BENİ KEŞFET

By uslanmaz50

35K 18.4K 23.8K

Bazen Sonbahar gibidir hayat. Yorgun, solgun ve de hüzün doludur. Bazen tüm dünyayı yutacak kadar kalbinde ko... More

Bölüm 1
Bölüm 2
BÖLÜM 3
Bölüm 4
Bölüm 5
BÖLÜM 6
BÖLÜM 7
BÖLÜM 8
Bölüm 9
BÖLÜM 10
Bölüm 11
BÖLÜM 12
Bölüm 13
BÖLÜM 14
BÖLÜM 15
BÖLÜM 16
Bölüm 17
BÖLÜM 18
BÖLÜM 19
BÖLÜM 20
BÖLÜM 21
BÖLÜM 22
BÖLÜM 23
BÖLÜM 24
BÖLÜM 25
BÖLÜM 26
Bölüm 27
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
BÖLÜM 32
BÖLÜM 33
BÖLÜM 34-"ŞEYTAN İNCİLİ"
BÖLÜM 35-- "ÖLÜ ŞEHİR BALESTRİNO"
BÖLÜM 36--"MARGUİS KALESİ"
BÖLÜM 37 "KANLI DEĞİŞİM"
BÖLÜM 38 "İNTİKAM"
BÖLÜM 39" OYUN İÇİNDE OYUN"
BÖLÜM 40 " VE OYUN BİTER"

BÖLÜM 41 " KIZ KULESİ "

586 67 279
By uslanmaz50

Saat_05 ; 45 salacak Üsküdar.

Kavuşma vaktiydi. Siyahın salına salına kırmızıya döndüğü andı galiba, günlerden ne olduğunu dahi bilmeden yılları, ayları karşısındaki kız kulesinin kayalıklarına vuran hırçın dalgalara bırakmıştı. Kız kulesinin eşsiz manzarasını oturduğu banktan zihnine acemi bir ressam gibi çizerken Şafak vaktinin ismini yalnızlık vakti olarak bir çırpıda değiştirivermişti.

Koca şehri bir gün daha uyandırmaya hazırlanan Güneş kırmızılığını gökten yeryüzüne doğru serpiştirirken kimine çok kimine az, insanlığa yeni umutlar vadediyordu sanki.

Herşeye rağmen ölümün ıslak yüzüne benzettiği denize gülümseyerek baktı İpek, üşüdüğünden değildi belki ama yalnızlığından olsa gerek üstündeki ince montunun önünü biraz daha kollarıyla kapattı. Şimdi bakışları bir o kadar daha boş ve bir o kadar daha yalnızdı.

"Ne oldu dün gece Gamze'ye ? "

Hemen yanı başındaki bankta İpek'in tüm duygularına ortak olan Toprak sessizce arkasına yaslanmış İpek'e bakmadan, dokunmadan onu anlayabilmenin çaresizliğiyle İpek'e cevap verdi.

"Ne olduğunu sen bilmiyor musun ? Neden bana soruyorsun ?"

"Bilmem ! Belki senden duymak istemişimdir"

"Arındı o, tıpkı bir bebek kadar saf ve temiz şimdi"

"Sencede iyi oldu değil mi Toprak sen ne dersin ? Ölmeyi hak edecek bir suçu yoktu zaten, hem bu dünyada akıllı olup delilerin kahrını çekeceğine sen delir onlar senin kahrını çeksin diye boşuna dememişler"

Toprak İpek'in vicdanını rahatlatmaya çalıştığını bildiğinden susmayı tercih edip amaçsızca etrafını boş gözlerle izlemeye koyuldu. Sessizlik işte o an ikisini birden teselli etmek istercesine sımsıkı kucaklamıştı.

Sessizliği bozan bir kaç balıkçı motorunun gürültüsünü bastırmak istercesine Toprak yeniden konuştu.

"Neyi bekliyoruz ?"

"Kayıkçıyı !"

"Kayıkçıyı mı ? Hıııı, ne zaman gelir ?"

"Bak ! Bu yaşına rağmen dalgaların üstünden bize doğru nasıl da süzülüyor. Geliyor işte"

Toprak kız kulesinden kendilerine doğru dalgalara karşı çevik bir şekilde kürek çekerek gelmeye çalışan ihtiyar adama doğru yerinde zıplayarak el sallamaya başladığında İpek gülerek sordu.

"Ne yapıyorsun Toprak ?"

"Kayıkçıya el sallıyorum "

"Peki seni görebilecek mi kayıkçı ?"

"Zihni arınmışsa neden görmesin"

Tek bedendeki iki ayrı ruh, kayıkçı sahile yanaşana kadar gözlerinden yaşlar boşanırcasına, hiç gülmedikleri kadar güldüler. Yaşlı kayıkçı sahile yanaştı, oturduğu bankta kahkahalar atan İpek'in gözlerinin içine oda sebebsizce gülerek baktı.

"Sizi bekliyorlar İpek hanım, gidelim mi ?"

İpek Toprak'la dalga geçmenin zirvesinde şakayı uzata bildiği kadar  uzatmayı planlıyordu, ihtiyar kayıkçıya alacağı cevaptan emin bir şekilde dönüp sordu.

"Kayıkçı biraz önce size el salladım buradan gördünüz mü beni ?"

"Sizi değil ama yanınızdaki arkadaşınızı gördüm İpek kızım, çocuk gibi zıplayıp el sallıyordu bana, çok ilginçti. Bu güne kadar hiç bu şekilde karşılanmamıştım. Oda gelecek mi bizimle ?"

İpek'in gülüşü aniden suratına çivilenmişti, bu seferde Toprak gülmekten konuşamıyordu.

"Bak bak adam arınmış, demedim mi ben sana!"

İpek'in şaşkın bakışları kayıkçıyı baştan aşağı süzdükten sonra sessizce mırıldandı.

"Arınmış mı bilmem ama bu adamın gözlerinin iyi gördüğü kesin"

Kayıkçının yaşlı kollarının çektiği kürekler sayesinde bindikleri kayık kız kulesine doğru dalgaların üstünde kayarak ilerlerken İpek'in aklında sadece annesi vardı artık. Annesine yıllar sonra kavuşacak olmanın heyecanını yüreğinde derinden hissediyordu. Bir ara annesinin kokusunu hatırlamaya çalışırken gözü uzaklara, maviliklere daldı. Rüzgarın dağıttığı turuncu saçlarını kulaklarının arkasında topladıktan sonra denizin yosun kokan maviliğini ciğerlerine çekti.

Kayık kulenin kayalıklarına yanaştığında İpek çevik bir hareketle kayıktan iskeleye doğru hızlıca atlayıp kız kulesini gelin gibi süsleyen göz alıcı ışıkları eşliğinde Üsküdar'a doğru şöyle bir dönüp veda eder gibi baktı. Tam kuleden içeri girecekti ki yaşlı kayıkçının seslenmesiyle aniden duraksayıp "Buyur bey amca" der gibi gözlerini ihtiyara dikti.

"Anahtar kızım, anahtarını al, bundan böyle bu anahtar senin, ne kadar ömrümün kaldığını bilmem ama bende bir ömür boyu senin hizmetindeyim."

İpek yaşlı adamın kendisine uzattığı deniz kabuğunu adamın kırışmış ellerinden tereddütle alırken merakla sordu.

"Ya siz, siz gelmiyor musunuz ?"

"Ben sadece bu kapıyı korumakla görevliyim, yetkim buraya kadar, buradan sonra siz yalnız gideceksiniz"

İpek şaşkınlıkla tamam anlamımda başını sallayıp kız kulesinden içeri girmeden son bir defa merakla arkasında bıraktığı yaşlı adamın yüzüne "Sende kimsin be amca" der gibi baktı. Bu yaşlı adamın bu kapıyı nasıl koruyabileceğini düşünmeden de edemedi, ardından iyice karışan aklını hemen toparlayıp kararlı ve hızlı adımlarla kız kulesinden içeri girdi.

Daha önce iki kez daha kullanmış olduğu asansörün yerini çok iyi hatırlıyordu. Restoranın mutfak bölümündeki ahşap dolabın içine gizlenmiş asansörü bulması o yüzden zor olmadı. Elindeki deniz kabuğunu düzeltti kapının solundaki yuvasına yerleştirdi, doğru eşleşmeyle birlikte uzay gemisini andıran bir çok renkli ışık aynı anda yanıp sönmeye başladı, ardından kapıların açılmasıyla birlikte bir kadın sesi duyuldu.

"Hoş geldiniz İpek hanım."

Kabinin içine önce komik bir şekilde merakla kafasını uzatıp konuşan kadını aradı gözleri. İçeride kimsenin olmadığını anladığı anda da ürkek gözlerle kabinin içine doğru bir iki adım daha attı. Güvenirliliğini kontrol etmek istercesine asansörün zemininde iki üç kere hafifçe zıpladı, kabin olduğu yerde yavaşça sallandı ve sonunda ikna olmuş bir bakışla düğmelerin üstünde yazan yazıları okumaya başladı ve aradığı düğmeyi sonunda buldu.

"Ayın karanlık yüzü"

"Hadi hayırlısı" diye mırıldanıp heyecanla düğmeye bastı.

Asansörün kapanan kapısı İpek'i  denizin metrelerce altına indirecek olan bir parola gibiydi sanki. Kapı kapandı, asansör hızla sulara gömüldü ve ardından kabinin içinde gene aynı kadın sesi durmadan konuşmaya başladı. 

Varış noktasına 45 saniye....

Varış noktasına 30 saniye....

Varış noktasına 10 saniye....

Varış noktasına ulaşılmıştır.

Sarsıntılı bir yolculuğun ardından asansör sert bir şekilde durmuştu, tiz bir mekanik sesle açılan kapıdan İpek kafasını merakla dışarı doğru uzatmış ve öylecede donup kalmıştı.

Gördüğü manzara karşısında neredeyse nutku durmuştu. Sokak lambaları ile aydınlatılmış iki şeritli bir yolun hemen yanında bekleyen o muhteşem manzaraya gözlerine hücum eden yaşlarla baktı. İpek'i etkileyen boğazın onlarca metre altında inşa edilmiş bir şehir değildi aslında. Zaten burasını daha öncede iki kez görmüştü.

İpek karşısında dikilen güzelliğin karşısında boğazının düğümlendiğini hissetti, sertçe yutkunmak istedi ama sanki boğazında bir kaya parçası vardı. Konuşabilmesi mümkün gibi gözükmüyordu, gözleri sanki bir ırmak olmuş göz yaşları sessizce anne diye haykırıyordu. Asansör kabinin içinden inip annesine deli gibi sarılıp kokusunu bir an önce içine çekmek istiyordu ama heyecandan sanki dizlerinin bağı çözülmüştü. Önce gözlerinin yaşını küçük bir çocuk gibi koluna sildi ardından ağlamaktan kızaran burnunu komik bir şekilde içine çekti tam anneciğim diye haykıracaktı ki annesi dayanamayarak İpek'den önce davrandı.

"İpek, yavrum"

İpek'i tetikleyen işte o ses olmuştu. Anne sesi. İpek o anda canına can geldiğini hissetti, dili çözüldü, hayatı yeniden çiçekler açtı, kalbinin en boş yerine anne güneşi doğdu ve aynı kalpten haykırışla oda yıllardır sıcaklığına hasret kaldığı annesine koşarak sarıldı. Öyle bir kavuşma anı yaşandıki o an dakikalarca ağızlarından sadece iki kelime çıktı.

Kızım ve annem

Dakikalar boyunca sadece sarıldılar, birbirlerinin yüzlerini ezberlemek ister gibi bakıştılar, durmadan birbirlerini öpücüklere boğdular ama bu sevgiye hiç doyamadılar. Yılların açlığını bastırabilecek bu sevgiye doymak mümkün değildi aslında.

"Büyümüşsün sen !"

"Evet büyüdüm anneciğim hemde çok büyüdüm"

"Affet beni yavrum, sana sahip çıkamadığım için affet beni, sana çektirdikleri için en başta beni affet"

İpek annesinin göz yaşlarını elleriyle sildi, gözlerinin içine baktı. Onun üzülmesine, kendisini suçlamasına bir an olsun gönlü razı gelemezdi. Yeniden Annesine "Senin ne suçun var anneciğim" der gibi sıkıca sarıldı.

"Senin suçun değildi bu, kendini böyle suçlayıp da benide üzme, bak kavuştuk işte, hasret sona erdi artık, mutlu olma sırası bizde şimdi."

Anne kızın bu hasret dolu kavuşma anını bozan ses tünelin içinden yankılanan bir öksürük sesi olmuştu. İpek sakince sesin geldiği yöne doğru döndü bir eli hala annesinin omuzunda yüzünde beliren kocaman bir gülümsemeyle Kuzeyli'ye seslendi.

"Adamsın sen, biliyorsun değil mi ?"

"Biliyorum, bilmem mi ?"

İpek annesini kısa bir süreliğine bırakıp aynı özlemle Kuzeyli'ye de sıkıca sarıldı, sanki bugün buraya ağlamak için gelmişti, ömrünce hiç bu kadar mutluluktan ağlamamıştı, yada hiç bu kadar mutlu olmamıştı. Kuzey'i omuzlarından iki eliyle tutup tekrar tekrar yeşil gözlerinin içine bakıp defalarca yaptıkları için teşekkür etti. O an orada bulunan herkesin yüzünde sadece ve sadece gülümseme vardı.

Kuzeyli son derece lüks minibüsün sürgülü kapısını çevik bir hareketle açıp kibarca gülümsedi.

"Hadi bayanlar bugün işimiz çok. Kimseyi bekletmeyelim."

Minibüsün siyah deri  koltuklarına kurulan İpek'le Cansu'nun hemen yanına da Kuzeyli büyük bir keyifle yerleşti. Marmara denizinin metrelerce altına inşa edilmiş iki şeritli yoldan hızla akıp giden minibüsün içindeki umuda küskün insanlar belki hayallerine gitmiyorlardı ama huzura doğru gittikleri kesindi.

Cansu endişeli bir ses tonuyla İpek'in yüzünü avuçlarının içine alıp sevgiyle bakıp sordu.

"Kızım bu kadar şeye ne gerek vardı. Bak kaç aydır hastane köşelerinde deli muamelesi gördün, çok uzamadı mı bu konu"

"Vardı anne, gerek vardı. Bunların hepsine gerek vardı. Sen düşünme bunları tamam mı rahat ol, üzme o tatlı canını sen"

İpek aynı ciddiyetle bu sefer Kuzey'e dikti gözlerini.

"Her şey hazır mı abi ?"

"Hazır tatlım hazır, her şey tamda istediğin gibi, sen hiç merak etme"

İpek tüm samimiyetiyle elini Kuzey'in dizine koyup hayran hayran tüm sevimliliğiyle dostunun yüzüne baktı.

"Senin hakkını nasıl öderim ben !"

"Bana değil birazdan Matia'ya teşekkür edersin, oda sabırsızlıkla seni bekliyor."

Minibüsün yanaştığı büyük kapının önünde azımsanmayacak bir kalabalık çoşkuyla İpek'i bekliyordu. İpek minibüsün penceresinden kendisini bekleyen dostlarını görür görmez mutluluktan havalara uçarak heyecanla araçtan aşağı attı kendisini. Uzun zamandır görmediği yıllardır onlara ablalık yaptığı o minik yumurcakları gördüğünde neredeyse aklı yerinden gidecekti.

"Mıstık, Zeynep, Hasan, yasin. Hepiniz buradasınız inanamıyorum. Canlarım benim.  Ne kadar büyümüşsünüz siz öyle, ne çok özlemişim sizleri."

"İpek abla bende büyümüş müyüm ?"

"Sende büyümüşsün Zeynep hemde çok"

İpek'le çocuklar tıpkı eski günlerde ki gibi kocaman bir sevgi yumağı halini almışlardı, böyle bir günün büyüsünü ancak daha büyük bir mutluluk bozabilirdi artık.

İpek bu sefer biraz daha geride duran Hülya ve Matia'yı mutlulukla farketti, önce Hülya'nın yanına kadar sokuldu gözlerinin içine baktı. Hülya'da İpek'in iki elini birden sıkıca tutup tüm içtenliği ile "Yeniden hoş geldin İpek" diye kimsenin duyamayacağı şekilde yavaşça fısıldadı, İpek'te aynı sessizlikle başını sallayarak cevap verdi.

Matia ısrarla elinde emanetmiş gibi duran bir buket kır çiçeği ile sıranın kendisine gelmesini bekliyordu, heyecanla kendini fark ettirmek ister gibi  Hülya'nın bir adım önüne geçip komik Türkçesiyle o an herkesi güldürmeyi başarmıştı.

"Arabamıza Hos gelsın delı gız "

Çocuklar kahkahalarla  gülerken İpek Matia'yı düzeltmeden edemedi.

"Aramıza olmasın o, ayrıca bana deli deme çok fena bozuluyorum bak "

Tüm kalabalık sırayla dev gibi binanın içinde bir bir kaybolurken gene baş başa kalanlar belliydi. Kuzey çaktırmadan Matia'ya bir göz işareti yaptı, ardından İpek'in kulağına eğilerek bir şeyler fısıldadı. İpek tek bir hareketle olur anlamında başını sallayıp annesine döndü.

"Anneciğim sen bizim için hazırlanan yere geç ben geleceğim birazdan"

Cansu olacakların farkında bir şeyler demeyi aklından geçirsede bunun anlamsız olacağını bildiğinden sadece susmayı tercih etti.

Koridorun en önünde yolu göstermek ister gibi Matia ilerliyordu, onun hemen bir iki adım gerisinde İpek ve Kuzeyli, onların bir adım arkasında ise Hülya......

Yürüdükçe aydınlanan karanlık koridorun tüm lambaları açıldığında geniş ve büyük bir kapının önüne gelmişlerdi. Matia hiç beklemeden gömlek cebinden çıkarttığı manyetik kartı ekrana okutup kapının açılmasını beklemeden hemen kapının önünden bir adım geri çekilip arkadaşlarına yol verdi.

İpek açılan kapıdan ilk adımını atar atmaz bu kadarını beklemediği manzara karşısında ilk ağzından çıkan kelime

"Vaaooooovv" oldu.

Laboratuvarın içine girmeden önce içeride sağa sola koşuşturan beyaz gömlekli adamları bir müddet şaşkınlıkla izledi. İçerisi uzay filmlerini aratmayacak teknolojik bir çok aletle doluydu, neredeyse içerideki her şey gri ve metalik renklerden oluşuyordu. Ne işe yaradıklarını dahi bilmediği bir çok ışıklı teknolojik alete bakarken dostları ile birlikte laboratuvarın içine doğru meraklı gözlerle ilerlemeye devam etti.

İpek'in gözleri her an her yerde bir şeylere hayran hayran bakarken, çevresindeki insanlar bir işi yetiştirmenin telaşı ile arı gibi çalışıyordu. İpek daha fazla şaşkınlığını gizleyemedi, Kuzey'e dönüp sordu.

"Nasıl bir yer burası Allah aşkına robot falan mı üretiyoruz burada"

Kuzeyli daha ağzını açmadan Matia gururla araya girerek hemen anlatmaya başladı.

"İtalya ve Türkiye ortak araştırmalar için bir protokol imzaladı. Ve bil bakalım başına kim getirildi ?

"Tabiki Kuzey SANCAKLI"

Bundan sonra başta kanser olmak üzere çaresi bulunamayan tüm hastalıklar için burada çalışmalar yapılacak. Bundan sonra üst düzey bir teknoloji ile bilim insanlığın faydası için çalışacak."

"Tebrik ederim abi, çok sevindim de !!!"

İpek Boğaz'ın metrelerce altına inşa edilmiş gizli bir laboratuvarda böylesi hayırlı bir işin neden gizli gizli yapılacak olmasına bir anlam veremeden Kuzey'in gözlerine neler oluyor der gibi bakıp yeniden sordu.

"İyi de neden bu kadar zahmet, neden bu kadar gizlilik, böyle insanlığın faydasına olan bir şey için bu kadar gizliliğe gerek var mı sizce arkadaşlar ?"

Bu sefer Matia Kuzey'in gözlerine siz anlatın der gibi bakıp başını yere eğdi.

Kuzeyli anlatmaya başlamadan önce çevrede insanlığa bir nebze faydalı olabilmek için koşuşturan doktorlara saygıyla bakıp önce kızı Bade'nin lösemiden öldüğü günü hatırladı, ardından yaşadığı çaresizliği.

"Dünyada çaresi bulunamamış başta kanser olmak üzere diyabet, alzheimer, AIDS, parkinson, ALS, multiple skleroz ( ms ) daha sayamadığım bir çok hastalığa yıllık verilen ilaç parası ne kadar biliyor musun İpek ?

Dur lafı hiç uzatmayım ben hemen söyleyeyim, yıllık sadece kanser ilaçlarına verilen para 260 milyar dolar, diğer çaresi olmayan hastalıklara toplam verilen ilaç parası ise 1.4 trilyon dolar, yıllık rakamlar bunlar. Şimdi soruyorum sana biri çıksa deseki ben kansere çare buldum neler olur sence ? Düşün bakalım yılda 1,4 trilyon dolar ilaç gelirinden para kazanan şirketlerin hali ne olur. Burada insanların hastalıklardan dolayı çektiklerinin pek bir önemi yok aslında, burada önemli olan bu çarkın bu kazanılan paralarla dönmeye devam etmesi, ayrıca dünyayı yöneten bir kaç ailenin maalesef tekelinde bu çark.

Müsade etmezler İpek, emin ol müsade etmezler. Anladın mı şimdi beni ? Burası neden bu kadar gizli ve korunaklı ? Bizler bu işi başarmak istiyorsak işimiz bitene kadar tüm çalışanlarımız ve kullandığımız teknoloji gizli ve güvende olmalı."

"Hiç bu şekilde düşünmemiştim. Haklısın galiba"

"Maalesef haklıyım galiba"

"Hadi gel benimle, daha bitmedi !"

Kuzeyli İpek'in koluna bir hışımla girip onu sürükler gibi laboratuvarın başka bir kapısından gene aynı gizlilik şartlarında başka bir bilimsel çalışma alanına götürdü. Gene çok kıymetli teknolojik aletlerle çalışmaların yapıldığı bu alanın tam ortasında İpek'in kolunu bırakıp "Burasıda dünyanın acımasız yüzü işte" diyerek anlatmaya başladı tekrar.

"Dünyada barış içinde yaşayabilmek için maalesef bazen savaşmak da gerekebilir. Ne kadar çelişkili bir cümle değil mi ? Ama değil maalesef, çelişki falan yok, burada da tıpkı senin gibi, benim gibi, zihinsel gücü güçlü insanlar geliştirilecek ama biz bu işi deneylerle değil bilimle gerçekleştireceğiz. İnsanlara zarar vermeden insan beyninin tüm gizemini araştırıp ortaya çıkaracağız, bunuda sadece ve sadece insanlık adına yapacağız."

İpek bir an Savaş'ın kendisine yaptıklarını bu yol uğruna öldürülen yüzlerce masum çocukla birlikte hatırladı. Kalbi sıkışır gibi oldu, başının döndüğünü hissetti. Diyecek hiç bir şey bulamadan bir an önce burayı terk etmek için kapıya doğru bir adım atacaktı ki Kuzeyli kolundan tuttu.

"Anlıyorum seni ! Ama bunda korkacak hiç bir şey yok, burada kimsenin kılına dahi zarar gelmeyecek, burada kimseye fiziki bir müdahale yapılmayacak, bak dinle beni, ben bu konuda senden daha hassasım emin olabilirsin. Bizim yapacağımız sadece ülkemizde doğuştan telekinezi yeteneği olupta bunun farkında olmayan insanları toplayıp bir araya getirerek onlara gerekli üst düzey eğitimlerini verebilmek. Beni anlıyorsun değil mi. Bana güvenmen lazım."

İpek Kuzey'in son açıklamasından sonra biraz olsun rahatlamış olmanın huzuruyla azda olsa gülümsemişti.

"Sana sonsuz güveniyorum Kuzey, bunu biliyorsun"

"Biliyorum deli kız"

"Bak bana deli deyip durmayın gerçekten bozuluyorum ha"

"Tamam, tamam kızma hemen"

Dağılan gergin havanın ardından yüzlerde açan gülücükler ortada bir sorun kalmadığının göstergesi gibiydi.

Kuzeyli hemen sağındaki platforma dönerek gergin bir şekilde "Aslında kurtulmamız gereken bir sorunumuz var" diye İpek'e doğru baktı. Hemen ardından da İpek'in cevap dahi vermesine fırsat vermeden yanında hazır bekleyen doktora bir baş hareketiyle işaret verdi.

İpek gözünün ucuyla Kuzey'in işaret verdiği doktoru izlerken aslında neler olduğunu çoktan anlamıştı. Uzun boylu iri yarı doktor platformun yanına kadar gidip oradan küçük bir butona basıp iki adım geri çekildi.

İpek elleri ve kolları ( x ) şeklinde bir direğe bağlı olarak platformun arkasından çıkıp karşısına dikilen ve fütursuzca gözlerinin içine bakan Savaş'a tiksinerek baktı.

"Vay vay vay kimler gelmiş, ünlü Prof. Dr. Savaş ALGAN, deneyleriyle tıp dünyasında çığır açan insanlığın gururu çılgın çocuk katili doktorumuz, şu işe bak sen, vay beeee ne kadar hoş geldin sen öyle."

Savaş bitkin olmasına rağmen karşısındaki dörtlüye alaycı bir şekilde bakıp zoraki bir halde gülümseyerek tuhaf bir cesaretle konuşmaya başladı.

"Siz nesiniz böyle mahşerin dört atlısı falan mısınız ? Ooo Hülya hanımda buradaymış, gene çok seksisin bebeğim, özledin mi beni ? Allah aşkına bu kıvırcık da kim ? Yeni mi aldınız ekibe bunu. Ahhhh ah, özledim be çocuklar sizi. Demek ölmeyi gene başaramadınız. Çok yazık. Harbiden siz nasıl kurtuldunuz o gemiden, kedi gibisiniz inanın yedi canlı."

Kuzeyli son anlarının tadını çıkaran Savaş'a gülümseyerek bakıp bu anın keyfini çıkartmak ister gibi hem yavaş hemde son derece sakin konuşmaya başladı.

"Bu kıvırcık genç adam Matia, senin tanıman lazım aslında.  İtalyan gizli örgütünden kendisi, senin gemideki ceset sevkiyatını İtalyan gizli servisinin izniyle Matia idare ediyordu. Yani bir ayağı hep senin o muhteşem gemindeydi. Hülya'da ona içeriden yardım ediyordu, durmadan seninle ve çalışmalarınla ilgili bilgi taşıyordu. Şaşırdın mı ?"

"Boşuna fahişe demiyordum ben ona, demek kuyumu kazan sendin ha"

Hülya bir sinirle tam cevap verecekken Kuzeyli bir el işaretiyle Hülya'yı susturup Savaş'ı daha da kızdırmak ister gibi konuşmasına devam etti.

"Hani senin şu geminin tabanına yerleştirip patlattığın patlayıcılar vardı ya, onlardan da haberimiz vardı, Hülya sağolsun bizi bilgilendirmişti, senin böyle bir çılgınlık yapabileceğini az buçuk tahmin ediyorduk. Sağolsun Matia tedbirli gelmişti, yanında balık adamlar ve ekipmanları hazırdı. Ama bu balık adamlar seninde hayatını kurtardı unutma bunu"

"Şerefsizlerrr"

"Sakin ol Savaş hocam hemen celallenme, bizim orada asıl amacımız seni alıp Türkiye'ye gene bu tesise getirmekti ama işler bizim de istediğimiz gibide gitmedi, maalesef İtalyan gizli örgütü içindede CODEX GİGAS'ın lideri Benediktus kurduğu karanlık tarikat adına çalışan bir gurup varmış, seni tam biz alacakken maalesef seni onlara kaptırdık. Örgüt aslında kayıp 11 sayfanın peşindeydi, sayfalarında sende olduğunu düşünmüşler nedense ! Asıl amaçları seni kaçırıp sayfaları yeniden ele geçirmekti aslında.

Ama seninde hakkını yememek lazım adamların elinden kurtulup Türk elçiliğine sığınman çok akıllıcaydı, herkesin planını bir kere daha bozdun o anda, herkesin elini kolunu bağlamayı başardın.

"Başardımda ne oldu, gene buradayım gene buradayım. Şimdi benim uzak doğuda olmam lazımdı !"

"Üzülme be Savaş hocam insanın mis gibi vatanı dururken uzak doğu nedir ki ?"

"Beni siz tutuklattınız öyleyse ?"

Kuzey ve Hülya bu soru karşısında dayanamayıp hafifçe gülümserken aslında Savaş'ın durmadan övündüğü zekasıyla alay ediyorlardı. Kuzey daha fazla dayanamadı.

"Ne yapsaydık bıraksaydık da kaçsamıydın, kaçmak isteyeceğini zaten biliyorduk o yüzden her şeyi kanunlara uygun halletmek istedik, bizim için tüm süreç sayende gerçekten kolay oldu. Sen Türk elçiliğinde gizlenerek geçirdiğin zamanı biz senin aleyhine kullanmayı başardık. İpek'i Türkiye'ye kaçırıp Türk güvenlik birimlerine tüm yaşanan olayları anlatıp senin hakkında suç duyurusunda bulunmasını sağladık. İpek hemen oracıkta tutuklandı zaten. Tabi bende bu süreci biraz hızlandırmış olabilirim. Eee senin de yerin belliydi, Türkiye'ye getirilmen ve tutuklanman çok zor olmadı anlayacağın.

"Zekice. Bunları tek başına mı düşündün sen, yoksa zavallı sefil kızının hayali olan Bade'mi yardım etti sana, unutma sana o hayaleti veren benim."

Kuzey bir an sallansada yıkılmayarak Savaş'ı baştan aşağı şöyle bir süzdü. Sakin kalması gerektiğini Savaş'ın şu an çaresiz bir zavallı olduğunu biliyordu. Cevap vermeden önce İpek'in gözüne baktı ardından tekrar Savaş'a döndü.

"Sen sadece bir zavallısın, bunu artık herkes biliyor, bu ülkede ne bir prestijin kaldı ne de bir ünvanın. Öldürdüğün o masum çocukların kanı da yerde kalmayacak sen hiç merak etme. Cezanı fazlasıyla çekeceksin Savaş"

Savaş Kuzey'in kararlı bakışlarından başına gelecekleri az çok tahmin etmiş olmalıydı, artık şansını zorlamanın bir anlamı olmadığını düşündüğü an, anlık değişen ruh haliyle sevimli gözükmeye çalışarak gülümsedi, ardından yalvarır gibi konuşmasına devam etti.

"Bakın çocuklar bırakın beni ben her şeyi itiraf etmeye hazırım. Gider cezamı çekerim. Hatta şimdi verin kağıt kalem herşeyi itiraf edip altını imzalayım. Herkesin böylece vicdanı rahat eder. Ben hazırım buna. He ne dersiniz"

Kuzeyli bu sefer daha içten bir gülümsemeyle Savaş'a biraz daha yaklaşıp "Ne hapse girmesi Savaş, seni içeriden çıkarana kadar neler çekti şu kız çağız, senin yüzünden birde deli damgası yedi. Sen hapis yatmayacaksın, sen cezanı burada bu insanların önünde çekeceksin. Mahkemeyi bugün biz burada senin için kurduk, sen hala hiç bir şeyin farkında değil misin salak adam."

"Biliyordum zaten, içeriden bu kadar kolay çıkmamda sizin parmağınızın olduğunu biliyordum."

"Bizde biliyorduk Savaş efendi, içeriden çıkmak için İpek'in özel durumdan faydalanacağını ve İpek'in anlattıklarının kimsenin normal karşılamayacağını bizde biliyorduk, sende biliyordun. Senin için bu işin en kolay yolu İpek'i akıl sağlığı bozuk diyerek ortalığa atman olacaktı, eee bizde sana yardımcı olduk işte çıkarttık seni içeriden."

"Her şeyi planlayarak sizler beni bu hale getirdiniz, benim kadar sizlerde suçlusunuz, beni hapse attıranda çıkartanda sizlersiniz. Tabi ya sizin için en güvenli yer benim ceza evinde yatmamdı, istediğiniz zaman beni kolayca çıkartabilecektiniz ve bende hiç bir yere kımıldayamayacaktım. Vayyy be ne planmış ama"

İpek Savaş'ın zekasıyla dalga geçmek ister gibi yavaşça onu alkışlamaya başladı. Ardından Matia sonrada Kuzeyli ve Hülya İpek'e katıldı.

Savaş yenilmişliğin ağırlığı altında sinirlerine hakim olamamanın zayıflığını gözlerinden boşalan yaşlarla gösteriyordu. Kollarını bağlı bulunduğu demir direkten kurtarmak istercesine çırpınıyor, bir taraftanda "Öldürün beni, öldürün beni bitsin bu iş artık" diye yalvarıyordu. İpek Savaş'ın bir metre önüne kadar yaklaştı, boynunu yana doğru hafiften büküp gözlerini intikam ateşiyle kıstı....çok sakindi.

"Evet öleceksin Savaş ama tıpkı öldürdüğün çocuklar gibi öleceksin. Bu işi kendin yapacaksın amaaaaaa önce korkun tüm benliğini esir alacak, ardından korkularınla baş edemeyerek çıldıracaksın. Sonra gerisi sana kalmış, nasıl bir ölüm şekli seçeceksin bunu bende çok merak ediyorum. Bakalım hayatta ki en büyük korkun neymiş ? Bunu hep beraber göreceğiz ! En büyük korkun senin ecelin olacak bugün."

Savaş'ın artık ağzından köpükler çıkıyordu, çaresizliğin ve yenilmişliğin ardında ne yapacağını şaşırmış bir halde şimdiden çılgına dönmeyi başarmıştı.

"Seni küçük fahişe sana bu zevki tattırmayacağım. Benim bu saatten sonra hiç bir korkum olmaz, olamaz....

Evet ölebilirim ama sende şunu unutma, her zaman soluğum ensende olacak, bunun için yemin ediyorum, her zaman kabuslarında olacağım."

İpek son derece kararlı bir şekilde çevresindeki görevli doktorlara emreder gibi haykırdı.

"Operasyon başlasın."

Savaş'ın pörtlemiş gözleri yuvasını terketmek ister gibi büyümüş etrafına şimdi neler olacak der gibi bakıyordu. Beyaz tulumlu bir kaç doktor Savaş'ın bağlı olduğu platformu bir düğmeye basarak yatay duruma getirdi. Hemen ardından hızlıca Savaş'ı deriden yapılmış bir kelepçeyle alnından sıkarak kafasını platforma sıkıca sabitledi, son olarak doktorlardan biri ellerini ayaklarını platforma sabitleyen deri kayışları tek tek iyice sıkarak kontrol etti ve artık Savaş sadece gözlerini hareket ettirebiliyordu.

Sorumlu doktor İpek'in gözlerine bakıp hazırız manasında işaretini verdikten sonra İpek'te aynı şekilde doktoru cesurca onayladı.

Operasyonu yapacak doktor soğutucu özelliği olan kutunun kapağını ne yaptığını bilen birinin öz güveniyle dikkatlice açtı. Kutunun içinden odaya dolan soğuk buharın arasından elini kutunun içine daldırıp enjekte edilmeye hazır sarı renkli sıvıyı enjektör tabancasına dikkatlice yerleştirdi. Artık her şey hazırdı. Doktor son olarak operasyonu büyük bir zevkle izleyen kalabalığa bakıp başlıyorum der gibi bir iki saniye bekledikten sonra enjektör tabancasını Savaş'ın boynuna saplamak üzere elini havaya kaldırmıştı ki Hülya'nın durun talimatı ile her kes şaşkın bir vaziyette dondu kaldı.

"Durun ! Sizler bilmezsiniz ama ben bilirim, Savaş bu güne kadar kendi yönettiği her operasyon esnasında yaptığı bir şey vardır."

Meraklı gözlerle herkes Hülya'nın ne diyeceğini beklerken Kuzeyli dayanamayıp sordu.

"Neymiş o ?"

"Tabiki TOMASA ALBİNONİ "

"Savaş klasik müzik hastasıdır. Her önemli işinde mutlaka Tomasa Albinoni çalar, bugünde onun için çok önemli bir gün sayılır, bu günde çalsın."

İpek dalga geçer gibi "Klasik müzik dinleyen bir cani" diye söylendi.

Kuzeyli hemen cevap verdi. Çalsın bakalım.

Hülya hızlıca bilgisayarın başına geçti Savaş'ın en sevdiği besteyi bulup sesi tüm neşesiyle gülümseyerek yüksek sesle laboratuvara verdi.

"Ve işte karşınızda TOMASA ALBİNONİ'NİN ADAGİO İN MİNOR Adlı çalışması."

Laboratuvarı dolduran müziğin ahenkli melodisi herkesi büyülemiş gibiydi, o sırada Savaş'dan inlemeyle karışık bir mırıltı geldi.

"Sağol ya bu çok iyi oldu bak !"

Doktor müziğin laboratuvara yayılan büyülü havasıyla bu sefer kimseden bir onay beklemeden enjekte tabancasını Savaş'ın boynuna yapıştırıp hızlıca tetiğini çekti. Müziğin bastırdığı hafifçe bir tık sesi gelmişti. Doktor Kuzey'e dönüp tamam bitti der gibi bakınca oda parmağı ile şeffaf odayı işaret etti.

"Şeffaf odaya alın"

Bir kaç doktor bilinci hafif zayıflamış Savaş'ın ellerini ayaklarını çözerek bir sedye yardımıyla odaya kadar taşıdıktan sonra  kum çuvalı gibi odanın ortasına atıp kapıyı üstüne kapatıp dışarı çıktılar.

En başta İpek hemen yanında Kuzeyli ve Hülya onların da bir adım gerisinde de Matia şeffaf odanın camının önünde olacakları merak edercesine dikilmiş Savaş'ın dünyadaki en büyük korkusunun ne olduğunu öğrenmek için beklemeye başlamışlardı.

Sakin geçen on beş dakikanın sonuna doğru Savaş hareketsizce yattığı yerde önce ufak ufak kıpırdanmaya başladı ardından elleriyle yerden destek alıp kalkmaya çalışsada güçsüz kollarının taşıyamadığı bedeni yeniden yere kapaklandı.

Üç beş dakika sonra yeniden bir kıpırdanmayla bu sefer sırtını duvara dayayıp yavaş yavaş yukarı doğru sürünerek kalkmayı başardı ama hala dik ve güçlü duramıyordu. Ellerine sanki tonlarca ağırlık bağlanmışcasına kolları sağında ve solunda hafifçe sallanıyordu. Yorgun ve bitkin bir şekilde bom boş olan odasının her köşesine uzun uzun ve sabırla bir şeyler arıyormuş gibi kaçamak gözlerle baktı. Neden ve nerede olduğunu sanki biliyor gibi bir hali vardı. Sırtını yasladığı duvara başınıda yaslayıp dışarıdan içeri sızan cılız müziğin sesine kulak verdi.

TOMASA ALBİNONİ diye mırıldandı ve hafif bir gülümseme belirdi yüzünde.

Merakla şeffaf odanın içini izleyen gözler Savaş'ın yüzündeki gülümsemeden rahatsız olmuşcasına bir anda kısıldı.

Hülya operasyonu dışarıdan yöneten gizli bir el gibi tüm hassas algılama cihazlarını bir bir kontrol edip bir taraftanda Kuzey'e, İpek'e ve Matia'ya durmadan bilgi veriyordu.

İpek birden Kuzey'in karın boşluğuna doğru gördün mü diyerek bir dirsek atıp gözlerini odanın içine doğru iyice ayırdı. Savaş destek aldığı duvardan bedenini ayırıp odanın gözlem camına doğru ayağını ardında sürüye sürüye tıpkı filmlerdeki zombi karakterleri gibi yaklaşıyordu, önüne düşmüş başını zorlukla camın önünde kaldırıp camın arkasındakileri görüyorcasına  dikkatle dışarı bakmaya başladı. Savaş'ın bir çift gözü neredeyse dışarıdaki dört kişinin gözünü korkutmayı başarmıştı.

Laboratuvarın içinde yankılanan klasik müzik yeni bitmişti ki.....

Odanın içinden gelen ses, tuhaf......tuhaf olduğu kadarda insanda değişik hisler bırakan, birbirine karışmış anlamsız kalabalık bir çığlık gibiydi.

yada....

Git gide yükselen, yükseldikçe insanın kalbini sıkıştıran, sıkıştırmakla kalmayıp hesap soran, bazen bir hikaye yada bir masal tadında sadece huzur veren, mutlulukla umudu aynı kefede taşıyan,

Bir gülüş

Tatlı bir bakış

Yada tüm renkleri birbirine karışmış bir tutam sevgi gibiydi.

Ama...

Aynı zamanda karşılıksız, yalansız aşk gibi....

Yok yok....

Su gibi.

Evet evet su gibi, hatta yüksek dağların ardından insanların gönlüne akan bir şelale gibiydi.

İpek Kuzey'in yanına kadar sokulup sesleri duyuyor musun ? Diye sessizce fısıldar gibi sordu. Kuzey gözlerini hiç kırpmadan, kararsızlığın yada inanmanın zorluğu içinde aklından geçeni söylemeye zorlanıyormuş gibi, gözleri odanın içindeki Savaş'ı izlerken, tıpkı İpek gibi oda fısıldadı.

Bunlar çocuk sesi İpek !"

"Hı hı evet çocuk bunlar, hemde çok fazla"

Savaş korkuyla önce başını, ardından tüm bedenini sesin çığ gibi yaklaşarak geldiği kapıya doğru dönderdi ve kısa bir süre neler oluyor der gibi baktı. Ardından artan seslerle korkusu daha da katlandı, geri geri korkak adımlarla kapının karşısındaki duvara kadar çekildi. Duvara tüm gücüyle yaslandı. Gözleri kapıdan içeriye sessizce giren iki kişiye öylece kitlenip kaldı.

Kuzey ve İpek aynı anda, fakat farklı isimler söyleyerek nerdeyse şok halinde bağırdılar.

Çığ gibi yükselen çocuk sesleri odaya dolmadan önce Bade ve Toprak odadan içeri sessizce girip beklemeye koyulmuşlardı. Savaş kendisine doğru durmadan yükselerek yaklaşan çocuk seslerini duymamak için başını iki elinin arasına aldığında Toprak ve Bade Savaş'ı iki kolundan tutup Savaş'ın her şeyi görüp duymasını sağlamak için kollarını duvara yapıştırıp öylece beklemeye koyulmuşlardı.

Kapıdan içeri giren onlarca belkide yüzlerce çocuğun sesi mutlulukla birbirine karışırken yaşananları dışarıdan izleyenler göz yaşlarına boğulmuştu. İçeri giren kızlı erkekli her bir çocuk, Bade ve Toprak'ın sımsıkı tutuğu Savaş'dan bir et parçası koparabilmek için adete bir birleriyle yarışıyordu.

Ve sonunda odaya dolan çocuk sesleri gene aynı şiddetle azalarak sona erdiğinde Toprak'la Bade artık Savaş'ı tutma gereği bile duymuyorlardı. Kanlar içinde parçalanmış cesedin yüzüne bakan ortalıkta tek bir çocuk bile kalmamıştı. Çocuklar Savaş'ın en büyük korkusu olarak Savaş'ın zihninden çıkıp gelmişler ve aynı şekilde geldikleri gibi kanlı görevlerini tamamlayıp gitmişlerdi. Odadan çıkıp kaybolan yüzlerce masum çocuktan iki tanesi camın önünde tüm sevimliliğiyle İpek'e bakıp gülümserken Kuzeyli tüm şaşkınlığı ile sordu.

"Tanıyor musun ?"

İpek akan göz yaşlarını elinin tersiyle silip ardından sessizce burnunu çekti ve cevap verdi.

"Sağda duran şu gamzesi olan çocuk Yusuf. Ben ona Akdeniz'in yağmur çocuğu derim. Yanındaki de meraklı. Yani ömer, biz ona meraklı derdik. Her şey hakkında durmadan sorular sorardı. Bir gün ölmenin nasıl bir şey olduğunu sormuştu bana."

Savaş'ın sessizce yattığı odanın duvarında çocuklulardan geriye kalan Savaş'ın kanıyla yazılmış tek bir not vardı.

Kocaman harflerle ADALET yazılmıştı duvara.

İpek güçlüce bir nefes alıp Kuzey'in yeşil gözlerine bakarak sordu.

"Ne oldu ! Her şey bitti mi şimdi ?"

Kuzey önündeki cama arkasını döndü, bir elini İpek'in omuzuna attı ve muzip bir şekilde Matia'yı işaret ederek İpek'in sorusuna cevap verdi.

"Senin çocuğun olsa şimdi, oda senin gibi turuncu kafa mı olur ? Evet evet yarı İtalyan turuncu kafa bir çocuk olur."
SON

US⭐️LANMAZ

Continue Reading

You'll Also Like

ZAMAN TRENİ By Ceyda

Science Fiction

218K 19.6K 59
2082 yılında suçluları taşıyan, onları tarihin en kötü zamanlarına terk eden bir trende kaderleri görünmez bir iple bağlanmış iki mahkumun hikayesi. ...
2M 96.8K 54
"Eksiklerimiz kusurlarımız değildir." Ailem beni hep bunu söyleyerek büyütmüştü. Eksikleri olan insanları dışlamamayı, onları sevmeyi öğretmişlerdi...
24.8K 2.1K 21
Gözlerimi kırpıştırdım. Bu bir çeşit şaka mıydı? "Sen kimsin?" "Reyna Hodwick," parlak yeşil teni ve küçük kel bir kafası olan zayıf kıza istemsiz...
218K 7K 27
ZORLA EVLİLİK VARDIR, ONA GÖRE OKUYUN. Umursamaz tavrı beni sinirlendirmişti, babamın götünden resmen ter akıyordu. Kapıyı kapattı ve stresle bana ba...