Zamanın Yağmurları

By aeternumn

20.7K 1K 527

Leyla Sonat yağmurlu bir günde zamanda yolculuk yaparak kendisini 1921 yılında esir düşmüş bir şehir olan İst... More

1
2
3
4
Müsellah Müdafaa-i Milliye Cemiyeti
5
6
7
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19

8

1.1K 51 10
By aeternumn

"Bahçe"

...

Sırtından beline doğru süzülen küçük bir damla aşağıya doğru yolculuğunu tamamlarken Leyla kalbinin atışlarını kulaklarında hissediyordu.

"Beni mi arıyordunuz Leyla Hanım?" diye soran Atilla dudaklarını üzerindeki elini hala çekmemiş, aralarındaki mesafeyi hala açmamış bir şekilde karanlığın içine gizlenmiş kopkoyu gözleriyle gözlerine bakıyordu.

Leyla bakışlarını kaçıracak gücü bulamayışının yanında heyecandan bayılacakmış gibi hissediyor ona vereceği cevabı düşünüyordu. Atilla üst katta ne aradığını sorsa ne diyebilirdi?

Elini kaldırıp dudakları üzerindeki eli ittirirken titrek bir nefes dudaklarından firar edip Atilla'nın eline çaptı. Eli farkında olmadan o kadar çok sıkıyordu ki bütün eklemleri bembeyazdı. Atilla da onun bu sıkı tutuşundan memnun bir şekilde sesini çıkarmıyor beyaz avucun içinden hissettiğin kuş gibi çırpınan nabzın keyfini çıkarıyordu.

"Ben..." diye anlamsızca mırıldandı Leyla.

"Evet sen?" diye üsteleyen Atilla'nın keyfine diyecek yoktu tabii. Üstelik aralarındaki saydam resmiyet yeniden kalkmış, gözden kaybolmuştu.

"Üst katta ne olduğunu merak ettim." diyerek ani bir çıkış yaptıktan sonra dayandığı yerden doğrulup gitmek için hamle yaptığı anda Atilla kendisine engel oldu ve sırtı bir kez daha duvarla buluştu.

"Göz bebeklerin bu kadar titreşmese, kalbin çok hızlı atmasa ve de ellerin titremese bu dediğine gerçekten inanırdım."

Leyla bakışlarıyla bir nefes kadar uzağında olan adamın çehresine baktı ve minik bir çene hareketiyle başını geriye doğru yasladı. Şimdi onun yüzünü daha net görebiliyor ve dudaklarının daha yakın olduğunu fark ediyordu. Atilla ona her zaman tepeden baktığında yahut sarıldığında aralarındaki fark işte bu kadar az olacaktı demek...

"Bırak da gideyim..." diyerek çaresizce yeniden mırıldandı.

Atilla onu öyle bir çekim alanına almıştı ki mantıklı açıklama yapacak kadar düşünemiyordu bile. Duygularına yenilip parmak uçlarında yükselmek ve onu tutkuyla öpmek istiyor, bu istek dudaklarının karıncalanmasına sebep oluyordu. Yüzünün aldığı şekli toparlayamadığını hissediyor ve açıkçası ilk kez bunu umursamıyordu.

"Neden bu katta olduğunu söyle bırakayım."

"Merak ettim."

"Neyi?"

"Neler peşinde olduğunu!" diye patladığında biraz olsun rahatladığını hissetti.

Atilla bir elini hala sıkıca tutuyorken diğer elini de sol yanından duvara yaslamıştı. Koridor birkaç gaz lambasıyla aydınlatılsa da aşağıdaki salon kadar parlak ve göz yoran bir ihtişama sahip değildi. Alt kattan gelen müzik sesi, insanların gürültülü konuşmaları ve nereden geldiği belirsiz hafif bir rüzgarın aralarına girmesiyle değişik bir hisse kapıldı. Rüyalarında gördüğü sadece algılarıyla hissedip o muhteşem duyguları en zirve noktasında yaşadığı bir tutulma anı gibiydi yaşadığı.

Koyu bir renk vardı sanki üzerlerinde. Atilla'nın mavi gözlerini görebiliyor ama onları lacivertten bile koyu bir renkte seçebiliyordu.

"Neyin peşindeymişim?" diye alayla sormaya devam etti Atilla.

Sanki kendisini bu şekilde esir almaktan oldukça memnundu. Sanki mi, adı gibi eminde bunu yapmaya bayıldığından. Oysa dakikalar önce kavga etmemişler miydi? Leyla onun yüzüne karşı bir kere daha "Dalkavuk!" diye söylenmiş Atilla da ona düşüncesizce konuştuğu için kızmamış mıydı?

Kırılmamış mıydı kalbi?

Kıskançlık kırgınlığı alt edip kırmızı bir zaferin ardından adımlarını yönlendirmişti.

"Seni yukarı çıkarken gördüm." dedi gözlerinin içine korkusuzca bakarak. Kaçmak için yalvarması bir işe yaramamıştı.

"Miss. Davinson da peşinden geldi." diye devam ederken kendi kendine sinirle güldü.

"Sen de bizi basmak için peşimizden geldin. Onu da tıpkı şimdi sana yaptığım gibi duvara yasladığımı ve öpmek üzere olduğumu da gözünün önüne getirdin mi?"

"Evet!"

Sinirle yanıtladıktan sonra aklı başına gelip duraksadı. Öpmek mi? Atilla'ya bir kez daha başını kaldırıp baktığında onun dudaklarına baktığını gördü. Şimdi uzansa yakıcı dudaklarına kavuşurdu ama uzanamazdı. Hep şeyi silip duygularına yenilse bunun bir geri dönüşü olmaz ve kalbi çok kırılırdı.

Atilla gözlerini Leyla'nın dudaklarından alamazken düşünceleriyle yeniden savaşıyordu. Onun kıskanıp peşinden geldiğini anlamak o kadar çok zevk vermişti ki bir an önce aşağı inip Yavuz'a vermesi gereken evrağı bile görmüyordu gözü. Leyla'yı zengin ve hayırsever birinin yanına bıraktıktan sonra yeniden görevine odaklanmak kolay olmuştu. Öfke ona görev bilincini hatırlatan en temel duyguydu.

Kavganın ardından gelen öfkeyle hareket etmiş ve evinin koridorlarında yürürken küçük adım seslerini duymuştu. Eğer gizli saklı işler yapacaksa takip edilmediğinden emin olmak için arkasında hep bir gözünün olması öğütlenmişti ona. Kulaklarını dört açmalı ve izlenmediğine emin olmalıydı. Evrağı ceketinin içine sıkıştırıp bir köşeye gizlendiğinde onu takip edenin kötü amaçlı biri olduğundan emindi.

Oysa gelen Leyla'ydı. Koyu yeşil elbisesiyle koridorda bir şeyi ararmışçasına yürüyor etrafına kuşku dolu gözlerle bakıyordu. Onu bileğinden çekip kollarının arasına hapsetmesi ise beklediğinden kolay olmuştu. Üzerinde böyle denli bir etki bıraktığını bilmek erkeklik gururunu okşuyordu elbet.

Leyla'nın parmaklarına dolanmış elini sıkıca tutmaya devam ederek yavaşça kaldırıp omzuna koyduğunda gözleri gül kurusu rengi dudaklardan yosun yeşili ela gözlere çıkmıştı.

"Senin gibi Nazım adında kaçak şairleri bilmem belki ama sevdiğim bir şair şöyle der;" dedikten sonra başını eğerek fısıldamaya başladı.

"Şu testi de benim gibi biriydi;

O da bir güzele vurgun, dertliydi.

Kim bilir, belki boynundaki kulp da

Bir sevgilinin bembeyaz eliydi."

Leyla nefesini tutmuş bir şekilde dinlerken Ömer Hayyam'dan alıntı yaptığını anımsar gibi oldu. Kuzeni Melih'in sahafında geçirdiği vakitlerden birince karıştırdığı kitabın birinde okuduğunu anımsıyordu bu satırları.

"Ömer Hayyam." dedi ne diyeceğini bilemeyerek.

Zihninde sürekli "O da bir güzele vurgun, dertliydi." dizesi dönüp duruyordu.

"Evet." dedi Atilla. Bu dizeleri söylerken gizli bir aşk itirafında bulunacağını kendisi de tahmin etmiyordu. Omzundaki eli boynuna çıkarmaya cesaret edememiş bu arzusunu dizelerin arasına sığınarak açık etmişti.

"Ben artık gideyim." dedi Leyla gözlerinden geçen bakışı bir an yakaladıktan sonra.

Avucunun içindeki elini koparıp aldı kendisinden. Ellerinin ne denli üşüdüğünü o an düşünmek istemedi ikisi de. Atilla istese onu şuracıkta  öpebilecekken sadece bir nefes ötesinde olmakla avunmuş başını usulca sallamıştı.

Biliyordu öpse bu gece burada bitmezdi. Uzun bir iç hesaplaşmaya ve içinde yeşerecek umutlara ne vakti vardı ne de görevi buna müsaade ediyordu. Yavuz'un biraz daha oyalanırsa yukarı çıkacağını ve kendilerini bu vaziyette görürse uzunca bir süre dalga geçeceğini bildiğinden toparlanmalı ve kendisine gelmeliydi. Leyla'dan yayılan mis gibi çiçek kokusunu son kez içine çektikten sonra birkaç adım gerileri ve geçebilmesi için ona yol verdi.

...

Leyla nefesini tutmuş bir şekilde son kez ona baktıktan sonra daha hızlı inebilmek adına eteklerini tutarak hızlı adımlarla merdivenlerden aşağıya indi. Kimsenin onun yokluğunu fark edeceğini sanmıyordu. Zaten Atilla'nın ailesi haricinde kiminle doğru dürüst bir muhabbeti olmuştu ki? Birlikte geldiği hekim Mehmet bile yoktu ortalıkta. Sözde hastanelere bağış toplamak için insanlarla beraber konuşacaklardı.

İnsanların süslü elbiselerine, güzel saç bantlarına ve tasasız gülüşlerine bakarken düşündü. Bu ortama ait olmadığını acı da olsa kabul etmek zorundaydı. Ellerini kızarmış olması muhtemel yanaklarına bastırırken havanın ne kadar sıcak olduğunu fark etti. Ne ara bu kadar kanı kaynamıştı?

Bu sefer de elleriyle yüzüne hafif bir yel yaparken sağ tarafından ona doğru yönelen birisini fark etti. Kendisine doğru gelen adımlar durduğunda başını çevirip İngiliz Subay William ile göz göze geldi.

Adam yüzünde kibirli bir gülüşle hafifçe eğildi ve avucunu kendisine doğru uzattı.

"Bayan Leyla?" derken birkaç gün önceki tatsız karşılaşmalarını ve söylediği sözleri unutmuş gibiydi.

Leyla içinden İngiliz görgü kurallarına lanet ederken istemeye istemeye elini uzattı ve öpmesine izin verdi. Yakıcı öpücüğü eldivensiz elini bulurken içi bir tuhaf oldu. Bu adamda doğru olmayan bir şeyler vardı. Gördüğü en kibar insan olmasının yanında gözlerinde gizlenmiş karanlık bir taraf gerilmesine neden oluyordu.

"Bay William." dedi soy adını bilmediği için.

"Hawtorn. Bay Hawtorn diyebilirsiniz." diyerek gülümsediğinde Leyla bir an için gerçekten merak etti. Bu adamın amacı neydi? Ona yalan söylediğinde kendisini tutuklamakla tehdit eden o değil miydi?

"Benden ne istiyorsunuz bay Hawtorn?" diye sordu gözlerini kısarak.  Ondan korkmadığını anlamasını istiyordu.

William Hawtorn kendisini büyük bir dikkatle baştan aşağıya süzerken kıpırdanmamak için zor sabretti. Mavi gözlerinden geçen beğeniden hoşlanmamıştı.

"Hiçbir şey. Bu gece ne kadar güzel olmuşsunuz." dediğinde şaşırmadan edemedi. Atilla'nın bakışlarında hissetmişti bunu ama kelimeleri dile gelmemişti. Oysa Leyla da her kadın gibi güzel olduğunu duymaktan hoşlanıyordu.

"Teşekkür ederim." derken mesafeli ses tonu dalgalanır gibi oldu.

Kurnaz bir adam olan William bu küçük bocalamayı anında fark edip anında yakaladı.

"Ne o, sevgiliniz size hiç iltifat etmedi mi?"  küçük bir iç geçirmeden sonra devam etti. "Çok yazık. Sizin elinizi tutma şansım olsa size ne kadar güzel olduğunuzu her dakika hissettirirdim."

Leyla yüz ifadesini toparlamaya çalışırken adamın ona alenen yürümesini sindirmeye çalıştı. İlgisi olduğu zaten en başından beri belliydi ancak o sokaktaki karşılaşmarından sonra tamamen kurtulduğunu düşünmüştü.

"Atilla benim sevgilim değil." dedi kuru bir ses tonuyla. Bu cümle dudaklarından çıkıp kulaklarına ulaşırken canını yakmıştı.

William ise karşısındaki genç kadının bocaladığına şahit olduğu andan itibaren doğru yolda olduğuna emin olmuştu. Zavallı Leyla'nın küçük kalbi onu hak etmeyecek bir adam için atıyordu ama çok isterse bu durumu kendi lehine çevirebilirdi. Bu gece onu tekrar görmeden, güzelliğinin kendisini mest etmeden hemen önce artık o kızı bir daha göreceğini hiç düşünmüyordu. Atilla denen adamı ve onu o karşılaşmadan sonra takip etmiş ve bir parka gidipaptal aşıklar gibi sohbet etmeye başladıklarında oradan uzaklaşmıştı. Kız güzeldi ve cesareti onun hoşuna gidiyordu ama eğlenebileceği bir şey yoksa William orada olmazdı.

Oysa bu gece amcasının adına bu davete katılıp gizli evrakları değiş tokuş edeceği adamı bulduğunda keyifsizdi. Leyla'yı görene kadar sahte kahkahalarının arkasına saklanmış kendisine yeni hedefler arıyordu.  Daha yüksek bir mertebe ulaşabilmesi için birinin ayağını kaydırması ve yerine geçmesi gerekiyordu ve bunun için de ona kirli sırlar lazımdı. Evrakları teslim ettiği muhbirine sorduğu sorular onu bir kişiye doğru yönlendirirken bir anda Leyla belirmişti karşısında.

Aradığı kadını bir an için unutmuş onun kendisini büyülemesine izin vermişti. Türk kızlarının bu kadar güzel olabileceğini kim tahmin edebilirdi ki?

"Bunu duyduğuma sevindim." derken bu sefer daha da kendinden emin bir edayla gülümsedi. Leyla'nın kendisinden hoşlanmadığını sezebiliyordu ama bunu değiştirmek kendi ellerindeydi.

"Bu tarz balolara sık katılır mısınız?" diye sordu.

"Pek sayılmaz." derken gözlerini kaçırdı Leyla. Sanki birini arıyor gibi çabucak etrafına bakındı.

William başını kaldırıp Leyla'nın indiği merdivenlere doğru bakınca Atilla'nın indiğini gördü. Göz göze geldikleri an hain bir sırıtma geçti yüzünden.

"İsterseniz daha sakin bir yere geçelim." diyerek Leyla'nın kolunu tuttuğu anda Atilla da yanlarına varmıştı.

"Gerek yok bay Hawtorn. Ben-"

"Leyla!"

Leyla yeşil gözlerini irice açıp arkasına döndüğünde sevgilisiyle bakıştı.

"Ben de tam gidiyordum." diye mırıldanıp açıklamaya çalışırken İngilizce konuşmaktan vazgeçip Türkçe'ye dönmüştü.

Atilla keskin bakışlarla kendisine bakıp kaşlarını çattı.

"Bay Hawtorn. Bu gece aramızda olmanız ne büyük şeref." derken William onun bu acizliğine gülmeden edemedi.

Birkaç gün önce 'kendi işine bak' diyebilecek kadar cesaretliydi oysa şimdi tıpkı babası gibi İngiliz aşığı bir zavallı olduğunu belli etmişti.

"Oldukça güzel bir davet. Özellikle de böyle göz kamaştırıcı bir bayanın varlığı geceyi oldukça güzel yapmış." diyerek Leyla'ya baktığında kızın durgun bir ifadeyle kendisine baktığını gördü. Atilla akıllı bir adam olmalıydı çünkü cümlesinin ne amaca vardığını belirtircesine bakmıştı yüzüne.

Leyla'nın gözlerinden geçen cesaret ve pişmanlığın ardından Atilla'nın giderek kasılan yüzü ona oynadığı ve oynamaya da devam edeceği oyunu daha da sevmesine yol açıyordu.

...

Leyla William'ın kendisine son kez bir selam verip iyi geceler dilemesini izlerken hareket etmedi. Üst katta yaşadığı heyecan bu adamla ve Atilla'nın gelişiyle tuzla buz olmuştu.

"Hiç vakit kaybetmemiş." diyerek homurdanan Atilla yan gözlerle kendisine baktığında derin bir nefes verdi.

"Gelip yine beni buldu. Gitmek üzereydim ben de." diyerek omuz silkti. Hesap vermiş gibi oluyordu ama yanlış anlaşılmalarla uğraşmak istediği söylenemezdi.

"Gidelim mi?" diyerek elini uzatan Atilla'nın konuyu uzatmamış olmasına sevinerek başını salladı.

Konuyu uzatmıyordu belki ama içinden bir ses bu konunun en beklenmedik anda yeniden açılacağını söylüyordu. Atilla'nın ailesinin yanına döndüklerinde Fransız ve İngiliz askerlerin orada olduklarını görmek onu şaşırttı. Muhabbet o kadar iyi miydi? Üstelik Anna da annesinin yanında delici bakışlarıyla kendisine bakıyordu. Üst katta geçirdikleri zamanı düşünürken Anna'nın kendilerini görüp görmediğini merak etti. Kızın sinsi ve kinli bakışlarından gördüğünü düşünebilirdi ama gecenin başından beri kendisine hiç dostça bakışlar göndermemişti ki.

"Nerede kaldınız Leyla? Sizi merak ettik." diyerek koluna nazikçe dokunan Fatma'ya gülümsedi. Cevap vermek için ağzını açmıştı ki Fransız askerin eşi oldukça yüksek bir ses tonuyla kendi dilinde konuştu.

"İkisi de üst kattan iniyorlardı. Demek ki bir işleri uzun sürdü." diyerek kurnazca gülümserken Leyla'nın yüz ifadesi şok içinde dondu kaldı.

Sessizce dedikodu yapan kadın neyden cesaret alıp böyle yüksek sesle çirkin bir ithamda bulunmuştu. Anna'ya yeniden bir bakış attığında kızın kendileri hakkında dedikodu yaptığına emin oldu.

"Ben de yukarı çıktığını görmüştüm." diyerek ona katılan ve düşüncelerini onaylayan Anna'ya bakarken kirli onamaya karar vermesi uzun sürmedi. Yüzüne yerleştirdiği kocaman gülümsemesiyle konuşurken o kadar güçlü görünüyordu ki.

"Mss. Davinson yukarı çıkınca onu merak etmiştim. Atilla beyle de tesadüfen karşılaştık." dedi Fransızca olarak tane tane.

Ardından Anna'ya dönüp sahte bir endişeyle sordu. "Sizi yukarıda bulamadım. İyi misiniz?" diye sordu sahte bir ilgiyle bu kez de İngilizce olarak.

İki dili de herkese akıcı bir şekilde konuşabildiğini göstermiş adeta şov yapmıştı. Anna'nın biraz şok biraz da utanan suratını keyifle izledi. Kendi kurduğu tuzağa kendisi düşmüştü.

"Bizim dilimizi bu kadar iyi konuşabildiğinizi bilmiyorduk küçük hanım." diyen İngiliz Generale gülümsedi.

"Üst katta bir şeyler arıyordum." diyerek geveleyen Anna'yı kimse umursamadı. Üstelik bu kez Atilla da onun konuşmasına müdahale etmemiş ilgiyle dinlemişti.

"İngilizce ve Fransızca konuşabiliyorum lakin ana dilim varken başka lisan kullanmayı tercih etmiyorum."

"Bravo! Bu çok güzel bir haber küçük hanım. Eşlerimiz de sıkılmaya başlamıştı. Artık davetlerde konuşabildikleri bir genç hanım bulmak hoşlarına gidecektir."

Leyla ona gülerek bakan Fransız adama kararsızca baktı. Yaşadığı devirde tek dil bilen birini bulmak zordu ve isteseler kendilerine çok rahat konuşacakları birisini bulabilirlerdi. Demek ki bu akşam sorduğu sorularla iki yüksek rütbeli subayın da ilgisini çekmişti.

"Pek maşallah. Hangi mektepte okudunuz? Fransız okullarından birinde mi yoksa?"

Daha cevap veremeden tam yanından Osman Bey yani Atilla'nın babası merakla başka bir soru sorunca daha da çıkmaza girmiş bir şekilde kalakaldı. Üstelik annesi Kevser Hanım da yeniden kendisini üstten bakışlarla süzmeye başlamıştı.

Kendi zamanında biraz okul, biraz can sıkıntısı, çokça emek vererek dil öğrenmeye yatkınlığıyla iki dili kolayca öğrenebilmişti ancak burada işin içinden nasıl çıkabilirdi ki?

Hatice ananesi bile üstün körü oluşturduğu hikayeyi biliyordu. Her geçen gün birbirine eklenen yalan sarmalından dolayı korkuyordu. Bir gün bu sarmalın ayağına dolanıp onu yere düşüreceğini bildiği halde zihninde oluşturduğu kalıba uymaya çalışarak Osman Paşa'ya bakarak konuşmaya başladı.

"Evde eğitim gördüm efendim. Dil becerimi yabancı öğretmenlerime borçluyum."

Daha sonra da Fransız askere bakıp;

"Değerli eşinizle vakit geçirmeyi bende çok isterim ancak artık ayrılsam iyi olacak. Yarın..."

kısa süreliğine duraksayıp söyleyeceği Fransızca kelimeyi hatırlamaya çalıştı. Hatırlayınca da cümlesine devam etti.

"İlgilenmem gereken bir hastane ve hastalar var. Başka bir zamanda neden olmasın."

Osman Paşa da Fransız asker de gülümseyerek onu onayladıktan sonra etrafına sıkılgan bir bakış atınca Atilla onun ne düşündüğünü anladı ve dakikalardır uzak durduğu kızın yanına gidip hafifçe beline dokundu.

"İzininizle Leyla Hanım'ı evine bırakayım. Onu bu gece davet eden bendim şimdi de gereğini yapmak bana düşer. İyi akşamlar." diyerek herkese tek tek selam verdi.

"Sizinle başka bir gün tekrar görüşmek isterim. Kendinize çok iyi bakın Leyla." diyerek ona kısa ancak samimi bir şekilde sarılarak veda eden Fatma'ya aynı şekilde karşılık vererek hafifçe sarıldı.

"iyi akşamlar." dedikten sonra herkesin yüzüne tek tek bakıp arkasını döndüğü vakit yüzündeki zoraki gülümsemeyi sildi zira bu akşamın ona kattığı tek güzel şey Fatma'nın samimi dostluğuydu.

"Atilla oğlum dönüşün geç olur mu? Seni tanıştırmak istediğim misafirler vardı. Ahbabımın kızı Hasibe'ye bir selam versen çok mutlu olurum." diyen Atilla'nın annesi gitmelerinden hemen önce son bombayı atmıştı.

Atilla iç geçirip annesine uyaran gözlerle bakarken biraz da bıkmış gibiydi. Leyla bir şey demeden başını kaldırıp onun yüzüne baktı.

"Başka bir zaman validem. Özürlerimi iletirsin."

Diyen Atilla'nın ardından belli belirsiz rahat bir nefes verdi.

Ardından Atilla beline koyduğu elini yavaşça çektikten sonra onu çıkışa yönlerdirdi ve paltosunu giymesini bekledikten sonra dışarı çıktılar. Leyla Hasibe'nin kim olduğunu deli gibi merak etse de sorup fazla meraklı görünmemek için susuyordu. Zaten bu gece bir kez kıskançlığına yenilmiş ve sonuç beklediğinden çok farklı çıkmıştı.

Mayısın ortalarında oldukları için geceler hala serin geçtiğinden hafifçe omuzları titremeye başlamıştı.

"Üşüdün mü?" diyerek ceketini çıkarmak için hareketlenen Atilla'yı elini tutarak durdurdu.

"Fayton şimdi gelir zaten, gerek yok." dedikten sonra birleşmiş ellerine bir bakış atıp tutuşunu sonlandırdı.

Faytonda diz dize belki de yan yana olacaklarını düşünmek onu heyecanlandırıyordu. Yukarıda konuşulmayanlar belki de şimdi konuşulacaktı. Atilla'dan tek istediği açık olmasıydı eğer tüm kalbini açarsa görüşü ne olursa olsun orta yolu bulabilirlerdi. Düşünceli bir şekilde ince mantosunun düğmeleriyle oynarken bekledikleri fayton nihayet geldi.

"Buyurun." diyerek elini tutması için uzatan Atilla'nın yüzüne bakıp elini tuttu ve faytona bindi. Onun da binmesini bekledi ama adam ona aşağıdan bir bakış atıp başını eğdi.

"Seninle eve kadar gelemeyeceğim için beni bağışla. İlgilenmem gereken başka birileri daha olduğunu hatırladım." diyen Atilla'ya hayal kırıklığı ile baktı.

'Hasibe'yi görmeye gidecek' diyen zihnindeki sinsi sesi inkar ederek anında susturdu. Bir an için onun kuzeninin anlattığı gibi bir casus olduğunu düşünüyordu ama sonra Atilla davranışlarıyla tüm düşüncelerini çürütüyordu. Şüphelenmesine en ufak mahal vermiyor gibiydi ne düşünse tam tersi çıkıyordu. Akışına bırakacağım dese de soruları ve bildiği gerçek onun peşini bırakmıyordu ki.

Başını belli belirsiz iki yana salladı.

"Benim de Ömer Hayyam'dan hatırladığım bir rubai var." dedi zar zor yutkunduktan sonra.

"Girme şu alçakların hizmetine:

Konma sinek gibi pislik üstüne.

İki günde bir somun ye, ne olur!

Yüreğinin kanını iç de boyun eğme."

Ardından faytonun kapısını kapadı ve son kez Atilla'ya bakmayı reddederek önüne döndü. Gözleri dolmuştu ve yüzü yanıyordu ama ağlamamak için kendisini tuttu. Gözyaşlarını akıtmak için nasıl olsa daha sonradan çok vakti olacaktı...

...

Kendini gecenin ayazına bırakıp soğuğu içinde hissedip iyi olduğuna kanaat getirdikten sonra içeriye giren Atilla artık gözetmesi gereken birinin olmamasının rahatlığıyla evin içinde Yavuz'u aramaya başladı.

Bu akşam için kurdukları planları Hulusi denen adamın harekete geçmesiyle bozulmuştu ve ani gelişen yeni bir plan yapmak zorunda kalmışlardı.

Evi seri hareketlerle arayan Atilla Yavuz'u geniş balo salonunun ikinci kapısının pervazına yaslanırken buldu. Leyla'yı eve bırakmak için kapıya yönelirken kısa süreliğine bir bakış atarak görevin aciliyetini ona bildirmişti. Leyla'nın gitmeden önce söylediği alıntı ve kendisine bakmayı reddedişi çok dokunmuştu Atilla'ya. Alçaklara hizmet etme diye yalvarırken vatan aşkıyla yanıp tutuştuğunu bilmesini ne çok isterdi.

Etrafına şöyle bir bakıp aradığını bulunca o yöne doğru yürümeye başladı. Yavuz yanına gelenin kim olduğuna bakıp sessizce konuşmaya başladı.

"Adamın yeni bir muhbiri var. İngiliz bir subayla sohbet esnasında pusula değiş tokuşu yaptılar. Subay kim çıkaramadım."

"Adamın adı William Hawtorn. Şehre yeni geldi tanıyamaman normal. Yüksek rütbeli sayılmaz ancak General Hawtorn'un yeğeni. Bu yüzden onu yakınında tutmak isteyecektir saf dışı bırakılması zor gözüküyor. " dedi o adı anmaktan nefret ederek.

Bu gece babası sayesinde duymuştu bu ismi. Onunla arkadaş olmasının yararlarına olacağını söyleyen babasının uzaktan gösterdiği adamı görmesi pek iyi hisler uyandırmamıştı içinde. Bu geceyi arkadaş olmayı bırak yüzünü bile görmeden atlatmak isterken onu Leyla'nın yanında yeniden gördüğünde bu kez sakin kalmak istemişti.

Ona kibarca davranırken küstah bakışlarla kendisine tepeden bakan adamın suratına yumruğunu geçirmemek sandığından daha zor olmuştu onun için. Keşke adını bilmeseydi, keşke bu kadar önemli birisi olmasaydı da dilediğince hıncını alıp "Leyla'dan uzak dur." diye onu tehdit edebilseydi.

Düşüncelerini zapt edip görevine odaklanmak için derin bir nefes aldı.

"Söz konusu pusulaları ele geçirmemiz lazım." dedi gözlerini William Hawtorn'dan ayırmadan.

"Olmaz Atilla." dedi Yavuz aklında dönen düşüncelerden habersiz bıkkın bir ses tonuyla.

"Önceki pusulayı aldık zaten. Birilerinin peşlerinde olduğunun farkındalar, açığa çıkamayız."

"Yine de bir şeyler yapabiliriz." dedi Atilla gözlerini Hulusi'den çekerek.

Yavuz Atilla'ya bakıp sordu "Aklında hangi tilkiler dolanıyor?"

Atilla hafifçe gülümseyip Yavuz'un omzuna vurdu. Günler önce onun kendisine yaptığı hareketi taklit etti. "Beni takip et daha rahat bir yerde konuşalım."

Dakikalar sonra evin arka tarafındaki odunlukta Yavuz, Salih ve  Atilla buluşmuş bir karar vermeye çalışıyorlardı.

"Salih ve ben subayı izler, evine giden yolda bayıltıp elindeki pusulayı okuyabiliriz." dedi Atilla.

"Pusula şifreli. Daha ele geçirdiğimizi çözemedik. Bunu nasıl anlayabiliriz ki?" diye sordu Salih. Görevlerini hakkıyla yerine getirememek, başarısız olmak canını sıkıyordu.

"Pusulada harflerin yeri değişmiş sadece. Üzerine düşünsek çözeriz merak etme. Bu gece benim aklımda tutabileceğim bile kardır. Eminim ki çok geçmeden çözeriz." dedi Yavuz düşünceyle.

Her zaman gevşek bir gülümsemeye ev sahipliği yapan yüzü sadece görev sırasında bu kadar sert oluyordu. Gözlerindeki bakış ve ses tonundaki kararlılık onu olduğundan farklı biriymiş gibi gösteriyordu.

"Yavuz haklı. Adam buradan çıkar çıkmaz peşine düşer ve okuruz." dedi Salih.

"Tabii yerine ulaşmadan önce." dedi Atilla alayla.

"Bu kadar oyalandığımız yeter. Adamı kaçırmadan gitsek iyi olur" dedi Yavuz sabırsızca. Atilla başını salladı ve artık kendisini iyiden iyiye sıkan yakasının birkaç düğmesini açtı.

"Evvela üzerimizi değiştirelim ki tanınmayalım. Adamın eşgalini Yavuz ve ben biliyoruz. Salih bir durum olursa arkadan saldırır bizi arkadan kollaması lazım." dediğinde Yavuz ve Salih onu başıyla onayladı.

...

Karanlık odunluktan ayrı ayrı çıkıp izlerini kaybettirdikten sonra Yavuz adamı izlerken Atilla başlarına saracakları bezi ve siyah ceketleri getiriyordu. Üzerindeki şık ve kaliteli giysi onu anında ele verirdi.

"Gerçekten bunları giymemize gerek var mıydı?"

Atilla arkasından gelen Yavuz'un söylenmelerini duymazdan geldi. Her zamanki gibi yine memnun olmamıştı ve yüzüne sardığı şalı çekiştirip duruyordu.

"Söylenmeyi bırakta acele et. Adamı evine girmeden yakalayalım."

"Sen merak etme birazdan damlar. Zaten bütün gece küp gibi içti, işimiz kolay olur."

"Geldiğim yerde sarhoşken bile çok iyi ateş eden adamlar tanıdım ama yine de sen bilirsin." diyerek homurdanan Salih birkaç adım gerilerinden onları takip ediyordu.

"Bir gün talim yapalım da hangisi daha iyi kararlaştır o halde." diyerek meydan okuyan Yavuz Salih'e arkasına dönüp baktığı vakit eve yaklaşan faytondan inen Hulusi'nin adım sesleriyle konuşmalarını kesmek zorunda kaldılar. Adamın geceden ne zaman ayrılacağını bilmedikleri için planı yapar yapmaz evinin önünde pusu kurmuşlardı.

Sallana sallana gelen adam cebini karıştırırken Yavuz'a başıyla işaret eden Atilla hızlıca bir gölge gibi hareket ederek adamın arkasına geçerek hançerini boğazına dayadı ve anında karanlık bir noktaya çekti. Yavuz da rolüne uygun bir şekilde adamın cebini yoklamaya başlamıştı.

"S-siz kimsiniz?" diye soran adama cevap vermek gibi bir niyeti olmasa da Yavuz cevap vermeden duramadı ve "Hırsız" dedi alayla.

"Ne isterseniz veririm. Ne olur bana bir şey yapmayın!" diye ağlamaya başlayan adamın acizliğine aldırmadılar.

Atilla Hulusi'yi biraz daha korkutmak için elindeki bıçağı biraz daha bastırıp "Değerli olan her şeyi al. Cüzdan, saat, yüzük ne varsa topla!" diyerek komut verdi.

Aslında böyle yapmalarının nedeni değiş tokuş edilen pusula ve bir el çantasına gizlenmiş evraklar yüzünden yolunu kestikleri şüphesini ortadan kaldırmaktı. Yavuz'a bakan Atilla bu görevin ne kadar da kolay olduğunu düşünürken dizine gelen beklenmedik bir tekmeyle gardını düşürdüğü an adamın elinden kurtulmasıyla neye uğradığını şaşırdı. Düşmanını hafife almış, elinden kurtulmasına izin vermişti.

Ne ölümcül bir hata...

"O kadar kolay olayacak!" diyen Hulusi sarhoşluğu biraz üstünden artmış bir halde cebindeki silahına davranmış ve anında ateşlemişti.

Bir anda ceyeran eden olay karşısında yana kaçmayı akıl eden Atilla kurşundan sıyrılmayı başarsa da kurşun kolunu sıyırıp geçmişti.

Kolunun karıncalandığını hissetmesine rağmen Yavuz'a doğru yönelen adamı durdurmak adına arkadan sol koluna davranıp onu ters çevirdiği anda yanlarına gelen Salih silahının kabzasıyla adamın kafasına vurup onu bayılttı.

Adamın bayılmasını fırsat bilip pusulayı sakladığı gizli cebi nihayet bulan Yavuz hemen açıp okumaya başlarken Atilla ve Salih'te silah sesinden sonra başlarına kimse toplanmadan adamı taşıyıp bir köşeye bıraktılar.

"Acele et birazdan gelirler!" diyerek seslenen Salih caddeyi gözlerken Atilla da kanayan omzunu tutuyordu.

"Evrakları okuyacak vaktimiz yok. Onları olduğu gibi bırak."

"Tamam tamam bitti!" dedikten sonra kağıdı yeniden gizli cebe yerleştirdi Yavuz. Gitmeden önce Hulusi'nin cep saatini sökercesine çekip alıp kendi cebine koyduktan sonra arkadaşlarının yanına koşar adınlarla ilerledi. Üçü de adım sesleri gecenin karanlığına karışırken koşarak olay yerinden uzaklaştılar. Yakalanmadıkları için şanslılardı ama sarhoş bir adamı hafife alacak kadar da düşüncesizdiler. Odunlukta yaptıkları ilk planın bu tarz bir sonla başarıya ulaşacağını o an için tahmin edememişlerdi.

...

Eve gelip üzerine değiştiren Leyla güzelce katlayıp koltuğun üzerine koyduğu elbiseye bakarken geceyi düşünüyordu. Yatağının üzerine oturmuş, elleri kucağında gözleri dalgındı.

Hiç istemediği halde düşmana olduğu gibi davranmak istese de bir anlık küçük zaferlerin peşine düşüyor ikiyüzlü biri gibi davranıp yalan söylüyordu. Düşününce bu geceki tavırlarından gerçekten nefret etmişti.

"Başka bir zaman görüşmek isterim" mi?

Allah korusun!

Özellikte Atilla onu yeniden tek başına bırakırken yaptığı alıntı neydi öyle? Bunu  söylerken ne düşünüyordu ki? Atilla kendisine hak verip tüm kurduğu düzenden ve ailesinden vazgeçmesini mi? Onun bu gece nasıl davrandığını çok net görmüştü. Düşmanla birlik olan bir paşanın sadık oğluydu Atilla.

Gece gördüğü manzara canını acıtmıştı ama onun kollarındayken o canını yakan şeyi nasıl unutabilmişti!

Üst katta yaşadıkları aklına gelince oturduğu yatakta yana doğru devrildi ve başı yumuşak yastıkla buluştu. Atilla'yı hiç bu kadar çok öpmek istediği bir an olmamıştı. Pek çok kez aynı pozisyona gelmişlerdi ama bu gece ilk defa içindeki tutkulu kadın düşüncelerini susturup kendisini öne çıkarabilecek güce kavuşmuştu. Elleri saçlarına karışsa, hiç yarını yokmuş gibi onu öpse ne olurdu sanki? Gece boyunca pek çok kez duygu değişimi yaşamış verdiği yeminlerden dönmüştü.

Dengesiz ve kararsız olmak istemiyordu.

Oysa Atilla'nın  ona hiçbir vaatte bulunmadığı baştan belli değil miydi? Hastaneye geldiği ilk vakitte onunla eğlenmek istemişti ve Leyla bile isteye tüm gerçeklere rağmen bu oyuna ortak olmamış mıydı?

Peki şimdi neden canı yanıyordu?

Kendine verdiği ancak adamın gözlerine baktığı vakit unuttuğu sözleri vardı onlara ne olacaktı? Gözlerinden süzülen yaşlarla kendini daha fazla tutmadı. Bu zamana geldiğinden beridir ne çok ağlamıştı en çok böyle. Çoğu zaman çaresizlik acıtmıştı canını peki şimdi onu acıtan şey neydi?

Elleriyle gözyaşlarını silmeye çalışıp kendine gelmeye çalıştı. Hatice ananesinin sesini duyarsa uyanıp yanına geleceğini ve çok üzüleceğini biliyordu. Yattığı yerden doğruldu ve yataktan kalkıp odasının camını açtı. İçeriye gelen temiz havayla gözlerinin yandığını hissetse de aldırmadı. Ciğerlerine dolan temiz havaya karşı gözlerini kapatırken dışarıdan giderek açıldığını hissediyordu. Biraz sonra odasının kapısı usulca açılınca başını çevirip gelene bakma gereği duymadı.

"Kızım" dedi yaşlı kadın endişeli bir sesle. "Neden ağlıyorsun? Senin yan odaya kadar geldi."

Leyla boğazını temizleyip gülümseye çalıştı ve yaşlı kadına yaklaştı.

"Ağlamıyorum ananeciğim. Sana öyle gelmiştir."

Yaşlı kadın ufak adımlarla güzel torununa yaklaştı ve kızaran gözlerine bakıp yüzünü avucunun içine dayadı.

"Ah güzel kızım. Kim üzdü senin gözlerini böyle? Gel gel şöyle" diyerek kızın bileğinden tuttu ve yatağa doğru giderek oturdu.

Hatice ananesinin yanına oturan Leyla kızaran gözlerinin kendini ele verdiğini bilerek sıkıntıyla iç geçirdi. Ne zaman ağlasa kızaran gözleri ve mosmor olan göz altları onu hep ele verirdi.

"Neler oldu? Yarın sorarım diye ses etmedim lakin bu gece sana kötü mü davrandı o oğlan?"

Hayır manasında başını sallayan Leyla elleriyle oynamaya başladı.

"Bu gece güzel geçti. Hastane için güzel bir bağış topladım."

"E o zaman derdin ne kızım? İçime oturdu senin bu içli ağlayışın."

Leyla derin bir iç çekti ve gözlerini ellerinden ayırmadan cevap verdi.

"A-nemi özledim ben."

Gözyaşları tekrardan akmaya başlarken söylediği sözlerde haksız da sayılmazdı. Yokluğunun üçüncü yılındaydı fakat annesizlik burnunda öyle bir tütüyordu ki bazen hasretten burnunun kemiği sızlıyordu.

"Sana söylemedim ama ailemi 3 yıl önce kaybettim." diyerek konuşmaya devam etti. Bu güzel kalpli kadına biraz da olsa doğruları söylemek istiyordu.

"Daha sonra babannem sahip çıktı bana ama amcam karşı çıktı. Beni başından atmak için yaptıklarından sonra daha fazla kalamadım orada. Babamın bir tanıdığının yardımıyla buraya kaçtım."

"Ne yaptı o uğursuz amcan sana?"

"B-bir şey yapmadı yapamadı. Kaçtım işte." diyerek biraz farklı sunduğu hikayesini devam ettirmek istemedi daha fazla.

"İşte bu gece o baloda yan yana olan anne kızları görünce annemi özlediğimi fark ettim. Annem 'sırma saçlım' derdi bana. Şimdi okşayamadığı saçlarım sızlıyor sanki..."

Yaşlı kadın kızın titreyen ve özlem kokan sesine daha fazla dayanamadı ve kızın başını göğsüne yaslayıp saçlarını okşamaya başladı.

Annesi gibi "Sırma saçlı, nehir gözlü kızım benim" dedi usulca.

Leyla kırılan kalbine merhem olan kadının koynunda tamir etmeye çalıştı kalbini. Yıllar evvel kalbi çok yüksek bir tepeden aşağı yuvarlanmış, tuzla buz olmuştu. Zaman içinde kalbini küçük şeffaf bantlarla onarmış, etrafını camdan duvarlarla örmüştü bir daha kırılmaması için. Ancak şimdi o cam duvarı hissedemiyordu ve kalbini bir arada tutan bantların giderek gevşediğini hissediyordu. Bu sefer daha kuvvetli bir şey lazımdı onu onarmak için. Daha kudretli, daha geçit vermez...

Leyla o merhemi bulduğu an hiç düşünmeden kullanacaktı onu. Mutlulukla onaracaktı kalbini. Merheminin içine umut, aşk, cesaret ve sevgi koyacaktı...

...

Ertesi gün güneş erkenden doğdu ve ışıkları Leyla'ya pencereden ulaştı. Zonklayan gözlerine inat üzerini giyip aşağıya indi ve ananesine kocaman gülümseyerek kahvaltı hazırlamasına yardım etti.

"Bu gece Nilüfer ve annesi gelecek oturmaya. Hastaneden erken çıkmaya bak kızım." diyen ananesini onayladı. Bu gece oturmasını baloyu deli gibi merak eden Nilüfer'in akıl ettiğine o kadar emindi ki. En azından güzel detayları anlatıp fikir alabileceğini düşünerek iç geçirdi.

Hastaneye gittiğinde ilk işi baş hekim Hasan beyi görmek oldu. Gece konuştukları güzelce anlattığında adam o kadar çok sevinmişti ki elinde olsa bu tür yardımları her zaman yapabileceğini düşündü. İlerleyen saatlerde bağış konusunu konuşmak için gelecek adamı ve detayları konuştuktan sonra işine geri döndü.

Dün geceki peri masalı bitmiş yeniden gerçek hayata dönmüştü. Uğraştığı hastalıklar o kadar küçük ancak o kadar etkiliydi ki. Kızamık, su çiçeği ve diğer salgın hastalıkların insanları öldürebileceğine hala inanmakta güçlük çekiyordu. Hastaneye gelen bazı Türk askerleri sayesinde cepheden haberler alabildiği için mutluydu aslında. Pansuman yaparken Anadolu'dan umut verici haberici haberler şevkle işini yapmasını kolaylaştırıyordu.

Hastanede işleri azaldığında ilaç odasına gidip biten pamuk ve tentirdiyotları doldururken sıradaki savaşı düşündü. Kütahya-Eskişehir savaşlarında Türk ordusu yenilecek ve Sakarya nehrinin doğusuna çekileceklerdi. Böyle bir yenilginin yaratacağı moral bozukluğunu şimdiden düşüneniliyordu. İstanbul'da yapılacak gövde gösterilerini, kutlamaları düşününce yeniden kan beynine sıçradı.

"Bunların hepsi geçecek Leyla." diyerek kendisini teskin ederken hıncını pamuktan çıkarmaya başlamıştı.

Atilla dün geceden sonra karşısına çıkmamıştı. Çıksa ne olacaktı ki? İki tarafta işini görmüştü değil mi? Yine de içinde onu görmek isteyen tarafına bir sus diyemiyordu işte.

İşi bittiğinde gözü camdan dışarıya takıldığında çıkmasına az kaldığını görüp derin bir nefes verdi. Bir gün daha geçmişti.

Eve gelip yorgunluğunu atmadan misafirleri gelince Nilüfer'le ikisinin odasına çekilmesi çok ani oldu.

"Bana bütün detayları anlatmanı istiyorum!" diyerek şakıdı arkadaşı heyecanla.

"Bütün detayları mı yoksa sadece Atilla'yı mı anlatayım?" diye sordu eğlenen bir ifadeyle.

"Bütün detayları elbette." diyerek gözlerini süzdü Nilüfer. "İlk balondu bu sonuçta. Atilla'yı sonra da konuşuruz."

"İyi o zaman." diyerek derin bir nefes aldı ve gecenin sonuna kadar bütün detayları tek tek anlattı.

Nilüfer bazı yerlerde heyecanla zıplamış, bazen öfkeyle homurdanmış bazen de hayran bakışlarla kendisine bakmıştı.

"Demek seni bırakacağım dediği halde faytona bindirip yolladı. Temiz bir dayağı hak ediyor bu adam." dedi anlatmayı bitirince.

"Evet."

"Leyla bu adam ne yapmaya çalışıyor ben anlamıyorum. Üst katta seni köşeye sıkıştıranla bu adam bir mi gerçekten?"

"Bir Nilüfer bir." diyerek iç çekti.

"Bugün hastaneye gelir diye bekledim ama gelmedi."

"Ben olsam çoktan yanına gidip hesap sormuştum."

"Nerede yaşadığını biliyorum sadece başka ne yaptığını bilecek kadar tanımıyorum ki." diye fısıldadı üzüntüyle.

"Ailesiyle tanıştırmış bak bu tek iyi yanı oldu gözümde." diyen Nilüfer manalı bir bakış atarak.

"Annesi yanımda açık açık oğluna başka bir kızı anlattı Nilü. Gece boyunca da beni süzdü durdu."

"Her kaynana gelin adayını kolay kabullenmez, aklındaki seçenek  hep farklıdır. Sen boşver onu."

"Gelin adayı mı, Atilla neler yaptı anlatmadım mı sana?" diye hayretle sorduğunda arkadaşı omuz silkti ve kocaman gülümsedi.

"Kısmet bu işler Leyloş." dedi o da kendisi gibi ismini kısaltarak. "Bir bakarsın Hasibe beklerken Leyla bulur karşısında."

...
Ertesi Gece

"İyi olduğuna emin misin?" diyen Yavuz'a belki onuncu kez "İyiyim." diyerek cevap verdi Atilla.

"Sıyırdı geçti. Birkaç güne kalmaz kapanır."

"Yaran yeni iyileşti. Kendine dikkat etmen gerek. Asıl görevimiz yarın başlıyor biliyorsun." dedi Salih diğer yandan.

"Biliyorum" dedi Atilla. "Salih ve ben muhteşem bir ikili olacağız. Öyle ki; Osmanlı Polis teşkilatı ömrü boyunca böyle iyi polisler görmediğini fark edecek."

"Salih senin amirin olacak. O kadar da emin olma." dedi Yavuz eğlenen bir yüz ifadesiyle.

"Esnaftan duyduğum kadarıyla kök söktürüyormuş civardaki herkese."

"Tabii İtilaf askerlerinin izin verdiği kadarıyla..."

"Öyle" dedi Yavuz. Adamların lafı geçtiği an morali bozuluyordu, elinde değildi. Kendi oluşturdukları polis birlikleriyle şehirde dolaşıp kafalarına göre adalet uyguluyorlardı. Türk polis teşkilatında bile söz hakkına sahiptiler öyle ki başlarına bu işlerden anlamayan özellikle ermeni bir adamı geçirmişler kuklası gibi onu yönetir olmuşlardı. Ermeni kökenli insanlara tanıdıkları ayrıcalıklar o kadar fazlaydı ki duyduğu her yeni bir olayda bu kadarı da olamaz derken buluyordu kendisini.

Gece vakti dergahta buluştuktan sonra Yavuz'un hatırladığı kadarını yazdığı kağıda bakmışlar ve çözmeye çalışmışlardı. Daha sonra da diğer faaliyetleri üzerine planlar geliştirip son durumu Esad beye bildirmişlerdi.

Yavuzla aynı anda dergahtan çıkıp yürümeye başladıklarında tek bir düşünce dolaşıyordu aklında. Dünden beri yapmak istediği ancak yapamadığı...

"Haydi ben buradan gidiyorum. Allaha emanet!" diyen Atilla'ya şaşkın şaşkın baktı Yavuz.

"E iyi de, senin eve giden yol burası değil?"

"Eve gitmiyorum zaten." diyen Atilla'ya sırıtarak bakıp koluna sertçe vurdu.

Yaralı koluna vurduğunu fark etmeyen Yavuz anında elini çekse de acıyla Atilla acıyla inleyip birkaç adım ondan uzaklaşmıştı.

"Ne yapıyorsun? Yavaş ol!"

"Kusura bakma. Nereye gittiğini çözünce heyecana kapıldım. Merhemini sürdür hemşirene haydi koş!"

Atilla suratını asıp "O kadar belli mi oluyor? Sadece o gece seni yalnız gönderdiğim için kusura bakma diyeceğim." dedi.

Yavuz inanmayan bir ifadeyle "Eminim öyledir." derken Atilla'nın yüz ifadesini taklit ediyor gibi yaparak konuşmaya başladı.

"Ne kadar da güzel olmuşsun Leyla. Öl de öleyim Leyla." dedikten sonra dayanamayıp kahkahalarla gülmeye başladı. "Yüzünün hali neydi öyle? Kızı görünce resmen tutulup kaldın." derken gülüşü hala silinmemişti.

Atilla kalabalık bir caddede olmanın verdiği rahatlıkla hareket ederken yumruğunu Yavuz'a doğru salladı ancak atik bir şekilde kaçan adam yumruğundan kurtuldu.

"Çok konuşma Yavuz."

"Konuşulacak bir durum kalmamış zaten. Geçmiş olsun." diyerek hasta bir insana sağlık diler gibi bir yüz ifadesiyle başını salladı.

"Bekarlığın sultanlık olduğunu anlamayan bir fani daha aramızdan ayrıldı."

"Seni de göreceğiz." derken onun neşesi kendisine de bulaşmış hafif bir tebessümün yüzüne yerleşmesine neden olmuştu. Daha sonra yolları ayrılıp vedalaştıklarında adımlarını yavaşlattı.

Leyla'nın evinin önüne giden yolda yürüyen Atilla bunu yapıp yapmama konusunda kararsızdı ama biliyordu ki kızla konuşup onun iyi olduğunu öğrenmeden de içi rahat etmeyecekti. Ulu çınarın olduğu sokağa gelip çınarın yanından geçen Atilla; penceresi açık olan odaya baktı. Leyla'nın odası orası olmalıydı çünkü yanan gaz lambasından yansıyan ince uzun gölge kendisini ele veriyordu.

Etrafına bakınıp yerden bulduğu birkaç çakılı avucunun içine aldı ve kendine cesaret vermek istercesine "Haydi Atilla. Sevgilisini görmeye gelen toy delikanlı değilsin. Alt tarafı Leyla'nın iyi olup olmadığını göreceksin o kadar." diyerek bir çakılı hafifçe cama gönderdi.

İkinci çakılla camdan dışarıya süzülen Leyla'nın hafifçe etrafına bakınıp kendisine görünce zaten iri olan gözlerinin şokla daha da açılmasını izledi.

Leyla etrafı kontrol edip iyi eğildi ve kısık bir sesle. "Ne işin var burada?" diye sordu sitemle.

Atilla mavi geceliği ve açık saçlarıyla bir periyi andıran kızı görünce bir an ne diyeceği unutarak sadece ona baktı.

"Ben..." diyebildi sadece. Kendini gecenin bir vakti sevgilisini görmeye gelen toy bir delikanlı gibi hissediyordu.

Leyla telaşla etrafına bakındı ve "Arka taraftaki bahçeye gel." diye fısıldadı. "Sessiz ol!"

Atilla başını sessizce onayladı evin etrafından dolaşarak arka bahçeye doğru yola koyuldu. Elinde gaz lambası, küt küt atan kalbiyle aşağıya sessizce inmeye çalışan Leyla ise bu gecenin nasıl sonlanacağını bilmeden seri adımlarla arka bahçeye açılan kapıya doğru yürüyordu. Leyla elindeki gaz lambasını usulca söndürüp usulca bahçeye süzüldüğünde Atilla'nın az ileride, bahçedeki çeşmenin yanındaki sedirde oturduğunu görüp adımlarını oraya doğru yönlendirdi.

Usulca adamın yanına oturduğunda geceye rağmeni zayıf ay ışığında bile Atilla'nın yüz hatlarını seçebiliyordu. İçindeki ses  "En ufak ayrıntısında kadar ezberlediğin yüz hatlarını görmesen ne olur, zihninde her gece aynı yüz canlanmıyor mu?" diyordu. Leyla bu sese hak verdi ama şu an bunu düşünecek değildi. Hafifçe öksürüp gökyüzüne bakıp dalmış olan adamın dikkatini çekmek istedi.

Atilla gözlerini parlak yıldızlardan ayırıp yanında usulca oturan kıza baktığında ilk defa ne diyeceğini bilemiyordu. Oysa hastanenin bahçesinde yine böyle bir durumdayken hiç çekinmeden, alenen onunla kolayca flört etmişti.

"İyi olup olmadığını görmek ve özür dilemek için geldim." dedi en sonunda.

Gaz lambası sönük bir şekilde yanlarında durduğu için kızın yüzü çok az seçiliyordu. Bu yüzden daha iyi görebilmek için Leyla'ya doğru iyice eğildi.

Leyla o eğilince geriye doğru eğildiği için giderek daha da yaklaştı.

Leyla sağ elini divana dayayıp destek aldı ve daha fazla geriye gidemeyeceği için kaçmaktan vazgeçerek olduğu yerde durdu ve doğrudan Atilla'nın gözlerinin içine baktı.

"İyiyim."

"Seni o anda bırakmam büyük bir saygısızlıktı kabul ediyorum ve özür diliyorum ancak sende gece boyunca birçok kez beni zor durumda bıraktın." dedi Atilla.

Leyla hala kendisine bir nefes kadar yakın olan adamın gözlerine, saklayamadığı hayal kırıklığıyla bakıp divanda yana kaydı ve ondan uzaklaştı. Şimdi aralarında mesafeler, duvarlar ve bilinmeyen sözler vardı.

"Sizi nasıl zor durumda bırakmış olabilirim çok merak ediyorum" dedi nedenini bildiği halde. Bile bile yeniden resmiyetin arkasına saklanmıştı.

Atilla ağzından birden çıkan kelimeler yüzünden kafasını duvardan duvara vurmak istese de Leyla'yı daha dikkatli olması için bunları söylemek zorundaydı.

"Şehrimizde bulunan savaşı kazanmış devletlerin askerlerine, üstelik yüksek rütbeden kişilere öyle alenen tarafını belirten sorular soramazsın Leyla." dedi usulca onun resmiyetini yok sayarak.

Leyla'nın kendisine attığı hayal kırıklığı dolu bakışlarına katlanamadığı için bakışlarını yine gökyüzüne dikmişti.

"Başının derde girmemesi için fikirlerini içinde tutmalısın."

"Beni düşünmenize ihtiyacım yok! Ben o gece de dedim devir korkaklık devri değil. Dikkatli olurum ancak fikirlerimi doğrudan söylemeye devam edeceğimden emin olabilirsiniz!"

Atilla bu sözler üzerine bakışlarını tekrar Leyla'ya yönelttiğinde bu sefer gözlerinde gördüğü tek şey öfke kıvılcımlarıydı. Öyle ki bu loş ışıkta bile gözleri alev alev parlıyordu.

"O fikirleri söylemekte bu kadar kararlıysan hareketlerini de aynı şekilde yapman icap eder!"

Leyla'nın bu deli cesaretine, keçi inadına olan şaşkınlığı her geçen dakika daha da artıyordu.

"Ne demeye çalışıyorsun?"

Aralarında yükselen ani gerginlikle duruşunu dikleştiren Leyla aralarına koymaya çalıştığı mesafeyi unutmuş ve yeniden Atilla'ya sen demeye başlamıştı. Düz bir şekilde oturan Atilla bu soru üzerine yan döndü ve yine Leyla'ya iyice yaklaştı.

"Sözlerin bir bıçak kadar keskin olsa da hareketlerin bir o kadar tutarsız. Baloda hem İngilizce hem de Fransızca konuşarak iki tarafı da etkiledin ve onlarla yeniden görüşmek isteyeceğini ima ettin. Bu-"

"Ben orada daha fazla gerginlik çıkmaması için öyle konuştum!" diyerek adamın lafını bölen Leyla, bakışlarını kendisine bakarken yanan mavilerden alamıyordu. "Anna'nın ve diğer kadının bizi neyle itham ettiğinin farkında mısın? Ne yapsaydım sen söyle!"

"Bu neyi değiştirir? Kimse onların dediğini umursamazdı. Sen bu çevreleri bilmiyorsun Leyla ama her baloda uygunsuz davranışlar gösteren birileri mutlaka olur ve insanlar onların dedikodularını yapmaya bayılırlar. Beni bir dalkavuk olarak görüyorsun ancak bu davranışların da dalkavukluğa girmez mi?" diyerek ona aldırmadan cümlesini tamamlayan adam sözlerini bitirdiğinde aralarına derin bir sessizlik çöktü.

"Ben uygunsuz bir davranışta bulunmadım." dedi Leyla gözleri yanarken. Boğazına yeniden bir yumru oturmuştu şimdi. Ağlamamak her geçen saniye daha da güçleşiyordu. Neden Atilla aynı konu üzerinde onu uyarıp duruyordu?

Gerçekleri duymak Leyla'nın canını acıtsa da Atilla doğruyu söylüyordu. Onu bu zamana kadar davranışlarından ötürü hep suçlamıştı ve o gece de aynı onun gibi davranarak yargıladığı hareketlerin aynısı kendisi yapmıştı. İstemeden de olsa yapmıştı... Anna'ya karşı kendisini savunduğu için pişman değildi ama öte yandan sergilediği hareketler Atilla'yı doğrular nitelikteydi.

Kavga ettikleri için farkına varmadan burnun dibine kadar iyice yaklaşan Atilla'nın varlığına aldırmamaya çalışarak bakışlarını alev alev yanan mavi gözlerden kaçıran Leyla usulca yutkunup başını salladı.

"Haklısın" dedi "Bu beni ikiyüzlü biri yapar."

Atilla onun kırgın surat ifadesine bakıp iç geçirdi.  "Leyla..."

Leyla tek elini kaldırıp onun konuşmasını engelledi ve dolan gözlerine aldırmadan konuşmaya çabaladı. Bu kadar zayıf olmaktan nefret ediyordu. Özür dilemek için geldiğini söylemişti ama yıkıcı bir öfkeyle kavga ediyorlardı. Daha rahat düşünebilmek için yeniden geriye gitmeyi denedi ama sedirde o kadar kaymışlardı ki kaçacak yeri kalmamıştı.

İnsanın canını en çok sevdikleri yakar cümlesi aklında dönüyor, Atilla'nın ne zaman onun en sevdikleri arasına girdiğini çözmeye çalışıyordu.

"Başka bir şey söylemene lüzum yok. İçinde birikmiş ne varsa söyledin zaten. İyiyim gördün işte, git artık!" derken boğuk çıkan sesi onu ele veriyordu.

Atilla Leyla'nın boğuk çıkan sesinden ve titreyen elinden anladı onun ağlamak üzere olduğunu. Usulca sağ elini kaldırıp yanağına dayadığında bu harekete şaşıran Leyla hareketsiz bir şekilde kalırken ve derin bir nefes aldı. İçinde birikenleri söylediğini düşünen Leyla'ya gülmek geliyordu içinden. İstediklerini söyleyebilseydi çok farklı şeyler için kavga ediyor olurlardı.

"Seni ağlatmak değildi niyetim, böyle yapma."

Yanağında Atilla'nın sıcak elini hisseden Leyla onun bu sözleri karşısında bir şey söylemeden gözlerini kapadı.

"Sadece kendine dikkat et olur mu? Burası sandığından daha karanlık bir yer. Düşmanlar sandığından daha acımasız."

Leyla duyduğu sözleri üzerine bir an için gözlerini aralar gibi oldu ancak ardından yeniden kapattı. Sanki gözlerini açsa kavga ettiği acımasız adam geri gelecek, sözleriyle kalbini delip geçecekti. Yanağını daha da Atilla'nın avucuna dayarken cesaretini toplayıp gözlerini açtı.

"Sandığının aksine korkak ya da korunmaya muhtaç biri değilim Atilla. Ben bu savaşın biteceğine, onların geldikleri gibi gideceğine inanıyorum. Senin aksine bunun gerçekleşeceğini biliyorum. Beni itham ettiğin gibi iki yüzlü birisi değilim sadece küçük zaferler peşine düşmüş aptalın tekiyim."

Atilla, Leyla'nın yanağını farkında olmadan hafifçe okşarken kendini onun insafına bırakmış dingin halini gördükçe zihni bulanıyordu. Öfkesi gözyaşlarını gördüğü anda dağılıp tuzla buz olmuştu. Böyle biriydi Atilla, çabuk öfkelenir yakıp yıkar, sonra da vicdanına yenilir yarattığı enkazı toparlamaya çalışırdı.  Leyla'nın sözlerinde sahip olduğu inancın belki de daha fazlasına sahipti ama... Bir ama işte böyle anlarda hep aralarında duracak bazı şeyleri bıçak gibi kesecekti.

"Bildiğin yoldan şaşmadan ancak zekice hamlelerle söylediklerini yapabilirsin." dedi en sonunda cümlesini toparlayarak. "Yeter ki kendini ele vermemenin bir yolunu bul. Seni her defasında uyarmak ya da korumak için yanında olamayabilirim."

"Her olayın üstünden iki gün sonra geleceksen zaten beni koruyamazsın." dedi acı acı gülümseyerek. Başını geriye doğru çektiğinde yanağında olan el aralarındaki boşluktan aşağıya düştü.

"Geç kalmak istemezdim."

"Ama kaldın." derken başını kaldırıp yeniden mavi gözlere baktı. Atilla'nın buna verecek bir cevabı yok gibiydi.

"Haydi git artık. Ananem uyanacak" derken sesi titredi.

Atilla kucağına düşmüş elini yeniden kaldırırken parmaklarıyla Leyla'nın yanağını hafifçe okşadı. Elmacık kemiklerinden çenesine doğru ince bir hat çizerken kızarmış yanaklar o kadar güzeldi ki elini zar zor geri çekti. Oturduğu sedirden kalktıktan sonra Leyla'nın da kalkmasını bekledi.

"İyi geceler Leyla Hemşire" derken sesindeki durgunluğa kendi bile şaşırmıştı.

"İyi geceler" diye karşılık veren Leyla öylece ayakta dururken Atilla'nın gidişini izledi ve ilk defa gecenin ayazını o zaman hissetti.

İçindeki ateş öyle büyüktü ki gecenin soğuğuna bile direnmiş, onu sarıp sarmalamıştı...

*
Dalkavuk : Çıkar ve yarar beklediği ya da kendisinden çıkar sağladığı kimselere, makamca, durumca büyüklere karşı saygı ve hayranlık göstererek yaranmak isteyen kimse.

Merhaba, bölüm içinde o kadar çok geçti ki bilmeyenler için açıklayayım dedim. ☺️ Bölüm hakkında yorumlarınızı görmek beni çok mutlu eder. Kendinize iyi bakın. ❤️

Continue Reading

You'll Also Like

849K 46.4K 40
HİKAYE TAMAMLANMIŞTIR - Genç kız ağlamaktan kızarmış gözlerle adamın koluna tutunarak hayatı için yalvardı.. - Sizi asla sevmeyeceğimi biliyorsunuz...
25.4K 1K 26
Zaman dilimi çok eski bir zaman değil ama çok gelişmiş bir zaman da değildir. 18+ İçerir. Ona göre okuyun. Cihan ve Sevda'nın sevgi hikayesini anlata...
AŞK-I DERUN By 👑

Historical Fiction

5.1K 421 14
Büyük bir sevda ile bir araya gelen iki gönlün büyük imtihanları. Kuruluş Osman karakterlerinden alınmıştır. Algon sevdasını birde kendi hikayelerimi...
OrNil By Umay Yıldıran

Historical Fiction

5.9K 167 20
Bir gönül davası🤍