Sıfıra Doğru

By GeceninSonDuragi

26.2K 2.7K 837

Mihrimah Alçin, Las Vegas'ta sıradan ailesiyle, pek sıradan olmayan bir hayata gözlerini açmıştır. Dünyada b... More

1. BÖLÜM ❄️ Gerçekliğe Düşüş
2. Bölüm ❄️ Av
3. Bölüm ❄️ Kumar
4. Bölüm ❄️ AvivaLante
5. Bölüm ❄️ Tek Nefes
6. Bölüm ❄️ İlk Ateş
7. Bölüm ❄️ Düşüşler ve Kayboluşlar
8.bölüm ❄️ Rüzgârın Fısıltısı
9. bölüm ❄️ Sonsuz Okyanus
10. Bölüm ❄️ Nefes Nefese
11. Bölüm ❄️ Tehlike
12. Bölüm ❄️ Maça Ası
13. Bölüm ❄️ Soylular ve Soysuzlar
14. Bölüm ❄️ İntikam Hırsı
15. Bölüm ❄️ Tutsak
16. Bölüm ❄️ Güven
18. Bölüm ❄️ Palavra
19. Bölüm ❄️ Ateşin Oğlu
20. Bölüm ❄️ Alev Alan Duygular
21. Bölüm ❄️ Kader Çarkları
22. Bölüm ❄️ Karanlığın İç Yüzü
Özel Bölüm - Asır Han Petrova
23. Bölüm ❄️ Kontrolsüz

17. Bölüm ❄️ Hissiz

710 105 14
By GeceninSonDuragi

Bölüm atmayalı ne kadar oldu bilmiyorum ama buradayım, uzun ve dolu dolu bir bölümle geldim. Umarım beğenirsiniz, iyi okumalarrrr.❤️‍🔥

Mihrimah Alçin:

Asır Petrova:

*
Bölüm şarkıları:
Taylor Swift- Don't Blame Me
Yedinci Ev- Bir Kere Gelir
Selena Gomez- People You Know
Mavi Gri- Ağlamam

*

17. BÖLÜM
"HİSSİZ"

Hissizlik.

Artık hiçbir şey hissetmiyordum.

Acı çekiyordum ben öyle değil mi? İntikam istiyordum, öfke krizleri yaşıyordum... Şu an içimde hiçbir duygu yoktu. Kulübemde ilk adımımı attığımdaki duygularım yoktu. Ölmeyi diliyordum her an, tek yapmam gerekenin ölmek olduğunu düşünüyordum bazen. Eğer direnmeyi kesersem belki beni tekrar ailemin yanına götürebilirdi. Boyun eğmem mi gerekiyordu? Ölürsem gerçekten ailemin yanına mı gidecektim? Elimdeki silahı bırakırsam beni olmak istediğim yere götürecekler miydi?

Kemiklerimin arasında gezinen yılandan kurtulabilecek miydim?

Beni bu duygu yoğunluğuna sürükleyen bu kentti, AvivaLante... Şimdi ise aynı duygusuzluğu yaşatıyor, hislerimi benden çalıyordu...

Birkaç ayda yaşadığım onca şeye rağmen ayakta durabilmem mucizeydi ancak bunu ne kadar devam ettirebileceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Her şey kontrolüm altındaymış gibi davranmayı belki de bırakmalıydım. Eğer birilerine güven verirsem yanımda olurlar sanıyordum ancak bu berbat bir fikirdi. Benliğimi yitiriyordum her geçen gün, Mihrimah değil, Ateş Varisi olma yolunda ilerliyordum.

Binbir bıçağın saplandığı başım şiddetle ağrıyordu. Gözkapaklarımı açmak her zamankinden daha zordu. Neler olduğu hakkında bir fikrim yoktu ancak yalnız olmak tercihimdi. En son hatırladığım seraya doğru adımımı attığımdı ancak yaşadığım duygu karmaşaları hâlâ zihnimde şerit misali dolanıyordu.

"Sonunda uyandın." Yabancı olmayan sesle gözlerimi araladım. Seradaydım. Rengarenk bitkiler, temiz hava ve toprak kokusu mayıştırmıştı. Derin nefesler aralak yattığım soğuk toprak zeminden doğruldum. Sırtımda ağrılar vardı. Muhtemelen geçmeyen yara izlerimden kaynaklanıyordu. Buradaki avinlerin yaraları normal insana göre daha hızlı iyileşiyordu ancak benim yara izlerim sanılanınki kadar çabuk iyileşmemişti. Bunu farklı bir bedende olmama yoruyordum ancak daha başka şüphelerim de vardı.

"Neden geldin?" Elimi toprak zemine bastırarak güç aldım ve ayağa kalktım. Kendisi elinde sprey şişesiyle bitkileri ilaçlıyordu. Uzun boyu, yapılı vücudundan dolayı hangi bitkiyle ilgilendiğini göremiyorum. Yutkundum ve çevreye bakındım. Hiç kimse yoktu. Neden yoklardı? Dersin başlaması gerekmiyor muydu? Dersi kaçıracak kadar uyumuş olamazdım öyle değil mi?

Kollarımdaki toprakları elimle silkeledim ve Arın'ın bana dönen bakışlarına karşılık verdim. Hayır tekrar o büyüsünün etkisi altına girmeyecektim.

"Ufak bir ziyaret." Dalga geçercesine güldüm ve kollarımı göğsümde birleştirdim. Benden bir şey istiyordu.

"Sana istediğini vermeyeceğim." Kaşlarımı olabildiğince çatarak kararlı duruşumu sergiledim. Arın çarpık bir gülümsemeyle elindeki sprey şişesini kenara koydu ve bana doğru birkaç adım attı.

"Senden bir şey istediğimi nereden çıkardın?" Cevap vermeden öylece bana yaklaşmasını izledim. Ayakkabılarımızın burunları birbirine değene kadar aramızdaki mesafeler küçüldü. Mavi gözleri kısıldı gülümsemesiyle. Siyah saçlarını geriye atarak kaşlarını kaldırdı ve tekrardan söze girdi. "Anlaşma yapmak istiyordum."

"Yine de benden bir şey istiyorsun." Dudaklarını birbirine bastırdı ve gözlerini gözlerimden ayırdı. Haklı olduğumu belirten birkaç mırıltı çıkarmasıyla yerimde daha da sabit kaldım. Vücudum yay gibi gerilmiş, nefesim düzensizleşmişti. Arın'ın bu etkisinden nefret ettiğimi yüzüncü kez tekrarladım kendime.

"Zeki olduğunu biliyordum," Yüzünü yüzüme yaklaştırdığında istemsizce geriye adım attım. Şaşkınlıkla yüzüne baktığımda o ise sadece gülüyordu. Söylecek bir şey bulamamıştım, bana yaklaşması bu kadar germemeliydi beni. Belki de germeliydi. Arkasını döndü, işaret parmağını bir noktaya basmak istercesine havada hafifçe salladı. "Bu yüzden akıllı bir tercih yapacağını düşünüyorum Alçin."

Gerginlikle çıkış kapısını aradım. Vücudum kendisini kasamaya başlamıştı. En olmak istemediğim yerdeydim şimdi. Arın'ın yanında...

Bana doğru döndü ve elini havaya kaldırdı, parlak bir taş gözlerimin önüne serildi. Gözlerim istememsiz bir şekilde, iç güdüsel olarak taşa kilitlendi. O taşı nedenini bilmediğim duygularla istiyordum. İstiyordum çünkü Efruz ve Asır da istiyordu.

"Taşı istiyor musun?" Gözlerimi güçlükle kırmızı taştan çekerek Arın'ın cam gözlerine ulaştım. Taşın gerçek görüntüsü değildi, yanında taşıdığını sanmıyordum eğer onda olsaydı muhtemelen saklamış olurdu. Bana taşın kehanetini vermem için yalvaran oydu, taş onda olsaydı muhtemelen bunu benim gözüme sokmak yerine başka planlarını gerçekleştirirdi. Oysa onu Efruz ile beraber sanıyordum, taşı neden Efruz'a vermiyordu? Gözlerim tereddütle kısıldı, Arın'a cevap vermedim. Taşı bulmuş muydu emin de değildim, taşı bulması için kehanetleri ihtiyacı olduğunu sanıyordum.

Gülümsemesini yüzünden eksik etmeden cümlesine devam etti. "Sıradaki kehaneti öğrenmek istiyorum Mihrimah," Aniden gülüşünü sildi, yerini gecenin korktuğu karanlığa çevirdi. Gerginlikle kaşlarım daha da çatıldı. "Sıradaki kehaneti bana söyle, taşı bulmana yardım edeyim. Bensiz bulamazsın." Küçümseme ifadesine her ne kadar gözlerimi devirmek istesem de yüz ifademi sabit tutarak kollarımın bağını çözdüm.

Derin bir nefes verdim, az sonra duyacaklarından hoşlanmayacaktı.

"Arın..." Öylece başımı eğerek bir adım ona doğru yaklaştım. Başımı olumsuz yöne iki defa sallayarak kaldırdım ve gözlerimizi buluşturdum. Büyülenmeye hazır bekleyen gözlerim bu sefer ondan etkilenmemişti şaşırtıcı şekilde. "Kendini bu kadar sevmene bayılıyorum." Gülümsemeyi denedim artık her ne kadar olduysa. "Lâkin bende zaten Petrova ailesinin kanını taşıyan birisi var." Gözlerinin kısıldığını görmemle gülümsemem gurura dönüştü. Evet, Arın'ı şaşırtmıştım. Taşın nerede olduğunu az çok tahmin edebiliyordum ve bunun için de Petrova kanının gerektiğini okuduğum kitaplardan öğrenmiştim. İnek olmam ilk kez işe yarıyordu.

Petrova hanedanı ilk büyük Tanrıların soyundan geliyordu lâkin lanetle çevrili olduklarını biliyordum, kanları da lanetliydi. İgnis Petrova, yani Asır ve Arın'ın babası aşık olduğu kadının gözleri önünde taşa dönüştüğünü görmüştü, öyle bir lanet okumuştu ki sonunda kendi kanı, soyu lanetlenmişti. Bu yüzden çoğu dönülmez büyülerde Petrova kanı kullanılırdı ancak hanedanın soyu sadece iki erkek çocuktan ürediği için bulmak hayli zordu. Tesadüftür ki bir tanesiyle çok iyi(!) Anlaşıyorduk.

"Asır sana yardım etmez." Asır bana yardım etmeyecekti zaten, kendisine yardım edecekti.

"Kardeşin bana 'hayır' diyemiyor maalesef." Dudağımı büzerek ondan birkaç adım uzaklaştım. Dersin birkaç öğrencilerinin de geldiğini seslerinden duyarken dersi kaçırmamış olmamın verdiği sevinç, mutluluğumu katlamıştı.

Kendi halimle Arın için bu raundu aldığımı düşünürken aklıma gelen yılanlarla düşüncelerimi kenara bıraktım.

Omzumun üstünden ona doğru baktım. "Sıradaki kehaneti neden istiyorsun?" Amacım ağzından laf çalmaktı lâkin başka planlarım da vardı. Omuz silkerek ellerini ceplerine koydu. "Ferzin'in yerini bana söylersen belki düşünürüm." Gözleriyle aramda sessiz bir iletişim oldu ancak ikimiz de bir süre konuşmadık. Teklifim gayet açıktı. Asır bana Ferzin'in yerini söylemeyeceğini kesin bir dille belirtmişti, kendi imkanlarımı kullanmak dışında seçeneğim yoktu.

Adım seslerinin yaklaştığını duyduğumda başım istemsiz bir şekilde o yöne döndü. Arın'ın "Üç gün sonra Petrova bölgesinde ol." Deyişini duymamla başımı o yöne çevirmiştim ki gitmiş olduğunu fark ettim. Arın'ı gördüğüm andan itibaren hızlı atan kalbim o gittikten sonra da aynı ritimde devam etmişti. Cam mavisi gözleri nasıl yaptığını anlamadığım bir şekilde benim zihnimi bulandırıyordu. Onu ilk gördüğümde de bana aynı etkiyi vermişti ve bu etkisi onda hoşlanmadığım bir şeylerin varlığını hissettiriyordu. Arın tehlikeliydi, kafasında dönüp duran iplik yumağını bir türlü çözemiyorum lâkin biliyordum ki o da bunu çözemiyordu.

Gerginlikle nefes vererek dersin yapılacağı alana doğru ilerledim ve kendi planlarımı zihnimin derinliklerinin köşesine ittim.

.

Son sayfayı da çevirmiştim ki kitabın sonuna geldiğimi fark edip kalın kapağını kapatarak sandalyede geriye yaslandım. Ağrıdığını daha yeni fark ettiğim gözlerimi kırpıştırarak kendime gelmeyi denemiştim ancak bunun kötü bir fikir olduğunu yanan gözlerimle fark ederek burnunu kırıştırdım.

Kendime geldiğimi hissettiğimde gözümü ovalamayı keserek taştan duvardaki saate baktım. Gece iki buçuğu geçmişti ve ben hâlâ kütüphanede kitaplarla uğraşıyordum!

Kendi hâlime sinirlenerek saatlerce oturduğum tahta, eski sandalyeden kalkarak ceketimi üzerime geçirdim. Hava yine dondurucu soğuktan farksızdı, öğrendiğim bir diğer ayrıntılardan birisi ise AvivaLante'ye baharın yılda bir kere uğruyor oluşuydu. Çok okumanın verdiği getirilerek birisi buydu, diğer avinlerden farkımın olmaması gerekiyordu. Biz Dünya'daki eşdeğer hesaplamalara göre Aralık ayındaydık ve AvivaLante'ye Mart'ta sadece iki ay sürmek suretiyle bahar geliyordu. Kitapta anlatılanlata göre turnuvalar, festivallerde birlikte bu dönemde yapılıyor ve krallıklardan öğrenciler bizim kampüsümüze geliyordu. Bu benim işime yarayabilirdi çünkü bu çıkış kapısı bulmak için bu evrenden bir anahtardı benim için.

Fermuarını sonuna kadar çektiğim ceketinin ceplerine ellerimi yerleştirmeden hemen önce kırmızı şapkamı taktım ve kütüphaneden ayrılmak için adımladım.

İp yumağından farksız karmaşık düşüncelerle kütüphanenin içerisinden çıkış yoluna ilerliyordum. Aklımı kurcalayan düşüncelerden bir tanesi Ferzin idi. Revirden onu kimin kaçırdığını elbette ki biliyordum lâkin onun ne işine yarayacaktı Ferzin onu çözememiştim. Kehanetle alakası olduğunu biliyordum, Efruz nereden biliyordu?

Kaşlarımı çattığımı ağrıyan başım ile fark ettim. Erken yaşta kırışıklığa kurban gitmek istemediğim için hızlıca alnını ovaladığım sırada Kütüphaneden çıkmış,çakıl taşlı yoldan sokakta ilerliyordum. Kimse yoktu doğal olarak bu saatte,tek akıllı bendim ya; tehlike içerisindeyken kulübemde dinlenmem gereken saatte kitap okuyordum.

Botlarımın taşlarda çıkardığı sesin rahatsız ettiğini daha önce fark etmemiştim. Dudaklarımın arasından sızan duman da hiç bu kadar sıcak değildi. Parmak uçlarım titriyordu... Korkuyor muydum ben?

Yutkundum ve derin bir nefes alarak yolumda devam ettim bozuntuya vermeden. Şu zamana kadar bir şey olmamıştı, şimdi mi olacaktı?

Duyduğum çıtırtı ile olduğum yerde buz kesildim. Siktir. Hani bir şey olmayacaktı? Gerçekten... Ancak bu kadar çelişki olabilirdi yani.

Sesin kesildiği anda yoluma devam etmedim tabii ki, durdum, çevreme bakındım. "Kimsin?" Kalp atışlarım yine normali aştığında istemsizce dizlerimin titrediğini hissettim.

Korku dolu dakikaların ardından gecenin örttüğü karanlıklardan çıtırtı tekrar geldi, adım yaklaştı bana doğru. Geriye adımlamadım, korkumu gözlerimin arkasına gizledim. Hayır korkmam gereken bir durum yoktu. Efruz değildi, o böyle girişlerden çok 'pat' diye giriş yapardı. Arın değildi, yarın buluşacaktık. Asır ise ortalıklarda her zamanki gibi kaybolmuştu ve kendisi benim koltuğunu bellediği için genelde orada olmayı tercih ediyordu. Ayrıca aramız şu aralar normalden daha bozuk olduğu için yanıma uğramak isteyeceğini de sanmıyordum.

Belimde hali hazırda bulunan hançeri çıkardım ve sıkıca tuttum. Pekâlâ...

Çalılıkların arasından sonunda seçebildiğim bedenle içime su serpildi desem yalan olurdu. Evet bir Kutlus olamasına sevinmiştim ama bir diğer korkum ise Arın veya Efruz olmasıydı. Gerginlikle geçen saniyelerin ardından önce beyaza yakın sarı saçları hemen ardından ise cam mavisi gözleri belirdi. Sarsak adımlarla bana doğru sendeledi. Yüzünü loş ışıkta şimdi daha net görüyordum.

Dizlerinin üzerine çöktü, ağzından dökülen kanlarla sarsıldı tekrar. Gözlerimi şok içinde bir saniye bile ayırmadan ona diktim. Günlerdir görünmüyordu etrafta, şimdi ise üzer kanlarla kaplıydı. Beyaz saçlarını kan ve kir kaplamıştı, üzerindeki teniyle neredeyse aynı renkte olan beyaz elbise parçalanmış, aynı şekilde kırmızı lekeler görünüyordu, yüzündeki çizikler ve baygın bakışları onu daha önce görmediğim bir hâline çevirmişti.

Verdiğim nefes soğukta buhar oldu, kalp atışlarım bir an için hızlandı, nefesim daraldı. Verdiğim nefesi geri alamadım. Göğsümün üzerine çöken kara bulutların nedeni her zaman olduğu gibi yılanın ta kendisiydi.

Elimdeki hançer yere düşerek metalik ses çıkardı. Eş zamanlı olarak Tiana tamamen kendini yere bıraktı ve verdiği nefesin buharının havaya karıştığını gördüm. Titreyen dizlerimle yanına doğru olabildiğince hızlı bir şekilde ilerledim, yere çöktüm.

"Tiana... Tiana!" Korku ve dehşet içinde yanağına birkaç darbe vurdum, yaralandığı bölgeyi arıyordum ancak bir türlü bulamıyordum, telaştan mıydı bilmiyordum ancak elim ayağıma dolanmıştı. "Yardım edin!" Çaresizlikle avazım çıktığı kadar bağırdım. Başını dizlermin üzerine koydum, ondan hoşlanmamam onu ölüme terk edeceğim anlamına gelmiyordu. Ben hiç kimseyi ölüme terk edemezdim, ben kötü birisi değildim.

"Yardım edin!" İkinci haykırışımdan hemen sonra üzerimdeki ceketi çıkardım telaşla. Tiana gözleri açık öylece beni izliyordu, nefes alıyordu kesik kesik ve nabzı oldukça yavaştı. Ben sağlıkla ilgili büyü yapmayı bilmiyordum ancak üşüyüp soğuktan donmasını da istemiyordum.

"Sendin." Hırıltılı gelen sesiyle buğulu gözlerimle ona döndüm.

"Bir şey mi söyledin," Kulağına eğildim hızlıca. Ona bunu yapanları söyleyecekti belki de. Belki de Efruz her zamanki işini yapmıştı. "Dinliyorum, tekrar söyle, lütfen..."

Yutkundum acı bir şekilde, karşımda o gördüğüm cilveli, her şeye laf atan, asabi kadın yoktu şimdi. Yarı baygın şekilde kollarımın arasındaydı ve ben hiç kimsenin bulunmadığı sokakta avazım çıktığı kadar onun için uğraşıyordum.

"Kimse yok mu!"

"O gün gördüğüm... Kadın sendin..." Dikkatimi tekrardan one yönlendirdim. Gözlerim istemsiz bir şekilde dolmuştu. Yardım aramaya çıkmam gerekiyordu ama onu böyle bırakamıyordum. "Seni... Efruz sandım..." Yaşadığım ikinci şokla gözlerimi çevreden alarak Tiana'ya çevirdim. Yüzüme hafif bir gülümseme ile bakıyordu.

"N-Ne?"

Zaman hiç bu kadar yavaş olmamıştı, saniyeleri hiç bu kadar daha uzun saymamıştım...

Esen bir rüzgar ile Tiana'nın saçlarına kar tanesi kondu. İkimiz için de önemsiz bir detaydı bu.

"Herkes... Senin kıyamet olduğunu söylüyor..." Dudaklarından zar zor çıkan birkaç kelime ile olabildiğince anlaşılır konuşmaya çalışıyordu. Benim tek yapabildiğim şey ise donmuş, kaskatı kesilmiş bir surat ile ona bakmaktı. "Ben öyle düşünmüyorum." Başını olumsuz anlamda sallamayı denediyse de olmadı. "Sen bu evrenin mucizesi olacaksın." Sanki bunlar son sözleriymiş gibi gözlerini ağırca kırpıştırdı. Kendime gelerek başını hafifçe kaldırdım, çıkardığım ceketi üzerine sıkıca sererek yere bıraktım. Yardım bulmam gerekiyordu.

Kheiron fakültenin en üst katındaki profesörlerin olduğu katlarda kalıyordu, onu bulmam gerekiyordu ancak Tiana'yı da yalnız bırakmak istemiyordum.

Aklıma gelen aciz fikirle birkaç metre uzağa bıraktığım hançere doğru koştum, elimde Dido ile aramızda belirlediğimiz yardım çağrısı için kesik açacaktım ki arkadan bir başka ses duydum.

"Mihrimah!" Hızlıca arkamı döndüm, yardım sonunda gelmişti ancak geç mi kalmıştı bilmiyordum. Tiana'nın durumu iyi görünmüyordu. Derin bir nefes vererek elimde hançerle ona doğru koştum. Tiana'ya bir de bana baktı ve beni es geçerek ona doğru adımladı. Bozuntuya vermeden Ares'in arkasından adımladım.

"Ben- Ben kütüphaneden çıkıyordum, ses duyunca baktım..." Yutkundum ve sözlerime devam etmeye çalıştım. Ares Tiana'nın baygın bedenini yerden kaldırdı, Fakülteye doğru ilerlemeye başladı olabiliğince hızlı bir şekilde. "Yarasını bulamadım, her yerine kan var."

Ares sıkmış olduğu çenesiyle bana hiçbir şey söylemeden merdivenleri seri bir şekilde çıktı, bomboş ışıksız koridordu öylece ilerlemeye başladık. Korkudan vücudum titriyordu, ardı ardına yaşadığım şoklar bir an bilincimin boşluğa düşmesine neden olmuştu.

"Hemşireye haber ver ben odaya geçiyorum!" Dediğine başımı sallayarak doktorların ve sağlık görevlilerinin bulunduğu koridora geçtim.

Sarsak adımlarıma hakim olamıyordum. Gözlerim yaşlarla dolup taşmıştı ve korku içerisinde titriyordum.

"Yardım edin!" Çığırışımla bir şeylerin devrilme sesi duyuldu. Çaresiz bir şekilde olduğum yerde kaldım. Hıçkırıklarımı daha fazla tutamadığımdan elimi duvara yaslayarak nefes almayı denedim.

"Neler oluyor?" Diyerek çıkan beyaz önlüklü, yaşı ellilere dayanmış, göbekli doktora baygın bir bakış attım. Zamanın bu kadar kıymetli olacağı aklıma daha önce hiç gelmemişti.

Tiana'yı bu kadar önemsediğimi bilmiyordum. Söylediği sözler kalbimi kırmıştı. Bu ona sinirimden öfkemden değildi, çaresizliğimdendi. Ona ulaşamamıştım. Üstüm başım Tiana'nın kanı olmuştu. Soğuktan mıydı sanmıyordum vücuduma titreme girmiş, dişlerimi birbirine çarpıtıyordu. Arsızca atan kalbim olanların sorunlusunu arıyordu.

Cevabı çok uzakta aramamın nedeni yoktu, Efruz'du. Bir Kutlusun ya da başka bir hayvanın saldırmasını dilerdim ancak biliyordum bunu yapan caniyi. Gözü hiçbir şey görmüyordu. Tiana'dan ne istediğini bilmiyordum ancak aralarında bir şeyler olduğunu seziyordum çünkü onunla ilk karşılaştığımda korkmadan beni Efruz sanarak saldırmıştı. Efruz'un peşindeydi ve onu bulmuştu. Efruz ise onu aradan çıkarmıştı o kadar. Peki beni nasıl hatırlamıştı?

Olayların kontrolüm dışında gelişmesi beni epey geriyordu, kendimi bir şeylere geç kalmış hissediyordum ve bunu yenmek epey zordu. Tam diyordum hallettim, çukurdaydım. Ben bir şeyler yapmaya çalıştıkça batıyordum.

*

"Senin gelmen pek sağlıklı olmayabilir." Söylediklerini umursamadan dolabımdan ceketimi aldım, üzerime geçrdim. Sarı saçlarımı ellerinle gelişi güzel at kuyruğu yaparak ayakkabılığıma yöneldim. Başkalarının ne dediği umrumda değildi, ben katil değildim ve o törene gidecektim.

"Mihri..." Omzuma dokunan ellerle ürpererek kenara çekildim, ayakkabılarımı hızlı bir şekilde giydim. 

Bana bir şeyler açıklamaya çalıştıklarının farkındaydım ama bahsettikleri şey doğru değildi, ben katil değildim. Yutkundum istemszce ve yerimde doğrularak karşımdaki Malvin ve Dido'ya döndüm. Sesimin titremesini engelleyemiyordum. Arkadaşlarım elbette benim katil olmadığımı biliyorlardı ancak kamp benim Yıldırım Tanrısı'nın kızını, Tiana'yı öldürdüğümü sanıyordu.

"Ben katil değilim." Dido bana doğru birkaç adım yaklaştı ve ellerini kollarıma yerleştirdi.

"Biliyoruz tabii ki ancak orada sağlıklı bir ortam yok." Tutamadığım yaşım yanağıma doğru süzüldü, eğer o gece orada olmasaydım Tiana'nın yanında olamayacaktım...

"Doğru söylüyor Mihrimah, şu an etraf karışık. Katil bulunana kadar fazla ortalıkta olmasan iyi olur."

"Bu benim sorunum değil!" Kontrolsüz çıkan sesimle Dido ellerini geriye çekti. "Tiana'yı ben öldürmedim! Ben katil değilim, ben yapmadım!" El kol hareketlerime daha fazla engel olamıyordum. Günlerdir kulübemde tek başıma oturuyordum, katil zanlısı gibi görünüyordum oysa tek suçum gece yarılarına kadar kitap okumaktı.

Günlerdir avinlerin arasına karışamıyordum çünkü bana iğrenç gözlerle bakıyorlardı. Genellikle yanımda Asır, Malvin ya da Dido ile geziyordum çünkü bana ucubeymişim gibi bakılıyordu. Tiana'yı ben öldürmemiştim, kanıtları da yoktu lâkin zanlı olarak görünüyordum. Kheiron da söylemişti katil olmadığımı ancak onu dinleyen tek bir kişi bile yoktu.

Ben eline silah dahi almamıştım, birisinin üzerine kullanmamıştım ancak bir canın ölümüne neden olmuş olarak görünüyordum.

Ben katil değildim.

Hıçkırıklarımı daha fazla tutamıyordum.

Hepsi üst üste geliyordu ve ben öylece bekliyordum. Bugün de çıksam, yarın da çıksam, on yıl sonra da çıksam bana katil gözüyle bakacaklardı. Yapmadığım bir şey için cezalandırılmak istemiyordum. O törende Tiana için olmalıydım, Mirza ile konuşmam gerekiyordu. Onu yaklaşık bir haftadır görmüyordum. En son Ares, Kheiron ile birlikte konuşuyordu ve yanlarında Mirza da katılmıştı. Göz ucuyla ona baktığımda benim dışımda her yere bakıyordu. Benim yaptığımı düşündüğünü sanmıyordum ancak sonuç olarak kardeşi öldürülmüştü ve orada o gece bulunan elinde hançerli şekilde bir tek ben vardım. O günden sonra onunla bir türlü konuşamamıştık çünkü yanına gitmeye kalktığımda beni engelliyorlardı. Malvin ve Dido arada onu yokluyorlar bu süre içerisinde Asır benimle birlikteydi. Zaten günümün çoğu ya uyuyup kabusla uyanmakla ya da bağırıp çağırmakla geçiyordu şu an olduğu gibi.

Asır ile konuşmam gerekenler de vardı ancak sıra gelmiyordu. Arın ile bir anlaşma yapmıştık, onunla da buluşamamıştım. Kehanetler bir bir çıkıyordu ve ben hiçbir şekilde engeleyemiyordum.

"Ben katil değilim..." Malvin bana kollarını sardığında sanki buna ihtiyacım varmış gibi ellermi beline yerleştirdim. Hıçkırıklarımı daha fazla tutamıyordum artık.

"Değilsin," Odada benim ağlama seslerim dışında başka ses yükselmedi bir süre. Ardından Malvin "Gidelim," dediğinde ondan ayrılarak gözlerine baktım 'Beni de götür' dercesine. Gözlerini yavaşça kapatıp açtığında tebessüm etmeye çalıştım ve hızlıca asıdaki anahtarımı cebime sıkıştırdım. O törende olmak benim Tiana'ya olan borcumdu artık.

Dido ile Malvin bu fikirden fazla emin değildi ancak ben çok istekli olduğumdan seslerini çıkarmamışlar ve kabul etmişlerdi en arkada olmak suretiyle. Bu duruma defalarca kes teşekkür ettikten sknra kulübeden çıkarak törenin yapılacağı yere doğru yola çıktık.

Tören daha önce Domus Deorum için gittiğim kayaların olduğu yerde yapılacaktı. Bu sefer üzerinde yatan ben değil, Tiana'nın cansız bedeniydi. Yok olacaktı ve sonrasını tahmin etmek istemiyordum.

Soğuktan kızaran ve uyuşan ellermi ceketimin cebine soktum ve karların üzerinde ayak izlerimi bırakarak ağaçların arasından ilerledik. Törenden sonra Mirza ile konuşmayı planlıyordum. Artık beni dinlemesi gerekiyordu, benim abim sayılırdı, değer verdiğim biriydi ve böyle olmak kalbimi kırıyordu.

"Mihri, fazla göze batmasak daha iyi olur." Törende en önde onların da olması gerekiyordu çünkü Tiana'nın Malvin'e karşı duyguları vardı. Dido her ne kadar haz etmese de arkadaştı ve en önemlisi Mirza'nın kardeşiydi. Diğer arkadaşlarının yanında onlar da olmalıydı, benim için arkada beklemelerine gerek yoktu.

"Sizin önde durmanız gerekiyor, Mirza için. Ben başımın çaresine bakarım, arkalarda olacağım zaten." Malvin elini omzuma yerleştirdi ve beni durdurdu. Ela gözleri yorgun duruyordu, günlerdir koşturmaca içindeydi o da diğerleri gibi. Ona sorun çıkarmak istemiyordum amacım bu değildi ancak doğru olanı yapmam gerekiyordu.

Bir şey söyleyeceği zaman onu durdurdum.

"Doğru olan bu." Başını salladığında ona gülümsedim ve yolumuza devam ettik. Yirmi dakikanın sonunda törenin yapılacağı alana doğru ilerledik. Oldukça kalabalıktı ve tören neredeyse başlayacaktı. Tiana kampta oldukça popülerdi ve seviliyordu. Bu kadar avin törenine gelip suratsız bir şekilde çevreye bakınmalarının başka açıklaması olamazdı.

Ağaçların arasında kendime kuytu bir yer buldum ve sakince beklemeye başladım. Dido bana sarıldı sıkıca ve hemen ardından Malvin saçlarımın arasına bir öpücük bırakarak yanımdan ayrıldılar. Gözlerimdeki yaşı silerek burnumu çektim ve gölgede öylece beklemeye başladım.

İçimden bildiğim duaları okuyordum, bir etkisinin olacağını düşünmüyordum ancak çaresizlik bana bunları yaptırıyordu.

Kheiron kürsüye çıktı. Yüzü beş karış bir şekilde derin bir nefes aldı ve kağıtların arasında ellerini gezdirdi. Herkes gibi o da usanmış bir şekildeydi. Gözleri yüzlerce, binlerce avinin arasında gezindi ve gülümsemeye çalıştı.

Rol yapacaktı.

Eğer bir kriz anındaysanız ve insanlar sizden bir şeyler bekliyorsa çözüm basitti: rol yapacaksınız. Kheiron durumu böyle toparlayacaktı. Bir yerden kampın motivasyonunu toparlaması gerekiyordu çünkü başımızda onlarca bela vardı. Kalkan hâlâ kırıktı ve bunu tamir edilecek büyü üretilememişti. Yapılan her büyü birkaç saate etkisini yitiriyor ve devamlılık sağlayamıyordu. Kampın bazı alanı ormana geçtiğinden vahşi hayvanların girmiş olabileceğinden şüpheleniyordu çoğu kişi. Haklılardı.

Olağanüstü bir hâldeyken bir de aramızda katilin dolaşması büyük şanssızlıktı. Psikoloji işte, suçlayacak kimseyi bulamadıkları için oklar bana dönmüştü. Tek suçum ise geç saatte o sokaktan geçiyor olmaktı. Bir insanın mimiklerinden, ses tonundan ve davranışlarından yalan söyleyip söylemediğini anlayabilirdiniz, Kheiron benim katil olmadığımı söylerken bile kampa yalan söylüyordu. Yalan söylerken de doğruyu söylüyordu bilmeden. Benim masum olduğuma inanmıyordu ancak öyle göstermek zorunda kalmıştı, kimse inanmıyordu bu yüzden.

Umutsuzlukla omuzlarımı düşürdüm ve sırtımı ağaca yasladım. Ne kadar böyle arka planda kalacaktım bilmiyordum ancak etrafımda korkunun kokusunu almaya başlamıştım yine.

Kheiron sözlerine başlar başlamaz sessizlik çöktü, bu dakikalarca sürdü ben ise Kheiron'un arkasında soğuk taşta, cansız yatan, üzerine kar değmesin diye büyüyle korunmuş bedene bakıyordum. Soğuk hava kimsenin umrunda değildi, istenilen tek şey bunu yapan her kimse ceza almalıydı.

Dakikalar sonra Kheiron kürsüden indi, yerine Mirza takım elbisesiyle çıktı. Epey yakışıklı olmuştu, yüzü çökmüş kardeşinin yasını tutuyordu. Onu bu halde görmek acı içinde yere çökmeme sebep olacaktı biraz daha bakarsam. Ellerimle dudaklarımın üzerini kapattım sesim duyulmasın diye. Gözlerimdeki yaşlar birer birer döküldü yanaklarıma doğru.

"Bugün..." Derin bir nefes verdi ve kıravatını düzeltti. "Sizinle turnuvalar için, festivaller için ya da..." Dudağını büzdü ve yapmacık olduğu belli olan bir gülüş attı. "Eğlence için bir konuşma yapıyor olmayı çok isterdim." Durdu ve gözleri çevrede gezindi. "Bugün, belli edemesem de canımdan çok sevdiğim kız kardeşim kimliği belirsiz kişiler tarafından öldürüldüğü için buradayım." Sesinin titrediğini duyduğumda ellerim istemsiz yumruk oldu. Onu bu halde görmek canlı canlı derimi yüzmekten farksızdı.

Rol mü yapıyordu yoksa o da mı benim katil olmadığıma inanıyordu çözememiştim ancak konuşmanın sonunda bunu öğrenecektim.

"Deli dolu, gülmeyi seven, biraz asabi bir kadının hayatını çaldılar. Umarım gittiğin yerde mutlu olursun kardeşim," Daha fazla konuşma yapamayacağını anldığında bitirmeye yeltenmişti ki yakınlarda olduğunu duyduğum bir ses cevap verdi.

"Kimliği belirsiz değil, katil aramızda, arsız bir şekilde törenimize girmiş!" Dehşetle gözlerimi kırpıştırdım. Bana doğru dönen bakışlarla olduğum yere mıhlanmam bir oldu. Bu beklediğim bir şey değildi, varlığımı gördüklerini fark etmiyordum.

Mirza'nın bakışları bana doğru döndüğünde yutkundum ve birkaç adım geriye çekildim. Zaten burada olduğumu biliyordu. Hayır bu şekilde değildi, onunla böyle bir durumda iletişim kuramazdım.

Gözlerini benden kaçırdığı sırada başka birisinin sesini duydum, daha başkasının ve birçok kişinin sesi. Katl olduğumu söylüyorlardı. Ben katil değildim ama öyle biliyorlardı ve bu çok ağır bir yüktü.

"Katil burada, ne için cezalandırmıyorsunuz?!"

"Birimizin daha ölmesi mi gerek!"

"Onun yerine sen ölmeliydin!"

"Defol git aramızdan!"

"B-Ben..." Söyleyecek bir şey bulamadığımda gitmeye yeltenmiştim ki üzerime doğru gelen birisi kolumdan tuttu ve olabildiğince sıkmaya başladı. Beklemediğim hareketle şok üstüme şok yaşadığımdan ne tepki vereceğimi bilememiştim. Kahverengi gözleri alevle parıldıyordu ve öfkeli olduğu her halinden belliydi. Tiana'yı çok seven birisi olduğunu söylemeye gerek bile duymuyordum.

Canımın acısıyla boşta olan elimi, elinin üzerine koydum ve yüzümü kırıştırdım.

"Yaptıkların yanına kalmayacak Haron Melezi, hesabını teker teker soracağım." Korkuyla ne hale geldiğimi bilmiyordum ancak birkaç bağırışın koptuğunu duyabiliyordum. Kheiron avinlere sesleniyordu ancak umursayan birisi yoktu. Mirza bana yardım etmek için mi bilmiyordum ama bağırışını duyabiliyordum. Dizlerimin bağı çözülmüş olmalıydı, eğer kahverengi gözlere sahip çocuk beni tutmasa yere yığılabilirdim.

"O hesabı bana da sor!" Aralarından daha gür, tok bir bağırış duyduğumda başım o yöne döndü telaşla. Kendimi savunabileceğim bir pozisyonda olmadığımdan çaresizce gelene baktım. Bu öfkeli, kara bakışı tanıyordum. Hafif çekik gözleri, birbirine sımsıkı bağlanmış kalın dudakları, gözlerine gölge düşürmüş kaşları ve öfkeden olsa gerek sıktığı çenesi... Asır Petrova'dan başkası değildi bu. Siyah saçlarının üzerine kar taneler yerleşmişti, aynı şekilde giydiği koyu gri kazağın altına pantolonunu geçirmiş, kalın botlarıyla kendisini tamamlamıştı. Asır Petrova ancak böyle tabir edilebilirdi. Ne eksik ne fazla, sade ve şık.

Avin selini yırtarak gelen Asır'ın gözlerine büyüyen öfkeyi gördüğümde aynı gerginlikle kurtulmayı denedim çocuğun elinden ancak daha sıkı tutmak dışında hiçbir şey yapmamıştı. "Bırak!" Çığlığımla beni geriye doğru sertçe itti, sağlayamadığım dengem yüzünden yerde karın üzerine sırt üstü düştüm. Acıyla sızlandığım sırada Asır çoktan çocuğun yanına varmış, yumruk haline getirdiği elini yüzüne geçirmişti. Sesler birer birer kesiliyordu. Asır'ın kampta böyle bir etki yarattığını daha önceden biliyordum ancak yine de arkadaşlarının yumruk yemelerine sessiz mi kalıyorlardı? Malvin ve Mirza'nın sesi dışında başka bir şey duyulmadı bir süre sonra. Sesler birer birer kesildi, sadece yumruk sesleri, çocuğun inleme sesleri duyuldu...Etraftakilere baktığımda Asır'ın çocuğu yumruklamasını izlediklerini fark ettim. Dido bile sessizce aralarındaydı.

Buna daha fazla katlanamayacağımı bildiğimden hızlıca yerimden kalkarak Asır'a doğru koştum. Zaten yeterince her şey mahvolmuştu, Mirza ve Tiana'nın törenini yeterince mahvetmiştim...

"Asır!" Ellerim koluna değdiği anda beni geriye itmiş, yerdeki çocuğun üzerinden kalmaya yeltenmemişti bile. Pes etmeyerek şansımı tekrar denedim. "Asır bırak! Yeri değil! O sadece çok üzgün!" Sonunda kolundan sıkıca kavrayabildiğimde Kheiron yanımıza yeni ulaşıyordu. Mirza aralarından geçerek sonunda yanımıza geldiğinde dehşet içinde bize baktı. Kardeşinin törenini mahvetmiştik ve ben daha önce hiç bu kadar suçlu hissetmemiştim.

Asır elinin tersiyle nefes nefese kalmış bir şekilde çenesine sıçramış kanları temizledi, gözlerini yerde yatan bedenden ayrımadan ona ilerliyordu ki tutmama izin vermeden yarı baygın çocuğun ensesinden tuttuğu gibi kaldırdı.

Mahvetmişti, her şeyi mahvetmişti...

Ben bir şekilde kaçabilirdim bu yaygaradan ama o çocuğa saldırarak iyice bizi haksız duruma düşürmüştü.

Nefes nefese kalmış bir şekilde ilk olarak bana baktı, ardından çevrede gözünü gezdirdi, kimse bir şey demeden yapacaklarını ya da söyleyeceklerni dinledi. Kheiron onu her ne kadar uyarsa da umrunda olmadan devam etti. Bu kampta yıllarını geçirmişti, o büyüklerin saf kanındandı, İgnis Petrova'nın gücünü almıştı tabii ki sesini çıkarmıyordu kimse. Ya da sadece klasik Asır'lığını yapıyordu.

"Kız 'suçsuzum' diyor," Gözleri bana dokunmadan Mirza'ya değdi geçti. "Ben yapmadım, diyor!" Göğsü hâlâ hızlı şekilde inip çıkıyordu. "Bir daha onu böyle görürsem," Kalp atışlarımın hızlandığını hissettiğimde gergince ellermi yumruk yaptım. Bu beni daha da suçlu yapmak dışında bir işe yaramaycaktı. Arkamdan konuşmaya devam edeceklerdi, beni görümce yüzünü kırıştırmaya, yanımdan iğrenerek geçmeye devam edeceklerdi. Bu bir şey değiştirmeyecekti asıl suçlu bulunana kadar katlanmak zorunda kalacaktım. "Cehennemde sizinle ufak bir tatsızlık yaşarız." Hafiften dişlerini göstererek sırıttı ve ensesinden tuttuğu çocuğu iterek yere düşmesine neden oldu. "Malum, dönüp dolaşıp geleceğiniz yer."

Bakışları bir yere kitlendiğinde göz ucuyla baktım, Mirza ile aralarında kısa bir bakışma geçmiş, Mirza gözlerini kapatıp açarak onay verir bir şekilde bakmıştı. Asır bunu gördüğü anda başını sallamıştı ve köşede duran bana doğru dönmüş, seri bir şekilde adımlamıştı.

Siyah gözleri, gözlerimden bir saniye dahi ayrılmadı, kendinden emin, yaptığının doğru olduğunu biliyor gibi yanıma yaklaştı ve elime uzanarak tuttu. Büyük elinin içine aldığı elimle beraber avin selinin arasından sert adımlarla ilerlemeye başladı, peşinden ben de tabii ki. Yaşadığım olayın şokunu atlatamadığım için ne söyleyeceğimi bilemiyordum henüz. Ona sinirliydim tabii ki ancak benim için yaptığını düşündüğüm için kızamıyordum da. İyilik yapmaya mı çalışmıştı o? Hem de bana?

Kalabalığın arasından sıyrılarak ormanın içerisinde patika yoldan sessiz bir şekilde ilerliyorduk. Ne Asır konuşuyordu ne de ben, aramızda kaosun verdiği suskunluk çökmüştü. Kafamda deli sorular, tartışmalar olsa dahi sesimi çıkarmıyordum. Kalbimde bir burukluk vardı, bu Asır yüzünden değildi istediğim şey Mirza ile konuşmaktı ancak töreni mahvetmek dışında bir şey yapamamıştım.

Asır'ın sıcak eli sonunda elimi bıraktığında boşluğa düşme hissi kucakladı. Belli etmemek adına kollarımı göğsümde birleştirdim ve bu şekilde yürümeye devam ettim. Kar yağışını arttırmış, tüm AvivaLante'yi etkisi altına almıştı. Rüzgar da cabasıydı. Üşüyen vücudum bir an olsun titremeyi bırakmıyordu, dişlerimi eğer biraz daha sıkarsam kırılacaktı ancak engel olamıyordum.

Petrova bölgesine doğru gittiğimizi fark ettiğimde sonunda konuşmaya karar verdim. "Neden buraya geldik?"

"Sonunda sesini duyabildik, konuşmayı unuttun sanıyordum." Alaylı bir şekilde dudağı kıvrıldı. Gözlerimi devirdim eş zamanlı olarak adımlarımı hızlandırarak ona yetiştim.

"Nereye gidiyoruz tam olarak? Kulübene mi? Benim Mirza ile konuşmam lazım, katil olmadığımı bilmesi gerekiyor, Tiana'yı ben öldürmedim." Aklıma yeni gelmiş gibi tekrar sordum. "Kulübene mi gidiyoruz?"

"Mihrimah, yavaş."

"Ne?" Siyah hareleri gözlerimle buluştuğunda derin bir nefes bıraktı ve cevap vermeyi reddetti. Ben de bıkkınlıkla nefes verip başka bir şey sormayı reddettim, cevaplıyordu sanki!

Sonunda koyu gri, bizimkilerden büyük olan kulübesinin önüne geldiğimizde çevreye kısaca bakınarak peşinden takip ettim. Sıcak havayla gevşeme hissi vücudumu sardı. Su ihtiyacıyla yutkundum ve gözlerim çevreyi taradı. Asır direkt kahverengi deri koltuğuna yerleşti ve derin bir 'off' çekti. Sessiz adımlarla arkasından bir yılan misali yaklaştım ve karşısındaki tekli koltuğa kuruldum. 

Neden burada olduğumuza dair bir fikrim yoktu ancak sormaya da korkmuyor değildim, benimle ilgili bilmediğim şeyler biliyordu bunu konuşmamız gerekiyordu fakat öncelikli işlerimiz vardı. Asır ile bunları nasıl konuşacağımı bilmiyordum.

Asır ile bir konuşma yapmak, yılan ve tilkinin av için birbirlerine girmesi gibi bir durumdu. Asır'ın etrafı öfke doluydu ve ona doğru attığım her adımda birbirimize savaş açıyorduk. Kafasında dönüp dolaşan tilkilern bir tanesini yakalayabiliyor olsam ona sormak isterdim, nasıl birisin diye. Bana göstermediği yüzünün olduğunu biliyordum daha başka bir yüzünü ise bugün görmüştüm. Gözlerinde yatan öfkeyi o an öyle derin görmüştüm ki, korkudan ne yapacağımı bilemiyordum. Farklı bir yanının olduğunu zaten onu ilk gördüğüm gün anlamıştım, çözemediğim işaretlerle dolu bir tarafı vardı ve oraya beni almamak için uğraşıyordu gerçi ben de dahil olmak istemiyordum orası ayrıydı tabii ki.

Gerginlikle tırnaklarımı der koltuğa geçirdiğimde kafasını kaldırıp bana baktı. "Kutlus derisinden yapılma koltuklarımı yırtarsan, seni onların önüne atarım." Dehşet içinde ona baktığımda tüm onunla ilgili düşüncelerim dağılmış, yerini anlamlandırmaya çalıştığım dümdüz bakışları almıştı.

"Ne?"

"Sen böyle her şeye 'Ne?' mi diyeceksin?" Kaşlarım istemsiz olarak çatıldığında sırıtarak önüne döndü, kollarını kırarak ellerni başının altına yasladı.  Ayak bileğini diğerinin üzerine atarak tam olarak babamın sergilediği uyuma pozisyonuna girdi.

"Töreni mahvettin." Sonunda direkt olarak konuya girdiğimde sesini bir süre çıkarmadı. Aramızda şöminedeki yanan odunların çıkardığı çıtırdı sesi dışında ses duyulmadı. Onunla bunu konuşmam gerekiyordu, Mirza ile işlerimi de yoluna koymam gerekiyordu ancak mahvetmişti.

"Bıraksaydım da çocuk orada seni linç mi etseydi?"

"Kurtulabilirdim."

"Kurtulsaydın o zaman."

"Gelmeseydin kurtuluyordum."

"Gelmeseydim linçleniyordun, dozer gibi üzerinden geçerlerdi."

"Abartıyorsun."

"Geldiğimde ceylan ceylan yüzüme bakıyordun, ne kurtulması Mihrimah."

"Her şeyi şiddetle çözemezsin."

"Az önce çözdüm."

"Tek seferlikti."

"Ne diyorlar İstanbul'da, 'Allah'ın hakkı üçtür' mü?"

"Asır!"

"Mihrimah sus, uyumak istiyorum." Öfkeden koltuğun üstündeki yastığı ona doğru fırlattım. Beklemediği için yüzüne sertçe çarptığından ilk başta hafif korksam da sonra oluşan görüntüyle ister istemez kıkırdadım.

Asır derin bir nefes verdi, yattığı yerden doğrularak bana baktı. Sabır dileniyormuş gibi bir müddet öylece zaman geçirdikten sonra yere düşen yastığı aldı ve sıkıca tuttu.

"Uslu dur."

"Sen uslu dur." Bir şey söylemeden aldığı yastığı kafasının altına koydu ve geri yattı. Umursamazlığına gözlerimi devirdim ve ben de tekli koltukta yan dönerek bacaklarımı aşağı sarkıttım, omzumun tekini koltuğun sırtına yaslayarak uyuma pozisyonu aldım. Madem bir süre küsecektik en azından dinlenebilirdim.

Susuzluğumu bastırmak adına yutkundum, gözlerimi kapatarak uyumayı denedim. Ancak son birkaç haftada yaşanılanlar gözlermin önünden film şeridi gibi aktığı sırada gözlerimi geri araladım. Uyursam kabus göreceğimin bilincinde olmam saniyelerimi almıştı.

"Asır?" Ses gelmeyince tekrar seslendim. Ve tekrar...

"Asır, uyumuş olamazsın!" Koltukta doğrularak sinirle pinekleyen Asır'a baktım. Saniyeler içinde uyuması imkansızdı.

"Ne var?"

"Acıktım, bir şeyler mi yesek?" Sabır dilnenen bir nefes bıraktı ve bana arkasını dönerek uyumasına kaldığı yerden devam etti. Bana yardım etmeyeceğinden o kadar emindim ki, fazla üstelemeden koltuktan kalktım ve etrafı kurcalamak suretiyle gezintiye çıktım. Amacım her yeri kurcalayarak bilgi toplamak ve kendi işlerimi aradan çıkarmaktı. Yakalanırsam da yemek arıyordum diyecektim, basitti.

Sessiz adımlarla ilk önce komodine ilerledim, ahşap komodinin ilk çekmecesini araladım ve ne var ne yok dercesine içerisine baktım. Birkaç sayfa not, birkaç çakmak ve ne olduğu belirsiz yuvarlak bir taş vardı. Taşı elime aldığımda oldukça ağır olduğunu anlamam ve geri yerine koymam bir oldu. Sıkıntıyla çekmeceyi kapattım, altındaki dolabı açtım. Asır gizli eşyalarını nereye saklayabilirdi ki. Ya buradaydı ya da Yeraltındaki şehrindeydi. Oraya gidemeyeceğim için tek umudum burasıydı.

Dolapta ise gördüklerim kulaklarımdan yüzüme doğru yanmasının nedediydi. Yutkunarak dolabı kapattım ve fazla da özele girmemenin daha iyi olacağını düşünerek kendimi tembihledim.

Eğildiğim yerden kalkarak başka kurcalamak için bir yerler ararken Asır'ın gülüşünü duyduğumda olduğum yerde kaldım, ona doğru döndüm. Sadece saçının ucu ve koltuktan dışarı taşmış ayakları görünüyordu.

"Her boka burnunu sokarsan böyle şaraba dönersin." Hiçbir şey olmamış gibi davranarak küçük, açık mutfağına doğru ilerledim.

"Anlamadım?"

"Devam et, diyorum. Belki başka özel eşyalarımı da bulursun." Dalgayla söylediği sözlerden sonra istemsiz bir şekilde yutkundum ve çevreye öylesine bakındım.

"Senim özel eşyalarınla ilgilenmiyorum, yemek ve su arıyordum."

"Buzdolabı var boyun kadar, prezervatif ve kelepçelerimin olduğu dolapta aramaktan daha mantıklı oraya bakman, dene istersen?" Bu kadar açık konuşmasıyla aldığım nefes bir anda sıklaşmaya başladı. Cevap verme gereği duymadan söylediklerimi yalancı çıkarmak istemediğimden buzdolabına doğru ilerledim ve kapağını araladım. Bende de akıl vardı sanki Asır ile uğraşıyordum, karşımdakini anlayışlı, kibar birisi falan mı sanmıştım ya, yapmışsam umursamaz diye düşünmüştüm. Ayıp olmasın diye görmezden gelebilirdi.

Dolaptan bir şişe su ve ekmek arası gibi olan yemeği çıkardım. İçerisinde ne olduğuna bakacaktım tabii ki, tekrar bir yılan vakası ile karşılaşmak istemiyordum. Jelatinin arkasındaki yazıları okuduktan sonra normal bir ekmek arası olduğuna karar vererek suyu da yanıma aldım ve eski oturduğum tekli koltuğa doğru ilerledim.

Odaya geleli yarım saat olacaktı beş on dakika sonra ancak hâlâ burada ne işimiz olduğunu bilmiyordum. Benim için sorun Asır'ın kendisiydi yoksa ben onun kulübesini beğeniyordum benimkinden daha güzeldi bence. Benimle takas etmek istese seve seve kabul edebilirdim. Tabii ki de böyle bir şey istemezdi, burası benim olsa ben de istemezdim.

Koltuğa kurulduktan sonra salonu, mutfağı bir arada bulunan, en köşede demir mervidenlerden odasına çıkılan minimalist ama modern sayılabilecek bir yandan da Yeraltı Prensi olduğunu belli eden kulübesini incelemeye basladim. Petrova kardeşler şanslıydı, sadece iki kişilerdi. Asır ve Arın... Arın'ın kulübesi biraz ilerideydi ve eminim onun da gösterişliydi. İgnis Petrova ailesine önem veriyor olmalıydı ancak Asır için aynı şeyi söyleyemiyordum.

Asır daha başkaydı, Arın'ın tamamen zıddıydı karakter ve fiziksel olarak. Arın mavi gözlere, siyah saçlara sahipken Asır, simsiyah gözlere ve koyu kahve, siyah saçlara sahipti. Açığa yakın, hafif kavruk bir teni vardı ancak Arın kadar beyaz tenli değildi. Kendine has kokusu vardı, Arın daha çok okyanusu andırıyordu bana. Arın'ın planlarından bihaberdim doğru ancak yine de kibar, yumuşak birisi olduğunu görebiliyordum. Benimle ilk tanıştığında yaşadığım etkiyi bir türlü unutamıyordum, büyülüydü. Beni gemiye herkesin ortasına bıraktığında gösteriş yapmayı sevdiğini tahmin etmiştim. Seviyordu konuşulmayı, İgnis Petrova'nın oğlu olduğunu belli ediyordu. Ve onun oğlu olmaktan gurur duyuyordu, gücünü Yeraltı Kralından alıyordu.

Asır çok başka bir mevzuydu.

Öncelikle kendi doğruları vardı ve onlara göre yaşıyordu. Geri planda olmayı tercih ediyor, gözleri kadar kara gölgelerde geziyordu. Arın gibi babasına bağlı olmadığını, kendi hayatı için uğraştığını fark etmemek için kör olmak gerekirdi. Asır bu yüzden kimseye güvenmiyordu, bana da bu kadar iğrenç davranmasının nedenlerinden biriydi. Arın gibi değildi, çift oynamıyordu. Sevmediğini belli ediyor, görmezden geliyordu gerekirse. Bana yaptığının aynısıydı kısacası. Bunu sevdiğimi söyleyemem çünkü sinirden kafayı yediğim zamanlar oluyordu küstahlığı yüzünden ancak Dido'ya, Mirza'ya ya da Malvin'e nasıl davrandığını bildiğimden fazla üstüne gidemiyordum. Bu onu elbette haklı göstermiyordu lâkin bugün Asır beni o çocuğun elinden aldığında kendimi onlardan biri gibi hissetmiştim. Bu his... Bir yere ait olma hissi miydi bilmiyordum ancak arkamda birinin varlığını hissetmek bambaşkaydı.

Ve bunu yapan kişi Asır'dı.

Gözlerim Asır'a döndü. Sımsıkı kapattığı dudakları ve ifadesiz yüzüyle muhtemelen uyukluyordu. Bu rahat haline sinirlensem de bir şey dememeyi tercih ediyordum çünkü artık kavga etmekten yorulmuştum. Asır her şeye cevap veriyordu, bir kere 'bu sefer susayım' demiyordu. Tamam haklı olduğu yerler vardı ama ben de kendime göre haklıydım.

Atıştırmaklıklarımı bitirdikten sonra yerimde doğrularak Asır'a baktım. Uyuduğundan emin olmam gerekiyordu.

"Asır," Sonra aklıma ilgisini çekebileceği bir şeyler düşündüm. "Barbara Palvin zamanında Victoria's Secret'tan kovulmuş, biliyor muydun?" Bir süre bekledim cevap vermesi için ancak hâlâ stabil halde nefes alıp veriyordu, kesinlikle uyuyordu.

Fazla ses çıkarmamaya çalışarak yanına doğru adımladım ve son kez test etmek için yüzüne uzun uzun baktım. Eğer gerçekten uyumuyorsa gülmesi gerekiyordu.

Yüzünü izlemeyi keserek kulübenin kapısına doğru ilerledim, kesinlikle bunu yaptığımı bilse kavga ederdik ancak bunu yapmak zorundaydım. Beni anlaması gerekiyordu. Yutkunarak ses çıkarmamak adına büyüyle kapıyı araladım. Soğuk direkt yüzüme çarptığında istemsizce dişlermi sıktım. Buzdan farksız hava kollarını benim için aralamış, küçük fısıltılarla yanına çağırıyordu.

Kollarımı birbirine dolayarak soğuk, karlı havaya doğru bir adım attım. Kaburgalarımın arasındaki yılan dilini çıkarmış, o uğursuz sesinin zihnimde yankılanmasına izin vermişti. Onun sesine hipnotize olmuş bir şekilde boyun eğdim, bana hükmetmesine izin verdim. Çoğu kişi benim lanetimin kanımda gezinen güç olduğunu söylüyordu ama hepsi palavraydı, benim lanetim beni zincirleyerek kendisine bağlayan o siyah yılandı, Kara Mamba'ydı.

Derin bir nefes vererek buharın kasvetli gökyüzüne karışmasını izledim, yarım kalan planıma doğru ilerledim.

*

Bölüm hakkında yorumlarınızı falan buraya beklerim dkfmdmdm

Diğer bölümde görüşürüz🤍

-GeceninSonDuragi

Continue Reading

You'll Also Like

35.1K 2.1K 30
Yıllardan 2038 di aylardan Nisan . Gezegen adı:Barlik Krallık 25 yıl önce kurulmuştu. Kralımızın kayıp kızı 18 yıldır aranıyordu. En sonunda Krallık...
205K 13.4K 62
Kitap en baştan düzenleniyordur bu yüzden bölümlerde karışıklık olabilir. Bu yüzden düzenlenmeyen bölümlerin olunmaması önerilir !!! Dünya baştan koy...
301K 4.7K 30
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi, kapıyı açtı. Öne doğru hamle yapmak istedim, koluyla...
282K 24.7K 45
Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Görev, sınır ötesindeki...