AHUDUDU

By petitefraises

373K 19.5K 1.4K

"Uğruna beklenilen her şey, güzeldir. En az ahududu kadar." Hafif kavruk teniyle, üzerine serpiştirilmiş kah... More

AHUDUDU: "Tanıtım"
•AHUDUDU•1.BÖLÜM
•AHUDUDU•2.BÖLÜM
•AHUDUDU•3.BÖLÜM
•AHUDUDU•4.BÖLÜM
•AHUDUDU•5.BÖLÜM
•AHUDUDU•6.BÖLÜM
•AHUDUDU•7.BÖLÜM
•AHUDUDU•8.BÖLÜM
•AHUDUDU•9.BÖLÜM
•AHUDUDU•10.BÖLÜM
•AHUDUDU•11.BÖLÜM
•AHUDUDU•12.BÖLÜM
•AHUDUDU•13.BÖLÜM
•AHUDUDU•14.BÖLÜM
•AHUDUDU•15.BÖLÜM
•AHUDUDU•16.BÖLÜM
•AHUDUDU•17.BÖLÜM
•AHUDUDU•18.BÖLÜM
•AHUDUDU•20.BÖLÜM
•AHUDUDU•21.BÖLÜM
•AHUDUDU•22.BÖLÜM
•AHUDUDU•23.BÖLÜM
•AHUDUDU•24.BÖLÜM
"KISA DUYURU"
•AHUDUDU•25.BÖLÜM
•AHUDUDU•26.BÖLÜM/Yarı Final
•AHUDUDU•27.BÖLÜM
•AHUDUDU•28.BÖLÜM
•AHUDUDU•29.BÖLÜM
•AHUDUDU•30.BÖLÜM
•AHUDUDU•31.BÖLÜM
•AHUDUDU•32.BÖLÜM
•AHUDUDU•33.BÖLÜM

•AHUDUDU•19.BÖLÜM

12.8K 794 48
By petitefraises


"Öyle kolay aşık olmam.
Ama senin ayrı bir havan var.
Seni gördüğümde, beynim oyunlar oynar.
Yine görüşürüz
Hiç sanmam, yaşıyoruz çok farklı hayatlar..."

#Can Ozan - Öyle Kolay Aşık Olmam (ft. Damla Eker) |


#Evgeny Grinko - Valse 🍃


*Şarkı önerilerinizi bekliyorum.

AHUDUDU 19. BÖLÜM: "Aşkın İmkanı"

Ahu, oturduğu rahatsız tahtanın üzerinde kalçalarını sağa sola kıvırarak gerinir gibi sürtündü, vücudunun tutulmasına neyse ki engel olmuştu. Fotokopi çektirdiği notlara son kez bakarken, içeri gelen yeni iş arkadaşı Sakine, kızın hala burada olmasından dolayı içten içe patronu -kayınbiraderini- suçlayarak, yüksek, canlı gür sesiyle bağırdı. Sesi, Ahu'yu yerinde sıçratmıştı.

-Kız! Ne arıyorsun sen burada? Bitti senin iş. Paydos! Hadi hadiii." Kirpiklerini kırpıştıran kız zaman kavramını kaybetmiş gibi olunca, saate baktı ve suyunu köşeye koyarak depoda ayaklandı. Burası sebzelerin getirildiği depoydu ve sayımı erken bitirdiği için biraz notlara göz atmıştı. Herkes onu çaylak sanıyordu ve gün boyu hafif işler vermişti ama o yaşının aksine tecrübeliydi. İş arkadaşlarını sevmişti, Gökhan ve Sakineyle tanışmıştı bugün.

Gökhan, sözlü olan, yirmilerinin sonlarında bir delikanlıydı. Ahu'ya şimdiden "mektepli" diye sataşıyor, kendisinin eğitimsizliği hakkında rahatça konuşuyordu. Hayatı boyunca çalışmıştı, lise terkti ama gözü kapalı güvenilecek insanlar olurdu ya? Gökhan da onlardan biriydi özünde. Kafede ona bakışan kızlara asla yüz vermiyor gün içinde sık sık vakit buldukça sözlüsüyle konuşuyordu. Ona yüzük almak için son üç aylığını biriktirmişti konuşma arasında kızın duyduğu kadarıyla.

Sakine ise otuz yaşlarında bir kadındı, dediğine göre yedi yaşında bir oğlu vardı. Kocası iki sene önce vefat etmişti, bu kafede ise 8 senedir çalışıyordu. Kocasıyla burada tanışmıştı ve şuan bu kafeyi idare eden de, rahmetli kocası Yavuz'un işe yaramaz kardeşi Tayfundu.

-Fark etmemişim. Sayımı erken bitirdim." Kızın iki adım arkasından yürüyerek onu takip eden Sakine, deponun kapısını kapatıp Ahuyla yürümeye devam etti ve bir yandan da hızlı konuşmasıyla, gür sesi koridoru doldurdu.

-Salak Tayfun. Seni çömez sandı herhalde. Kafa yok ki adamda!" Çantasını koyduğu odaya girdiğinde eski dolabın, işe yaramaz kilidini çevirdi ve tişörtünü soyarken yüzünü dolabın içine doğru döndü Ahu.

-Sen neden yönetmiyorsun burayı? Hem her işi de biliyorsun."

-O kaynanam olacak kadın varken mi? Hıh. Sen de amma saf bir kızsın Ahu. Kadınlar istediğinde her işe bulaştıramaz elini, izin vermezler."

-Aptallar. Vermiyorlar da ne oluyor? Sen olmasan batacaklar. Öyle dedi Gökhan ağabey."

-Hehehehe...Sen ne hırçın bir şeysin öyle! Aman diyim, ele karışma. Koca evinde olamazsın böyle." Bu esnada kazağını giyen kızın, parmağında takılı kafası kadar yüzüğe kaydı gözleri. Bugün sormak için dört kere gözleri kaymıştı o büyük taşa, ama hep araya iş girmişti. "Diyecektim ki...Nişanlısın kız sen." Kadın söylenirken, Ahu dolabındaki telefonun son kez yanan ışığına baktı. Şarjı azalıyordu ama dört cevapsız arama vardı. Demek ki Dinçer, kapıda bekliyordu. Onu daha fazla bekletmemek adına montunu da hızlı hızlı giyerken, Gökhan omzuna astığı, dizinin bir karış üzerine gelen yatay silindiri andıran uzun spor çantasıyla, kapıyı tıklattıktan sonra girdi odaya.

-Mektepli. Gel beraber çıkalım, durağa gideriz, hava karardı." Fermuarını çenesinin altına kadar çekerek her yerini kapattı Ahu, ellerini ceplerine sokarken aşığı olduğu kış mevsiminin onun her yerini kızartıp, soyulmasına neden olması canını sıkıyordu. En güzel şeyleri kış mevsiminde severdi, üşüdüğünde annesinin ördüğü kaz ayağı desenli kalın bir battaniyeye sarılmak, sabah kalkması zor olsa da sıcak yatağında uyumak, sobanın kenarına çoraplı ayaklarını yaslayarak pişen kestaneleri, demir çaydanlıktan sızan dumanı izlemek...

Kim severdi ki dizinin arkasından şıpır şıpır yağmur gibi akan ter, sıcaktan uyunamayan geceler, tatil yapamayanların güneşte saçma sapan yanmasını? Dinçer olduğunu bilmiyordu henüz ama zevkler ve renkler tartışılmaması gerektiğinden fazla düşünmeyerek, Gökhan'ın yanına gitti. Böylece Sakine de bu yüzük hakkında merak ettiklerini yine içine gömmek zorunda kalmış, işinin başına dönmüştü.

-Nişanlım geldi benim, seni bırakalım gideceğin yere?" Dinçerle aralarında "nişanlı çiftin iş arkadaşını bir yere bırakması" samimiyeti var mıydı bilmiyordu -zaten büyük ihtimalle de yoktu- ama Gökhan ona bu yardımı etmek istemişken, teklif etmese sahiden ayıp olurdu. Sonuçta kapının önünden lüks bir arabaya binip, Gökhan'a el sallayacak değildi ya! Kabul etmez diye düşünürken, mahçup olarak mırıldandı adam.

-Aslında iyi olur Ahu ya, hatun bekliyor. Otobüsü kaçırırım ben kesin. Sonra yarım saat bekle dur." Haklıydı ve kabul ettiği için Dinçer'e ne diyeceğini bilmese de, başını sallayarak onayladı kız.

İkili beraber kafeden çıktıklarında, arabasının Ahu'nun bineceği tarafındaki kapıya kalçasını yaslayan Dinçer göğsünde birleştirerek daha da sıkılmasına neden olduğu kaslarını gevşeterek kollarını iki yana indirdi. Kaşlarının kıvrımları anında saçına doğru kıvrılırken, alnında iz oluşturmuştu. Kızın yanındaki iri kalıplı adamın Ahu'ya gülerek bir şey söylemesini izlerken arka dişlerini birbirine o kadar sıkı bastırdı ki, daha ikisine yalandan cümle kuramadan dişlerin dökülmesi işten değildi. Gökhan,

-Nerede enişte?" Derken karşı kaldırımdaki adamı anca gördü. Ahu, ağzını açmaya kalktığı anda kızın bakışlarını takip etti ve alacağı yanıtı az buçuk tahmin edebilme yetisine sahip olduğundan ıslık çaldı. "Haydaa...Enişte Dinçer Barlas mı?"

-Sen nereden tanıyorsun ya?" Dedi Ahu, yüzünü asmadan edememişti. Sanki bir gerizekalı kendisi gibi hissediyordu, ayrıca sıradan olan bu herifin, öküzün önünde bayrak sallayanı olan birinden ne farkı vardı?

-Şirketlerinin inşaatında bir sene amelelik yaptım da oradan. Demek sen nişanlısısın..." Televizyon izlemeye vakti olmadığından -çok çalıştığı için kanepeye yattığı an uyuyordu- Dinçerle Ahu'nun haberini görmemişti. Göz ucuyla kıza bakarken, Dinçerle aralarında birkaç adım kalmış kalmamıştı. "Afffferin sana kız mektepli, çalış, ezdirme kendini." Diye fısıldadı ve Ahu'nun gülümsemesine neden oldu.

Yumruklarını sıkan sevimli(!) nişanlısına eliyle yanındaki adamı tanıttı kız.

-Dinçer, bu Gökhan iş arkadaşım." Elini bu sefer Dinçer'in koluna değdirdi, parmakları kabanının üzerinden adamın koluna dokunduğunda, yumruk yaptığı eli o fark etmeden çözüldü. "Gökhan, bu da nişanlım, Dinçer."

-Memnun oldum." Karşısındaki adam kendisine otuz iki dış sırıtırken, tam ortasına bir yumruk çakması güzel olurdu ama bunun yerine yalandan gülümseyerek gözlerini kıstı adam.

-Eminim." Diye mırıldandı sadece Ahu'nun duyabileceği bir sesle, ama kızın eli onun boştaki eline uyarı niteliği taşırcasına bir patlatınca kavradığı eli aşağı yukarı savurdu. "Ben de. Ben de memnun oldum. Bırakalım gideceğin yere?"

-Aslında ben de bunu teklif etmiştim..." Bu cümleyi bağlayan kısmın ama olmasını isterken, Ahu olmayacağının sinyallerini gözlerinde verdi. "Hadi gidelim o zaman." Dinçer'in, Gökhan'a ilk anda ısınamadığını hissetmişti, kendisi arka koltuğa bindi ve böylece Gökhan'ı öne oturmak zorunda bırakmış oldu. Ateşle barut yan yana koltuklara kurulduğunda, nişanlısının aksine iş arkadaşı güleç yüzlüydü.

Dinçer kabanını çıkarıp, Ahu'nun kucağına bıraktığında da konuşmaya girdi adam.

-Vallahi otobüs sıkıntı olmasa gelmezdim. Benim hatun, Sibel, bekleyince biraz arıza yapıyor da." Gönlünde alev alev yanan ama onun mide yanması olarak adlandırmayı tercih ettiği ateş, aniden sönünce rahatlıkla incilerini gözler önüne serdi Dinçer. Arabayı hızlı kullanıyordu, bir an Ahu'nun orada olduğunu unutup şikayet etti.

-Ahu, hep arıza." Bunu duyar duymaz sol omzunun üzerinden başını ona doğru döndüren Gökhan sinsi sinsi güldü.

-Mektepli" derken i harfini uzatmıştı azarlayan bir ağabey gibi. "delirtiyor musun adamı?"

-Ne münasebet. Konuşuyor işte. Ne arızamı görmüşse..." Adam önüne döndü ama Dinçerle anlamlı anlamlı bakışıp gülmeye devam ettiklerinde, Ahu dışlanmış bir küçük çocuk edasıyla kollarını göğsünde kavuşturup ayaklarını bağlarken öne doğru uzattı. İçinden de kendine söylendi, erkekler tuhaftı, daha demin birbirine -daha doğrusu Dinçer- ısınmazken, bir dakika sonra canciğer olup onu gömüyorlardı.

Gökhanla aralarında 15 dakikalık bir otobüs yolu olduğunu, hatta adamın oturduğu mahallede eski ilkokulunun olduğunu öğrenince tekrar konuşmaya başlamıştı. O böyle heyecanla eskiyi yad edip, kahverengi gözlerinin ışığını Dinçer'in kalbine pusula yaparken, adam onu kırmızı ışıklarda hayranlıkla izliyordu.

Sevdiği şeyler hakkında -bu kırtasiyeden aldığı bir yuvarlak top şekerleme olsa bile- konuşurken o kadar mutlu ve gizlenmiyordu ki, onu hislerinin tüm çıplaklığında, tıpkı sabah ona sarıldığı zamanki gibi görmek adam için çok güzeldi. Yaptığı birsürü yanlış vardı, birsürü eğri... Tüm bunların içinde tek doğru olan dedesi, ona kendi yokluğunda bir doğru daha vermişti işte.

Kendini kaptırmamalıydı, Ahu mutlaka gidecekti. Arkasını dönüp o kapıdan çıkacaktı ve Dinçer yine o büyük sıkıcı evde yapayalnız kalacaktı. Kız, Gökhanla konuşup kendisine de bir ara takılınca kıytırık bir gülümsemeyle baktı ve tekrar yola döndü.

Onun hayatından çıkacak olma ihtimali neden canını sıkıyordu? O sobalı eve bir daha misafir olamama düşüncesi, neden kafasına takılıyordu? Ahu'yu bir daha görmek onun için bu kadar önemli miydi?

-Eyvallah birader, şurada ineyim." Arabayı aniden durdurduğunda neyse ki bu ani hareketi Ahuyla Gökhan hissetmemişti. Daha çok kendisi düşerek uyanmış gibi sıçramıştı. "Sağ olasın, bu iyiliğini unutmam. Ha bu arada, ben Ahuyla durağa giderim, hem otobüse de bineriz. Sen zahmet etme. Hadi mektepli iyi geceler size de!" Arabadan indi ve kapıyı kapadıktan sonra çifte el sallayarak sevdiğinin kapısının önüne gitti, Dinçer Ahuyla bir süre sessiz kaldıklarında boğazını temizleyerek kızın yüzüne bakmadan konuştu.

-Öne gel." Ona kaş çatabilirdi ama yüzündeki ifade o kadar tuhaftı ki kemerini çözüp arabadan yavaşça indi ve Gökhan yokuş aşağısında bir apartman kapısını çalarken, ön koltuğa geçti kız. Kapısından beraberinde soğuğu da içeri alırken, Dinçer ensesinden geçen ürpertiyle Ahu'nun yanına oturduğunu fark etti ve kokusu burnunu doldurup, genzini yakarken arabayı çalıştırdı.

-Kusura bakma, davet etmem yanlış gelebilir ama aksi ayıp olurdu. Durağa bırakmak istedi, ben de normal bir çift olmadığımızı anlamasın diye ettim. Eğer kızdıysan, gerçekten kusura bakma." Araba kendisinin değildi ve yaptığı şey yüzünden şimdiden yanakları kızardı, başka birine karşı mahçup konuma düşmekten hoşlanmıyordu. Ama Dinçer'in yüz asıklığını buna bağladığı için açıklamıştı kendini, bu saatten sonrası adama kalmıştı.

-Kızmadım." Dedi Dinçer, başını sokağın solundaki yola çevirip araba gelişini kontrol ederken. "Gökhan da iyi birine benziyor. Günün nasıldı?" Konuyu değiştirmeye çalışması, aklındakileri dağıtmak istemesindendi. Ahu, onu umursadığını söylemişti. Bununla yetinmek, Dinçer Barlas'ın yapacağı türden miydi? Elbette hayır! Hafif(!) kabaran emektar egosu, zedelenmişti.

-Güzel, sıradan. Senin nasıldı? İşlerin nasıl gidiyor?" Elini Dinçer'in dirseğine koydu. Amacı bal rengi tomurcukları kendine döndürmekti ama adam kolunu kendi gövdesine doğru çekince eli havada kaldı. "Kaldırabiliyor musun?" Derken sesi kısılmış, beraberinde de elini çekmişti. Ona ikinci defa ılımlı olmaya çalışıyordu ama Dinçer oldukça aksiydi.

-Elin soğuk." Dedi kızın dokunuşundan irkildiğini söylemektense. Ama bu Ahu'yu biraz sessizleştirdi, ellerini birbirine kenetleyerek kucağında birleştirdi çatlak parmaklarını. "Evet kaldırıyorum, sıradandı işler. Bildiğin gibi." Onunla normal bir konuşma başlatacağını sanmıştı, adam kendisine "Günün nasıldı?" Dediğinde, ama yanıldığını şimdi anlamıştı.

-Kusura bakma, daldığın için dokundum." Kızın kucağında birleşen elleri ve yol boyunca da koruduğu sessizliği yüzünden kendine kızdı Dinçer. Tatlı alıp almamakta kararsız kaldığında Ahu gerek olmadığını söylemiş, yine de mahallenin girişindeki tatlıcıda durduğunda ne alacağını sorduğunda kızdan omuz silkme cevabını almıştı.

Her çeşitten biraz aldığı tatlı kutuları eşliğinde yolculuklarına devam ederken başparmaklarını birbirinin üzerine sürterek kendince oynuyordu Ahu. Soğuk ellerinin üzerine kapanan büyük el anında sıcaklığıyla onu sararken, Dinçer'e döndürdü kafasını.

-Kusura bakma, kafam bozuk biraz." El, onun ellerini biraz sıkıştırarak daha iyi kavrayınca ellerini kendine doğru çekerek onu boşa çıkardı Ahu. Daha demin söylediği şey aklına gelirken, evinin önüne gelmelerine sevinmişti. Dinçer'in gözlerini üzerinde hissederken çantasını omzuna taktı.

-Neyse, boşver." Onun kırıldığını çektiği ellerinden anladı adam, kendi kendine küfretti Ahu önde o arkasında eve doğru yürürlerken.

Artık düşünmeye son vermeliydi geleceği, çünkü tek yaptığı şuanı kuruntularıyla mahvetmekten başka bir şey değildi. Elbette Ahu'yu da.


Ahu'nun annesi terliklerini sürüye sürüye namaz kılmaya giderken, küçük televizyonun kısık sesi odadaki tek varlık gibiydi. Dinçer koltuk köşesinde, sadece kabanını çıkarmış, tatlısını yemiş kasıntı halinde otururken Ahu pijamalarını giymiş çay demliyordu.

-Batu aradı bugün." Dedi küçük bölümün kapağını açıp, kaynar suyu doldururken. Konuşurken Dinçer'in yüzüne bakmıyordu ama adamın bakışlarını hissetmek artık zor değildi. "Sana yerleşecekmişiz iki üç güne." Bunu söylerken salondan çıkmış boşalan büyük çaydanlığa kettleda ısıttığı sudan doldurup saniyeler içinde salona geri dönmüştü. Dinçer de ona baş salladı.

-Evet. Söyleyecektim birazdan, toparlanmanız iyi olur. Düğüne birkaç gün kaldı zaten. Eksiğin falan var mı?" Çaydanlığı tekrar sobanın üstüne koyarken, kestaneleri maşayla çevirdi. Adam bu sefer onun yaptığı şeyleri seyrediyordu.

-Yok. Her şey fazla hatta. Ben düğün olayının abartılmasını hep saçma bulurum." Dinçer'e bakmış olsa bal rengi kürelerden geçen parıldamayı fark edebilirdi. Çünkü ne tesadüftür ki -ya da yazgı- nişanlısı da hiç sevmezdi düğünleri. Ona göre iki insanın birlikteliğini kutlaması mantıklıydı, ama kalabalık kasıntı düğünler? İşte bu dedesi onu gitmesi için zorladığında, ya da en yakın arkadaşları evlendiğinde göz devirerek yaptığı bir eylemdi. "Sever misin?"

-Neyi?" Kahverengi gözler ona tuhaf bir şekilde dönerken, Ahuyla aynı fikirde olduğu konuyu düşünmedi ve kızın kestanelerden bahsettiğini anladı. "Kestane mi? Galiba hayır." Kaşları kalkarken maşanın ucuyla kavradığı kestaneyi ters düz etti kız, burnuna, sobanın köşesine kesip koydukları keskin mandalina kabuğu kokusuna rağmen kestanenin kokusu geliyordu ve keyifliydi.

-Neden galiba dedin?"

-Daha önce yemedim. Pek canımın çektiğini söyleyemem." Önyargıdan bir yiyeceği hiç yemeyip, beğenmediğine karar vermek de neydi?

-Sahiden mi? Sokakta bile satıyorlar, elbette seni sobada kestane pişirirken düşünemiyorum, büyük ihtimalle ateş başına tek geçtiğin yer tehlikesiz barbekü ocağındır ama ne bileyim tatmışsındır diye düşündüm." Onun haklı olması Dinçer'in koltukta dikelmesine neden olmuştu, sahiden de tek yaptığı ateşle birebir uğraşısı, barbekü partisiydi.

Şirketten çıktığında ciddi bir kıyafet giymek istemediği için gömleğini sade bir kazakla değiştirmişti ama bu koltukta bile sakil duruyordu. "Yemeden sevmediğini nereden bilebilirsin?"

-İlla yemek mi gerekiyor?"

-Bu bir yiyecek. Elbette sevip sevmemek için yemen gerekir. Gelsene. Kaldın orada biblo gibi." Onu yanına çağırırken, çaydanlığın ağzını köşeye çevirmişti, yoksa Dinçer buhara maruz kalırsa bu naziklikle(!) yüzünün yandığını söyleyebilirdi. Zaten salonda o kadar tuhaf duruyordu ki, herhangi biri görse mutlaka onun buraya ait olmadığını saniyesinde anlardı. Soba demirinin üstündeki kestanelere gökten düşmüş taşlarmış gibi saf bir merakla bakıyorken, öte yandan onları maşayla dahi tutmak için bir çaba sarf etmiyordu. "Ben bir tabak getireceğim, yakma oranı buranı." Ahu'nun bir anne gibi onu azarlayıp gitmesine öylece kafa sallarken, gözlerini tekrar kestanelere çevirdi.

Çatırdayan ve çoktan çatlamış yiyeceğe tuhaf gözlerle bakarken, ne kadar sıcak olacağını hesap etmeden eline almak istedi bir tanesini.

-Siktir!" Elinde tabakla salona giren Ahu -zaten bitişik olduğu için gelmesi uzun sürmemişti ve Dinçer kendine zarar vermişti bile- elini dudağına götüren adamın yanına geldi hızlı adımlarla. Yerdeki kestaneye bakarken, kaşlarını çatarak söylendi.

-Yakma oranı buranı lafından ne anladın sen? Ver elini, ver bakayım." Zorla bileğini kavradığı adamın elini avcuna alırken, elindeki tabağı oturduğu zaman Dinçer'in önüne koyduğu sehpadaki çay bardaklarının yanına yerleştirdi. Elleri arasındaki parmağın kızarmış olduğunu görünce, gerçekten yaktığını anlamıştı. "Yanık kremi olacaktı." Adamı kolundan tutup çekiştirmeye çalışarak -Dinçer hareket etmek istemezse mümkün değil çekiştiremezdi- koltuğa doğru yürüdü. "Dolaptan alacağım, otur yerine dokunma hiçbir şeye. Çocuk gibisin."

Söylenerek giden kız, birkaç saniye içinde elinde buz gibi kremle gelirken Dinçer elini çoktan unutmuştu. Yaptığı tek eylem Ahu'yu izlemekti. Kutusundan çıkardığı kremin, plastik kapağını açtı ve metal ucundan çıkardığı sarı, yarı sıvı kremi parmağına damlattı. Soğuk ilacı, soğuk elleriyle adamın parmağına yayarken, bir yandan da ara sıra üflüyordu.

Onunla çok gelişme kaydettiğini fark etti Dinçer. Normalde Ahu, arabada elini tutmasına verdiği o tepkiden sonra onunla iletişime geçmez, hırçın bir tutum sergilerdi. Ama sabah söylediği gibi Dinçer'i umursuyordu.

Şuanda kremi sürerken bile ekşittiği yüzü o kadar gerçekti ki, dışarıdan  birisi sevdiği bir insana yardım ettiğini anlayabilirdi. Merhametli ve oldukça gerçekçiydi, böyle birinden haz edeceğini düşünmezdi Dinçer. Belli mi olurdu, belki onunla sahte evliliklerinden sonra dost kalabilirlerdi?

Dost olmak? Bu düşünce kaşlarını çatmasına yol açmıştı.

-Acıyor mu parmağın? Ah, ama ben sana söylemiştim, öyle dala atlayan maymun gibi elle tutulur mu kestane? İnsan maşa kullanır." Aklına gelen kestanelerle adamın yanından kalktı. Sobanın üzerindeki kestaneleri, tabağa maşayla atıp maşayı sobanın yanındaki çiviye astı. Tabağı tekrar sehpaya koyduğunda, çaydanlığı eline alarak bardaklara tavşan kanı diye tabir edilen o rengi tutturduğu çayı ince belli bardaklara -kendisi için kupa- doldurdu. Sessizlikle kendisini izleyen nişanlısının kremli eline, çaktırmadan üzüntüyle bakarken kendi kendine de ayrıca kızdı.

Hiç soba görmemiş adamı, yanına çağırıp orada bekletmek de neydi?

Ona neden bir şeyleri öğretmeye çalışıyordu?

Sobayı, kestaneyi neden öğrenmesi gerekirdi ki? Yarın öbür gün boşandıklarında evine soba alıp Ahu'yu mu hatırlayacaktı? Emindi kestane pişirirdi, kendi kendine gülerek kestanenin kabuklarını çıkardı. Bir yandan da annesini merak ediyordu, bu kadar uzun namazı nasıl kılıyordu acaba? Bu Mihriban Hanım'ın ikisi yalnız kalsın diye beklediği bir oyundu. Namazını çoktan kılmış, içeride dua ediyordu.

-Sen nasıl böylesin?" Dinçer, elleri etkilenmiyormuş gibi hızlı hızlı dumanı tüten kestanenin kabuklarını çıkaran kızı izlerken söyledi bu cümleyi. Kestane kabuğu rengindeki gözler kendisine dönünce, koltukta Ahu'ya doğru yanaştı biraz. Aralarında neredeyse hiç mesafe yoktu, kızın gülen surat çizili çoraplı ayakları Dinçer'in giydiği terliklere temas edecekti hatta. Yan yanalardı.

Bu terlikleri Ahu almıştı ona, annesinin sık gelecek bir misafire ayıp olur düşüncesiyle zorlaması üzerine. Büyük almıştı ama terlikler adama küçük bile gelmişti.

-Nasılım ki?" Dedi gözlerini Dinçer'den çekip tabağa çevirirken, onunla bu kadar yakın oturmayı hem umursamıyor gibiydi, hem de içten içe geriliyordu. Kendini yayın ucunda fırlayacak bir ok gibi hissediyordu.

-Olduğun gibi."

-Neden? Sen olduğun gibi değil misin?" Onun ciddi sorduğu sorunun gidişatını Dinçer değiştirdi. Aniden diline gelen sözcükleri yutmadı.

-Bilmem. Beni nasıl biri olarak görüyorsun?" Tüm kestaneleri temizlediğinde, kabukları tabağın bir köşesine, kestaneleri de ayrı köşeye ayırdı Ahu.

-Dengesiz, iyi kalpli, saygılı, sinirli, bazen düşüncesiz ama oldukça nazik." Dinçer'in yanan parmağına bakarak, mırıldandı. "Hatta biraz çıtkırıldım gibi."

-Çıtkırıldım mı? O ne?"

-Hani canı hemen yanan insanlar var ya. Öyle derler." Dinçer güler gibi bir ses çıkararak, kızın elinden tabağı aldı.

-Ne alakası var? Benim ettiğim kavgaların onda birini görmemişsindir. Nereden biliyorsun?" Kestaneyi incelerken, Ahu da aynı şekilde gülerek kendi kendine söylenir gibi konuştu.

-Doğru söylüyorsun. Nereden bileyim ki." Bu cümlenin üzerine bir şey demek istemedi Dinçer, bunun yerine kestaneyi önce ikiye böldü sonra dumanı tüten yarımı tek seferde ağzına attı. Oldukça sıcaktı ama lezzetliydi.

Hatta bayağı lezzetliydi.

-Hani sevmiyordun?"

-Belki sen yapınca severim." Cümle sonunda Ahu'ya göz kırptığında kız şaşkınlıkla ona bakakaldı. Göz mü kırpmıştı?

Dinçer ikişer ikişer kestaneleri ağzına attığı esnada, kız kendi çayına şeker koyup karıştırdı. Ama adam elbette şekersiz içiyordu. Bunu öğrendiği için çay kaşığı bile koymamıştı bardağına.

-Sevdin mi?" Dedi çayından bir yudum almadan evvel. Dinçer, Ahu ve Mihriban Hanım'a bırakmaması ayıp olacağından tabağı sehpaya koydu, ağzındakileri de saniyeler içinde yuttu. Sahiden harikalardı, iştah açıcı bir görüntüsü yoktu ama lezizdi, her gün yiyebilirdi. Bal rengi gözlerini Ahu'ya çevirdi ve eliyle kızın bileğini kavradı. Bileğinin üzerinde başparmağını gezdirirken, gülümsedi.

-Sevdim." Konu hala kestane miydi?

-Kusura bakmayın, soğutmadım çayları inşallah." Ahu, annesinin sesini kapıya ulaşmadan duyduğu anda bileğini Dinçer'in elinden kurtardı ve koltukta biraz kenara kaydı. Sanki basılmış gibi saçma sapan bir hisse kapıldığı için, yüzünü saçlarıyla örttü ve başını bardağına çevirdi. Ama Dinçer tüm yüzsüzlüğüyle sırıtıp, çayından bir yudum aldı.

-Biraz daha geç gelseydiniz, kestane kalmazdı."

-Ye evladım, afiyet olsun. Var daha. Yine koyarız."

-Aslında ben doğrudan konuya girip kalksam iyi olur, saat de geç oldu. Sizi tutmayayım." Kadının yorgun gözleri saate kayarken adama hak verdi ama bir yandan da böyle çayını bile bitirmeden gitmesine gönlü razı olmadı.

-Konuşalım tabii de... E sakıncası yoksa bu gece burada kal, oğlum?" Ahu, boğazına kaçan kaynar çayı bir balina olsa tepesindeki delikten fışkırtırdı. Nefesinde tıkalı kalan sıvı onu boğacakken elini ağzına örterek tüm kuvvetiyle durmaksızın öksürdü. Dinçer sırtını eliyle sıvazlarken kendini toparladı ve annesine gözlerini aça aça baktı.

-Anneciğim ne gerek var? Hem laf söz olur mahallede. Yakışık almaz, işleri çok zaten onun değil mi Dinçer?" annesi Ahu'nun heyecanına gülümserken tek kişilik, örtü serili berjerine geçti ve sıcak çayını masanın üzerinden aldı.

-Onlara ne benim misafirimden? Onlarla mı yaşıyoruz? Ayrıca sen de demez misin "İnsanlar hep konuşur onlara göre yaşayan gerizekalıdır!" diye?" Kız kendi kendine küfretti içinden, keşke o kadar net bir cümle kurmasaydı, çünkü şimdi annesi de Dinçer Barlas da ona gülüyordu. Hem annesi laf etmişken onun lafının üzerine laf etmezdi. Kupayı uzun parmaklarıyla sarmaşık gibi doladı porselen kupaya.

-Doğru..." diye mırıldandı sadece, tek ümidi Dinçer'in bu teklifi kabul etmemesiydi, ama söz hakkının doğurduğu sessizlik salona hakim olunca adam, tamamen rol olduğunu sadece kızın anlayabileceği mahcup bir tebessümle -ne ara birbirilerini tanıdıklarını ikisi de bilmiyordu- kadına baktı bal damlası gözleriyle.

-Rahatsız etmeyeceksem, memnuniyet duyarım Mihriban Hanım." işte Ahu tam o an onun kafasına okkalı bir şamarı patlatmak istiyordu.

-Ne rahatsızlığı, umarım yerini yadırgamazsın oğlum. Sana Ahu'nun odasını hazırlarız." kız kaşlarını çatarak oyuncağı misafir çocuğuyla paylaştırılan çocuk gibi suspus kalırken, onun bu halini gören Dinçer kaşlarını kaldırarak tekrar kadına döndü.

-Yok, ben koltukta uyurum." Suratını asıyordu ama onun bu cümlesiyle kendini rahatsız hissetti Ahu. Evindeki her misafire, sereceği bir yatağı, vereceği bir tabak yemeği mutlaka olurdu.

-Olmaz öyle şey. Alışkın değilsin, uyuyamazsın." Dedi itirazı asla cevap görmediğini belli eden bir ses tonunda konuşarak. Buna ilave dağınık olsa da hoş görünümlü kavisli kaşlarını indirmiş adama dudaklarını birbirine bastırıp, iki kenarını yukarı kıvırarak gülümsemişti.

-Uyurum Ahu, eminim." Bir şeyler uydurması gerektiğinin farkındaydı, çünkü Ahu'nun koltukta yatmasını, dağdan gelip bağdakini kovmayı hiç istemezdi. "Hem ben birine ait bir yatakta yatamıyorum." Mihriban Hanım öğrendiği bilgiyle anlamadığı için suratı tuhaf bir hal alırken, Ahu da aynı ifadeye ek olarak bir de huysuz huysuz söylendi.

-O nasıl iş be? Otelde de kalamıyorsun o zaman."

-Evet, kişiye ait bir şeyler bana ait olmayınca dokunamıyorum, biliyorsun. Sana geçen seminerden bahsetmiştim hayatım?" Kız dili zor zaptetti "Ne hayatı?" Dememek için, elbette birkaç güne evlenecek çift birbirilerinin gözlerine derin derin bakarak iç çeker, iltifatlar eder, sokak köşelerinde öpüşürdü.

Ahu'nun, Dinçer'e bir elini öptürmediği kalmıştı. İlişkileri gerçekten dillere destan bir aşkın sımsıkı kilitli kapılarını aralamıştı(!)

-Evet canım, unuttum yoğunluktan kafa kalmadı kusura bakma. Ama itiraz istemem, müstakbel eşinin yatağında yatacaksın."

-Ah Ahu, hiç laf dinlemiyorsun ki. Diyorum işte çalışma bırak, sen daha yeni başladın derslere." Kız gözlerini kısarken, onun bu oyuncu hallerine karşı önlem alması gerektiğini fark etmişti. Çünkü görünen o ki zavallı annesi, onun bu haline kanıyor, cümlesi biter bitmez Ahu'ya çeviriyordu gözlerini.

-Ya. Ben de dedim oğlum, dinlemedi. Sağ olasın, senin doktorun da çok ilgili. Şuan onun düşünmesi gereken en önemli şey dersleri ve birbirinize iyice bağlanacağınız bu aşk dolu evliliğiniz." Bir an için Dinçer konuşacağı konuyu unutmuştu, soğumaya başlayan çayından birkaç yudum alırken başını salladı yutkunduktan sonra.

-Ben de onu söylemeye geldim. Düğün için içinize sinmeyen bir şey var mı? Yani ben sık sık takip ettim ve açıkçası beğendim." Bu da başka bir yalandı. O kadar işin altından kalkmaya çalışıp, dedesinin manyak ortaklarıyla uğraşmaktan, düğünü sadece öylesine gözden geçirebilmeye fırsatı olmuştu. "Sizin istediğiniz ama gerçekleşmeyen bir şey varsa söylemenizi istiyorum. Düşünceleriniz benim için kıymetli."

-Hayır güzel çocuğum, Allah'a şükür eksik yok fazla var. Hatta, çoğunu biz gereksiz bulduk ama..." Biraz mahçup bir şekilde cümlesini ancak tamamladı kadın, gözlerini kısa bir süre Ahu'nun kahvelerine çevirmişti. "Sedef Hanım yakışık almayacağını söyledi. Yani pek ne yenilir ne içilir bilemedim ben, gelinlik için de Nefes kızım ayrı masraf ettirince biraz rahatsız olduk. En azından damatlığını bizim almamızı isterdim." Dinçer bal kürelerini ilk solundaki kıza çevirdi ama Ahu gözlerini çayın üzerindeki dem tanesine odaklamıştı, onun bu konunun açılmasından hiç hoşnut olmadığını anladı adam. Sedef faktörünü Nefesle bir nebze yumuşatmıştı ama kuzeni, her zamanki kuzeniydi.

-Bakın..." çayını önündeki masaya koyup ayaklandı ve bir iki adım sürmeden kadının yanına gelip, tekli koltuğun önünde dizini yere yaslayarak eğildi. Kadının yıllarca iş yapmaktan yer yer nasır tutmuş ellerini kavradığında, bu ellerde bolca var olan şefkat o kesiklerin, nasırların aksine oldukça yumuşaktı da. "Düğünler, bana saçma gelir. Önemli olan iki insanın hayatını birleştirmesi. Benim babamla annem, babam görevden gelir gelmez evlenmişler. Hatta annemin üzerinde pantolon varmış ve dedem Merih Bey, öğrenince kalp krizi geçirmiş ama konumuz bu değil." Kadının gözlerinde beliren gamzelere rastlayınca doğru yolda olmasından güç alarak, devam etti sözlerine. "Ben Ahu'yu çok seviyorum, onu mutlu edeceğim. Ve bunu yaparken üzerimdeki damatlığa bakmayacağıma da eminim. Siz de takılmayın."

Kadının elini öptüğünde, sırtından geçen ürpertiyle kupaya parmaklarını daha sıkı doladı Ahu. Ya konuşmasının gerçekliğine bir an için inanma aptallığı gösterseydi? Sahiden büyük oyuncuydu, bu defa annesini geçip, kendisini bile kandıracaktı az kalsın.

-Allah yolunuzu açık etsin oğlum. Ayağınıza taş değdirmesin. Tam birbirinizi bulmuşsunuz, Ahu küçüklüğünden beri evlenmeyeceğini söyler, diretirdi. Düğünleri sevmezdi. Hatta bir komşumuz ona gelinliğe benzer elbise aldığında makasla kırpık kırpık kesmişti."

Hırçın prenses. Dinçer, bu anıya gülerek omuz üstünden kıza sinsi bir bakış attığında Ahu yalandan ağzını aça aça esnedi.

-Benim uykum geldi. Hem misafir olduğu için çekinir Dinçer söylemez ama onun da uykusu var. Hadi kalkayım da yatağını hazırlayayım." Daha annesi ağzını açamadan ona çakma bir şekilde gülümseyerek odasına koşturdu Ahu, ikisinin kıskacında kalmak çok sıkıntılıydı.

Annesi birazdan Tarık Akan filmlerinde onun çığlık ata ata televizyon önüne koştuğunu anlatıp, Yeşilçam aşkından da bahsederse o zaman iyice Dinçer'in diline düşerdi.

Yatağının örtüsünü çekip, temiz çarşafları sererken, yatak kenarlarına çarşafları tıkıştırdığı esnada adamın söyledikleri bir kez daha aklına geldi.

"Ben Ahu'yu çok seviyorum."

"Onu çok mutlu edeceğim."

Başını sağa sola sallayıp, yatağı hazırlamaya devam etti. Kendi çarşafları ve yastığını odasının köşesindeki sehpadan bozma komidinin üzerine koyarken, yorganı da serip, misafire hazır olduğuna kanaat getirdi. Tabii tek kişilik yatağa Dinçer sığar mıydı bilmiyordu ama umrunda da değildi, kendisi kabul etmişti yatılı kalmayı.

Salona geçtiğinde bir süre adamın, annesine onun evine yerleşmeleri hakkında sorduğu sorulara baş sallamakla geçirdi zamanını. Birkaç gün sonra boşanacağı adam, neden onların evine taşınmasında bu kadar ısrar ediyordu? Gözleri günün yorgunluğuyla kapanmaya başlarken, annesi Ahu'ya salondaki koltuğu hazırlamak için çarşaf getirmeye gitti.

-Annenin ameliyat olacağını biliyorsun değil mi? Düğünden sonra." Uykusu aniden koşarak uzaklaşmıştı salondan. Şimdi tüm zihni uyanıktı işte, ikisi salonda yalnızken bu konunun açılması tüylerini diken diken yaptı.

-Evet. Konuştuk. İyileşecek." Sesini bir robotmuş gibi duygudan süzerek akıtınca tek kelimelik cümlelerine karşılık, yutkunarak, başını aşağı eğdi Dinçer.

-Evet." Dedi bu seferki büyük yalanını, müstakbel eşinin gözlerine bakarak söyleyememişti. "Tabii ki iyileşecek." Bu ameliyatın son çare olduğunu bilen Ahu, bir kelime daha ziyan etmedi. Yoksa ağlayacağını biliyordu, şu aralar en çok ihtiyaç duyduğu şeydi ağlamak. Ama güvenebileceği omuz sayısı, sınırlıydı. Üstelik en yakınlarına karşı zırhını indirmesi bile o kadar zordu ki...

Mihriban Hanım salona girdiğinde Dinçer bir tebessümle oturduğu koltukta onun eski, gıcırdayan koltuğu açarak geniş hale getirip, çarşaf sermesini izlerken Ahu dolan gözlerini gizleyerek ayaklandı.

-Ben Dinçer'e giyebileceği bir şeyler bulayım." Odaya giden kızın arkasından buna ihtiyacı olmadığını söyleyecekti ama o çoktan gitmişti, bu yüzden Mihriban Hanım'ın Ahu'ya yatak hazırlamasını izlemekle yetindi.

Yanan sobanın etkisi salonda azaltmaya başlamıştı, burada Ahu'nun yatacağı aklına gelince hemen ayağa kalktı adam.

-Ben odun alabilir miyim? Ahu, üşüyebilir." Bal rengi gözler bu evde Mihriban Hanım'ın da üşüyebileceğini fark ettiğinde iyice açılırken, kadın gülümseyerek yorganı da koyup onun yanına gelmişti.

-Ahu soba sönmeden uyumaz oğlum, hem üşümez o merak etme."

-Siz? Siz üşümüyor musunuz?"

-Hayır, üşümüyorum tabii. Dediğim gibi, sen düşünme bunları. Rahatına bak, bir şeye ihtiyacın olursa da saat kaç demeden çal kapımı, ya da Ahu'ya söyle. Olur mu?" Onların evine taşınması çok iyi olacaktı, bunu fark etti Dinçer. Ahuyla boşandıklarında da kıza İstanbul'un en güzel evlerinden birini alacaktı.

Üşümek, sahiden garipti. Evinde olduğu zamanlarda, soğuğu hissettiği bir gece olduğunu hatırlamıyordu.

-Dene bunları. Kısa gelir ama idare eder." Kendisi kalpli tuhaf pijamalar beklerken uzatılan erkek pijaması tarzında şeylerdi. Bol uzun kollu kalın kapüşonlu ve polar, uzun bir pijama altı.

-Gelmez, bunlar çok uzun sen nasıl giyiyorsun bunu?" Kadın, kızına bakıp söylendi. Ama söylenmesi bile o kadar narindi ki, kızar gibi değildi. İkisinin hiç kavga edip etmediğini merak etti Dinçer, sonra Ahu'nun ne kadar sabırlı ve saygılı olduğunu hatırlayınca bunun gerçekten yaşanma ihtimalinin sıfır olduğunu anladı.

-Ahu'm giymiyor ki adam akıllı bir pijama oğlum, varsa yoksa böyle tuhaf şeyler biliyorsun..." aslında bilmiyordu nelerden hoşlandığını ama Ahu'nun vücut hatlarını belli etmeyen şeyler giyindiğine çok kez şahit olmuştu artık.

-Seviyorum bol şeyleri, ama bu pijama altını  gerçekten çok abarttım. Resmen üç dört kez kıvırıyorum, bence sana olur." Masadaki tepsiye bardakları ve kestane tabağını koyarak yerinde doğruldu. "Anne sobayı söndürür müsün lütfen? Sana da iyi geceler." Kızın yüzü daha deminki ameliyat konusundan dolayı o kadar asılmıştı ki, Dinçer salondan çıkmasına izin vermeden önüne geçip yüzüne eğildi ve çene kemiğini iki eliyle tutarak yanaklarını öptü Ahu'nun.

-İyi geceler Ahu."

-Ne yapıyorsun ya..." aklına annesi gelince kadına kaçamak bir bakış atıp, yalandan gülümsemeye çabaladı. "Annem var Dinçerciğim..."

Mihriban ikisine gülümsemek dışında bir şey söylemeden kapıya ilerlediğinde Dinçer onun geçmesi için boşluk yaratma amacıyla bir adım geriledi ve kadın odasına gittiğinde, Ahu adamın ayağına bastı terliğiyle. Adam bundan sadece bir nebze acı duyarken, kısık sesle söylendi.

-Fırsatçı mısın? Ne diye boşluğumdan faydalanıyorsun?"

-Biz evleneceğiz, Mihriban teyze de bizimle kalacak bu durumlara alış."

-Söyle bir zahmet, salak gibi kalıp daha dikkat çekmeyeyim." Adamın yüzünde sinsi bir tebessüm doğdu.

-Alışacağım diyorsun?"

-Allah rahmet eylemeden, rahatlık versin, uyu artık diyorum. Hadi." Dirseğiyle onu ittirmek için çabalayıp mutfağa girdiğinde, Dinçer bardaklardaki arta kalan çayı lavaboya döken kıza gülerek koridor sonundaki odaya girdi. Mihriban Hanım soldaki odaya girdiğine ve karşı kapısı da banyo olduğuna göre... Sondaki oda Ahu'ya aitti.

Üstü kare şeklinde cam kapıyı ses çıkarmamak için çabalasa da gıcırdatarak açıp başını eğerek, yavaşça içeri girdi. Aklını mı oynatmıştı yoksa Ahu'nun bir kokusu vardı ve tüm oda onunla mı dolmuştu? Kapıyı arkasına dönmeden ittirerek kapatırken, bal rengi gözlerine saf bir merakın pençelerini geçirerek inceledi her yeri.

Sade, yeterli, efsunlu kokuya sahip eski bir oda.

Ahu.

Uzun parmaklarını kendisinin aldığı ve Ahu'nun yerdeki iki raflık kitaplık tarzındaki yere koyduğu defterlerde, en üste yerleştirdiği özel kalem setinde gezdirdi. Henüz açmaya, kullanmaya kıyamamıştı kalemleri.

Kol saatini çıkarırken iki adım daha attı odada. Pencerenin tül perdesini sıyırıp, geceyi aydınlatan sokak lambasına baktığında içini tarif edilemez bir huzur kaplamıştı. Uzun zamandan sonra birilerinin olduğu bir evde uyuyacaktı.

Uzun zamandan sonra, bir eve misafir oluyordu.

Çıkardığı saati yatağın yanındaki sehpaya koyarken, üzerindeki fotoğraf dikkatini çekti.  Üç kız yan yanaydı ve ortadaki Ahu'yu direkt fark etti Dinçer. Saçları at kuyruğu şeklinde toplanmıştı. Her okulun yaptığı sıkıcı üniformalardan, kırmızı ekose etek, onun kalçasındaydı ve yüzünde büyük bir gülümseme vardı. Dişleri görünüyordu ve gözleri sevinçten kısılmıştı. Yanındaki kızlar elbette Ceyda ve Aydandı.

Parmağını altın rengi çerçevenin kenarlarında gezdirirken gözü onun yanındaki resme kaydı. Annesiyle Ahu vardı fotoğrafta, salondaki koltukta oturuyorlardı ve başını annesinin göğsüne yaslamıştı kız. Mihriban Hanım, onun saçlarına dokunurken yüzünü Ahu'ya doğru eğmişti. Bu karede de olmadığı kadar mutluydu Ahu.

Sırtında bir şey dikkatini çekti Dinçer'in. Bir el.

Sokak lambasının hir nebze aydınlattığı odada, arka cebinden telefonunu çıkarıp flaşı açtı ve daha dikkatli baktı fotoğrafa. Eksik, kesilmiş bir fotoğraftı. Elin sahibinin erkek olduğunu ve babası olduğunu düşündü Dinçer. Çerçeveyi tekrar yerine koyarken, odada birkaç resim daha bulunduğunu gördü ama bunlara sabah göz gezdirmek en iyisiydi.

Biraz uykuya hayır demezdi.

Hele de temiz serilen çarşafların üzerine atılan mavi yastığı yerine, köşedeki eski sehpanın üzerinde duran, Ahu'nun vişne rengindeki yastığını almışken...


Eliyle, telefonuna, gözünü açmadan ulaşmak isterken sehpaya üçüncü kez çarptı ve bir küfür mırıldandı adam. Yatak ona o kadar küçük gelmişti ki, yorgan bile fazlalıktı. Hatta üstündekiler bile!

Saat çok erken olduğu için yavaşça gerindi ve bir timsahın ağzını açmasını andıracak kadar güçlü esnedi. Küçük ve soğuk olmasına rağmen o kadar huzurlu uyumuştu ki, fark edilmeyeceğini bilse Ahu'nun yastığını alıp giderdi. Belki onu beraber yatmaya ikna edebilirdi? Annesinin onlarda kalmasını bahane edebilirdi?

Bunu sonra düşünmeye karar vererek yerinden çevik bir hareketle birlikte kalktı. Önce yüzünü yıkayacak, büyük bir bardak su içecekti. Normalde duş alırdı ama zahmet vermek istemiyordu ve kıyafet için de eve uğraması gerekiyordu. Kahvaltılık bir şeyler almaya çıkabilirdi.

Lavaboda yüzünü yıkayıp, duvardaki çiviye asılı havluyla kurulandı ve lekeli aynada sakalları üzerinde elini sürttü. Tıraş olması da gerekiyordu ama düğünü zaten birkaç gün sonraydı, mutlaka olacaktı.

Mutfağa doğru yaklaştıkça mırıltılar duymaya başladığında önce kaşları kıvrıldı, sonra kızın saçlarının belli belirsiz savrulmasını görünce gülümsedi. Ahu, çoktan uyanmış, ocağa koyduğu büyük cezvedeki yumurtaların başında saniye sayıyordu.

-Günaydın." Pürüzlü ama kalın ses kulaklarına ulaştığında hesabı kaçırmamak için gözlerini yumurtadan ayırmadı ve geçiştirir gibi mırıldandı.

-Günaydın...Üç yüz elli bir, üç yüz elli iki, üç yüz elli üç..." hala kıpırdamadığını görünce gözlerini kısa bir an Dinçer'e çevirdi ve kahverengi gözler, yuvalarından fırlamamak için ekstra çaba sarfetti. "Çüş! Ne yapıyorsun!" Bir eli cezvenin kulpunu tutarken, diğer eliyle gözlerini kapattı.

-Kapüşonlu sıktı..."

-Ne demek sıktı? Çıplak gezilir mi? Bir de bu soğukta! Annem gelecek birazdan, çık git giyin." Bu sırada ona bakmamak için başını kapı tarafından çevirip cezveyi kaldırdı ve yumurtaları soğuk sudan geçirdi. Dinçer onun bu gözlerini kaçırma hareketinden çok keyif almıştı.

-Ben hep çıplak yatarım. Şuan bile fazla giyiniğim." Ona cevap vermeyince birkaç adımı attı adam ve Ahu bunu hissettiği an iyice gerildi. "Baksana, neden bakmıyorsun?"

-Dinçer Barlas, lütfen gidip giyinir misin?" Onu daha fazla utandırmamak için üzerine gitmedi adam -bunun için elbette çok fırsatı olacaktı- sırıtarak odaya giderken Ahu da çaktırmadan koridorda odaya doğru giden adamın arkasından, olduğu yerden kımıldamadan geriye doğru esneyerek baktı. O sırt da neyin nesiydi?

Başını aklına üşüşen düşünceleri defeder gibi sağa sola salladı ve elini göğsüne koyarak derin bir nefes aldı.

Neyse ki yumurtaları kayısı yapabilmişti.

Mutfaktaki katlanabilir masayı salona açtı ve sobadaki çayı kontrol etti. Her şey hazırdı, salon oldukça sıcaktı ve gece Dinçer'in üşümesinden biraz endişelendiği için -annesi ve kendisi alışıktı ama adamın olduğunu zannetmiyordu- bulaşıkları yıkadıktan sonra, odunluğun yanındaki eski elektrikli sobayı takmıştı odasına ama anlaşılan beyefendi ondan da sıkılmış, çıplak yatmıştı.

Hazırladığı kahvaltılıkları masaya koyarken, yeterli olup olmadığını düşünmedi. Misafir umduğunu değil, bulduğunu yerdi sonuçta. İnce belli bardakları da masaya getirirken, annesi dış kapıyı anahtarıyla açtı ve hızlı hızlı soluklanırken içeri girdi.

Elindeki poşetleri anca kapıyı kapatınca fark etti Ahu. Hemen çay kaşıklarını bırakıp kadının yardımına koşarken, söylenmeyi ihmal etmedi.

-Anne, neler aldın böyle?" Onun tek beklediği, Süheyla teyzesinin annesiyle beraber yaptığı reçel ve taze ekmekti ama kadın birsürü şey almıştı. Mutfağa gidip küçük tezgaha poşetleri koyarken, çeşit çeşit peynir ve salamları gördü.

-Misafirimiz var kızım, peynir ekmek mi verecektik nişanlına?"

-Anne yapma Allah aşkına, neden paranı böyle şeylere harcıyorsun? Kahvaltı işte, şart mıydı bunlar?"

-Yapma Ahu'm, ayıp. Zaten bir günlüğüne kalmaya gelmiş adam, layıkıyla ağırlayalım. Hadi kuzucum, söylenme." Annesi tabaklara aldığı kahvaltılıkları koyarken, tahtada ekmek kesmeye başladı kız.

-Hayır, haddim değil anne. Söylenmiyorum, söylenmiyorum da, neyse... Sen öyle diyorsan."

Konuşulanlara, Dinçer kulak misafiri olmuştu. Kazağının kollarını çekiştirirken, duyduğu konuşma onu da mutfağa girmeye itti. Üç kişilik bir yer olmadığı için kapıda kalmıştı.

-Benim için hiç önemi yok, Ahu biliyor Mihriban teyze, kahvaltı yapmayı sevmiyorum. Bir kahve, çay yetiyor." Kadın, kestiği peynirleri köşeye koyarken Ahu'ya inceden azarlar bir bakış attı. Dinçer kızın sıkıntıyla başını önüne eğdiğini görünce, onun bu uysal tavrının sadece ve sadece annesine olduğunu fark ederek duruma el attı. "Ayrıca ben misafir değilim. Öyle değil mi?"

-Elbette değilsin. Lafın gelişi oğlum, neyse hadi yapalım kahvaltımızı, Ahu'm sen simitleri de getir." sırtındaki saçlarına dokunarak giden kadına, gülümseyerek başını salladı Ahu. Böylece annesi gidince Dinçer için mutfakta yer açılmıştı.

Söylediklerinde samimiydi adam. Evet dedesi onu tam anlamıyla yediği önünde yemediği ardında olarak yetiştirmişti. Hatta adamın babası Yalım Barlas'ı, bir asker olduğu için kızını ateşe atmak istemediğinden başta kabullenemese de, adam öldüğünde en çok üzülenlerden olmuştu. Dinçer'i o andan itibaren bir kral gibi yetiştirmiş, her şeyiyle bizzat ilgilenmişti. Kendi oğullarıyla geçirdiği zamandan daha çok zaman geçirmişti Dinçerle.

Evet belki eksiklik çekmemiş bir genç adamdı ve hayatında bu ev gibi bir yerde daha önce hiç kalmamıştı. Ama şuan bu durumu yadırgamıyorsa, bu kadar benimsemişse ve bir peynir ekmek yemeyi hor görmüyorsa bu dedesinin verdiği eğitimdendi. Bulunduğu koşulları seviyordu ama hiçbiri Dinçer için vazgeçilmez şeyler değildi. Kahvaltı da soba yanında oturup peynir yese de olurdu, Eyfel Kulesi'ni gören bir dairede suffle yese de... Her koşula uyum sağlardı. Hem ne demişti babası annesine yazdığı son mektupta?

"Aç kalmıyorum Gül. Beni asla merak etme. Oğlum için döneceğim."

Dönüşte yapılan saldırı, sadece arkadaşlarını korumak için öne atılan Yalım Barlas'ı almıştı. Babasının, annesinin, son olarak dedesinin elinden alındığı bu dünyada iki üç yiyeceğe tamah edecek değildi.

-Yardım edeyim mi?" Dedi ekmekleri ve simitleri sepete koyan kızın yanına geldiğinde. Başını sağa sola sallayan Ahu, bıçağı lavaboya bırakıp ellerini sudan geçirdi.

-Sepeti götür, yeterli." Sonra aklına gelmiş gibi, çekmeceye taktığı havluyla ellerini kuruturken adama döndü. "Arka çıktığın için sağ ol." Omuz silken Dinçer çoktan mutfaktan çıkarken, Ahu da birkaç dakika içinde mutfağı toparlayıp salona gelmişti.

Masaya oturduğunda, adam bardaklara çay dolduruyordu ve kahvaltısını ucundan yaparken gözünü ondan ayırmadı kız.

O kadar rahattı ki hareketleri, gören normalde elli farklı çeşit bıçak kullanarak kestiği domatesi, hep çatalla kesiyor zannederdi. Üstelik Ahu ona bıçak getirmesine rağmen kullanmıyordu da. Sobanın yanında sobadan daha büyük duruyordu ve tüm salon onun yabancı varlığıyla dolmuştu.

Uzun bir süre -kahvaltının sonuna kadar- Mihriban Hanımla ülke hakkında konuştular, okudukları haberler hakkında sohbet ettiler ve Dinçer şirketlerinin yaptığı bir inşaatta çıkan komik sorunu anlattığında Ahu bile çaktırmadan gülme krizinden kurtuldu.

-Al." Adam, önüne kız tarafından sürülmüş reçelli ekmeğe bakarken iştahı anında kapanmıştı. Reçelden haz etmezdi, küçükken annesi bile inatçı oğluna bunu yedirmek için çok çabalamıştı ama Ahu yaptığı için reddetmek istemedi. Ekmeğin çabuk bitmesi için büyük bir ısırık alırken, ev yapımı reçel iri etli dudaklarına bulaştı. Oldukça lezzetliydi böğürtlen reçeli. "Süheyla teyzeyle annemin yaptıkları da çok güzel, ayva reçeli o da istersen ye."

-Hangi marka bu?" Dedi Dinçer böğürtlen reçelinin taneleri dilinin üzerinde gezinirken. "Reçel sevmem ama beğendim."

-Markası yok çocuğum, Ahu yaptı onu." Adamın bal rengi gözleri, cümledeki özneye dönerken ağzına attığı ikinci lokmayla ekmeği de bitmişti. Şekersiz çayından büyük yudum alarak, kolaylıkla yuttu lokmasını ve şaşkınlığını gizlemedi.

-Reçel mi yapıyordun?" Sonra bunun tuhaf durmaması için başını Mihriban'a çevirip güldü. "Her gün bir özelliğini keşfediyorum. Başka reçeller de yapıyor musun?"

-Evet. Gül ve vişne reçellerini de. En sevdiklerimi yani." Çay doldurmak için ayağa kalktığında adam yanından geçip sobaya giden kıza laf atmadan duramadı.

-Artık bana bol bol yaparsın." Mihriban Hanım'a çaktırmadan göz kırparken, çaydanlığı doldurduktan sonra çarparak yerine koydu Ahu. 

-Hiç şüphen olmasın."

Güzel bir aile kahvaltısını tamamladıklarında Dinçer her şey için teşekkür ederek ayrıldı oradan. Evine doğru yola çıktığında yüzünde bir gülümseme vardı. Uzun zamandan beri ilk defa bu kadar zinde hissediyordu, resmen yeni ailesiyle deşarj olmuştu. Ve birkaç gün sonra kızla evlenecekleri, onun evinde kalacakları aklına geldiğinde umursamadığına inansa dahi içinde bir yan seviniyordu.

Çünkü ne kadar kabul edilmese de, kimse özünde yalnız kalmak istemezdi. Yıllardır söylenen şu "İnsan sosyal bir varlıktır ve yalnızlık bir tercih değildir." Sözü ne yazık ki doğruydu. Dinçer, bunu inkar etse de o an duyduğu sebepsiz mutluluk bile, bunu kanıtlıyordu.

Düğün Günü

-Dinçer..." Gelin için ayrılan odanın kapısından çıkan gözü yaşlı kadın Mihriban Hanım'dan başkası değildi. Birazdan kızını alacak olan adam, kapının önündeydi ama onunla konuşması gereken şeyler vardı. İçinde büyüyen bu kelime yumağı, genzini tıkıyordu. "Seninle de konuşalım mı oğlum?" Onun kızla neler konuşabileceğini tahmin etmek zor değildi, muhtemelen her anne gibi evlilikte yaşanacak birtakım olaylara karşı kızını bilgilendirmişti. Ama kendisiyle ne konuşacağını anlamamıştı adam.

Üzerinde koyu lacivert bir takım elbise vardı ve iki saat önceye kadar yüzünde duran kirli sakallarının yerini kaymak gibi cildi almıştı. Saçları ünlü kuaförünce, özenle taranmıştı.

-Tabii. Şimdi mi?" Yanındaki iki arkadaşı kadının bu isteği üzerine Dinçer'e baktığında, Ahu'yu alacağı esnada konuşacakları konunun ne olduğunu anlamasa da bozuntuya vermedi adam.

-Evet. Çok kısa."

Eliyle koridorun ucunu gösterirken, merdivenlere yaslanmayı bırakmış elindeki çiçek buketini yanlarına gelen Batu'nun yüzüne bakmadan eline tutuşturmuştu. Ona son iki gündür oldukça sinirliydi çünkü yaptığı imalarla canını sıktığı yetmezmiş gibi, Ahu'nun çalıştığı kafeye bile gittiğini öğrenmişti.

O an onu düşünmeden Mihriban Hanımla koridorun sonuna yürüdüklerinde, gözleriyle etrafı taradı ve yanlarından işlerini yaptırmak için koşuşturan garsonlar haricinde kimse kalmayınca, gülümseyerek ona döndü.

-Dinçer, oğlum ben sana bir şey soracağım ve bu konuda dürüst olmanı istiyorum senden." Yüzündeki gülümseme kısa bir süreliğine hasar görse de, hızlı toparladı. Başını aşağı eğerek kadının isteğini kabul etmiş gibi davrandı ama nedense bu cümle, ona doğruları söyleyemeyeceği hissini uyandırmıştı. "Ahuyla evliliğinizin, aşkınızdan başka bir amacı var mı? Maddi durumumuz ya da onun sıkıntısı gibi bir nedeni?"

Aniden böyle nokta atışı yaparak bir tespitte bulunması, Dinçer'e, kadının bir şeyler sezmekten çok duyabilmiş olma ihtimalini düşündürmüştü.

-Kızınıza duyduğum hislerden şüpheniz mi var efendim?" Dedi sahte bir efendilikle. Yüzündeki ifade öylesine hayal kırıklığına uğramış gibiydi ki, Mihriban bunu sorguladığı için çok utandı ve yanakları kızardı. "Size bunu düşündürdüğüm için üzüldüm." Elleri anında kadının sıcak, şefkatli elleri tarafından sarmalanırken, devamında duymak istediği şeyleri duydu.

-Hayır hayır, yanlış anlama beni." Çatlak dudaklarını yalarken, gözlerini ne diyeceğini bilememenin getirdiği telaşla etrafta gezdirdi Mihriban. "Eğer bir evlilik sevgi, saygı üzerine kurulmazsa, sabun köpüğü gibi olur oğlum. Sizin hislerinizden şüphem yok, ama bir yandan da eğer böyle bir durum varsa ve ben sebep olduysam bu işi bitirin Dinçer. Gerçekten istemediğiniz hiçbir şeyi yaşamayın, hatta şuan bile bu kapıdan çıkıp gidebilirsiniz."

-Hayır, gerçekten Ahu'ya duyduğum hisler gerçek, ben ondan başka birisiyle zaten evlenemem." Kadına sıkı sıkı sarılırken, bu sarılmanın sebebi gözlerine daha fazla bakarak yalan söyleyememesiydi. Ahu, annesinin gözlerine sahipti ve kadının gözbebeklerine baka baka yalan söylemek, onun için hiç kolay olmamıştı. Sanki o yuvarlaklarda Ahu'nun dürüstlüğe olan sevdasının korları yer alıyordu ve Dinçer'in içini yakmıştı.

Ayrıca son cümlesi yalan sayılmazdı, o asla evlilikle işi olacak bir adam değildi. Bu yüzden evlenirse anca Ahu gibi birine katlanabilirdi ve ancak bir anlaşmayla evlenebilirdi.

-Ahu'yu bekletmesem, size ayıp olur mu?" Ayrıldıklarında gözleri dolu dolu kafasını sağa sola salladı Mihriban. Bu delikanlıya güveneceğini biliyordu, çünkü eğer bu evlilik sahte çıkarsa ameliyata giremeyeceğine, gözünün arkada kalacağı kadar emindi.

-Hayır hayır, çok bile bekledi. Teşekkür ederim. Ben sadece sormak istedim."

-Anlıyorum, anlıyorum. Ben teşekkür ederim." Kadın merdivenlere yürüyene kadar güler yüzünü korudu ama Mihriban Hanım gözden kaybolduğu an kaşlarını hızla çattı. Onun aklına bu düşünceyi kim soktuysa seve seve ayarını verecekti, şimdilik yapması gereken nişanlısını nikahlarının kıyılması için aşağı götürmekti.

Sinirle adımlarını hızlı hızlı atarken, Batu'nun elinden çiçeği aldı ve arkasında öfkeli bir adam bırakarak kapıyı açtı.

-AYYY!" Çığlıklar eşliğinde yüzüne doğru ittirilen kapıyla ne olduğunu anlamazken, İngiltere'deki yakın arkadaşı elinde bir zarfla imdadına yetişmişti. O anda aklına gelen kapıdaki kızlara para verme geleneğiyle, zarfı alıp aralıktan uzattı ve fısıldaşmalara kulak misafiri oldu. "Çüş!" Dedi Ceyda, zarftaki yüzlükleri saymaya matematiği yetmezken. "Ahu, enişteyi yolduk kızım!"

-Saçmalamayın da açın kapıyı, Allah Allah." Ahu'nun çemkirmesini duyunca anca öfkesini unutup gülümsedi Dinçer. Elbette kız arkadaşlarıyla kıkırdayıp, dans edecek neşeli bir gelin değildi Ahu, kendisi gibi bu kalabalıktan oldukça sıkılmış olmalıydı.

-Buyrun Dinçer Barlas!" Aydan kapıyı sonuna kadar açıp ikisini karşı karşıya getirirken, adamın çiçeği tutan havadaki eli aşağı indi. Tüm işleri ve kararları Ahu'ya bırakırken, gelinliğe de damatlığa da hiç zaman ayırmamıştı. Şimdi ilk defa gördüğü gelinlik karşısında şaşkınlığını gizleyemedi. Kıza öyle makyaj yapılmıştı ki, ufak tefek çillerinden eser yoktu. Şimdi Dinçer'in etrafındaki kadınlar gibi gelebilirdi başkalarına, ama onlardan çok daha farklıydı.

Omuzları açık gelinliğin derin göğüs dekoltesi tülle bir nebze kapatılmış, balık model gelen kumaş yerleri süpürecek kadar uzatılmıştı. Dantellerin işçiliği o kadar kaliteli duruyordu ki, yakınında duran birisi incelemekten kendini alamazdı. Saçları, bol bir örgü yapılarak sol omzundan aşağı bırakılırken, örgü aralarına ufak inci tokalar yerleştirilmişti.

Gelinlikteki usta işçilik aynı zamanda o kadar sade duruyordu ki büyük ihtimalle yarın gazeteler kızın sönüklüğünden bahsedecek, moda editörleri onu yerin dibine sokacaktı. Ama Dinçer'in zerre kadar umrunda değildi.

Olağanüstüydü o. Fazlasıyla.

Bal irislerde belirgin bir ışık var olurken, Ahu gözlerini kaçırıp derin bir nefes aldı. Daha şimdiden bol şeyler giyme hasreti çekmeye başlamıştı.

-İnelim mi?" Adamın konuşması üzerine Aydan boğazını temizleyip zarfı kolunun altına sıkıştırarak Ceyda'yı çekiştirirken, odadan çıktı. Onlar gittiğinde sadece ikisi kalmıştı. Ahu, eteğinin ucunu kaldırıp Dinçer'e doğru birkaç adım attı cevap vermek yerine.

Yüzük takılı sol elini yavaşça onun sağ koluna koyduğunda, adam dayanamadı ve sol eliyle onun avcunu tutarak elinin üzerine bir öpücük kondurdu. Davranış ve nezaket olarak olduğu gibi, görünüş itibariyle de bir prensi andırıyordu ama tüm bunlar düzmeceydi.

Merdivenlerden inerken kasılan karnına sürekli bunu söylüyordu Ahu. Her şeyin bir oyun olduğunu.

Ama midesi kadar kalbi de inanmıyordu bu fikre.

Konuklar her birini alkışladığında, boğazın serin havası açık camlardan birinden sızarak Ahu'nun ensesini yaladı. Sırtından geçen ürpertiyle Dinçer'in koluna daha da sıkı tutunurken, göz göze geldiği annesinin heyecanına ortak olarak gülümsedi.

Deniz, hırçın dalgalarını bulundukları mekanın duvarlarına vuruyordu. Kış ayında olduklarından cam kaplı bu mekanda yapmaya karar vermişlerdi düğünlerini. Fazla insan yoktu, herkes yemeklerden memnundu. Elbette mahalleden gelenlerle, sosyetenin ileri gelenleri birbirine tuhaf bakışlar atmaktaydı ama şuan bir sorun çıkmaması yeterliydi.

Ahu, sandalyeyi kendisi için çeken Dinçer'e gülümseyerek yerine otururken, birkaç saniye içinde onun yanında yer aldı adam. Şimdi daha da farkına varıyordu da, resmen Ahuyla evlenecekti. Çok değil, sadece birkaç dakika sonra sağında oturan kadın Ahu Arslan Barlas olacaktı.

Aşık olduğunu zannettiği kadına bile evlenme teklifi etmemişti ve şu durumdayken onu hatırlaması da oldukça komikti. Ahuyla o, dünyadaki en zıt insan olabilirlerdi.

-Dinçer Barlas, hiç kimsenin baskısı altında kalmadan Ahu Arslan'ı eş olarak kabul ediyor musunuz?" Cümlesinin yarısında ruhen masaya dönmeyi becerebildiğinde, bal rengi gözleri kısa bir an yanındaki kıza döndü.

-Evet." Dedi kendinden emin bir şekilde. Öyle ki, kızın verdiği "Evet." Cevabını duysaydı, kendisinin daha hevesli göründüğünü fark ederdi. İmzalar atıldıktan sonra ve şahitler -Dinçer'in şahidi Adam, Ahu'nun şahidi yazı tura sonucu Ceyda- de şahitlik ettikten sonra resmen nikahları kıyılmış oldu.

-Ben de belediye başkanının bana verdiği yetkiye dayanarak sizleri karı koca ilan ediyorum. Dilerim, evliliğinizde, bir ömür boyunca mutlu olursunuz. Gelini öpebilirsiniz." Güler yüzlü memurun söylediği lafla beraber ayağa kalktıklarında artık midesine kramplar giriyordu Ahu'nun.

Kızlar, Dinçer gelmeden beş dakika önce hatırlatmışlardı bu öpme meselesini. Ama daha bunu düşünmesine gerek kalmadan, Dinçer onun bileklerinden kavradı ve eğilerek alnına bir öpücük kondurdu.

Salonda alkış sesleri, arkada çalan hafif müziği bastırırken, büyük bir rahatlamayla ona gülümsedi Ahu.

Bu adamla evlenip ilk dansını da onunla göz temasından bile isteye kaçarak ettiğine göre, kesinlikle mecnun olmalıydı.



-Ahu?" Parmaklarını beyaz kapı üzerinde bir kez daha tıklattı Dinçer, başını da aynı zamanda daha çok yaklaştırmıştı. "Ahu, yardım istemediğine emin misin?" Gelinliği sonunda çıkaran kız kıpkırmızı yüzüyle banyo zemininden bağırdı.

-İyiyim iyiyim, yat sen!" Sonunda düğmelerini çözerek çıkardığı gelinliği köşeye atmaya kıyamadığından, askısına asıp bornozların asılı olduğu demire taktı askının metal kancasını. Sütyeni çekiştirerek askılarını düzeltti ve yanına aldığı pijamaları hızla giymeye başladı. Yün çoraplarını da giyerek uykuya hazırlanırken, sabunla beraber yüzünü üç kere yıkayarak makyajından da arınmıştı neyse ki!

Saçlarının örgüsünü çözdüğü anda derin bir nefes aldı. En nihayetinde topuklular yüzünden sızlayan ayakları dinlenecekti. Bu gece, ilk geceleri olduğundan otelde kalacaklardı. Balayını yaz ayında yapacakları yalanını söyleyerek -o zamana kadar evli olacaklarını zannedenler bunu doğal karşılamıştı- böyle geçiştirmişlerdi ilk günlerini. Yarın, Dinçer'in evine yerleşecekti Ahu. Hem annesinin ameliyatı, tedavisiyle daha da yakından ilgilenecekti.

-Rahatladım." Kapıdan çıkan kızın pijamalarına bakarak güldü adam, köşede telefonunu kurcalarken sonunda içeriden çıkan Ahu ördek yeşil pijamaları ve parmak çoraplarıyla gerçekten de tam bir balayında olmalıydı! "Neye gülüyorsun sen?"

-Sana. Pijamaları çok aradın mı?" Yatağın yorganını kaldırarak içine girdi Ahu, sonunda sırtı yumuşak bir yerle buluştuğu için cümlesinin sonunda esnemekten kendini alamadı.

-Hayır, yaklaşık bir buçuk senedir benimleler. Sana da tavsiye ederim."

-Hava sıcak." Yastığını kavrayarak, aşağı indirdi ve iyice uykuya hazırlandı. Gözü istemsizce üstü çıplak, maillerini kontrol eden işkolik ruh eşine(!) kayarken, kafasını sağa sola salladıktan sonra yastığa gömüldü.

-Sen kafayı yemişsin. Ama keyfin bilir, sonra hasta olup başıma kalma da." Telefonun kilidini kapatırken, koltuktan kalktı ve büyük suitin içinde ona doğru yürüdü Dinçer.

-Neden, bakmaz mısın?"

-Cık. İşim olmaz." İşte bu bariz bir yalandı. Ahu'da öyle bir merhamet vardı ki, asla arkasını dönemezdi böyle bir duruma. Bu yüzden ona inanmadığını belli ederek gülmek dışında bir şey yapmadı adam. "Hop! Ne yapıyorsun?"

-Ne yapıyorum sence? Uyuyorum Ahu."

-Burada mı?" Bal rengi gözlerini, abartıyla devirirken sıkıntıyla nefes verdi Dinçer.

-İnsanlar, yatakta uyur."

-Elbette. Ama ben seninle uyumam." Bunu söylerken başını yastıktan kaldırmıştı. İşte şimdi tüm rahatı bozulmuş, keyfi kaçmıştı.

-Saçmalama, bir yatak var ve ikimize yeter."

-İstemiyorum, rahat edemem ki ben." Yataktan çıktı ve yastığını alarak adamın kalktığı koltuğa doğru yürüdü.

-Ne yapıyorsun? Orada mı uyuyacaksın?"

-Sen uyumayacaksan, evet." Buna gülmekle yetinen Dinçer, omuz silkerek kendini yatağa attı ve başını sol kolunun altına alarak gözlerini kapatırken, yastığını sağ eliyle şişirip uykuya hazırlandı.

-Sen bilirsin." Bir kız için yerinden kalkacak değildi ya! Üstelik aptallıktı, bir yatak varken, ahlaki veya herhangi bir açıdan uyumalarında bir sorun yokken ayrı yatmaları. Neden rahat etmesindi içi?

Ona kızmadı Ahu. Sonuçta koltukta yatmak isteyen kendisiydi, Dinçer'i yataktan kovacak kadar cazgır değildi. Uykuya dalması sadece birkaç dakika sürmüştü. Ama onu izleyen adam, sıkıntıyla yerinde doğruldu ve arkası dönük kıza seslendi.

-Ahu..." bir yanıt alamayınca onun kızabileceğini düşünerek beyaz yorganı üzerinden attı. "Ahu?" Uyuduğunu anlamıştı, yoksa terslese bile ona cevap verirdi kız.

Yerinden kalkarak onun yanına doğru ilerledi ağır adımlarla parkede ses çıkarmazken. Haklı çıktığına, gözleriyle şahit oldu. Sahiden uyuyakalmıştı. Avuçlarını birbirine yapıştırıp, sol yanağının altına yaslamış, yüzünü duvara dönmüştü. Saçlarının arasında parlayan ve unutmuş olduğu tokayı, örgü yüzünden dalgalı bir hal alan saçları arasından yavaşça çekti Dinçer. Teller, elinden sıcacık, ufak taneli kum misali kayarken, kokusunu adamın avcuna hapsetti.

Yavaşça Ahu'nun üzerine eğilerek, bir elini bacaklarının altına, diğer elini beline yerleştirerek sıkıca kucakladı kızı. Yatağa doğru ilerlerken, çıplak göğsüne yaslanan yüzü seyretti yavaş yürüyüşünden fırsat bularak. Onu uyandırmadan yatağa koyarken, bir şeyler mırıldanan kız, belli belirsiz, ne olduğunu bilmeyen bir bebek gibi elini tuttu.

Dört parmağına aniden tutunan el, birkaç saniye elini bırakmazken, yüzü huzursuz bir hal almıştı Ahu'nun. Elini çekmesi, onu uyandırabileceğinden, dizlerini yere yaslayarak yatağın yanına çöktü Dinçer.

Sol eliyle kızın üzerine yorganı örterek, onun yüzünü izlemeye başladı. Bal rengindeki gözleri, gecenin karanlığında sadece küçük gece lambası ve tavandaki ledle aydınlatılan odada, kızın yüzündeki detaylarda geziniyordu.

Bir süre daha elini çekmedi ve Ahu'nun elini tutuşu her dakika uykuya daha da bulandığı için gittikçe gevşerken, elini yavaşça kurtarıp parmakları arasındaki bileği yorganın altına koyarak onu örttü Dinçer. Yüzüne gelen saçları ittirerek, Ahu'nun yanağına bir iyi geceler busesi kondurduğunda kız hareketlendi.

Pencerenin yanındaki koltuğa doğru yürürken, yatağın ucundaki ince örtüyü de almayı ihmal etmedi adam. Hastalansa Ahu'nun bakacağına inanıyordu ama gelecek günlerde Mihriban Hanımla ilgilenmeliydi kız, kendisiyle değil. Bu yüzden çıplak göğsünü örtüyle örterek kızın yastığına başını koydu. Şimdiden kokusunu bırakmıştı lila rengi yastık kılıfına.

Evet, bir kız için o yataktan kalkmıştı ve o kızı yanağından öperek kendince iyi geceler dilemişti.

Telefonu çaldığında gelen mesaja baktı ve istediği onayı aldığı için daha da keyiflendi. Ahu'yu ehliyet kursuna yazdırmıştı. Araba almadan önce düşünmesi gereken bir eylemdi ama zamanında kendisi de dedesinin araçlarını çalarak araba kullandığı için aklına sonradan gelmişti.

Ahu'ya verebileceği tüm imkanları sunmak istiyordu ama kızın katılığı düşünülürse ona verilebilecek en güzel şey, eğitimdi.

Hayatında ilk defa bir koltukta, üstelik mutlu uyuyordu ve yine hayatında ilk defa kendinden daha çok düşünmüştü birini.

Mihriban Hanım, Dinçer'den elbette şüphe duymamalıydı. Çünkü bu evlilik, adam için destansı bir aşkın ve büyük bir bağlılığın temeliydi.

Sahte ya da geçici olan bu resmiyet, onun Ahu'ya duyduğu hisleri daha gerçek kılmasına neden oluyordu.

Fikir akla girdiğinde, zikir dilden düşmüyordu. Ahu'yu artık dilinden düşürmeyecekti.

Çünkü şu yalnız ömründe, tutunacağı son bir dal daha kalmıştı işte.

Artık yaşamak daha anlamlıydı Dinçer Barlas için. Aşk ise ilk ve son kez imkanlı.

🌕

Geçen bölüm "İKİ YÜZ OTUZ YILDIZ" almış. Yirminci bölümün gelmesi için, üstüne çıkmayı umuyorum, yorumlarınız da elbette. Düşüncelerinizi merak ediyorum.

Sevdikleriniz size, siz sevdiklerinizin gönlüne. Emanetsiniz.

#EYD

Continue Reading

You'll Also Like

785K 6.9K 21
"Bakışlarındaki isteğe daha fazla dayanamadım, ama bakışlarından çok altındaki asıl harikanın ıslak ve muhtaç isteğine dayanamadım." "Konuşmak yerin...
Haz By 🍀

Romance

395K 6.1K 20
Çocukluktan beri Karan Avcıoğlu'na karşı hisleri olan Efsun Alakurt'un hikayesidir. Sevdiği adamla birlikte olduklarından sonra her şeyin farklı ola...
5.4M 291K 30
!Acemi bir dille yazılmıştır! Sarhoş olduğu gece bir adamla birlikte olan Kayra, sabah uyandığında kendini tanımadığı bir adamla bulur. Evden apar t...
83.3K 3.4K 38
Bölümler betimlemeler ile zenginleştirilip tekrardan yayımlanacaktır! Diana Meksika' da doğup büyümüş, yirmi üç yaşına kadar gelmiştir. Bundan iki y...