İLİKLENMİŞ RUHLAR #WATTYS2018

By NerayArza

419K 20.3K 8K

2018 HİKAYE USTALARI WATTYS KAZANANI Ruhum ruhuna çengelli bir iğne gibi batıyor, her ilmesini nakış eden bir... More

İLİKLENMİŞ RUHLAR
BÖLÜM:1 "KOR ACI"
BÖLÜM:2 "GECE"
BÖLÜM:3 "VAVEYLA"
BÖLÜM:4 "SIZINTI"
BÖLÜM:5 "GEÇMİŞTE Kİ KAYBEDİŞ"
BÖLÜM:6 "SERZENİŞ"
BÖLÜM:7 "KÜL"
BÖLÜM:8 "KÜÇÜĞÜM"
BÖLÜM:9 "ATEŞ"
BÖLÜM:10 "KORKU"
BÖLÜM:11 "İZ"
BÖLÜM:12 "UMUT"
BÖLÜM:13 "LADES"
BÖLÜM:14 "KAN"
BÖLÜM:15 "LEYL"
BÖLÜM:16 "PİŞMANLIK"
BÖLÜM:17 "YAĞMUR"
BÖLÜM:18 "YARA"
BÖLÜM:19 "MELANKOLİ"
BÖLÜM:20 "DİLDAR"
BÖLÜM:21 "AVUÇTAKİ PAPATYA"
BÖLÜM:22 "İTİDAL"
BÖLÜM:23 "KIRIK KADEH"
BÖLÜM:24 "ACIYAN PAPATYA"
BÖLÜM:25 "IĞNENIN UCUNDAN"
BÖLÜM:26 "ACIMIN ACISI"
BÖLÜM:27 "KABZANIN UCU"
BÖLÜM:28 "SOĞUK"
Bölüm:29 "PRANGA"
BÖLÜM:31 "YAKARIŞ"
BÖLÜM:32 "RUHLARIN ÇIĞLIĞI"
BÖLÜM:33 "ÇÜRÜK KALPLER"
BÖLÜM:34 "MEVT"
BÖLÜM:35 "MÜBREN"
BÖLÜM:36 "MÜBHEM"
BÖLÜM:37 "SARHOŞ"
BÖLÜM:38"KÂBUS"

BÖLÜM:30 "ÇÖKÜŞ"

7K 497 333
By NerayArza

BÖLÜM:30 "ÇÖKÜŞ"

Vote veya sınır koymayacağım. Zaten beni takan da yok. Oysa çok isterdim bu kitabı hep beraber büyütelim ama.. hepinizin canı sağolsun..

Gördüklerim kâbusumdan daha korkunç, acı bataklığında geziyordu. Yutkunamadım. Boğazım yandı, nefesim daraldı.

Atıl'ın yeşile dönük elaları ilk defa bu kadar korkunç gelmişti. Vaveyla vardı içimde kulakları sağır edecek türdendi. Yangın başlamış durmak bilmeden bütün bedenimi ele geçirmişti.

Önündeki yarı çıplak kızı yanına aldı. "Gerçek mi bu?" Dedim ağlak bir sesle. "Olamaz.." ellerime kanayan papatyalar kondu. Yaprakları avcumu parçaladı ardından kalbimdeki taze acıyı yineledi.

Atıl bana alayla baktı ve yanındaki kıza güldü. "Basıldık kızım," dedi gülerken. Ruhuma inen ilmede onunda payı vardı. Yaşadığım acılar hilsesi neydi peki. Küçüklüğümde konulmuş darbelerde gün yüzü göremeyişimin yaktığı acı ızdırap beni yakıp kavuruyordu.

"Kim ki bu?" Dedi kız yüzünü buruştururken. İnce uzun bacakları ile bir kaç kere yalpalanırken Atıl'a tutunan parmaklarını kırmak istedim. "Paçoz."

"Yavaş," dedi Tuna araya girerken. Beni kollamasını istemesemde şu anda sesimi çıkaramayacak kadar güçsüz hissediyordum. "Senin gibi birinin ağzından sevgilime laf gelmesine izin vermem."

"Oo şerefsiz bey," dedi Atıl gülerken. Bu gülüşü yangında yanan son odunun acı çıtırtısı gibiydi. Kül olmaya fazla yaklaşmış hissediyordum. "Hoş buyurmuşsunuz."

"Sen sarhoşsun?" Diye sordum. Tam yüzüne elleyecektim de kaldırdığım elimi tutarak indirdi. Bana öyle sert baktıki bu bakışında benden iğrenmeden başka bir duygu yoktu.

"O elini bana sürme." Dediğinde küfür etse kalbim bu kadar acımazdı. Kız Atıl'ın bu hareketine bayılarak baktı. Egosunu tatmin etmişti.

"Gel gidelim buradan sevgilim," diye Tuna konuştuğunda, elimi tuttu ama iteleyerek elimi elinden kurtardım. Bu sahneyi öyle iyi ezberlemeliydimki benden her nefret ettiğinde elimde olan kozu ona kullanmak istedim.

Şu an sadece Atıl'a odaklamıştım. "Bana bunu yapamazsın." Dedim titreyen sesime engel olmaya çalışarak. Bende hatalıydım ona göre ama en azından Tuna ile aramda dağlar kadar fark vardı.

"Niye? Sen bana yaptın ya," diye Tuna'yı gösterdiğinde kaşlarımı çattım. Kendi yaptığı ile benimkini bir tutamazdı.

"Ben.. böyle iğrenç bir şey yapmadım." Dedim yanındaki kıza tiksinircesine bakarken. O sokakta bulduğu bir kıza bana ellediği eller ile elliyordu. İntihar pimim çekilmiş gibi hissediyordum.

"Zevkli baya," dedi Atıl. Yanında ki kızın dudağından tekrar öptü. Öyle gür bir çığlık atasım geldiki. Canim bu denli yanamazdı. Gözlerim doldu. Karnıma inen ağrıda ruhumu acıtan darbelerin yükü vardi. "Değil mi?"

"Evet," diye onayladı kız dudaklarını yalarken. Midem bulanmıştı. Canım acıyordu. Kalbimden akan sızının ihanetin belgeli imzası oluyordu.

"Senden iğreniyorum." Dedim tükürürcesine çıkan kelimelerimde yalana şahitlik edilirken. "Nefret ediyorum duydun mu beni!"

"Umurumda değil," dediğinde Atıl'ın yanağına tokat attım.

Bunu ikince kez yapıyordum.. ilkinde ne kadar hatalıysam ikincisinde o kadar haklıydım. Karşımda bunları sergileyecek kadar günah işlememiştim ben. Bu hareketleri o kadar canımı yakmıştı ki, damarlarımda gezinen kan bile onun adını sayıklarken, böyle yapmamalıydı.

Atıl'ın yana savrulan saçlarından gözlerini göremezken, yanında ki kız bana şokla baktı ama hemen sonra Atıl ile ilgilenmeye başladı.

"Bunu bana yapmaya hakkın yoktu," dedim ağlarken. Kendimi tutamamıştım. "Bu sözlerini duymaya, beni incitmeye hakkın yok."

Bana baktı.

Kaşı ile Tuna'yı gösterdi.

Ve güldü.

Arkama bakmadan koşarken, durmak bilmeyen bütün göz yaşlarımı akıtabildiğim kadar akıttım. İnsanlara çarparak, kenarlara savrulsamda umursamadan kalabalıktan kurtuldum. Hıçkırarak ağladım doyasıya.

Karşıdan karşıya geçip sahile vardığımda, soluklandım ve beton zemine hiç umursamadan oturdum ve tekrar ağladım.

Durmak bilmiyordu göz yaşlarım. Nefesim oydu. Şimdi bir başkasının nefesi olmasını kaldıramazdım.

"Eflal," dedi Tuna. Kelimelerinde saf bir korku vardı. Beni betondan kaldırıp banka oturtuğunda, insanlarında dikkatini çekmiştik.

"Gözlerime baka baka," dedim ağlarken ama gerisi gelmedi. Dilim varmadı söylemeye. "Tuna.."

Bir şey demeden saçlarımı okşadı. Başımı göğsüne dayadım ve ağlarken çıkan iç çekişlerime müsaade ettim. "Beni bırakıp bir başka kıza mı gitti?" Dedim gerçeği kabullenemez bir şekilde. Neydi bu içimde acınası durumun vahşeti. Kalbim durmak için çırpınıyordu. Kasvet vardı. Esen bir rüzgarın vurduğu bir kasvet.

"Tamam," dediğini duydum Tuna'nın. "Tamam ağlama." Onun neden sesi acınası çıkıyordu bilmiyorum ama tek dileğim şu an karşımda olan denize atlamak ve ölmekti.

Boğulmak tek çözümüm gibi görünüyordu. Kafamdaki her tilkinin boğulmasını, ardından beni terk etmesini istiyordum.

"Acıyor," dedim ağlarken. "Kalbim çok acıyor." Bir iğnenin terzisi kendi kumaşını açarken boguluyordu. Yalpalanan bedenime geçirdiğim itaatlar bir işe yaramıyordu. Ben kendi ateş çemberimde yanıyordum.

"Biliyorum," dedi Tuna, ben göğsünde ağlarken. "Sen her Atıl'la bir yere gittiğinde, onun elini tuttuğunda benimde kalbim yanıyordu." Sustu. Deniz bizim yerimize acılarımızı konuştu. "Seni intihardan kurtardığım ilk gün benim dirilişimdi." Kuyruk kuyruğa geçirilmiş aşk treni vardı. Sevecek olduklarımız intikamımıza boğun eyetek bizi yerlebir ediyordu.

Göğsünden kalktım. Saç tellerim onun parmaklarının arasından kayıp giderken, Tuna'ya bakmadan denize odakladım kendimi. Arta kalan göz yaşlarımı silerken, o an gözüme bir bir geldi.

Gülüşünü özlerken, güldüğü zaman canımı acıtması kadar aciz olduğum zaman yoktu. Onu özlerken, özlediğim kadar özlememiş hissetmenin verdiği tat acı acı yayıldı damağıma. Keşke o kızın saç tellerini ellerime bağlasaydımda düğümleyerek kendimde tutsaydım. Onun acı çekişini izlerken içimde varlığını ateşe atan denizim bir an olsun dinerdi.

"Yaşıyoruz ne de olsa," dedim burnumu çekerken. "Acı ya da hüzünlü geçip gidiyor zaman." Zaman bir ilaç değildo artık benim için. Sadece zamana silahlanmış ölüme tik taklayan zildi.

Zil çaldığında oyun biterdi.

"Ben sabahları kalkarken kalbim seninle kalkıyor," dedi Tuna. Sesinde arıza çıkaracak türden ton vardı. "Dolu dolu bilmediğim bir neden. Şimdi sen gelmiş yanımda başka bir adam için ağlıyorsun." Ellerini boynuma doladı. "Hani demiştin ya, ben seni pranga ile bağladım. İster o prangayı sıkarım," dedi boynumu sıkarken. Canımı acıttığı için yüzümü buruşturmuştum. "İster gevşetirim."

Ellerini benden çekerken, yüzümü buruşturmaya devam ettim ve boynumu yavaşça ovaladım. "Canımı yakmaya devam edeceksin," dedim yüzüne bakarken. Ağlamaktan burnum tıkanmış, ses tonum kalın çıkıyordu. "Hayatımı çalmaya, benden sevdiğim adamı çalmaya devam edeceksin."

"Evet." Dedi gözlerinde gördüğüm dehşetin portresi bana yansırken. "Çalmaya devam edeceğim."

"Bu yaptıklarını bir bir ödeteceğim." Dedim elleri,i sıkarken. "Sana beni nasıl sevemeyeceğini öğreteceğim."

"Öğret. Öğretki bende her geçen sevdiklerinin başına bir azrail göndreyim. Böylesi daha kolay olur," dediğinde başını omzunun hizasında kaldırdı ve bana yarım bir bakış attı. "Eğer beni sınıfta bırakırsan. İkimiz içinde daha kolay olur."

"Pislik."

"Hadi düş önüme. Eve gideceğiz," dediğinde, ellerimi cebime soktum. Yol boyu onu gölgesini kovalayıp üstünü çiğnemekle geçmişti.

Yol geçen hanı gibiydim. İsteyen sevio gidiyordu, isteyen üzerime toprak atıyordu.

Ağlamamak mümkün değildi şu an. Daha bir kaç gün öncesine kadar böyle bir şey yaşamazken, şimdi bu yaşadıklarım hangi şanssızlık içinde ki boğulmaya yatardı bilmiyorum. Sanki bütün duygularım birinin avuçları arasına alınmıştı, ben daraldıkça sıkıyor gibiydi.

"Atıl ile aranızda geçen hiçbir şey umurumda değil," dedi Tuna eve doğru yaklaşırken. Bu adam yanımda sadece canımı acıtmak ve bana şantaj yapmak için var gibi duruyordu. "Bundan sonraki hayatında ben varsam ona göre adımlarını at."

"Hani Atıl'a diyordun, Eflal malın değil diye?" Diye sordum önümdeki taşları tekmelerken. "Ben senin şu an malından daha aciz duruyorum."

"Beni kışkırtıyorsun." Dediğinde alayla ona baktım. Uğraşması ne güç biriydi Tuna. İnsanın gerçek yüzü zamanla çıkıyordu.

"Ya sen?" Dedim ona meydan okurken. "Sen Atıl'ı benim üzerimden kışkırtırken ne yapıyordun?"

"Ben sevdiğim kadın için yapıyorum," dedi inatla. Oysaki ben kabul görmüyordum. Seven insan acıtarak sevmezdi. Sevmek zaten acıdan gelmezdi ki. Biz şu an bambaşka bir hayatın ortasına atılmıştık. "Ama sevdiğim kadını benim yanımda bir başkası için çırpınırken görmek beni deli ediyor."

"Ne yapmamı bekliyorsun? Onu orada gördükten sonra mutluluklar mı dileme mi istedin?" Dediğimde tam bir şey diyecekti ki ağzını açmadan ben konuştum. "Neyse boşver. Dediklerin sürekli aynı."

"Dilimde sürekli sen varsın çünkü," dedi beni omuzlarımdan tutup kendine doğru döndürürken. "O adam ile sadece karşılaşıp aşık olurken, ben seni elde etmek içi nasıl çabalar harcıyorum görmüyor musun?"

"Görmek istemiyorum. Sen beni maldan farksız hiçbir şey yapmıyorsun," dedim dişlerimi sıkıp tuttuğu omuzlarımdan sıyrılmaya çalışırken. "Bencilsin sen."

"Ne yapmamı istiyorsun?"

"Rahat bırak beni," dedim ondan uzaklaşıp eve varırken. Korumalar kapıyıa açtığında hızlıca içeri girdiğimde Tuna kolumdan tutarak beni kendine yaklaştırdı.

"Uzun yıllar benimle kalacaksın. Sürekli kavga çıkarırsan bu iş yürümez."

"Kedi ile fare olduk zaten," dedim ona ters ters bakarken. "Sen yakaladıkça ben kaçmaya çalışıyorum."

"Kendini kapana kısılmış mı hissediyorsun?"

"Tabiki.." diyerek güldüm. "Evet."

"Daha iki gün olmamışken bu kadar zorluk çıkarma. Bu sevgililik olayına da bir an önce alış."

Bir şey demeden, kapıyı çaldım. Sevgi kapıyı açarken, içeriye geçtim ve yukarı çıkarak kendimi odaya kapattım.

Gözlerimi kapamak istesemde inatla kapanmadılar. Uykumu almış bir vaziyette olduğumdan dolayı vücudumda gezen bu acıyı tatmak zorunda kalıyordum.

Masanın yanında duran yumuşak koltuklara kendimi attım ve telefonumu çıkardım. Hiç düşünmeden Atıl'ı aradığımda, son çalışta açtı.

"Atıl..?" Dedim ağlarken. Dayanamıyordu kalbim. Adını duysam ağlayacak vaziyetteydim.

"Siz kimsiniz?" Gevşekçe konuştuğunu duyduğumda, daha çok ağlamaya başladım. Fazla sarhoştu. Bugün öptüğü kız.. gördüğüm sahneden sonra tekrar onu aramam ne kadar acizceydi böyle.

"Boşver," dedim sesim titrerken. "Ne yapıyorsun şu anda?"

"Aklım allak bullak, sikeyim," dediğinde küfür ettiğine ağlarken gülmüştüm. Özlem acıtıyordu. Kulaklarıma çarpan sesin her birini kalbime nakış ediyordum. "Önümde kadınlar var. Sen ne yapıyorsun?"

Acıttı. Ama ben yine gülmeye devam ettim. "Kurtarsana beni," dedim burnumu silerken. "Kurtar beni. Sensizlikten aşkın üzerine kaçak gökdelen dikiyorum ben."

"Hayranım filan mısın sen?" Dediğinde yutkundum. Ne çok kanayan yerlerden yaralar oluşuyordu böyle. Zihnim bana oyun oynayıp duygularımımı zincirliyordu. "Nereden buldun numaramı?"

"Senden ayrı kalamam ki ben," dedim daha çok ağlarken. "Sen başkasına gitsende ben hep seni seveceğim."

"Sev," dedi Atıl gülerken ama kocaman bir alay ve sarhoşlukla.

"Yanındayken vücudumda tek kızarıklık yokken, şimdi boynumda ve kollarımda kızarıklıklar oluşmaya başladı," dediğimde sitem dolu sözlerime ara verip, göz yaşlarımı sildim. "Sensizlik rıhtımı olmayan bir gemi gibi."

"Ne özlü sözlerin var lan," dedi Atıl gülerken. "Bunları bir yere not et de senden sonra alırım."

"Olur," dedim heyecanla. Onunla konuşurken içimde ölmeyen çocuğun seslerini işitiyordum. "Biliyor musun bazen mezarımı düşünüyorum. Ne yazsam diye.."

"Ne yazacakmışsın?" Diye sorduğunda dudaklarımı birbirine bastırarak mırıldandım. Atıl'ın olduğu yerden fazla sesli müzik sesleri gelsede ben hala onunla konuşmaya çalışıyordum.

"Sevdiğine gidemeden öldü."

"Ya," dedi Atıl kıyak bir kafayla. Gülüyordu. Gülmesi tüylerimi ürpertti.

"Ne oldu, neden gülüyorsun?" Diye sorduğumda, tekrar ağlamaya başlamıştım. Gülüşünü görmek isterken, şimdi sadece işitmek ile yetinmek ne kadar da canımı yakıyordu..

"Sende benim gibi sarhoş musun?" Dediğinde bir kızın kahkahasını işittim. "Burada benim gibi bir sürü insan var."

"Aşk sarhoşuyum ben," dedim damla damla düşen göz yaşlarımı parmaklarımla itelerken. "Alkolden daha etkili. Böyle hem acı tat veriyor hem de tatlı bir tat. Damağında kalıyor, tekrar içmek istiyorsun ama.." dedim boğazım düğümlenirken. "Elinden alıyorlar."

"Dert manyağı yaptın kızım beni." Dedi Atıl kızarken. "Hadi ben kapatıyorum."

"Son bir şey.." dedim gözlerimi kapatıp sesli nefesler verirken. "Ben seni sev.."

"Kiminle konuşuyorsun?" Tuna odaya girdiği gibi telefonu hızlıca kapattım ve göz yaşlarımı hızlıca silerek kendime gelmeye çalıştım. Herşeyi saniyeler içerisinde gerçekleştirmiştim.

"Hiçkimse ile."

Gözlerime baktı. Inanmadığı ortadaydı. "Akşam yemeği hazır. Hadi gel," dediğinde, midemdeki seslerden dolayı bu dediğine itiraz etmeden aşağıya doğru indim.

Onunla yemek yeme isteği hiçbir zaman içime doğmasa da istemesem zorla yedireceğinden dolayı aynı masaya oturuyordum.

Önüme köfte salata koyulurken, bardağa da su konuldu. Çatalımı alıp köfteden bir parça alacaktım ki boğazıma düğümletip karnıma kramplar sokan gerçek düştü gözlerime. Ağlamak istedim ama yapamadım. Karşımda Tuna varken artık ağlamayada korkuyordum.

"Yüzüne neşe gelsin sevgilim," dedi Tuna beni daldığım yerden kamçılayarak alırken. Bana bakarak konuşmasına devam ederken, kibarca köftesini kesti ve ağzına attı. "Böyle iyi hisetmiyorum kendimi."

Elimde ki çatal ve bıçağı masanın kenarlarına bıraktım ve Tuna'ya yaklaşarak, "İyi hissettirmiyorsun ki yüzüm gülsün." Dedim ve arkama doğru yaslanıp salatanın küçük domateslerinden bir tanesini ağzıma attım.

"Ben varım," dedi alay edercesine ama sesi fazla ciddiydi. "Varlığım sana huzur olsun."

Güldüm. Dudağımı kemirdim. Ağlamak istemiyordum, bakışlarımı Tuna'ya doğrultup onu rahatsız edercesine baktım. "Sen bu dediğine inanıyor musun?"

"İnanmak istiyorum." Dedi dişlerini sıkıp harflerin üzerine teker teker basarken.

"Ne yaparsan yap," dedim ve masadan kalkıp gideceğim an kalın sesi kulaklarımı uğuldattı.

"Ben kalk demeden kalkamazsın." Diye emir verdiğinde ona mutfaktan alacağım bıçak ile boynuna tutunmak her ikimizidr öldürmemek için çaba sarf ediyordum.

"Haddi bil." Dedim en sonunda onun gibi konuşurken. Gözlerinin içine tehditkar bir şekilde baktım. "Sen beni sadece yanında tutuyorsun. Tasmam elinde ama bana komut vermeye hakkın yok."

"Var," dedi gevşek bir şekilde konuşurken. "Elimi şıklatmama bakar." Dediğinde ne demek istediğini anlamıştım
Tekrar tehdit etmişti.

"Yeter Tuna yeter," dedim ağlamaya başlarken. "Bıktım. Gün geçtikçe beni daha çok kapana kıstırmandan bıktım." Dedim. Sesim yükselmiş gözyaşlarım tekrar yanaklarıma süzülmüştü. "Hayatımı çalıyorsun benden. Yetmiyor zorluyorsun. Kendine gel artık!" dediğimde yüzüne bile bakmadan masayı terk ederek yukarı odaya doğru çıktım.

Kapıyı sert bir şekilde kapatıp yatağıma oturdum. Çaresizlik nefesim olmuştu artık. Kurtuluşu olmayan bir yolda, ayaklarıma batan acılar çığlığımın ta kendisiydi.

Pencereye devirdim gözlerimi. Şu an dışarıda yürümek, hatta yanımda Atıl varken yürümek bir yalan olmuştu. Hayallerim ne kadar ulaşılmazdı. Oysa sadece küçük bir isteğim vardı hayattan.

Göz yaşlarımı sildim. Güçlü olmak istedikçe neydi bu veremediğim savaş? Derin bir nefesi ciğerlerime bahşettim. Kafam allak bullaktı. Bu odada her geçen gün hapis hayatı yaşayacağım aklıma geldikçe göz yaşlarım istemsiz akıyordu.

Üstüme eşofman takımı giyeceğim sırada Tuna kapıdan içeri girdiğinde ona sırtımı çevirdim. Görmek istemiyordum onu.

"Küçüğüm olmuyor böyle," dediğinde bu lakabın Atıl'ın ağzına ne kadar çok yakıştığını düşündüm. O bu kelimeyi söylediğinde her zaman onun kollarına sığınacak ve hep orada küçük kalacağımı sanardım. Şimdi ise ne kadar iğrenç bir kelime olduğunu Tuna'nın bana seslenişinden anlıyordum.

"Çık odamdan." Dedim ve yüzüme yiksinir bir ifade koydum. "Ve bir daha bana böyle seslenme. Al götüne küçüğüm de."

"Zor mu oluyor bir insanı sevmek?" Dedi. Tam arkamda durduğunu hissettim. "Ona öfkeyle bakmayıp, sevmek. Senden sadece bir şey istiyorum."

"İmkansızı istiyorsun," dedim burnumu çekip eşofmanın ipiyle oynarken. "Olmayacak. Anlamıyorsun beni. Olmayacak."

"Ben senden vazgeçmezken Atıl senden vazgeçti," dedi. Sözleri bıçak misali kalbime dokundu ve oraya bir oyuk açtı. Canım acıdı. "Bak!" Dedi sesini yükseltip, bağırırken. "Bak. Ben seni bırakamıyorken, o gidiyor bir başka kızla.."

"Sus!" Dedim Tuna'ya dönüp ağzını ellerimle kapatırken. "O beni bırakmaz anladın mı? Bırakmaz!"

Ağzına bastırdığım ellerimi, ellerinin arasına aldı ve yavaşça bıraktı. "Bugün gördüklerimizi sen açıkla o zaman." Dediğinde üstüme geliyordu. Nabzım da oluşan kasidenin acılı melodisiydi bu. "O muhteşem tabloyu ikimizde gördük."

"Bırakmaz.."

"Bırakır," dedi bana zıt bir tonda. "Ama sen kabullenmezsin."

"Senin sözlerin umurumda bile değil." Dedim onun üstüne gelerek. Dik bakışlarım bir kazan olmuştu. "Bak bu gözlerime. Ne görüyorsun?" Dedim ona meydan okurken. "Seni hiçbir zaman sevmeyeceğim. Eflal, Tuna'yı asla sevmeyecek." Dediğimde sinirlendiğini anlasamda geri çekilmemiştim. "Zavallı Tuna. Kendini küçük bir kıza kaptırmış aptal Tuna."

Elini koluma sarıp beni çekiştirmeye başladığında, "Bırak beni." Diye geriye çekilmeye çalıştım fakat kolumu daha sıkı kavradı. "Bırak beni Tuna."

Odada ki ebeveyn banyosuna gelip beni duşakabinin içine itip soğuk suyu açtığında ani şaşırmam vücudumda ki her yerin sızlamasına sebep verdi. "Ne yapıyorsun sen!" Beni zorla soğuk suyun altında tutarken her yerim titremeye başlamıştı. "Tuna bırak beni."

"Kendine geldin mi!" Dedi sesini yükseltirken.

Ondan fırsat bulup diğer elimle suyu kapattığımda öne doğru atılmıştım ki suyu tekrar açtı. "Ne yapıyorsun!"

Pes etmişcesine öylece suyun altında kalırken, "Rüyadan uyandın mı!" Diye bağırdı. "Hayal kurmayı bırak. Eğer o kalbin bir gün bana ait olmazsa.." dediğinde gözlerimin içine bakıyor ve onun gözleri önünde tir tir titriyordum. "Eğer olmazsa.."

Tuna'yı var gücümle geriye iteledim ve suyu kapattım. "Ne yaparsın!" Diye bağırdım aynı onun gibi. "Öldürür müsün!"

"Beni yörüngemden çıkartma!" Diye bağırırken, bana baktı ve hemen ardından sinirli bir şekilde odadan çıktı. Kapının kuvvetli bir şekilde kapanma sesi kulaklarıma dolarken, ıslak saçlarımı geriye doğru attım.

Duşakabinden çıkıp aynaya baktığımda, mahvolmuş bir kızdan başkasını göremiyordum. Elimi yüzümü yıkarken, titreyen vücuduma hakim olarak odaya geçtim. Islak kıyafetlerim, iç çamaşırlarımdan hızlıca kurtulup yenilerini giydiğimde ellerimi eşofmanın ceplerine soktum.

Üşüyordum.

Tuna'yı kızdırdığımda bana küçük zararlar vermesine alışkındım. Genellikle ya kolumu ya da boğazımı sıkıyordu.

Annemi özlemiştim.

En azından beni unuttuğu zamanlarda saçımı okşayabiliyor, ya da bana insan gibi davranabiliyordu.

Saçlarımı kurutmadan yatağın soğuk nevresimine attım kendimi. Bedenimden çok ruhum üşüyordu artık. Dayanılmayacak olaylar yaşıyordum. Aklım buram buram Atıl kokarken, gözlerim Tuna'ya her baktığında bir yakarışın içine giriyordu.

Çöküyordum. Onu her gördüğümde yok olan geleceğimi sunuyordu bana. Ne kadar acı vereceğini.. benden neler aldığını görüyordum sadece. Şimdi ise bu gömülü mezarlıkta yaşayacaktım. Gözlerimden firar eden her yaş için kurumuş bir çiçeğin yaprağından acı doğacaktı.

Acı, geçmişi yineliyordu.

Tuna ise geleceğimi mahvediyordu.

🥀

Kusursuz tenime işlenen acının şırıngası vardı ellerimde. İğnesinde kalmış küçücük damla özgürlüğümün içimde biriktirdiği umuttu. Kanımda dolaşan ilaç esaretimin varlığını hatırlatan kırmızının tadıydı.

Karanlık yoktu. Gün başlayınca renk verirdi gökyüzüne.

Üstümü giyinmiş bu sabah Tuna'ya çaktırmadan otobüse bineceğim sırada elbette dışarıda ki korumalardan biri beni ispiyonlayarak Tuna'ya söylemişti. Tuna bana tehdit savurup, otobüse binmemi engelleyerek şu anda okula doğru gittiğimiz yolda, onun soluduğu nefesi solumak zorundaydım.

Tuna bana bakıp ağzını açacakken, anında elim radyoya ulaştı. Sessiz ortama gelen şarkının melodisi kısa sürede kulaklarımdan çekilirken, gözlerimi devirdim. Tuna radyoyu kapattığında, inat olarak ben açtığımda, bu sefer bir şey demeden, bütün odağını yola verdi.

Okula geldiğimizde, ona bakmadan arabadan ineceğim sırada kolumdan tuttu. Yüzümü buruştursamda ona dönmeden öylece yerimde kaldım. "Okul çıkışında seni almaya gelemeyeceğim. Bir kaç işim var. Taksi ile gelirsin." Dediğinde, kafamı sallayarak arabadan indim.

Okula girdiğimde, Tuna da giderken, sırtımda sabitlediğim çantanın sapından tutarak okula girdim. Birisi sanki vücuduma çeşitli iğneler yapıyor ve ruhumu daraltıyor gibiydi. Kirpiklerim birbirine dolanmıştı. Merdivenlerden çıkarken, boş sınıfların olduğu yerden geçeceğim sıra tanıdık ses kulağımı deldi.

"Bilmiyorum, bilmiyorum," dediğini duydum Atıl'ın. Kapı aralıktı ve merakıma yenik düşerek duvara yaslanmış içeriyi dinliyordum. "Dün ne oldu anlamadım. Hiçbir şey hatırlamıyorum."

"Gazeteciler fotoğraf çekerken, Eflal'in yüzünün yarısı gözüküyor," dedi Andaç. Dün geceki olayı hatırlamak bile istemiyordum. Midem bulanıyordu. Her an ağlama isteği ile dolup taşıyordum. "O kız seni o halde gördü. Şimdi ne halt edeceksin? Seni affeder mi?"

"Dün okul çıkışında.." dedi Atıl bir şeyleri hatırlamak istercesine. "Sokaktan geçerken bir kızın enseme bir şey enjekte ettiğini hissettim. Andaç bir baksana lan enseme."

Bir kaç saniye sonra Andaç'ın, "Hassiktir. Burası morarmış." Dediğinde, kaşlarımı çattım. Kim böyle bir şey yapmış olabilirdi ki? "Dün olanları hatırlamamanın tek nedeni; ensen. Biri sana sağlam ilaç vermiş."

"Hiçbir şeyi iradeli yapmadım. Ben Eflal'e ihanet etmem."

Eflal'e ihanet etmem..

Aklım bu cümleyi bin bir kez içimden tekrar etti. Dün geceki olaylar onun iradesi dışında gerçekleştiğine göre.. canımın acısı biraz hafiflemiş oluyordu.

"Bugün o sokağa gidip kamera görüntülerine bakalım. O kızı bulalım," diye konuştu Andaç ama bir süre Atıl'ın sesini duymadım. "Sana diyorum."

"Onu her türlü buluruz da.." Dedi Atıl düşünceli bir sesle. "Eflal, Tuna'nın yanında zorla kalıyor Andaç." Bu cümleyi ağzından öyle bir bahşetmişti ki duygularım depar atarak ağlama yolunda ilerlemişti. Onunda incindiğini konuşmasından anlayabiliyordum.

Yutkundum. Bunu zaten anlayacağını biliyordum. Beni fazla iyi tanıyordu. Birbirimizin ruhlarına iliklenmiş iki ceset böyle bir olayı anlamaması saçma oluyordu.

"Bunu bende fark ettim. Peki ne yapacaksın?"

"İlk önce neden zorla kaldığını öğ.."

Özür dilerim Atıl..

Atıl cümlesini tamamlamadan içeriye girdiğimde, ikisinin de gözü bana döndü. "Ben zorla kalmıyorum," dedim sesimin titrememesine özen gösterirken. Yalanların, günah bataklığına geçiyor ve orada bir girdap oluşturarak beni içine alıyordu. "Beni de Tuna'nın elinden almak gibi saçma planlar yapmayın."

Andaç yüzüme donuk bir ifade ile bakarken, Atıl'ın fazla sinirli olduğunu çenesinde oluşan kasılma ile anladım. "Andaç bize müsaade etsene." Dediğinde, bana bakan elalarının her haresinde oluşan çizgi bedenimde unutulmayacak bir izin varlığına sebep oldu.

Andaç kapıdan dışarı çıktığında, bana bakmayı sürdürdü. Bedeni sıraya yaslanmış rahatça oturan bir tavrı vardı. "Gece beni aramışsın. O kızla öpüştüğümü gördükten sonra benimle tam dört dakika konuşmuşsun." Dediğinde gözlerimi baygınca giydiğim spor ayakkabılara yönelttim. Ne diyebilirdim bilmiyorum. Kelimeler kifayesiz kalıyordu.

"Öylesine.."

"Öylesine yok." Dedi bana bağırırken. Tam bana bir adım kala önümde durdu. "Bu kadar çabuk silemezsin. Seni iyi tanıyorum," dediğinde onunla göz teması kurmamak için elimden geleni yapıyordum.

"Ama sildim. Ne önemi var ki?" Diye soğuk soğuk konuşurken sesimin titremesi kulaklarımda uğultu yaptı. Seni kalbimden de aklımdab da isteseler silemezlerdi. Oraya bir mühür konmuştu. Kazısalar zor çıkardı.

Eliyle bir anda kolumu tuttuğunda ağzımdan tiz bir ses yayılmıştı. Yüzüm eş zamanlı buruşurken, dişlerimi bastırdım. Tuna sürekli kolumu sert bir şekilde tutuyor ve canımı yakıyordu. Tuttuğu yerler aynı yere geldiği için artık kolum kızarıklıktan, morarıklığa geçiyordu.

"O herif.." dedi Atıl gözlerini sonuna kadar açıp dişlerini sıkarken. "Sana zarar mı veriyor?"

"Hayır," diye konuştuğumda o kadar sessiz bir hayırdı ki.. bağırış içinde sessiz çığlıklar atıyordum.

Atıl kazağımın kollarını kıvırırken, ondan kolumu çekmek istedim ama beni sert bir şekilde tutarak kolumda ki morluğu gün yüzüne çıkarttı. "O herifi öldüreceğim!" Diye bağırdığında kapıdan çıkacaktı ki onun üstüne gelerek, durdurdum.

"Yapma Atıl," dedim çaresizlik sesimin kahyası olmuştu. "Daha fazla zorlaştırma."

Gözümden akan yaşı Atıl'a çaktırmadan silerken, ona bakmadan kapıyı açtım ve sınıfa doğru yöneldim.

Yapamazdım. Ona hiçbir şey söyleyemezdim. Tuna'nın tehditlerine boyun eğmek içten içe süreklı canımı yaksada elimden başka bir şey gelmiyordu. Benim yüzümden, onların mezarlarını görmek istemiyordum.

Sınıfın kapısını açtığımda, hocanın gelmemiş oluşuyla anında yerime geçerken, Balın'ın radarına da girmiş olduğumu biliyordum.

"Atıl ile karşılaştın değil mi?" Diye sorduğunda, dudağımı dişledim. Anlayacağını biliyordum. Yüzüm sirkeden bol bir şey satmıyordu.

"Evet.."

"Dün gece ki olay için mi kavga ettiniz?" Diye sorduğunda, kalbimde buğulanan cam, sislerini içime serpiştirdi. Bana ihanet etmeyeceğini kendi ağzından duymuş ve onun huzuru omuzlarıma binmişti.

"Kavga etmedik." Dedim yutkunurken. "Sadece konuştuk."

"Bana anlatmak ister misin?" Dediğinde başımı iki yana olumsuzca salladım. İstesemde kimseye anlatamayacağım illet bir şantaj vardı ortada. "Peki." Dedi pes etmişcesine.

Gözlerimi pencereye çevirdim. Atıl arabasına binip uzaklaşıyordu.

Noksan.

Kalbimin sevgiden noksan, acıya yakın bir ritim tutuyordum sürekli yok olmayı, belkide Atıl'ın kucağında kalmayı hayal eden tarafımı susturmak istiyordum.

Okul bitmiş, herkes dağılmıştı. Balın, Merak, Açelya, Andaç ve ben kalmıştık. Hepimiz ağaçların kapattığı bankta otururken, beynm sığ düşüncelerin bir serzenişine giriyordu.

"Eflal daldın gidiyorsun," dedi Merak bana bakıp samimi bir tebessüm gösterirken. "İyi misin?"

"Bu soruyu duyan birisi nasıl iyi olabilir ki?" Dedim dalmış düşüncelerimin içinde kaybolurken.

Merak yüzünü düşürürken, Andaç'ın sürekli bana öfkeyle bakışından kaçıyordum. Balın onun kolunun altına girmiş, kendini sevdiği adama bırakırken, parmaklarımda tutuşan hasret, bir vaveylayı çağırıyordu.

"Atıl nerede?" Diye sordu Açelya etrafa bakınırken. "İlk ders görmüştüm onu. Bir daha göremedim."

"Keyfi kaçmıştır." Dedi Andaç bana imalı bir şekilde bakarken.

"İyi mi peki?" Diye sordu Açelya. "Aradım ama ulaşamadım."

"Bilmem." Dedi Andaç keskin sesiyle. "Bırakıp gidilmesinden hallice."

Hiçbir şey demeden banktan kalkıp gittim. Arkamdan kızların sesini duyuyordum ama dolan gözlerime engel olmadan yürümeye başladım. Çantam sırtımda ağırlık yaparken aldırış etmeden koştum.

Sesler kesilmişti.

Ayakkabımdan çıkan topuk sesleri kulağımı tırmalamaya, boş sokakta uğultu yapmaya başlamıştı. Elim telefonuma gitti. Nerede olduğumu bilmiyordum. Andaç'ın sözlerinden sonra var gücümle koşmuştum.

Uzakta arabasından inerken gördüğüm heybetli bedenin sahibi kesildi gözlerime. Halisülasyon görme ihtimalimden çok beynimin bana oyun oynamamasını diliyordum.

Atıl karşıda ki binaya bakarken bir yandan da çevresini inceliyordu. O.. zayıflamış mıydı? Bacakları biraz daha incelmişti sanki. Üstündeki siyah ceketi ağır ağır düzeltirken ona daha fazla yaklaştım.

Gözleri bana baktı ama sanki kalbi aramıza koyduğu derin bir mesafeydi. Beni es geçerek binaya girecekken kolundan tuttum. "Atıl.." dedim söze başlamaya çalışırken. Aklıma ilk gelen şey ensesine enjekte eden kızı bulacağı gelmişti. "Yardım edebilirim."

Kolunu benden çekti. "Karşıma çıkma." Dediğinde nefes alma isteği içime kaçtı. Tuna'nın işi olduğu için bu kadar rahat olabiliyordum.

"Yardım edebilirim.."

"Bunu neden yapıyorsun?" Dediğinde Atıl'ın çaresiz sesini duymak yüzümü buruşturmama sebebiyet verdi. O böyle konuşunca göz yaşlarıma hakim olamıyordum. "Neden bir başkası ile beraberken karşıma çıkıyorsun?"

"Yardım etmek istiyorum.." dediğimde boğazımı temizlemek adına öksürdüm. Acım her yerde oluyordu.

"Sen ilk önce kendine doğru söyleyerek yardım et." Dediğinde karşımda ne kadar güçlü durduğna baktım. "Düşmanımın yanında sevdiğim kızın kalması, bana ne kadar pahalıya patlıyor.. haberin yok."

"Sevdiğim kız?" Dedim göz yaşımı tutamayıp sol gözümden akıtırken. "Sen.. sevdiğim kız mı dedin?"

"Öyle değil misin?" Dedi gözlerimin içine bakıp alev düşürürken.

O bana bu kadar değer verirken, kalbim iflah olamıyordu artık. Kurtulmak isteyen her bir hücrem nabzımda onun yokluğunda ki senfoniyi çalıyordu. "Atıl ben.."

Sözümü kesti. "Kız senin boylarında, senden yapılı ve esmer. Gözleri mavi renkte." Dediğinde konunun üstünü kapamış binanın içine girmişti. Ona yardım etmemi kabul etmişti.

Çok büyük bir günah işliyordum.

O bana sevdiğim kız demişti..

Sevdiğim kız.

Gözlerimi sildim. Atıl'ı takip ederek merdivenleri çıkmaya başladım. Kalbim hala onun söylediklerine takılarak aklımda bir çark dolaştırıyordu. Çarka takılan her diş Atıl'ın bana olan... bilmiyordum. Eksik olan yeri zamanla dolduracaktım.

"Kızın burada olduğunu nereden biliyorsun?" Diye sorduğumda binanın iç yüzeyini inceliyordum. Buralar fazla küflenmiş duruyordu. Bakım yapılmamış harabe gibi.

"Her şeyi biliyorum." Dedi bir anda arkasını dönüp gözlerimin içine bakarken. "Benden kaçtıkça daha çok derine inesim geliyor ama sonra.." dedi yutkunurken. Adem elması git gel yaparken gözüm anlık oraya kaymıştı. "Ama sonra dur diyorum. Bekle Atıl. Belki bir şeylerden daha mühimdir sevdiklerinin senden gitmesi."

"İğnelemeyi keser misin artık?" Dedim donuk bakışlarım suratında yüzeysel olarak bakarken. Aslında için nasıl kan ağlıyordu.. onsuzluk bana nasıl berbat hisler tattırıyordu bunların hepsini haykırmak istesemde sustum. "Burada o kızı bulmak için varız."

"Ben kelimelerimle iğneliyorum, ya sen Eflal?" Dediğinde kulaklarım uğuldadı. Bana ne zamandır Eflal demiyordu. Adım dudaklarına ne kadar çok yakışıyordu. "Sen beni varlığınla iğneliyorsun."

Birbirimize bakmayı sürdürürken, üst katta ki merdivenlerden ses geldiğinde ikimizde oraya kulak kesmiştik. "Ne oluyor?" Diye sorduğumda, Atıl arkada kalmam için elini kaldırdı. Merdivenleri ilk önce o çıkarken, birinin hızlıca yukarı çıkması ile gözlerim belermişti.

"Atıl kaçıyor." Diye konuştuğumda, Atıl dediğim yöne baktı ve hızlı hızlı merdivenleri çıkmaya başladı.

Ona istesemde yetişemeyeceğimden dolayı merdivenlerden indim ve dışarıya çıktım. Binanın içerisinde bulunan merdiven kısmında ki pencereden Atıl ile siyah giyinimli birisini gördüğümde, aşağıya doğru iniyorlardı.

"Serkan şimdi!" Diye Atıl bağırdığında, binanın kapısının olduğu yeri saran ondan fazla adam silahlarını Atıl'ın önünde ki siyah giyinimliye doğrulttular. Ne zaman geldiklerini hatta orada olduklarını bile görmemiştim.

Siyah giyinimliye baktığımda bunun aradığımız kız ile aynı özellikleri taşıdığını gördüm. "Nasılsın yakışıklı?" Kız bir anda gevşekçe ağzını bükerken, saçlarını geriye attı ve kendine çeki düzen verdi.

"Sebebi ziyaretimize gelelim," dedi Atıl ellerini ceplerine koyarken. "Kimin adamısın?"

"Sana kim lazım?" Kızdan beklemediğim bir rahatlık olurken, yüzümü buruşturdum. Ellerim kaşınıyordu.

Arkadaki adamlara baktığımda hiçbiri mimiğini bile oynatmadan bize kitlenmişlerdi. Aralarında değişik olarak rahat giyinmiş, Atıl'ın daha demin Serkan diye bağırdığı adama baktım. O bize diğer adamlardan daha yakındı.

"Söyle," dedi Atıl cebinden şırınga ve iğne çıkartırken. "Söyle yoksa zor kullanacağım."

Kızın gözleri karardı. Bir anda yüzü allak bullak oldu. "Yapamazsın," dedi kız dehşet içinde. Ben hala ne olduğunu anlayamamıştım.

"Öyle bir yaparım ki.." dedi Atıl tehdit kokan cümlesi ile. "Uyuşturucu bağımlısısın. Seni elimde günlerce tutarım ama bu elimdeki uyuşturucudan bir gram vermem."

"Bilmiyorum." Dedi kız başını iki yana sallayarak. "Yemin ederim ki bilmiyorum."

"Yeminlere inansaydım, herkes melek çıkardı." Dedi Atıl ve elindeki küçük şişe ile şırıngayı salladı. "Tekrar etmeyeceğim."

"Kapıma iki tane adam geldi sadece. Bana uyuşturucu vereceklerini söylediler, karşılığında da sana küçük miktarda hareketlerini etkileyecek bir ilaç yapmamı istediler." Dediğinde, başımı sağ sola oynattım. Ellerim kaşınıyor, avuçlarımda ki izler artıyordu. Ben onu bir kızla gördüğümde, nasıl berbat bir duygulara bürünmüştüm.. insanların ne kadar iğrenç olduğunu Tuna ile anlasamda bu kızla tescillenmişti.

"Tamam al," dedi Atıl elindeki şırınga ile küçük şişeyi kıza uzatırken. Kızın vücudu titrerken tam Atıl'dan alacağı sırada, Atıl elindeki küçük şişeyi ve iğneyi kıza verdi.

Kız şişeyi aldığı gibi içindekine baktığında, "Bu uyuşturucu değil." dedi.

"Yüzde yüz doğal ev yapımı elma suyu. Koyu olsun diye elma daha çok koyduk. Kıymetini bil." Dediğinde kız ani bir sinirlenme ile daha çok titrerken, binanın içine girerek gözden kayboldu.

"Bu işi bana bırak Atıl," Serkan denen adam, Atıl'ın omzuna elini koyarken, fazlasıyla ciddi bir şekilde de bana bakıyordu. "Ben bulurum kim olduğunu."

"Çabuk öğren." Dediğinde Serkan kafasını sallayarak siyah giyinimli adamları toplayarak arabalarına bindiler.

Tekrar ikimiz kalmıştık.

Aynı gökyüzü altındaydık ama kavuşmamız imkansızın ötesindeydi.

Atıl arabasına bindiğinde bende onunla birlikte arabaya bindim. Bana kızgın bir şekilde bakarken, "İn arabadan." Diye konuştu.

"Hayır."

"İn arabadan," diye bir kez daha söylendiğinde, ona kararlı gözlerimle baktım.

"İnmeyeceğim Atıl."

Kabullendiğini emniyet kemerini takarak gösterdiğinde dudağımı kıvırdım. Ne çok özlemiştim bir kaç günde. Bende emniyet kemerimi taktığımda arabayı yola çıkartırken, "Eviniz nerede?" Diye sordu. Ama bu öyle bir soruydu ki bütün her şeyi benden çekip alıp acımı veriyordu. Canımı yakıyordu. Kahrolası canım bitmek bilmeyen alevin ortasında yanıyordu.

"Şey. " dedim yutkunup kendime gelmeye çalışırken. "Boğaza yakın yalılar varya, oralarda. Merkeze yakın."

"Yalı," dedi dudağını alayla kıvırırken. Gözleri onunda üzgündü. Ruhu bana benziyordu ama elimden bir şey gelmiyordu. "Nasıl mutlu musunuz?"

Parmaklarımı saçlarımdan geçirdim. Ruhum bir kafesin orta yerinden ayrılıp kamçılanıyor, hükmünü süren harflerin ortağı olarak yakılıyordu. "Bu soruna cevap vermeyeceğim."

"Neden?" Dedi kaşını kaldırıp hesap sorarken. "Sevgili olduğun biriyle mutlu değil misin yoksa?"

Ağzımdan laf almaya çalıştığı açıkta ortadaydı. Dediğine cevap vermemek için kendimi başka bir şeye yöneltmek amacıyla camdan dışarı baktım. Karanlık gökyüzünden dikilmiş bir kaderim vardı. Durduramıyordum.. vaveylaya takılmış denizin boğucu dalgalarına kendimi zindan ediyordum.

Atıl'ın telefonu bir anda ortamı değiştirirken, Atıl somurtkan yüz ifadesinden ödün vermeden telefonu açtı. "Efendim Merve?" Garip bir şekilde ona baktım. Merve anında Atıl için kuşanmış ben gittikten sonra onu elde etmeye çalışıyordu. "Belki sonra gelirim." Dediğinde elindeki telefonu kırmak hatta paramparçaya ayırmak istedim. "İşim var şu an. Yarım saate orada olacağım."

"Nereye?" Dedim istemsizce. Bu soruyu sormam ne kadar yanlış olsada umursamadım.

"Seni ne ilgilendirir." Dediğinde sorumun cevabı, ağzıma bir yığın tıkılmıştı.

"Söylesen ölür müsün?"

"Ben zaten ölüyüm," dedi sabit sesi tellerine vururken. Ay aydınlatmıyordu gökyüzünü. Zifiri siyahlık açılıyordu yollarımıza. "Sen gittikten sonra ne oldu bana hiç düşündün mü? Sadece kendini düşündün. O herif seni bir şekilde yanına çekerken, sen beni düşünmeden gittin." Sözleri tokat misali yanağına düştü sanki. Haklıydı. Laf söyleyemiyor, kendimi dillendiremiyordum. "Şimdi in."

Beni bilerek kapının orada indirmediği için Atıl'a minnettar olurken, kapının kulpunu kavrayan parmaklarımın soğukluğunu hissettim. Yine titriyordum. "Ben senden hiç gitmedim Atıl."

"Peki o zaman bu yaşadıklarımız neyin nesi?" Dediğinde anlatmak istedim ama anlatamazdım. Dilim söyleyemiyordu. Tehditin altına yatırılmış bir kız olarak kendimden başka sizi de düşünmek zorundaydım.

Göz yaşlarım ben istemsiz akarken, sildim. "Öyle olması gerekiyor."

"Bir çırpıda yaşadıklarımızı atmanın altında neler var bilmiyorum Eflal." Dedi gözleri bir ok gibi bana saplanırken. "Ama bulacağım. Bulduğumda o herif her şeyin hesabını verecek."

Daha da bir şey demeden arabadan indiğimde Atıl da uzaklaşmıştı. Yürüdüğüm zaman havanın artık gerçekten soğuk olduğunu hissediyordum. Vücudum buz tutmuştu. Korumalar beni gördüğünde kapıyı açtılar. İçeriye girdiğimde Tuna hala yoktu. Odama çıktım ve üzerimde ki ceketi kensra koyarak telefonumu elime aldım.

Mervenin nereye gideceğini öğrenmek için kendime fake bir instagram hesabı açtım. Soyadını bilmediğimden uzun süre Merve olan insanların profillerine baksamda sonunda aradığımı bulmuştum.

Merve Taşkın.

Bir fotoğraf atıp üzerinede gideceği mekanı yazdığında istemsizce gülümsemiştim.

Hava artık bir kaç saat öncesine nazaran hep soğuk hem de daga koyu bir renge dönüşürken, odada dört dönüyordum. Şu an Atıl ile Merve'nin beraber geçirdiği zamana dayanamayan kalbim, o kızı gördüğüm yerde dövmemi söylüyordu.

Odamın kapısı çaldığında hemen ardından Sevgi geldi. Benden yaşça büyük olsada Tuna bir kaç sefer ona Sevgi Hanım ya da her hangi bir şeyle seslenmemi istememişti. "Tuna Bey geldi." Dediğinde hemen merdivenlerden indim. Tuna üzerinden ceketi çıkarırken, bana doğru geliyordu.

"Bu ne güzel karşılama sevgilim," dedi Tuna gülerken. "Dört gözle beni beklediğini bilseydim daha erken gelirdim."

"Bugün dışarıda akşam yemeği yeriz diye düşündüm," dedim kafamın içinde kurulmuş olan planı bastırırken. "Senin için bir sakıncası olmazsa."

"Sen iste meridyeni değiştiririm." Dedi alnımdan öperken. "Nereye gidelim istersin?"

"Ben ayarladım herşeyi. Sana konumu göstereceğim. Sadece şık giyin yeter." Dediğimde, şık giyinmesini isteme nedenim Merve'nin yarım saate kalmaz attığı fotoğrafta abiyeye yakın bir şey giydiğini görmemden dolayıydı.

Başını sallayıp odasına giderken bende aynı şeyi yaptım.

İki tane bana ait dolaptan bir tanesi tamamen abiyelet ve şık elbiselerle doluydu. Gözüme kestirdiğim mor üste yapışan dar bir elbiseyi aldım ve üzerimdekileri çıkartarak onu giydim. Ara boydu. Dizimin bir tık aşağısında bitiyordu.

Siyah stiletto ayakkabıyı ayağıma geçirirken, boş kalan boynuma kolye arıyordum, gözüme denk gelen beyaz papatyayı gördüğümde istemsizce içimde bir şeyler kopmuştu. Gümüş zincirin tam ortasına konmuş papatya her yerimi sızlatırken, anında boynuma taktım. Sanki her baktığımda Atıl'ı görecekmişim gibi hissettirmişti.

Saçlarımı salarak omzumdan aşağıya serbest bıraktım. Hiç ellemeden öylesine düzenlerken, siyah zarf şeklinde ki çantayı alıp telefonumu içine atarak odadan dışarı çıktım.

Merdivenlerden inerken ayakkabılardan çıkan ses sanki beni güçlü kılıyor hissiyatı vermişti. Tuna'ya baktığımda beyaz gömlek, siyah ütülü pantolon ve siyah ceket giymişti. Bu karanlık tonları tek bir adama yakıştırıyordum..

"Çok güzel olmuşsun sevgilim," dedi Tuna bana bakarken. "İddialı."

Bu kadar iddialı giyinmemin tek sebebi Merve'nin Atıl'ın yanında ne kadar güzelse bende o kadar güzel olmak istedim. Sıska bedenime bir tek kalem elbiseler yakışıyordu.

Sevgi üzerime ceket verirken, omuzlarıma attım. Kapıdan dışarı çıktığımızda araba hazır bir şekilde bekliyordu. Tuna kapımı açarken arabaya oturdum. Direksiyonun başına geçtiğinde, bende telefonumdan konumu açmıştım.

Açtığım navigasyona bakarken"Böyle yerleri sevdiğini bilmiyordum," dedi dudaklarını büküp şaşırırken. "İstersen daha sık gidebiliriz."

"Sadece bu seferlik," diye konuştum telefonu arabanın navigasyon yerine bağladığımda artık telefona ihtiyaç kalmadan arabanın navigasyonundan yolu görecekti.

"Çıkışta ne ile geldin eve?" Dediğinde sessiz bir yutkunma boğazımdan geçerek dudaklarımı birbirine bastırmama sebep oldu. Atıl ile vakit geçirdiğimi bilse ne yapardı bilmiyorum. Bunun anlaşılmaması için hızlı cevao vermem gerekiyordu.

"Otobüs ile." Dediğimde gözünü yoldan alıp bana kısa süreliğine baktığında, garip bakışlarının altında ezilmiştim.

"Bundan sonra onlara binmeni istemiyorum," dediğinde eskiden otobüse binecek paramın olmadığı geldi aklıma. Hoş, şu anda da yoktu ama Tuna'nın verdiği cüzdan ağzına kadar para doluydu. "Fazla kalabalık. Biri iter, geçer hoşlanmıyorum."

"Bunuda sana mı soracağım Tuna?" Dedim bıkkın bir ses tonu ile. "Aldığım nefese karışır hale geldin."

"Seni sahipleniyorum. Sana bir şey olmasını istemiyorum. Toplu taşıma araçlarına binmeyeceksin. Gerekirse bundan sonra özel şoför gönderirim."

"Evet," dedim bakışlarım sertleşirken. "Bir köpek gibi beni sahipleniyorsun. Sorsana bana bir kere, bundan hoşlanıyor musun diye?" Dediğimde bana baktı ama bir şey demeden önüne döndü. "Hoşlanmıyorum Tuna."

"Özel şoförü devreye sokacağım. Nereye gitmek istiyorsun onunla beraber gideceksin. Ne yapmak is.."

Cümlesini tamamlamasına izin vermeden ben girdim araya. "Bunu kast etmiyorum anlamıyor musun hala?" Diye yükseldim ona doğru. "Bir kerede dediklerimi önemse, saygı duy. Çok şey mi istiyorum." Dediğimde saçlarımı geriye doğru savurdum. "Neye binmek istersem binerim Tuna."

"Pekala." Dedi bir yandan navigasyonu takip ederken. "Öyle olsun."

Aradan geçen on dakikanın ardından istediğimiz mekana geldiğimizde, Tuna arabayı valeye verecekken, benim kapımı açmıştı. Arabadan indiğimde art arda gelen flashlar gözlerimi kapamama neden olsada insanların Tuna'ya sürekli soru soruşları kulağımı doldurmuştu.

"Tuna Bey yanınızda ki hanımefendi kim?"

"Tuna Bey evlilik ne zaman?"

"Tuna Bey çocuk düşünüyor musunuz?"

Oha.

Bu insanlar yaşımın ne olduğunu görmüyorlar mıydı? Tuna hiçbirini cevaplamazken, gazeteciler ve magazinciler fazla olduğundan araya korumalar girmişti.

"Lütfen arkadaşlar," dedi Tuna sürekli gelen sorulara ithafen. "Ben geçerli açıklamayı yaptım. Soru sormayın." Dediğinde sanki insanlar duymamışcasına tekrar soru sormaya devam ederlerken, korumaların yardımı ile mekanın içine giribilmiştik.

"Ne kadar yorucu," dedim derin bir nefes alırken. "Sürekli konuşuyorlar."

"Çalışıyorlar sevgilim," dediğinde bir garson yanımıza gelip Tuna'ya hangi masayı seçeceğini sorarken, bir çift elalara gözüm kaymıştı.

Atıl bana bakarken, "Tuna baksana," diye Atıl ve yılışık Merve'nin olduğu masayı gösterdim. "Onlara katılalım." Bir yandan mekanı incilerken, koyu duvarların ne kadar güzel olduğunu düşündüm. Burası fazlasıyla zengin işi duruyordu. Ortada da tahmin ettiğim gibiyse insanların dans etmesi için yer vardı. Kemancılar burayı biraz daha huzurlu yapıyordu.

"Buraya gelmenin nedeni belli oldu," dedi Tuna kulağıma fısıldarken. "Ayrıca seninle baş başa olmayı tercih ederim."

"Bence eşlik edelim," dediğimde Tuna'nın bir şey demesine fırsat vermeden Atıl'ın olduğu masaya doğru gittim. Tuna hemen arkamdan gölge gibi geliyordu.

"Yeni çifte kumrular gelmiş," dedi Merve bana bakıp sinsice gülümserken. Oysa bu gülüşün altında Atıl'ı nasıl elde etmek istediğinin planları yazıyordu.

"Masada bizede yer varsa gelmek isteriz." Diye Tuna konuştuğunda masa zaten dört kişilikti. Tuna benim elimi tutarken, Atıl'ın gözleri birleşen ellerimizde olduğunda, bir şey yapmadan öylece bekledim.

"Buyrun gelin," dedi Merve sevecen bir tavırla. Şu anda buraya gelmenin bir hata olduğunu kendi çapımda anlasamda, Merve ile Atıl'ı tek başına bırakmak istemeyen tarafım daha ağır basıyordu.

Masaya yerleştiğimizde, Merve ile Atıl, Tuna ile benim tam karşıma oturmuştu.

"Hangi rüzgar attı sizi buraya?" Dedi Atıl kaşını kaldırıp bana bakarken. Anlamıştı. Buraya bilerek geldiğimi elbette biliyordu.

"Evden daral geldi çıkalım dedik," dedi Tuna ve masanın üstünde duran elimi alıp öptü. "Yoksa bu güzelliği dışarıya sunmayı pek sevmiyorum."

Atıl bize kötü bakarken, elimi enseme götürdüm. "Utandırıyorsun milletin içinde," diye tebessüm ederek karşılık verdim.

"Cicim ayları bunlar, tadını çıkartın bence," dedi Atıl. "Gelip geçici." Son cümlesini öyle bir vurgulamıştıki bir an içimde geçiçi lafını sanki Tuna'dan beni almak için kullandığını hissetmiştim.

Garsonlar tam bu esnada masaya yemekler koyarken, gözleri sürekli bende olduğundan rahatsız olmuştum. "İşler nasıl Atıl Bey?" Dedi Tuna önüne koyulan eti keserken. "En son birilerini tongaya getirip ihaleyi kazanmışsınız diye duydum."

O gün aldığı saat geldi aklıma. O gün zekası karşısında hayran kaldığım, karakterinden her şeyine kadar sevdiğim adamın mezarı geldi aklıma. Şimdi o adama ben toprak atıyor, kendimce eskiyi gömüyordum.

"İllagel yollardan halletmeyi sevmem," dedi Atıl meydan okuyan bir ses tonu ile. "Tabii siz o yolları benden daha iyi bilirsiniz."

Atıl'a uzun uzun baktım. İlgimi tek en can alıcı şey ise..

Ne kadar çok değişmişti.

Şu an küfür ediyor hatta Merve ile buraya gelmeyi red ediyor olurdu. Bana değiştiğini söylerken, eski kimliğini sakladığını söylememişti oysaki.

Ben gittikten sonra karakterine kadar değiştirecek biri miydim? Sevdiği kızdım ben onun için. Tabii hala öyle olup olmadığımı bilmiyordum.

"İftiralar benin için pek önem taşımaz," dedi Tuna suyundan yudumlarken. "Bana delillerle gelin."

"O da olucak. Hiç şüpheniz olmasın," dediğinde Atıl bana kısa bir bakış attı. "Tuzu alabilir miyim?" Önümde duran tuzu verecekken, Tuna benden önce davranmış ve tuzu benim yerime Atıl'a vermişti.

Atıl bana bakarak tuzu dökerken, içimi kemiren her hücre beynimde ki işlevi yitiriyordu. Ne kadar nazik bir adama dönmüştü böyle..

"Ne güzel oldu böyle ya," dedim Merve'ye zorla gülümserken. "Karşılaşıp beraber olmak gibisi yok." Merve.. keşke tuvalete gitsende seni bir güzel tehdit edip saçını yolsam. Atıl'a yaklaşarak beni içeriden feth ediyordu.

"Tesadüf." Dedi Atıl gülümserken. "Hayat tesadüflerle dolu. Birine değer verirsin gider," cümlesini tamamlamadan Merve elini onun omzuna attı. "Birine değer vemszsin yanında kalır."

Gözüm Merve'nin eline kenetlenmiş, Atıl'ın omzuna bakakalırken, "Tuz," diye konuştum anında. "Merve tuzu verir misin?" Merve tuza uzanacağı sırada Atıl uzanmıştı. Tuzu parlaklarıma verirken inatla eli bana değmişti.

Tuzu öylesine yemeğe dökerken, Merve'ye baktım. Atıl'ı gerçekten seviyorsa bile Atıl'ın onu sevmediğine kalıbımı basardım. Bir kere seven insan böyle doyasıya bakardı sevdiğine.. Atıl'ın ise şu an tek yaptığı fazla dikkat çekmeden bana bakmaktı.

"Siz ne zamandır birliktesiniz?" Tuna'nın sorusu Merve ile Atıl'a yönelirken, bir anda gelen öksürük krizi ile öksürmeye başladım. Suyu yavaşça içip boğazımı temizlerken, kendime geldim. Onlar bir arada olmamalıydı. Böyle bir düşüncenin varlığı bile beynime dikenli bir iğne batırıyordu.

"Aramızda öyle bir şey yok," dedi Atıl tabağını ötelerken. "Ama ileriki zamanlarda.."

"Dans," dedim çalan müziğin yavaş ritme sahip olmasıyla. Masalardan birer birer insanlar kalkarken, "Dans edelim." Diye konuştum. Atıl'ın cümlesinde Merve ile olma ihtimallerinden bahsetmesini duyamazdım. Bu.. beni mahvederdi.

Tuna elimi tutup beni nazik bir şekilde kaldırırken, Atılda aynı hareketi Merve'ye yaptığında hücrelerimin hepsi tek tek yerinde depar attı. Onun elini kimse tutmasın istiyordum. Kimse ona benim baktığım gibi bakmasın diyordum ama bunları derken bir başkasıyla dans ediyordum.

Yerimizi aldığımda, Tuna kulağıma doğru eğildi. "Sana, seni unutacağını söylerken ciddiydim," dediğinde, gözlerimi devirdim.

"Ne dersen de," dedim ona meydan okuyup, dans ederken. Sade bir danstı. Sadece ileri ve geri adımlar atıyorduk. "Bizi ayırsan da ruhum hep onun yanında."

"Bana alıştığında beni daha çok seveceksin."

"Asla." Dedim dişlerimi sıkarken. O da aynı zamanda belimde duran eliyle belimi sıktığında yüzümü buruşturmuştum. Canımı yakıyordu. "Sana alıştığım gün, benim ölüm günümdür." Dediğimde daha fazla sıktı. Nefesim bile canımı acıtırken, inadıma devam ettim. "Ve seni asla sevmeyeceğim." Belimi o kadar fazla sıktı ki, parmakları sanki derime saplanıyor hissettim. Gözlerim dolarken, karnım kasıldı. Gözünü kırpmadan gözlerime bakarken, canımı acıtıyordu.

"Eş değişikliği," dedi Atıl bir anda. Merve ile beni değiştirirken, Tuna hiçbir şey demeden benim e göz teması kurarak Merve ile beraber dans etmeye başlamışlardı.

Atıl elini benim ellerime kenetledi. Daha klasik bir dans yaparken, gözlerim dolu olduğu için biraz puslu görüyordum. "Canını yakıyor," dedi bir anda ürkütücü ama sessiz bir tonda. "Ve sen beni öyle bir hale getirdin ki senin canını yakarken, müdahale edemiyorum."

"Öyle bir şey yapmadı."

Göğüs kafesimin hizasında olan elini belime dokundurdu ve yavaşça parmaklarını oraya süzerken, keskin bir inleme dudaklarımdan firar etmişti. Atıl o kadar karanlık bakıyordu ki, bir an için gözlerinin siyah olduğunu düşünecektim. Dansa devam ederken, "Neden onun yanındasın?" Diye sordu.

Tuna'ya baktım. O da Merve ile konuşuyordu ama Merve'yi takmadığı apaçık ortada gözüküyordu. Eğer Atıl'a bir şey dersem saniyesinde vereceği emri ile, ölümü düştü gözlerimin önüne. Bunu kaldıramazdım.

"Susma," dedi Atıl kulağıma doğru eğilirken. "Sustukların canımı sıkıyor." Oysa konuşsam, belkide sıkılacak bir canın kalmayacaktı ortada.

"Bir şey yok lütfen," dedim gözlerimi ağırca kapayıp açarken. "İrdeleme ne olur."

"İşte şimdi tehdit ettiğine daha da inandım hatta emin oldum," dedi dik bakışlarıyla beni hapsederken. "Korkuyorsun. Sen ondan fazlası ile korkuyorsun."

"Öyle bir şey yok. Uyduruyorsun," dediğimde daha fazla bakmak istemiyordum. Baktıkça gerçekleri gözlerimden anlıyor, yalan konuşan dilime tek tek doğruları sürüyordu.

"Seni annenin yanından aldığımda da bana hep böyle diyordun," dedi dansı artık iyice yavaşlatmıştık. "Bu bakışlar, acı dolu inlemen. Neden.." dedi hesap sorarken. "Neden yapıyorsun bunu bize?"

"Bir nedeni yok Atıl." Dedim ellerimi ondan ayırıp, dansı sonlandırırken. "Sonsuza kadar senin küçüğün kalamam."

"Ama ölmüş bir papatya olarak kalabilirsin," dedi gözlerime bir hançer, kalbime dikenli bir ok atarken.

"Sevgilim?" Tuna yanıma geldiğinde, elimi tutmuştu. Elimi ondan çekmek istesemde birbirine daha çok kenetlemişti. "Gidelim mi artık?"

"Lavaboya gitmem gerekiyor," dedim sesim boğuk çıkarken.

"Tamam, gittikten sonra gideriz," dediğinde kafamı sallayarak lavaboların dolduğu yere gittiğimde bayanlar tuvaletenin kapısını açtım ve kendimi içeriye attım.

Kimse yoktu. Aynada ki yansımam ile baş başa kalırken, derin bir nefes aldım. Islak elimi enseme ve yüzüme değdirip kendime gelmeye çalıştım ama nafileydi. Atıl'ı olan özlemim giderek artıyordu.

Lavabonun kapısı açıldığında, karşımda gördüğüm Adam ile her yerim heyecanlanmıştı. Ama ona ait olmadığım gerçeği yüzüme tokat gibi geçti.

"Ne işin var?"

"Senin o adamla ne işin var?" Soruma soruyla cevap verirken gözlerimi devirdim. Vazgeçmeyecekti. Bunu en başında anlamıştım.

"Hep aynı şeyleri konuşmaktan bıkmadın mı?" Diye sorduğumda bana yaklaştı ve tam burnumun dibinde bir nefeslik mesafede durdu.

"Bıkmadım," dedi fısıldayarak.

Benden vazgeçme Atıl.. benden vazgeçme.

"Peki tamam," dediğimde kendime gelmeye çalışıyordum. Aramızda ki az mesafeden dolayı aklımı kaybetmemi sağlıyordu. "Çıkalım mı artık? Bir gören olucak."

"İlk önce," dedi parmakları boynuma dolanırken. "Senin benden vazgeçmen lazım." Boynumda ki kolyeyi kapardığımda, dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Ne yapıyorsun?"

"Seni bütün yüklerinden kurtarıyorum," dediğunde kolyeyi lavabonun bir köşesine atarak çıktığında, göz yaşlarım akmak için diretse de böyle bir şey yapmadım o kolyeyi her gün takmak istiyordum oysaki.

Lavabodan çıkıp diğerlerinin yanına geldiğimde, Merve'nin inat olarak Atıl'a yılıştığını gördüm.

"Atıl biz de gidelim mi?" Diye sorduğunda, Atıl bana bakarak kafasını salladı. Benden daha çok Tuna ile benim aramda gözleri ile mekik dokuyordu. Aramızda ne olduğunu öğrenmek istiyordu ama bunu hiçbir zaman öğrenemeyecekti. Çünkü onu kaybetmeye göze alamazdım.

Tuna elini belime dolayarak, çantamı bana verdiğinde kapıya doğru yöneldik. Kameraların odağı olurken, "Tuna Bey, Atıl Bey ile beraber mi geldiniz?" Sorusu yöneltildi.

Tuna gülümsedi. "Çok yakın bir dostumdur." Dediğinde Atıl da Merve'nin beline doladığı elleriyle tam yanımızda bitmişti.

"Atıl Bey, Eflal Hanım eski sevgiliniz değil miydi?" Sorusu geldiğinde boğazımda takılan düğüm bir iğne gibi batarak geçti derimden. Nefesimi tutmuş Atıl'a bakarken, o akdar umursamaz duruyordu ki.. sanki onu hiçbir şey yıkamaz gibiydi. Benim ismimi de zaten Atıl'dan dolayı biliyorlardı. Onunla olduğum zamanlarda da gazeteciler çevremizde oluyordu.

"Bunları cevaplamayacağım." Dedi Atıl, Merve'yi peşinden süreklerken. "İyi akşamlar."

Atıl'ın arabası vale tarafından getirilip, arabaya binerlerken, "Tuna Bey, sizi bu durum nasıl etkiliyor? Eflal Hanım'ın eski sevgilisi ile dost olmanız aranızda bir gerilim yaratıyor mu?"

Tuna'dan önce ben söz hakkı aldım. "Her şey geride kaldı. Biz Tuna ile yeni başlangıçlar yaptık. Eski defterler önemli değil."

Çöküş başlatmıştım. İliklerimizin arasına bağlanan köprülerde yıkılma vardı. Çatlaklar beni yararak kalbimi katlediyordu.

Atıl'ın bakışlarını gördüm. O kadar çok canımı yakıyordu ki. Dememem gereken şeyleri desemde bunu yapmak zorundaydım. Yoksa buraya Atıl için geldiğimden dolayı Tuna'nın yeni bir şantajına boyun eğebilirdim.

Tuna başka soru cevaplamayacağını kesin bir dille belirttikten sonra Atıl'ın arabası hareket ederek gittiğinde hemen arkamızdan vale arabayı getirdi. Tuna benim kapımı açıp girmemi sağladığında, o da arabaya bindiğinde arabayı hareket ettirdi.

Mekanın önünden çıkarken, "İyi konuşmaydı," dedi Tuna mutlu bir halde. "İlk defa benim için konuştun."

"Senin için değil," dedim bedenimi kasarken. Belimi sıktığı için oturduğumda canım acıyordu. "Eğer Atıl bana daha çok yaklaşırsa senin onu öldürmenden korktuğum için böyle bir şey yaptım."

"Olsun. Yine de yaptın," dediğinde iflah olmaz inadına bir taşta kendisi atarken, susmakla yetindim.

Yol boyunca Tuna bana boş sorularından sorarken, kısa cevaplar vererek onu geçiştirmiş konuşmamaya mahkum etmiştim kendimi. Eve geldiğimizde arabadan indim. Kollarımı göğsümde sararak kapıya geldiğimde Sevgi bizi karşılamıştı.

Odama çıktım. Üstümdeki elbiseyi kenara koyarken, hemen eşofmanlarımı giymiş ve kendimi rahatlatmıştım. Aynaya gidip kendimi incelediğim zaman penyemi yukarı kaldırdım ve Tuna'nın yaptığı tabloya baktım.

Kırmızı ve yeşil ahenk kurmuş iki bel çukurumda duruyordu. Penyemi indirirken, gözlerim aynaya takıldı. Fazla hasarlı bir bedene sahiptim. Ruhum bedenimden yaralıydı ama ben yine de savaşmaya kendimi bu yolda sevdiklerimin ölmemesi için yaşayacaktım.

Odaya yayılan zil sesi benim telefonumdan çıkarken, arayanın kim olduğuna baktım. "Efendim Balın?"

"Eflal?" Sesinde meraktan dolayı içime düşen endişenin korkusunu kendi kendime bastırmaya çalıştım.

"Bir şey mi oldu Balın?"

"Andaç'ın evindeyim ve şu sarhoşu al. Bütün romantik yaşamımızın içinr etti." Balın bağırırken, kimden bahsettiğini az çok tahmin etmiştim. "Sarhoşum ölüyorum lan. Ölüp ölüp bitiyorum."

"Geliyorum," dedim gülerken ve telefonumu kapattım.

Sarhoş sevgilim benim..

Aşk sarhoşuyduk işte.

Bir manifesto patlıyordu aramızda. Sonra gömülüyordu papatyanın beyaz yapraklarına.

Çöküşümüzü başlatacak kadar korkuyordum ama bu ikimiz içindi.

Seviyordum. Uğruna ölecek kadar çok seviyordum.

-Y.A.A.

Merhabalar.. ilk bir şeye değinmek istiyorum. Bundan sonra sınır getirmeyeceğim. Getirsemde kimse takmıyor zaten. O yüzden gönlünüzden gelecek şekilde yapın.. sizin yorumlarınızı okumaya bayılıyorum..

Sizi çok seviyorum.

Continue Reading

You'll Also Like

47.6K 2.2K 4
"Sor hadi, terörist misin de." Cam parçaları dağıldı, paramparça olan yürekler, hiçbir zaman anlayamayacakları acılara şahit oldu. "Sor bana, dağda a...
865K 28.5K 56
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
838K 58K 35
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
2.5M 79.7K 59
İtalyan bir mafya... Başka açıklamaya gerek var mı? Ters köşelere doyamayacağınız. Her an şaşırarak sürükleneceğiniz bir kitap hayal edin.. Sonra oku...