İLİKLENMİŞ RUHLAR #WATTYS2018

By NerayArza

419K 19.1K 7.1K

2018 HİKAYE USTALARI WATTYS KAZANANI Ruhum ruhuna çengelli bir iğne gibi batıyor, her ilmesini nakış eden bir... More

İLİKLENMİŞ RUHLAR
BÖLÜM:1 "KOR ACI"
BÖLÜM:2 "GECE"
BÖLÜM:3 "VAVEYLA"
BÖLÜM:4 "SIZINTI"
BÖLÜM:5 "GEÇMİŞTE Kİ KAYBEDİŞ"
BÖLÜM:6 "SERZENİŞ"
BÖLÜM:7 "KÜL"
BÖLÜM:8 "KÜÇÜĞÜM"
BÖLÜM:9 "ATEŞ"
BÖLÜM:10 "KORKU"
BÖLÜM:11 "İZ"
BÖLÜM:12 "UMUT"
BÖLÜM:13 "LADES"
BÖLÜM:14 "KAN"
BÖLÜM:15 "LEYL"
BÖLÜM:16 "PİŞMANLIK"
BÖLÜM:17 "YAĞMUR"
BÖLÜM:18 "YARA"
BÖLÜM:19 "MELANKOLİ"
BÖLÜM:20 "DİLDAR"
BÖLÜM:21 "AVUÇTAKİ PAPATYA"
BÖLÜM:22 "İTİDAL"
BÖLÜM:23 "KIRIK KADEH"
BÖLÜM:24 "ACIYAN PAPATYA"
BÖLÜM:26 "ACIMIN ACISI"
BÖLÜM:27 "KABZANIN UCU"
BÖLÜM:28 "SOĞUK"
Bölüm:29 "PRANGA"
BÖLÜM:30 "ÇÖKÜŞ"
BÖLÜM:31 "YAKARIŞ"
BÖLÜM:32 "RUHLARIN ÇIĞLIĞI"
BÖLÜM:33 "ÇÜRÜK KALPLER"
BÖLÜM:34 "MEVT"

BÖLÜM:25 "IĞNENIN UCUNDAN"

11.1K 526 148
By NerayArza

BÖLÜM:25 "İĞNENİN UCUNDAN"

Kulağıma doluşan eşsiz melodinin rıhtımsız sesi.

Kaybolmuş cehennemin ayaklarımda kaygısız acıları.

Etrafım karanlık ve karanlığın kapladığı acı bir haset. Ayaklarım çıplak ve üzerimde tülden siyah bir elbise.

Sağım, solum yoktu. Etrafımı göremiyor ancak bazı sesleri işitebiliyordum. Acı ile bağıran bir kadın kulaklarıma dolarken, korku ile beraber koşmaya başladım.

"Kızım dur gitme," körüklenen nefeslerimin son algısına bu cümle takılırken, olduğum yerde durdum.

"Anne?" Dedim korkunun baş göstermiş sesimle. Ayaklarıma batan taşlar tabanlarımı keserken, canım acısada, şu an ki tek odağım annem olmuştu.

"Buradayım kızım," dedi karanlığın içinden. Annemi göremiyor ama sesini net bir şekilde duyabiliyordum.

"Seni göremiyorum." Dedim sağıma soluma bakarken. "Korkuyorum anne, lütfen yanıma gel."

"Yanına mı? Dibindeyim ya," dediğinde tüylerim ürpermişti. Etrafıma baksam da göremiyordum. Yoktu.

"Anne al beni buradan, korkuyorum," diye konuştuğumda, korkunç bir gülme sesimi yankılanmıştı.

Geçmiş, geleceği etkiler.

Tik, tak. Tik tak.

"Korkmalısın. Benim saf kızım."

Olduğum yerde yere çöktüm. Gözlerimi kapatamıyor, daha fazla karanlığa çekilmekten korkuyordum. Annemin yanıma gelmemesi beni farklı bir şekilde etkilerken, içimde kopan fırtınalar kendi kendine sürgün oluyor ve canımı yakıyordu.

"Kızının ağlaması seni hiç etkilemiyor mu? Ufacık umurunda değil miyim?" Diye konuştuğumda adım sesleri belirdi. Ne taraftan geldiğini kestirememek beni fazla ürkütüyordu.

"Ne fark eder? Doğma.."

"Sus!" Dedim aniden. Ellerimi kulaklarıma götürüp kapadım ve oturduğum yerden hızlıca kalktım. "Bana hak etmediğim şeyleri söylemekten vazgeç."

"Nereden biliyorsun hak etmediğini." Dedi ve sesini yankılatarak güldü. "Zavallı."

Saatten çıkan yelkovan, akrebi soktu.

Tik, tak. Tik, tak.

Merdivenler. İlk gördüğüm şey merdivenin basamaklarında oturmuş küçüklüğümdü. Tam karşımda geçmişimi yansıtıyordu adeta. Her şey tanıdık geliyordu. Bu.. benim anımdı.

"Annecim, bağcığım çözüldü kalkamıyorum."

"Eflal beni sinirlendirme. Zaten işe geç kaldım. Yürü."

"Ama annecim.."

"Yürü Eflal!"

Herkes onlara baktı. Kimisi ayıpladı, kimisi görmemezlikten geldi.

Küçük Eflal yürüdü. Annesi hızla kalabalıkta uzaklaşırken, annesini kaybetme korkusundan dolayı koşar adımlar atmaya çalıştı.

"Anne.." ve devamı gelmeden kalabalığın ortasında yere düştü. Diz kapakları sürtünmeden dolayı ufakta olsa kanıyordu.

"Annecim neredesin?" Diye eliyle göz yaşlarını silerken, bir yandan da olduğu yerde annesini aramaya çalışıyordu.

"Eflal!"

Hayır. Bu anımın devamını istemiyordum. Kafamı salladım. Görmek, duymak ve tekrardan aynı zulmü yaşamak istemiyordum.

Kanayan bir yara, dikişi kopana kadar dayanır.

Tik, tak. Tik, tak.

Kaybolmuş cennetimn mabedine sığınmış çocukların sesleri.

Bir yakarıştan fırlamış duyulmamış bebeğin inlemeleri.

Suskunluk, gırtlağımda ki ses tellerini kuruttu. Işık yok, aydınlık gökyüzünün girintili kafesine hapsolmuş. Derin bir yamacın dibine çökmüş rüzgarın uğultusuna kapılıyordum.

Uçurumda sallanan bacaklarım, tenimi yağmalayan rüzgara direniyor ve anne eli değmemiş saçlarımı okşuyordu.

Top sekti, sekti ve sekti.

Bir ağaca çarparak zehirli bir anıyı ekti.

Küçük Eflal yaşıtlarına baktı. Diğer kızlar ortada top oynuyordu ve kahkahaları Eflal'in küçük kulaklarını tırmalarken, küçük kız sadece hasretle onlara bakıyordu.

"Ben.." Diye küçük Eflal söze başladığında, annesinin itinayla örmüş olduğu sarı saçlı bir kız ona baktı fakat küçük Eflal'i takmadan oyununa döndü.

Oynamak istiyordu. En azından annesi uyanıncaya kadar.. Çünkü annesi kalktı mı ona bakacak hatta komşulardan gelen yemekleri ısıtacaktı. Bu küçük yaşında yapmadığı şey yoktu. Omuzlarına binen yükler onu bir hayli zorluyordu.

Eflal son bir kez cesaretini topladı. "Bende oynayabilir miyim?" Diye cümlesini zar zor sarf ettiğinde, top oynayan kızların hepsi Eflal'e baktı.

Neden kendisine bu kadar iğneleyici baktıklarını kestiremedi Eflal. Merakla onların tepkisine bakarken, bir yandan da havaya bakıyor ve kararmaması için içinden dua ediyordu.

"Oynayamazsın." Dedi az önce Eflal' bakıp takmayan kız.

"Neden ki?" Diye Eflal sorduğunda, gözleri yere bakmaya başladı.

"Sen pis kızsın. Biz pis kızları sevmeyiz."

Eflal ilk önce ellerine baktı. Temizdi. "Pis değilim ki," dedi ve hemen ardından avuç içlerini gösterdi. "Bakın tertemizim."

"Ayakkabıların senin pis olduğunu gösteriyor," diye konuştuğunda, Eflal ayakkabısına baktı. Kenarları yırtılmış ve gerçekten kızın dediği gibi de pis gözüküyordu. Oysa ki her gün ayakkabısını silerdi fakat artık lekeler çıkmıyordu.

Eflal aniden ayağındaki ayakkabısını çıkardı. "Şimdi oynayabilir miyim?"

"Hayır," dedi kız ve hemen ardından ekledi. "Biz başka bir yerde oynayalım."

Kızlar gitti.

Eflal orada tek başına kalırken, ayağından çıkarmış olduğu ayakkabıları sinirle yere attı. Çıplak ayakları ile yolda yürürken, yanaklarından süzülen göz yaşlarına tek tek meydan okurmuşcasına sinirle sildi.

"Nefret ediyorum," diye bağırdı ayakkabılarına vururken. "Temiz ayakkabılarım olmadığı için kendimi sevmiyorum." Dedi ve bir ağacın dibine oturdu.

Gözleri çıplak ayaklarına kaydığında, tabanlarının ne kadar acıdığını hissetti ama şu an öenmli olan o değildi. Önemli olan az önce üzerine bastığı ayakkabısını tekrar giyecek olmasıydı.

Annesi bütün sokağa sesini duyuracak şekilde Eflal'i çağırırken, Eflal ayakkabılarını giydi.

Göz yaşlarını sildi.

İleride beyaz ayakkabı alacaktı kendine.

Belkide siyah. O zaman hiç pislenmezdi.

Kurumuş papatyaların kokusu kadardı göz yaşları, yanağında izi kalacak kadar acı.

Tik tak, tik tak.

Tekrar zifiri bir karanlık.

Dönüp dolaşacağım ve geldiğim yer her zaman burası oluyordu. Kimsesizliğimi damaklarıma tattırıyor, ağzıma acı bir tat koyuyordu.

"Sen unutmaya çalışsan da Eflal'cim, ben her zaman zihninde olacağım."

"İstemiyorum!" Diye çığlık attım. Belkide bir haykırıştan hallice. "Sana kalmış küçük sevgimden de mahrum bırakma beni."

"Az sevgin ona harcanmayacak kadar güzel." Bu sesin mayhoşluğu ve tanıdık kokusu. Önce kalbimi ardından zihnimi delerek beni azat etti.

"Atıl?" Dedim sesim yankılanırken. Arkamı döndüğüm anda bana baktığında, gözlerim kamaştı.

Sevgiden yumaklar, ipin ucundaki iğneye değene kadar.

Tik, tak. Tik, tak.

"Buradayım güzelim," dedi kollarını bana açarken. "Her zaman."

Atıl'a tam sarılacakken, annemin sesi duyuldu. "Ona sarılırsan, kayıpların fazla olacak."

"Ne diyorsun sen?" Dedim sıkıntıyla. Atıl'a yaklaşmadan bir adım önce.

"Ah salak Eflal'im," dedi annem bağırarak.

"Güzelim, gelsene," Atıl da başka bir yandan sesini yankılarken, delirecekmiş gibi hissettim. Her şey üstüme geliyor ve boğuluyordum.

"Haydi sarılsana, annenin yerine tercih ettiğin o adama."

Kavuşmaya buçuk kala, zamana hapsolmuş.

Tik, tak. Tik, tak.

Annemi dinlemeden, Atıl'a sarıldığımda her şey yavaş çekimde gerçekleşti.

Atıl'ın yüzü yapboz gibi parçalara ayrılırken, annemin neşeden uzak sesi bir hayli manidardı. Ellerime doluşan Atıl'dan geriye kalan parçaları gördüğümde, çığlığımla beraber derin bir yakarışa girdim.

"Güzelim," dedi uzaktan bir ses. "Güzelim hadi uyan."

Yüzüme atılan hafif tokatlar beni sersemletirken, çığlıklarım girdaba batıyor ama göz kapaklarımı kaldırmaya güç erdiremiyordu. Bir çığlığım, diğerini takip ediyordu. Kulaklarım benliğimin izin verdiği kadarını duyarken, birbirine yapışmış kirpiklerim kenetlenmiş, beni olduğum karanlığa gömmek ile meşgul oluyordu.

"Eflal kendine gel, haydi," diye bir ses duydum. Boğuktu. "Lütfen uyan artık."

İlk önce..

Kulaklarımı yerecek kadar güçlü bir çığlık attım.

Ardından gözlerimi açtığımda, Atıl'ı gördüm. Kaşları, çaresizlikle dolan gözlerine kıvrımlanmış bana bakıyordu. Hiç beklemediğim esnada beni omuzlarımdan tutarak kendine çektiğinde hıçkırarak ağlamaya başladım. Nedeni az önce gördüğüm kabustu.

"Geçti," diye fısıldadı saçlarımı okşarken. Sesi beni azda olsa yatıştırırken, kesintisiz ağlamalarımın sonu Atıl'a sardığım ellerimdi. Onun sıcaklığına tutunduğum varlığı huzur veriyordu şu an.

"Korktum," diye fısıldadım. "Fazla.. fazla.." doğru kelime dudaklarımda buluşmadı. Saçlarım Atıl'ın geniş omuzuna dökülürken, burnumu çektim ve Atıl'dan ayrılarak yatağın başlığına yaslandım ve dik bir şekilde oturdum.

"Ne gördün? Seni bu kadar korkutan ne?" Dediğinde, yaşlı gözlerimi elimin tersiyle sildim. Akan burnum şu anda beni küçük bir çocuk gibi yaparken, içimden bir ses gördüğüm rüyayı anlatmamamı söylüyordu.

"Hatırlamıyorum," Atıl'a baktım. "Sadece fazla korkunç olduğunu hatırlıyorum."

"Bir daha bunu yapma," diye konuştuğunda, anlamaz bir şekilde ona baktım. Belkide sesimden rahatsız olmuştu. Düşüncesizdim. Onunla beraber uyuma fikri tamamen saçmalıktı.

Önüme gelen bir kaç saç tutamını kulağımın arkasına koydum ve "Neyi?" Diye sordum.

"Gözlerimin önünde böyle çaresiz olman katlanılmaz bir şey. Çığlık çığlığa feryat ettin." Dedi ve nefesini sesli bir şekilde verdi. "Tamı tamına yarım saat oldu. Seni hiçbir şekilde uyandıramadım. Bir yandan bağırıyor, bir yandan elinle karnını tutuyordun."

"Rahatsız etmek istemedim. Bir dah..."

Cümlemi tamamlamadan beni omuzlarımdan tutarak kendine çekti. Teni tenime değerken verdiği hissiyat az önce gördüğüm kabusu geriye iteliyordu. Atıl bana sarılırken, ellerimi az önceki gibi onun beline doladım.

Burnu saçlarımda geziyordu..

Parmakları saç tellerimde oyalanırken, gözlerimi kapadım.

Onun kolları benim rüyama giriş biletiydi.

"Bir daha rahatsız olmak ile ilgili ağzından en ufak bir söz çıkmayacak." Dediğinde başımı hızlıca salladım. "Saçların ne güzelmiş senin."

Son cümlesinde takılı kalırken, kalbimin hızlandığını hissettim. Her kelimesi bende farklı bir heyecan oluşturuyordu. "Te.. teşekkür ederim." Dediğimde yüzümde gülümseme canlanmıştı. Az önceki halimden kalan eser yapı taşlarını kırıyordu.

"Heyecanlandın mı sen?" Diye alayla sorduğu soruda güldüğünü hissettiğimde, ona bakmak istedim ama çenesi başımın üstünde dururken, bu hareketime bir nevi engel oluyordu. "Yavru kedi gibi sığındın omzuma."

"Utandırmasana," diye çıkıştım aniden. Parmaklarım onun omuzunda oyalanırken, başımı geriye doğru çektim.

"Gözlerin hala yaşlı küçüğüm, ağlama sakın." Dediğinde elimle gözlerimi sildim. Atıl'ın yanında çaresiz ama bir o kadar da kendimi iyi hissediyordum.

"Ağlamayacağım yani ağlamam." Umarım.

"Anlatmayacak mısın peki?"

Başımı iki yana salladım. Anlatacak eski anılarım vardı. Onlar bana kabus olarak geri döndüğünde kendimi daha çok hırpalanmış hissediyordum. Bu berbat bir histi ve kurtuluşu yoktu.

"Atıl," dedim kabusum gözler önüne serilirken. Parmağımı Atıl'ın yüzünde gezdirirken, ne kadar kusursuz olduğunu düşünüyordum. Sakalları avuç içime batıyordu. Sanki babamın sakallarını okşuyordum ama Atıl'da ki his farklıydı. İçimi heyecan kaplıyordu. "Yüzün hiç acımasın." Parmaklarımı alnına, çenesine ve burnuna değdirdim. "Buralar hiç darbe almasın."

"Sen rüyanda beni mi gördün?"

Atıl'ın cümlesi hava da kaldı.

Kapı çaldı.

"Kapının götüne zil sokacağım." Diye homurdanarak içeri doğru giderken, dudaklarımı dişleyerek ona baktım.

Atıl ile beraber içeriye geldiğimde kapıyı açması ile kapaması bir olmuştu. "Terbiyesiz. Suratıma kapıyı mı kapadın lan sen benim. Ulan el insaf çoluk çocuk sokakta mı yatalım.."

Andaç kapının ardından bağırırken, Atıl sinirlerine hakim olmak dişlerini birbirine bastırdı ve kapıyı tekrardan açarak Andaç'ın içeri girmesini sağladı.

"Aferim lan, şöyle ol." Diyerek Andaç eliyle Atıl'ın yanağını sıvazladığında, Atıl hışımla Andaç'ın elini kendinden uzaklaştırdı.

"Ben bu çocuğun ağzın.."

"Bip!" Diye Andaç bir anda bağırırken, bende salondaki koltuğa yerleştim.

Atıl söylenerek ona bakarken, benim yanıma oturdu ve "Ne işin var senin burada?" diyerek Andaç'a kaş, göz hareketi yaptı.

"Hoşbuldum." Dedi Andaç ve ekledi. "Yok canım bana bir şeyler ikram etmeyin. Çay filanda istemem."

Kıkırdayarak ona bakarken, "Bir şey içer misin?" Diye sordum.

"Götü ayağı var. Bir şey içecekse kalkar kendi alır." Diye Atıl konuştuğunda ona tip tip baktım. Kaba. Kaba ve fazla kaba bir adamdı.

"Çok saol Eflal'ciğim."

"Ciğimine.."

"Bip!"

Atıl yerdeki terliği aldığı gibi karşımızda oturan Andaç'a attığında, Andaç şaşırarak ona baktı. "Ne o taze ot görmüş dana gibi bakıyorsun?" Diye Atıl sırıtarak konuştuğunda onların bu kavgalarını izlemekten zevk duyduğumdan arkama yaslandım.

"Karı kocadan farkımız yok lan." Dedi Andaç sevinerek. "Seviyorum seni."

"Zevzeklik yapma. Ne diye geldin buraya?" Diye Atıl daha ciddi bir hale büründüğünde kollarımı karnıma sardım. Ara sıra sızlamalarım oluyordu ve bunlar canımı acıtacak dereceye kadar gelmeye başarsada Atıl'a çaktırmak dahi istemiyordum.

"Şu Kamer sen gidince bazı notlar yolladı mekana. Seni bir çok kez aradım. Açmayınca mecbur gelmek zorunda kaldım." Andaç deri ceketinden bazı küçük kartlar ve bir tane de zarfı çıkardığında ilk önce dikkatimi çeken şeyin hepsinin turuncu renkte oluşuydu.

"O da benim mektubumu almış.." dedi Atıl sırıtarak ve Andaç'ın elinden kağıdı ve zarfı aldı. "Belli ki çok kızmış."

"Ne mektubu?" Diye Andaç benimde merak ettiğim soruyu sorduğunda Atıl sinsice güldü.

"Dün onları rezil etmiştim. Gece de adamlardan birisine onun bana gönderdiği notlardan bir tanesini ben ona gönderdim."

"İçinde ne yazıyordu?"

"Fazla önemli değil. Sadece onun ile beraber dolaşan küçük bir patlayıcı olduğu ve istediğim zaman onu patlatacağımı söyledim."

"Ne!" Andaç ile aynı anda ağzımızdan kelimeler çıktığında inanamayarak ona döndük.

"Bunu nasıl başardın?"

"Kamer'in bana gönderdiği notları hangi kalem ile yazdığını öğrendim. Ardından dün kıstırdığımız adamlardan yani Selim'in cebinde aynı marka kalemin taşıdığını gördüm. Ne de olsa tahmin ettiğim kadarıyla Kamer ile Selim sıkı bağlantı kuruyorlar."

"Ee?" Dedi Andaç. "Hızlı anlatsana. Çok heyecanlı."

Atıl küfrederek devam etti. "Onları oyalarken kalemin içine sağlam bir patlayıcı yerleştirdim. Tutanın ve etrafındakilerin sağlam kalmayacağı türden."

"Peki o kalemin birisinin tuttuğundan nasıl emin olacaksın?"

"Kalem lan bu. Ya birinin cebinde ya da elinde olur. Masada bile olsa etrafa zarar verir." Dedi ve sağ yanağını hafifçe yukarı kaldırarak güldü. "Zarar zarardır oğlum."

"Adam zeki." Dedi Andaç elini havaya kaldırarak. "Vay anasını satayım. Vay."

Yüzümü aniden buruşturduğumda, saçlarımı önüme getirdim. Dudaklarımı karnımın sancısıyla dişlerken, yüzümü örten saçlarımın, Atıl'ın beni görmemesi içindi.

"Bebeğim.."

Ne!

Kalbim bu adamın sözlerine kaç defa atmayı bırakacaktı.

Ben kaç defa duymadığım kelimeleri bu kusursuz adamdan işitecektim.

Ve bu anı kaç defa yaşamak isteyecektim.

Yüzümün daha çok kızardığını hissederken önüme gelen saç tutamlarının arkasına daha çok saklanmak ve hatta hiç görünmek istemiyordum. Çünkü biliyordum ki Atıl'a bakınca daha fazla utanacaktım.

Parmakları saçlarımdan geçip yüzümü aralarken, bakışlarım her daim aşağıda kalmak için mücadele ediyordu. "İyi misin?"

Cevap yoktu.

"Domatesle konuşulur mu lan hiç?" Dedi Andaç arkadan gülerek. "Ana Eflal'miş ya o. Kız domates gibi kızarmış."

Atıl eli ile alnıma elleyip ardından bana baktığında tekrar bakışlarımı kaçırdım. Bir anda vücudum havalanırken, Atıl beni kucağına aldı. Ellerim boynuna dolanıp sımsıkı sardığında, hala saçlarımla gizlenmeye çalışıyordum.

Eli sırtıma ellerken, göğüs kafesimin olduğu yerdeki kemikleri daha fazla tutmaya çalışıyordu. "Kupkurusun. Bu hoşuma gitmemeye başladı." Dediğinde çoktan dün beraber yattığımız odanın kapısını açtı ve ayağıyla da kapatarak beni yatağa yatırdı. "Daha çok jelibon mu almalıyım sana?"

Cevap verme yetim kayıplara karışmıştı.

Bebeğim..

Hala çıldıracakmış gibi olmam belki saçmaydı ama onun sözleri tıpkı annemin beni yaraladığı gibi iz bırakıyordu ama Atıl'ın izleri zararsız ve acısız oluyordu.

Atıl yatakta yanıma oturduğunda, ellerimin karnımda durduğunu görüp anlamış olduğu bakışlarını bana yansıttı. "Hala ağrıyor mu?" Başımı salladım. "Başka ne yapabilirim senin için?"

"Hi.. hiç.. hiçbir şey." Ona bakmadan cümlemi sarf ederken, derin nefeslerimde aynı sıklıkta devam ediyordu. Karnım fazla ağrıyordu ve Atıl odadan çıktıktan sonra ağlama isteğim fazlaca olacaktı.

"Sen yat. Ben ordan burdan bir şeyler araştırıp geleceğim."

"Fazla araştırma." Diye çıkıştım aniden sessizce. Belki duymamıştır umuduyla gözlerimi kısıkça Atıl'a çevirdiğimde bana sinsice gülüyordu.

"İçeride çocuk var çocuk. Atıl api gelsene buraya vallah korkuyorum." Andaç kapıya vurup aynı zamanda bağırırken, Atıl'ın az önce yumuşayan sıfatı yavaş yavaş yok oluyor ve sinire bağlıyordu.

"Ağzını dikeceğim senin."

"Burada yumak filan bir şeyler var. Yumakla diker misin? Eğer el becerim o kadar.."

"Uyu." Dedi Atıl bana bakıp kapıdan çıkmadan önce. "Ve lütfen kabus görme."

Kapıdan çıktı.

Çıktığı gibi akan göz yaşlarım bir sel oldu.

Karnımda ki ağrı şiddetini arttırırken Atıl'ın beni duymaması için küçükken yaptığım şeyi yaptım. Yüzümü yastığa gömdüm ve sessizce ağlamaya başladım. Bu ağrı ile uyku yanımdan geçemez hatta toz bile konduramazdı. Karnımı tuttuğum ellerimde hissettiğim sıvı şey ile gözlerim büyürken başımı yastıktan ayırdım ve ellerime baktım.

Tırnaklarımda kan vardı.

Ağrım o kadar fazlaydı ki, karnımı tutarken hiç hissetmeden derime saplamışım.

Derin nefeslerime eşlik eden bağırma sesleri ve hemen arkadan kapı sesi ile beraber, evi sessizlik hüküm sererken, Atıl'ın beni böyle görmemesi için cenin pozisyonu aldım ve saçlarımla tekrar yüzümü örttüm. Sessizce ağlarken aynı zamanda uyumuş numarası yapmak fazlasıyla zordu.

"Uyudun mu?" Cevap vermedim. Uyuduğumu zannedip gitmesini ve bağıra bağıra ağlamayı istiyordum. Yatağın diğer tarafı çökerken dudaklarımı birbirine yapıştırdım.

Saniyeler sonra dudaklarımdan bir hıçkırık kopup ağlamamı körüklediğin de ellerimle göz yaşlarımı silmeye başladım.

"Ne yaşıyorsun sen ya?" Dedi Atıl boynumdan tutup beni yatakta dikleştirirken. "Kendi başına derman mı bulacaksın?"

"Yeterince yordum seni," dedim ağlamamı dindirirken. Sanki sabahı tekrarlıyorduk. Ben yine Atıl'ın omuzuna yaslandığım. Tek sığınacağım yere.

"Sabrımı mı deniyorsun sen benim küçük? Yormadın, etmedin." Dedi ve duraklayıp gözlerime baktı. "Hadi hazırlan."

"Nereye?"

"Evde durdukça ağlıyorsun. En azından dışarıya çıkıp bir hava alalım." Dediğinde başımla onu onayladım. Atıl odadan çıkıp beni yalnız bırakırken, bende yataktan kalkıp dolaba yöneldim.

Dolapta duran kazağı elime aldığımda bakışlarım dışarıya yöneldi. Hava güzel gözüküyordu ama karnımı sıcak tutmak istediğimden, üstümdeki eşofmanları çıkarıp kazağı giydim. Altıma pantolon ve dolapta duran spor ayakkabıları da ayağıma geçirdim. Aynaya bakıp kendimi süzerken saçlarımı serbest bıraktım ve omuzlarımdan aşağıya düşmesine izin verdim.

Odadan çıktığımda Atıl'ın her zamanki gibi beni kapıda hazır bir şekilde beklemesi ile karşılaştım. Gözleri bana sinirli bakarken ne olduğunu anlamamış bir şekilde bende kendime baktım. Normaldim. Hatta sadenin daha sadesiydim.

"Üstümde bir şey mi var?"

"Al." dedi bir anda ayakkabılığın üstünde duran siyah tokayı elime verirken.

"Ne yapacağım ben bunu?"

"Ne yapılıyorsa onu."

"Saçlarımın böyle kalmasını istiyorum. Toplamayacağım."

"Topla." Diye ısrar ederken neden böyle bir şey istediğini düşünüyordum kendi kendime. Toplu saç her zaman yapıyordum ama bugün Atıl var diye açmıştım. En azından onun yanına yakışmak için güzel olmak istiyordum.

"Hayır."

"Eğer toplamazsan," diye konuştuğunda eliyle saçlarımı tuttu ve benim elimden tokayı alarak saçlarımı toplamaya başladı. "Ben toplarım."

"Neden saçlarıma bu kadar taktın?"

"Çünkü onlar benim. Sağa sola deymesinler."

"Be.. ben.." Bu adam beni alt üst ediyordu. Yaşamadığım her şeyi bana yaşatırken keliemeler adeta boğazımda düğüm oluşturuyor ve sıkı sıkı geriliyordu. "Tamam."

Saçlarımı topladığında kapıyı açıp arabaya yöneldik. Arabaya bindiğimiz gibi kemerimi takarken aklıma takılan soruyu sormak için Atıl'a göz ucuyla baktım. "Burada daha ne kadar kalacağız?"

"Aslında bugün gidecektik," dedi Atıl arabayı çalıştırıp, gaza basarken. "Ama kötü olduğunu görünce yarın gitmeye karar verdim."

Önüme dönüp, yolu izledim. Hatta daha çok Atıl'ı düşünüp iyi ki o gece yanına gittiğime sevindim.

Atıl arabayı durdurduğunda daldığım barikatlı yollardan kendimi aldım. Arabadan indiğimde yüzüme çarpan rüzgara karşı gözlerimi kıssam da yürüyüş yolu takıldı gözüme. Her yer çay bahçesi, cafelerden oluşuyordu. Etraf çiçek ve sokak lambaları ile süslenmişti.

Atıl hemen önümden geçerken, bende bir adımdan daha az mesafede onu takip etmeye başladım. Çay bahçesi gibi bir yere gireceğimizi zannederken Atıl eli ile garsona ikiyi işaret ettiğinde garson kafasını sallayıp içeriye girdi.

Ben daha ne olduğunu anlamadan garson elinde iki tane çay ile geldiğinde Atıl garsonun cebine para bıraktı ve elindeki iki tane çayı alarak ağacın altında duran banka doğru yürüdü. Etrafa baktığımda fazla kalabalık değildi ama az da değildi. Ağaç yapraklarını aşağıya doğru sarkıtıp bizi kapatırken Atıl elindeki çayı bana verdi.

Çayı aldığımda fazla sıcak olduğundan altlığından tuttum ve yanında duran şekerleri kenara koydum. "Neden orada oturmadık?" Diye sorduğumda az önce çay aldığımız yerden bahsediyordum.

"Burada yalnız kalmak daha iyi bir tercih değil mi sencede?"

"Öyle." Diye konuştum etrafa tekrar bakarken. "Atıl sana soru sorabilir miyim?"

"Karşılığında ne alacağım önemli."

Kaşlarımı çattım. "Karşılıksız bir şey yapmaz mısın sen?" Kaşlarını aşağıya, yukarıya indirip kaldırdığında, "Ne istiyorsun?" Diye sordum.

Ve az önce yaptığı hareket gerçekten çok sevimliydi. Atıl'a yakışmayacak kadar sevimli..

"İsteğimi yapmanı."

"En son istediğini yaptığımda arkamızdan adamlar koşuşturuyordu."

"Bu sefer ki daha basit."

"Anlaştık," dedim anında kabul ederek. "O zaman ilk sorumdan başlıyorum?"

Çayından bir yudum aldı. "Başla."

"Ailen. Onlar nerede?"

Atıl'ın sert olan yüz ifadesinin gerildiğini hissettim aniden. Elindeki çay biraz sallanırken, gözleri karardı. Sorduğum soru ağır olsada fazla merak ediyordum. O benim her şeyimi bilirken, benim onun hakkında hiçbir şey bilmiyor oluşum bende daha fazla merak uyandırıyordu.

"Annem öldürüldü." Sesi daha önce duymadığım bir şekilde çatlak çıkmıştı. "Babam hayatta fakat.. o bir takım ilaçlar alıyor." Nefes aldı. Birazdan söyleyecekleri acıyla kavrulmuş gibiydi. "Annemi fazla sevdiğinden öldüğünü kabullenemedi."

Annesi ölmüş, babası hayatta ama Atıl'a sürekli iğne gibi dokunurken hayattaydı. Atıl'ın ilk defa bir şeylerini dinliyor ve onunla böyle konular konuşuyordum. Kendimi biraz farklı, biraz özel ve biraz da suçluluk duygusuyla benimsemiştim.

"Peki şimdi baban nerede?"

"Ankara da. Yani burada. Ona bir ev tuttum. Yanında sağlam adamlarım ve bir kaç ona bakacak kadın var." Çaresizliğini gözlerinden okudum sanki. Çayını tekrar içtiğinde beni çayımı içmeye yeltenmiş fakat içememiştim. Fazla sıcaktı. "Benimde senin gibi anılarım var. Sürekli telefonlarım susmuyor. Açsam babamın daha kötüye gittiğini savunacaklar."

"Annen.." dedim konuyu değiştirip, merakımı susturamazken. "O nasıl vuruldu."

"Selim piçi." Dedi ve hemen ardından ekledi. "Bu kadar yeter mi?"

"Son.. senin hakkında bir şeyler öğrenmek var olan yaralarına bulacağım derman gibi." Dedim ve aklıma gelen son sorumu sordum. "Hani şu bilezik vardı ya. Tuncay seni görünce neden o bilezikten korktu?"

"Çünkü geçmişte o götüne soktuğumun adamı ile bir hesaplaşmamız vardı. Durumu kötüydü pezevenkin ve beni bir gece bir kaç adamdan kurtarmıştı. Kurtarmıştı dediğimde öyle aman aman bir şey yapmadı." Çayını üç yudumda bitirdi. "O gece ona bileğimde ki bilekliğin aynısını vermiştim. Fazla değerli bir bileklikti ve onu satıp kendine iş kurmuştu. O gün sırf beni unutmayı tekrar tanısın diye taktım."

Sonrasını zaten biliyordum.

"Çok küfür ediyorsun," diye konuştum. Sonunda çayım soğurken bende bir yudum almıştım. "Fazla kabasın."

"Sende bana çok fazla kabasın diyorsun."

"Öyle olduğundandır."

Kaşlarını çattığını hissetsemde bakmadım. Çayımı usulca yudumlarken, "Anlaşmanın yarısı yapıldığına göre kaldı geriye yarısı." Diye konuştuğunda, yanaklarımı şişirip geriye doğru yaslanırken aldığım havayı geri verdim.

"Nedir istediğin?"

"Yaklaş," diye emrettiğinde yanına doğru yaklaştım. "Çayımı tazele."

"Ha?" Dedim bir anda duyduğuma inanamayarak. "Ciddi misini sen?"

Bana dik dik baktığında hayret ederek elindeki boş bardağı alıp kendi çayımı bankın üzerine koyarak az önce Atıl'ın çay aldığı yere doğru gittim. Atıl'ın yeni dolmuş sıcak çayını ona verdiğimde, parmağım bardağa sıyırarak değmiş olsa da yanarken Atıl rahatça çayından içmişti.

"Hiç sana göre değil." Dedim az önce söylediği şeyden dolayı.

"Benlik olmayan bir çok şey var."

Bardağımı onun bardağı ile tokuşturduğumda bana anlamsızca baksada, yeniden ağrıyan karnımı oyalamak için dikkatimi başka yöne veriyordum. "Hava çok güzel."

"Sesin neden titriyor?"

"Titriyor mu?" Diye sorduğumda bakışları yeterince cevabımı vermişti. "Bu zamanlar zor, anlasana. İkide bir yüzüme vurma, lütfen. Utanıyorum."

"Kaç güne geçiyor?"

"Ne?" Aklımdaki tilkilerin kuyrukları birbirine düğümlendi. Sesim başka bir karmaşaya dağılırken, Atıl'a bakmakta zorlanan gözlerim bir hayli kamaştı. Açelya bana önceden Atıl'ın kızlarla ilgilendiğini söylemişti ve beni ne kadar utandırsada bu konuda bilgi olduğunu adım gibi emindim.

"Şaka yapıyorum. Elbette bunları bilen bir adamım."

Omzuna sert olmayacak şekilde vurarak, "Yeterince kızarttın beni. Susar mısın artık?"

"Yarın uzun bir yolculuğumuz var. Bugün erken yat."

🥀

Gece riyakar bir sessizliğin gemisinde nal gezmiş. Gül dikeni kırılınca ağlarken, ben kendi kayıplarımın yaşantısında boğuşuyordum. Doğum günüm, kadere cenaze günü gibi işlenmiş. Kulağımda türlü bir fısıldama, sesi var ama görüntüsü olmayan boğukluk.

Bir sis.

Gölgenin üzerine düşen, heybetli bedenin resmedilişi.

Gölge, gün batımına kadar vardı. Ölümü ay çıkana kadar.

Kirpiklerim mezarın son dokunuşundaki topraklara sürtünen el gibi kazınıyordu gözlerimden. Başım dünün anısını zihnime yatırıyordu. Dün eve geldiğimiz gibi Atıl ile beraber yatmıştık. Sanırım buna bir nevi alışıyor gibiydim. Onunla yatma fikri yanaklarıma kan pompalayıp beni kızartsa da sevmeme asla engel olmuyordu.

Sonrasında ise sadece kendi eşyalarımı giyinip çıksamda Atıl'ın ısrarı ile dolapta ki bir kaç parça eşyayı poşete koyup yanıma almıştım. Yola çıkarken Balın ile görüşüp, Açelya ile mesajlaşmıştım ve geç yattığımızdan dolayı yola çıktığım gibi uyumuştum.

Gözlerim yeni doğan güneşin semasına alışmaya çalışırken, altımızda kayan yolun hasretinden tabelalara bakıyordum. Neredeyse gelmiştik. Atıl hiç istifine bozmadan kullandığı arabasında dikkatini çekmek için hafifçe öksürdüm.

"Günaydın."

"Gün aydın olalı çok oldu ama.." dediğinde gözlerimi devirdim.

"Ben uyurken sıkıldın mı?" Diye saçma bir soruyu sorduktan sonra algılamam ile dudağımı dişlediğimde, Atıl'ın da hafiften gülüşünü yakalamıştım.

"Sessizlik başımı dinlememi sağladı," dediğinde anında kolunu cimcikledim. "Sen bu dönemlerde bir değişik oldun."

"Olurum." Dedim mızmızlanırken. "Oldum bile bak beğendin mi? Nasıl güzel mi?"

"Normalde konuştuğundan daha fazla konuşma özelliğine sahipsin. Ha birde şu fazladan kızarma olayı ile beraber, fazladan alınma da var."

"Var da var."

"Bundan sonra sana yeni kurallar getiriyorum." Diye konuştuğunda Atıl'a dik dik baktım. "Birinci kural yanına hiçbir erkek yaklaşmayacak. İkinci kural benden habersiz hiçbir iş yapmayacaksın. Üçüncü kural bunların hepsine uyulup, attığın her adımdan haberim olacak. Anlaşıldı mı?"

Bu kurallar beni onunla daha yakın yapıyordu. Gerçi biz Atıl ile zaten yakın olmuştuk. Garip ilişkinin garip kurallarında ilerliyorduk.

"Anlaşıldı."

"Güzel. Aferin benim bebeğime."

Kabul ediyorum bu kelimesi değişik geliyor ve tüylerimi ürpertiyordu ama ginede seviyordum.

Yollar tanıdık gelemeye başlarken, içimi kaplayan endişenin gürültüleri bir yapboz edasıyla dağılıyordu. Resmi tamamlayamıyor, aklımı bulandırıyordu. Yıpranmış parçalar kalbimi dağıtırken, Atıl o bilindik sokağa girdi.

Bir kaç gündür girmediğim o evime.

Atıl sert bir frenle arabayı durdurduğunda yutkunma hareketimde boğazımdan aynı sertlikte olmuştu.

"Bir şey olduğunda telefonunla hemen beni arıyorsun. Bak sana bu son söyleyişim," dedi uyarır bir ses tonu kulaklarımda uğuldarken. "Eğer yine bir şey olur da beni aramazsan, bu sefer sende beni göremezsin."

"Ama ben sade.."

"Aması filan yok Eflal. Sana her bir sikim zarar geldiğinde seni en son ben görüp hasarını kapatamıyorum anladın mı! Ya o telefon ile beni ararsın, ya da beni.."

"Tamam." Diye sözünü böldüm hızlıca. Çünkü devamını getirmesini istemiyor ve bir daha o sözleri Atıl'dan duymak istemiyordum. "Tamam, söz veriyorum ki arayacağım." Sinirlenince badna Eflal deyip kulaklarımı asilik ile çınlatsada onun dudaklarında okunmuş ismim ruhumu yaşatıyordu.

Kıyafet poşetini ve çantamı elime alarak arabadan indiğimde, "Görüşürüz," dediğimde elini havaya kaldırarak cevap verdi. Çantamdan anahtarı bulup eve girdiğimde, Atıl'ın arabasının sesi de aynı anda yankılandı.

Lütfen annem uyusun. Lütfen.

"Eflal?"

Spor ayakkabılarımı çıkardığım gibi ayaklarımı sıkan çoraplardan da kurtularak soğuk parkelere çıplak bastım. Bu biraz tenimi üşütse de hoşuma gitmişti.

"Efendim?" Diye konuştuğumda sesim soluğuma takılmış havaya hafif bir buhar gibi yayılarak beni enkazın altına sürüklemeden önce son çığlığımı yaymıştı.

"Neredesin sen!" Diye bağırdığında, beklemediğim bir bağırış olduğu için olduğum yerde irkilmiştim.

Annem tam karşımda bana meydan okuyordu. Koltuğu rahatça oturmuş, beni diken üstüne bırakarak. "Arkadaşımda kaldım." Diye konuştuğumda, gözleri iğne gibi battı bana. Can yakıyordu ama bir haykırışım yoktu. Canım, canımdan her daim annem karşısında eksilerek gidiyordu.

"Hangi arkadaşın bu?" Dedi yerinden kalkıp alayla bana bakarken. "Sürttün mü kız sen yoksa?"

Sustum. Konuşmak istemedim. O an tekrar baktım anneme. Belki annem değildir, belki bu sözleri bir yabancı söylüyordur diye.

"Bana bu sözleri söyleme." Dediğimde, annem bana yaklaşmaya devam etti ve tam karşımda durdu.

"Söylüyorum. Sürtük. Benim salak kızım."

"Hak etmiyorum."

"Orası beni ilgilendirmez. Sürtük." Dedi bana bakıp tükürürcesine ve tekrarladı. "Sürtük."

"Yeter!" Dedim aniden. Boğazım acımıştı bağırırken. Göz yaşlarım yanaklarımdan akarken, "Değilim. Öyle biri hiç olmadım ben."

"Sus. Ağlama birde karşımda," dediğinde yanağıma inen tokat sert bir şekilde beni sarsmış ve canımı fazlasıyla yakmıştı.

"Bu zamana kadar sürekli bu evin ihtiyacını ben karşıladım. Ben yaptım ben ettim. Sense şimdi bana bunları söylüyorsun. Hak etmiyor.."

Ardı ardına inen aynı yere üç tokat. Fazlasıyla sert ve insafsız. Göz yaşlarım önümü buğulandırıp bana keskin bir acıyı iliklerime kadar tattırırken, kalbim vücuduma ağrı yaparak acıyı doruklarıma kadar yaşattı.

"Sen bana cevap veremezsin. Seni ben doğurdum. Ne dersem derim. Hak ediyorsun."

Yüzüne uzunca baktım annemin. "Keşke doğurmasaydın."

Arkama bakmadan hızlıca evin kapısına giderken, annemin arkamdan bir şeyler fırlattığını hissettim. Tam çantamı alıp kapıdan dışarıya çıkacakken, annemin, "Eflal!" Diye acı ile bağırdığını duyunca yerimde durdum ve akan göz yaşlarımı silerek arkama baktım.

Annem yerde acı ile kıvranırken, beynim buradan kaçmamı söylüyordu fakat vicdanım bana kapan kurmuşcasına anneme yardım etmemi söylüyordu.

"Eflal neden gidiyorsun annecim?" Unutmuşmuz olamazdı ya da olabilirdi. Şu anda zihnim durmuş çarklar birbirine geçip kırılıyordu.

Çantamı sırtıma alarak annemin yanına gittiğimde, bir şey olmuş mu diye vücuduna bakarken, annem hiç anlamadığım bir anda saçımı tutarak beni yere serdi. "Seni küçük pislik. Benden mi kaçacaksın lan sen!"

Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum artık. Bu son ölümün beşiğinde ağlayan kızın dudaklarıydı artık. Benim insanlık yönüm annem vasvından ayrılmış ve yok ediliyordu.

İlk defa bir şey yaptım.

Benim saçlarımdan tutup acıyla bağırmamı sağlayan annemi ittirdim.

Annem yere düşüp ne olduğunu anlamadan kapıya hızlıca koştum ve kapıda ki anahtar ile kapıyı kitledim. Annem bağırıp açmamı söylese de yapmayacaktım. Zaten pencereden çıkmak istese de çalıştığım işlerden biriktirdiğim para ile bütün pencerelere kilit taktırmıştım.

Çıplak ayaklarım, tahminimce kızarmış gözlerim ve morarmış yanağım ile yolda yürüyordum. İyi ki bizim bu mahalle sakindi de insanlarında bakışını kendi üstüme çekmemiştim.

Atıl'ın bana arabada dediklerinden sonra çantamdan telefonumu çıkarttım. Titreyen avucumda dururken, ayaklarıma batan taşlarında acısıyla ağlamamam şiddetini daha fazla arttırmıştı ve neredeyse yolu göremeyecek hale gelmiştim.

Ayağıma giren son taş ile beraber duvarın hemen dibine yere çömeldiğimde, bakışlarımı ayağıma değdirdim. Fazla yaralı gözüküyorlardı. Çok az yol gelsem de sonuçta yollar güzel değildi. Sürekli taş ve çöplerle doluydu. Bu yüzden de ayağım çok fazla acıyordu.

Avucumda duran telefonu, titreyen parmaklarımla zorda olsa açarken, Atıl'ı aradım ve telefonu kulağıma koydum.

"Güzelim?"

"Atıl," diye ağlayan sesimle konuştuğumda, küfürünü kulağımda hissedeli çok olmamıştı.

"Ne oldu sana! Nerdesin!"

"Ben.. annem ile.. yani hep aynı şeyler.."

"Nerdesin!"

"Bizim evin oralarda. Çok uzaklaşmadım."

Telefonu kapattı.

Atıl olmasa bu battığım çukurda daha fazla debelenemezdim. Kendi kendime yok oluyor, fısıldayan her ruhum ant içerek arşa uğulduyordu adeta. Bedenimde ki güç yok olmuş, yanağımda acıyan tokadın varlığı hakim sürerken aynı zamanda ayaklarımın sızlayışı beni daha çok sarsıyordu. Saç diplerim de oluşan sızıntıya kelimeler yetmezdi.

Çok değil on dakika sonra Atıl'ın arabasını biraz ileride gördüğümde kalan enerjim ile el sallayarak varlığımı göstermeye çalıştım. Atıl beni görmüş olacak ki hemen yanıma doğru geldiğinde, arabadan inerken bende duvara tutunarak ayağa kalkmaya çalışıyordum.

İnlemelerim ağzımın içindeki duvarlara çarparken, Atıl'ın hemen karşımda durduğunu hissettim. Gözleri gözlerime kenetlendiğinde beni baştan sona incelerken gördüm. Ayaklarımı saklamak, bedenimi ortadan kaybetmek istedim. Bir utanca yıkılırken, doğuşum acının kırıntılarından geliyordu.

"Ne oldu sana böyle. Daha seni bıraktığım beş dakika bile olmamıştı."

Diyecek kelimelerim yoktu. Sözlerim geriye bocalanarak ters yuvarlanırken, ruhum bir zincirin deccali muhafızındaydı adeta.

Ayakta durmakta zorlanırken, tutunduğum duvarda dengede durma hakimiyetimi kaybederek yere düşerken, Atıl beni kollarımdan tutup, bir eliyle de bacaklarımın altından geçirerek beni kucağına aldı.

Arabaya bindirip, öbür taraftan da kendisi oturduğunda, gözlerim kapanacak gibi oluyordu. Dayanma gücüm yoktu. Anneme tahammül edemiyordum. Sanki yaptıkları doğruymuş gibi üstüme geliyor ve beni sinir etse de ona hala anne deyişim artık bana koyuyordu.

"Annem yaptı," dedim Atıl'ın vücudumda gezen bakışlarına cevaben. "Tahammül edemedim. Sadece çantamı alıp çıktım."

Sadece sessiz mırıldanışlarının arkasında sessiz küfürler etti.

Arabayı çalıştırmadan üstündeki ceketi bana verdiğimde bir şey demeden ceketi aldım ve sırtıma geçirdim. Atıl arabayı çalıştırdığında ise gözlerim sadece yaralı ayaklarıma kaydı. Annemin hasarından kalan diğer yaralara eklenmişti.

Atıl'ın evinin önüne geldiğimizde, kapıyı açıp indiğimde ayaklarım sızlasa da Atıl'a belli etmeden yürümeye başladım. Saniyeler sonra ayaklarım yerden kesilip, kendimi Atıl'ın kucağında bulduğum da ise yine itiraz etmeden kollarımı onun boynuna sardım.

"Özür dilerim." Diye konuştuğumda, sesimin ne kadar az çıktığını düşündüm. Fısıltı bile sesim ile yarışsa daha az sessiz olarak seçilirdim.

"Ne için?"

"İşinden alıp kendi dertlerim için seni çağırıyorum. Hemde ayağıma kadar.." Dediğimde Atıl'ın keskin bakışlarında ki yeşillik benim gözlerimde ki koyu kahvelerin hizasına girdi.

"Bu sözleri duymamın bir lüzumu yok. Çünkü boş konuşuyorsun," dediğinde sinirlendiğini hissettim. Tam ağzımı açıp bir şey söyleyecekken sinirli bakışlarından dolayı açılan ağzımı geri kapadım.

Atıl beni kucağından indirip kapıyı açtığında dengem sarsılsa da bir şey demeden yavaş adımlarla koltuğa oturdum.

"Gerekli malzemeleri alıp gelicem," diye konuştuğunda başımı salladım. Elimde tuttuğum saç tutamları annemin yanağımda yaptığı izi Atıl'dan saklamak için çaba sarf ediyordum. Oradaki sızı başkaydı. Gittikçe acıdığını ve morardığını hissedebiliyordum.

Atıl elinde malzemelerle geldiğinde önümde diz bükerek oturdu. Bu hareketine başka zaman dolu dolu bakar ve içimden güzel şeyler söylerdim ama şu an vücudumda hissettiğim acılar Atıl hakkında ki görüşümü sınırlandırıyordu.

"Fazla yürümeden nasıl bu kadar darbe aldın?" Diye sorduğunda, iki ayağımı dikkatle incelerken utançtan ne yapacağımı bilemedim.

"Bizim yollar baya kötü. O yüzden olmuş olmalı." Dediğimde, ayaklarımı temizlerken, hafif bir titreme gelsede, elimle yumruk yaparak tüm sinirimi ellerime vermeye çalıştım.

Atıl şişeden değişik bir sıvı ile yaraya dokundurduğunda ağzımdan çıkan inlemeye karşı dikkati bana çevrildi. "Sorun yok," diyerek geçiştirdiğim de küfür ettiği kulağımda sallanarak, tekrar yaramla ilgilenmeye başladı.

Atıl iki ayağımı gazlı bezle sardığında, tekrar bana baktı. "Başka bir yerinde yara yok değil mi?" Dediğinde bir anda yanağıma keskin bir acı tutundu.

"Y.. yok." Diye konuştuğumda, bir kaşı kalmış bana bakıyordu. Parmakları saçlarıma gittiğinde, "Elleme." Diye aniden çıkıştığımda, bana garipçe baktı. Sesli nefeslerim karnımı bükerken Atıl hızlıca saçlarımı kenara attı.

Yeşil gözleri beni hapsederken, Parmağı yanağımda gezdi. Sanki o dokununca uyuşuyor gibiydi. Karıncalanıyor ve iyi hissettiriyordu. "Siktiğimin.." sözünü tamamlamadan bana baktığında, annem hakkında duyacağım her şet için üzüldüğümü bildiğinden sustu.

Getirdiği malzemelerden kremi alıp eline bir miktar aldığında yanağıma sürmeye başladı. Soğuk krem yanağım ile temas ettiğinde hafif titredim ve küçük yanma hisleri de beraberinde geldiğinde olduğum yere daha sabit oturdum.

Atıl yanımdan kalkıp giderken malzemeler de beraberin de gitti.

Tekrar geldiğinde ona bakmakta zorlanıyordum. Canım yansa da onun benle oluşu, canımda ki yangını alıyor ve küçük buz tanelerine dönüştürüyordu.

"Bugün eve gitmeyeceksin," dedi Atıl bana bakarken. Dişlerinin arasından konuşuyor gibiydi. "Tıpkı yarında gitmeyeceğin gibi."

"Olmaz, sana yük olamam Atıl."

"Sen bana yük olmuyorsun. Bunu o güzel kafandan at." Dediğinde o an güldüm.

Bütün acılarıma rağmen güldüm.

Bütün kanayan yaralarıma inat güldüm.

"İyi ki.." Diye konuştuğumda, Atıl eliyle saçlarımı okşayarak beni göğsüne yatırdı.

"İyi ki.." Dediğinde içimi kaplayan sevgi tohumları her yere ekildi. Bir fırtınayı kopartan vaveylada iğnenin ucundan görünen iki insanın yansımasına takıldık.

İp, iğneden geçtiğinde..

Terzi nakışı tamamladığında..

Ruhlar birbirine iliklendi.

-Y.A.A.

Biliyorum çok geç geldim ama sizi çok özledim..

Sizi seviyorum..

Continue Reading

You'll Also Like

47.5K 2.2K 4
"Sor hadi, terörist misin de." Cam parçaları dağıldı, paramparça olan yürekler, hiçbir zaman anlayamayacakları acılara şahit oldu. "Sor bana, dağda a...
14.1K 1.3K 19
Geçmişi, enkazın altından dibe doğru çakılan bir merdiven basamakları gibiydi. Atılan her adımın arkasında gizlenen uçurumda, bir ölüm yatıyordu. Geç...
38.5K 5.6K 106
İSTEKLERİ MESAJDAN ALIYORUM. *BAŞLANGIÇ: 10.08.2017
393K 20.5K 54
İyi bir eğitimci olmak için, çok çalışarak istediği şehre gelen Hazan Füruzan Tütün'ün hayali, ülkedeki en iyi okuldan başarıyla mezun olup kariyer...