POBEDA

By oliveandturtle

450K 39.7K 26K

İpek ve Atlas. İki ünlü dağcı, sıkı dost, hayata ve kadere ortak iki babanın çocukları. Sekiz yıl önce; dünya... More

Nefretin Başlangıcı
Özel Sebepler
Asla Asla Deme
Doğa Yürüyüşü
Darmadağın
Eğitilmez
Şarkı Listesi (YB Değil)
İddia
İntikam Planı
Oyun
Elma Bahçesindeki Ev
Kapı
Sorgulamalar
Düğüm
Karar
Sude'nin Gözyaşları
Domino Taşları
Utancın Külleri
Yaşattığının Bedeli
Seçilen Taraflar
Fırtınalı Bir Gece
Kendinden Vazgeçmek
Pobeda'nın Öncesi
Zirvede Bir Gece
Kaç Ya da Savaş
Elif'in Gözyaşları
Israrlı Bir Telefon
Bugün Çok Geç
Deniz Feneri
Zayıf Nokta
Yemin
Gidebilmek
Eninde Sonunda
Billie Jean
Veda
Eşik
Korkuları Aşmak
Köprü
Solstis
Pobeda I
Adalet Terazisi
Tarafsız Bölge
Oyun Dışı
Pobeda 2 (1. kısım)
Pobeda 2 (2. Kısım)
Son Oyun

Bir Nikah Bir Cenaze

8.2K 795 712
By oliveandturtle

Bölüm şarkısı: Ray LaMontagne - Crazy (Gnarls Barkley Cover)

Seyrek uykumdan acı bir martı çığlığıyla uyandım. Gözümü açtım. Başımın üstünde yüzlerce belki binlerce martı vardı. Siyah martılar. Çığlıklar ata ata bir alçalıp bir yükselerek uçuyorlardı. Kaçacak bir yer aradım. Her yerim sarılmıştı. Göremedim. Ellerimi başıma siper ederek yere çömeldim ve yardım için çığlık çığlığa bağırmaya başladım.

"Atlas!" Gözlerimi açamıyordum. Bağırmaya devam ettim.

"Atlas bana yardım et!"

Fakat kimse gelmiyordu.

Gözlerimi açtım. Antalya'da, kendi odamdaydım. Yatağın baş ucundaki saat sabahın dördünü gösteriyordu. Baharın ilk günleriyle birlikte ısınmaya başlayan Antalya'da sabahın bu saatinde tatlı serin bir hava vardı. Bense terden su içinde kalmıştım.

Kafamı uzatıp camdan dışarı baktım. Sokakta bir çöp kamyonu gürültüyle mahallenin çöplerini topluyordu. Derin derin nefes aldım. Atlas'ı çağırdığım rüyam zihnimde çok canlıydı hala. Keşke şuan yanımda olabilseydi. Fazla düşünmeden telefona uzandım ve arama tuşuna bastım.

"İpek?" Uykulu geliyordu sesi. Uykulu ses tonuna bayılıyordum. "İyi misin?"

"İyiyim. Sadece sesini duymak istedim." dediğimde derin bir nefes aldı.

"Rüya gördün değil mi?" Nasıl da biliyordu herşeyi.

"Olabilir."

"Çok mu kötüydü?"

"Sana sesleniyordum ama yoktun."

"Buradayım bebeğim."

"Seni özledim."

"Ben de seni. Dön artık."

"Yakında." dedim. "Yakında döneceğim."

Ve uykudan korkuyla uyandığım gecelerde yanımda oluşunun verdiği huzura sığınacağım.

Bir sorum vardı cevabını aradığım...artık bulmuştum. Artık gerekeni yapmaya hazırdım.


****************


Antalya'da annemle taşındığımız ilk evimiz, görece daha iyi bir muhitteydi. İstanbul'daki eşyalarımızı bir nakliye kamyonuyla getirtmiş, babamlı anılarla dolu bir evimizi Antalya'da yeniden kurmuştuk. Komşularımız cana yakın insanlardı. Alt katımızda oturan Hayriye teyzenin kızı Beren o yıllarda hukuk fakültesinden yeni mezun olmuştu, köklü bir firmada stajını yapıyordu. Ben henüz Barbie bebek evimle oynadığım bir yaştayken, bir gün salonda annemle ben duymayayım diye kısık sesli yaptıkları konuşmayı hatırlıyordum.

"Bir yöntem daha var Melek abla. Ama sen sıcak bakar mısın bilmem?"

"Evimize icra gelecek Beren. Bütün anılarımızı alıp götürecekler. Ne gerekirse yapmaya hazırım. Söyle nolur."

"Soyadını değiştirmek için mahkemeye başvurursan..."

Annem suskundu.

"Kimlik değiştirmekten bahsediyorum. Soyadını değiştirirsen sizi bulamazlar. Bulurlarsa bile geldikleri gibi geri dönerler."

"Ama ben zaten dulum. Sistemde görünmeyecek mi?"

"Sistemde görecekleri kişiyle senin adın eşleşmeyecek. İpek'in de tabi. İkiniz de değiştireceksiniz. Sistemde bir açık var, bulsalar bile size dokunamazlar bu yöntemle."

"Ama bu...olmaz ki. Timur'u silip atayım mı hiç olmamış gibi? Hiç yaşamamış gibi."

"Ablacım duygusal bakıyorsun olaya. Timur abim, senin ve kızının kalbinde olacak her zaman. Anılarınızı kim söküp alabilir?"

"Olmaz Beren. Benim kocam usülsüz hiçbir şey yapmadı. Bunu kanıtlayacağım ben."

"Çok geç olabilir ablacım. Sen bilirsin yine de."

"Soyadımızı değiştirmeyeceğim. Hayır."


Ne olduysa bu kararın ardından olmuştu. Annemin yıllar yıllar önce bizi perişanlığa sürükleyen bu kararı şimdi bana bir fikir veriyor ve umulmadık bir umut oluyordu.



***************


İkinci günün sabahı annem işe gider gitmez Beren'i aradım.

"Aaa İpek! Hayırdır inşallah sen beni arar mıydın?"

"Kusura bakma Beren abla sana çok vefasızlık ettim. İyi misin? Nasılsın?"

"İyiyim tatlım. İyiyim. Asıl sen nasılsın? Nerelerdesin?"

"Kısa süreliğine Antalya'dayım. Sana danışmam gereken bir konu var. Yardımına ihtiyacım var aslına bakarsan."

"Annen ve senin için elimden gelen herşeyi yaparım, bilirsin. Ofise gel bugün. Konuşalım. Adresimi biliyor musun?"

Saatler sonra yanındaydım.

Biraz benim okuldan, biraz onun işinden gücünden konuştuk. Beren acar bir kızdı. Tuttuğunu koparan kararlı bir tipti. İyi bir avukat olduğunu tahmin edebiliyordum.

"Gelelim esas meseleye..." dedi sonunda. "Sana nasıl yardım edebilirim İpek'cim?"

"Soyadımı değiştirmem gerekiyor." Söylediğimi doğru mu anladığından emin olmaya çalışarak dikkatle yüzüme baktı bir an.

"Ne için?" diye sordu.

"Resmi bir işlem için."

"Tek bir işlem için mi?"

"Evet ama sanırım tüm kimliklerimin değişmesi gerekiyor."

"Biraz daha açık konuşur musun?"

Tüm kaçış noktalarımın sonuna gelmiş bulunuyordum.

"Sır saklayabilir misin Beren abla? Özellikle annemden."

"Bizim doktorlar gibi bir Hipokrat yeminimiz yok ama sırrını koruyacağıma emin olabilirsin." dedi ciddiyetle.

"Ben evleniyorum." dedim.

Gözleri kocaman oldu.

"Bu yaşta mı? Neden annenden gizliyorsun?"

"Bu yaşta olduğu için ve bir sebep daha var. Annem kim olduğunu öğrenirse izin vermez."

"Yani annen tanıyor."

"Evet. Eşim olacak kişi de annemi, daha doğrusu babamı tanıyor ve ben ondan bu gerçeği gizledim."

"Bu yüzden o imzayı atarken başka biri olmak istiyorsun."

"Evet."

"Aklı başında hiç kimse sana bu konuda yardım etmez. Küçücüktün seni tanıdığımda, ne kadar zorluklar çektiğinize şahit oldum. Seni daha fazla riske atacak bir duruma aracı olamam İpek."

"Beren abla bu, bana iyi gelecek tek şey. Madem bizim çektiklerimizi hatırlıyorsun, beni mutlu edecek tek şeye yardımcı olursun. Çok yol aldım, çok zor bir karardı ama kararımı verdim. Hem sadece imzayı atana kadar gerekli, zaten ondan sonrasında sevdiğim adamın soyadını taşıyacağım."

Ben de bir Dorukan olacağım.

Bunu farkettiğim an damarlarıma sızan dehşet beni mahvetti. Göğsümün orta yerine dev bir yumruk inmiş gibi oldum.

Birdenbire ayağa kalktım.

"Vazgeçtim." dedim. "İstemiyorum."

"İpek, iyi misin? Otur bir dakika, otur. Sana yardım etmeyi gerçekten istiyorum ama bu işi bana tüm detaylarıyla anlatacaksın. Annenin zamanında neye karşı mücadele ettiğini biliyorum. Sen boş bir kız değilsin. Hiçbir şeyi amaçsız yapmazsın. Eğer herşeyi bana tüm çıplaklığıyla anlatırsan, sorununa çözüm getirecek bir yöntem biliyorum. Üstelik çok da hızlı."

Ve ona anlattım.

Beren tahmin ettiğim kadar gözü kara bir avukattı. Eleştirmedi beni, yargılamadı, kınamadı. Nihayet yılların intikamını alacağım yolu benim kadar net görüyordu. Yolun nereye çıkacağını elbette ben de biliyordum, sadece artık istemiyordum. Bu yolun sonunda alacağım intikam umrumda değildi, ben sadece ve sadece Atlas'ı istiyordum. İşte bunu kimseler bilmiyordu.

"Şanslısın ki, şu anda yürürlükte olan bir KHK kararı var. Sadece bir yıl daha yürürlükte kalacak. Artık soyadını değiştirmek üzere mahkemeye gitmek yerine nüfus müdürlüğüne başvurabiliyorsun. Kabul edildiği takdirde hemen işleme giriyor. Belli kriterler var tabi ama bu noktada sana ben yardım edeceğim. Birlikte bir dilekçe yazacağız ve sonra..." Bilmiş bilmiş güldü. "Sonrası bende."

"Nasıl?" dedim.

"Şöyle diyelim, orada bana iyilik borcu olan biri var ve borcunu senin işini yaparak ödemesini isteyeceğim."

Dediği gibi de oldu. Tereyağından kıl çeker gibi hızla gerçekleşmişti. Bir hafta sona ermeden elime aldığım yeni nüfus cüzdanımda yazan ismime baktım. İpek Öztürk. Hiç inandırıcı gelmiyordu ama bendim işte. İsmiyle cismiyle tüm resmiyetiyle İpek Öztürk'tüm artık.

Yaşadığım ve yaşayacağım herşeyden habersiz annemle vedalaşarak İstanbul'a giden uçağa binerken ikiye bölünmüş fakat her nasılsa bir bütün halinde duran kalbimde iki farklı mevsim hüküm sürüyordu. Bir yanım kışlar kadar soğuk, karanlık, ıssız ve fırtınalar içerisindeydi. Bir yanım yazlar kadar sıcak, sıcacık, kuşlar kadar hafifti. Çünkü Atlas'a gidiyordum. Çünkü Atlas'ın olmaya gidiyordum.

Beni karşılamaya havalimanına gelmişti. Sırt çantamdan başka yüküm yoktu. Yolcu karşılama alanında motosikletin üzerinde beni beklerken motorun gösterge ekranıyla ilgileniyor, sağa sola hiç bakmıyor, etrafındaki onu kesen bakışları hiç görmüyordu. Sportif bir markanın katalog çekiminden fırlamış gibiydi. Upuzun boyu ve yapılı vücuduyla hiç çabasız şekilde güçlü duruyordu. Sabahın erken bir saati olduğu için biraz uykulu biraz yorgun bir yüzü vardı, saçları karman çormandı ve kıvrımlı dudakları çok öpülesi görünüyordu. Ona doğru yürüdüğümü hissetmiş gibi ansızın olduğum yöne döndü. Beni gördüğü an yüzünü tatlı bir gülümseme kapladı. O güldü ve benim nefesim kesildi.

Daha fazla ayrılığa dayanamayarak koştum, kollarına atıldım, yüzümü boynuna gömdüm, aşık olduğum o kokuyla doldurdum ciğerlerimi. Yüreğim dalga dalga ısındı. Vazgeçilmez olanın ne olduğunu çok iyi anladım. Gözlerimi kapadım ve dakikalar boyunca kıpırdamadım. Hala sarılmaya devam ederken Atlas,

"Boyun böceğim hoşgeldin." dedi. "İstersen biraz ara ver de hasret gidermeye evde devam edelim."

Güzel bir teklifti. Hafif hafif kıpırdandım. Yine de geri çekilmedim. Gıdıklanmış gibi güldü.

"Eve çok var." dedim.

Sadece "Anlıyorum." dedi.

Bu kez ben güldüm.

Geri çekilip yüzünün güzelliğine özümsercesine baktım. Gözlerinde ona dair duyduğum aşkın yansımasını gördüm. İçim şişti, şişti sevinçten, kırmızı bir balon gibi oldum. Dilimin ucuna taşıdığım kelimeler yüzünden heyecandan patlayacak gibiydim. Onun bana sorarken neden bu kadar heyecanlandığını daha iyi anladım. Şimdi şartları eşitleme zamanıydı.

"Hadi gidelim evlenelim." dedim. Gözlerinin içine kadar çocuk çocuk güldü.

"Hemen mi?" diye sordu.

"Hemen." dedim.

"Öyleyse hemen." dedi.

Vardığımızda evlendirme dairesi yeni açılmıştı. Elimizde olduğu kadarıyla evraklarımızı teslim ettik. Gün içinde geri kalanını tamamlamak şartıyla başvurumuzu kabul ettiler. En çabuk şekilde ertesi gün akşam üzerine tarih aldık. Uçuşa uçuşa kapıya çıktığımızda işlemimizi yapan memurların arkamızdan tatlı tatlı güldüklerini duyabiliyordum. El eleydik ve dünya bizimle uyum içindeydi adeta.

"Bunu gerçekten yapıyor muyuz?" diye sordu sevdiğim adam.

"Yapıyoruz." dedim ben de hala inanamayarak.

Günün geri kalanı koşturmacayla geçti. Kalan evraklarımızı toparlayıp mesai dolmadan bir telaş teslim ettik. Yetiştirmiştik ama biz de bitmiştik. Nihayet eve girebildiğimizde yorgunluktan kendimizi koltuğa bıraktık. Kollarının arasında bir kedi gibi kıvrılmışken aklım olan bitenin hızına yetişemiyordu hala.

"Yarın bu saatlerde karı koca olacağız." dediğinde heyecandan gerim gerim gerildim.

"Hı hı." diye mırıldandım yüzümü gömdüğüm yerden çıkarmadan.

"Sorma fırsatım olmadı şu ana kadar. Balayına nereye gitmek istersin?"

"Balayı mı?" diyerek güldüm. O ana dek aklıma bile gelmemişti. "Fazla uzaklaşamayız. Malum vizeler kapıda."

"Hmmm." diye mırıldandı.

"Ne hmmm?"

"Aklıma bir yer geldi ama sen ister misin bilemedim." dedi. Nedense onun aklına gelen benim de aklıma gelmişti.

"Aynı şeyi düşünüyor olabilir miyiz?"

"Olabiliriz."

"Önce sen düşündün, sen söyle."

"Hayır sen."

"Elma bahçesindeki evi düşünmüştüm." dedim. Tatlı tatlı güldü.

"Aynı şeyi düşünmüşüz."

"Şaşırmamamız gerekir aslında." Büyük elinin kavrayışında incecik görünen bileklerimden tuttu. Oturduğu yerde kucağına tırmanacak şekilde beni üstüne çekti.

"Henüz tam olarak birleşmiş sayılmayız. Bu uyumu bir de o zaman gör." dedi.

Cümlesinin etkisiyle elim ayağım tutmaz hale geçmişti. İçimde bir yerlerde bir cesur yürek vardıysa da, bilinmez diyarlara kaçmış olmalıydı. Gerçek vaatler kuru sıkı atmaya hiç benzemiyordu. Tam şu anda kucağında otururken hissettiklerim aklımı başımdan alıyordu. Kalçalarımdan kavrayarak beni kendine doğru bastırırken bayılıp gideceğim sandım, aynı anda gözlerini gözlerimden kaçırmadan dudaklarımı kavradı. Daha derinlere ulaşabilmesi için ona yardımcı olarak başımı eğdim, iradeyi ona teslim ettim. Bundan sonra neler olacaksa dayanabileceğimi sanmıyordum. Elleri sweatshirtümün içine girerek acelesiz şekilde sırtımda dolaştıktan sonra önlere ulaştığında gözlerimi kapadım. Sessizlikte kesik kesik aldığım nefeslerimi duyabiliyordum.

Ansızın ellerini ve dudaklarını çekti.

"Bu kadar zaman bekledik, bir gün daha bekleyebiliriz." dedi. Ani hücum eden öfkeyle birlikte yerimde tepinmek istedim. Herşeyi gözlerimden okuyordu. Dudaklarını birbirine bastırırken için için gülüyordu.

"Çok adisin." diye söylendim.

"Sana tam olarak sahip olmak istiyorum." dedi. "Her şeyinle. Her şekilde."

Ne demek istediğini anlayabiliyordum ve bunu ben de istiyordum. Yarıda kesilmiş heyecanıma rağmen gülümsedim. Bir gün daha diye düşündüm, bir gün daha bekleyebilirdim ama daha fazla değil. Böylece konuyu değiştirdim.

"Ne yaptın ben yokken?"

"Aynı şeyler." dedi geçiştirerek. "Sen?"

"Annemle vakit geçirdik. İyi geldi."

"Ona anlattın mı?"

"Hayır." dedim kesip atarak.

"Tamam." dedi sitemsiz, itirazsız.

"Senin de ailene anlatmanı istemiyorum."

"Tamam." dedi aynı şekilde. Fakat ne zamana kadar sorusunun havada asılı kaldığını görebiliyordum.

"Biz kendimizi hazır hissedene kadar." dedim. Buradaki "biz"in açıkça "ben"i temsil ettiğini biliyordu elbette, onaylayarak kafasını salladı.

"Sen ne istersen, nasıl istersen." dedi saçlarımı okşayarak.

Aynı anda çalan telefonumun sesiyle yerimden sıçradım. Bu saatte kim arardı beni?

Ekrana baktığımda Sedef'in ismini gördüm. İçim fena halde sıkıştı.

"Açmak istemiyorum." dedim Atlas'a. "Son olanlardan sonra hiç konuşmadık. Şimdi ne konuşacağız ki?"

"Bence de açma." dedi Atlas benden yana olarak.

Telefonun sesini kapattım, o da iki kere daha aradıktan sonra vazgeçti. Atlas'la evleneceğim günün öncesinde herhangi bir uğursuzluk getirebilecek herkesin ulaşımına kapalıydım. Sedef gelip kapıyı yumruklasa dahi şu an açmazdım. Neyse ki, evin yerini bilmiyordu. Gece uyumadan önce telefonuma baktığımda yolladığı mesajı gördüm.

"İpek, seninle konuşmam gereken çok önemli bir konu var. Benimle ilgili değil. Seninle ilgili." yazmıştı.

Midem bir kez daha sıkışırken telefonu elimden bıraktım. Bir an önce ertesi gün olsun ve şu iş bitsin diye dua ederek uykuya daldım.

Yeni gün güneşliydi. İçimde bir telaş, bir coşku, bir panik, bir de korku el ele at koşturuyordu. Heyecandan kahvaltı bile edemedim. Atlas halime gülüyordu.

"Bayılırsın bak, şu bir dilim ekmeği ye bari."

"Yutamıyorum ısrar etme."

"Yemezsen evlenmem."

"Ya ne biçim bir manyaksın sen?"

"O biçim manyağım. Nasıl yersin bilmiyorum o ekmek bitecek."

"Üfff."

"Hadi acele et daha alışverişe gideceğiz."

"Ne alışverişi?"

"Gelinlik de mi giymeyeceksin?"

Ağzım açık kaldı bir an. Bunu bile düşünmemiştim ben.

"Bilmem...gelinlik öyle hemen alınan bir şey gibi gelmedi nedense, ölçüsü var, dikimi var, öyle birden olmaz ki. Olur mu?"

"Tam adamına sordun." dedi gülerek. "Hazırı vardır belki. Bir gidelim bakalım olurunu olmazını görürüz."

"Çok da şey değil." dedim utanarak.

"Aşkım bir gidelim bakalım tamam mı?"

"Tamam madem."

Kadıköy çarşısında Boğa heykelinden yukarı doğru yürüyünce her yerde gelinlikçiler vardı. Öyle bir değil iki değil, her yerde. Kadıköy'e daha önce okul kitaplarımı almak için gelmiştim. Burasıyla ilgili bütün bilgim kitapçıların bulunduğu Bahariye caddesiyle sınırlıydı. Doğma büyüme İstanbul'lu olan Atlas tabi ki benden daha iyi biliyordu. Butik görünümlü olanlarından ziyade daha seri üretim gibi görünen büyük bir mağazaya girdik. Ben önden yürüyordum, Atlas arkamdan geliyordu. Gözümün değdiği her yer bembeyaz ve ışıl ışıldı. Şöyle bir iki kumaşa dokundum. İçim kıpır kıpır oldu. Bizi karşılayan genç kadının yüzünde ilgili ve kibar bir gülümseme vardı.

"Nasıl yardımcı olabilirim?"

"Biz gelinlik bakıyoruz." dedim. Kurduğum cümlenin sanki Atlas'a da gelinlik bakıyormuşuz gibi bir anlam içerdiğini farkedince, "Benim için...yani bana bakıyoruz." diye düzelttim. Atlas'la kadın aynı anda kahkahayı patlattılar.

"Gelin hanım biraz heyecanlı sanırım."

Biraz mı? Ruhumu teslim etmeme sayılı dakika kalmış gibi hissediyordum.

"Öyle tabi, nikah bugün olduğu için." diye açıkladı Atlas benim yerime. Bu kez küçük dilini yutan satıcı kadın oldu.

"Bugün mü? Yani bugün bugün mü?"

"Evet. Tam olarak." dedim halden anla dercesine bir vurguyla.

"Pekala." dedi kadın şaşkınlıkla ellerini birleştirerek. "Elimizi çabuk tutalım o zaman. Aklınızda nasıl bir model var?"

"Bilmem. Çok süslü bir şey olmasın."

"Etek tipi olarak ne istersiniz? A tipi? Balık? Prenses?" Prenses dediği an bana bir gülme geldi.

"Hiçbir fikrim yok." Kadın işinin ne derece zor olduğunu daha iyi anlamıştı artık. Fakat inanılmayacak derece tatlı bir tavrı vardı hala.

"Size balık çok yakışır."

Atlas'a baktım. Ben bilmem dercesine dudak büzdü. Kadın örnek bir iki model gösterdi.

"Balık olmaz." dedim net olarak. "Ben bununla yürüyemem."

"Motora da binemezsin." dedi Atlas. Bir de bu unsur vardı tabi.

"Motorla mı gideceksiniz? Gelin arabası olarak yani."

"Evet."

Herkesin otuz iki diş sırıttığı başka bir ortama daha şahit olmamıştım.

Kadın ikimize de alıcı gözlerle bir kez daha bakınca yıldırım nikahının ne demek olduğunu tam olarak idrak etti.

"Ben bayıldım size." dedi düşüncesini saklamayarak. "Tamam. Öyleyse siz bana bırakın. A tipi gelinlik olur. Modellerimi getiriyorum. Aklınızda bir bütçe var mı?"

"Çok pahalı olm-" Atlas sözümü kesti.

"Bütçe kısıtımız yok. Siz modellerinizi getirin."

Kadın duyduğundan memnun olarak arka taraflara doğru gözden kayboldu. Bayılmaya bir kala bir halde Atlas'a sığındım, beni kollarının arasına alarak kafamdan öptü.

"Bu iş çok zormuş." diye sayıkladım. Benim aksime onun itirazı yokmuş gibiydi. Dükkan yetkilisi kadının yardımcısı genç bir kız yanımıza gelmişti.

"Ayakta bekletmeyelim sizi. Şöyle oturabilirsiniz. İçecek olarak ne alırsınız?"

Ben "Sadece su." dedim. Atlas oturdu ve bacak bacak üstüne attı.

"Ben bir türk kahvesi alırım. Sade olsun."

Sevgilimin çekici endamı karşısında kızın seğiren kaşını gözünü oyma isteğimi zaptettim. O da bir anlık dağılan aklını toplayıp, bakışlarını sevgilimden çekti.

"Tabi hemen." diyerek toz oldu.

Kadın eli kolu gelinlikle dolu halde geri gelmişti.

"Hadi başlayalım." dedi ışıldayarak.

Tam olarak beşinci gelinlik sonrası ter ensemden akıyordu. Atlas her birini çok beğenmişti. Onun gözlerinde kendimi görmek inanılmaz hissettiriyordu. Ben en çok ince askılı olan modeli beğenmiştim. Göğüs kısmı kalp şeklindeydi, gövde kısmı bedenimi tam olarak sarıyordu, sadeydi, fazla kabarık olmayan eteklerinde minicik çiçeksi taşlar bezeliydi.

"Bu olsun." dedim.

"Süper. Biz şimdi ölçünüzü alıp bunu size uygun hale getirelim."

"Ama bizim vaktimiz yok." dedim.

"Sadece bir saat yeterli. Siz bu esnada kuaföre gidersiniz."

"Tamam öyle yapalım." dedi Atlas bir kez daha itiraz etmeme müsade etmeden.

"Harika. Biz de bu esnada damat beyle ilgilenelim."

Aptal zihnimde şimşekler çaktı. Damat beyle ilgilenelim derken, diye düşündüm. Kadın kıskançlığımın boyutunu çok iyi anlamış gibi görünüyordu.

"Bizde damatlıklar da var."

"Öyle şatafatlı şeyler çok bana göre değil." dedi Atlas. Şimdi itiraz etme sırası ona geçmiş gibiydi. Fakat ben gelinlik giyerken onun sweatshirt ve kotla evlenmesine müsade edemezdim.

"Yok yok, iyi düşündünüz siz onunla ilgilenin." dedim kadına. "En yakın kuaför nerede?"

Kadın işaret parmağını yukarı kaldırdı.

"Hemen bizim binada. Üst katımızda."

Böylece kendimi kuaförde buldum. Saçlarım hızlı bir şekilde dağınık topuz yapılırken, makyöz de yüzümü gözümü boyamakla meşguldü.

"Makyaj sevmiyorum, lütfen abartılı bir şey yapma olur mu?"

"Tamam, sade tutacağım."

"Bak çok ciddiyim. Abartılı olursa sildiririm."

"Tamam, söz. Gözlerin yeter zaten, sen kendin yeterince güzelsin."

Neyse ki sözünü tuttu. Yandan tutamlar sarkan saçıma, arkada romantik biçimde salınan düz beyaz duvağıma ve sadece gözlerimin rengini vurgulayan sade makyajıma hayranlıkla baktım. Hepsinin bir saatte bitmiş olması herşeyden daha güzeldi. Nerede olduğunu öğrenmek için Atlas'ı aramak üzere telefonumu elime aldığım an sevincim kursağımda kaldı. Telefonun sesini kapattığım için farketmemiştim.

Sabahtan beri Sedef tam on kez aramıştı. Bir sürü de mesaj yollamıştı.

Allah'ım lütfen, dedim. Lütfen bunun gerçekleşmesine izin ver. Lütfen kimsenin bize engel olmasına müsade etme.

Çünkü hiçbir şeyi, hayatta hiçbir şeyi bu kadar istemedim ben.

Sedef'e cevap vermeyi bir kez daha reddederek telefonu bıraktığım anda kuaförün kapısı açıldı. Devasa gelinlik ve damatlık torbalarıyla birlikte Atlas içeri girdi. Ona takılmadım. Elinde beni aç diye çığlıklar atarak çalan telefonuna kilitlendim. Onun bakışları da tüm ciddiyetiyle benimkileri yakaladı.

"Sedef beni arıyor." dedi.

Midem korkudan yere düştü.

"Aç istersen. Konuşmak istemiyorum deyip kapatırsın."

Dudaklarımı kemirirken telefonunu elinden aldım.

Hiç istemediğim halde yanıtla tuşuna bastım.

"Efendim Sedef?" diye sordum.

"İpek?" dedi telaşla. "Beni dinlemek zorundasın."

"Değilim." dedim aynı şekilde telaşla. "Şu an hiç vaktim yok."

"On dakika yeter." dedi. "Bana on dakikanı ayıramaz mısın?"

"Ben evleniyorum." dedim.

Şoktan olsa gerek bir an sesi kesildi.

Ardından,

"Doğru mu duydum?" dedi.

"Evet. Atlas ve ben bir saat içinde Beşiktaş evlendirme dairesinde evleniyoruz."

"Davetin için teşekkürler." diyerek telefonu yüzüme kapattığında etrafımda ne var ne yok kırıp dökerek hıçkıra hıçkıra ağlamak istedim. Bunun yerine yüzüme endişeyle bakan Atlas'ın gözlerine tutundum. İçerisi birdenbire fazla küçük, fazla karanlık, fazla sıcak olmuştu. Nefes al, nefes al, nefes al, nefes al.

Tüm gücümle çabaladım.

Nefes al, nefes al, nefes al.

Atlas önümde yere eğilerek ellerimi tuttu.

Gözlerine baktım. Ne söylüyorsa duymuyordum.

Nefes al, nefes al, nefes al.

Atlas etraftakilere seslendi. Birileri koşuşturdu. Birileri elime bir bardak su tutuşturdu. Birileri camı pencereyi açtı. Birileri yüzümü yelpazeledi.

Suyu yudum yudum içtim. Kalbim hala akla zarar bir tempoyla çarpıyordu. Fakat hiç değilse nefes alabiliyordum.

"İyiyim, iyiyim." dedim kendimi zorlayarak.

Atlas'ın elleri telaş dolu bir ilgiyle yüzümde gezindi.

"Evet iyisin. Daha iyisin. Ne söyledi sana?"

"Benimle konuşması gereken önemli bir şey varmış."

"Siktir et. Bize engel olamaz. Gidelim hadi."

Kafamı sallayarak onayladım. Az önceki atak esnasında beni kendime getirmeye çalışırken Atlas'ın farketmeden dağıttığı saçlarımı düzeltmelerine izin vermedim. Gözümden akan panik yaşları makyajımı biraz dağıtmıştı. Elletmedim. Sadece gelinliği giydim çıktım. Atlas da jilet gibi bir siyah pantolon, ipeksi beyaz bir gömlek giymişti. Papyonu gömleğin açık yakasından sarkıyordu. Bağlamamıştı. Saçları dağınıktı. Ayağında spor botlar vardı. Beni gördü, gelinliğin eteklerini kaldırdım. Benim de ayağımda bez converse'ler vardı. Güldük. Olan biten herşeye rağmen, yaşadığımız o an bizimdi. Biz birbirimizi seviyorsak herşey hallolurdu. Bu inancı kalbim dolusu hissettiğim ilk andı. Uzattığı eli tuttum.

Herşey iyi olacaktı. Biz iyi olacaktık.

Üzerimizde gelinlik ve damatlıkla, ayağımızdaki spor ayakkabılarla motora bindik. Rüzgarı arkamıza aldık. Tam gaz köprüyü geçtik.

Maviliklere daldı gözlerim. Masmaviydi Boğaz'ın suları. Ciğerlerime doldurdum serin havayı.

Dakikalar içerisinde evlendirme dairesine varmıştık.

Davetlisi olmayan nikahların yapıldığı küçük bir salon vardı. Gelinle damat girişinden girip o odaya çıkmaya hazırlanırken Atlas'ın parmakları rahatlatmak üzere elimin üstünde geziniyordu. Nefes al, nefes al, nefes al.

Görevli bizi almak üzere içeriye girdi.

"Şahitlerinizin isimleri ve kimlikleri lazım." dedi. Atlas'la birbirimize baktık.

"Şahidimiz yok."

"Siz olur musunuz?" dedim adama. Adam şaşırarak kafasını iki yana salladı.

"Benim şahit olmam yasak hanımefendi. Size akrabanız olmayan iki kişi lazım."

Birdenbire bir ses duydum.

"Ben gelinin arkadaşıyım." diyen bir ses. Gelin odasından içeri girmeye çalışıyordu. Kapı açıldı Sedef'in solgun yüzünü gördüm.

"Sanırım gelin hanımın şahidi geldi." dedi görevli. Sedef'le bakıştık. Hemen anladı, kafasını salladı.

"Evet." dedi. "Ben gelinin şahidiyim." Oyalanmadan kimliğini uzattı.

Adam "Sizin için de gelen bir arkadaşınız var mı?" diye sordu Atlas'a. Bizim yerimize Sedef cevap verdi.

"Biri var." dedi yüzünde okunması imkansız bir ifadeyle. Kapı bir kez daha açıldı.

İçeri Tunç girdi.

Biz mi daha şaşkındık onu gördüğümüz için, yoksa o mu daha şaşkın görünüyordu o an bilemedim. Atlas burnundan soluyan bir nefes koyverdi. Normal şartlarda asla kabul etmeyeceği bir durum olduğu ortadaydı. Fakat koşullar göz önüne alınınca bu ikisine mecburduk.

Öfleyerek omuz silkti.

"İyi." dedi, kime dedi neye dedi belirsiz. "Benim şahidim de sen olur musun?" diye sordu Tunç'a.

Sanırım bir sinir gülmesi geldi o an Tunç'a. Neresinden tutarsan tut çok saçmaydı. Sorsan hangimizin siniri daha bozuktu o an bilinmezdi, bu yüzden o gülünce bize de gülme geldi.

"Olurum tabi." dedi Tunç hayatında bundan daha komik bir şey duymamış gibi. O da kimliğini çıkarıp artık sabırsızlanan görevliye uzattı.

"Hazırsanız buyrun geçebiliriz."

Sonrası kolaydı, biraz da hayal aleminde gibiydim sanırım. Hızlı olup bittiğinden pek bir şey anlayamadım.

Küçücük bir salonda nikah memuru ve kimliklerimizi alan görevliden başka iki de şahidimizin eşliğinde evlendik.

Anne adı dediler, Melek, dedim. Baba adı dediler, Ahmet, dedim. Babamın adı tüm çevresince Timur olarak bilinirdi, nüfusta kayıtlı adının Ahmet olması benim hayattaki belki de tek talihimdi. Atlas'ın gözünün içine baka baka seslendirdiğim sözcükler onun içinde en ufak bir şüphe uyandırmadı. Atlas o gün İpek Öztürk'le evlendi ve onu bir Dorukan yaptı.

Sedef ve Tunç kendi paylarına düşen imzaları attılar. Sedef bir buz kütlesi gibi donuktu, kafası karışık görünüyordu, dili tutuktu. Tunç'un gözlerinde ise tarifi çok güç ışıltılar vardı. Sanki bizim evlenmemiz onu gerçekten mutlu etmiş gibiydi, hiç değilse içimizden biri eğleniyor diye düşündüm. İkimize de sarıldı ve bana çok garip gelen bir şekilde içtenlikle tebrik etti. Nedense Atlas'ı değil de daha çok beni tebrik eder gibiydi. Sedef ise aynı donuk tavrını koruyarak bizlere sarıldı. Onun tebriği içimi üşütmüştü. Fakat her ne söyleyecektiyse artık vazgeçtiği için minnettardım.

Evlilik cüzdanını bana verdiler. Kocaman bordo kaplı bir defterdi. Nikah dairesinin görevli fotoğrafçısının flaşları yüzümüzde patladı. Güldüm mü gülmedim mi onu bile bilmiyordum o anlarda. Atlas dayanamayıp birkaç fotoğraf satın aldı. Sonra dördümüz birlikte kapıya çıktık.

"Ee şimdi plan nedir?" diye sordu Tunç. "Bir kutlama yemeğine gidelim mi?"

Sedef'in hızla ona dönen bakışlarını ve ağzının açık kalışını gördüm. Tunç onu farketmemiş gibi davrandı.

Kaşlarımı çatarak Atlas'a baktım. Atlas herhangi bir şey söyleyemedi çünkü lanet telefonu çalmaya başladı.

Herşeyle birlikte beni ömrümün sonuna kadar çalan telefon sesinden nefret ettirecek bir gün olmuştu. Atlas ekrana baktı. Her kim arıyorsa açmayı uygun gördü.

"Efendim?" dedi. Hepimizin bakışları ona kilitlenmişti. Onunsa duyduğu şeye çok şaşırdığı belli oluyordu.

"Ne diyorsun?" diyen sesinde hem şaşkınlık hem de bir şey daha vardı, neydi, üzüntü mü? Konuştuğu kişiye "Emin misin?" diye sordu. Sonra "Anladım." dedi. "Tamam, hemen oraya geliyorum."

Ne demişti? Ne? Hemen oraya geliyorum mu? Nereye? Daha evliliğimizin ilk dakikalarında nereye gidiyordu?

Telefonu kapattı. Özür dolu bakışlarla bana döndü.

"Aşkım, acilen gitmem gereken bir yer var. Ama olabildiğince çabuk döneceğim, tamam mı? Söz, en kısa sürede geleceğim yanına."

"Neden? Nereye gidiyorsun?" diye sayıkladım.

Bana değil, hayır bana değil, Tunç'a döndü bakışları.

Ben nefesimi tuttum.

Tunç'un az önce gülen yüzü meraktan katı kesilmişti.

Atlas ona doğru bakarak,

"Kaya Korkut..." dedi. "Ofisinde ölü bulunmuş."


🚀

Continue Reading

You'll Also Like

4.2M 189K 60
Yok oluş kaçınılmazken yeniden varoluşun hikayesi... Biraz yarım. Biraz eksik. Ama yeniden.
GELECEK By VeraHare

General Fiction

146K 7.4K 17
Tüp bebek merkezinde tüplerin karışması sonucu kocası yerine hiç tanımadığı bir adamdan hamile kalmıştı Mahru. #1İhanet/24.5.2024 #1Mahru/24.5.2024 #...
Viraha +18 By ecoolayn

General Fiction

6.5K 724 28
"Kartlar yeniden dağıtılsa ne fayda, Sil gözyaşlarını, sana yazılmış masalı oynamaya başla, Çok zor olmasa gerek, Nasıl olsa adın bile yabancı sana."...
4.1M 61.4K 30
Bukalemun Serisi 2.Kitabı... **** Yaman ona sonsuzluğu vaat ediyordu.... Gözlerinde öyle bir anlam vardı ki; yeryüzündeki hiç bir kelime bunu açıkl...