İçgüdü

By MrsAuthor_99

120K 8.4K 1.6K

Hayatınız elinizden alınıp yerine sonsuzluk bahşedilseydi, bunu ödül olarak mı görürdünüz? Yoksa olabilecek e... More

Vampir Grupları Hakkında
1. Bölüm
2. Bölüm
3.Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölümden Kesit
7. Bölüm
Çok Önemli !
8. Bölüm
Mini Duyuru
9. Bölüm
10.Bölüm
11. Bölüm
Flashback
Alıntı ve Birkaç Şey
12.Bölüm
İçgüdü-Alıntılar
13. Bölüm
14. Bölüm
Duyuru
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
Üzgünüm...
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
Flashback 2
30. Bölüm
31. Bölüm
Duyuru
🎄 Yılbaşı Özel Bölümü 🎄
32. Bölüm (1. Kısım)
32. Bölüm (2. Kısım)
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
Kayıp Kardeş (Özel Bölüm)
46. Bölüm
Sorularınız⬇
47. Bölüm
48. Bölüm (1. kısım)
48. Bölüm (2. kısım)
49. Bölüm
Flashback 3
FİNAL (2. kısım)
Yazardan...
Playlist
İçgüdü: Sofia
Özel Bölüm
50 Bin Özel Bölümü 🥳
75 Bin Özel Bölümü ✨

FİNAL (1. kısım)

1.2K 82 59
By MrsAuthor_99

Şu başlığı yazmak bile tuhaf hissettirdi, sanki gerçek değilmiş gibi...

Bölüm şarkısı: Eurielle-Whispers

Mayıs 2018

Doğa, dengeyi her zaman kurar. Asla bozulmayan bir terazi gibi, kolları daima dümdüzdür.

Bir yerde susuzluktan kuruyan bir çiçek varsa, başka bir yerde suda yeşeren bir çiçek mutlaka vardır.

Bir yerde yaşam varsa, bir yerde ölüm kol geziyordur.

Bazen, bazı zaferler için ödenmesi gereken bedeller olur. Ancak bu bedeli ödeyen her zaman komutan olmaz. Sırf savaşın bir parçası olduğu için, en masum asker bile bu yükün altına girebilir.

Anastasia, bizim zaferimizin kurbanı olmuştu. Zihnim bir türlü gittiğini, bir daha gelmeyeceğini kabul etmek istemiyordu. Sofia'ya her baktığımda kız kardeşimin ışıldayan gözlerini görüyordum.

Bahçedeki sarı çiçekler bana saçlarını hatırlatıyordu. Kahkahasını duyar gibi olduğum zamanlar ise en kötüleriydi. Gün boyu kulaklarımda çınlar, o sesi asla susturamazdım.

Tüm bunlardan az da olsa kaçabilme umuduyla her şeyin başladığı yere dönmüştüm. Alex Laurent'i canlı olarak gördüğüm ilk yere...

Nehrin karşısında oturuyordum. Bugün su durgundu. Burada daha önce kötü bir şey olmamış gibi, hiç olmayacak gibi...

Oturduğum yerdeki otları yoluyordum. Parmak uçlarımda toprağı hissedene dek buna devam edip başka bir yere yöneliyordum. Korkarım, burada oturduğum sürece burayı çorak bir araziye çevirecektim.

Otların arasından boynunu uzatan bir papatya görünce gülümsedim. Anastasia papatyaları da çok severdi. Her baharda onları toplayıp kocaman demetler yapar ve bana getirirdi.

Papatyayı koparmamaya karar verdim. Kardeşim yaşıyor gibi hissettiriyordu.

Bakışlarımı nehrin karşısına, ormanın başladığı noktaya çevirdim. Buluşmaya gelmeden hemen önce orada avlanmaya çalışmış ve elimiz boş dönmüştük. İlk kez o gün, Alex hakkındaki dedikoduların gerçek olabileceğini düşünmüştüm.

Bulunduğu yerdeki tüm canlıların kaçacak delik aradığı, Yunan tanrısı kadar yakışıklı fakat bir o kadar da ölümcül Alex Laurent, şimdilerde kızımın babası olma unvanına sahipti.

Telefonumun melodisi ortamdaki huzurlu sessizliği yok ettiğinde kimin aradığına bakmadan telefonu nehre fırlattım. Ufak bir dalış sesi ve sıçrayan su eşliğinde nehrin serin sularına gömüldü.

"Bunu yapacağını tahmin ediyordum." Çok iyi tanıdığım sesin sahibine bakmak için başımı kaldırdım. Alex, telefonunu ceketinin iç cebine koyup yanımdaki boşluğa oturdu.

"Sofia ile kalman gerekmiyor muydu?" diye sordum. Yalnızlığımı mahvettiği için ona kızmalıydım. Üstelik evden çıkmadan önce peşimden gelmeyeceği konusunda anlaşmamıza rağmen...

Omuz silktiğinde "Hem, burada olacağımı nasıl bildin?" diye yeni bir soru yönelttim. Alex, çoğu zaman yüzünde taşıdığı kibirli ifadesine büründü. "Çünkü seni tanıyorum."

Yeşil gözlerini bana çevirdiğinde ona karşılık verdim. "Ayrıca beni düşünmek için benimle tanıştığın yerden iyisi olamaz, değil mi?" Söylediği şeyden sonra güldüm. Hemen ardından, ona uzun bir öpücük verdim.

Onu seviyordum ve bu yeni değildi. Kabul etmesi zor olsa da en başından beri, böyleydi. Yalnızca o zamanlar bana korkunç yüzünü gösteriyor ve bu da ona olan nefretimi körüklüyordu.

"O gün Percy'e, liderin sen olduğunu ve senin halletmen gerektiğini söylemiştin." Alex konuşmaya devam ettiğinde bu ayrıntıyı hatırlamasına şaşırmıştım. "O an, seninle çok uğraşacağımı anladım."

Gamzelerini gösterecek şekilde güldüğünde -bunu yapmamak için uğraşsam da- gülmeye başladım. "Aynı şeyi düşünüyormuşuz öyleyse." Cevabımdan sonra Alex gözlerini devirdi.

"Sence başaracak mıyız?" diye sordum. Sesim, hissettiğim endişeyi en ince noktasına kadar yansıtıyordu. Alex, yeşil gözlerindeki soru işaretleriyle bana doğru döndüğünde "Anlaşmayı diyorum." diye ekledim. "Cadılar, vampirler ve kurtlar arasında olan."

Birkaç gün önce Alex'i mantıklı düşünmek konusunda zor da olsa ikna etmiş ve anlaşma yapmayı kabul ettirmiştim. Bu noktada savaşmaya devam edemezdik. Çünkü bu, taraflardan birini kaybetmeme sebep olurdu.

Bir melez olarak, vampirler ve cadılar arasında bir köprü gibiydim. Ve bunu yıkmaya niyetim yoktu.

Alex bakışlarını nehre doğru çevirdi. "Senden korkuyorlar." Bunu söylerken gurur duyuyor gibi bir hali vardı. "Muhtemelen Sofia'dan da." Bakışlarını bana çevirdiğinde ona karşılık verdim. "Bu çok iyi bir şeymiş gibi konuşuyorsun."

"Öyle." Alex gülümsediğinde kaşlarımı çattım. "Önümüzde iki seçenek var." Alex toprağa kocaman bir "2" çizdi. "İlk seçenek, anlaşma teklifimizi medenice kabul edecekler." İkinin kuyruğundan bir ok çıkarıp küçük bir tik attı.

"Diğer seçenek ise, teklife karşı çıkacaklar ve ben de onları tehdit edeceğim." İkinin diğer tarafından bir ok daha çıkarıp çarpı işareti koydu. "Yani, yine kabul edecekler. Yalnızca biraz efor sarf etmem gerekecek, o kadar."

Güldüm. Onun bu "Her şey benim istediğim gibi olur." tavırlarına alışmıştım. Ki çoğunlukla, bu önerme geçerli oluyordu.

Alex yere çizdiği haritamsı şeyi eliyle bozdu ve ayağa kalktı. "Eğer bunu gerçekten yapmak istiyorsak yola çıkmamız gerek." Hafifçe başımı sallayıp ayağa kalktım ve pantolonuma yapışan toprak parçalarını temizledim.

Sofia için girdiğimiz mücadelenin sonuna geliyorduk.

**************************************

Kilise. Böyle bir anlaşmayı yapmak için Tanrı'nın huzurundan iyi bir yer olamazdı herhalde.

Her gruptan üçer kişi ön tarafa sıralanmış, onlara tepeden bakışlar atan Alex'i izliyordu. Alex'in yüzündeki ifade pazar ayinlerinde bir rahibin yüzünde görebileceğiniz türdendi.

İlk sırada Jacop oturuyor, ara sıra tuhaf bakışlarla beni izliyordu. Çoğu zaman ona karşılık versem de aklımdaki düşünceler tamamen farklıydı. Halen, başarılı olacağımız konusunda endişelerim vardı.

Kendimi hazır hissettiğimde oturduğum yerden kalkıp Alex'in yanına ulaştım. Bunu yapmak zorundaydım ve geciktirmenin hiçbir faydası olmuyordu. "Öncelikle, geldiğiniz için teşekkür ederim."

Sesim kilisenin duvarlarında yankılanıp eridi. Bu sırada kimseden çıt çıkmıyordu. Alex ellerini arkasında birleştirmiş, uyarı dolu gözlerle karşımızdaki dokuz kişiye bakıyordu.

"Yüzyıllardır, bir şekilde bir arada yaşıyoruz." diye devam ettim. Sesimin titrememesi için uğraşıyordum. "Bunu savaşmadan da yapabiliriz." Cümlemi bitirdiğimde Jacop güldü. "Bunu yanındaki adama söylemelisin."

Alex'e doğru kaçamak bir bakış attım, az önceki ifadesini koruyordu. "Alex de böyle düşünüyor." Cevabımdan sonra Jacop kiliseyi inletecek bir kahkaha attı. "Onun gerçek Alex Laurent olduğuna emin misin?"

Öfkelenmeye başladığımı hissediyordum. Jacop, sinirleri zorlamak konusunda ustaydı. Tırnaklarım avuç içlerime batana dek elimi yumruk yaptığımdan haberim yoktu.

"Bakın, bir kızımız var ve onu korumak için uğraşıyoruz." Sesim beklediğimden de sert çıkmıştı. "Bunun için gerekirse savaşırız ve emin olun canı yanan siz olursunuz."

Cümlemi bitirdiğimde söylediğim şeye inanamıyordum. Oysaki tehdit konusunda Alex'i binlerce kez tembih etmiştim ancak şimdi, bunu yapan bendim. Bakışlarımı Alex'e çevirdiğimde hafifçe gülümsediğini gördüm.

Yine istediğini almıştı. Hem de hiçbir şey söylemeden.

"Savaşmanın kimseye faydası yok." diye ekledim. Bu sefer sesim daha yumuşaktı. "Birlikte, güvenle yaşayabiliriz." Kurumaya başlayan dudaklarımı ıslattım. "Kızımız Sofia, güçlerini kontrol etmeyi öğrenene dek büyü yapmasına izin vermeyeceğiz."

Alex ceketinin cebinden çıkardığı gümüş kolyeyi öne doğru uzattı. "Bu kolye, Sofia'nın güçlerini kullanmasını engelleyecek." Cümlemi bitirdiğimde derin bir nefes aldım. "Yani, kızımızın kimse için tehdit oluşturmayacağına emin olabilirsiniz."

Ön taraftan kısa bir uğultu duyuldu. Cadılar bunun olması gerektiğini, kurtlar ise buna rağmen bize güvenemeyeceklerini konuşuyorlardı. Bu sırada Alex kolyeyi eski yerine bırakıp "Son bir nokta var." dedi.

Sesi kilisede yankılandığında uğultu kesildi. Alex ileri geri yürümeye başlarken ara sıra bakışlarını kurtlara doğru çeviriyordu. Sonunda, uygun bir nokta bulup adım atmayı bıraktı ve tüm dikkatini Jacop'a verdi.

"Sayıca üstünlüğümüz olduğu düşünülürse şehri yönetmesi gereken biziz." Jacop oturduğu yerden hızla kalktı. "Benimle dalga mı geçiyorsun, Laurent?" Kahverengi gözleri yerini bal rengine bırakmaya başlamıştı.

Alex umursamaz bir tavırla "Şehri geri alacağım." dedi. "Ama bunu kimsenin canı yanmadan yapabiliriz. Ve emin olun, kızım söz konusu olmasaydı bu kadar sabırlı davranmazdım."

Jacop tek kelime etmeden onu dinliyordu ancak çenesi öfkeyle kasılmaya başlamıştı. Birbirlerine saldırmak üzere olduklarını anladığımda aralarına girdim. Jacop kısa bir anlığına bakışlarını bana çevirdi. Benden bir açıklama bekliyor gibi görünüyordu.

"Eğer şehrin yönetimini bana bırakırsan kurtların burada varlıklarını sürdürmesine izin vereceğim." Alex'in sesi ifadeden yoksundu. "Kabul etmezsem ne olacak?" Jacop ise öfkesinden bir şey kaybetmiş değildi.

"O zaman hepiniz ölürsünüz." Alex bunu son derece normal bir şekilde söylemişti. "Cadıları koruyacağım gibi, sizi de koruyacağım." diyerek araya girdim. "Ancak kabul etmediğin takdirde cadıların da karşınızda olacağını bilmelisin."

Jacop "Tehdit etmeyi öğrenmişsin." dedi. Dalga geçer gibi bir hali vardı. "Hepinizin canı cehenneme." Yeniden, az önceki yerine oturduğunda diğer kurtlar kabul etmesi konusunda baskı yapmaya başlamıştı.

Bakışlarımı Alex'e çevirdim. Bir duvar gibi ifadesiz görünüyordu. Yine de, bu ifadesizliğinin altındaki öfkeyi hissedebiliyordum. Bir volkan gibi patlamasına ramak kalmış olmalıydı.

Bu sırada Jacop yeniden ayağa kalktı. "Bizden birine, tek bir kişiye bile zarar verirseniz anlaşmayı unutun." Hemen ardından hızlı adımlarla kiliseden çıktığında diğer kurtlar da onu takip etti.

Derin bir nefes alarak cadılara doğru döndüm. "Meclis lideri olarak sizi her durumda koruyacağıma emin olabilirsiniz." Cadılar hafifçe başlarını sallayıp yavaş adımlarla kiliseyi terk ettiklerinde Alex ile yalnız kalmış oldum.

Uzanıp ellerini tuttuğumda bakışlarını bana çevirdi. "Başardık." diye mırıldandım. "Her şey yoluna girdi." Bunu söylediğime inanmakta güçlük çekiyordum. Fakat bu sefer, gerçekten öyleydi.

Alex ellerini çekip "Son bir şey var." dedi. Ben, meraklı gözlerle onu izlemeye başlarken o ön taraftaki sandalyelerden birine oturdu. Şimdi, ona tepeden bakıyor gibiydim. Kollarımı göğsümde birleştirip kaşlarımı çattığımda Alex dudaklarını ıslattı.

"Hayatta emin olduğum iki şey var." Konuşmaya başladığında tüm dikkatimle onu dinliyordum. "Birincisi, hayatta kalmak için öldürmem gerektiği." Cümlesinin sonuna doğru bakışlarını bana çevirmişti.

"İkincisi ise, sonsuzluğumu kiminle geçirmem gerektiği." Ceketinin cebinden çıkardığı küçük kadife kutuyu gördüğümde dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Bunu kesinlikle beklemiyordum.

"Bazen benden nefret ettiğini biliyorum." Alex cümlesini bitirdiğinde gülmüştü. "Yine de, sonsuzluğunu benimle paylaşabileceğini düşünüyorum." Kutuyu yavaşça açtığında dişlerimi alt dudağıma geçirdim.

Ayakta duramayacağıma kanaat getirdiğimde arkamdaki küçük tahta basamaklardan ilkine oturdum. Muhtemelen yüzümde oldukça komik bir ifade vardı ancak Alex gülmeden durabiliyordu.

"Öncelikle bu anın gerçek olduğuna inanmam gerek." diye mırıldandım. Bunu yapana dek, konuşabileceğimden emin değildim. Alex hafifçe gülümsedi. "Bir gün bunu yapacağımı söyleseler inanmazdım."

Girdiğim şoktan kurtulmaya başlarken bakışlarımı ona çevirdim. Üzerinde beyaz bir gömlek ve bunu tamamlayacak siyah bir ceket vardı. Gerçekten, evlilik teklifi için uygun bir seçimdi.

Beklentiyle bana bakmaya devam ediyordu. Bir yandan da halen bir cevap vermediğim için sinirlenmeye başlamış olmalıydı. Kuruyan dudaklarımı ıslatıp "Evet." dedim. "Sonsuza kadar seninle olabilirim."

Hemen ardından oturduğum yerden kalkıp kollarımı boynuna sardım. Gözyaşlarım akmak için birbirleriyle yarışıyordu. Alex ellerini belime yerleştirdiğinde ilk damla süzülüp gömleğini ıslatmıştı.

Alex birkaç adım geri çekilip yanaklarımdaki damlaları sildi. "Bunu yaptığımı kimse bilmeyecek, Sofia bile." Eğer bunu söylerken gülmüyor olsaydı ciddi olduğunu düşünürdüm.

Hemen ardından yüzüğü kutusundan çıkarıp nazikçe parmağıma taktı ve yeşil gözlerini bana çevirdi. "Sen bu zamana dek gördüğüm en güçlü kadınsın, Alexandra Laurent."

Gülümsedim. "Seni seviyorum, Alex." Cümlemi bitirdiğimde dudaklarımı onunkilere bastırdım. Bunu son kez yapıyor gibi...

Ayrıldığımızda Alex güldü. "Böyle bir öpücük almak için evlilik teklif etmem gerektiğini bilseydim bunu önceden yapardım." Söylediği şeye gülerken ondan birkaç adım uzaklaştım.

Alex ceketini düzeltirken bana kaçamak bir bakış attı. "Söylemem gereken son bir şey var." Merakla onu izlemeye başladım. Bu şey her neyse, kötü bir şey olmamasını umuyordum.

Alex'in hafifçe gülümsemesi ise dileğimin gerçek olduğunu gösterir gibiydi. "Düğünü Veronica organize ediyor."

************************************

"Bu, senin için bile fazla demode."

Boy aynasındaki yansımasından Veronica'ya ters bir bakış attım. Son bir saat içinde dünyadaki gelinliklerin yarısını denemiş olmalıydım. Ancak o, hiçbirini beğenmiyordu.

"Aslında, ben bu modeli sevdim." Annem uzun bir aranın ardından konuştuğunda derin bir nefes aldım. En azından biri, benim tarafımdaydı. Ancak Veronica onu duymamazlıktan gelip diğer gelinliklere bakmaya başlamıştı.

"Bu kadar acele etmek zorunda mıyız?" diye sordum. "Düğün yazın sonunda olacak." Bir yandan da gelinliğin eteklerini toplamaya çalışıyordum. O kadar kabarıktı ki bunu yapmayı bir türlü başaramamıştım.

Veronica çok tuhaf bir şey söylemişim gibi bir yüz ifadesine büründü. "Eğer mükemmel olmasını istiyorsak geç bile kaldık." Askıdan seçtiği bir gelinliğe göz gezdirirken Alex içeri girdi.

"Onu düğünden önce görmemen gerektiğini bilmiyor musun sen?" Veronica'nın sesi uyarı doluydu. Gelinliği elime tutuşturup kapıyı Alex'in yüzüne kapattığında gülmemek için dudağımı ısırmam gerekmişti.

Tanıdığım Alex asla bunun altında kalmazdı. Kardeşi söz konusu olsa bile.

Veronica askıyı elimden alıp yerine astı. "Gelinliği sonra hallederiz. Öncelikle güzel bir mekan seçmeliyiz. Ben sahil diye düşünmüştüm ancak...." Kız o kadar hızlı konuşuyordu ki kulaklarımı tıkamak zorunda kalmıştım.

Veronica onu dinlemediğimi fark ettiğinde gözlerini devirip "Umarım, her şey son ana kaldığında pişman olmazsın, Alexandra." dedi. Sesindeki sitem hissedilebilir derecedeydi.

Hemen ardından odadan çıktığında gelinliğin fermuarını açtım. İstediğim tek şey bir an önce bu tül yığınından kurtulmaktı. Bu sırada annem Sofia'yı oyalıyor, bir yandan da beni izliyordu.

Üzerimi değiştirdiğimde rahat bir nefes aldım. Gerçekten, boğuluyor gibi hissetmiştim. Giyeceğim gelinliği bulamamış olsam da en azından ne giymeyeceğimi artık biliyordum.

Sofia'yı annemden alıp adımlarımı salona yönelttim. Alex'i görmeyi umuyordum ancak salonda kimse yoktu. Bu sırada Octavia çiçekleri sulamak için salona girdiğinde "Alex nerede?" diye sordum.

Kız bana kaçamak bir bakış attı. "Veronica ile birlikte düğününüz için mekan seçmeye gittiler." Cevabından sonra hafifçe başımı salladım ve Sofia'yı salonun ortasındaki oyuncaklarının yanına bıraktım.

Bu sırada kapı zilinin tiz sesi kulaklarıma ulaştı. Bu kadar çabuk dönmelerine şaşırmıştım. Muhtemelen daha yolun başında ufak bir tartışma yaşamışlar ve Alex Veronica'ya katlanamayacağını düşünüp onu geri getirmişti.

Düşündüğüm şeye gülerken kapıya ulaştım. Ancak gelen ne Alex ne de Veronica'ydı. Beline kadar uzanan kızıl saçları ve kırmızıya dönmeye başlayan gri gözleriyle karşımda ilk kez gördüğüm bir vampir duruyordu.

Kız, kapının ardından Sofia'ya doğru baktıktan sonra bakışlarını bana çevirdi. "Merhaba, Alexandra." Beni tanımış olmasına şaşırmıştım. Çünkü onu daha önce görmediğime emindim.

"Beni tanımadığını düşünüyorsun, değil mi?" Kız, zihnimi okumuş gibi bu soruyu yönelttiğinde kısa bir anlığına afalladım. "E-evet, sizi ilk kez görüyor olmalıyım."

Kız, cevabımdan sonra gülümsedi. Ancak bu gülüş, dostça bir gülüş değildi. Altında çok daha kötü şeyler saklıydı.

"Belki, ismim senin için bir şey ifade ediyordur." Kızın yüzündeki tuhaf gülüş yerini alaycı bir ifadeye bırakmıştı. "Ben, Cassiopeia."

Continue Reading

You'll Also Like

23K 2K 25
Ben kimseye boyun eğmem, ama senin için diz çökerim. The Originals/Klayley kurgusudur.
125K 5K 18
Ruhuma bir ışık yayıldı, hiç bilmediğim hislerin kapısı aralandı, mutluluk hiç beklemediğim an da içimde bir havai fişek gibi patladı. Kelebekler yal...
37.6K 2.4K 41
Nefretin Gölgesinde Feda Edilmiş Bir Aşkın Hikayesi ... Merida , canından çok sevdiği Nik'i yaşasın diye 1000 yıllık ölüm uykusunu kabul ederken ; b...