünü görmek istedim,gamzesini,sağ yanağındaki yedi dikişli yara izini...Siyaha yakın büyük gözlerinin kısılışını izlemeyi...

"Belki de biraz daha burada kalıp benimle neden alay etmeyeceğini sana göstermeliyim."dedi.Ses tonundaki muzurluğu sezdiğimde iyice gülümsedim.

"Özlersin sen beni.Dayanamazsın." dedim onu biraz daha zorlayarak.Onunla böyle uğraşmak hoşuma gidiyordu.

"Hiç de bile.Bugün gelmesem iki gün sonra sen gelirsin yanıma."dedi hala biraz kibirli tavrından ödün vermeyerek.

"Doğru."dedim daha fazla uzatmayarak."Gelirim."Kabul ettiğimde artık sesinde bir oyunu kazanmışcasına bir zafer sarhoşluğu vardı.Halbuki bilmiyordu ki en başından beri kazanan bendim.Ben onu kazanmıştım,ölümden geri almıştım ve bana karşı kazandığı tüm zaferler benimkilerin yanında ufacık kalıyordu.

"Hana ile konuşuyor musunuz?Telefonu yok bende.Hiç arayamadım onu.Umarım iyidir." Duraksadım. Bunu soracağı bir kaç defa aklımdan geçmişti ama sormayacağını,en azından benden öğrenmeyeceğini umut ediyordum.
Hana iki ay önce hayatını kaybetmişti.

Hastaneden ayrıldıktan sonra onunla sık olmasa da iletişim kurmaya çalışmıştım ve durumu bir süre stabil kalsa da sonradan hastalığı hızlı bir ilerleme göstermişti.Bir süre onu sadece Lay'e sorabildim.Bir gece yarısı da Lay'den haberini aldım.Ertesi gün cenaze törenini uzak bir köşeden izleyip herkes gittikten sonra mezarına geldim ve onun için bir demet kırmızı gül bıraktım.

Bu durumu yüz yüze açıklamalıydım.
Telefonda söylenecek haber değildi.Kaç saat yolculukta perişan olmasını istemiyordum.Ona yalan söylemek de istemiyordum.

"Buraya gelince konuşuruz."dedim tedirginliğimi sesimden silmeye çalışarak.Hızlıca konuyu değiştirdim.
"Artık evimin bir üyesi daha var."dedim ve Bulut ben zorlukla kaldırdığım elimle saçlarını okşarken güçlüce havladı.

"Şaka yapıyorsun."dedi inanmaz ve hayret eden bir sesle.Bulut tekrar havladı."Adı ne?Bana fotoğrafını yollasana."

"Adı Bulut.Cadı pek beğenmedi ama onu görünce anlayacaksın zaten.Öyle sevimli-"

"Cadı?"dedi benim hızlı hızlı konuşmamı bölerek.

"Taeyon."dedim hatırlamasını umarak.Birbirlerini bir iki defa görmüşlerdi ama ona cadı dediğimi hatırlar zannediyordum çünkü karşımdaki kişiyle samimiysek ve konu Taeyon ise ona hep cadı derdim.

"Ona niye cadı diyorsun?"dedi. Durdum öylece.Bunun sebebinden pek emin değildim.Biz küçükken kendisine böyle söyleyince kızardı ben de söyleyip durur,onu sinir ederdim.Daha sonra da öyle kalmıştı işte.Değişmemişti.

"Ona hep öyle derim.Ne oldu?"Derince bir iç geçirdiğini duydum.Kendi kendine bir şeyler mırıldandı ama havaalanının gürültüsüne karıştığından ne dediğini anlayamadım.

"Bir şey yok.Benim artık kapatmam gerekiyor,uçak kalkacak çünkü.Görüşürüz."

"Görüşürüz sevgilim."dedim kapatmak üzereyken.

"Ne dedin sen?"dedi telefonun ucundan hafif bağırır gibi bir ses tonuyla.

" 'Görüşürüz' dedim.Görüşmeyecek miyiz?"

"Hayır,ondan sonra ne dedin?"

"Ne dedim?"

"Yah!Byun Baekhyun!"

"Efendim Park Chanyeol."

"Çok gıcıksın biliyorsun değil mi?"

"Biliyorum,sev-gi-lim."dedim bu sefer her heceye vurgu yaparak.Onu böyle gıcık ettiğimi bilmek iyice keyfimi yerine getirdi ve yüzümde kocaman bir gülümsemeyle telefonu kapattım

Park Chanyeol,kadife gibi yumuşacık sesiyle,sağ yanağındaki yedi dikişli yara izi ve gülümsedikça büyüyen gamzesiyle,bambaşka bir şekilde geliyordu.Gittiğinden çok çok daha güzel bir şekilde geliyordu hayatıma üstelik.

Uzun zaman sonra ilk defa tavanıma baktım ve güldüm.Bomboş beyaz tavanım bile öyle güzel göründü ki gözüme.

Usul usul deliriyor gibiydim ve bu bile çok hoşuma gidiyordu.

Park Chanyeol,içimdeki çocuktu,güneşli gökyüzümdü,uçsuz bucaksız denizimdi,güzel olan her şeyden bir parça taşıyordu varlığında.

Pokračovat ve čtení

Mohlo by se ti líbit

47.6K 4.4K 17
Biri uyandığında hayatından beş yıl gitmişti. Diğeri ise eşini kaybetmişti. Ona karşı bir yabancı olmaktan daha fazlasıydı. Ondan nefret ediyordu. Eş...
13.8K 1.6K 24
Ne zaman bana ihtiyaç duyarsan orada olacağım. 🌈 #Cherik# 16.07.2018
1K 118 10
[New Member] "Alice'in gelmesiyle tüm eziyetlerimizin boşa gideceğini hiç düşünmediniz mi? Böyle bir şeyi nasıl teklif ede bilirsiniz anlayamıyorum."...
391K 36K 32
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...