KÜL ADA'M & KÜL DÜĞÜMÜ

By Zehraozkul

524K 34.3K 28.2K

Adam, şafak sökerken yığmıştı ölü denizlerini göğsüne. Tebessümüne giydirdiği kefeni ustalıkla yüreğindeki... More

● K Ü L A D A' M ●
1.BÖLÜM | ATEŞ
2.BÖLÜM | YAĞMUR
3.BÖLÜM | ASILSIZ AŞK
4.BÖLÜM | YARIŞ
5.BÖLÜM | KAYBETMEYE OYNAMAK
6.BÖLÜM | SEVGİLİM
7.BÖLÜM | DEĞİŞEN ŞEYLER
8.BÖLÜM | MUHTEŞEM DÖRTLÜ OLMA YOLUNDA
9.BÖLÜM | ANLAŞMA
10.BÖLÜM | GAY Mİ?
11.BÖLÜM | ÖZGÜRLÜĞÜN ELLİ TONU
12.BÖLÜM | VELİ TOPLANTISI
13.BÖLÜM | İKİZLER + 4
14.BÖLÜM | BİZ SENLE
15.BÖLÜM | KİLİTLİ KALDIK
16.BÖLÜM | BURASI BENİM
18.BÖLÜM | KAZANMAYI SEN GEÇE
19.BÖLÜM | CEZA
20.BÖLÜM | KONUŞMAK İSTİYORUM
21.BÖLÜM | SINAV
22.BÖLÜM | ARAMIZDA KALSIN
23.BÖLÜM | KIRIK MAZİ
24.BÖLÜM | HİSLER
25.BÖLÜM | BİRBİRİNE İLİKLENEN YÜREKLER
26.BÖLÜM | BİR BİLEBİLSEN YENİLDİĞİMİ
27.BÖLÜM | YAMALI HUZUR
28.BÖLÜM| MATEM YOLU
29.BÖLÜM | ÖLÜ NABIZLAR
30.BÖLÜM | FİNAL
● K Ü L D Ü Ğ Ü M Ü ●
1.BÖLÜM | ● İLMEKLERİ ATEŞTEN OLAN KÜL
2.BÖLÜM | ● SİL BAŞTAN YANMAK
3.BÖLÜM | ● EGE
4.BÖLÜM | ● YARALI KALPLER
5.BÖLÜM | ● KÜLLÜK
6.BÖLÜM | ● MEYDAN OKUMA
7.BÖLÜM | ● YANA YANA
8.BÖLÜM | ● İZİN VER
9.BÖLÜM | ● DEMLENEN HAYATLAR
10.BÖLÜM | ● HER ŞEY BİRAZ HÂLÂ SEN
11.BÖLÜM | ● SICAK KÜLLER
12.BÖLÜM | ● YÜKSEK GERİLİMLİ SEVGİ
13.BÖLÜM | ● HİS KUŞAĞI
14.BÖLÜM | ● KÜL DÜĞÜMÜ
15.BÖLÜM | ● KIYILAR
16.BÖLÜM | ● İYİLEŞEN SANRILAR
17.BÖLÜM | ● KÜL KUYUSU
18.BÖLÜM | ● YENİ BAŞLANGIÇLAR
19.BÖLÜM | ● TEHLİKE ÇANI
20.BÖLÜM | ● RENK RENK
21.BÖLÜM | ● YAĞMALANMIŞ TUVAL
22.BÖLÜM | ● AKLIM SENDE
23.BÖLÜM | ● YILDIZLARIN ALTINDA
24.BÖLÜM | ● RENKSİZ HABER
25.BÖLÜM | ● KÖRELEN YAŞAMLAR
26.BÖLÜM | ● MUHTEMEL AŞK
27.BÖLÜM | ● ACIDAN HÜKÜMLÜ AĞITLAR
28.BÖLÜM | ● HİS MATEMİ
29.BÖLÜM | ● ŞAH YANGINI
30.BÖLÜM | ● ACININ RIHTIMI
KÜL ADA'M & KÜL DÜĞÜMÜ
31.BÖLÜM | ● MAT ÇIKMAZI
32.BÖLÜM | ● YARALI KALPLER SAHNESİ
33.BÖLÜM | ● YİNE YENİDEN
34.BÖLÜM | ● ÖLÜ DENİZİN KÜLLERİNDE YANAN ADA
❛ DUYURU + KESİT ❜
35.BÖLÜM | FİNAL | ● KÜL
"ÖZEL BÖLÜM"

17.BÖLÜM | YENİLMEYE BİR KALA

6.9K 487 131
By Zehraozkul


     Göğün gece için şafak saydığı saatlerdi gözleri. Vaat ettiği sevgiyi görmezden gelecek kadar bencil olmayı dilerdim, şayet merhameti babamdan öğrenmemiş olsaydım. Ruhuna mefta olduğum gözlerine mühürlenirken, dudakları masumiyet kefenini giyinerek tebessüm etti. Masumiyet, bir adamın bakışlarında görülebilecek en güzel şeydi. İlk defa ona fazla yakın olduğumu hissettim.

"Sen bundan sonra yazmak için telefon falan kullanma," dedi keyifli bir sesle. Yazdığım cümle sıra için geçerli olsa da başka anlamlara gelebilecek kadar da umut vericiydi. Gülümseyerek başımı önüme eğdim. "Fazla mı güzel gülüyorsun ne?" dedi açık olan saçlarımı dağıtarak yüzümü kapatırken. Sevginin izlerini tenime kazırken, var ettiği yerlerden yok edeceğimden bihâberdik. Ege'nin hayatımda sadece biri olamayacağı gerçeği fazla zorlu bir yola sürüklüyordu beni.

"Ad-," diyen Buğra arkasına döndüğünde bizi bakışırken bulmayı beklemiyor olmalıydı ki ağzındaki böreği çiğnemeyi bıraktı. "Oo pardon meşgulmüşsünüz," diyerek önüne döndüğünde gözlerimi devirdim. Ama o kendini yemeğe verdiği için beni, hatta yanında trip ifadesini alan Afra'yı bile fark etmemişti. Sinem'in sırıtışına bakılırsa börekler onun elinden çıkmıştı.

"Boğazında kalır inşallah!" Afra sinirle yanından kalktığında, Buğra sonunda yemeye ara vererek elindeki böreği bıraktı.

"Nereye ay yüzlüm?" Afra, gözlerini sınıfta gezdirerek "Senin olmadığın bir yere," diyip tek boş yer olan Ekin'in yanına gitmeyi hedeflendiğinde Buğra ayağa kalkarak kolunu tuttu.

"Gitmesen olmaz mı?"

"Şu böreği yemeği bırakırsan belki," dediğinde Buğra sevdiği iki şey arasında kalmışçasına bir Afra'ya bir de böreğe baktı. "Şey," dedi böreğe biraz daha bakabilmek için zaman kazanırcasına. "B-bırakırım tabi. Sen iste yeter ki." Afra zafer kazanmış bir edâyla yeniden yanına oturdu.

"Tamam hadi bırak o zaman." Buğra, yarısından fazlası dolu olan börek kabının kapağını kapatırken bir yandan da Afra'ya yandan bakışlar atıyordu. "Acaba azıcık-"

"Buğra!" Buğra korkuyla ayağa kalkarak dikdörtgen kabı Sinem'in masasına bıraktı. Yavrusunu bırakmış gibi bir gözü arkada sırasına geldiğinde artık sırıtan taraf Afra'ydı.

Bir anlığına da olsa varlığını unuttuğum Ege, kolunu arkama uzattığında aramızda mesafe kalmayacak şekilde oturduğumuzu yeni fark ediyordum. "Bunu sevdim," diye fısıldadı kulağıma doğru. Tuttuğum nefesim göğsümü sızlatırken yüzüne bakmaktan çekindim.

Sınıf kapısının çarpılmasından doğan gürültüyle birlikte hocanın gelişi beni bu yükten biraz olsun kurtarmıştı. Derin ama yenik bir nefes aldım. Matematik hocamız direkt olarak soru çözmeye yoğunlaştığında, sınav haftamızın yaklaşmasını bilmeme rağmen aklım Ege'den başka bir şeyi zikredemez olmuştu. Onun da benden farksız olduğu gerçeğini ders boyunca beni izleyerek kanıtlamıştı.

"Biraz hava alalım mı?" Bana yönelttiği sorusuna başımı salladığımı birkaç saniye sonra fark etmiş olsam da bedenime ihânetten kaçınmayan ayaklarım ona uymayı tercih etmişti. Ayağa kalkar kalkmaz tökezir gibi olduğumda ayakkabımın bağcığının açıldığını gördüm. Niye durduğumu çözmek ister gibi bana baktığında, gözlerimi takip ederek sorunun kaynağını bulmuştu.

Sıranın etrafını dolanarak yanıma geldiğinde önümde diz çöktü. Ellerim istemsizce şort eteğimin iki yanına tutunurken, ustalıkla bağcığımı iki yandan kavradı. Nefesi çıplak bacaklarıma çarparak beni huylandırıyordu. Saniyeler içerisinde işini bitirdiğinde kafasını kaldırarak "Sanırım sağlam oldu," dedi ve doğrularak "Hadi gidelim," diye devam ettirdi cümlesini.

Sınıftan birkaç kişinin imrenerek baktığı biri olmak ilk defa utandırdı beni. Fakat bu denli doğru hissettirmesi omuzlarımı dikleştirmeme neden olmuştu. Adımlarımız birbirine karışırken, neredeyse dipdibe ilerliyorduk.

Bahçeye indiğimizde bir anlığına kafamı ona çevirdim. Ellerini ceplerine yerleştirmiş, güneşten dolayı kısılan gözlerini karşıya dikmişti. Dudağının kenarındaki birkaç çizginin içe gömülmesinden anladığım kadarıyla bakışlarımı hissediyordu. Yavaşça durdu ve başını yere eğerek gülümsemesini bitirdikten sonra gözlerimin içine baktı. Kalbime sığınan heyecanım nefes nefeseydi.

"Böyle bakınca sol yanıma sığmıyorsun." Göz bebekleri kelimelerinin altında yoğunluk kazanırken zorlukla yutkunabilmiştim. Neden bu kadar anlamlı konuşuyordu ki? "Gel hadi, bugün seninle okulu ekelim." Elini ince bileğime dolayarak çekiştirmeye çalıştığında hareket etmediğimi fark ederek durdu. Bu hissettirdiği duygular çelişkide bırakıyordu beni.
Ellerini belinin iki yanına koyarak boydan boya süzdü. Gözlerini kısarak kafasını hafif sağ omzuna yatırdığında düşünür gibiydi.

"Omzuma atıp kaçırsam şort etek olduğu için açılma riski yok. Ama yine de güvenemedim." Çocuk gibi dudaklarını büzerek ensesini kaşıdı. "Ben kaçıramıyorum. Sen kaçsana bana." Dudaklarımda oluşan gülümsemeye engel olamadım. Saklamak istercesine önden davranarak bahçe kapısına doğru adımlamaya başladım.

Motoruna yerleştiğimizde kaskımı son kez elimle düzelterek kollarımı beline doladım. Verdiği güven çok başkaydı. Bir an bile sonunda ne olacak diye şüphe edemiyordum. Rüzgârın taşıdığı kokusunu içime çektim. Yine zaman onunla birlikteyken akıp gidiyordu.

Tanıdık kafeyi görmemle istemsizce heyecanlanmıştım. Tam önünde durduğumuzda kollarım hâlâ belindeydi. Omzunun üstünden başını arkaya çevirir gibi olmasıyla utanarak ellerimi çözüp, sırtından destek alarak motordan indim. Kasklarımızı çıkardığımızda birbirimize baktık. Aklımda birçok soru vardı. Mesela buraya neden geldik?

Kaşlarıyla kapıyı işaret ederek yürümeye başladığında, yürüdükçe kasılan sırt kaslarını izlemeye bir son vererek peşine düştüm. Otomatik kapıdan içeri girdiğimizde içerinin sakin olduğunu gördüm. Kendi kafeleri olmasından mütevellit rahattı.

Mutfağa ilerlediğimizde hâlâ burada ne işimizin olduğunu çözmeye çalışıyordum. Mutfağa girdiğimizde çalışanların bir şeyleri yetiştirme çabası içinde olduklarını görebiliyordum. Mutfak fazlasıyla genişti, bu onlara kolaylık sağlıyordu. Mutfağı ikiye bölen dikdörtgen bankonun önündeki bar taburesine doğru yönlendirdi beni.

"Hoşgeldiniz Ege Bey? Ne arzu edersiniz?" Giyiminden ve yaka kartından garson olduğunu kesin olarak bildiğim çocuk Ege'ye dikmişti gözlerini. Ege elini dostça omzuna vurarak "Burası bende," diyip çocuğu yanımızdan uzaklaştırmıştı. Bana dönerek "Ben hemen geliyorum," diyerek ortadan kaybolduğunda tedirginlikle etrafıma bakınmaya başladım.

Çok geçmedi ki Ege bankonun diğer tarafında belindeki siyah önlüğüyle göründü. Kravatını çıkarmış, gerçek bir şef havası taşıyordu. Hafif öne doğru eğilerek selam verip gülümsedi.

"İsteklerin benim için emirdir." Mutfaktaki çalışanların bazıları ara ara dönüp bize bakıyordu. Birkaç adım atarak kendini bankoya yaslayıp yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Seni dinliyorum." Ne diyeceğimi bilmediğimden göz teması kurmaktan kaçmaya çalışıyordum fakat o şebekçe baktığım yere getiriyordu kafasını. Kendimi geri çekerek kaşlarımı çattığımda pes ederek ellerini havaya kaldırdı.

"Tamam tamam, sinirlenme." Yanımdan ayrılarak tam karşımda boylu boyunca uzanan siyah mutfak tezgâhına ilerlediğinde dolapların birinden tava çıkardı. Sol dirseğimi granit tezgâha koyarak çenemi avcuma yatırdım ve onu izlemeye koyuldum. Çıkardığı cam bir kaba yumurtaları kırmaya başladığında, sonuncusunda omzunun üstünden bana bakarken kırdığı yumurta yere gitmişti. Kaşlarımla yere kırılan yumurtayı işaret ettiğimde kafasını oraya çevirmiş fakat umursamazca omuz silkip işine devam etmişti. Omlet yapacağını kaba ayarladığı karışımı tavaya dökmesinden anlamıştım.

Çıkardığı kesme tahtasında domatesi dilimlemeye başladığında önüme geçtiği için izleyememiştim. Sadece her hareketinde kasılan bedenini görebiliyordum. Arkasını dönerek yanıma geldi. Beklemediğim bir anda elindeki domates parçasını ağzıma soktuğunda kaşlarımı çatmıştım ki "Şişşt," diyerek işaret parmağını dudağımın üstüne koydu. Sonra da ellerini yanaklarıma götürerek iki yana çekiştirdi. Sinirlenemiyordum bile.

Cız diye gelen bir sesle ikimizin de bakışları tavaya kaydı. Yanağıma kondurulan öpücükle kalakalırken çoktan tavaya doğru koşturmuştu. Ağzımdaki domates parçasını zoraki bir şekilde çiğnerken arkamda kalan çalışanların bu ana şahit olduğu gerçeğini düşünüyordum. Artık bu olanlar alışkanlıktan öteye geçmeye başlamıştı.

Tekrardan Ege'ye baktığımda omleti tavanın içinde birkaç kere ters çevirdiğini gördüm. Arada bana kaçamak bakışlar atıyordu. Yine bana bakacakken omleti yere düşürmek üzereydi ki son anda tutmuştu. Farkında olmadan güldüğümde göz kırparak tavayı yine yanan ateşin üzerine bıraktı. Şu an fazla tatlı gözüküyordu. Hiçkimsenin görmesini istemeyeceğim kadar...

Biraz sonra omleti servis tabağının ortasına koyduğunda bu tarafa yöneldi. Diğer elinde de bir tepsiyi tutuyordu. Omletin olduğu servis tabağını önüme koyduğunda, tepsiyi de yanına bırakarak aldığı iki siyah zeytini göz gibi omletin üstüne koydu. Dudak gibi kestiği bir domates parçasını da olması gereken yere yerleştirdiğinde gülen yüz ortaya çıkmıştı.

Ourduğum bankonun etrafını dolanarak arkamda bir yerlere gitti. Artık sorgulamıyor, sadece bekliyordum. Büyük boy bir limonata bardağıyla döndüğünde yanımdaki bar taburesini çekerek oturdu.

"Afiyet olsun," diyerek kollarını bankoya yasladığında tabağımı işaret ediyordu. Bıçak ve çatal yardımıyla küçük bir parça kestiğimde bakışları eşliğinde ağzıma götürdüm.

"Çok güzel olmuş değil mi? Biliyorum." Daha çiğnemeden söylediği şeyle yalancı bir kızgınlık ifadesine soktum yüzümü.

"Hadi bana da ver, ben de tadına bakayım." Ağzımdakini yavaş yavaş çiğneyerek tadını çıkarmaya çalıştığımda tekrardan küçük parça hâline getirdiğim omleti çatalla ona uzattım. Çatalı elimden alacağını zannetsem de dudaklarını öne çıkarmıştı. İyice ağzına yaklaştırdığımda dudaklarını aralayarak çatalı içeri itmeme izin verdi. Birkaç saniye sonra geri çekecektim ki çatalı ısırıyor olmalı ki çekememiştim. Koyulaşan harelerimden sinirlenmek üzere olduğumu anlamış olmalı ki çatalı serbest bıraktı.

Hazırlamış olduğu omleti iştahla yemeye devam ederken bitene kadar gülen yüz ifadesini korumaya çalışmıştı. Ona amaçsızmış gözüyle baksam da 'Yanında olduğum sürece eksildiğin yerlerden tamamlayacağım seni.' demiş ve beni bir kez daha kendime yenik düşürmüştü. Çatalı ve bıçağı boşalan tabağa bırakarak ona döndüm. Öylece durmuş beni izliyordu. Telefonumu çıkararak "Teşekkür ederim," yazdım. Bu tür şeylerden hoşlanmıyordu. O yüzden bırak onu şimdi der gibi ayağa kalkarak elini uzattı.

"Gidelim." İhtiyacım olmamasına rağmen elinden destek alarak yere indim. Onunlayken hiçbir şeye ihtiyaç duymuyordum. Mesela sabahtan beri hiçbir cümle kurmama gerek kalmamıştı, beni anlıyordu.

Belindeki önlüğü ve başındaki şef kepini bir kenara bıraktığında daha da kalabalıklaşan kafeden çıkmıştık. Yine motoruna yerleştiğimizde varlığının ne kadar iyi hissettirdiğini düşündüm. Zamanım onunlayken değerliydi.

O, benim küllerimde güller bile yetiştirebilirdi.

Oysa ki verdiği bu büyük hislerin altından nasıl kalkacağımı bilemiyordum ben. İlk defa böyle bir şeyle karşılaşıyordum.

Tıpkı hislerimin bana karşı gelişi gibi rüzgâra yenik düşen saçlarım oradan oraya savrulurken geçtiğimiz yollar da sessizleşmişti. Biraz sonra durduk. Onunla ilk kez geldiğimiz ağaçlık olan yerdi.

Etrafımı inceleyerek indim ve o gün yaslandığımız ağaca doğru yürümeye başladım. Arkamdaydı, ayakkabılarının çalıları ezişini duyabiliyordum. Ağacın tam önünde durarak uzağa diktim gözlerimi. Şayet aşağıya bakacak cesaretim yoktu.

"Gelsene," diye seslendi. Yanıma döndüğümde onu göremedim. Kafamı biraz daha aşağı eğdiğimde yere oturmuş olduğunu gördüm. Tıpkı onun gibi ayaklarımı uzatarak yanına oturduğumda sessizliğim aramızda sır olmuştu sanki. Diğer taraftaki, sol, bacağını kendine çekerek kolunu üstünden sarkıttı. Sessizdi, biraz da düşünceli.

Bir anda bana döndü ve sağ elini kaldırıp yüzüme yaklaştırarak işaret parmağını ağır ağır şakağımda dolaştırdı. "Şuranda ne taşıyorsun, merak ediyorum." Uzun uzun mavilerinde süzüldüm. Sustukça dikenlerini batırıyordu duygularım. Anlat bana der gibiydi.

Anlatsam anlar mısın?

"Anlatsana," diyerek birden başını dizlerime koydu. Kafasının ağırlığından çok göğsümdeki varlığını taşımak zor geliyordu. "Yoksa ben seni çok pis seveceğim."

Şafak sökerken yığmıştı ölü denizlerini göğsüme. Tebessümüne giydirdiği kefeni ustalıkla yüreğimdeki mezarlığa gömdüğünde, çıkan yangının alevlerini zihnime hapsetmiştim. Şimdi ise o yangının kıvılcımları sıçrıyor etrafa.
Bu benim yenilgim, yeniliyorum.

Belki biraz kırık dökük, belki biraz yarım ama yalnızca Ege'nin ateşinde kül olur artık bu Ada.

Yenilmeye bir kala...

● • ۰ ۰ • ●

°º°

Ayakkabımın ucunu kaldırım taşına sürterken bakışlarım yerdeydi. Ege'yle birlikte okul çıkışına gelmiş, Buğra ve Afra'yı bekliyorduk. Bu zaman kadar orada öylece oturmuştuk. Dediği şey itiraf mıydı bilemiyorum ama sözlü olarak duymak daha bir ağır gelmişti.

Ege sabırsızca önümde gidip gelirken üstümde hissettiğim bakışlarla kafamı kaldırdım. Ekin, bahçe kapısından çıktığında gözlerimizin çakışmasıyla birlikte durmuştu. Küçük gözlerini Ege'ye değdirdikten sonra yenik bir ifadeyle arkasını dönüp gitti.

"Çocuklarını almaya gelmiş veli gibi ne dikiliyorsunuz kapıda? Çok güzel ektiniz bizi!" Buğra alınmış gibi çantamı bana doğru fırlattığında Ege havada yakalayarak tuttu. Hemen ardından da Afra'nın attığı kendi çantasını tutmuştu.

"Buğra ve Sinem'le nasıl bir gün geçirdiğimi tahmin edemezsiniz!" diyen Afra önümüzden geçerek ilerlemeye başladığında Buğra arkasından koşturdu.

"Yav ben ne yaptım ay yüzlüm? Kız İnstagram profiline çocuklarımın babası diye beni etiketlediyse benim suçum ne?" Gözlerimi irileştirdiğimde Afra durarak ellerini gelişgüzel sallayıp Buğra'nın üstüne yürüdü.

"Ne demek benim suçum ne? Sert bir konuşma yaparsan anlayacaktır. O etiket oradan kalkmadan konuşma benimle." Ege, Afra'nın yanına giderek kolunu omzuna attı.

"Hayırdır, mesele ne?" Afra kollarını göğsüne çaprazlayarak Buğra'ya yandan bir bakış attı. "Yok bir şey." Usul usul adımlayarak yanlarına gittim. Buğra destek beklercesine bana döndü.

"Sen de bir şey söylesene yavrum. Sinem'e söz geçirmek mümkün mü?" Doğru, Sinem'e bir şey anlatmak çok zordu. Fakat düşününce de Afra'yla aralarındaki bu gizli kapaklı hislerden dolayı hoş bir durum değildi.

"Pizza yemeye gidelim mi?" dedim konuyu dağıtarak. Buğra bana ilk defa yemek konusunda baygın baygın baktı. Afra savunduğu konuyla ilgili kendinden taviz vermeden konuştu.

"Beni ilgilendirmez, diyeceğimi dedim ben." Ege, bana döndü.

"Acıktın mı?" Şaşkınlıkla gözlerim büyüdü. İşaret diliyle konuşmuştum, dediklerimi anlayabilmiş olmasını beklemiyordum. İşaret dili biliyor olma ihtimâliyle gözlerim kısıldığında, saçlarını karıştırarak gözlerini kaçırdı.

"Ben alışveriş merkezine gidiyorum. Ada geliyor musun?" Başımı sallayarak birkaç adımda yanına gittiğimde Ege'yle Buğra arkamızdan geliyordu. Umarım alışveriş merkezine saatler süren bir alışveriş için gitmiyorduk. Çünkü alışveriş yapmaktan hiç hoşlanmazdım.

Buğra bir taksiye el kaldırdığında aynı anda durduk ve taksininin yaklaşmasını bekledik. Afra ön kapıyı açtığında mecburen arka kapıyı açmak zorunda kalmıştım. Yerime yerleştiğimde bulunduğum taraftaki kapıyı kapatmadan tekrar açıldı.

"Kay kay," diyen Buğra'ya tersçe baktım. "Kızım Ege'yle dipdibe olmayayım şimdi." Ya ben ne olacağım Buğra? Biraz kaydığımda sonuç olarak Buğra ve Ege'nin arasında kalmıştım.

"Nereye gidiyoruz gençler?" diyen taksiciye Afra istediği alışveriş merkezini derken, Buğra bizim sık sık gittiğimiz bir kafenin ismini söylemişti. Adamın kafası karışmış olmalı ki devamında bir açıklama yapılacakmış gibi bekledi.

"Siz, ay yüzlümün dediği yere götürün bizi," diye fikrinden cayan Buğra'ya şaşkınlıkla bakıyorduk. Adam "Ay yüzlüm?" diyerek durdu. Buğra'nın kaşları hızla çatıldı.

"Amca senin değil, benim ay yüzlüm yalnız."

"Buğra!" diye sinirle soludu Afra.

"Yav 'ay yüzlüm' diyor görmüyor musun?" Adam alnını sıvazlayarak derin bir nefes aldı.

"Gençler nereye gideceksiniz?"

"Siz düz devam edin. Ben tarif edeceğim," diye son noktayı koyan Ege'yle adam minnetarca bakıp taksiyi çalıştırdı.

"Yavrum haksız mıyım, ay yüzlüm deme-" Cümlesini devam ettiremeden kolunu sıktım. İnleyerek kolunu kendine çekti.

"Aman iyi be! Hiçbiriniz de beni anlamayın zaten." Küçük bir çocuk gibi yüzünü asarak camdan dışarıya bakmaya başladı. Küçükken de ne zaman küsse böyle yapardı. Dikiz aynasında Afta'nın Buğra'ya bakan bakışlarını yakaladığımda irkilerek gözlerini kaçırdı.

Sıkıldığımda dibimde sayılacak kadar yakınımda oturan Ege'nin göğüs hareketlerinden nefes alışverişlerini saymaya başlamıştım. İş ve okul çıkış saatleri olduğu için trafikten bahsetmeye gerek yoktu.

"İnsek de yürüsek," dedi Afra. Kesinlikle der gibi hızlı hızlı kafa salladım.

"İyi hadi inelim öyleyse," diyen Ege'yle, Buğra hemen kapıyı açarak dışarı çıktı. Onun ardından da ben çıktığımda en son Ege indi. Hava kapanmıştı, yağmur yağma olasılığı yüksekti.

Kaldırıma çıkarak yürümeye başladık. Ege'den çantamı almak istesem de izin vermemişti. Buğra'nın küskünlüğü ise çok sürmemiş, Afra'yla konuşmaya çalışıyordu.

"Tamam ben Sinem'le konuşacağım."

"Konuşma onunla falan." Buğra olduğu yerde durararak Afra'ya tersçe baktı. "Kızım konuşmadan nasıl kaldır diyeceğim. Telekinezi yöntemiyle mi çözeyim?"

"Bilmiyorum."

Alışveriş merkezinden içeri girdiğimizde Afra önünden geçtiğimiz mağazalara bakarken ben bir an önce çıkmanın hayalini kuruyordum.

"Afra bizi buraya niye getirdin?" dedi Ege bıkkınlıkla.

"Hafta sonu Uzay'ın doğum günü var." Yani dercesine kafa sallayarak boş boş baktı.

Buğra birden durarak lafa atıldı. "Uzay'ın doğum gününe mi gidiyorsun? Niye gidiyorsun? Nasıl gidiyorsun?" Afra umursamadan mağazadan birine girerek, az önce mankenin üstünde gördüğümüz mini eteği üstüne tuttu. Ege eteği elinden çekerek aldığı reyona doğru fırlatıp "O kumaş parçası daha dikim aşamasındadır," dedi. Afra gözünü devirerek ilerlemeye devam etti. Derin bir dekolteye sahip bluze uzanıyordu ki Buğra nereden bulduğunu bilmediğim bir peluş ayıyı aralarına soktu.

"Of!" Afra sinirle başka bir tarafa yöneldi. Bense bir yere oturup beni giderken alın diyecek hâldeydim.

"Ay Ada bu sana çok yakışır," diyerek üstüme tuttuğu askılı elbiseye bakamadan Ege elinden çekti. "Kış geldi, üşür onunla."

"Sonbahardayız," diyerek direttiğinde bu sefer kolundan tutarak çekiştirdi. Bundan sonrası da pek farklı geçmemişti. Bir ara Buğra peluş ayı için müşterilerden birinin çocuğuyla kavga etmişti. En sonunda kız çocuğu dondurmasını Buğra'ya fırlattığında kavga sonlanmış, Buğra yeni bir tişört almak zorunda kalmıştı. Afra da hemcinslerimle gurur duyuyorum diyerek zafer nidası atmıştı.

Mağazalardan elimiz boş çıkarken Buğra aç bakışlarla yemek yiyecek bir yer bakıyordu. Afra sitemle yüzünü buruşturarak "Sizin yüzünüzden hiçbir şey alamadım," dedi.

Buğra "Güzel bir şey yoktu zaten," diyerek geçiştirdiğinde bulduğumuz ilk pizzacıya girdik. Afra'yla yan yana oturduğumuzda Ege'yle Buğra çantalarını bırakarak pizzaları almaya gittiler. Yorulduğumu yeni fark ediyordum. Afra'nın telefonuyla uğraştığını görünce hafif eğilerek baktım ama beni fark etmemişti bile. Börek tarifine bakıyordu. Tebessüm ederek geri çekildim. Sabahki börek meselesiydi. Telefonumu çıkararak mesaj bölümüne girdim.

Kime; Afra
Peynirli sever :D

Mesaj gelince irkilerek açtı ve okuduktan sonra alt dudağını dişleyerek bana doğru döndü. Bense sırıtırcasına gülüyordum.

"Ben bir böre- yani pizzaya bakıyım." Kaçarcasına yanımdan kalktığında masada tek kalmıştım. Neyse ki çok geçmeden üçü de elindeki tepsilerle geldi. Ege elindeki iki tepsiden birini benim önüme koyarak karşıma oturdu.

Buzlu limonata bardağımı kavrayarak birkaç yudum aldım. Herkes kendi pizzasıyla ilgilenirken telefonuma mesaj geldi.

İki hafta sonra ön eleme için gerçekleşecek olan koşu yarışım bir hafta erkene alınmıştı. Yani bu haftasonu İzmir'e gidiyordum.

·٠•● Bölüm Sonu ●•٠·

Bölüm nasıldı?

Sinem yine sahalarda sjsjhj

Haftaya İzmir'deyiz 💦🔥

Diğer hikayelerim;


Continue Reading

You'll Also Like

875K 60.9K 36
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
1.1M 80.7K 58
Çilek Alança Yıldırım mı demeliyim yoksa sen mi gerçek ismini açıklamak istersin Çilek Alança Saruhan? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek...
12.7M 246K 28
(Eski Adı: Beşik Kertmesi) İnsanın kaderi ne zaman yazılmaya başlar? İnsanın kaderi kaç kez yazılır? İnsan kaderini değiştirebilir mi? Melek ve Yiğit...
75K 6.7K 40
Yukarıda dolunay parlak ışığıyla bedenlerimizi kutsarken yanımda oturan adamın sözlerini dinliyordum. "Çoban ve dokumacı kız birbirlerinden ayrı düş...