POBEDA

By oliveandturtle

450K 39.7K 26K

İpek ve Atlas. İki ünlü dağcı, sıkı dost, hayata ve kadere ortak iki babanın çocukları. Sekiz yıl önce; dünya... More

Nefretin Başlangıcı
Özel Sebepler
Asla Asla Deme
Doğa Yürüyüşü
Darmadağın
Eğitilmez
Şarkı Listesi (YB Değil)
İddia
İntikam Planı
Oyun
Elma Bahçesindeki Ev
Kapı
Sorgulamalar
Düğüm
Karar
Sude'nin Gözyaşları
Domino Taşları
Utancın Külleri
Yaşattığının Bedeli
Seçilen Taraflar
Fırtınalı Bir Gece
Kendinden Vazgeçmek
Pobeda'nın Öncesi
Zirvede Bir Gece
Kaç Ya da Savaş
Elif'in Gözyaşları
Israrlı Bir Telefon
Bugün Çok Geç
Deniz Feneri
Zayıf Nokta
Bir Nikah Bir Cenaze
Gidebilmek
Eninde Sonunda
Billie Jean
Veda
Eşik
Korkuları Aşmak
Köprü
Solstis
Pobeda I
Adalet Terazisi
Tarafsız Bölge
Oyun Dışı
Pobeda 2 (1. kısım)
Pobeda 2 (2. Kısım)
Son Oyun

Yemin

8.5K 771 390
By oliveandturtle


Spoiler Uyarısı: Geçmiş bölümü okumayan sevdiceklerim gözünüz aşağı kaymasın diye bu kez önden uyarmak istedim 🙊😘😘

İkinci Uyarı: Bölüm sonu +18. Hem de baya. Bu yüzden yaşı küçük veya rahatsız olabilecek okuyucularım o kısma gelince gözlerinizi kapatabilirsiniz 🙈

"Kaya Korkut ofisinde ölü bulunmuş."

Duyduğumun etkisiyle beynimde flaşlar çaktı. Sanki bir yerlerde elektrik yüklü bir trafonun şalterleri attı. Pam pam pam! Dünyamın ışıkları birdenbire sönmüş müydü? Kaya Abi ölmüş müydü? Nasıl olur? Nasıl olur? Serbest kalan görünmez akımlar bedenimi çepeçevre sardı. Olduğum yerde yaprak gibi titremeye başladım. Atlas beni görmedi, anlamadı. Çünkü bana değil o an Tunç'a bakıyordu. İçinde bulunduğum şok halinin paralize eden etkisine rağmen ben de Tunç'a baktım.

Tunç birdenbire kasvetli bir şaşkınlık bürüyen yüzünü yere eğdi. Sanki sızlamasını geçirmek ister gibi tek eliyle burun kemerini sıktı, kesikli bir nefes aldı. Ardından yüzünü yerden kaldırdı ve Atlas'a ifadesiz bir yüzle baktı. Fakat gözleri...kıpkırmızı kesilmiş gözlerini farkedince afalladım. Soğuktan olabilir miydi? Çünkü ben hala titriyordum. Yine de Tunç'un tarifi güç bir şekilde ateşten birer kütle misali parlayan gözlerinin hayatımda gördüğüm en ürkütücü şeylerden biri olduğunu düşünüyordum. Sesine kavuştuğu anda Atlas'a,

"Nasıl olur?" diye sordu. Nasıl olur? Nasıl olur? Aynı soru benim beynimde de alarm çanları gibi tekrar tekrar yankılanıyordu. Gelinliğimin eteklerini tuta tuta yere yığılma isteğimi zapteden tek şey umulmadık anda yanımda olduğunu hissettiren Sedef'in dokunuşu oldu. Gözlerim Tunç'tan sıyrılıp Sedef'i buldu. Sedef sessizdi. İzliyordu. Herkesi ve herşeyi. Atlas Tunç'un sorusuna,

"Doğal yollarla." diye cevap verdiğinde başımın üstünde çığlıklar atan martı sesleri duydum. Ellerimi kulaklarıma kapatmak istesem de yapamadım. Hiç kıpırdayamadım. Kalbim taşıyamayacağım kadar ağırlaşırken sadece korku içinde göğe baktım. Tek bir martı bile yoktu. Kapkaranlık bulutlar vardı. Hava ne zaman kapatmıştı böyle? Bir fırtına yaklaşıyordu.

"Emin misin?" dedi Tunç. Sorusu bir tek bana mı garip gelmişti? Sanırım bir tek bana değildi. Atlas tek kaşını havaya dikerek,

"Ne demek emin miyim?" diye sorduğunda anladım. Sevdiğim adamın sesinde ürpertici bir dinginlik vardı. En derin hücrelerime kadar donduğumu hisssettim. Bakışlarım ikisinin arasında mekik dokuyordu.

"Bilmiyorum." dedi Tunç seri halde kırptığı gözlerini Atlas'tan kaçırarak. "Ama bunun iyi olmayacağını biliyorum."

"Göreceğiz." diyen Atlas yeniden bana döndü. Yüzümü ellerinin arasına aldı. "Bebeğim sen eve git ve beni orada bekle. Ben gelene kadar da ne olursa olsun bir yere ayrılma."

Hala titriyordum. Farketmesini istemedim. Kafamı sallayarak ellerinin dokunuşundan sıyrıldım. Cılız, güçsüz bir sesle,

"Elma bahçesindeki ev-?" diye başladığım sorum yarıda kaldı.

"Evet, elma bahçesindeki eve." diyerek beni çabukça yanıtladı. Tunç'a kopkoyu karanlık bir bakış attı. "Geliyor musun?"  Tunç kafasını sallayarak onu onayladı.

"Benim arabamla gidelim."

İkisi birlikte adım adım uzaklaşırken, evliliğimin ilk dakikalarında yaşadığım dehşeti paylaşabileceğim Sedef'ten başkası kalmamıştı yanımda. Kaya'yla yaptığım işbirliğini bilecek kadar beni tanıyordu. Muhtemelen Tunç'un gelgitli garip ruh halini benden daha iyi algılıyordu. Üstüne üstlük sadece birkaç saat önce bana söylemek istediği önemli bir bilginin telaşı içindeydi. Fakat şimdi yanı başımdayken her zamankinden daha suskun, yüzünün rengi her zamankinden daha solgun görünüyordu.

Ne o konuşabildi ilk anda ne de ben. Sonra tane tane,

"Bir yerlerde oturmak ister misin?" diye sordu. Üzerimde hala gelinlik, elimde minicik bir gelin çantası ve evlilik cüzdanı vardı. Kafamı iki yana salladım.

"Neler oluyor?" dedim sanki ona değil de daha çok kendi kendime söylenir gibi. O da zaten,

"Sen anlamıyorsan ben nasıl anlayabilirim?" dedi. Fakat bunu söyleyişinde bir şey vardı. Sesinde gizli bir ton, sanki ince bir ima sezdim. Dalgınlığımdan sıyrılıp bakışlarımı üstüne diktim.

"Ne demek bu?"

"Hamile filan mısın?"

"Saçmalama."

"Öyleyse neden?"

Yüzüne kaskatı baktım. "İpek, Atlas'la evlendin sen farkında mısın?" diye üsteledi.

Sanki farkında değilmişim gibi kalbim yerinden çıktı.

"Farkındayım."

"Neden bu telaş? Ne kadar tanıyorsun sence onu?"

"Evlenmek istediğime karar verecek kadar."

Geri çekilerek benden adımlarca uzaklaştı. Aynı şekilde iki eski yakın arkadaş olarak kalplerimizin de birbirinden uzaklaştığını hissettim. Oysa çok önce uzaklaşmıştık birbirimizden. Şimdi tam da şuanda böyle keskin bir acı vermesi şaşırtıcıydı ama veriyordu. Göğsüme saplanmış zehirli bir diken gibi yakıyordu.

"Tebrikler öyleyse. En içten sevgilerimle." deyişi tıpkı bir zamanlar Tunç'un Atlas'la çıktığımı öğrendiğinde ettiği tebriğe benziyordu. Benden bir adım daha uzaklaştı. Bense kapana sıkışmış bir hayvan gibi hırçınlıkla üstüne yürüdüm.

"Ne demek bütün bu sözler? Bu çirkin imaların amacı ne? Açık konuş."

"Gerçekten bir şey yok İpek. Şaşırdım sadece. Çok ani bir karar oldu sanki. Ama sen eminsen kendinden söylenecek hiçbir şey yok."

Sözlerindeki katı soğukluk birdenbire etrafımda kimsenin kalmadığını farketmeme sebep oldu. Sedef adım adım benden kaçarken destek alabileceğim ya da güvenebileceğim kimsem yoktu. Yalnızlığın sarmal boşluğuna kapılmış bir halde başım dönüyordu, kelimeleri zorlukla seçtim.

"Biliyorum çok geç bunu sormak için ama..." dedim. "bana söylemek istediğin o önemli şey neydi?" Yüzümde bir ıslaklık hissettim. Ne zamandır ağlamaya başladığımın farkında değildim. Ellerimle yüzümü hızlıca sildiğimi görünce yüzü bir burkuldu Sedef'in. Birdenbire başkalaştı bakışları. Birdenbire değişti ruh hali. Ya ben öyle hissetmek istedim, ya da bana öyle geldi. Cevabını beklerken kendimi toparlamaya çabaladım. Ne söylese katlanabilirdim? Acı eşiğim ne kadar yüksekti bilmiyordum. Tam şu anda daha fazlasını kaldırabileceğimi pek sanmıyordum. Yine de daha fazlasını istercesine sormuştum. Sedef zavallılığımın farkındaymış gibi kararlı bir şekilde kafasını iki yana salladı.

"O kadar da önemli değildi. Değilmiş yani, daha iyi anladım, iyice emin oldum. Kendi kendime kuruntu etmişim bir şeyleri. Önemli değil gerçekten." dedi çabuk çabuk. "Evliliğinin ilk gününde zaten fazlasıyla karmaşık bir durumun içindesin. Kendi kuruntularımla aklını bulandırmak istemiyorum. Zaten yeterince hasar verdim. İkimizde... ikimiz de yeterince hasar verdik. Burada bitsin." Dudaklarının içini kemirerek benden uzaklaşmak için attığı adımları telafi etmek istercesine hızlı adımlarla geri geldi. Beni şaşırtarak kollarını boynuma doladı. İçini çekti ve, "sen kötü biri değilsin İpek." dedi. "Bu hikayenin kötüsü sen değilsin. Herkes kadar mutlu olmayı hakediyorsun. Bundan sonra seni Atlas'la ilgili hiçbir konuda huzursuz etmeyeceğim. Umarım umduğundan bile çok mutlu olursun. Birlikte upuzun, mutlu bir ömrünüz olur."

Bunları söyler söylemez çelimsiz kolları boynumdan ayrıldı. Arkasını döndü ve ağır adımlarla yeni başlayan geceye karıştı. İçimde yalnızlığın bir oyuk gibi gittikçe derinleşen boşluğunu hissederken baktım kaldım bense ardından. Oysa gidenlere mi bakıyordum yoksa beni bekleyen geleceğe mi...tek bildiğim yüzümü karanlığa döndüğümdü. Ve bundan sonra beni neyin beklediğini gerçekten ama gerçekten hiç bilmiyordum.

******************

Taksiden köy yolunda inmiştim. Elma bahçelerine giden düzenli bir yol yoktu. Issızlığın içerisinde bana sonsuz sayıda gelen adımlar boyunca yürümüş, yürümüş, yürümüştüm. Karanlıkta toprak zemin çamurlu ve çukurluydu. Buranın, yanımda Atlas olmadığında hiçbir romantik yanı yoktu. Kendi çıkardığım seslerden bile ürkerek nihayet eve ulaşmayı başardığımda derin bir soluk aldım. Bitti sanıyordum fakat yanılıyordum çünkü dertler henüz bitmemişti.

Elma bahçesindeki ev, gece karanlığı çöktüğünde çok soğuk bir yer oluyordu ve ben odun sobasını yakmayı bilmiyordum. Gelinliği üstümden çıkarıp ısıtacak daha kalın bir şeyler giymek istedim, onu da beceremedim. Sımsıkı iplerle sarılı korse sırtı tek başıma çözmem imkansız görünüyordu. Epey çabaladıktan sonra vazgeçip salona döndüm, basitçe bir battaniyenin altına sığındım. Sessizlik insanı çıldırtacak kadar yoğundu. Kalkıp evin içinde dolaştım. Eski püskü sayfaları yırtılmış bir kitap buldum: Türkiye'de Avcılığın Tarihçesi. Hiçbir şey anlamasam da vakit geçsin diye sayfaları çevirmeye başladım. Dışarıdan çıtırtılar duyduğumda korkudan aklım başımdan gitti. Kilitlemiş olsam bile bir tekme vursam açılabilecek bir kapısı vardı evin. Camın önünde oturuyordum, bir de üstüne dışarıda karaltılar görür gibi olunca korkudan avazım çıktığı kadar bağırma isteğiyle yerimden fırladım.

Bağırmadım. Bunun yerine kapıdan ve pencereden olabildiğince uzaklaşıp duvarda asılı duran tüfeklerden birini aldım. Nasıl ateş edilir bilmiyordum. Böyle şeylerin kilit mekanizması oluyordu. Gözüme çarpan bir iki yer vardı ama bilmediğim için hiçbir yeri kurcalamadım. Tam şu anda içeri birisi girecek olsa ateş edemezdim sadece göz korkutucu olmayı ummaktan başka çarem yoktu. Üzerimde etekleri çamura batmış bir gelinlikle ve gelinliğin altında tir tir titreyen bacaklarla kendi gözümde hiç korkutucu değilsem de umudum canlıydı en azından. Son bir gayretle olduğum hizada yan yan yürüyüp evin ışıklarını kapattım.

Cama yansıyan devasa karaltıyı tam da o anda gördüm.

Aklım uçtu gitti.

Bilip bilmemeyi hiç düşünmeden elimin altındaki tetik mekanizmasını kaldırdım ve boşluğa doğru tek el ateş ettim.

Salon camı paramparça oldu.

Aynı anda Atlas'ın sesini duydum.

"İpek?!"

Onu vurduğumdan son derece emindim, acı, dehşet, korku hepsi birbirine karıştı. Kaybettiğim sesimi buldum ve avazım çıktığı kadar haykırmaya başladım. Bu yüzdendir eve girebilmek için kapıyı kırması gerekti. Dışarıdan yansıyan gecenin loş ışıkları altında onu gördüm. Tek parça halindeydi, üstünde damatlık kıyafetleri, siyah pantolonu, beyaz gömleği...hiç kan yoktu, böylece iyi olduğunu anladım. Fakat ben iyi miydim artık o bambaşka konuydu. Yüzünde benim hissettiklerimden farksız endişeli, dehşet dolu bir ifadeyle bana doğru koştu. Tüfeği hemen elimden alıp attı. Yaralanmadığımdan emin olmak için her yerime baktı ardından hala dehşeti kuşanmış gözlerle kollarına aldı ve yatıştırmak istercesine sımsıkı sarıldı. Tutmasa düşecekmişim gibi güçlü bir sarılışı vardı ki sonuna kadar haklıydı çünkü kollarını çözdüğü an düşeceğimden emindim.

"Geçti güzelim. Geçti." diyordu. Sırtımda gezinen elleri titrememin şiddetini hafifletmişti. "Seni korkuttuğum için özür dilerim. Gelmek üzere olduğumu haber vermek için defalarca aradım ama açmadın."

O da kendi payına ilk şoku üstünden atınca, beni kucağına aldı. Birlikte koltuğa oturduk.

"Telefonumun sesi kapalı kalmış." dedim. Anlayışla kafasını salladı. Yüzü hala kaskatıydı.

"Ben de çok korktum." dedi. "Kapıyı çalmak üzereydim. Ateş edebileceğin aklımın ucundan geçmezdi."

"Benim de. Daha önce hiç elime tüfek almamıştım."

Yüzüme düşen saçlarımı geriye itti. Dağınık topuzumdan geriye sadece dağınık kısmı kalmıştı. Yüzüm gözüm kim bilir ne haldeydi. Fakat Atlas yanımdaydı, iyiydi, başka hiçbir şey umrumda değildi. Yüzüme değen ellerinin şefkatiyle içim titreşti. Tutamadım kendimi birdenbire bıraktım. Öyle böyle bir bırakmak değildi üstelik. Çağlayan gibi dökülmeye başladı gözümden yaşlar.

"Sen iyi misin?!" dedim hıçkırmaktan zorlukla konuşarak. "Seni vurdum sandım. Aklım başımdan gitti."

Ben nihayet çözülünce o da rahatladı, derin derin iç çekti ve bir süre ağlayıp rahatlamama müsade etti.

"İyiyim aşkım iyiyim. İstersen her yerimi yoklayabilirsin emin olmak için."

"Eşek!" diye söylendim bunca şeyin arasında gülümsemeyi başararak.

"İçin rahat etsin diye söylüyorum."

"Ben seni bilmez miyim!"

"Bilirsin ama biraz bilirsin. Daha çok bilmen için hiçbir engel yok artık aramızda." Şefkatli ifadesi donmuş buz tutmuş yerlerimi kısım kısım ısıtarak çözüyordu. "Eşiz biz artık. Dünyada bundan daha güzel bir şey var mı bilmiyorum." dedi.

Ağlamam bitmişti. Çocuk çocuk baktım yüzüne, burnumu çektim.

"Eşim." dedim. Heyecanı nefes alışına yansıdı.

"Kulağa çok güzel geliyor."

"Sen de söyle."

"Eşim." dedi. "Karım. Aşkım. Herşeyim."

Ve salya sümük halime bakmadan dudaklarına uzandım.

"Eşim. Kocam. Aşkım. Herşeyim."

Gözlerinden taşan bir mutluluğa, aşkın ve tutkunun ışıltılarına tutundum.  Koltuğun üzerine uzanmamı sağladı, kendisi de üzerime eğildi. Daha fazla beklemek istemiyordum elbette ama göz ardı edilemeyecek bazı unsurlar vardı.

"Aşkım evin kapısı sonuna kadar açık ve başımızın üstünde cam yok."

Nereden bakarsan bak komik bir haldeydik.

"Camı sen kırdın."

"Kapıyı da sen kırdın. İlk geceden müthiş bir çift olduk."

"Daha değil."

Gülerek ellerimden tuttu ve beni yattığım yerden kaldırdı. Kendisi de kalkıp kapıya bakmaya gitti. Yerdeki poşetleri o zaman farkettim.

"Bunlar ne?"

"Yiyecek bir şeyler getirmiştim ama o anki panikle yere attım."

Poşetleri yerden aldım. Hazır yemek getirmişti. Dökülen saçılanlar hariç hala yenilebilir durumda olan paketler vardı. O ana kadar farketmediysem de ölümüne acıkmıştım. Mutfağa geçip hazırlıklara başladım. Bu esnada Atlas kapıyla uğraşıyordu. Kapının dili içeri doğru kırılmıştı. Biraz uğraşınca yalandan da olsa kapatmayı başardı ama cam tamamen umutsuz vakaydı.

"İlle de burada kalmak zorunda değiliz. Beşiktaş'a dönelim." dedi.

"Önemli değil. Sen buradasın artık hiçbir şeyden korkmuyorum." dedim. Yüzünde dünyalara bedel o gülüşüyle yeniden yanıma geldi ve dudaklarını bir kez daha dudaklarıma mühürledi.

"Ben hep yanında olacağım." Kucaklayıp tezgahın üstüne oturttuğunda aramızda hala etekliğin katman katman tülleri vardı. Ama engeller Atlas'ı yıldıramazdı. Yukarı doğru sıyrılan etekleri iyice ittirerek baldırlarımı açığa çıkardı. Ellerini tam da o bölgeye dayadı. Kaliteli gömleğinin dağılmış yakalarına içim giderek baktım. Gözlerim aşağılara kayınca kendimi zaptettim ve doğruca gözlerine baktım. O gözlerde baştan çıkaran bir arzu vardı. Alev alev yanan ve yakan bir istek. Aklımı başıma toplayabilmek için nefes almaya odaklandım.

"Şu an ne kadar seksi göründüğünü bilsen o nefesleri de alamazdın." dedi.

"Ya sen..." dedim büyülü bir fısıltıyla. "Ya sen."

"Ben nefes alamıyorum İpek." dedi. "Güzelliğin nefesimi kesiyor."

Ellerim sıkı kalçalarına uzandı, onu tümüyle kendime doğru çektim ve dudaklarına uzandım. Sabırsızlığın nasıl bir şey olduğunu benden iyi kimse bilemezdi artık. Telaşlı parmaklarım pantolonunu çıkarmak üzere fermuarın yerini bulduğunda elini elimin üstüne bastırdı.

"İlk defasında bu şekilde olmaz. Bundan önce yapmamız gereken başka şeyler var." dedi. Sözlerinin etkisiyle tereyağ kıvamında eriyip gittiğimden çok emindim ama aynı anda utançtan ölebilirdim. Ellerimi yüzüme kapadım. Gülerek parmaklarımı yüzümden ayırdı.

"Yemek demek istedim." dedi. "Önce yemek yememiz lazım. Şu sobayı da yakalım ev buz gibi."

Soba yandığında ev kırık cama rağmen ısındı. Atlas arka odadan bir yerlerden çok eski kalın perdeler bulup getirdi onları astık. Onlar da önemli ölçüde soğuğu kesti. Küçücük yemek masasında yeni hayatımızın ilk gecesinde birlikte ilk yemeğimizi yerken içim sevinçliydi ama aklımda bir şeyler vardı, sadece konuşmak için doğru zaman mıydı onu çözemiyordum. Bir ölümün kasvetini üstümüze çağırmak istemiyordum. Ama herşeye rağmen Kaya abinin ölümünü yok saymak da doğru gelmiyordu bana.

"Ölen kişi kimdi?" diyerek konuya girdim. Sandığım gibi olmadı, Atlas'ın modu gözle görülür ölçüde düşmedi ve konuşkan davrandı.

"Çocukluğumdan beri tanıdığım biri. Babamla ta üniversiteden beri tanışıyorlardı, yaşça küçüktü babamdan. Yıllarca kulüpte beraber çalıştıktan sonra aralarında bazı problemler çıkmış, yollar ayrı düşmüş. Maddiyat vesaire problemleri halledip konuyu kapatmışlar. Yıllar sonra ne oluyorsa oluyor, Kaya bir daha ortaya çıkıyor. Bu sefer çok farklı ithamlarla ve olay mahkemeye taşınıyor. Babamın en çok bilinen yönü olan sporculuğunun dışında, ticaretle uğraştığını biliyorsundur. Seveni olduğu kadar sevmeyeni olduğunu da söylemiştim sana. Kaya Korkut işte o sevmeyenlerden biriydi. Eski dost güncel düşmandı. Yakın zamanda ben de çok konuştum kendisiyle ama son görüşmemizde konuşarak halledilecek bir durum olmadığını anlamıştık ikimiz de. Adalete bırakmıştık bu meseleyi. Çocukluğumu bilen biriyle bu şekilde vedalaşmak çok acı ama hayat işte nerede ne zaman öleceğini bilemiyorsun."

"Nasıl ölmüş peki?"

"Kalp krizi."

"Kesin mi?"

"Kesin mi bilmiyorum, en yakını ben değilim ki adamın. Tunç'un bazı kaynakları var, daha çok bilgi alabiliyor içeriden. Hastane raporlarına kalp krizi olarak geçmiş. Ailesi otopsi istiyormuş onu öğrendim."

"Demek ki şüpheleri var."

"Böyle şahitsiz ölümlerde otopsi devletin zorunlu yaptığı bir şey aslında, ailesi onay vermiş demek istedim. Şüpheleri var mı onu bilemem."

"Peki senin şüphen var mı?" diye sordum tehlikeli sulara girdiğimi bile bile. Atlas bu gece sözünü sakınmıyordu. Anlamamış gibi yapmakla vakit harcamadı.

"Benim babam katil değil İpek. Bile isteye kimseyi öldürecek biri değil." dedi.

Bu kadar açıksözlü olması kanımı dondurmuştu ve sadece bununla da kısıtlı değildi. Bana düşünecek çok daha önemli bir şey vermişti. Bunca zamandır her sorduğumda suskun kaldığı bir sorunun cevabını verdiğinin farkında değildi. Kenan Dorukan'ı babamın katili olmakla suçladığım çok uzun zamanlar olmuştu. Bugün bu saate kadar hala içimde bir ses, bir sorgu vardı buna dair. Günün birinde ortaya çıkmasını umduğum sır buydu benim. Kenan Dorukan'ın babamı öldürüp öldürmediğini öğrenmek istiyordum. Çok güçlü bir yanım öldürmediğine inanmak istiyordu doğru, bir katilin oğluyla, babamın katilinin oğluyla evli olduğumu öğrenmek katlanamayacağım ölçüde büyük bir azap olurdu. Dolayısıyla Atlas, basit bir şeymiş gibi babam katil değil dediğinde bende yarattığı etki sandığından çok ama çok daha büyük oldu. Başkası söylese sorgulamaya devam ederdim ama Atlas söylediği için inanacağımı biliyordum, bu yüzden açık kapı bırakmak istemedim.

"Buna yemin eder misin?" dedim. Kaşlarını çattı. Keskin bakışlarını üstümde hissetsem de bakışlarımı kaçırmadım. Kaya abi eceliyle ölmüştü. Savaş bitmişti belki ama Atlas hala babasının yanındaydı ve ben de onun yanında olmayı seçeceksem emin olmak zorundaydım. İtirazsız ve isteğime karşı yargısız kalarak içten bir şekilde,

"Yemin ederim." dediğinde üstümden sıradağlar kalkmış gibi hissettim.

Bir kez daha ağlamayacaktım hayır. Bu gece yeterince gözyaşı dökmüştüm. Bundan sonra sadece gülmek istiyordum. Herkesi, herşeyi, ötelediğim, yok saydığım herşeyi kapının dışında bırakmak istiyordum. Ben artık sadece Atlas'ı sevmek istiyordum.

Yerimden kalkıp onun kucağına oturdum. Orada ne kadar güvende hissettiğimi bilirdi.

"Teşekkür ederim." dedim. Gözlerini yumdu, alnını alnıma yasladı.

"Ben teşekkür ederim..." dedi. "Beni sevdiğin için."

Hayatta en çok emin olduğum şey onu sevdiğimken artık doğru zamanın geldiğini biliyordum. Elinden tuttum, yatak odasına giden yolu yürüdüm, yürüdü benimle. Yatağın baş ucunda ayakta durdum. Ona sırtımı döndüm çünkü çözülmesi gereken son bir mesele vardı. Gelinliğin iplerine dolanan parmakları her değdinde, damarlarımda akan kanın coşkusundan yanıyordu dokunduğu yerlerim. Son ilmeği çekmesiyle birlikte sırtım göğsüne yaslandı, serbest kalan gelinliğin askıları iki yana düştü. Bembeyaz ipin de Atlas'ın elinden çözülerek yere düşüşünü görünce bu gece sayısız kez olduğu üzere nefes almayı unuttum. Elleri nazikçe içeri geçip gelinliğin utangaç kenarlarını iki yana ayırdı. Saçlarıma karışan nefesini içime katmak isteyerek ona doğru döndüm. Gelinlik artık yerdeydi, aramızda pek fazla engel kalmamıştı.

Kalan engellerden sıyrılmak isteyen parmaklarım gömleğinin düğmelerine uzandı. Benden daha hızlı yapmak üzere parmakları benimkilere katıldıysa da istemedim. İlk dediğin sadece bir kez yaşanıyordu bu yüzden tüm sabırsızlığıma rağmen acele etmiyordum. Tek tek çözdüm düğmeleri ve yüzümü aşık olduğum o kokuya kavuşmak üzere göğsüne gömdüm. Küçük öpücüklerim tahammülünü zorluyormuş gibi geri çekildi. Gömlek yerde gelinliğin üstündeki yerini aldığında Atlas da ileri doğru bir adım attı, onunkiyle uyum içindeki bedenim sırtüstü şekilde yatağa uzanırken durdu, sadece izledi. Gözlerini hiç kaçırmadan, baştan çıkarıcı bir sessizlikle iç çamaşırımı sıyırmamı seyretti...bakışlarının büyüsünün içimi gıdıklamasına ve çekici vücudunu doya doya seyretmenin yarattığı etkiye müsade edercesine. Az sonra olacakları anlayabilmem için bana zaman tanırcasına bekledi. Ve elleri usul usul pantolonunun önüne gitti. Bakamayacaktım hayır, ellerimi yüzüme kapattım. Yaramaz elleri bana doğru uzandı ve ellerimi yüzümden çekti. Kendinden emin gülümsemesi karşısında, o ana dek biraz aklım kaldıysa şayet onu da yitirdim.

Düğmeyi çözdü, fermuarı açtı. Pantolonunu ve boxer'ını aynı anda çıkardı. Hala hayatta mıyım diye kendimi cimciklemek istediysem de kıpırdayamadım. Tüm çıplaklığımla karşısındaydım. Tüm çıplaklığıyla karşımdaydı. Başka kimseyle kıyaslayacak bir tecrübem yoktu, yine de içgüdüsel bir şekilde kendine neden bu kadar güvendiğini anlayabiliyordum. Benim için fazlasıyla güzeldi, akla zarar heykelsi bir güzelliği vardı. Kalbim bu tempoya daha fazla dayanamayacaktı.

Ağırlığını vermeden üstüme uzandığında açık konuşmak gerektiğine karar verdim.

"Yapamayacağım ben, hayır." dedim. Dudaklarını birbirine bastırarak gülmemeye çalıştı.

Sadece "Korkma." dedi. Fakat nasıl korkmayacaktım? Elleri nazikçe bacaklarımı iki yana ayırırken dudakları dudaklarımı yakaladı. Ölüyorum sandım ama her nasılsa hayattaydım. Bir şey henüz yaşanmamışken bile nasıl böylesine sarsıcı olabiliyordu? Vücudumun bazı bölgeleriyle olan iletişimi yitirmiş gibiydim çoktan.

Yavaşça ağırlığını üstüme indirdi. Artık çok daha yakındık. Bir eliyle yanağımı okşarken bir eli aşağılara indi. Daha değmeden orada yarattığı etkiyi biliyordum bu yüzden bir kez daha çok utandım.

"Aşkım çok normal." dedi yüzümden okuyarak. "Sadece benim için ne kadar hazır olduğunun bir göstergesi."

Bu cümleyle birlikte kalbim göğsüme sığmaz oldu. Ne olacaksa olsun dedim artık, ne olacaksa olsun. Şu noktada o vazgeçse de ben vazgeçmezdim zaten. Sadece benim değil onun da aldığı her nefesteki heyecanı hissetmek başımı döndürüyordu. Bir bacağımı beline dolayarak kendini ayarladı. Yüzünü boynuma gömdü ve birden...

Kesikli bir nefes aldım. Başını gömdüğü yerden kaldırıp gözlerime baktı. Hızla gelip geçen acıya odaklanamadım çünkü ona verdiğim zevk yüzünden kararan gözlerini görmek herşeyin ötesindeydi.

"Canın çok yandı mı?" diye sordu. Tek düşünebildiğim onu ne kadar sevdiğimdi bu yüzden doğru cevabı veremedim. Yavaşça geri çekildiğinde iyi olmadığım halde,

"İyiyim." diye fısıldadım. Değildim ama olacaktım. Kafasını sallayarak beni onayladı ve aynı hareketi tekrarladı. Bu kez neler olduğunun daha çok farkındaydım. Çok dolu dolu hissediyordum. Onun aşkıyla, kendi aşkımla ve bedensel tatminle ilgili bir doluluktu. Tarifi çok güç ama dahasını isteten tatlı bir acısı vardı. İki insanın arasında sözsüz bir iletişimin ne kadar güçlü olabileceğini, ne boyutlara varabileceğini ilk kez ben o gün anladım. O hissediyordu, ben hissediyordum. Ben hissettiğim sürece o da hissediyordu ve etki gücü birbirimize değdiğimiz her an katlanarak artıyordu. Güzel yüzündeki savunmasız ifadeye bakmaya doyamamama rağmen aşağı tarafta yaptıklarının hissettirdikleri yüzünden gözlerimi açık tutamadım. Gittikçe artıyordu, gittikçe yoğunlaşıyordu. Başını boynuma doğru bastırdım ve kollarımı sırtına sımsıkı sardım.

"Atlas." diye sayıkladım.

"Efendim bebeğim?" dedi omzumdan öperken.

"Atlas..."

"Söyle aşkım."

"Bu çok..." dedim, devamını getiremedim.

Dudağıma ne demek istediğimi anladığını belirten bir öpücük bıraktı.

Elini çıplak bacağımın üstünde gezdirince içimdeki titreme arttı. Sanki bir patlama yaklaşıyordu, kontrol etmem gerekiyormuş gibi hissediyordum ama edemiyordum. Birdenbire durdu. Gözlerini gözlerime sabitledi.

"Gözlerime bak." dedi.

Hafifçe geri çekildi, sonra ileri. Hafif geri. Sonra ileri. Ve o an patladım. Kontrolsüz bir şekilde sarsılırken kollarına daha sıkı yapıştım. Onda yarattığım etkiyi de aynı anda hissedebiliyordum. Sıcaktı, sertti, güçlüydü. Kendi sonsuzluğumun içinde kaybolduğum o anlarda gözlerimin içine aşkla, tutkuyla, sevgiyle, şefkatle bakarken o da kendini bıraktı. Sanmıştım ki, sadece benim hissettiklerimden ibaret olacaktı, oysa sevdiğin adamın kendini sende kaybetmesinin yarattığı bir his de varmış ve bu his hepsinden, herşeyden daha güçlü ve güzelmiş.

Dakikalar sonra birbirimizin kollarına yığıldığımızda bunun başıma gelmiş gelebilecek en güzel en tatmin edici his olduğunu düşünüyordum. Kendine geldiğinde hafifçe yana kaydı ama uzaklaşmasını istemiyordum, kendime doğru çekince gülümseyerek bir kez daha üzerime uzandı. Burnumu, dudaklarımı, yanaklarımı, gözlerimi, alnımı, çenemi öptü.

"Kalbim yerinden çıkacak gibi. Daha önce böyle bir şey hissetmedim ben." dedi. Ve doğruyu söylediğini biliyordum. Kendimden biliyordum.

"Biliyorum." dedim. "Ben de öyle."

🔥

Continue Reading

You'll Also Like

1.2M 6.3K 5
Genel kurgu #1 🌟 Mavi Kelebekler Serisi 1. Kitap. Kalbimde Saklı adı- Güz Sarmalı olarak değişmiştir. Öfkeyle boynunu sağa sola yatırıp kemiklerin...
470K 39.4K 63
Başlangıç : 07.10.2019 Final : 20.11.2020 Bugüne kadar okuduğunuz tüm hikayeleri unutun. Şayet kötü erkek ile saf, ezilen, her şeye eyvallah kadının...
1M 102K 52
"Bu senin düğün istemeyen halin miydi?" diye sordu Yavuz duruşunu bozmadan. Nefesini düzene sokmaya çalışan İnci "Sana nikahı bastım diye dans ettim...
348K 29.1K 32
Ay'a Sığınan Meftun II Gül'ün hikayesi. 26 Mart 2018. 00.59