Polis Şakaya Gelmez

By mervegnr_

10.4M 244K 134K

BÖLÜMLER GERİ YÜKLENİYOR Şakadan zerre anlamayan birine okkalı bir şaka yaparsanız elde edeceğiniz şey yüklü... More

İlk İzlenim (1)
Gül Kurusu (2)
İletişimsizlik (4)
Mahkeme Celbi (5)
Tesadüf (6)
Isırık (7)
Yeni Şaka (8)
Su Tabancası (9)
Teşekkür (10)
Sahtekar (11)
Ceviz Ağacı (12)
Aşkım (13)
Nezaret (14)
Neden (15)
Tırnak (16)
Belki de haklısındır (17)
KİTAP OLDUK!

Kolye (3)

250K 14.3K 7.7K
By mervegnr_

Merhaba, ben geldim. Böyle aniden. umarım sevindirebilmişimdir sizi. Şeyi merak ediyorum, bu kaçıncı okuyuşunuz. Yediyi, dokuzu görünce merak ettim. 

Oy vermediyseniz oylarınızı ve satırarası yorumlarınızı bekliyorum.

Miraç kandiliniz mübarek olsun, benim içinde dua ederseniz çok mutlu olurum. Çok keyifli okumalar dilerim.💕  

İnstagram: merveegnr_

Twitter: mervegnr_


**

Öfkeli sesi büyükçe yutkunmama sebep olurken bakışlarımı kaçırarak ona çaktırmadan bir adım geriye doğru attım.

Sinirli bir adamın fazlasıyla üzerine gittiğimin farkındaydım ve bu farkındalık içimdeki arkadaşlar yeteri kadar tıklanma aldık tamam, diyerek şaka yaptığımızı açıklama isteğini coşturuyordu.

Gözlerim hipnoz olmuşçasına boya kutusuna bakan Arda'ya kaydığında, adamın da bakışları Arda'ya kaydı, sonrasında Arda'nın baktığı boya kutusuna.

Onun dikkatini kendime çekmek için aklıma gelen ilk cümleyi kurdum.

"Pembe renginin sakinleştirici bir etkisi olup, sara hastalığın tedavisinde kullanıldığını biliyor muydun?"

Zaten hep one dio ekibiyle çalışmak istemişimdir.

Engin bana doğru bir adım atmasıyla birlikte bende geriye doğru bir adım atmamak için kendimi zor tuttum.

"Ben," dedi kasındı bir şekilde. "Sence?" Çenesi seğirdi. "Sakin gibi mi duruyorum?"

Çenesi seğirmese belki.

Başımı her iki yana salladım. Kesinlikle durmuyordu.

"Arabaya pek bakmadın belki ondandır."

İnsanlar çenelerini tutmayı başardığında, dünya daha yaşanılır bir halde olacaktı.

Özellikle de ben.

Bana bakarken kaşları imkanı varmışçasına daha derin bir şekilde çatıldı, gözleri koyulaştı. Ve ben avcı yeşili gözlerindeki o renk geçişini çok net bir şekilde gördüm.

Ellerini sakin olmayı dilercesine ensesine götürdü ve bakışları boya kutusuna kaydı. Bana bir şey demeden, boya kutusuna doğru ilerlediğinde hızla başımı bizimkilere doğru çevirdim. Onların bakışları da kameraların olduğu yöndeydi, gerildiklerini kasılan yüzlerinden anlayabiliyordum.

Kamerayı görecek görmeyecek diye yerimde gergin bir bekleyiş içindeyken, o elini tam olarak kameranın olduğu yere doğru uzattı.

Dudaklarımı bükerek, Egemen'e baktım. Hemen sonra Mustafa'ya.

Bakışlarım adeta gitti para, diye hayıflanırken, Engin'in "Ne bu şimdi?" sorusunu işittim.

Kamera olduğunu anlamıştı fakat amacımızı anlamamış olmalıydı.

"Aptal bir şaka mı çeviriyorsunuz siz?" dediğinde, onu bravo bizden bir çeyiz takımı kazandınız diye tebrik etmemek için zor tuttum.

İyi ki de tuttum aksi halde birilerinin benim üzerime doğru gelen adamı tutması gerekecekti.

Başını etrafında çevirerek başka bir kamera aradığında tam ağacın oraya koyduğumuz kamerayı bulmaması için salavat zinciri başlatacaktım ki, hissetmiş gibi ağaca dik dik baktı.

Ağaçta ki kamerayı da aldığında sinirle güldü.

"Başka kamera var mı?" diye kabaca sorduğunda elim kolyeme gitti refleksle. Hareketim ilgisi çekerken, kafamı hayır anlamında her iki yana salladım. Tekrar sordu bana doğru yaklaşarak. "Başka kamera var mı dedim?"

Bu sefer ki ses tonu daha da baskındı.

Yok demeye korktum.

Gözleri tekrardan kolyeme indiğinde son kalan kamerayı kurtarmak istercesine parmaklarımla kapadım.

Bana yakın olduğundan ve uzun boyundan dolayı baktığı yer pek masum durmuyordu. Her ne kadar onun haklı olarak kolyemde kamera olduğunu düşündüğü için baktığını bilsem de "Nereye baktığını sanıyorsun sen?" diye sordum azarlarcasına.

Yapay bir şekilde dudaklarını kıvırdı.

Gözlerini gözlerime çıkardı.

"Burada ne çeviriyorsunuz?"

Nefes alıp verdim. Aramızdan birinin anlatmasını beklerken, canım arkadaşlarım hiç oralı olmadı.

"Arkadaşınız," dedim Burak'tan aldığımız paradan onlara tek bir kuruş koklatmamayı planlayarak. "Size şaka yapmamız için bize geldi."

"Burak piçi mi?" diye sordu tükürürcesine.

Ne diyeyim, on da on arkadaşlık.

Başımı evet anlamında salladığımda ağzının içinde homurdandı. Ne dediğini duymasam da küfür ettiği büyük olasıydı.

"Neyle boyadınız arabamı?" diye sordu şaka olduğunu öğrendikten sonra rahatladığını belli edercesine bir nefes alırken.

Fakat öfkesinde bir azalma olduğunu düşünmüyordum.

Yüzü hala sert.

Gözleri hala kaba.

Çenesi hala kasılı.

Boynunda ki damarlar hala belirgin.

"Merak etmeyin," dedim yatıştırıcı bir ses tonuyla. "Su vursanız çıkacak bir boyayla."

Birkaç saniye nefeslendi. Sanki bir uçurumun tepesinden düşecekmiş de birinin yardımıyla son anda kurtulmuş gibi bir nefes verdi. Ya da okyanusun derin sularında tam ciğerleri patlayacakken son anda su üstüne çıkmış gibi bir nefes.

O huzura ermişliği aldım ben.

"Hepiniz bu işin içinde misiniz?" diye sordu bizimkilere dönerek.

Ben zaten sobelenmiştim.

Egemen ve Mustafa "Evet," derken Arda hiç sesini çıkarmayarak ilgili bir tavırla ağacın dallarını seyrediyordu. Engin'in bakışları ona kaydığında Mustafa, "O da bizimle," diyerek Arda'yı da afişe etti.

Birde kameranın arkasında görünmeyen kahramanlarımız var diyerek Pınar ve Bahar'ı alkışlatmayı planlasam da kendi paçamı kurtarma arzum daha ağır bastı.

Ve hala taksitlerini ödediğimiz kameraları.

"Onları." Elindeki kameraları işaret parmağımla gösterirken konuşmama devam ettim. "Alabilir miyiz?"

"Hayır," dedi net bir sesle.

Kaşlarım hızla çatıldı. "Onlar bizim."

Aynı onun gibi netti ses tonum.

"Ve hala," dediğimde o iki parmağının arasında tuttuğu kameraları yere doğru bıraktı. Küçük kameralar, taş zeminde bir iki kez sekti. Kameralardan çıkan ses, benim ciğerimde yankılandı.

"Taksiti," diye devam ettim konuşmama. Gözlerim adamın ayakkabısının altında kalan kameraya kaydı. Ayağının ucunu kaldırıp, kamerayı bir böcek gibi ezmesiyle ona doğru bir adım attım.

İki dudağım aralanırken gözkapaklarım bunun bir kabus olmasını diler gibi kapanıp açılıyordu.

Hipnoz olmuşçasına, "Bitmedi," diyerek tamamladım cümlemi.

Daha biz kameraların hesabını soramazken, o bizimkilere doğru yaklaştı.

Uzun boyunun ve yapılı vücudunun yanında Egemen, Mustafa neyse de Arda cılız görüntüsüyle çocuk gibi kalmıştı.

"Kim planladı bu aptal şakayı?" diye sordu sırasıyla bakışlarını Arda, Egemen, Mustafa'nın yüzünde dolaştırırken.

Şaka olduğunu öğrendiği halde, bir nebze olsun azalmadı siniri.

Bizimkilere baktığımda onların korktuğunu yüz ifadelerinden anlayabiliyordum ve durmadan parmaklarıyla oynamalarından.

O an gaza geldim ve "Ben planladım," diye öne attım kendimi.

Hayır ben, hayır ben, ben, diyerek arkadaşlarımın bir adım öne çıkmasını beklerken öyle bir şey olmadı. Derin bir nefes aldım, ben değilmişim demek geçse de içimden bozuntuya vermeyerek çenemi dikleştirdim.

Eğer bir erkek olsaydım karşımdaki adamın acımadan beni hastanelik edeceğine emindim.

"Pekala," dedi Engin bana doğru yürüyerek. Attığı adımlar ciğerlerimdeki havayı emdi. "Küçük kız," diye sinir bozucu bir şekilde konuşmaya devam ettiğinde yapay bir şekilde gülümsedim.

"Şuradaki kovayı görüyor musun?" diye sordu. Gözlerini benden ayırmadı ama ben gözlerimi ondan çekerek parmağıyla işaret ettiği kovaya baktım. Beyaz kovayı gördüğümde hipnoz olmuşçasına başımı aşağı yukarı salladım.

"Alıyorsun o kovayı, suyla doldurup arabamı eski haline getiriyorsun."

Bir "Hah," sesi çıktı dudaklarımın arasından.

Asla! Asla! Asla!

Anladın mı?" diye sordu sinir bozucu bir üslupla.

Gülümsedim alayla.

"Şuradaki hortumu görüyor musun?" diye sordum aynı onun gibi gözlerimi ondan ayırmayarak. İşaret parmağımla hortumu gösterirken, o benim düştüğüm gaflete düşmedi, gözlerini benden ayırmadı. "Alıyorsun o hortumu..." Bir müddet devamını kafasında kurması için bekledim. "Açıyorsun suyu," tutuyorsun arabanın üzerine ve" dedim otuz iki diş sırıtarak. "Araban eski haline geri dönüyor."

Dişlerini sıktı ve çenesindeki kas belirginleşti. Büyük ihtimal sakinleşmek için başını başka bir yöne çevirdi ve o an pembe arabasıyla karşılaştı.

Yanlış yön!

Sesli bir nefes alarak bana çevirdi bakışlarını.

"Bir kez daha tekrar etmeyeceğim, eğer hakkınızda işlem başlatmamı istemiyorsan al o kovayı ve arabamı eski haline getir."

"Ne işlemi?"

"Polisle alay etmek, kandırmak, videoya almak, mülküne zarar vermek..."

Her saydığı maddeyle birlikte yutkundum.

Babasının bir bakan olduğu bilgisi gözümün önünden dans ede ede geçti.

"Hangi kovaydı?" diye sordum fakat bana cevap vermedi. Bende cevap beklemedim. Kovayı alarak arabanın yanına koyduğumda bana üstten bir bakış attı.

"Büfeden bez de al."

Dilimin ucuna kadar gelen hakaretleri tutmak için artarda yutkundum.

Birde polise hakaretten işlem başlatılmasını istemezdim ne de olsa.

Bizimkilere yardım bakışları atıp büfeye gittim. Sarı, beyaz, pembe renk seçenekleri bulunan bezlerden pembe olanından bir tane aldım.

Geri arabanın yanına gittiğimde bizimkilerden tek bir iz bulamadım. Etrafta bakışlarımı gezdirdiğim sırada onu duvara sırtını yaslamış bir ayağını duvara bastırırken gördüm. Kumral saçları dağınıktı yine.

Bana doğru yaklaştı.

Gülümsedim tatlı bir şekilde.

"Aslında hortum vursak daha mantıklı," diye mırıldandığımda adam işgüzar bir şekilde güldü. Onun yaptırdığı eylemde mantık aramadığı aşikardı. Amacı sadece hıncını çıkarmaktı.

"Şuradaki musluktan doldurabilirsin suyu."

Başıyla işaret ettiği yöne baktığımda arabayla musluk arasında yaklaşık iki buçuk üç metre mesafe olduğunu gördüm.

"Bari arabayı yaklaştır," diye huysuzlandığımda ellerini cebine koydu.

"Rica edersen belki."

"Bari," diye tekrar başladığımda cümleme olumsuz anlamda kaşlarını havaya kaldırdı. Öksürerek başa sardım konuşmamı.

"Rica etsem arabanı musluğa yaklaştırır mısın?"

Baktı, baktı, baktı. Yüzünde dolaştırdığı bakışlarından sonra "Hayır," dedi tek düze bir sesle.

Israr etmedim, resmen benimle oynuyordu.

Resmen benimle kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyordu!

"Tamam," derken pembe bez olan elimin tersiyle alnımı sildim. Gözleri elimdeki beze kaydı, ikimizde sinirden yapay bir şekilde gülümsedik ve birbirimize arkamızı döndük. O beni çok net bir şekilde görebileceği bir banka rahat bir şekilde oturdu, ben musluğa doğru gidip kovaya su doldurdum.

Kovayı arabanın yanına koyduğumda derin bir nefes alarak cebimden telefonumu çıkardım ve ses seviyesini sonuna kadar çıkararak musluğun üzerindeki beton zemine bıraktım.

İlk çalan şarkı; Model'den Pembe Mezarlık'tı.

Şarkının içerisinde her 'pembe' kelimesi geçtiğinde daha gür bağırarak söylüyordum. Kulağını tırmalasın ve sinirlerini bozsun diye.

Beni ve benim açtığım şarkıları duymamak için kulaklığını taktı fakat ben yine de devam ettim.

Sırasıyla çalan şarkılar;

Toz Pembe

Gülpembe

Gül Kurusu

Pembe Günlüğüm

Pembe

Kısacası, 'pembe' rengini içeren tüm şarkıları tek tek dinledim artı olarak eşlik ettim.

Kaç saat geçti ya da kaçıncı kovayı kilometrelerce ötede bulunan musluktan arabaya kadar taşıdım bilmiyorum fakat sadece arabanın yarısı bitmişti.

Suyun dolmasını beklerken ıslanan tişörtümü bedenimden ayırdım. Suyu arabaya dökerken yarısını da kendi üzerime bocalıyordum ve şu an ıslanmadık tek bir yerimin kalmadığına yemin edebilirdim.

Ağrıyan sırtımın etkisiyle şeker hastası dedem gibi 'Anammmm, anammmm' diye inlememek için zor tutuyordum kendimi.

Derin bir nefes alarak dolan kovayı kucağıma doğru aldım. Elime alamıyorum çünkü kol kaslarım artık horon tepercesine titriyordu. Dağları taşları aşıp arabanın yanına geldiğimde kovayı karnımla kaportanın arasında tuttum ve tüm gücümü kullanarak arabaya doğru suyu attım.

"Kahretsin!"

Suyun bu sefer yarısından çoğu benim üzerime gelmişti. Güneşin kavurucu sıcağına rağmen artık üşümeye başladım, hatta biraz daha ıslak kıyafetlerimle durursam titremeye de başlayacaktım.

Derin bir nefes aldığımda gözlerim doldu ve ben o an cama değen şiddetli su sesi duydum. Bakışlarımı sesin olduğu yöne doğru çevirirken Engin'i gördüm. Hortumla arabanın geri kalan boyalı yerlerini temizliyordu.

Yüzümde ister istemez bir gülümseme oluştu.

Fakat hala deli gibi kızgındım.

Bu zamana kadar annem beni böylesine bir temizliğe maruz bırakmamıştı.

"Tüm gün seni bekleyemem," dedi bana bakmayarak.

Haline üzüldüğümü ya da sana iyilik yaptığımı çıkarma der gibi çıkmıştı sesi.

Gözlerimi devirdim, derin bir nefes alarak daha fazla suya maruz kalmamak için geri çekildim. Birkaç dakika içinde arabası eski haline döndü ve ben daha çok sinirlendim.

Beni saatlerce beş dakikalık bir iş için çalıştırmıştı.

Benim beş dakikalık bir iş için şu an tüm uzuvlarım yorgunluktan titriyordu.

Resmen boşu boşuna!

Boşu boşuna!

Ellerimi bedenime sararken çattığım kaşlarımla ona bakıyordum. Başını bana çevirdi ve biz göz göze geldik.

"Seni evine kadar bırakmak isterdim," dedi. Sonra bakışlarını tüm vücudumda gezdirdi. Dudakları yalancı bir mahcubiyetle kıvrıldı. "Ama bu halde arabama binemezsin."

Sinirden dilimi ısırıyordum artık.

Bakışlarımı arabasına çevirerek, elimle bir dakika işareti yaptım.

"Bir yerinde pembe boya kalmış."

Kovaya baktığımda benim beceriksizliğimden dolayı içinde su kaldığını görmemle hızla eğilip kovayı elime aldım. Suyu ona doğru fırlattığımda beni kolumdan yakalayıp güçsüz bir şekilde tuttuğum kovanın yere düşmesine neden oldu. Benim çığlığım, kovanın yere çarpmasıyla çıkan sesi bastırdı.

Öfkeli soluklarını, beni kolumdan çekip göğsüne doğru bastırmasıyla birlikte yüzümde hissediyordum. Yutkundum fakat bakışlarımdaki sertlikten taviz vermedim. "Şimdi," dedim gülümseyerek. "Arabana binmek için kurumanı beklersin."

Koyulaşan gözlerindeki siniri görebiliyordum. Dişlerini sıktığını, kendini bana zarar vermemek için zor tuttuğunu...

Derin bir nefes aldı.

Kolumdaki parmakları sıklaşırken, "Seni" dedi dişlerinin arasından.

Saçından düşen su damlası, benim gerdanına düştü. Su damlasının göğüs oluğuma doğru süzüldüğünü hissediyordum.

Bakışları göğsüme düşen su damlasına indi.

Bu sefer kolyeme bakmadığına emindim.

"Seni," dedim cümlesine devam etmesini istediğimden. Göğsüm nefes almamla yükselirken onun ıslak kumaştan hissettiğim sıcak göğsüyle temasım arttı.

Bu yakınlıktan hoşlanmadığını belirtircesine kolumu bırakarak arabasına doğru bir adım attı.

"Bir daha etrafımda görmeyeyim."

Arkasını dönmeden konuştu.

"Ve" dedi arabasının kapısını açarak. "Eğer başka bir kamera var da siz o çektiğiniz görüntüleri yayınlamaya kalkarsanız..."

Devam etmedi konuşmasına. Büyük ihtimal devamını benim hayal gücüme bırakmak istedi.

Kafamı salladım gitsin diye.

Sinirlerim bir hayli bozuktu.

Arabasına bindi, arabasını çalıştırdı ve camı açtı. Başını eğerek bana bakarken arabanın içinden "Al," diyerek kuru peçeteyi göğsüme doğru fırlattı.

Refleksle tuttum attığı peçeteyi.

Tüm vücudum toprağı yesem bile geçmeyecek negatif enerjiyle doldu.

Sinirle güldüm, sinirle ellerimi saçlarımdan geçirdim, sinirle peçeteyi parmaklarımın arasında sıktım.

Sinirle nefes alıp verdim.

İç çamaşırlarıma kadar ıslaktım fakat adam bana içinde birkaç kuru peçeteden oluşan bir paket atıyordu.

Asıl şaka tam da bu olmalıydı!

**

"Yayınla dedim sana."

Biraz daha videoyu yayınlamamak konusunda ısrarcı olurlarsa yayınlayın dedim size, diye ayaklarımı yere vura vura ağlayacaktım.

Adam saatlerce benimle oyun oynamıştı. Saatlerce.

Şimdi bunu onun yanına bırakacak değildim.

"Tamam sakin ol," diyerek yatıştırmaya çalıştı Egemen beni ama gram yatışmadım.

Aksine içimdeki öfke silsilesi beni iyicene etkisi altına aldı.

Arkadaşlarıma da kızgındım.

İki korkuttular diye beni yalnız bırakıp tüymüşlerdi, benim de tüyme fırsatım olsa ben de tüyerdim ama bu onların tüydüğü gerçeğini değiştiremiyordu.

"Olamam," dedim hırlar gibi. "Yayınlayın artık şunu, eve gideceğim." Başımı aşağı doğru eğip artık nemli olan kıyafetlerime bakarken, "Daha üzerimi bile değiştirmedim," diye hayıflandım.

Hasta olacağım artık Allah'ın emriydi.

Sesim bile pürüzlü çıkmaya başlamıştı. Boğazımda bir ağırlık, yanaklarımda ise yanma hissediyordum.

"Yüklenmedi mi hala?"

"Az kaldı," Mustafa bana bakarak.

Sesini çıkarmıyorlardı çünkü suçlu olduklarını biliyorlardı.

"Açıklama..." diye sorarcasına bana baktığında gözlerimi yukarı kaldırarak düşündüm.

Atölyenin içerisinde bir o duvardan bir diğer duvara doğru yürüdüm, yürüdüğüm yerlerde hafif çamurlu ayak izleri bırakıyordum.

Ellerimle dudaklarımla oynarken Mustafa'ya doğru döndüm.

Derdim bu sefer fazla tıklanma almak değildi, derdim bu sefer Engin Eraslan'dı.

"BAŞKOMİSERE ŞAKA YAPTIK ÇOK RİSKLİ OLDU!"

Sonra başımı her iki yana doğru salladım.

Öfkeden delirecek bir başlık olmalıydı.

Birkaç tur daha attım atölyede.

"BAŞKOMİSERE KALP KRİZİ GEÇİRTMELİ KIŞKIRTMA!"

Sonra yine beğenmeyerek olmaz anlamında iki yana salladım.

"ÖFKELİ CİVCİV DEHŞET SAÇTI!" dediğimde her biri bunu yapmak istediğinden emin misin dercesine bana baktı.

Pekala, emin değildim.

Civcivi sana gösteririm diyerek alnımda bir silah namlusu hissetmem olasıydı. Ellerimi bedenime daha sıkı sararak aklıma gelen açıklamayı yüksek sesle dile getirdim.

"Başkomiserin pembe dünyası, yaz." Başımı hızla salladım. "Evet, evet. Kesinlikle bunu yaz."

En az önceki bulduğum açıklama kadar sinirleneceğine emindim.

Mustafa'nın parmakları hızlı hareketlerle bilgisayarın klavyesine basarken başı bir anlığına bana doğru döndü emin misin, der gibi.

Olumlu anlamda gözlerimi kırptım ve çantamı masanın üzerinden alarak kimseye bir şey demeden atölyeden çıktım. Beni sattıklarını unutmayacaktım.

Eve gidip banyoya girdim, üzerime bocalanan sulardan sonra banyo yapmamın gereği var mıydı bilmiyorum ama yaptım işte.

Biraz olsun suyun altında sakinleşmek istiyordum.

Fakat beni sakinleştiren su değil de, o adamın videoyu yayınladığımızı gördüğünde oluşacak siniriydi. Suyun altında kaç saat durdum bilmiyorum fakat oldukça uzun bir zaman dilimi olmalıydı ki parmak uçlarım boğum boğum olmuştu.

Duş kabinin kapısını araladım ve hemen asılı olan bornozu giydim. Saçlarımı buharların egemenlik kurduğu aynanın karşısında kuruttum. Banyonun kapısını açmamla birlikte içerdeki buhar hole doğru nüfuz etti.

Uyuşuk adımlarla odama gittim.

Ayakta durmaya halim kalmadığından kendimi yatağa attım. Gözlerim kendi kendine kapanırken uykuya dalmış olmalıydım.

En son kapı zilinin, çalmasıyla irkilerek daldığım uykudan uyanmıştım.

Gözlerimi açıp kapadım. Kapı zilinin rüya mı olup olduğunu düşünüyorken ısrarcı çalan zille birlikte ayağa kalktım.

Bahar'ın geldiğini düşündüm.

Bu saatte bu eve genelde Bahar gelirdi çünkü.

Bitkinlikten yayınladığımız video aklımdan çıkmıştı fakat kapıyı açmamla birlikte karşımda gördüğüm kişi açıklamasıyla birlikte hatırlattı.

Yutkundum.

Üzerimde beyaz bir bornoz, karşımda gül kurusu görmüş bir Engin Eraslan vardı.

**

Nasıldı bölüm? Umarım beğenmişsinizdir. 

Yeni bölümde konuşmak üzere, sizi seviyorum 💕


Continue Reading

You'll Also Like

51K 3.1K 17
ikinci el bir telefon aldığınızı ve başınıza hiç almadığınız kadar bela aldığınızı düşünün.
489K 20K 42
30-50k izlenen Yağız her gün yayın açar, Sohbet eder ve korku oyunları oynar. Işıl ise o yayıncıya aşık bir kızdır. Işıl habire yağıza Instagramdan y...
2.9K 1.4K 11
Doğa Türkiye'ye babasını görmek için gelmişti. Taki uçaktan iner inmez kaçırıldığını fark edene kadar . Ne yaşadığını anlamayacak kadar genç olan Do...
78.3K 5K 200
Seni ucuz kelimelerle anlatmasınlar diye yazdığım tüm şiirler...