Zamanın Yağmurları

By aeternumn

20.7K 1K 527

Leyla Sonat yağmurlu bir günde zamanda yolculuk yaparak kendisini 1921 yılında esir düşmüş bir şehir olan İst... More

1
2
3
4
Müsellah Müdafaa-i Milliye Cemiyeti
5
6
7
8
9
11
12
13
14
15
16
17
18
19

10

949 51 42
By aeternumn



"İlkler ve Son Kereler"

...

Sesi o kadar yakından geliyordu ki başını kaldırınca burun buruna geldiler. Atilla elini yavaşça kaldırıp saçlarına doğru götürdü. Bir dalgayı usulca okşadıktan sonra elinde tuttuğu küçük bir papatyayı saçlarına takarken nefes bile almadan onu izledi. Gözlerini yumsa sanki Atilla oradan kaybolacak gibiydi.

Heyecanla atan kalbini sakinleştirmek istiyor ama yapamıyordu. Atilla sanki öpecek gibi bakıyordu kendisine. Öyle yoğun, öyle içtendi ki bakışları Leyla gözlerini kapatmak, gözlerini o ateş gibi yanan mavi bakışlardan ayırmak istemiyordu...

Öpecek miydi?

Kalbi bu heyecanı dayanır mıydı?

Atilla onu öperse ne yapardı?

O anın geleceğini hisseder gibi kulakları artık kuşların cıvıltısını, dünyevi şeyleri duymadığı an Atilla'nın nasırlaşmış parmak ucu yavaşça elmacık kemiğine değdi. Tenini yakacak kadar yavaş bir dokunuşla önce yanağını severken Leyla sadece bakıyordu. Birkaç nefes süresi sonrasında geriye çekildiğinde parmağında tuttuğu siyah bir kirpiği ona göstermek içi  kaldırdı.

"Yanağındaydı. Almazsam sana nasıl dilek tutulacağını gösteremezdim."

Leyla hayal kırıklığı içinde iç geçirmek istese de kendisini tutmaya çalıştı. Yüzü gülse de Atilla'nın kendisini öpmüş olmasını, şu an onun telaşında olmayı diliyordu. Gözlerinde gördüğü bakıştan anlamıştı aslında o anın geleceğini ama nedense bir şey durdurmuştu onu. Kalbinden gelen hislerin taşması olmaz mıydı o öpücük?

Önce kendisini, sonra dudaklarını en sonra dudaklarından taşıp ruhunu yakmaz mıydı ateşi? Leyla bu ateşte yanmaya çoktan razıydı istiyordu ki Atilla da razı olsun. Yüzünde dolmuş bir gülümseme ile başını salladı.

"Kirpikten dilek dilemek mi olurmuş?" diye sorarken sesi oldukça boğuk çıkmıştı.

"Küçükken babannem yaptırırdı bize bunu." dedikten sonra kirpiğini iki parmağının arasına aldıktan sonra devam etti.

"Bir dilek dile."

"Gerçekten mi?" diye sorarken güldü. Bu küçük oyunu bilmediğini düşünüyor olamazdı değil mi? İçindeki bastıramadığı hayal kırıklığına rağmen onun bu oyununa ayak uydurdu ve gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı.

"Atilla beni çok sevsin." diye geçirdi o an içinden. Öyle düşünmeden, bir anda yükselmişti o düşünce zihninden. Daha sonra "Lütfen ölmesin, lütfen bildiğim gerçek bir yanılgıdan ibaret olsun." diye eklemek istedi. Bir dilek hakkı vardı ama yüzlerce olsaydı yine aynı şeyi dilerdi.

"Diledim." derken gözlerini açtı. Atilla yüzündeki merakla onu izliyordu.

"Bakalım gerçek olacak mı?" diye sorduktan sonra parmağını açtı ve kirpiğe üfledi. Uçmuş olmalı ki yüzünde zafer dolu bir gülümseme ile kendisine baktı.

"Ne dilemiştin?"

"Sana söylersem gerçek olmaz." derken bastırmaya çalıştığı hislerinden nihayet sıyrılmıştı. 'Demek ki zamanı değişmiş' diye düşünmeye başlamıştı.

Vaktin ne kadar geçtiğini anlamak hem de Atilla'nın çekim alanından biraz olsun çıkabilmek için etrafına bakındığında artık yavaş yavaş toparlanmaları gerektiğini fark etti.

"Haydi sana pansumanını yapayım." diyerek ayaklanırken Atilla hiç istifini bozmadan oturduğu yerden kalkmamış, kendisine bakıyordu.

"Ne bekliyorsun?" dercesine bakarken eğilip tabakları toparlamaya başlamıştı.

"Yaralı bir asker olduğumu unuttun sanırım. Kalkmama yardım etmeyecek misin?" diyerek kendisine bakarken gözlerinden geçen yaramaz pırıltılara güldü. İlk tanışmalarındaki an aklına gelmiş olmalıydı.

"Hiçte yaralı birine benzemiyorsun ya neyse." diyerek ağzının içinde konuşsa da yüzündeki tebessümle minik adımlarla yanına vardı ve elini uzattı.

Atilla kendisine uzatılan ele bakarken neredeyse öpeceği dudakları düşünmemeye çalışıyordu. Yapabilirdi ama yapamamıştı çünkü o anın her an birinin gelmesiyle, Leyla'nın kaçacak yer aramasıyla bölünmesini istemiyordu. Özel ve güzel olsun istiyordu. Leyla'nın da kendisiyle aynı şeyi düşündüğünü hatta öpülmek istediğini gözlerinde görmüştü ve öpmediği için de pişman olmuştu ama artık çok geçti.

İşte bu yüzden bulunduğu en ufak bahaneye, kirpiğe sığınmış sonra da çapkın tavırlara bürünmüştü. Ufak beyaz eli tutarak ağırlığını vermeden kalktı ve kenetli parmaklarını ayırmak istemez gibi bir süre oyalandı. Mutlak gerçeğin altında kalarak nihayetinde elini çeken Leyla geriye doğru çekilerek eğildi ve yerdeki çarşafla tabakları topladı ve kısa sürede yanına geldi.

"Gidelim." diyerek elini uzattığında hemşire başlığını başına takmaya çalışıyordu ama saçlarına taktığı papatya hala yerindeydi.

...

Mum ışığının aydınlattığı odada duvarlara dört gölge yansıyordu. Dergaha ait bu odada bir sedir, bir masa, eski bir kilim ve dört sandalyeden başka bir şey yoktu. Duvarlardaki çini süslemeler atalarından kalma, dünyevi zevklere ait tek güzel şeydi.

Yavuz gazetede okuduğu şifreli mesajı arkadaşlarına anlatmıştı ve şimdi hep birlikte neyden bahsetmiş olabileceklerini düşünüyorlardı.

"Silah sevkiyatından bahsediyorlardır." dedi Atilla. "Başka ne olabilir ki?"

"Silah, erzak, gizli belgeler hatta insan bile olabilir bu." dedi Salih.

"Atilla az çok biliyor ama şehirdeki asayiş gün geçtikçe daha da kötüye gidiyor. Şehirde birçok çete var ve bu adamlar para karşılığında her şeyi yapabilirler. Gasp, adam kaçırma veya cinayet en hafifleri."

"Çetelerle bağlantılı olabilir mi yani?" diye soran Yavuz'un kaşları şüpheyle yukarıya doğru kalkmıştı.

"Benim duyduğum çetelerin kendi içlerinde ya da birbiriyle çatıştıkları abi." dedi onları sessizce dinleyen Cemil.  "Bence bunların planları Anadolu'ya silah kaçırmak. Ankara'ya karşı isyan eden birçok Şeyh ve din adamı var. Asker kaçaklarını ve Rum çetelerini saymıyorum bile."

"Aferin, iyi düşündün." diyerek yanında oturan çocuğu ensesinden tutup saçlarını karıştıran Atilla şefkatle güldü. Aralarında en genci ve en akıllı her zaman oydu.

"Peki bu notu kime yazmış olabilirler?" diye sordu Salih çok önemli bir noktaya parmak basarak.

"Herkes olabilir." diyerek iç çekti Yavuz.

Daha sonra aklına gelmiş gibi başını iki yana sallarken ceketinin iç cebinden bir tomar kağıt çıkarıp masaya koydu.

"Balo akşamı Hulusi denen adamın cebinden çıkan pusulayı da çözmeye çalışıyorum ama bir ilerleme kaydedemedim. Bir de siz bakın." diyerek elini 'Buyurun' dercesine uzattı.

Atilla daha iyi görebilmek için kağıdı eline alırken Salih'e okuyabilmek için ona doğru eğildi.

"Birçok dilden oluşan bir şifre bu." dedi bir süre inceledikten sonra. "Fransızca ve İngilizce kelimeler seçtim ama diğer bilinmeyenler ne onu çözemedim."

"Ben de o dillerdeki kelimeleri bulup buraya not aldım." diyen Yavuz masada duran diğer kağıtlardan birisini çıkardı.

"Bu işin altında Fransız'lar var. Üst rütbeli bir generalin ve İngiliz bir adamın ismi geçiyor."

"Kimin ismi olduğu belli mi?" diye sordu Salih bakışlarını kağıttan çekerek Yavuz'a bakarken.

"William Hawtorn ismi tanıdık geliyor mu?" diye cevapladığında Atilla sinirle dişlerini sıktı.

"Her yerde karşıma çıkıyor bu adam!" diye söylenirken şifreli mesajı yeniden masaya koymuştu. Bu kez de Cemil eline alırken Atilla onun çabasını takdir etse de ses çıkarmadı çünkü aklında başka düşünceler vardı.

"Leyla'nın etrafında dolaşırken tanıdım ilk önce o herifi. Yüzünde sersem bir ifadeyle sırıtarak Leyla'ya kur yapıyordu."

"Sen bu hızla gidersen Leyla hemşirenin düğününe gideceğiz herhalde." diyen Yavuz ciddi konuşmanın ortasında bile zevzeklik peşindeydi.

"Yavuz şu an seninle uğraşamam." derken sıkıtıyla alnını ovaladı.

"Tamam tamam." diyerek ellerini teslim oluyormuş gibi havaya kaldırdı Yavuz.

"O adamın zaten Hulusi ile bir alakası var. İşbirliği yapıyor olabilirler." diyerek o gece yaşanlardan yola çıkarak fikirde bulundu Salih.

Baloda yoktu ancak daha sonra olanları detaylıca Atilla'dan dinlemişti.

"Gözümüz üzerinde olsun bir süre."

"Leyla'nın etrafında dolaştığı müddetçe gözlerimi üzerinden ayırmam zaten merak etmeyin." derken keyifsizce güldü.

"Toplanan parayı da Anadolu'ya gönderelim bir an önce." diyen Yavuz'la Salih diğer bir önemli mesele hakkında konuşmaya başladıklarında Atilla William Hawtorn'u düşünüyordu.

Sandığından daha tehlikeli bir adam olduğunu yavaş yavaş fark ediyordu. O ukala tavırları, üstten bakışları ve paçalarından akan kibirle İstanbul'a sadece amcasının eteklerinin dibinde oturmak için gelmediği çok belliydi.

"Artık yavaş yavaş dağılalım." Diyerek ayağa kalktı ve sandalyesine astığı ceketini giydi. Keyfi kaçsa da tüm konuşulacakları konuşmuşlardı.

Masanın üzerindeki kağıtları alıp ceketinin iç cebine koydu.

"Bunlar bende kalsın, belki bir şeyler bulurum." diyerek başını eğdiğinde herkes onu selamladı.

Vatani görevleri için  bir şeyler yaparken gönlü için de bir şeyler yapması gerektiği görüyordu.

...

"Seni gerçekten öpecek miydi?" diye sordu Nilüfer fısıldayarak.

"Evet." diyerek kıkırdadı Leyla aynı sessizlikte.

Akşam olup eve gelince bulunduğu kaba sığamamış Nilüfer'lere gidip her şeyi anlatmak istemişti. Ne yazık ki Nilüfer ve ailesi o akşam evde olmadığı için bu amacı gerçekleşmemişti ama kapıya bıraktığı not sayesinde eve dönünce onlara uğrayan kız ısrarı sonucu yatıya kalmıştı.

Lambanın yanmasına kızan ananesi odasına gelene kadar saatlerce konuşmuşlar ve dedikodu yapmışlardı. Yatağa gitme vakti gelince de tek kişilik yatağa sığmaya çalışıp yorgan altından konuşmaya devam etmişlerdi.

"Kesin bir şeyler aklına geldi." diyerek fikir yürüttükten sonra derin bir nefes alıp başını dışarıya çıkardı.

"Ay nefes alamıyorum." diye söylendi aynı sessizlikle.

Leyla da başını yorgan altından çıkarıp sırtını dikleştirdi ve yatağının demirine yaslandı.

"Ne oldu bilmiyorum ama o an gelecek gibiydi Nilü. Gözlerinde gördüm o bakışı."

"Ben sana söyleyeyim yakında sana aşkını ilan eder bu adam." diyerek yaramaz gözlerle kendisine bakan arkadaşı kıvırcık saç tutamlarını geriye atarak kendisine baktı. Sonra aklına gelmiş gibi ekledi.

"Hani aklın başka bir şey kalbin başka bir şey söylüyordu? Ne oldu şimdi?"

"O konuyu hiç sorma." derken gülerek yüzünü elleriyle kapatmıştı Leyla.

Kendisini yaramazlık yapmış çocuklar gibi hissediyordu.

"Sordum bile. Sana söylemiştim demeyi pek sevmem ana ben demiştim." derken Nilüfer de onun gibi sırtını demirlere yaslamıştı.

"Senin aşık olduğunu düşünmüyordum ama Salih'le olan hikayenizi dinledikten sonra başka türlü düşünmeye başladım." derken yan yan arkadaşına baktı.

Nilüfer nefesini dışarıya verirken bıkkınca ofladı.

"Sana anlattığıma pişman etme beni. Çocuklukta kalan bir şeydi ona olan aşkım."

"Geçip gittiğini nereden biliyorsun ki?"

"Nereden mi biliyorum?" diye sorarken Leyla'ya doğru döndü Nilüfer.

"Bana sürekli kaba laflar eden, mütemadiyen asık suratla gezen ve sanki çok kızdığı bir şeyi yapıyormuşum gibi bakan adamı nasıl sevmeye devam edebilirdim Leyla?" diye sordu.

Sonra başını başka yöne çevirip gözlerini boşluğa daldırırken düşünceli bir şekilde konuşmaya devam etti.

"Ben gündüzsem o gece gibi. Ben neşeysem o keder, ben çiçeksem o yabani ot. Kalbimden geçen beni el üstünde tutacak, gözlerine baktığım zaman sevgi görebileceğim bir eş. Salih'i bu yüzden istemiyorum. Hatta Hafsa babannemin söylediklerine bu yüzden kulağımı tıkıyorum hep. Ben gerçek aşkı arıyorum."

"Ama gerçek aşkı bulmak çok zor." diyerek mırıldanıp Nilüfer'in koluna yaslanan Leyla başını yavaşça omzuna koydu.

"Söyleyene de bakın." diyerek gülümseyen ses tonunda konuşan Nilüfer üstünde dolaşan kara bulutları dağıtmak istedi.

"Atilla beni gerçekten seviyor mu?" diye sordu Leyla sanki bu cümleyi duyma ihtiyacı hissederek.

"Seviyor." dedi Nilüfer kendisinden emin bir ses tonuyla.

"Çok sevmek diğer tüm şeyleri görmezden gelmeme yeter mi Nilüfer? Atilla ve ailesi düşman askerlerine alkış tutan bir güruha mensup. Şehirdeki sefalete kayıtsız, haksız işgale karşı gözleri kör. Çok sevsem, aşkımdan gözüm kör olsa tüm bunları görmeden gelebilir miyim?"

"Özünde hepimiz insanız." dedi Nilüfer bir müddet düşündükten sonra.

"Düşüncelerimiz ya farklı ya da her geçen an değişiyor. Sen onun gittiği yolu sevmesen de kalbini sevdin, sana olan davranışlarını belki de bakışlarını sevdin. Ailesinin gittiği yol kötüyse bu onların da kötü bir insan olduğunu mu gösterir?"

"Kardeşi Fatma çok iyi birisine benziyordu." diye mırıldandı balo akşamı yaşadıklarını düşünürken.

"Bak işte, sevgi her şeyin üstesinden gelir. Sen yeter ki bu bağın kopmayacağından yani hissettiklerinden emin ol."

"Bu savaş bir gün bitecek." diye kararlılıkla konuştu Leyla. Tıpkı Nilüfer gibi onun da gözleri düşüncelere dalmıştı.

"Tüm o askerler geldikleri gemilere binip sessizce, yenilgi içinde çekip gidecekler. İstanbul savaşılmadan kurtulacak çünkü Mustafa Kemal onlara yeniden dirilen bu milletin gücünü çoktan göstermiş olacak. Yeniden hür olacağız Nilüfer, bu topraklarda hür çocuklar yetişecek."

"İnşallah canım. Söylediklerine tüm kalbimle inanıyorum." derken yorganın üzerinde duran elini tutup sıkıca sıktı Nilüfer. O içten tutuşa aynı samimiyette yanıt veren Leyla söylediklerinin bir temenniden çok daha fazlası olduğunu söylemek istese de yapamadı. Elinden gelen tek şey bu kara günler geçene kadar umut vermekti.

Umut karanlığa bulanan kalplere gönderilmiş en güzel ışıktı.

...

Ertesi Gün

Nilüfer öğleden sonra süslenip arkadaşlarıyla dolaşmak için evden çıkacaktı ki annesi onu yeniden durdurdu. Zeliha teyzesinin aldığı yeni kumaşları görmesi ve dikimine yardımcı olması için kendisini ve annesini çağırdığı söyleyince annesine karşı gelemedi ve evden çıkıp yeniden son zamanlarda çok sık gitmeye başladığı eve doğru yola koyuldular.

Dün geceden beri Leyla'ya söylediklerini düşünüyordu. Uzun zamandır kalbinin içine bakıp gerçek duygularını ortaya çıkarmadığı için biraz rahatlamış hissediyordu ama içindeki çok küçük bir kısmın ona "Yalancı" demiş olmasını hazmedemiyordu.

Kendisini mi kandırıyordu?

Hayır. Kararları ve düşünceleri netti. Neşe saçan ruhuna karalar çalıp solmak istemiyordu bunun için çok mücadele etmişti. Ama gözlerine gülse Salih, istediği gibi birisi olsa bu kadar katı davranabilir miydi? O günlerin asla gelmeyeceğini bildiğinden rahatlamış bir biçimde omuzlarını indirdi. Boşu boşuna düşünüp kendisini yıpratıyordu.

Belki o da Leyla gibi birisini bulup aşık olmalıydı, hayatını yaşamalıydı. Beklediği şey neydi ki?

Kapıdan içeri girerken yol boyunca düşündüğü düşüncelerden sıyrıldı ve kocaman gülümsedi. İçeride bulanan kadınlarla görüşüp hepsinin elini öptükten sonra sırayla kahve faslı ardından da kumaşlara bakıp fikir verme sırası geldi. Kumaşlar ve terzilik onun bu hayattaki en büyük arzusuydu bu yüzden bitmek bilemek bir neşe ve de güçle kumaşlar hakkında konuşurken vaktin nasıl geçtiğini anlayamadı.

Onu beğeni ile süzüp oğluna gelin almayı düşünen kadınlar her bir hareketini dikkatle incelerken Nilüfer bir ara başka bir iğne kutusunu almak için yukarı kata çıktı.

Zeliha teyzesinin tarif ettiği yerdeki çekmeceleri karıştırırken merdivenlerin gıcırtısını duysa da aldırış etmedi. Annesi nereden kaldığını merak etmiş olmalıydı.

"İğne kutusunu bulamadım anne, Zeliha teyzeme bi-" derken başını çevirdi ve yanından selam dahi vermeden geçip odasına giden Salih'in sırtıyla karşılaştı.

Adam odasının kapısını kapatmadan geriye kadar yaslarken üzerindeki üniformasının ceketini çıkarıyor, bir yandan da sol eliyle gözünün biraz üstünü bastırıyordu.

"Salih?" diye sorup o yöne doğru yürüdü merakına engel olamayarak.

"Ne oldu?"

"Bir şey olduğu yok." diyen adam çekmeceleri karıştırıp bir şey ararken aceleci davranıyor masanın üzerindekileri yere düşürüyordu.

"Ne arıyorsun?" dedikten sonra elinden sızan kanı fark etti.

"Kaşın kanıyor!" diye hayretle bir nida koyup eline uzanışı çok ani oldu. Kuvvetle onun inadına direnip elini indirmeyi başarınca kaşının patlamış olduğunu gördü.

"Hiii" diye bir inilti koyup kana bulaşan beyaz parmaklarına baktı.

"Bastıracak bir şey bulamazsam daha da kanayacak." diyen Salih aksi bir şekilde elini yeniden kaşının üzerine basıtırınca Nilüfer onun koyu kahverengi gözlerine baktı.

Orada gördüğü acı yumuşamasına neden olurken ölçü alırken önüne gelmesin diye saçlarını zapt etmek için başına taktığı yemeniyi çıkarıp top haline getirdi ve kanayan yaraya bastırdı.

"Sen otur şöyle, ben annene sorayım. Pamuk, ilaç bir şey var mı diye." diyerek odadan çıkmak için hareketlenirken bileğini tutan el onu durdurdu.

"Alt katta bir sürü kadın var şimdi üst katta ikimizin yalnız olduğunu duyarlarsa yanlış yorumlarda bulunurlar. Üzerimi değiştirmek için geldim ben gideceğim." dediğinde ona hak verdi. Gözleri kan olmuş polis üniformasına bakarken neler olduğunu merak ediyordu.

İkisi de evlenme çağında iki gençti ve mahallenin kadınlarının en sevdiği şey dedikodu yapmaktı.

"Yedek üniforman nerede?" diye sorduğunda Salih eliyle dolabını işaret etti.

Nilüfer birkaç adımda büyük dolaba yaklaşıp askıda duran takım elbiselerin arasından Polis üniformasını çıkarırken en köşede duran Askeri üniformayı gördü. Salih orduya mensup olmak istemese de Harp Akademisindeyken hep bu üniformayı giymişti. Üstünde fazla düşünmeden aldığı askıyı yatağın üzerine dikkatlice bıraktıktan sonra yeniden Salih'e baktı.

"Nasıl oldu bu? Yaran ne olacak?" diye sordu.

Geldiğinden beri sorular sorup dursa da cevaplar alabildiğinde memnundu. Adam ondan beklenen bir uysallıkla sessizce kendisini izliyordu.

"Bir kavgayı ayırırken oldu." diyerek iç geçiren Salih kanlanmış yazmayı ellerinin arasında sıkmaya devam ediyordu. "Dışarı çıkınca bir hastaneye uğrarım."

"Geçmiş olsun." diyerek mırıldandıktan sonra devam etti. "Aşağıya sessizce in, kimseye görünme."

Gitmeden önce onun bir şey söylemesini bekledi ama Salih ağzını açıp tek bir kelime dahi etmeyince iç geçirip arkasını döndü.

"Teşekkür ederim Nilüfer." diye cılız bir mırıltı duyduğunda emin olmak istercesine omzunun üzerinden arkasına baktı. Salih'in dudaklarına yerleşen ufak bir tebessüm onun için oldukça yabancıydı.

"Rica ederim." diyerek gülümsedikten sonra önüne dönüp merdivenlerden inmeye başladı. Salona döndüğünde eksilmeyip aksine birkaç dakika içinde artan neşesine kimse anlam veremedi ama parmaklarına bulaşan kırmızılık dikkatlerinden kaçmadı.

'Parmağımı kestim.' dedi omuz silkerek. Oysa içinde kalbini sıkı sıkı bağlayan halatları kesmişti bunu kimse fark etmedi.

Salih ise adım seslerinin bitmesini sabırla bekledikten sonra patlayan kaşına bastırdığı yemeniyi avucunun içine alıp dalgın dalgın baktı. Bir sıcak kan damlası şakağından akıp çenesine süzülürken sanki yasak bir şek yapıyormuşçasına tedirgin bir şekilde burnuna doğru yaklaştırdı.

Yasemin kokusu ciğerlerine dolarken gözlerini kapatıp son kez o tatlı yele teslim olmak istedi. Göz açıp kapatıncaya kadar süren bu an gözlerini açmasıyla son buldu. Kan damlasını parmağıyla sildikten sonra yazı masasında kilitli tuttuğu çekmecenin sakladığı anahtarını bulup açtı ve kanlı yemeniyi güzelce katladıktan sonra diğer tüm anılarının yanına, kalbinin en gizli, en derin kuyusuna saklayıp üzerine yeniden bir kilit vurdu.

...

Geçen birkaç gün Leyla'nın bir şeyleri fark etmesine neden oldu.

Nilüfer haklıydı, Atilla'nın hep kendisini görmesini beklerse böylece özlemden daha çok kıvranacaktı. Sadece iki gün olmuştu görüşmeyeli ama o kadar özlemişti ki adeta burnunda tütüyordu. Onun bütün gün sokaklarda dolaştığını, çok yorulduğunu ve görevini yaptığını biliyordu ama yine de gönül bu sevdiğini yanında istiyordu.

Kendisi de yoruluyordu ama sanki onu görse tüm yorgunluğu geçecek gibiydi. Yanaklarını şişirip oflarken ilaç dolu tekerlekli küçük arabayı hareket ettirdi ve koridora doğru çıktı. O anda önünde bir hengame çıktı.

Hastanenin kapısından içeriye koşarak giren bir adam kucağında küçük bir kız çocuğu taşıyordu ve çocuk yaralıydı. Hemen arkasından koşarak giren Willam'ı görünce ise şok oldu.

"Çocuk yaralı yardım edin!" diye bozuk Türkçe'siyle bağırıp hemşirelere emirler yağdırmaya başlarken Leyla ilk şoku atlatıp harekete geçti.

"Neler oluyor?" diye sorup çocuğu taşıyan adamın yanına gittiğinde kızın yüzünün kanadığını gördü. Üstelik kız beklediğinden daha büyük duruyordu.

"Düşüp kafasını çarpmış." diyen adamın kıyafetlerine bakınca Türk olduğunu gördü.

Gözleri William'a kayınca adamın da başından yaraladığını gördü.

"Sen mi yaptın?" diye patladı öfkeyle.

"Adamlarının yaptıkları hoşuna gitti de bir çocuğa mı uzandı elin!" diye bağırdı İngilizce'yi bırakıp Türkçe bağırmaya başlayarak.

"İnsafsız!" diyerek kızı kucağına almak için uzandı ama adam ona vermeden baş hekim Mustafa bey koşar adımlarla yanlarına geldi ve kızı hemen kucağına alıp bir sedyeye oturdu.

"Leyla hanım ben bir şey yapmadım." diyerek kendisine bakan William'a sinirle güldü. Yaşadığı şeyin anısı hala tazeyken buna inanır mıydı?

"Neden yaralısın o halde? Adam elinden zor kurtarmış belli ki." derken sedyenin ucunda endişeli gözlerle muayene edişini izliyordu.

"Bunu ben yapmış olsam peşinden hastaneye gelir miydim?" diye soran adama nefretle baktı.

"Senin söylediğin hiçbir yalana inanmıyorum. Defol yanımdan!" diyerek öfkesini bir kez daha kustu ve sağ yana geçerek başhekime yardım etmek için harekete geçti.

Allah'tan küçük kızın birkaç kırığı ve yarası dışında bir şeyi yoktu. Birkaç saatin ardından yaraları sarılıp kırıkları sabitlenirken Leyla elleri kan içinde sedyeden ayrıldı. Sessizce başlarında bekleyen William o hareket edince anında peşinden gitti.

"Beni dinlemek zorundasınız." diyordu peşinden yürürken. "Ben sadece o çocuğu kurtarmaya yardım ettim."

Leyla sönmüş öfkesini yeniden gün yüzüne çıkarmamak için sabır dilerken kızı kucağında getiren adamın yanlarına gelmesiyle yürümeyi bıraktı.

"Allah sizden razı olsun." dedi William'a minnet ile bakarken.

"Kızımı o bulup bana getirdi hemşire kızım. Ona çok bağırdın." diyerek ellerini tutam adama bakakaldı.

Anlayıp dinlemeden, ön yargı ile bağırdığını kendisi de biliyordu ama aklından geçen hiçbir senaryoda William masum değildi.

"Kızınız iyi olacak." diyerek sessizliğini bozan William adama hafif tebessüm ettikten sonra yanların gidişini izledi.

Leyla biraz mahçup çokça da utanmış bir şekilde William'a dönerken adam konuşmasına izin vermedi.

"O günkü olayları yaşamamış olmanızı dilerdim ama elimden gelen tek şey onları askeri mahkemeye rapor etmekti. O askerler sizi bir daha rahatsız edemeyecek. Yaşananlar yüzünden bana kızgınsınız biliyorum, bu yüzden düşünmeden konuştunuz."

Leyla her bir cümlede yerin dibine girerken ne diyeceğini bilemiyordu. Suçluydu, William kim olursa olsun masum bir çocuğu hastaneye getirip hayatını kurtarmıştı.

"Hem kim bir çocuğun ölmesini ister ki? Bunu en cani asker bile yapamaz." diyerek cümlelerine son noktayı koydu adam. Leyla hala dilsiz gibi tek kelime dahi edemiyordu.

"Ben... ne diyeceğimi bilemiyorum. Gerçekt-"

"Neler oluyor burada?" diye soran üçüncü bir ses konuşmalarını böldüğünde Leyla bıkkınlıkla gözlerini kapadı.

Atilla her zamanki gibi yine en olmadık zamanda olaylara dahil olup işlerin daha da karışmasına sebep olacaktı.

"Sizi ilgilendirmez ama öğrenmeden de gitmeyeceğinizi düşünüyorum." diyen William mağrur kimliğinden sıyrılıp ukala bir tavırla Atilla'ya bakarken Leyla kaçıp gitmek istedi.

İki erkeğin birbirine karşı olan üstünlük mücadelesini, Atilla'nın sinir olmasına rağmen yine ne yapıp edip adamı alttan alışını izlemek istemedi.

"Ben ilaç odasına gidiyorum." dedi Atilla'ya bakarak.

Daha sonra gözleriyle kaçamak bir şekilde William'a bakıp daha sonra özür dilemesinin en iyisi olacağını düşünüp bir şey demeden yanlarından uzaklaştı. Ellerinden yükselen kan kokusu midesine otururken bir çeşme bulup hırsla ovalamaya başladı ellerini. Ne yapsa çıkmayacak gibi duran kan beyaz lavaboda akıp giderken içindeki sıkıntı git gide büyüyordu.

Atilla karşısındaki adama bakarken ilk defa kartlarını açık oynamaya karar verdi. İçinden taşan bir özlemle görevinden aylaklık edip hastaneye geldiğinde istemediği otun dibinde biteceğini bilemezdi. Üstelik duyduğu konuşmalar hiç hoşuna gitmezken tahammül seviyesinin git gide azaldığını hissediyordu.

"Leyla'ya bahsettiğiniz hadise neydi?" diye sordu kibarlığını bozmamaya gayret ederek.

Madem bu adamı gözünün önünde tutması gerekiyordu bunu düşmanı olarak yapamazdı. Üstelik her ne kadar öyle hissetmese de bir nevi ajanlık yapıyordu. Duygularını ve düşüncelerini kontrol etmeli, öfkesini içine gömmeliydi.

"Leyla hanım birkaç gün önce kötü bir hadise yaşadı. Bazı askerler onu ve arkadaşını rahatsız etmiş." diye açıkladı William sanki çok normal bir meseleden bahsediyormuş gibi. Konuyu bilmediğini düşündüğünden o kadar emindi ki.

"Haberim var." dediğinde William'ın yüzünde beliren hafif kuşku zaferle gülümsemesine neden oldu.

"Askerlerin sizin askerleriniz olduğunu söyledi bana. O adamları bir an önce bulmam için yardımcı olursanız adaletin peşinde olan devletim adına size minnettar kalırım." dedi söylediği her bir kelimeden nefret ederken.

"Siz merak etmeyin o askerin cezasını çoktan kestim." dedi William sert bir ses tonuyla. "O gün orada künyelerini alıp askeri mahkemeye teslim ettim."

Atilla emin olmak için sordu. Leyla'nın ondan sakladığı gün gibi ortada olan gerçeğin doğru olmaması için içten içe dua etmeye başlamıştı.

"O gün Leyla'ya siz mi yardım ettiniz?"

"Evet." dedi William gururla.

Ellerini arkasından birleştirirken yüzünde o keyif aldığını belli eden gururlu bir ifade vardı. Başındaki ufak yaraya aldırmıyormuş gibi yaparak birkaç adımda kendisine yaklaştı. Atilla geri adım atmadan düz bir ifadeyle ona bakarken söyleyeceği şeyleri bekliyordu.

"Bu zamana kadar anlamış olmalısınız Atilla bey." derken onu baştan aşağıya süzdü William Hawtorn.

"Leyla Hanım'a karşı bir ilgi duyuyorum ve bu ilgiyi daha da ileriye taşımak için elimden geleni yapmak niyetindeyim."

Atilla çoktan bildiği şeyleri açık açık duyarken gülümsedi. Dışarıdan onları gören biri iki yakın arkadaşın keyifle sohbet ettiğini sanırdı.

"Denemekte özgürsünüz William Hawtorn." diyerek meydan okudu yüzündeki tebessümü silerek. "Leyla'nın kalbi benim için atarken bu çabanız size zarardan başka bir şey getirmeyecek."

"Size karşı bir şey hissetmediğini söylediği halde mi?" diye alayla güldü William. Kendisine bir kere daha üstten bakacak olursa hiç çekinmeden o surata bir yumruk atacağını düşündü Atilla.

Leyla'nın bu sözleri söyleyebileceğini düşünmüyordu çünkü karşısındaki adam üstünlük sağlamak için elinden geleni yapıyordu. Erkekler arasında kurallar basitti aslında, her şey kendi alanını işaretleme çabasıydı.

Atilla düşüncelerinden aldığı kuvvetle biraz da sağduyu ile yeniden gülümsedikten sonra çok önemli bir şeyi unutmuşta yeni hatırlamış gibi elini küçük ahlama ile alnına vurdu.

"Leyla beni ilaç odasına çağırmıştı. Unuttuğuma inanamıyorum!" dedikten sonra öz güven ile sırtını dikleştirirken bu sefer üstten bakma sırası ondaydı.

"Size geçmiş olsun diyorum. Bir Türk'ler birinin başına kötü bir hadise gelince böyle deriz." dedikten sonra alnındaki yaraya baktı.

"Siz yaranıza baktırın en iyisi. İyi günler." diyerek başını hafifçe edip arkasını döndüğünde yüzündeki sahte tebessüm silindi.

İlaç odasını yanından geçen bir hasta bakıcısına sorup odaya yöneldiğinde kapıyı çalmadan sertçe açtı. Leyla küçük dolapların asılı olduğu bir tezgaha yaslanmış onu bekliyordu.

"Gelmen uzun sürdü." dedi bir süre birbirlerine baktıktan sonra. Atilla bir şey demeden kapıyı kapattı ve tıpkı onun gibi tezgaha yaslanarak önüne baktı.

"Benden bunu neden gizlediğini soracağım. Sadece bu." dedi kafasında söyleyeceğini kelimeleri tek tek seçerek.

"Daha çok kızacağını düşündüğüm için. William'ı sevmiyorsun daha da sorun olacaktı."

"Ona William diyecek kadar yakınsınız yani." derken hala Leyla'nın yüzüne bakmıyordu.

"Hayır, elbette değiliz. Düşündüğüm şekilde söyledim bir an."

Yan dönüp Leyla'nın yüzüne bakarken elleri hala tezgahı sıkıca tutuyordu.

"Dışarıda bana üstünlük tasladı bu sayede." dedi öfkeyle. "Seni kurtardığı için övünüp hiçbir şey bilmediğimi ima etti. Neden? Sen bana aptalca korkuların yüzünden söylemedin için!"

"Bağırma bana!" diyerek aynı hırçınlıkla bağıran Leyla sırtını tezgahtan ayırıp tam karşısına dikildi.

"Söyleseydim ne olacaktı? Sen yine onunla görüştüğümü söyleyecektin başıma bela aldığımdan dert yanacaktın. 'Yapma Leyla, başına bela alma Leyla' diyecektin. Ne yapsaydım?" diye cevaplarken kendi sesini taklit etmiş konuşurken ellerini sağa sola sallayıp durmuştu.

"Seni tehlikeden korumaya çalışmamdan bu kadar mı rahatsız oluyorsun?" diye sorarken sesinden hayal kırıklığı akıyordu.

"Rahatsız olmuyorum." diye kestirip attı.

"Sadece söylemekle kalıyorsun, sen benim hayatıma hep geç kalıyorsun Atilla. Ne zaman arkamı dönsem seni orada bulamıyorum hep William Hawtorn var hep!" derken soy adını vurgulayarak söylemişti.

"Senin peşinden koşacağını söyledi bana." dedi Atilla bir süre hiddetle inip kalkan göğsünü sakinleştirmeye çalıştıktan sonra.

"Madem arkanda bulduğun kişiden bu kadar memnunsun madem arkanda, sağında veya solunda ben yokum bundan sonra da olmam." arkasını döndü ve gitmek için hareket etti.

"Son sözünü söyleyip korkakça arkanı dönüp gidemezsin." diyen Leyla durdurdu onu.

"Her fırsatta ondan rahatsız olduğumu söyledim, gözlerinin içine baktım sana duygularımı anlatabilmek için. Daha ne yapmamı bekliyorsun?"

"Benden bir şeyler saklanmandan hoşlanmıyorum." dedi başını Leyla'ya çevirerek. "O gözlerinin içinde sakladığın sırlardan hoşlanmıyorum. Bana düşüncelerini açmayacaksan böyle bir şeyleri hep gizleyeceksen kalbini açmanın ne faydası var?"

"Bunu sen mi söylüyorsun?" diye sordu Leyla buz gibi bir ses tonuyla. "Her hareketin birbiriyle çelişirken benden tam olarak dürüst olmamı mı bekliyorsun?"

"Evet." dedi. Kendi iki yüzlülüğüne kızacak takati yoktu.

"O zaman söylediğin gibi kalbimi açmamın bir manası yok." diyerek eliyle kapıyı gösterdiğinde aralarındaki bitti sandığı gerilim yeniden yükseldi.

"Güzel." dedi Atilla sesinden akan kıskançlıkla.

"Güzel." diyerek onu onaylayan Leyla'yı arkasında bırakıp kapıyı çarptı ve küçük odadan çıktı.

Arkasında bir kırılma sesi duyar gibi oldu ama adımları duraksamadan ilerledi.

...

3 Gün Sonra

Ay bütün ihtişamıyla parlıyordu ve sessiz gecenin üzerine bir sis gibi çökmüştü. Gökyüzündeki büyülü güzelliğe rağmen Leyla'nın gözüne gram uyku girmiyor, yatağında rahatsız bir şekilde bir oyana bir buyana dönüp duruyordu.

Oflayarak üzerine örttüğü ince pikeyi tekmeledi ve yatağından kalkıp çalışma masasına yöneldi. Masanın üzerinde duran gazeteyi eline aldı ve daha iyi inceleyebilmek için gaz lambasını çok az açtı. Aklını oyalayabilecek bir şeylere ihtiyacı vardı.

Her gece çökünce aklına gelen ve ağlamasına sebep olan kavgayı düşünmek istemiyordu artık. Atilla'nın sözlerine inanamıyor, sırlarını söylememesini bir bahane olarak görmesine tahammül edemiyordu. Atilla'nın bir ajan olduğundan şüphelendiğini bile bile sırlardan kavga etmeleri aslında çok komikti. Adam kendisiyle çelişir bir şekilde açık bir dürüstlük istiyordu ondan.

Oysa nasıl söylesindi tüm yaşadıklarını?

William olayında böyle yapan adam hayatı hakkında gerçekleri öğrenince neler yapardı? Küçük depremleri daha halledemeden büyük depremleri nasıl aşarlardı. Tüm kalbiyle onu sevmeye hazır olduğunu düşünmüştü. Atilla'yı bekleyen korkunç kadere savaş açabileceğini, aşkın her şeyin üstesinden gelebileceğini düşünmüştü.

"Artık beni sevmezse bile yine de onu bekleyen kadere engel olurum." diye mırıldandı kendi kendine. Bu kendisine verilmiş bir uyarı gibiydi.

Ağrıyan başını dert ederek alnını ovuşturdu ve yüzüne gelen uzun saç tutamlarını geriye doğru atarak önündeki gazeteye odaklanmaya çalıştı. Kalbi küskün bir kuş gibi atıyordu. üç gündür karşısına çıkmamıştı ve bu büyük kavgalarının her şeyi bitirdiğini kabullenmesi gerekiyordu. Sızlayan gözlerini kırpıştırdıktan sonra bir kere daha denedi ve gazetedeki çoğu sayfaların yer yer boş olduğunu gördü. Bu durum Leyla'yı şaşırttı çünkü sansür uygulanmış gibi duruyordu. Biraz daha Osmanlıca harfleri inceledikten sonra boş bir sayfa çıkarıp harfleri yazmaya başladı.

Nilüfer'den kendisine okuma-yazma öğretmesini istemekten başka bir çözüm yolu gelmiyordu aklına.

...

Atilla odasından içeriye girerken bıkkın hissediyordu. Annesini hatta arkadaşlarını atlatmış kimseye tek kelime etmeden o gece demlenip evine dönmüştü. Sıkıca bağladı kravatını gevşetip yatağına gelişi güzel bir şekilde atarken çalışma masasına doğru yürüdü. Esad beyden aldığı mektubu açmadan önce masasına koyuyordu ki üzerindeki fotoğraf dikkatini çekti.

Balo gecesi çekilmiş fotoğraf siyah beyaz renkleriyle suretleri şekillendirirken buz kesen parmaklarıyla kenarını sıkıca kavradı. Hemen yanında duran Leyla'yı seçti gözleri ilk önce.  Güzelliğinin yansıdığı kağıt avucunun içinde büyüdü büyüdü bütün odayı kapladı.

Sarhoşluğun verdiği etkiyle kendi kendisine gülmeye başladı. Sandalyesine çökerken fotoğraf denilen bu mucizevi icada sanki içinden geçenleri anlatmak istermiş gibi baktı. Geçen günler vazgeçebileceğini mi düşündürtmüştü ona?

İlk kez Leyla'dan uzak durmaya karar verdiğinden daha fazla yanıyordu içi. Sevdanın kolay söküp atıldığı nereden görülmüştü ki?

"Sevda" dedi gülerek. Elindeki fotoğrafa yeniden baktı.

"Bu gece her şeyi bilecek." dedi bir kere daha. Sesli söyledikçe verdiği karardan emin oluyordu, bunun dönüşü yoktu.

...

Leyla uykusu nihayet gelince esneyerek sandalyeden kalktı. Yarın hastanede yoğun bir gün olacaktı bir an önce uyuması gerekiyordu. Gaz lambasını kapatıp yatağına yöneliyordu ki bir ses duydu. İlk başta yanlış duyduğunu düşünse de ikinci gelen taşla pencereye doğru yürüdü ve tülü yavaşça çekti. Karşısında camın altında ona bakan bir Atilla'yı görmeyi beklemiyordu.

Atilla onu görünce eliyle arkasını işaret ettikten sonra seri adımlarla ilerlerken gözden kayboldu. Leyla perdeyi kapayıp geri çekilirken kalbi küt küt atıyordu. Şimdi tüm olanlardan sonra bu adam ne demeye bu saatte onun evine geliyordu ki?

Kalbinden geçenlerin gerçek olmasını isterken buldu kendisini. Masanın üzerinde arada sırada kullandığı mumu aldı ve yaktıktan sonra sessiz adımlarla aşağıya inip mutfak kapısından bahçeye çıktı.

Atilla geçen sefer oturdukları divanda oturmuş sessizce onu bekliyordu. Leyla bu sefer onun yanına oturmayı reddedip başında dikildi ve kollarını göğsünde kavuşturup aksi bir şekilde fısıldadı.

"Ne var? Ne demeye bu saatte geldin?"

Atilla başında dikilen kıza alttan bir bakış atarken temiz hava ve gecenin soğuğuyla iyice açıldığını düşünüyordu çünkü şu an buraya gelirken damarlarında gezinen cesaretten  bir emare dahi  yoktu. Aşağıdan bakmaya son verip o da Leyla gibi ayağa kalktı ve bu sefer kendisi üstten bir bakış gönderdi. Aralarında pek bir boy farkı yoktu ancak yine de ona yukarıdan bakmayı seviyordu.

Doğru ya, seviyordu. Leyla'yla ilgili her şeyi seviyordu. Bir nedene dayandırmadan, öylece sessizce girivermişti kalbine. Düşüncelerinde gelişen sessiz itirafların verdiği güçle buraya ne için geldiğini hatırladı ve Leyla'yı cevapladı.

"Konuşmak için geldim." derken sesi son derece ciddiydi..

"Ne konuşacaksın? Son sözlerini söylemedin mi?"

"Sen söyledin mi?"

Leyla bir süre yanıt vermeden ona baktı. Cevaplamak istemiyordu bu sorusunu çünkü son sözünü söyleyememişti, söylemek istemiyordu.

"Sadece sorumu cevapla." dedi Atilla ona düşünmesi için zaman verdikten sonra.

"Son sözümü söyleyemedim çünkü bundan nefret etsem de kalbim karşı çıkıyor dilime. Bana söylediklerini reddediyor, beni deli ediyor!"

Atilla duyduğu sözler üzerine kalbinin ritminin değiştiğini hissediyordu. Ona bir adım yaklaştığını ve sol avucunu ne ara kızın yanağına dayadı anlayamadı bile.

"Son sözü ben de söylemek istemiyorum." diye fısıldadı baş parmağıyla yanağını okşarken. "Senin hakkında en ufak bir detaya açken nasıl gidebilirim senden?"

"Üç gün önce yaptığın gibi." derken sesi kırıldı. Bu yakınlığın bir rüya olmasından korkuyordu.

Kızgın olmalıydı Atilla'ya. Karşısına geçtiğinde buradan gitmesini istemeliydi. Hep bir olasılık vardı aralarında. Oysa Leyla artık gemileri yakmak istiyordu. Hep bir adım ileri üç adım geri gitmekten öyle çok yorulmuştu ki...

"Hayır" dedi Atilla. Bu sefer de alnını Leyla'nın alnına dayamıştı.

"Bir kere daha gidemem. Seni o adamın kollarına bırakamam. Üstelik hissettiklerimi nihayet kabullenmişken olmaz." derken bu cümlesi Leyla'ya değil kendineydi.

"Çok bencilsin." diye fısıldadı Leyla.  "İstediğin dürüstlüğe ne olacak? Sebebi her ne olursa olsun senden bir şeyler gizlediğimde kızıp gidecek misin?"

"Bir daha hiç gitmeyeceğim."

Leyla hissettikleri kendisine fazla gelince gözlerini kapadı. Kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyordu ve Atilla'nın koluna tutunmuş elleri buz kesmişti. Bu bir aşk itirafı mıydı?

"Senden tek bir şey istiyorum." diyerek derin bir nefes aldı. Gözlerini açınca kendisi gibi gözlerini kapatan Atilla'yı görünce içinde bir çiçeğin tomurcuğu patladı.

"Bana artık açık ol. Bu belirsizlik o kadar yorucu ki."

"Leyla..." dedi Atilla.

Kızın pamuk gibi yumuşak yanağından avuç içine akan sıcaklık onu mest ediyordu. Damarlarında dolaşan alkolden daha etkiliydi sanki bu his...

"Seni kaybedemem, bir kere daha olmaz." dedikten sonra bekledi.

Beklediği an buydu sanki kaybetmenin eşiğine gelince anlamıştı. Leyla ile kaybettiği anları telafi etmeliydi, daha yaşayacakları çok şey vardı. Dudaklarını yavaşça Leyla'nın dudaklarına sürterken kalbinden bütün organlarına sıcacık bir alev yayıldı. Ne yaptığının gayet farkındaydı ve bundan hiç ama hiç pişman değildi.

Dudaklarında hissettiği sıcaklıkla duraksayan Leyla buz kesen parmaklarını kolundan yukarıya doğru çıkarıp Atilla'nın ensesine dolarken dudaklarını acemice kıpırdattı. İstediği şey işte buydu. Bir tepki, bir patlama! 

Yavaş başlayan öpücükleri giderek şiddetlenirken birleşen alınları ayrıldı ilk önce, Atilla'nın elleri Leyla'nın yanaklarından önce boynuna sonra da kendisine bir rota çizerek beline kadar ilerledi. Belinden tutup onu daha da kendine çekerken Leyla'nın elleri ensesine değiyor, onu devam etmeye daha da çok teşvik ediyordu.

Belki dakikalar belki bir asır süren öpücüğün ardından nefes almak için ayrıldıklarında alınlarını tekrar birleştiren taraf Atilla oldu. Deli gibi gülümserken gözlerini birbirlerinden ayıramıyorlardı. Aradan geçen saniyelerin ardından ikinci kez öpen Atilla ilkine göre daha cesaretliydi. Leyla'nın alt dudağını emerken parmaklarını onun beline bastırıyor olduğu yerde sabit tutuyordu.

Leyla ise bir elini Atilla'nın yanağına koymuşken bir elini de onun elinin üzerine koymuş sanki güç alırmış gibi sıkıca tutuyordu. Dudağında hissettiği haz onu daha cesaretli yapıyordu ve bu cesaret onu  bitmek bilmeyen bir denizin içinde yönlendiriyordu.

Kısa bir an geri çekilip ardından kendisini kaybetmiş gibi Atilla'nın dudağını ısırınca Atilla kısık sesle inlemesini bastıramamış ve onu ensesinden tutarak hafifçe eğip bu öpücüğü derinleştirmişti. Eğer şimdi durmazsa bir daha duracağından emin olamayan Atilla yavaşça doğrulup dudaklarını Leyla'nın yanaklarına, oradan da boynuna doğru değdirerek ondan uzaklaşırken sanki iki şişe rakıyı sek içmiş gibi hissediyordu.

Hissettiği öyle tatlı bir sarhoşluktu ki en sert içkilerden bile daha etkili, daha kuvvetliydi... Ellerini hala onun belinden çekememiş sessizce birbirinin gözlerinin içine bakarken hissettiği saadet onu şaşkına çeviriyordu.

"Senden uzak durmak için o kadar çok çabaladım ki... Tüm yollar sana çıkarken direnemiyorum artık." derken Leyla'nın parlayan gözlerine bakıyordu.

"Direnme." dedi Leyla. "Direnirsek kaybederiz. Birlikte ayakta durursak inan bana çok güçlü oluruz."

"Sırlara, üçüncü kişilere ve de tüm engellere bakmadan tutacağım elini." derken cümlesini desteklemek istercesine sağ elini tutup kaldırdı ve başını eğerek gözlerini gözlerinden ayırmadan elini öptü.

"Sana soracağım, anlatacağım o kadar şey var ki..." derken elini tutan eli sıktı. Parmakları birbirine sımsıkı geçmişti.

"Burada konuşulacak konular değil bunlar. Yarın öğleden sonra hastaneden izin alıp beni Gülhane Parkında bekle tamam mı?" diyerek kocaman gülümsedi Atilla.

"Tamam gelirim." derken onun gülümsemesine dalıp gitmişti. Daha sonra bahçede olduğunu fark edince panikle daldığı hülyadan uyandı. Aceleyle Atilla'nın koluna tutunacakken birileri onları gördü mü diye gereksiz bir panikle bahçenin karanlık yüzüne, eve bakıyordu.

"Ananem uyanabilir her an. Haydi git" dedi hem panik hem de utanmış bir şekilde. "Yarın görüşürüz."

"Görüşürüz Leyla Hemşire." derken o çapkın gülüşüyle sevdiği kıza bakmış ve yanağını son kez okşadıktan sonra bahçeden hızlı adımlarla çıkarken geride kendini divana bırakmış gerçekten Leyla olan Leyla bir bırakmıştı.

...

28 Mayıs 1921

Sevgili Günlük;

Bugünü sana yazmam gerek. İçimdeki heyecanı sana dökmem gerek yoksa gözüme uyku girmeyecek. Saat kaç bilmiyorum ama çoktan güneş doğmuş gibi her yer sımsıcak.

Atilla beni öptü!

Öncesinde çok büyük bir kavga etmiştik ve ben bu kez aramızdaki adı her ne ise tamamen bitti zannetmiştim. Ama bu gece anladım ki biz birbirimizden vazgeçemezmişiz. Kendimi o kadar güçlü o kadar aşık hissediyorum ki sana anlatamam. İçinde bulunduğumuz esir şehir, düşmanlar ya da bildiğim ve herkesten sakladığım korkunç gerçek bile gelmiyor aklıma. Gözlerimi kapatıyorum ve sadece onu görüyorum.

Atilla artık benim sevgilim!

Evet bu kelimeyi dolu dolu söyleyebileceğim artık. Yalnız ölmekten korkmak için bir sebebim kalmadı artık, elimi sımsıkı tutacak ve hiç bırakmayacak birisi var. Savaşmak artık gözüme daha kolay gözüküyor biliyor musun? 1922 yılında yazılan kaderi değişecek ve biz çok mutlu olacağız.

Leyla Sonat

Leyla günlüğünün deri kaplamasında parmağını dolaştırıp kapatırken duraksadı. Masasında duran mor çiçeği canı acısa da kopararak az önce yazdığı sayfanın arasına koydu.

İçinde tomurcuklanan çiçek artık sayfalarda, cümlelerin arasında karışmıştı.

...

Maria Romanova Raskolnikova kırmızı rujunu yeniden sürerek dudaklarını iyice belirgin hale getirirken aynadaki aksini memnun bir şekilde süzüyordu. Dudaklarıyla aynı renk elbisesi dizlerinin altında bitiyor, yakasındaki şeritlerle işlenmiş model elbisesine derinlik katıyordu.

Omuzlarından aşağıya saldığı kahverengi dalgalı saçlarını dönemin modası gibi asla kısacık kestirmiyor onlara bebeği gibi bakıyordu. Bu hoş görüntüsü ile Kostantinapolis'teki tüm aptal erkeklerin aklını başından aldığını biliyor, bunu bilmek kendisini inanılmaz derecede memnun ediyordu.

"мужчины созданы для использования. " diye mırıldandı ana dilinde aynada izlediği aksine kocaman gülümserken. (Erkekler kullanılmak için yaratılmıştır.)

Rujunu tuvalet aynasının önüne bırakıp omzunun üzerinden arkasına döndü ve salondaki büyük guguklu saate baktı. Birazdan evden çıkması ve iş yerine gitmesi gerekiyordu. Ah, sevgili iş yeri La Belle...

Tüm hırslarının, planlarının ve de tutkularının gerçek olduğu yer.

Oturduğu yerden kalkarak boy aynasının önüne geçti be belindeki potlukları düzeltmek için elleriyle elbisesini aşağıya doğru çekti. Yatağınının üzerinde duran krem rengi uç kısımları işlemeli uzun ceketi bir sanat eseri gibiydi. Büyük hayranı Fransız Albay Möyso Phillip kendisine hediye ettiğinde ne de çok sevinmişti.

Dışarıda güneş çoktan batmış olsa da şıklığından ödün vermeyen Maria ceketiyle aynı renkteki takım fötr şapkasını taktıktan sonra saçlarını düzeltti. Yatağının üzerinde duran eldivenleri takmayı es geçerek minik çantasını eline aldı ve evinden dışarıya çıktı. Beyoğlu denilen bu semtte oturmak aslında başına çoğu zaman bela olabiliyordu ama Maria o renkli hayatı, insanların telaşını ve sahte mutluluğunu seviyordu.

Canlı hissettiriyordu ona, sanki tüm kötülüklerden arınmış gibi saf ve temiz... Oysa o annesinin de dediği gibi Şeytanın dölüydü o. Ne kadar tövbe ederse etsin her zaman günahkar kalacaktı.

Hatırladığı uğursuz bir anı yüzündeki gülümsemeyi bozar gibi olsa da sadece bir duydu dalgası gibi geçti gitti yüzünden. Geriye sarsılmaz ihtişamı kalmıştı. Yolda yürürken evine çok yakın olan La Belle'e gitmek için acele etmedi. Zaten gecenin büyük bir kısmı orada olacaktı. Tıpkı haftanın beş günü yaptığı gibi...

İki katlı önünde rengarenk bir tabelası olan eğlence mekanından içeriye girdiğinde henüz kimsenin gelmediğini, garsonların masaları yerleştirdiğini gördü. Kendi kulisine gidip bu geceki elbisesini seçerken rengi yine belliydi. Ruhundaki ateşi yansıttığı için kırmızı rengini seviyordu en çok. Parlak pulların kapladığı uzun ancak vücut hatlarını belli eden elbisesini giydikten sonra yeniden makyaj masasının önüne oturdu.

Saçlarını arkadan bir topuz yaparken bu gece o ışıltılı taçlarından takmak istemedi ama büyük, taşlarla süslü küpelerini takmaktan da kendisini alamadı. Boynuna geçirdiği süslü ve oldukça hafif olan kürkü geçirdikten sonra nihayet hazırdı. Aslında bu kürk sahnedeki insanları heyecanlandırmak için hazırladığı bir tuzaktan ibaretti. Sahneye çıktıktan bir süre sonra o kürkü yavaşça çıkarak ve sarhoş, zihinleri bulanmış erkeklerin ilgisini daha da kendisine çekecek ufak bir hileydi.

Dışarıdan gelen uğultulardan mekanın yavaşça dolmaya başladığını anladı. Kuliste yer alan koltuğuna otururken kendisine gelmiş bir çiçeğin yapraklarını seviyor, içinden çıkan kartı okuyordu.

"Sizi görmek için her akşam gelmek artık bana yetmiyor. Aşkım karşılıksız kaldıkça ellerinizde sararıp soluyorum lütfen acıyın bana." yazan adama gözlerini devirmeden edemedi.

Bir de altına gurursuzca bir ev adresi yazmıştı. Küçük zarfı buruşturup yere atarken bir garson gelip ona çıkış yapma vaktinin geldiğini söylediğinde başını salladıktan sonra ayağa kalktı.

"Ты никому не нужен, чтобы быть совершенным." diyerek sesli bir şekilde kendisine telkin verdi. Bu her sahneye çıkmadan önce yaptığı bir şeydi. (Mükemmel olmak için kimseye ihtiyacın yok.)

İnce dar koridordan geçip çalgıcı takımının önüne uzanan platforma çıktığı an duyduğu güçlü alkış sesleriyle neşeyle gülümsedi. Ellerini iki yana açarak zarifçe herkese 'Hoş geldiniz' derken küçük bir el hareketiyle şarkıyı çalmaya başlamaları için adamlara işaret verdi. Ardından bir gece daha böylece başlamış oldu.

Zaman su gibi akıp giderken bazen Türkçe, bazen de ana dilinde şarkılar söylerken öğrendiği birkaç İngilizce şarkı ile de gelen konuklarını oldukça memnun etti. Nihayet ara verip bir masaya oturduğunda eline aldığı kadehteki şarabı kana kana içti.

Yanına gelip kulağına eğilen bir garson "Bu şarap karşı masadaki bey tarafından gönderildi." dediğinde başını sallayarak teşekkür etti.

Bir süre kadehi ile ilgilendikten sonra başını kaldırıp karşı masaya baktığında onu gözlerini kaçırmadan izleyen bir adamla göz göze geldi. Oldukça genç ve yakışıklı gözüken bu adam başını eğip elindeki kadehini şerefe dercesine kaldırdığında Maria onun bu jestine karşılık vermek için elindeki kadehi tıpkı onun gibi kaldırdı.

Bu adamı birkaç gündür her akşam görür olmuştu. Gelip en öndeki masaya oturuyor, kimse ile tek kelime etmeden kendi sahnesi bitene kadar bekliyordu. Kim olduğunu merak edip elbette birine sormuştu ve aldığı cevaba oldukça şaşırmıştı. İngiliz Generalin meşhur yeğeni William Hawtorn'du karşısındaki.

Bu şehirdeki önemli ve üst rütbeli tüm adamları tanıyan ve avucunun içine alan Maria için bu yeni yüz beklenmedikti. Kapalı bir kutu gibiydi ve Maria bilinmezlikten hoşlanmazdı. Hislerine güvenerek oturduğu sandalyeden kalktı. Tek başına oturan adamın masasına doğru ilerlerken her bir hareketini inceleyen William tek kaşını kaldırarak kendisini süzdü.

"Bayan Maria." diyerek ayağa kalkıp elini öptüğünde hoşnut bir şekilde gülümsedi. İngiliz'lerin en çok bu kibar hallerini seviyordu.

"Bu kibar jestiniz için çok teşekkür ederim bay..." diyerek duraksadı ve adamın cümlesini tamamlamasını bekledi.

"Hawtorn." dedi adam anında. "William Hawtorn." dedikten sonra çapkınca gülümseyerek ekledi. "Hizmetinizdeyim."

Maria oldukça can yakıcı bir şekilde kahkaka atarak sandalyeye oturduğunda William da onunla beraber oturdu.

"Sizi birkaç akşamdır burada çok sık görmeye başladım. Oysa sizi daha önce görmediğime eminim."

"Ben sizin en büyük hayranınızım." dedi William kendisinden emin bir ses tonuyla. Başını eğip yüzündeki yaramaz gülüşü derinleştirdi.

"Her anınızı dikkatle izliyorum."

Maria yüzünde inanmayan bir ifadeyle gülümseyip başını eğerken William'ın amacını anlamaya çalıştı. O gece karşılaştığı bu adamın hayatında ne büyük fırtınalar koparacağından habersizdi.

Gözlerini birbirine değerken mücadele etmeye başladı William ve Maria. William bildiği bilgiler için karşısında kuşkulu gözlerle kendisini izleyen kadının peşine düşmüşken Maria ise alabileceği bilgiler, kullanabileceği fırsatlar için incelemeye başlamıştı karşısındaki adamı. Mücadelenin fitilini ateşleyen bu yangından sağ kalanın kim olacağı ise meçhuldü...

*
Rusça yazılar için Yandex çeviriyi kullandım yani ne kadar doğru çevirdi bilmiyorum. 🙈

William ve Maria nihayet tanıştı, Leyla ve Atilla yaşadıkları gelgitlere bir son verip nihayet ilk öpücüğün tadına vardı. Ve Nilüfer ile Salih ise hayatlarını kalın kırmızı bir çizgi ile birbirinden ayırdı. Sizce dengeler nasıl değişecek?

Yorumlarınızı okumak beni çok mutlu eder, kendinize iyi bakın. ❤️

Continue Reading

You'll Also Like

algon By algon

Historical Fiction

29.2K 1K 34
Algonsuz hayat hayat mıdır lov
OrNil By Umay Yıldıran

Historical Fiction

5.9K 167 20
Bir gönül davası🤍
143K 6.1K 40
Sesiz bir ağıt yaktı genç kız yaşamına ve yaşayacaklarına. Onun adı olmuştu zaten uğursuz ama kızın bir suçu yoktu ki onun kaderi böyleydi. Adam içi...
FATİH'İN MÜNECCİMİ By Su

Historical Fiction

6K 537 13
Biraz daha yasasaydi Hazreti Fatih Ne Venedik kalacakti, ne Floransa... Ya sonra ? Fatih hayranı genç bir tarih öğrencisi kendini 2. Mehmet'in devrin...