POBEDA

By oliveandturtle

450K 39.7K 26K

İpek ve Atlas. İki ünlü dağcı, sıkı dost, hayata ve kadere ortak iki babanın çocukları. Sekiz yıl önce; dünya... More

Nefretin Başlangıcı
Özel Sebepler
Asla Asla Deme
Doğa Yürüyüşü
Darmadağın
Eğitilmez
Şarkı Listesi (YB Değil)
İddia
İntikam Planı
Oyun
Elma Bahçesindeki Ev
Kapı
Sorgulamalar
Düğüm
Karar
Sude'nin Gözyaşları
Domino Taşları
Utancın Külleri
Yaşattığının Bedeli
Seçilen Taraflar
Fırtınalı Bir Gece
Kendinden Vazgeçmek
Pobeda'nın Öncesi
Zirvede Bir Gece
Kaç Ya da Savaş
Elif'in Gözyaşları
Israrlı Bir Telefon
Deniz Feneri
Zayıf Nokta
Bir Nikah Bir Cenaze
Yemin
Gidebilmek
Eninde Sonunda
Billie Jean
Veda
Eşik
Korkuları Aşmak
Köprü
Solstis
Pobeda I
Adalet Terazisi
Tarafsız Bölge
Oyun Dışı
Pobeda 2 (1. kısım)
Pobeda 2 (2. Kısım)
Son Oyun

Bugün Çok Geç

7.4K 810 207
By oliveandturtle

Bölüm şarkısı: Tom Walker - Leave A Light On

Kritik bir bölüm. Hem de çok kritik. Yayınla'ya tıklar tıklamaz elim kalbimde, gözüm yorumlarınızda olacak 🙊💥

"Atlas?"

Kalbim kulağımın içinde zonklayarak atarken kapıyı kapatıp çıkmakla içeri girmek arasında kararsız bir halde kaldım. Kıpırdayamadım. Seslenişine karşılık alamayan sesin sahibi benden daha kararlıydı. Kimin geldiğini görmek üzere salonun girişinde belirdiğinde birbirimize baktık ve uçsuz bucaksız bozkırlar boyu dolaşan rüzgarlar kadar keskin bir sessizlik oldu.

En pahalı kuaförlerden çıkma sarı saçlarına, şık kıyafetlerine, ilk bakışta porselen gibi kusursuz biçimde ışıldayan cildine baktım. Fakat bu yapay kusursuzluğunun altında tüm kusurlarıyla apaçık duruyordu önümde. Yaşlanmıştı. Makyajın bile gizleyemediği kırışıklıkları onu yaşının getirilerinden bile yorgun gösteriyordu. Kederli ve endişeli bakışlar vardı koyu mavi gözlerinde. Bir zamanlar okulun en güzel kızı olduğunu söylerdi annem onun. Her zaman yıkılmaz bir görüntüsü olduğunu ve kusursuz görünmenin onun için ne denli önemli olduğunu biliyordum. Şimdiyse karşımda manikürlü ellerini kanatıyordu farketmeden.

Sude Dorukan'ın o çok iyi bildiğim yüzüne bakarken düşündüğüm milyonlarca şey vardı bu yüzden "Merhaba." diyemedim. O da demedi. En baskın endişem beni tanımasına yönelikti fakat o da tıpkı oğlu gibi beni en son babamın cenazesinde görmüş, orada bile yüzüme bakmamıştı. Kocasının yaptığı üzere mahkeme salonlarına gelmeye tenezzül etmediğinden onlu yaşlarımın hiçbir evresine tanık değildi. Bu yüzden derin bir nefes aldım çarpan kalbimi sakinleştirmek üzere. O ise benim aksime iri iri açılmış gözlerle bakıyordu bana.

"Kimsin sen?" diye sayıkladı.

Soru onun ağzından duyulduğunda kulağı okşayan bir melodi gibi geliyordu kulağa. Kimdim ben sahiden? Sude Dorukan'ın beni muhatap kabul etmesi için kim olmam gerekiyordu? Gözleri elimde tuttuğum anahtarlığa takılmıştı. Anahtarları evin girişinde Atlas'ın her zaman koyduğu yere bıraktım. Bakışlarımı yeniden sevdiğim adamın annesine çevirdim. Sevdiğim adam, diye tekrarladı zihnim. Böylece kelimeler dilimden daha fazla nazlanmadan döküldüler.

"Atlas'ın kız arkadaşıyım." dedim.

"Seni daha önce gördüm mü?" diye sordu histerik bir biçimde. "Gözlerin...çok tanıdık geliyor bana."

Nefesimi tuttum. Hayır, ben değil. Ben değil. Ben değil. Ben değil, diye çığlık attı içim. Çocukluğumda dahi hiçbir zaman bana gören gözlerle baktığını hatırlamıyordum. Bu gözler bana ait değildi, babamın emanetiydi bana. Bu kadın olsa olsa...

"Hayır tanışmadık." diyerek kestirip attım.

"Karıştırıyor olmalıyım." dedi o da silkinerek. "Çok eskiden sevdiğim..." Kendini düzeltti. "tanıdığım birinin gözlerine benzettim."

Bunu söylediği an gözlerimi yummak istedim ve onun günün birinde babamla ya da annemle arkadaşlık ettiğini unutmak, körü körüne üstüne atlamak ve boğazına sarılmak istedim. Bulunduğumuz alanı dolduran yoğun parfümünden bile tiksiniyordum onun.

"Neden buradasınız?" diye sordum.

"Sen neden buradasın?" diye sordu kendine kavuşarak. "Oğlum nerede?"

"Atlas'ın işi çıktı. Eve daha sonra gelecek."

"Birlikte mi yaşıyorsunuz?" Onu tatmin edecek herhangi bir cevap vermek istemedim.

"Bu konuları oğlunuzla konuşsanız daha iyi olur."

Süngüyü dik tutmaya çalıştığı çok belliydi ama dik başlı tavrım karşısında gerilemek zorunda kaldı. Derin, yorgun bir soluk koyverdi.

"Çok denedim." dedi. "Beceremedim. Atlas'ı korumaya çalışıyorum. Bana yardımcı olur musun?"

"Nasıl?"

"Bir süre önce babasıyla yeniden görüşmeye karar verdiğinden beri oğluma ulaşamıyorum. Onu koruyamıyorum. Bir yangın başladı. Atlas içine doğru koşuyor, çıkaramıyorum, kurtaramıyorum." Sesinde reddedilemez bir panik vardı.

"Neden bahsettiğinizi hiç anlamıyorum." dedim içimde buram buram artan endişe galip gelirken. "Yakın zamana kadar babasıyla arasının kötü olduğunu ve sonra barıştıklarını biliyorum." dedim gerisini açıklamayı ona bırakarak. Beni yanıltmadı.

"Fazla vaktimiz yok. İçeri geçelim koşulları sana hızlıca anlatayım." dedi. Birlikte salona geçtik. Tedirgin bir tavırla kıpır kıpır olan ellerini kucağında birleştirdi. Ceylan gözlerini üzerime dikti.

"Atlas, kalbi iyilikle dolu bir çocuk, doğabileceği en yanlış anne babaya doğdu. Biz ona yıllar boyu çok zararlar verdik. Atlas'a hamile olduğumu öğrendiğimde doğurmaya karar vermek hayatımın en yanlış kararıydı, babasıyla evlenmekse ikinci."

"Bunu nasıl söylersiniz?" diye müdahale ettim kendimi tutamayarak. "O sizin oğlunuz!"

Derin bir iç daha çekti.

"Anlamıyorsun. Çok gençsin anlamana da imkan yok. Senin yaşlarındayken ben de anlamıyordum. Kenan saplantılı biri. Hayatının en büyük saplantısı benim ve bir de para kazanmaya dair duyduğu iğrenç tutku. Yıllar boyunca beni yanında tutabilmek için o çok kıymetli parasından vazgeçmeyi bile göze aldı. Sevdiğini söylediği hiç kimsenin onun gözünde benim kadar değeri yok, yıllar içerisinde azalacağını sanırsın ama hayır, daha da arttı. Bazı zamanlar oldu onu ya da kendimi öldürmedikçe bunun bir son bulmayacağına inandım. Aslına bakarsan fikrim bugün bile değişmiş değil. Neyse ki bir yerlerde bir adalet olduğuna inanıyorum, günün birinde tüm dileklerim kabul olacak."

Söylediklerinin yarısını anlamıyor, anladıklarımı ise dehşet içinde dinliyordum.

"Yıllardır tek tesellim Atlas'ın kendi isteğiyle bizden uzak olmayı seçmesiydi." diye devam etti. "Bazı şeyler değişti, sebebini bilmiyorum, bana da söylemiyor ama bir şekilde babasıyla yeniden bağ kurabildiğine inanıyor. Yapamaz. Söyle ona yapamaz. Kenan'ın bir baba gibi onu seveceğini sanmakla hata ediyor, onun isteklerini yerine getirerek yılların açığını kapatabileceğini sanıyor. Atlas sporcu, disiplinli, ahlaklı bir çocuk, kendini çok iyi yetiştirdi. Kenan'ın bulaştığı pis işlere bulaşmasını istemiyorum. Babasının günahlarına ortak olmasını istemiyorum. Ama beni dinlemiyor, onu koruyamıyorum. Daha kötü şeyler olmadan önce söyle ona bu gereksiz duygusallıktan vazgeçsin. Nehrin akışını değiştiremezsin."

"Benden onu nasıl ikna etmemi istediğinizi bilmiyorum."

"Ne kadar önemlisin onun için?"

"Bilmiyorum." diye sayıkladım kaşlarımı çatarak.

"Peki onun için neleri göze alabilirsin?" diye değiştirdi sorusunu.

"Atlas'ın iyiliği için yapabileceğim herşeyi yaparım."

"Öyleyse götür onu buralardan. Kendin gidemiyorsan onu gitmeye teşvik et. Yurtdışındaki dağcılık okullarından davet alıyor zaman zaman. Gitmesi onun için en iyisi olur."

"Söylediğiniz kadar kolay mı? Ya da ne büyük bir tehlikenin içinde Atlas? Daha açık konuşun ki aynı tarafta olduğumuzu anlayayım."

Söyleyebileceğinden fazlasını söylemiş gibi birden durakladı. Burun deliklerini küçültüp genişleten bir nefes aldı. Ölçen gözlerle baktı bana, bir karar vermek ister gibi. Ne kadar güveneceğini bilemeyerek ama güvenmek ister gibi.

"Şaibeli ölümlerden söz ediyorum." dedi sonunda ve ben dünyamın başımdan aşağı yıkıldığını hissettim. "Atlas'ın üzerine kalacak suçlar olabilir." dediğinde ellerimi yüzüme kapattım. İnandığım herşeyin ne kadar küçük, ne kadar değersiz olduğunu hissettim bir an. Benim babam nasıl öldü diye haykırmak istedim yüzüne karşı. Atlas'ın babamın ölümünde etkisi var mıydı? Kendi babasının günahlarının ne kadarından haberdardı ve ne kadarına razıydı? "Bazı evrak usulsüzlükleri, finansal hukuksuzluklar... Atlas'ın üzerine kalabilir." diye sürdürdü sözlerini. "Eğer oğlumu seviyorsan, onu kurtarırsın."

"Bu kadar büyük bir sorumluluğu bana yükleyemezsiniz!" diye isyan ettim.

"Ben denedim. İnan çok denedim. Babasının sömürmekte sakınca görmediği vicdani değerleri ve onun sevgisine karşı duyduğu ihtiyaç oğlumun gözlerini kör ediyor. Sen yapamazsan başka kimse yapamaz." diyerek ayağa kalktı en sonunda. "Artık gitmeliyim." Göz açıp kapayıncaya kadar kapıya ulaşmıştı bile.

"Bekleyin." diye yetiştim arkasından. Kapıdaydı, döndü bana doğru. "Buraya Atlas'ı görmek için gelmiştiniz. Eve dönünceye kadar bekleyin hiç değilse."

"Artık bu kısmı geçtik. Artık beni aştı." dedi sesini fısıltı düzeyine indirerek. "Bugün bile çok geç ama yarından daha geç değil." dedi hüzün dolu gözlerle. Sonra arkasını döndü ve daha fazla itiraz etmeme müsade etmeden hızlı adımlarla geceye karıştı. Bense tüylerim ürpererek özümsedim o son sözleri.

Bugün bile çok geç ama yarından daha geç değil.


***************


Atlas, kapıyı çaldığında saat gece yarısını çoktan geçmişti. Onu beklemekle geçen saatlerde evi huzursuzca adımlamış, ne düşüneceğime, ne yapacağıma bundan sonrası için nasıl bir adım atacağıma ve en önemlisi Atlas'a ne söyleyeceğime karar vermeye çalışmıştım. Beynim zonkluyor, gözlerim ağrıyordu. Düşün düşün çıkamıyordum işin içinden. Atlas'ın suçsuz olduğunu söyleyen annesi bu konuda ne kadar tarafsızdı? Belki Kenan'ı sevmiyor olabilirdi ama oğlunu seviyordu ve Atlas'ın suçsuzluğu konusunda doğruyu söylemiyor olabilirdi. Öte yandan beni tanımıyordu. Bana neden yalan söylesindi? Herşeye rağmen oğlunu kurtarmak için? Bu oldukça makul bir sebepti. Ve eğer öyleyse tüm hatalarına rağmen Atlas'ın tarafını tutmak beni neye dönüştürürdü? Özellikle de babamın ölümünde payı varsa onu nasıl koruyabilirdim? Nasıl sevebilirdim? Sorsam bile bunun cevabını ondan alabileceğimden emin değildim. Düğüm oluyordu bu konu açılınca. Fakat çok şeyler yaşamış, çok yol almıştık. Kalbim karasızlığımdan ikiye bölünmüş adeta avuçlarımda can çekişiyordu.

Onunla ikinci bir şans için çabalamamın tek sebebi Atlas'ın masumiyetine inanmamdı. Babasının maddi konularda yaptığı sahteciliklerden haberinin olmadığına, babamın ölüm sebebini bilse bile suçunun olmadığına inanmamdı. Annesinin dediği gibi tıpkı, onun bu olayların dışında, babasından farklı bir karakterinin olduğunu görmemdi. Öyleyse şimdi değişen neydi? Değişen şuydu ki, bir sebepten ötürü Atlas artık babasının tarafında yer alıyordu ve yapabileceğim tek bir şey varsa eğer onu bu işten sıyırmam gerekiyordu. Hayatımın hiçbir safhasında Sude Dorukan'la aynı tarafta olmayacaktım ama bu olayda haklı olduğunu kabul etmem gerekiyordu.

Dilimin ucuna dizilmiş kelimelerim Atlas'ın küle dönmüş yüzünü kapıda gördüğüm anda kilide vuruldu. İçeri geçtik birlikte. Önce o oturdu koltuğa, huzursuz bir halde tepesinde dikildikten sonra ne yapacağımı çok da bilemeyerek oturdum ben de sonra.

"İyi misin?" diye sordum, sesim çok güçsüz çok cansız çıktı. Atlas dalgındı. Yere eğik gözlerini bir an için kaldırıp gözlerime dikti. Bakıyordu ama görmedi. İçim ürperdi bu halinden ürktüm hem de çok ürktüm. Zihnindeki kemirgenlere karşı savaşmak istedim. Onu hangi derinlerdeyse çıkarıp güvenli yerlere saklamak istedim. Kendime saklamak, sadece...kendime saklamak istedim.

Bugün bile çok geç ama yarından daha geç değil...

"Ne oldu? Bana anlatmayacak mısın?" diye sordum sonunda sesime kavuşarak.

Dudaklarını birbirine bastırdı. Konuşmak ister gibiydi ama sanki yapamadı. Devrikti omuzları, alıştığım güçlü halinden çok farklıydı.

"Konuşmasak sadece sarılsak olmaz mı?" diye sordu.

Kollarımı uzatıp, benimkinden çok daha geniş gövdesini kendime bastırdım. Daha rahat sarılabilmek için beni kucağına çekti fakat bu seferki tutkunun ele geçirdiği halimizden çok başkaydı. Daha yakın olabilmemizi ister gibi, sanki iç içe geçmek ve içimizi yakan hüzünlerden sarılarak kurtulmak ister gibi sarıldık birbirimize. Gecenin karanlığı örtsün diye sığındık birbirimize ve sustuk kim bilir ne kadar zaman, tek bir çıt çıkarmadan öylece durduk.

Eninde sonunda bir adım atmak gerekliydi bu yüzden,

"Bana anlatmak zorundasın." dedim. "Artık daha fazla susarak sana yardımcı olamam."

"Susarak bile tahmin ettiğinden çok daha iyi geliyorsun bana."

"Anlatırsan daha iyi olacağız." diye üsteledim. Fakat hiçbir şey söylemedi. Kolundaki pahalı spor saatinden çıkan tik takları dinledim. Hipnotize edici bir düzeni vardı akreple yelkovanın, asla şaşmaz bir düzeni takip ediyorlardı.

Nehrin akışını değiştiremezsin.

Evet değiştiremezdim belki ama akışa kapılanları kurtarmak hala mümkündü.

"Atlas." diye fısıldadım sadece orada olduğundan emin olmak için. Kollarımdan sıyrılmadan bir miktar doğruldu. Yüz yüze bakıyorduk şimdi elleri yanaklarımda gezindi. Aşağı indi sonra belimde durakladı. Dudaklarını kemiriyordu yine konuşmaz sandım. Öylesine bir anda öylesine bir şeyi söyler gibi,

"Babamın gayrimeşru bir çocuğu varmış." dedi.

Yüzüme balyoz inmiş gibi sersemledim.

"Ne?"

"Duydun işte."

"Kimmiş? Neredeymiş?"

"Bilmiyorum."

"Kız mı? Erkek mi? Kaç yaşında?"

"Bilmiyorum."

"Bunu nereden biliyorsun peki?"

"Biri söyledi."

"Kim bu biri? Ne kadar güvenilir?"

"İkna ediciliği yüksek olan biri."

"Emin misin?" dedim şoktan boğazım kuruyarak. Atlas kasvetli bakışlarla kafasını salladı.

"Babanın haberi var mı?"

Atlas yine kafasını salladı. Anlayamadığım bir şekilde içim acıdı.

"Annenin haberi var mı?" diye sordum.

"Bilmiyorum." dedi bir kez daha.

"Söyleyecek misin?"

"Söylemeli miyim?"

Eh, görünen o ki, büyük bir aşka son verecek değildi söylediğinde. Fakat bu bilgimi Atlas'la paylaşmak yerine suskun kalmayı tercih ettim. Hem içimden bir ses Sude'nin bu gayrimeşru çocuktan zaten haberdar olduğunu söylüyordu. Atlas'ı uzak tutmaya çalıştığı şeylerden biriydi belki de. Hiç öğrenmemesini umduğu bir şeydi. Ama olmamıştı. Atlas'ın ne kadar üzgün olduğunu görebiliyordum. Onu üzen herşeyden nefret ettiğimden bir kez daha emin oldum.

"Bu ikna ediciliği yüksek olan kişi sana neden söylemiş peki?" diye sordum.

İçini çekti. Biraz daha aklını toplamış gibi görünüyordu.

"Babamın yanında olmakla bana hata yaptığımı kanıtlamaya çalışıyor." dedi. "Bir nevi uyarmaya çalışıyor. Canımı yakmak istediği açık, başardı da ama fikrimi değiştiremez."

Tüylerim diken dikendi. Söyleyebileceğim herşey bir kez daha boğazıma dizilmişti. Atlas'ın kararlarının altında yatanı anlamadıkça da konuşabileceğimi sanmıyordum. Bu yüzdendir anlatmaya devam etti.

"Babamın kusursuz bir adam olmadığını hep biliyordum." dedi bir itirafı dile getirircesine. "Senelerce bu gerçekten uzak kalmak istedim. Sadece baba oğul olmaya ihtiyacım vardı. Sadece sıradan bir baba oğul olmaya ve onun tarafından sevildiğimi bilmeye ihtiyacım vardı. Fakat sonra o Allah'ın cezası tırmanışa gittik. Babam, ben ve babamın en yakın arkadaşı Timur amca, üçümüz birlikte Pobeda tırmanışına gittiğimiz zamandan sonra olan umudumu yitirdim. Öyle şeyler oldu ki peş peşe kaldıramadım. Çok zor geldi. Çok zor günlerdi. Sonunda ailemi inkar edemeyeceğime göre onlardan uzak kalmayı seçtim."

Yüzlerce bıçak darbesi almış gibi delik deşik hissediyordum kendimi. Sor, dedi içimdeki ses. Ona şimdi sor. Ona babanın nasıl öldüğünü sor. Ama olmadı o cümleyi kuracak cesareti toplayamadım. Her yanım titriyordu, sinirlerim allak bullaktı. Karanlığın gizleyiciliğine sığınarak titreyen dudaklarımı büzdüm ve ona sadece,

"Ne değişti?" diye sorabildim. "Ne değişti de yıllar sonra babanı affetmeyi seçtin?"

"Kendimce haklı bir sebebim var. Annem bile bilmiyor sebebini, çünkü babama bir söz verdim. Sana da söyleyemem ama söyleyemesem bile bana inanır mısın?" diye sordu.

Kendini yaralayan bıçağı elinde tutan kız çocuğuna baktım kendi içimde. Tıpkı Atlas'ı sevdiğimi kabul ettiğimden beri aynalara her baktığımda gördüğüm gibi. Kenan Dorukan'a olan nefretimden emin olduğum kadar emin olduğum tek şey vardı hayatımda; o da Atlas'a olan sorunlu sevgimdi. Bu yüzden,

"Evet." dedim ona, "İnanırım."

Beni bir kez daha sıkıca göğsüne bastırırken, en büyük hatam onu sevmekse de sevmeye devam edeceğimi biliyordum. Birbirimize böylesine yakınken ve bu yakınlık çok doğru hissettirirken nereye gidebilirdim? Böylesine içime işlerken nereye gidebilirdim? Her yere gidebilirdim belki de ama bir adım bile uzaklaşamazdım gerçeğimden; onun sevgisine deliler gibi ihtiyaç duyduğum gerçeğinden kaçamazdım. Kollarına sığındığım an yüreğim eriyor, karışıp gidiyordu onun yüreğine.

"Beni asla bırakma." dedi beni de kendisiyle birlikte ateşler içine attığını bilmeden. "Sensiz nasıl katlanırım bu hayata hiç bilmiyorum. Senden önce nasıl yaşadığımı dahi hatırlamıyorum."

Dudaklarım teninin en sıcak, kokusunun en yoğun olduğu o yerde, boynunun en kuytusundaydı. Dudaklarımın altında nabzının atışını hissedebiliyordum.

"Öyleyse gidelim buralardan." diye fısıldadım.

Geriye çekildi bir kez daha.

"Ne?" dedi aynı fısıltıyla. Gözleri şaşkınlıkla iri iri açılmıştı.

"Gidelim. Baş başa olabileceğimiz bir yere gidip ikimize özel bir dünya kuralım. Daha fazla yaralanmanı istemiyorum."

"Yapamam." dedi kesin ve net bir şekilde. "En azından bir süre daha buralarda kalmak zorundayım."

"Ne zamana kadar?"

"Bilmiyorum." dedi hüzün dolu gözlerle. "Yapmam gereken bazı şeyler var. Beni bir kez daha terketmeyeceksin, değil mi?"

"Hayır terketmeyeceğim." dedim içim acıyarak. "Ama burada kalmaya devam edemeyiz. Babanın bazı hataları olduğunu sen söyledin. Bunların sana mal olmasını istemiyorum."

"Bana mal olacağını nereden çıkardın?" dedi katılaşarak.

"Sadece bir tahmin."

"Sen bunlara kafanı yorma. Bunlarla kendini üzme." dedi saçlarımı yüzümden uzaklaştırarak beni öptü.

"Peki hayallerimiz ne olacak? Senin Everest'e tırmanışın? Birlikte Pobeda'ya tırmanışımız?"

"Bunları yapacağız."

"Ama ya..."

"Ama'sı yok." diye sözümü kesti. "Yapacağız. Ve sana söz, günü geldiğinde hala gitmek istiyorsan birlikte gideriz buralardan ama bugün olmaz İpek. Bugün değil."

"Ne zaman?" dedim boşuna çırpındığımı bile bile.

Bir çözüm varsa bile bunun Atlas'ın ellerinden olmayacağını anlamıştım artık.

"Bilmiyorum." dedi aynı çaresizlikle. Gecenin karanlığına doğru bir kez daha tekrarladı: "Bilmiyorum. Tek bildiğim hayatımda yolunda giden tek şey olduğun ve seni mutlu etmek için herşeyi yapabileceğim. Benden istediğin herşeyi yaparım ama buralardan gidemem sevgilim. Bugün gidemem." dedi.

Benimse içimde bir fısıltı gibi aynı cümle tekrarlanmaya devam etti.

Bugün bile çok geçti ama yarından daha geç değildi.

Continue Reading

You'll Also Like

2.4M 106K 71
Bu imkansızdı işte ... "" Sözlüyüm ben ."" Dedi Havin . Cesur'un ise Havin'in bu tavrı hoşuna gitmişti. Her ne kadar ondan uzakta yaşamış olsa da Hav...
210K 13.7K 24
Bütün cümlelerimi, kelimelerimi feda ettim. Şakaklarımdan, köprücük kemiklerime doğru süzülen terleri hissediyordum. Avuç içlerimdeki kanların yere d...
985K 15.7K 6
"HER AŞK BİRAZ KARANLIKTIR!" Bu hikayede nefes alamayan iki insan var.Boğulmammaları için, onlara bir nefes lazım.Yaşamları için bu şart. İntihara m...