POBEDA

By oliveandturtle

450K 39.7K 26K

İpek ve Atlas. İki ünlü dağcı, sıkı dost, hayata ve kadere ortak iki babanın çocukları. Sekiz yıl önce; dünya... More

Nefretin Başlangıcı
Özel Sebepler
Asla Asla Deme
Doğa Yürüyüşü
Darmadağın
Eğitilmez
Şarkı Listesi (YB Değil)
İddia
İntikam Planı
Oyun
Elma Bahçesindeki Ev
Kapı
Sorgulamalar
Karar
Sude'nin Gözyaşları
Domino Taşları
Utancın Külleri
Yaşattığının Bedeli
Seçilen Taraflar
Fırtınalı Bir Gece
Kendinden Vazgeçmek
Pobeda'nın Öncesi
Zirvede Bir Gece
Kaç Ya da Savaş
Elif'in Gözyaşları
Israrlı Bir Telefon
Bugün Çok Geç
Deniz Feneri
Zayıf Nokta
Bir Nikah Bir Cenaze
Yemin
Gidebilmek
Eninde Sonunda
Billie Jean
Veda
Eşik
Korkuları Aşmak
Köprü
Solstis
Pobeda I
Adalet Terazisi
Tarafsız Bölge
Oyun Dışı
Pobeda 2 (1. kısım)
Pobeda 2 (2. Kısım)
Son Oyun

Düğüm

10.2K 940 553
By oliveandturtle

Multide bu hikayeye çok yakıştırdığım ve ne zamandır eklemek istediğim bir sözü alıntıladım.

Şarkı: Billy Eilish - idontwannebeyouanymore

Bana göre hikayenin en kritik bölümlerinden biri bu. Bol bol yorum yapar ve fikirlerinizi paylaşırsanız çok mutlu olurum 🌸

Atlas'ın beni sorgusuz sualsiz yurda bırakıp kim bilir nereye gitmesinin ardından Tunç'un beynimi bulandıran sözlerinin etkisiyle huzursuz bir şekilde ilerliyordu gece. Sedef sınıf arkadaşlarından birinde kaldığı için odada yalnızdım. WhatsApp'ta çevrimiçi olup bana yazmayan Atlas'ın kimlerle konuştuğunu ya da şu anda kimlerle vakit geçirdiğini düşünmekten duyduğum rahatsızlığı bir türlü içimden söküp atamıyordum.

En basit şekilde bir telefon görüşmesiyle sorularımın cevaplarına ulaşacağımı bilsem de, elim aramaya gitmedi bir türlü. Yatağıma uzanıp uyumayı denedim. Fakat dakikalar geçmesine rağmen tek yaptığım elimdeki kar küresini evirip çevirmekten ibaretti. Eliptik camın içindeki görkemli dağ maketinin üstüne dökülen bembeyaz kar taneleri gibi zihnime dökülen düşünceler içerisindeydim.

Atlas'ı güvenilir bulacak kadar tanımıyordum. Okul dışındaki çevresine dair hiçbir fikrim yoktu. O benim okul çıkışlarında hangi gün nerede çalıştığımı tüm detaylarıyla bilirken ben onun, benden ayrı geçirdiği vakitlerinde neler yaptığını sadece üstünkörü şekilde biliyordum. Sormadıkça anlatma huyu hiç yoktu. Sorunca da sadece canının istediği kadarını anlatıyordu. Yani, kendimi gereksiz derecede önemli bir yerde saymamın anlamı yoktu. Fakat önemsiz olduğumu düşünmekten de hoşlanmıyordum.

Bu ilişkiye başlamayı kabul ettiysem eğer, istesem de istemesem de bazı sorumluluklar almam gerekiyordu. Alıyordum da. O, benden istediği veya istemediği şeyleri net olarak ifade edebiliyorken benim de ondan beklentilerimin olması yanlış sayılmazdı. Hayatında ben varsam başkasıyla görüşemezdi. Gece dışarı çıkıp başka kızlarla eğlenemezdi. Eve arkadaş veya değil benden başka bir kızı getiremezdi. Ve dahası... söz konusu bile olamazdı. Bunlar benim kırmızı çizgilerimdi. Tabi bu düşüncelerimden onun da haberdar olması gerekiyordu.

Fakat çelişkilerim hala benimle birlikte gecenin karanlığını avlayan küçük huysuz periler gibi tepemde salınıyordu. Belli ki uykusuz bir gece olacaktı. Nasılsa uyuyamadığıma göre daha fazla yatakta dönüp durmaya katlanamadım. Odanın camını açtım, serin gece havasını içime çektim. Sen bu değilsin İpek, dedi içimden bir ses. Ağzımdan çıkanı kulağım duysun diye sesli olarak tekrarladım: "Sen bu değilsin. Bu şehre, bu üniversiteye, bu adamın hayatına tek bir amaç uğruna katıldın. Şimdi her şey normalmiş gibi günlük hayatta sevgilicilik mi oynayacaksın?"

Gelgelelim, başka ne yapacağımı da bilmiyordum. Bir yanım soğuk bir yanım sıcak, yükseklerden gelip denize dökülen fakat tuzlu suya bir türlü karışamayan bir akarsu gibiydim. Öyle ya da böyle bu gece kararımı vermek zorundaydım. Ya kendime hakim olup onu hiçbir şekilde sorgulamayacaktım. Bu kendime karşı daha adil bir tutum olursa da uzun vadede işime yaramazdı. Fakat büyük ihtimalle Atlas'ın da işine gelirdi ve istediğiyle istediği şekilde takılmaya devam ederdi. Belki de daha şimdiden soğuk tavırlarımı umursamayı bırakmış geceyi beklentilerini karşılayan sıcakkanlı bir kızla değerlendirmeyi seçmişti.

Neler düşünüyordum? Beynimi karıncalandıran düşünceyle birlikte yüreğime bir ağırlık çöktü. Onu bir başkasıyla düşünmek yüreğimi tonlarca ağırlığın altında kalmışçasına eziyordu. Kendime karşı adil olmaktan vazgeçip bunun yerine dürüst olmayı seçtim: Ona karşı hislerim vardı ve ona karşı hislerim olduğunu kabul etmek benim için, bu hislerin var olmasından çok daha zor geliyordu.

Bugüne kadar aşk nedir bilmezken, kalbimi açacak başka birini bulamamış mıydım yani? Neden bu kadar zor olmak zorundaydı? Sadece birkaç ay, sadece yaza kadar işin içine duyguları karıştırmadan ona yakın olmak neden böylesine imkansızdı? Geceyi aydınlatan yıldızlar kadar net görünen bir gerçeği hiç değilse kabullenmeye başlamak, ağırlaşmış yüreğime biraz olsun su serpti. Sedef'in sözcükleri tekrar tekrar doldurdu hafızamın alevler yükselen kuyularını. Aşk başa geldiğinde, tüm duygular çok güçlü yaşanır. Önce büyük bir patırtı kopar. Ardından ortalık sakinleşir, o zaman anlarsınız ki birbiriniz için olabilecek ya en güzel ya da en kötü şeysinizdir.

Bir kez daha aynı mutlak sonuca varıyordu beynimin mantığı işaret eden tarafı. Fakat bir de kalbim vardı ve o kalp gecenin ileri saatinde bir kez daha çevrimiçi olup başkalarına yazan Atlas'ı düşünüyordu. Gerçekten sevgili miydik yoksa birbirine karşı çekim duyan iki kişiden mi ibarettik?

Öğrenmenin tek bir yolu vardı.

Saat altıya gelirken hazırlandım. Daha gün bile aydınlanmadan yurttan çıktım. Keskin sabah ayazında titreye titreye ana caddeye doğru yürüdüm. Sabahın bu kör saatinde koskoca İstanbul'da başıboş bir sessizlik hakimdi. Şehrin çoğunluğu uyuyordu ya da uyanmak üzereydi. Benden başka yalnızca birkaç kişinin bulunduğu metrobüse bindim. Cam kenarı bir koltuğa oturup uykuyla tanışmamış gözlerimi yola diktim. Halıcıoğlu... Okmeydanı... Çağlayan... Mecidiyeköy... otobüs durakları bir bir geçerken gri bir gün aydınlanmaya yüz tuttu. Zincirlikuyu'da indim. Kalabalıklaşmış istasyonda çınlayan akbil sesleri eşliğinde insanları geçtim. Merdivenlerden yukarı Beşiktaş yönüne doğru ilerledi adımlarım. Ufaktan bir heyecan sarmaya başladı içimi. Fazla düşünmeden yukarı çıktım. Geçen ilk Beşiktaş minibüsüne bindim. Darphane'de inip içerilere doğru yürümeye başladım.

Dakikalar boyu, sokaklar boyu yürüdüm. İyiden iyiye gün başlıyordu artık. Fırınlar açılmış, sıcak poğaça kokuları etrafı sarmıştı. İçimden iki poğaça alsam mı diye geçirdim, kendi kendime güldüm. Atlas'a iki poğaça yetmezdi ki. Ayrıca ne göreceğimi ya da evde olup olmadığını bilmiyordum bu yüzden romantik fikrimden derhal vazgeçtim. İhtimalleri düşününce içim ürperdiyse de adımlarımın hızını kesmedim. 

Birkaç dakika sonra apartman kapısının önündeydim. Solgun beyaz parmaklarımı zile basmak üzere uzatırken gözüm kolumdaki saate ilişti. 06.45 Hala çok erkendi. Fakat kimin için? Benim için mi? Bizim için mi? Uyuyanlar için mi? Hiç uyumadan geceyi tamamlayanlar için mi? Birbirini yeni tanıyan bir çift için mi? Sahiplenmek için mi? Hesap sormak için mi? Sevmek için mi? Sevgi talep etmek için mi? Ne için çok erkendi?

Sorular sorular sorular... kalbimin içinde yüksek tempolu bir melodi tuttururken zile bastım. Bir adım geri çekilip olacakları beklemeye başladım.

Diyafondan herhangi bir ses gelmeden kapı otomatı açılınca irkildim. İlk adım önemliydi. Binadan içeri ilk kararlı adımı attım. Gerisi kolaydı. Üç yüz kalp atışı kadar süren üç adımda ilk köşeyi döndüm ve giriş katındaki dairesinin kapısında geleni bekleyen Atlas'la göz göze geldim. Üstünden dökülen eşofmanı, buruş buruş beyaz tişörtü, suratsız suratı ve darmadağın saçlarıyla tam karşımdaydı. Beni gördüğü an yüzü şaşkınlıkla canlandı.

"İpek."

İyi miydi tepkisi, kötü müydü? Panik miydi yoksa sadece şaşkınlık mıydı?

"Günaydın." dedim gittikçe yaklaşan adımlarımla.

"Herşey yolunda mı?" diye sordu ki bu soru apaçık bir endişeyi ifade ediyordu.

"Yolunda. Sadece seni görmek istedim." dedim. Ve bu da apaçık bir şaşkınlıktı şimdi güzel yüzünü kaplayan.

Neden neden neden bu kadar yakışıklıydı? Neden neden neden bu kadar kolaydı ona kapılmak? Ve neden neden neden bu kadar korkutucuydu bu hisler?

Ben ki çok yangınlar görmüştüm babam öldükten sonra. Güçlü olmak zorunda kaldığım yılların içinde büyümüştüm. Duyguların zaaf olduğunu, insanların açıkta gördükleri zaafları kolaylıkla kullandığını öğreneli çok olmuştu. Peki ben, neden şimdi, neden en olmadık kişiye tüm zaaflarımla tüm duygularımla koşuyordum. Elimde bir teslim bayrağı vardı adeta ve ben ona koşuyordum. Her şey bir telaştan ibaretti içimde. Gözlerinin sorgusunda yakmak da olasıydı yanmak da, yenmek de olasıydı yenilmek de.

Basit düşüncelerim vardı birkaç adım önce. Atlas durumu algılayana kadar kapının önünde dururum, bir süre soru sorar diye düşünmüştüm. İçeri geç der, salona geçeriz biraz daha konuşuruz ben anlatırım o anlatır diye düşünmüştüm. Ya da... belki daha kötüsü olur, evde başka biri varsa mecbur kalıp açıklar ve ben tüm korkularım gerçekleşmiş olarak kapının önünde kalırdım.

Fakat ne biri gerçekleşti ne diğeri...

Ben o son adımı attığım anda eli kavradı belimden, beni içeri çekti. Dudakları dudaklarımı bulurken, bir yandan montumu çıkarmaya çalışıyorduk birlikte dolayısıyla ellerimiz meşguldü. Sokak kapısını ayağının ucuyla basit tekmeyle kapattı. Nefes almak üzere sırtımı kapanan kapıya yasladım. Kısa bir an sıcacık bakan gözlerinin güzelliğini özümsedim. Ellerimi yanaklarına uzatıp gülümsedim. Neden bilmem tam o anda kalbimi bin parçaya bölüp her bir parçasını aşkla büyüledi. Bin kalbim oldu hepsi onun oldu, her bir hücreme her bir parçama mutluluk doldu ve belki de en basit tabiriydi bu hissettiklerimin çünkü adı konulmuş hislerle sınırlı değildi, çok daha yükseltilmiş haliydi tüm duyguların ve heyecanla çarpılmış bir versiyonu gibiydi. Yanaklarını kavrayan avuç içlerimden öptü,

"Hoşgeldin." dedi.

Hoş geldim.

Hoş geldim.

"Uyandırdım mı?"

"Uyumak mı? Hayır, uyandırmadın. Seni düşünmekten gözüme uyku girmedi. Sabahı zor ettim." Ben de diyebilirdim aynısını, inanılması güçtü ama o söylemişti. "Çok özledim."

"Ben de seni çok özledim."

Ve sonra, elleri değdiği an sırtım komut almışçasına yaylandı, bedenim bedenine yaslandı. Ayaklarım yerden kesildi. Dudaklarım dudaklarının yönetimindeydi, gözlerimi kapadım çünkü açsam da kapasam da farketmiyordu artık. Tüm dünyam ondan ibaretti, nereye baksam ondan başka bir şey göremiyordum. Tüm komuta ondaydı ve buna itiraz etmiyordum.

Yeni ayrıldığı için daha soğumamış yatağına uzandık. Dışarıda bir dünya varmış, zaman akıp gidermiş, dünya dönermiş. Benim için sadece o vardı. Gözlerim gözlerini buldu. Ellerim yanaklarını okşadı, saçlarını sevdi. Sihirli dudaklarıyla gözlerimi öptü, burnumu öptü, yanaklarımı öptü, dudaklarımı öptü.

"Bütün gece sessiz ve suskun bir şekilde yurda gidişini düşündüm. Üstüne varmak istemedim ama içim içimi yedi. Mucize mi bu, yoksa uyuyakaldım da rüyada mıyım? Ben zorlamadan, ısrar etmeden, kendi isteğinle geldin. Gerçekten sabahın köründe bana mı geldin?"

Kafamı salladım.

"Başka şeyler vardı aslında aklımda."

"Ne vardı başımın belası? Biliyorum huzursuz düşüncelerle doluydu dün gece kafanın içi."

"Biliyorsan anlatmayayım."

Burnumdan ufacık ısırdı.

"Yine bayıldığım bir çokbilmişlikle sınanıyorum."

"Sana yetmeyebileceğimi düşündüm." dedim lafı uzatmadan. Kaşları hafifçe çatıldı.

"Yetmiyorsun. Ne kadar çok yanımda olursan daha da çoğunu istiyorum."

"Kastettiğim o değildi."

"Farkettim. Gerekli cevabı verdiğimi düşünüyorum."

"Açıkça söyle." dedim zorlayarak.

"Açıkça?" dedi ansızın koyulaşan gözlerle.

Ne yapmaya çalıştığını anlayamadım. Birden üstümden kalktı yatağın ayak ucuna oturdu dizlerinin üstünde. Tişörtünü sıyırıp attı. Seyrine doyulmaz tablo karşısında nutkum tutuldu. Bez bir bebekmişim gibi ellerimden tutup beni de kaldırdı yattığım yerden, aynı şekilde oturttu karşısında. Yüz yüzeydik bir kez daha ama yatağın üstünde, dizlerimizin üstünde oturuyorduk şimdi. Benim üstümdeki sweatshirtten de kurtulmamız kısa sürdü. Biraz daha yaklaştı. Elleri sırtıma ulaştı. Sütyenimin kopçasına değen parmakları yüzünden bilincimi yitirdiğimi sandım. Vücutlarımızın arasına giren bütün engeller ortadan kalktığında elleriyle kalçalarımdan kavrayarak beni biraz daha yakınına çekti. Hiç tereddütsüz sığındım bana sunduğu korunaklı sığınağa, kollarının arasına. Dizlerimiz birbirinin arasına, vücutlarımız iç içe geçti, iki beden bir bütün olduk. Kalbim kalbine değdi. Benimki tıpkı yangından kaçan bir orman dolusu vahşi atların temposunda bir koşu tutturmuşçasına çarpıyordu. Kendi gürültümden sağır olmuş gibiydim. Saçlarım yüzüne karıştı, yanağımı yanağına yasladım. "Nefes al." dedi. Nefes aldım. Tüm sesler sustu bir anda ve ben onun kalbinin sesini duydum. Duyduğum gümbürtüye inanamadım.

Hem çok korktum aynı anda hem de büyülendim. Tarifi çok güç, beyni uyuşturan bir histi bu. Ürkerek geri çekildim ve elimi göğsüne dayadım. Nedenini çok iyi anlayarak göğsündeki bileğimi tuttu. Yere eğdiğim çenemi kaldırıp gözlerimizi buluşturdu.

"Şimdi yeterince açık oldum mu?" dedi. "Bu hisleri ben daha önce hiç hissetmedim. Neden ben diye sorma, bu bir sır. Cevabını benim de bilmediğim ama seninle keşfetmek istediğim bir sır.  Benden yana emin olmanı istiyorum. Hiçbir tereddütün kalmasın. Kalbim sadece senin ve seninki de benim İpek."

"Bütün bunlar çok korkutuyor beni. Çok emin konuşuyorsun kendinden. Karanlığın içinde son hızla yol alıyor gibiyiz. Hiçbir engel çıkmayacak mı karşımıza?"

"Mutlaka çıkacak. Ben seninle engelleri aşmaya da hazırım."

"Gerçekçi değil bu söylediklerin. Öyle engeller vardır ki aşamazsın."

"Ne gibi mesela?" dedi yüzü asılarak. Yutkundum. Nasıl söylerdim ki aklımdan geçenleri?

"Bilemiyorum. Benim için de yeni her şey."

"Öyleyse akışına bırak. Birlikte görelim ne göreceksek."

Ne göreceğimizi ben çok iyi biliyordum. İçim farklı söyledi, dilim farklı söyledi bir kez daha.

"Vaatler istiyorum ben. Tek olmak istiyorum senin için."

"Hala mı?"

"Duymak istiyorum."

"Sadece sen varsın." dedi bir kez daha kollarının arasına alarak.

"Benden başkası olmayacak. Bu eve de benden başka bir kız girmeyecek."

Yeniden uzanmamı sağlarken o da üzerime doğru eğildi ve belli belirsiz gülümsedi.

"Zaten verdiğim sözleri istediğin kadar tekrarlarım. Ama karşılığında ben de bazı vaatler isterim."

Hınzır parıltılar yanıp sönüyordu gözlerinde. Işıltısı gözlerimi aldı. Kafese sıkışmış bir kuş gibi çırpınmaya başladım bir kez daha kendi içimde.

"Ne gibi vaatler?"

"Aramızda hiçbir sır ve hiçbir sınır olmayacak."

Ensemden aşağı soğuk bir ürperti indi.

"Benden tutamayacağım sözler isteme."

"Kalbin başka söylüyor. Sen başka söylüyorsun."

"Kalbim yanılabilir."

"Öyleyse benimkine güven."

Öyle güzeldi ki bu söylediği aynı anda hem çok şanslı hissettim hem de kopkoyu bir hüzün sardı içimi. Yüzünü boynuma gömdü. Uykusuzluk yüzünden artık acı çekmeye başlayan gözlerimi kapattım. Ellerim sırtında, boynunda dolaştı. Kokusunu içime çektim. Yoğunluktan ölecek gibiydim.

"Biliyor musun? Kokun o kadar huzur veriyor ki bana, boynuna gömülü halde uyuyabilirim." dedi esneyerek.

"Uyuyalım öyleyse." diye mırıldandım aynı uyku beni de ele geçirirken. Belki de cümleyi bile tamamlayamadan uyuyakaldım.

******************

O cuma gününü yatağın içinde Atlas'la sarmaş dolaş halde, bir uyur bir uyanık halde geçirdim. Ne derse gitmek geldi içimden ne de öğleden sonra gitmek zorunda olduğum kütüphanedeki işimi umursadım. Tek bir gün için sorumsuz olmak istedim ve günlük telaşlarımı kapının dışında bıraktım. Öğleden sonra bir ara yataktan kalkıp birlikte kahvaltı ettik. Atlas tam bir kahvekolikti bense daha çok çayseverdim. O yemek yemekten keyif almayı tercih ediyordu, ben daha çok atıştırıp kaçan türdendim. İkimize de hitap eden bir yemek faslından sonra salon koltuğuna sığıştık, daha önce izlemeye başladığımız bir diziyi kaldığımız bölümden açıp peş peşe üç bölüm daha seyrettik.

Arada annem aradı. Ben nerede olduğumu kırk takla kırk bir yalan eşliğinde geçiştirdim. Atlas anneme ne söylediğime karışmadı. Kendince anladığını sanıyordu. Elbette onun anladığından ötesi vardı. Benimkisi normal bir erkek arkadaşını gizleme durumu değildi. Anneme sevgilim var desem,  her anne gibi sorgulardı ama karşı çıkmazdı. Fakat anneme Atlas'la sevgili olduğumu söylesem muhtemelen düşer bayılırdı. 

Atlas'ı da birileri aradı. İşle ilgili olduğunu anladığım birkaç konuşma yaptı. Sonuncusu bir kadınlaydı.

"Sana birkaç hafta önce bir reklam çekiminden bahsetmiştim ya." dedi üstüne dikilen bakışlarımdan dolayı açıklama gereği duyarak.

"Evet."

"Onun için arıyorlar. Pazartesi günü başlıyor çekimler. Detayları belirtmek için aramış."

"Gerçekten mi? Nerede yapılacakmış?"

"Maslak'ta bir stüdyoda ve Kilyos'ta."

"Kilyos'u hiç bilmiyorum."

"Nereden bileceksin Antalyalı?" dedi gülerek.

"Tabi ya. Ezikle bakalım."

"Benimle gelirsen öğrenirsin."

"İşim gücüm var benim teşekkürler almayayım."

"Bugün de işin gücün vardı normalde ama canın isteyince iptal edilebiliyor o işler güçler."

"Güzel noktaya değindin: canım isteyince."

Tek kaşı itinayla havalandı.

"Demek öyle."

"Hı hım."

"Benimle gelmiyorsun yani?"

"Bilmem." dedim eğlenerek. Halihazırda kolunun altındaydım ve kedi yavrusu gibi kapana kısılmış bir haldeydim. Tehlikeli ışıklar yanıp sönen gözlerinin etkisinden kaçamadım. Omzumdaki kolu itiraz edemeyeceğim bir şekilde beni koltuğa uzanmaya yönlendirirken gülüyordum.

"Gül sen gül. Son gülen iyi gülermiş."

"Öyle miymiş?"

Üzerime eğildi. Dudağıma ufak bir öpücük bırakıp geri çekildi.

"Öyle."

Ve hiç masum değildi o son gülümseme. Gözleri gözlerimden ayrılmazken karnımda gezinen elinin belli belirsiz dokunuşunu hissederek kasıldım. Aynı anda eli aşağılara inerken dudakları dudaklarımla buluştu. İğne batmış gibi sıçradım, dudaklarından erkeksi bir kıkırdama kaçırdı ama ne elini ne de dudaklarını çekti. O el biraz daha aşağılara indiği an elimi uzatıp durdurdum.

"Sana dokunmama izin ver." dedi nefesi nefesime karışırken. Artık hiç gülmüyordum. Ölecekmiş gibi bir korkuyla çarpıyordu kalbim. Kafamı iki yana salladım. Derin ve sitem dolu bir nefes verdi. "Neden?"

"Devamını getirirsen sana dur diyememekten korkuyorum. Henüz bilincimi yitirmemişken durdurmak istedim."

Güler diye bekliyordum. Gülmedi.

"Neler olacağını biliyorsun yani." dedi üzerimden çekilerek.

"Onu kastetmedim." dedim karışık duygular içerisinde. Dürüst olmaya çalışırken batırışım takdir edilesiydi. Devamını getir dercesine bakıyordu. "Sen bana en ufak dokunduğunda, kalbim yerinden çıkacakmış gibi oluyor, içimde bir ateş parlıyor, çok heyecanlanıyorum. Ağzımla beynim yer değiştirecekmiş gibi oluyor. Yani ne dediğimi bilmeyi bırak adımı unutacak gibi oluyorum. Sorumluluğu bana verdin. Dur deme görevi bendeyken işleri ileri boyuta taşırsak sana dur diyememekten korkuyorum işte anla." dedim utançtan bin bir renge girerek.

Şimdi gülümsüyordu.

"Tamamen varsayımlardan ibaret konuşuyorsun yani." dedi.

"Evet. Bildiğimden değil." dedim keyifsizce onaylayarak. O herşeyi bilirken benim hiçbir şey bilmediğim bir dünyaydı. Yüzümü astıran düşünceleri tahmin etmesi zor değildi. İçini çekerek tamamen doğruldu. Yeniden kolunun altındaki huzurlu pozisyonumu aldım. Bir zaman sonra,

"Her ne kadar bencilce olsa da sana bu konudaki gerçek düşüncemi söyleyeceğim." dedi. İlgiyle dinliyordum. "Tecrübesiz olman beni rahatsız etmiyor. Aksine benimle öğren istiyorum. Eğer bazı şeyleri, benden önce tecrübe etmiş olsaydın, buna katlanamazdım."

Hayretle gözlerimi açtım.

"Gerçekten çok bencilce bu söylediğin."

"Biliyorum."

"Senden önce biri olmuş olabilirdi."

"Olabilirdi. Biliyorum. Düşüncesinden bile nefret ediyorum."

"O zaman beni sevmez miydin?"

"Sana olan hislerim kontrol edebildiğim hisler değil. Ama o koşullar altında nasıl olurdu bilmiyorum."

"Ya ileride evleneceğim adam sen değilsen..." ...ki değilsin. "Ya biz bu şeyi yaşarsak ve herşey biterse..." ...ki bitecek. "İleride tanışacağım kişi de senin gibi düşünürse..."

O kadar rahatsız oldu ki bu söylediğimden, omzumdakini elini çekip benden uzaklaştı bir süre.

"Seni başkasıyla düşünmek mideme kramplar sokuyor."

"İlk kez tereddütlerimi anlamaya çok yakınsın." diye mırıldandım. Benden sadece birkaç santim uzaklaştığı şu an bile içim buz kesmişti. Bir gün birbirimizin hayatından gittiğimizde benden geriye ne kalacaktı? Şimdiden görebiliyordum. "Ben bu hayatın hep gideni olacağım diyen sendin."

Son cümlemle birlikte gözlerinden geçen sarsıntı depremler gibi sarstı yüreğimi. Yine de doğruydu. O söyleyeceğini en baştan söylemişti. Bense bu hikayenin sonunu biliyordum. Hiçbir zaman pembe panjurlu evler, çiçekli bahçeli hayaller olmayacaktı bizim için. Derin düşüncelere sevketmiştim onu da. Sustuk bir süre. Kendi içimize daldık gittik. O ne düşündü kim bilir.

Dakikalar süren sessizlikten sonra kalktı yerinden. Mutfağa gitti. İki bira açtı geldi. Birini bana uzattı. Elindeki diğer şişeyle birlikte odanın diğer ucuna cam kenarına doğru gitti. Tıpkı düşüncelerimden bunaldığımda benim yaptığım gibi camı açtı, başını göğe doğru kaldırdı. Derin derin nefesler aldı. Ben bunu neden yaptığımı biliyordum. Nefes alamamaktan korkmanın sonunun nerelere varabileceğini biliyordum. Yıllar olmuştu ataklar sona ereli. Yine de korku hep içimde benimleydi. Şimdi aynı hareketi onun yapmasını dehşet içinde izliyordum. Bu konuda da benziyor olabilir miydik? Aynı hastalığı çekmiş olabilir miydik? Belki de sadece benim hayal gücümün bir yorumuydu gördüklerim. Çünkü birkaç derin nefesin ardından gayet iyi görünüyordu.

"Sigara içmediğim halde bir sigara yakasım geldi." dedi gülümseyerek. Birasından büyük bir yudum içti. "Neden söyledim o cümleyi biliyor musun?" dedi zerre kadar duygu içermeyen kaskatı bir sesle.

Bilmiyordum. Öğrenebileceklerimin korkusu bilgiden önce geldi. O daha söylemeden yaprak gibi titremeye başladım.

"Hiç kimseye bağlanmak istemedim bugüne kadar. Kimseyle gelecek düşünmedim. Neden biliyor musun?"

"Neden?" diye mırıldandım istemeden.

"İki sebebi var. Bugüne kadar hiç kimseye anlatmadığım sebeplerimi anlatacağım sana."

Anlatma, diye haykırdı içimden bir ses ama dışımdan söyleyemedim. Krize girecek kadar orantısız çarpan bir kalbim vardı o an. Aramızda metrelerle olmasına rağmen onun kalbinin de aynı benimki gibi çarptığına emindim. Bunu anlatmasının ne kadar zor olduğunu biliyordum. Hiçbir şey söylemesine gerek yoktu, dehşet yakıcı bir sıvı gibi damarlarımda dolaşırken tüm vücuduma yayılıyordu.

"Annem ve babam üniversitede okurken tanışmışlar. Tanıştıktan bir sene sonra evlenmişler. Evliliklerinin senesi dolmadan şiddetli geçimsizlik sebebiyle boşanmaya karar vermişler. Peki neden boşanmamışlar sence? Neden sürdürmüşler bu muhteşem evliliği?"

"Sen olmuşsun."

"Ben olmuşum. Yalnız başına çocuk yetiştirmekten korkan annem bir gazla açtığı dava dilekçesini geri çekmiş. Çocukluğumun ilk yıllarında eve dair hatırladığım tek şey kavga, dövüş, çarpılan kapılar, sürekli ağlayan bir anne, sürekli evden giden bir baba. En ufak bir huzur ortamı yoktu yaşadığımız evde. Bu yüzden küçük yaşlardan itibaren onların isteğiyle babaannem ve dedemle yaşamaya yollandım. Bu durum sorunlarını çözdüklerini iddia ederek beni eve çağırdıkları onlu yaşlara kadar sürdü. Küçüktüm daha, kolay ikna oluyordum, bir arada ve mutlu olabileceğimize inanarak eve döndüm. Babamla iletişimim hiçbir zaman yakın olmamıştı, tam kendimi kanıtlama yaşlarına girerken babamın da gözüne girmek istiyordum. O ara babam yaptığı tırmanışlarla adını duyurmuştu. Pek çok insan için idol gibi bir şeydi. Haliyle benim için de öyleydi. Ben de ona layık bir evlat olmak istedim ve dağcılığı öğrenmeye başladım. Oysa ne yapsam yetmiyor gibiydi. Hep daha iyi olmam gerekiyordu. Babamın beklentilerine yetemiyordum bir türlü. Ben de kendimi daha iyisine zorluyordum. Bu yüzden on iki yaşındayken bir kaya tırmanışı esnasında düşüp ciddi anlamda yaralandım. Hayatımda ilk kez babamın beni sevdiğini hissettiğim an beni kaybedeceğini sandığı o andı. Bayılmadan önce gözlerinde gördüğüm korkuyu dün gibi net hatırlıyorum." O ürperdi ben ürperdim. "O günden sonra babam için daha başarılı olma isteğim arttı. Çünkü sevildiğimi anlamıştım ve bu hisse deli gibi tutundum. Doğa sporlarıyla meşgul olarak geçirdiğim yıllarda babamla yakın olmayı başardım ama annemle o şansımız hiç olamadı. Bende babamın hırsını görüyordu sanırım. Nefret ettiği bir şeyi kendi çocuğunda görünce de sindiremiyor herhalde insan. Yani annemle hiç yakın olmadım ben."

Sustu bir süre. Birasını içtikten sonra anlatmaya devam etti.

"On beş kritik bir yaştı. Babamla ipleri kopardığım yıldı. Babamın isteğiyle Pobeda'ya tırmanmayı deneyecektim. Başarırsam eğer dünyada bunu gerçekleştiren en genç dağcı olacaktım. Pobeda aslında umrumda bile değildi. Yeterli değildim, hazır değildim. Babam ve en yakın arkadaşıyla beraber üç kişilik bir ekip olarak yola çıktık. Timur amca en başından beri istemiyordu bu tırmanışı. Beni babamdan çok kolluyordu açıkçası, babamın vermediği değeri veriyordu bana. Bir kez daha babamın çok umrunda olmadığımı anlamıştım. Ana kampa vardığımızda diğer dağcılardan duyduğum hikayelerden dolayı o sene tırmanışın gerçekleşmesinin çok zor olduğunu üçümüz de biliyorduk. İçimde kötü bir his vardı. Ama babam sponsorlardan aldığımız destekler yüzünden denememiz gerektiğini söylüyordu. Aklimatizasyon tırmanışlarını yaptık. Birkaç hafta sonra herkes aksini söylerken o Allahın cezası dağa tırmanmaya başladık. Babam hiçbir şey değilse bile büyük bir deneyim olacağını düşünüyordu. Oldu da. Hayatımda ilk kez ölümle yüzleştiğim yer oldu."

Ve ben ağlamaya başladım. Atlas, gözyaşlarımın kendisiyle ilgili olduğunu sandı. Birdenbire kesti anlatmayı. Ben gözümün yaşını silmeye çalışırken acı ve kederin suretini devralmış bir yüzle, büyük adımlarıyla geldi yanıma.

"Nasıl?" diye mırıldandım zorlukla. O ise beni kollarına alıp sımsıkı sardı.

"Ağlama." Oysa durmaksızın dökülüyordu yaşlar. Durduramıyordum.

"Nasıl?" dedim bir kez daha. Bu sefer daha kararlıydım. Sıyrıldım kollarının arasından, "Nasıl bir ölümdü gördüğün?"

Kaşları çatılmış bir ifadeyle baktı yüzüme.

"Çok kötüydü."

"Anlat."

Ve gözlerimin önünde bir damla yaş aktı onun da gözlerinden.

"Anlatamam."

"Atlas bunu bana anlatmak zorundasın."

"Anlatamam."

Düğümlenmiştik. Onu sürebileceğim en uç noktaya sürdüğümü biliyordum. Çünkü şimdi bir elim elinde, diğer elimle gözünden akan incecik yaşları sildiğim o yerde, düğümlenmişti kelimeler. Ben anlatabiliyor muydum ki kendi gerçeğimi? Yutkundum. Yutkundum. Daha çok ağladım. Biraz daha yutkundum. Susmayı becerebildim sadece.

Sarıldık birbirimize. Kim bilir ne kadar süre, nelerden geçtiğimizi bilmezken bunca sene aynı olayın farklı etkilerine ağlarken bir araya gelmiştik ve şimdi birbirimizin kollarında, yine aynı olaya ağlıyorduk.

"Ben orada çok sevdiğim birinin ölümünü gördüm." dedi bir zaman sonra. "Hayatımı adadığım bu sporu yaptığım sürece ölümün ne kadar yakın olduğunu gördüm. Hırsların, heveslerin, tutkuların ne kadar insani ve bunlardan kaynaklanan hataların ne kadar ölümcül olabileceğini gördüm. Orada kendime bir söz verdim. Bu sporu yaptığım sürece, kimseye bağlanmayacağım dedim. Böylece ardımda gözü yaşlı bir kız arkadaş, bir eş ya da evlat bırakmayacaktım."

O da benim gözümden akan yaşları sildi.

"Sonra sen, nereden çıktın geldin bilmem, hayatıma girdiğin andan itibaren burayı hedefledin." Elimi kalbinin üstüne koydu. "Bu kalp senin için çarparken hangi söz tutulmaya değer, hangilerini bozacağım ben de bilmiyorum. Bana güvenebilir misin, senden geleceğini istemeye hakkım var mı bilmiyorum. Seni hiçbir şey için zorlayamam. Benim olmaktan vazgeçmemeni dileyebilirim sadece çünkü sana ihtiyacım var." 

Ellerini tuttum.

Babasını kaybettiği günden beri eksik hisseden bir kız çocuğuydum. Babamı kaybettiği yerde geleceğiyle vedalaşan bir oğlan çocuğunun kollarına sığındım. İki eksik bir tam eder miydi?

Ne ben verebilirdim bunun cevabını, ne de ondan bekleyebilirdim artık.

Continue Reading

You'll Also Like

210K 13.7K 24
Bütün cümlelerimi, kelimelerimi feda ettim. Şakaklarımdan, köprücük kemiklerime doğru süzülen terleri hissediyordum. Avuç içlerimdeki kanların yere d...
SARKAÇ By Maral Atmaca

General Fiction

1.7M 104K 7
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...
1.2M 6.3K 5
Genel kurgu #1 🌟 Mavi Kelebekler Serisi 1. Kitap. Kalbimde Saklı adı- Güz Sarmalı olarak değişmiştir. Öfkeyle boynunu sağa sola yatırıp kemiklerin...
470K 39.4K 63
Başlangıç : 07.10.2019 Final : 20.11.2020 Bugüne kadar okuduğunuz tüm hikayeleri unutun. Şayet kötü erkek ile saf, ezilen, her şeye eyvallah kadının...