KARANLIĞIN ŞEHRİ

sulisindunyasi tarafından

23.8M 1.4M 2.8M

Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan kons... Daha Fazla

Bölüm Bir - Kayıp
Bölüm İki - Karanlıkla Tanışma
Bölüm Üç - Şeker Mi Şaka Mı?
Bölüm Dört - İnfaz
Bölüm Beş - Bataklık
Bölüm Altı - Dirayet
Bölüm Yedi - Kurban
Bölüm Sekiz - Nefes
Bölüm Dokuz - Arayış
Bölüm On - Cesur
Bölüm On Bir - Kedi ve Fare
Bölüm On İki - Temash Uçurumu
Bölüm On Dört - Soğuk|Sıcak
Bölüm On Beş - Bozuk Kalp Ritmi
Bölüm On Altı - Davet
Bölüm On Yedi - Karar
Bölüm On Sekiz - Cesur ve Güzel
Bölüm On Dokuz - Kurtarıcı
Bölüm Yirmi - Daha Güvende
Bölüm Yirmi Bir - Kabus Çınlaması
Bölüm Yirmi İki - Kırmızı İrisler
Bölüm Yirmi Üç - Sevgi ve Çıkar
Bölüm Yirmi Dört - Kül
Bölüm Yirmi Beş - Kadmos
Bölüm Yirmi Altı - Ateş
Bölüm Yirmi Yedi - Efsun
Bölüm Yirmi Sekiz - Anlaşma
Bölüm Yirmi Dokuz - Sembol
Bölüm Otuz - Hafıza
Bölüm Otuz Bir - Bağ
Bölüm Otuz İki - Kapan
Bölüm Otuz Üç - Radar
Bölüm Otuz Dört - Kanla Çevrili Zindan
Bölüm Otuz Beş - Zehir
Bölüm Otuz Altı - İz
Bölüm Otuz Yedi - Yabancı
Bölüm Otuz Sekiz - Suçüstü
Bölüm Otuz Dokuz - "Aklından Çıkarma."
Bölüm Kırk - Bant
Bölüm Kırk Bir - Zarf
Bölüm Kırk İki - Aitlik
Bölüm Kırk Üç - Kadmos Krallığı
Bölüm Kırk Dört - Zihin Kalkanı (Kısım 1)
Bölüm Kırk Dört - Zihin Kalkanı (Kısım 2)
Bölüm Kırk Beş - Korku ve Aşk
Bölüm Kırk Altı - Maskeler ve Hisler
Bölüm Kırk Yedi - Çınara Aşık Yaprak ve Fırtına
Bölüm Kırk Sekiz - Güller ve Dikenler
Bölüm Kırk Dokuz - Sanrılardan Doğan Çığlıklar
Bölüm Elli - Yeni Başlangıçlar Ya Da Başlayamamalar
Bölüm Elli Bir - Fırtına ve Enkaz
Bölüm Elli İki - Resurgam | Sezon Finali
ÖZEL BÖLÜM | ( Alaz Şahzade'den)
Bölüm Elli Üç - Can Kırıkları (2. Sezon)
Bölüm Elli Dört - Taç Giyme Töreni
Bölüm Elli Beş - Alışılmadık Alışılmışlar
Bölüm Elli Altı - Zehir ve Tuzak
Bölüm Elli Yedi - Büyük Oklar Derin Yaralar
Bölüm Elli Sekiz - Tuzla Buz
ÖZEL BÖLÜM | İlk Karşılaşma
Bölüm Elli Dokuz - Vuslatın Güneşi
Bölüm Altmış - Ruh Kapanı
Bölüm Altmış Bir - Dökülen Yapraklar ve Dik Duran Dallar
Bölüm Altmış İki - Piyonlar ve Şahlar
Karanlığın Şehri Kitap Oluyor!
Soru-Cevap | Kitaplaşma süreciyle ilgili merak ettikleriniz.
KARANLIĞIN ŞEHRİ KİTAP KAPAĞIMIZ
Karanlığın Şehri Ön Sipariş
Karanlığın Şehri 2 Kitap Kapağı
Bölüm Altmış Üç - Tanıdık Bir Yabancı
Bölüm Altmış Dört - Gizler ve Esrarengizler
Bölüm Altmış Beş - Maşuk ve Maktul
Bölüm Altmış Altı - Vezirin Oyunu
Bölüm Altmış Yedi - Hatıralardan Damlayan Kan
Bölüm Altmış Sekiz - Yıkıntılar ve Zedelenen Umutlar
Bölüm Altmış Dokuz 🌙 Sadakat, İhanet, Sevgi
Karanlığın Şehri 3, Kitap Kapağı🖤
Bölüm Yetmiş 🌙 Zaferler ve Kaybedişler

Bölüm On Üç - Tehlike

325K 22.5K 34.7K
sulisindunyasi tarafından




Veee yeni bölüm geldiiii! Haydi Karanlık Severler Wattpad başına!

Bölümden önce İzmir ve Afyon'daki Ateş Böceklerim, buraya bakın😍
🔥Bu cumartesi günü saat 15:00-16:00 arasında Ateşin Oğlu imzası için İzmir Kitap Fuarı'nda, Epsilon Yayınevi standında olacağım.

🔥Ardından 28 Nisan Cumartesi günü 15:00-16:00 arasında aynı şekilde Afyon kitap fuarında olacağım.

Hepinizi bekliyorum, kitabınız olsa da olmasa da gelin, sarılalım! ❣️🔥

Geçen bölüm oy ve yoruma koyduğum hedef-sınır-istek ne sayarsanız, geçmediği halde bölümü yayınladım çünkü bu her bölümü hakkıyla okuyup yorumunu ve oyunu veren tatliş okuyucularıma haksızlık olurdu. Beklemenizi sevmiyorum, sizi bekletmeyi hiç sevmiyorum. Koyduğum hedefler inanın sadece etkileşiminizi arttırmak için, bölümü yazıp sınır geçilmedi diye paylaşmamazlık bu zamana kadar hiç yapmadım, yapmam da. Ama yorumlarınızı okumak yazma hevesimi artırıyor.

Beni bundan, güzel, eleştirel yorumlarınızdan mahrum etmeyin.

En uzun yorumu, en çok paragraf yorumunu yapanlara gelecek bölüm ithaf sözüm olsun!

Bunun haricinde Karanlığın Şehri'nin bir sonraki yeni bölümü gelmeden önce paylaşacağım kesitleri okuyabilmek için Sulisindunyasi isimli instagram hesabımı takip etmenizi öneririm.

Sizi seviyorum!

Bu bölüm oy ve yorum hedeflerimiz:

Yorum Hedefi: +1000

Oy Hedefi: +1000

Ayyy çok konuştum🤦🏻‍♀️  Hadi bakayım göreyim sizi, bence yaparız!

Keyifli okumalar❣️

Bölüm On Üç - Tehlike

Kesik kesik nefesler aldıktan hemen sonra, kapalı olan gözlerinden birini açtı ve kısık bir sesle, ''Alaz,'' dedi ve daha fazla dayanamadan bilincini kaybedip Alaz'ın kollarının arasında düştü.

Alaz'ın bu durumla beraber donuk bakan gözlerine yerleşen hafif endişe kırıntılarını sezebilmiştim.

O an aklımda birden çok soru yer etti.

Kimdi bu kız ve burada neler oluyordu?

*

Alaz gövdesine düşen kızı tek hamlede kucağına aldığında kızın, vücudunun diğer bölgeleri gibi çamura bulanan cansız kolu aşağı doğru salındı. Bir ölü kadar solgun ve halsiz duruyordu.

Alaz tek ayağıyla arkasındaki kapıyı kapatıp hızlı adımlarla kucağındaki kızı taşıyarak yanımdan geçtiğinde önce biraz arkasından baksam da, ardından beklemeden peşinden ilerledim. Hızlı adımlarla merdivenlerden yukarı çıkarken arkasındaydım. Son basamağı da bitirdiğinde odasının bulunduğu koridora, sola döndü.

Kızı odasına mı götürecekti?

İçimden bir ses iğneleyici bir şekilde, ''Düşünmen gereken bu mu?'' diye sorduğunda ona hak verdim ve kendimi toparladım. Neden bu ayrıntıya takıldığımı kesinlikle bilmiyordum. Derince soluyarak toparlandım ve zihnimdeki saçma düşünceleri bir çırpıda temizleyip merdivenleri çıkmayı bitirdim.

Alaz, tahmin ettiğim gibi kucağındaki kızla odasının önüne geldiğinde kapı içeri girebilmesi için kendiliğinden açıldı. Bense hiçbir davet beklemeden açık duran kapıdan hızla içeri girdim. Üzeri pislikle kaplı olan kızı, temizliğini umursamadan yatağına yatırdığında tek kaşım kendiliğinden havalanmıştı. Odasına kadar getirip, çamurlu kıyafetlerini önemsemeden ter temiz yatağına yatırdığına göre bu yabancı kız, Alaz için önemli biriydi. Ve onun birine önem veriyor olduğu düşüncesi, bende değişik bir hissiyat oluşturmuştu. Kızın başının altındaki yastığı düzelttiğinde kendimi daha fazla tutamadan, ''Neyi var?'' diye sordum.

Bana yanıt vermek yerine, ellerini kızın beyazlıktan eser kalmamış elbisesinin yakasına koydu ve tek hareketle yakasını yırttı. Her zamankinden daha aydınlık gördüğüm odada gözlerim kızın sol göğsünün üzerine kaydığında gördüğüm manzarayla gözlerim haddinden fazla açıldı. Kızın gövdesi, teninin her yanı kanla kaplıydı. Sol göğsünün derisi etten ayrılmış, kocaman bir yarığa dönüşmüştü. Kanlar süzülmeye devam ediyor, et parçası bedeninden ayrılmaya can atıyormuş gibi duruyordu.

''S*ktir.'' Alaz'ın dudaklarından dökülen bu küfre karşın, gözlerimi zar zor kanlı gövdeden çektim ve ona baktım. Tehditkar bakışları benimkilerle buluştuğunda, ''Çık buradan,'' dedi emir içeren ses tonuyla. Elbette çıkmadım.

Hâlâ olduğum yerde dururken, gözlerimi kızın feci halde yara almış göğsüne kaydırmamaya dikkat ederek, ''Onun neyi var?'' diyerek sorumu yineledim.

Sert bir şekilde tekrar, ''Çık buradan,'' dediğinde, bir kez daha çıkmayacağımı belli etmek istedim lakin kızdan gelen acı dolu bir inleme buna mani oldu. İkimiz de birbirimizle uğraşmayı bırakıp kıza döndüğümüzde, kızın oval dudakları içindeki sızıyı belli edercesine açıldı ve göğsü yukarı doğru kalkarken bir inleme daha yükseldi ağzından semaya doğru.

Alaz'ın Maglo kıza yaptığı iyileştirme büyüsünü hatırlıyordum. Aynısını bu kıza neden yapmıyordu? Kızın kıvrandığını görmüyor muydu? Yoksa ölmesini istediği biri miydi? Beynim, soru dalgalarıyla savrulurken, ''Neden iyileştirmiyorsun?'' diye sordum. ''Görmüyor musun, kız kıvranıyor.''

Gözleri hâlâ yaranın üzerindeyken, ''Bu benim işim değil,'' dedi sakince. Ben, cümlesindeki anlamı henüz kavrayamadan o ellerini dizlerine koyarak ayağa kalktı. Ardından ''Burada kal.'' diyerek siyah kot pantolonun sardığı uzun bacaklarıyla bana, daha doğrusu kapıya doğru yürümeye başladı.

Bir anda fikir değiştirerek kalmamı söylediğinde, hiçbir şey anlamamış gibi kaşlarımı büktüm ve tam yanımdan geçtiğinde arkama, yani ona doğru dönüp ''Nereye gidiyorsun?'' diye sordum.

Derin bir nefes aldı ve odasının açık olan kapısından çıkmadan hemen önce sorumu yanıtladı. ''Şifacıyı getireceğim.'' Ardından bir şeyi unutmuş gibi duraksadı ve çevik bir şekilde bana doğru döndü. Sert ifadeye sahip olan kapkara gözleri gözlerimle buluştu. ''Evden, hatta odadan dışarı çıkma.'' Çenesinin ucuyla yatağın üzerindeki kızı işaret etti. ''Ben gelene kadar yanında dur. Ve ölmesine izin verme.''

Ne diyeceğimi bilemez bir halde, ''Be-ben mi?'' diye sorduğumda, küçümseyici bir bakış attı ve ''Her şeyden çıkmayı biliyorsun. Bari bir işe yara.'' diye karşılık verdi.

''Bari bir işe yara'' cümlesi gözlerimi kısıp, sinirli bir ifade almamı sağlarken, Alaz ifademle ilgilenmeden arkasını döndü ve seri adımlarla koridoru yürümeye başladı. İri cüssesi birkaç saniyede ortalıktan kaybolmuştu. Bahçedeki motor sesini duyduğumda, uzaklaştığını anladım ve bir anda içime dolan korkuyla arkamı döndüm. Kesik kesik nefesler alan, ismini henüz öğrenemediğim kızın yaralı göğsü hâlâ açıkta duruyordu. Kırmızı kan yaradan akıp siyah nevresime bulaşırken gözlerimi oradan ayırıp, derince soludum. Kanla aramın pek iyi olduğu söylenemezdi.

Kızdan dökülen inlemeler kulaklarımı kötü bir şekilde tırmalıyordu. ''Sakin ol,'' diye uyardım kendimi. ''Sakin ol, yaralı biri var. Güçlü olmalısın.'' Odada bulunan oksijeni kuvvetle içime çektikten sonra göz ucuyla kıza baktım. Küçük ve düzgün burnunun kanatları hareketleniyordu, nefes almak istiyordu fakat bu konuda başarılı olup olmadığına emin  değildim. Her soluğu, kıza ayrı bir acı veriyor gibiydi. Her köşesi çamura bulanmış olsa da, güzel bir suratı olduğu belli oluyordu. Toz, kir ve kan, kızı çirkinleştirmeye yetmemiş gibiydi. Küçük fakat dolgun dudakları aralandığında, bir şey söyleyeceğini anladım ve gözlerimi ona dikerek söylediğini anlayıp, yardımcı olmayı denedim.

Çok kısık çıkan sesini böyle anlayamayacağımı fark ettiğimde, ona doğru birkaç adım attım. Ardından daha net anlamak için başımı hafifçe aşağı eğdim.  Hafifçe aralanan dudaklarının arkasındaki beyaz dişleri açılmadan mırıldanıyordu. Biraz daha dikkat kesildiğimde ''Su,'' dediğini anlayabilmiştim. Anında gözlerim yatağın yanındaki komodine yöneldi. Siyah komodinin üzerinde camdan uzun bir sürahi vardı. Bardakla veremeyeceğimi bildiğimden, çekinmeden komodinin çekmecesini açtım. İçeride kat kat temiz kıyafetlerin olduğu çekmeceden, beyaz bir tişört çıkardım. Çıkardığım tişörte sürahiden biraz su akıttıktan sonra, ıslak bezi kızın boncuk boncuk terleyen alnına bastırdım.

Kalan yarım saatimse kızın terini silmek ve yarasını sarıp sarmamakla arafta kalmam arasında geçmişti. Kanaması, normal olan dünyamda durdurulması gereken bir eylemdi, fakat burada hangisinin daha iyi olacağını bilmiyordum. Üstelik Alaz da yarayı sarmamıştı, demek ki böylesi daha iyiydi. Ellememem en sağlıklısı olacaktı.

Elimdeki bezi kızın alnına bastırırken duyduğum kapı gıcırtısıyla kafamı sesin geldiği yöne doğru çevirdim. Görüş alanıma ilk önce Alaz girmişti. Bakışlarımız birbiriyle buluşur buluşmaz merakla, arkasından gelen ''Şifacı'' diye bahsettiği kişi baktım. Ellili yaşlarında, ak saçlı bir adamdı Alaz'la beraber gelen. Saçı kadar beyaz, uzun sakallara sahipti. Kahverengi gözlerinin altındaki çukurlar hafiften derinleşmeye, alnının ortası kırışmaya yüz tutmuştu.

''İşte burada,'' dedi Alaz, kaşlarıyla üzerinde oturduğum yatağı işaret ederken. Göstermek istediği yaralı kızdı bu yüzden hızla yatağın üzerinden kalktım ve şifacının hastayı daha iyi görmesini sağladım.

Yaşlı adam, göğsünde büyük bir yarığın bulunduğu kıza doğru ilerlerken, yardımımın dokunması amacıyla heyecanla konuştum. ''Rahat nefeslenemiyor, kanaması durmadı ve durmadan terliyor. Çok sıvı kaybetti.''

Yaşlı adam ağır ağır ilerlerken, söylediklerime karşın gözlerini yaradan ayırmadan başını salladı ve ''Kaslan yarası,''  dedi. Kızın baş ucuna geldiğinde, işaret parmağını yaranın üzerine koydu. Kaslan kelimesini ilk olarak Siraç'ta duymuştum. Büyük ve tehlikeli bir hayvan olduğundan başka hiçbir şeyi bilmiyordum.

Kan adamın eline karışırken, adam bir şey düşünüyormuş gibi gözlerini kıstı. Bakışlarını yaradan ayırmadan konuştu. ''Derin pençe darbesi almış lakin zehir henüz tüm vücuda yayılmamış.''

''Toparlayabilir misin?'' diye sordu Alaz, omuzunu kapının pervazına yaslamış bir şekilde  adamı izlerken.

''Vücudunun direncine bağlı,'' dedi ve ardından tekrar bana döndü. ''Yaradan siyah bir sıvı aktı mı?''

Aldığım bu soruya karşılık, ''Hayır,'' der gibi başımı salladım.

''Peki müdahale ettin mi? Yarayı suyla temizlemek gibi?''

Bu sefer beden dilimi kullanmakla yetinmedim ve konuştum. ''Hayır, sadece terliyordu bu yüzden alnındaki terleri,'' kaşlarımla komodinin üzerinde duran ıslak bezi gösterdim. ''O bezle sildim.''

''Güzel,'' dedi şifacı ve krem renkli ceketinin içine attı kana bulaşmayan elini. Sonrasında omuzunun üzerinden arkasını dönüp bize baktı. ''Tedavi sırasında burada olmamanız şifanın işe yaraması bakımından önemli.''

İçten içe, ''Neden?'' diye haykırmak istesem de kaldıramayacağım şeyler görmek istemediğimi biliyordum. Başımı arkaya çevirip Alaz'a baktığımda, kaşlarıyla dışarıyı işaret etti. Eğer o şifacıya itiraz edip içerde kalsaydı, büyük ihtimalle dik başlılığımı koruyup ben de kalırdım. Fakat Alaz bile çıkıyorsa, benim de çıkmam en doğrusu olacaktı. Ona doğru yöneldiğimde, geleceğimi anlayarak arkasını döndü ve beni beklemeden yürümeye başladı.

Kaba insan, her zaman yerde kaba oluyordu. Ah, insan demişim, düzeltiyorum.

Arkasından çıktığım gibi, odanın kapısını kapatmak için hareketlendim fakat buna gerek kalmadan kapı kendiliğinden kapandı. Şaşırmamalıydım.

Anında önüme döndüğümde, Alaz'ın merdivenlere yöneldiğini gördüm ve peşinden koşar adım ilerledim. Basamaktan inerken ona yetiştim ve ''Tedavi ne kadar sürer?'' diye sordum.

Bana bakmadan ''Bilmiyorum,'' diye yanıtladı.  

''Belki uzun sürer,'' dedim kendi kendime. ''O zamana kadar ne yapacağız?''

Sorumla beraber, merdivenlerden inmeyi bırakıp, durdu. Bu  öyle ani bir duruştu ki, neredeyse sırtına yapışacaktım,  neyse ki, aramızda bir basamak kalmışken durmayı başarabildim. ''Bir şey yapmayacaksın,'' dedi gayet ciddi bir tavırla. ''Yat zıbar.'' Ardından kafasını sallayıp önüne dönerek basamakları inmeye devam etti.

Yüzümü buruşturarak sessizce ''Yat zıbar,'' diye taklit ettim onu. Peşin giderken ekledim. ''Uykum yok.''

''Yat dedim, uykunun olup olmaması beni ilgilendirmiyor.''

Sinir olmuş gibi gözlerimi kapatıp açtım ve o mutfağa doğru giderken onu takip ettim. ''Neden bu kadar sinir bozucusun?''

Omuz silkti. ''Sinirim bozulmasın diye.''

Ellerimi sıkıp, derince nefes alıp bağırmamayı denedim. Ve içten içe kendimi yatıştırmaya çalıştım. ''Sakin ol Efsan, sakin ol, sinirlenmek yok. Seni kaçırmak için yapıyor. Sakin.'' Derin bir nefes daha aldım. ''Evet kızım, evet, işte böyle.''

''Bencilin tekisin.'' Ne kadar kendimi tutmaya çalışırsam çalışayım, içten içe haykırmak istediğim bu cümle daha fazla içimde duramayıp kaçmıştı. Evin her detayı gibi siyah olan buz dolabını açıp içinden metal kutulu, daha önce görmediğim bir içecek çıkardı. Ardından dolabı kapatıp sırtını mutfak tezgahına yaslayarak bana doğru döndü. İçeceğin ağzını etrafa yayılan ''pıst'' sesiyle açtıktan sonra bana baktı ve başını sol omuzunun üzerine doğru eğdi.

''Ağzına bir sınırlandırma getirmeliyim.''

''Neden?'' derken sırtımı tam karşısındaki duvara yasladığım. ''Doğruları duymak zorunuza mı gidiyor prens hazretleri?''

Beni cevaplandırmadan önce kutu içeceği dolgun, belirgin kıvrımları olan dudaklarına götürdü ve başını geriye atıp içmeye başladı. Her yutkunuşunda adem elması kendini belli edip, alçalıyordu. Adam, sadece içecek içerken bile ortaya bir filmlik sahne koymuştu. Bu, yasaklanmalıydı!

İçeceği dudaklarından çektikten sonra, tezgahın üzerine koydu ve dilini dudaklarının üzerinde gezdirip son kalanları da temizledi. Anlaşılan o ki, sevdiği bir içecekti.

Bundan bana ne!

Gözlerimiz tekrar buluştuğunda, ''Zoruma gittiğinden değil ama, benim cephemde bu tür tahriklerin sonu genelde iyi bitmiyor.''

Bu sefer omuz silken ben oldum. ''İşin gücün tehdit etmek.''

Kollarını göğsünde birleştirdi ve daha rahat bir görünüm aldı. ''Faaliyete geçmemi istiyorsun?''

''İsteklerime önem gösteriyor musun?''

Dudaklarını büktü. ''Neden olmasın?''

''Pekala, benden uzak durmanı istiyorum.''

Dilini üst dudaklarına bastırıp çekerek bir ''Cıks,'' sesinin yükselmesini sağladı. ''Bu, hoşuma giden bir istek değil.''

''İsteklerimin hoşuna gitmesi için nasıl bir özelliği olmalı?''

Suratında, gözlerine kadar asla ulaşmayan, çarpık ve tehlikeli bir gülümseme canlandı. ''İsteklerin, gerçekleştirirken zevk alabileceğim şeyler olmalı.''

Suratımdaki soru ifadesi anında yok oldu ve öfke çenemden yanaklarıma doğru yükselmeye başladı. Gözlerimi ondan ayırıp derince soludum. Ve hiçbir şey söylememeyi tercih ettim. Çok fazla haykırmak istediğim şey vardı ama yapmayacaktım. Artık değil.

Kafamı ondan çevirdiğim halde, koyu bakışlarının bedenimi süzdüğünü hissediyordum. Bu ise yanaklarımda bir ısı artışına vesile oluyordu. Biraz sonra bakışlarına eş olarak sesini duydum.
''İçimden bir ses, bana deli gibi sövmek istediğini söylüyor.''

Ona bakmadan, ''Doğru söylüyor.'' dedim. Ve, güldüğünü hissettim.

''Neden yapmıyorsun?''

Başımı yağmur sularının sertçe cama vurup tak tak sesler çıkardığı tülsüz mutfak camından çevirip, tekrar ona baktım ve ciddi bir tavırla yanıtladım. ''Bundan sonra sana zevk veren hiçbir şeyi yapmayacağım, ondan.''

Eh, bu yanıtımla beraber az önce kurmuş olduğu ''İsteklerin, gerçekleştirirken zevk alabileceğim şeyler olmalı.'' cümlesinin de boş çıkacağını anlamış olmalıydı.

Bana yönelik bir şey söylemek için hareketlendi. Lakin tam da o an evin içinde çınlayan kız çığlığı onu susturdu. Çığlıkla beraber, bakışlarımızı birbirimizden çekip merdivenlere doğru baktık. Sonrasında Alaz'a döndüm. ''Ne oluyor? Bu çığlık normal mi?''

''Kaslan yarası. Her bünyenin kaldıramayacağı türden bir yaralanma. Bundan fazlası bile normal sayılır.''

Kızın çığlığı hafif hafif yok olurken, Alaz'ın verdiği yanıta karşın hafifçe gözlerimi büyüttüm. Demek ki güçlü biriydi.  Bu düşünce, nedensizce beni rahatsız etmişti. Kızın direncinden neden rahatsızlık duyduğumu bilmiyordum. Belki de, son zamanlarda kendimi bastırılmış hissettiğimden, iradesini kıskanmıştım.

Kızın kim olduğunu bilmediğimden, ''Onunla tanışıyor musun?'' diye sordum, kendimi tutamadan.

''Belli olmuyor mu?'' dediğinde kafamı ''Doğru'' der gibi salladım.

''Nereden tanışıyorsunuz?''

Kirpiklerini birbirine yaklaştırdı. ''Sen bugün çok fazla soru sormadın mı?''

''Sorduysam ne olmuş?'' dedim tek kaşım kalkarken. ''Ceza mı yazarlar sanki yanıtlasan.''

''Karşılıksız bir şeyler yapmayı sevmem,'' dedi avuç içlerini mutfak tezgahına bastırdığında. ''Yanıtlarıma karşılık senin de bana verebileceğin bir şeyler olmalı.''

Alnımın kırışmasına vesile olarak kaşlarımı çattım. ''Ne gibi?''

Düşünceli bir ifadeyle ''Hm''ladıktan sonra, siyah gözleri, beni baştan ayağa süzdü. Vücudum yaydığı etkileşimle hafiften titrerken, dudaklarının açılmasıyla tüm dikkatimi vereceği yanıta verdim. ''Kapüşonlundan başlayabiliriz.''

Beklemediğim bu cümle, gözlerimin yuvalarından çıkacakmış gibi açılmasına vesile oldu. Kollarımı, itiraz edercesine göğsümde birleştirdim ve çatık kaşlarımla, ''Senden nasıl bir karşılık bekleyebilirdim ki!?'' diye sordum.

Yüzüne geniş bir gülümseme yerleştirdi. ''Az önce birileri, 'Sana zevk veren hiçbir şeyi yapmayacağım' mı demişti?''

Sorusuyla beraber, bu kapüşonlu muhabbetini tamamen beni sinirlendirip bundan zevk almak amacıyla açtığını anladım ve gözlerimi devirdim. ''Doğru düzgün konuşulacak birisi değilsin.''

Ciddi ifadesi yüzünde tekrar can buldu. ''Konuşmayı sevmem.''

''Sevdiğin bir şey var mı?''

Başını hafifçe geri attı ve ''Var,'' dedi bakışlarındaki yoğunluğa eş olan haylaz bir ifadeyle.

Konuyu açarsam, içinden dehşet şeylerin çıkacağını düşündüğümden ''İçeriğini sormayacağım,'' diye karşılık verdim.

Dudaklarını çarpık bir gülümseme esir aldı. ''Sorabilirsin.''

Gözlerimi, birkaç saniye ''Ciddi misin?'' der gibi üzerinde tuttum. Elbette bunu yapmayacaktım, sonucunun beni ne kadar utandıracağını ya da öfkelendireceğini tahmin edebiliyordum, bu kadar rahat ''Sorabilirsin'' dediğine göre yanıttan sonra oluşan yüz ifademden haz alacaktı. Bu yüzden, kaşlarımı ''hayır'' der gibi kaldırdım. ''Sende kalsın, bu hakkımı başka zamana kullanırım.''

''Hiçbir zaman ikinci hak vermem,'' derken ellerini yasladığı tezgah mermerinden çekti ve doğruldu. Uzun adımlarıyla  bana doğru gelirken, ne yaptığını anlamaya çalıştım. Bakışları kapıya yöneldiğinde bana gelmediğini fark ettim ve tıpkı onun gibi kapı tarafına baktım. Aşağıya ne zaman indiğini bilmediğim şifacıyı, koridorun ortasında gördüğüm an irkildim.

''Burada bekle,'' diyen Alaz'a henüz bir yanıt veremeden kapının üzerime kapanmasıyla olduğum yerde kaldım. Peşinden çıkmak için elimi kapı koluna atıp aşağı  çektim. Lakin kapı açılmadı. Mutfağa kitlendiğimi anladığımda, açması için kapıyı birkaç kez yumrukladım. Ama büyük ihtimalle şifacıyla olan özel konuşmalarını duymamı istemeyen Alaz, kapıyı açmadı.

Birkaç saat sonrasında kapı kendiliğinden açıldığında, ortalıkta ne Alaz ne de şifacı vardı. Yaralı kızın odası da kilitliydi ve bana kalan tek şey, kaldığım odaya çıkıp alamadığım cevaplar aklımda fink atarken yatmak ve ancak saatler sonrasında uyumak olmuştu.

*

Sabah uyanıp bugünkü olacak derslere gitmek için hazırlandığımda evin boş olan koridorundan faydalanarak, gözüme çarpan çaprazımdaki odanın kapısına sinsi bir bakış attım. Yaralı kızın hâlâ içeride olup olmadığını deli gibi merak ediyordum. Fakat bunu nasıl kontrol edebileceğimden emin değildim. Dün gece kapısı kilitliydi, acaba hâlâ öyle mi duruyordu?  Anlamanın tek yolu vardı.

Kontrol etmek.

Derin bir nefes aldıktan sonra, halısız, koyu renkli parkelerle döşenmiş koridorda kızın kaldığı odanın kapısına yürümeden önce son kez etrafımı kolaçan ettim. Kimsenin olmadığına emin olduğumda, ağır adımlarla diğerleri gibi siyah olan kapının önüne yürüdüm. Üzerinde hiçbir şekil olmayan, düz ahşaptan oluşan kapının koluna elimi atıp, yavaşça aşağı indirmeyi denedim.

''Ne yapıyorsun?'' Fakat o anda, tam dibimde hissettiğim bu cümleyle öylece kaldım. Elim kapı kolunun üzerinde asılı kalırken, irkilen bedenim arkamdaki sert gövdeye çarptı. Ve bedenin sahibi, düşmemem için olacak ki, avuç içlerini vücudumun iki yanından duvara sabitleyerek dengeyi sağladı.

Ürken bedenimle,  yakınlığımızı umursamadan kollarının arasında kapana kısıldığım Alaz'a doğru döndüm ve ''Bunu sürekli yapacak mısın!?'' diye bağırdım.

İlk defa bu kadar yakından baktığımı düşündüğüm siyah gözlerini çok hafif bir şekilde kıstı. ''Seni sürekli olmaman gereken yerlerde bulacaksam, evet.''

Yakınlığı nedeniyle konuşurken dudaklarının arasından yayılan nefesi burnumdan içeri sızarken, üzerine sinen odunsu koku kendini daha çok belli ediyordu. Bu mesafenin beni gerip, heyecandan konuşamaz  hale getirmemesi için hızla dudaklarımı araladım. O sırada Alaz'ın bakışlarının bir saniyeliğine oraya yöneldiğini hissettim fakat bunun üzerinde durmadan konuştum. ''Kızın durumunu merak etmiştim, ona bakacaktım.''

''Fazla meraklısın,'' dedikten sonra kafasını biraz aşağı eğip gözlerini kıstı. ''Ve ben meraklı kişilerden hoşlanmam."

Ellerimi gövdesine koyma cesaretini gösterip, ''Üzerimden çekilir misin?'' diye sordum onu itmeye çalışırken. Gri, ince tişörtünün arkasındaki göğüs kasları ellerimin altında kendini hissettirdiğinde kalbimde birkaç hızlı atıl meydana geldi. Güzel kokusunu solumamaya özen göstererek ekledim. "Benden hoşlanmaman işime gelir."

Onu kendimden uzaklaştırmaya çalışıp, yanından geçip gitmek istediğimde, elini tekrar omuzlarıma koyup sırtımın kapıya çarpmasına vesile oldu. Çarpmanın sesi evde yayılırken, refleks olarak gözlerimi kıstım. Daha kara görünen gözleri irislerime odaklandığında tek elini başımın yanından duvara yasladı. "Kurduğum cümleleri dikkate al, Efsun." Sesi, ölüm kadar ürkütücü, ifadesi son derece ciddiydi. Gözlerini gözlerimden asla ayırmadı. "Kasvetime denk gelmeyi istemezsin."

Noktasıyla beraber elini duvardan indirdiğinde, hâlâ soluksuz bir şekilde ona bakıyordum. Kalbim, tehdidiyle sıkışırken yutkunmak isteyerek arkasından baktım. O an, "Aval aval bakma ve beni takip et." dediğinde istemsizce kaşlarımı çattım. Yürürken, büyük ihtimalle daha iyi anlamam için olacak, cümlesine bir ekleme daha yaptı. "Bundan sonra eğitimlere benimle gideceksin."

Bir dakika...

NE?

Söylediği şeyin bedenime yaydığı şok tüm uzuvlarıma teker teker yayılırken, olduğum yerde durup arkasından bakmayı sürdürüyordum. Mehsa ve Barın, Alaz'ın bu eğitimlerin hepsini zaten aldığını söylemişlerdi, şimdi geleceğini söylemesinin sebebi neydi? Kim zaten gördüğü şeyleri tekrar görmek isterdi ki? Neden?

Ben zihnimde bunları düşünürken o, ''Eğer iki saniye içinde peşimden gelmezsen evde kalacaksın.'' dedi.

Kendime geldiğimde, ''Bunu neden yapıyorsun?'' diye sordum. ''Bu eğitimlerin hepsi ezbere bildiğin şeyler. Gelmene gerek olmadığını biliyorum, neden geliyorsun?''

''Pekiştirmek gerek,'' dedi birden omuzlarını silkerek.

''Hah,''larcasına güldüm. ''Pekiştirmekmiş,'' diye alaylı bir karşılık vermemin ardından ciddi ifademi takındım. ''Tek düşündüğün varlığınla beni daha fazla rahatsız etmek, öyle değil mi?''

Bu sefer dalgacı ifadesi silinen ve sert bir ifade alan yüz, onunki olmuştu. ''Kendini o kadar önemseme; zihnim, içerisinde sadece sıradan bir kızı düşünmek için fazla dolu.''

Kelimeler boğazıma dizilirken, arkasından bir şey söylemek için dudaklarımı araladım fakat balık gibi dudaklarımı oynatmakla yetindim. Yüzüme karşı vurgulanan ''Sıradan kız'' tamlamasıyla neden kalbime bir tekme yemiş gibi olduğuma anlam veremiyordum. Merdivenleri inmeye başladığında, birkaç saniye daha olduğum yerde durdum ve ardından yapacak başka bir şeyim olmadığından peşinden ilerledim.

Tıpkı onun gibi tüm basamakları indiğimde, Alaz'dan önce dış kapının açıldığını gördüm. Eve gelen kişi, fedakar hizmetli Arzen'di. Her zamanki gibi sarıya çalan saçlarını en ufak bir tel dışarı çıkmaksızın tepesinde toplamıştı. Bizi çıkıyor görünce hayretle dolan yeşil gözlerini üzerimize sabitledi.

Alaz, yanından geçtiği hizmetlisine, ''Hasta yukarıda, bugün tek işin onunla ilgilenmek olsun,'' dedi düz bir şekilde. Arzen'in vereceği tepkiyi beklemeden dışarı çıktığında, ben de dağılan moralim yüzünden Arzen'e hiçbir şey söylemedim ve Alaz'ın arabasına doğru ilerledim.

*

Bugünkü dersler, dün gerçekleşenin aksine daha sakindi. Burada yaşayanların istedikleri gibi büyü kullanamadıklarını, bunun yasak olduğunu Mehsa-Barın kardeşlerinden öğrenmiştim. Bugünse, zor durumda kalındığı zaman kendilerini savunabilecekleri birkaç taktik öğretilmişti. Kürsüdeki profesör, dün büyücülerin tarihini anlatan kadının aksine, oldukça zayıf ve daha genç uzun boylu, zayıf bir adamdı. Siyah, uzun saçlarını jöle yardımıyla geriye atmıştı ve kendine has bir tarzı vardı.

''Düşmesin ama, yolunuz bir gün karanlık ormana düşerse, bitkilerle haşır neşir olmaktan uzak durun.'' dedi ve elini oynattığı an, önünde bir bitki simülasyonu oluştu. Barın gibi onlarca kişi kafalarını sıralarına koyup, anlatılanları dinlemek yerine uyumayı tercih etmişlerdi. Bense can havliyle dinliyordum. ''Bu bitkinin ne olduğu hakkında bir fikri olan var mı?''

Salonda birkaç saniyelik sessizlik hakim oldu. Ardından ön sıralardan, yüzünü göremediğim bir kız elini kaldırdı. Profesör, çenesini kaldırarak onu dinlemek için işaret  verdiğinde kız konuştu. ''O bir semer otu.''

Profesör, avuç içlerini  birbirine bastırdı. ''Güzel. Peki semer otuyla karşı karşıya kaldığımızda ne yapmak gerekir?''

''Varlığımızı hissettirmeden uzaklaşmalıyız. Semer otu bizi fark ederse uyanır ve tüm bedenimizi yutar.''

Ben gözlerimi irileştirdiğimde profesör kızı başıyla onayladı. O sırada dirseğime bir baskı hissettim ve irkilerek Mehsa'ya döndüm. Kulağıma doğru yaklaşıp, ''Bu kadar heyecanlı dinleme,'' diye fısıldadı. ''Neden?'' der gibi gözlerimi kıstığımda ekledi. ''Hiçbirimiz bu dersleri önemsemeyiz. Dikkat çekersin.''

''Bence önemli bilgiler, neden dinlemiyorsunuz ki?''

Gülümsedi. ''Hayatımız boyunca bir Semer otuyla karşılaşmayacağımız kesin de ondan.''

Mehsa'nın bu cümlesinin ardından, oluşan karmaşayla derse ara verildiğini anlamıştım. Sıraya başlarını koyanların çoğu bu anı bekliyorlarmış gibi, az önce uyuklayan kendileri değilmiş gibi oldukları yerden sıçradılar ve kendilerini bir an önce eğitimin yapıldığı salondan dışarı atmaya baktılar. Gözüm ister istemez, dünkü gibi arka sıramda oturan Alaz'a kaydığında, sandelyesinde rahat bir şekilde yayıldığını gördüm. Bakışımı bekliyormuş gibi gözlerime baktığında yanaklarıma manasız bir ısının nüksettiğini hissettim ve tekrar önüme dönüp Mehsa'ya baktım.
''Biraz dışarıya çıkalım mı?''

Mehsa'nın büyük, mavi gözleri arkaya bakmak ister gibi hareketlendi. Ardından masum bir tebessümle ''Burası iyiydi ya, neden ki?'' diye sordu. Büyük ihtimalle Bars'ı beğendiğinden görüş alanından çıkmak istemiyordu. Fakat şu an bunu önemseyemezdim.

''Bir şey konuşmamız lazım.'' dediğimde, Alaz'ın gözlerinin bizi incelediğini hissedebiliyordum. Mehsa'ya kaşlarımla ''itiraz etme'' dercesine dışarıyı işaret ettiğimde durumun ciddiyetini anlamış gibi  ''Tamam,'' diye mırıldandı ve masum bir gülümsemeyle öylesine arkasına baktı.

Bars ciddi ifadesiyle, yüzünde tek bir mimik oynamadan Mehsa'yı süzdü. Ciddiyetini fark eden Mehsa'nın yüzündeki gülümseme anında soldu ve ona arkasını dönüp koluma girerken konuştu. ''Aman Allah'ım! Yakışıklı olduğu kadar ürkütücü. Tüylerim ürperdi.''

Onunla beraber yürürken, ''Manyağın biri de o,'' dedim.

Mehsa'nın yüzünde sinsi bir gülümseme belirdi. ''Diğeri kim?'' dedi cilveli bir sesle. ''Alaz mı hm?''

''Sessiz ol, kendisinden konuştuğumuzu sanmasın.''

''Sanmaz, baksana, bugünkü avını bulmuş.''

Mehsa'nın dediğiyle beraber omuzumun üzerinden başımı çevirip kapıdan çıkmadan hemen önce Alaz'a baktım. Beni izlediğini düşünüyordum ama öyle çıkmamıştı. Yanında, ne ara geldiğini bilmediğim esmer, güzel fizikli bir kız oturuyordu. Kız, Alaz'ın içine girmek ister gibi başını yaklaştırmış bir şeyler söylüyordu; Alaz da pek rahatsız oluyormuş gibi görünmüyordu.

''İyi bari,'' dedim sesime eklenen huzursuzluğu gidermeye çalışarak. İçimde neden böyle saçma bir rahatsızlık yayılmıştı bilmiyordum.

''Hey, modun mu düştü senin?''

Mehsa, sınıftan çıkar çıkmaz koluma dokunarak bu cümleyi kurduğunda Alaz'ı düşünmeyi bırakarak ona baktım ve ''Saçmalama,'' dedim.

Omuz silkti. ''Ne bileyim, birden yüzün asıldı gibime geldi.''

''Hayır canım, dün gece pek uyumadım, ondandır.''

''Neden uyumadın ki?'' diye sorduğunda, eğitimlerin verildiği binanın koridorunda bulunan  deri, yumuşak koltuklu oturaklardan birine oturduk. Koltuğun iki yanından, duvara meşaleler montelenmişti fakat yanan meşalelerin dumanı yahut ısısı bizi rahatsız etmiyordu.  Bunda da büyünün bir parmağı olduğunu düşündüm ve takılmadım.
''Uykum yoktu, boş ver şimdi. Konuşmamız gereken konu başka.''

Mehsa'nın seyrek kaşları gözlerinin  üzerine indi. Çenesini sol omuzuna doğru kaldırıp, ''Nedir?'' diye sordu.

''Dünkü dersle alakalı.'' deyip, konuşmadan önce, koridordan gelip geçen var  mı diye etrafı inceledim. Birini göremeyince yine Mehsa'ya baktım. ''Profesörün söylediklerini hatırlıyor musun?''

Mavi gözlerini saran uzun kirpikleri birbirine yaklaştı. ''Şey, sanırım hayır. Dersi pek dinlediğim söylenemez.''

Sakin olmaya çalışır gibi gözlerimi kapatıp açtım. Ardından nefeslenip cümlelerimi toparladım. ''Profesör dün, büyücüler ve insanların bir zamanlar bir arada yaşadığını söyledi. Bu ne kadar sürdü biliyor musun? Yani, bu beraberlik.''

Kendinden emin bir sesle, ''Biliyorum,'' dedi ama bu eminlik sonrasında, ''neden sordun?'' ifadesine döndü. ''Yüzyıllar öncesinde dünyalarımız birbirinden ayrılmış. Yeni olan bir şey değil.''

Bu yanıt karşısında şüpheci bir tavırla, ''Emin misin?'' diye sordum.

''Eminim, bu tüm tarih kitaplarında yazar.''

O an, açmaya çalıştığım bir yolun daha tıkandığını gördüm ve tükenmiş bir şekilde omuzlarımı düşürdüm. Bilmediğim bir evrene gireli aylar olmuştu ve ben hâlâ burayla olan bağlantımı çözüp, ait olduğum yere dönmenin  çıkış kapısını bulamıyordum.

''Burada anlatılanlardan fazlasına ihtiyacımız var Efsan,'' dedi Mehsa. ''Bilinmeyenlere ihtiyacımız var.''

Dirseklerimi dizime koyup, yüzümü ellerimin arasına aldım. Hâlâ bir arpa boyu yol kat edememiş olmam gerçeği beni geriyor ve içimdeki tüm temiz havayı kirletiyordu. ''O bilinmeyenlere nasıl ulaşacağım peki?''

''Bu da soru mu? Sen bilinmeyenlerin kralıyla beraber yaşıyorsun.''

''Alaz'ı mı kast ediyorsun?'' derken gözlerim yere bakıyordu. ''O aşılması imkansız bir duvar.'' Ne zaman kendisinden gizli bir şey yapmak istesem, kokumu almış gibi dibimde bitiyordu. Alaz'dan medet ummak saçmaydı, başka bir yol bulmak lazımdı.

Mehsa yapay bir şekilde öksürüp kolumu dirseklediğinde, ''Ne oldu?'' dedim ona bakmayıp yeri izlemeye devam ederken.

''Ay ben sınıfa geri gideyim profesör gelmeden. Bitkiler, önemli şeyler sonuçta.''

''Ne?'' diyerek kafamı ona doğru çevirdiğimde, masmavi bakışlarla göz göze geldim. Lakin bu Mehsa'nın gözleri değildi. Ağzım, ne söyleyeceğini bilemeden açık kaldığında Siraç'ın yüzünde halimden memnun, geniş bir gülümseme canlandı.

Ellerini, krem renkli hırkasının cebine koyup omuz silktikten sonra kıvrımlı, kalın dudakları aralandı. ''Selam.''

Bu sırada gözlerim koridor boyunca yol alan Mehsa'nın bana doğru bakıp, gülerek el sallamasına kaydı. Ardından tekrar Siraç'a doğru döndüm ve ağzımda biriken tükrüğü yutarak ''Se-selam,'' dedim. Neden kekelediğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Kendimi toparlayıp elimle oturağın boş yerini işaret ettim. ''Otursana.''

Başını ''Hayır,'' der gibi salladı.  ''Birkaç gün etrafta görünmüyorum ve seni yine nefesi tükenmiş gibi buluyorum. Bence dışarı çıksak daha iyi, ne dersin?''

Bana doğru uzattığı elini ''Haklısın,'' diyerek tuttum ve beni kaldırmasına izin verdim. Düşünceler, yine içimdeki oksijeni azaltmıştı ve biraz daha bu şekilde durursam patlayacak gibiydim. Gerginlikten soğuyan ellerimi kavrayan sıcak ve büyük eli, birkaç adım yürümemize rağmen elimden ayrılmamıştı.

Bu durumun tarafımdan pek etik olmayacağını bildiğimden elimi yavaşça parmakları arasından çektim. O an, Siraç'ın karşıya bakarak kendi kendine gülümsediğini gördüm.  Binanın genel kapısından çıkmadan önce tekrar bana baktı ve ''Ellerin hep böyle soğuk mudur?'' diye sordu.

Boşta kalan avuç içlerime bakıp omuz silktim. ''Gergin olduğum zamanlarda.''

''Nephan'a geldiğin günden beri mi böylesin, yoksa Avhan'da da mı böyleydin?''

Benim Avhan'dan geldiğimi sandığı için bozmadım ve kendi, esas şehrimdeki hallerimi düşündüm. Sürekli dışarı çıkma isteğimi, evde bastırılmamı, insanlarla iletişim kurulmama izin verilmeyişini...

Ardından ''Evet,'' dedim hiç şüphesiz. ''Avhan'dayken de çok rahat olduğum söylenemezdi.''

Ayakkabılarımız, yağmur sularının ıslattığı toprak zeminde vıcık vıcık sesler çıkarıyordu ancak rahatsız edici olmak yerine rahatlatıcıydı.

''Neden?'' diye sorduğunda, ''Ailesel sebepler.'' diyerek geçiştirdim.

Kocaman bahçede, kuruyan ağaçların altında yürümeye devam ediyorduk. ''Hep bana bir şeyler soruyorsun,'' dedim yüzümü Siraç'a çevirdiğimde. ''Ama ben senin hakkında hiçbir şey bilmiyorum.''

Masum bir tebessüm takındı suratına. Öyle ki, sol yanağındaki gamzeyi çok rahat seçebildim. ''Hakkımda bir şeyler öğrenmek istemen, hoşuma gidiyor.''
''Yanıtlaman da benim hoşuma gider.'' dedim onun gibi gülerek.

''Hm,'' derken elini uzattı. Tümsekten ineceğimizi anladığımda, kaşlarımı çatarak ''Nereye gidiyoruz?'' diye sordum.

''Sana göstermek istediğim güzel bir yer var.''

İtiraz etmeden onunla yürümeye devam ettim. Tümsekten ilk inen kendisi oldu, ardından tuttuğu elimle bana destek olarak benim de inmemi sağladı. Ellerimiz bu sefer beklemeden ayrılmıştı. Çamurlaşan toprak yol dar olduğundan Siraç önde, ben arkada olacak şekilde yürüyorduk.

''Ee,'' dedim yürümeye devam ederken. ''Şimdi merak ettiklerimi sorabilir miyim?''

Önümde olduğundan kafasını, ''Evet,'' der gibi salladığını gördüm.

''Seni eğitim salonunda görüyorum fakat derslerde görmüyorum, neden?''

Güldüğünü duydum. ''Aynı bölümde değiliz.''

Gözlerimi kıstım. O, ne demekti ki? ''Nasıl yani?''

''Ben büyücü değilim.''

Alt ve üst kirpiklerimin arasındaki mesafe açıldı. ''Ne?'' dedim şaşkınlığımı gizleyemeden. Maglo olamazdı, Maglo kıza yardım etmemişti. Hem, Maglo olsa bu kadar rahat takılamazdı. Peki neydi? Cadı mı? Erkek cadı olur muydu ki? Bunu düşünmek yerine sormanın daha doğru olacağını düşündüm ve aralanan dudaklarımı hareketlendirdim. ''Peki nesin sen?''

''Ben bir Caris'im.''

''Ca-ney?''

''Caris, hani erkek cadılar.'' dedikten sonra durup arkasını döndüğünde ben de durmak zorunda kaldım. Okyanus mavisi gözleri gözlerime iliştiğinde, ''Hiç duymadım deme bana,'' dedi. ''Avhan'da hakkımızda bahsetmiyorlar mı hiç?''

Şaşırmak yok Efsan, şaşırmak yok! Sakin ol, normal şeyler bunlar. Derin nefes al kızım...
''Ee şey,'' dedikten sonra elimi enseme attım.  Sonrasında nefeslendim. ''Bahsediyorlar tabii, ama söylediğini anlamadım. O yüzden tekrar sordum.''

Demek Siraç erkek bir cadıydı.  Caris. Vay canına...

''Eh, bahsetmemeleri ayıp olurdu. Bu evrendeki en yakışıklı erkekler bizim soyumuzdan gelir.''

Yapay bir şekilde gözlerimi devirdim. ''Bu şehirde yaşayanların en belirgin özelliği kendilerini beğenmiş olmaları sanırım.''

Yüzündeki gülümsemesini kısıp, gözlerindeki bakışa biraz daha derinlik kattı. ''Şu sıralar kendimden daha çok beğendiğim bir şey var.''
 
Kurduğu cümlenin altında yatan manayı hissettiğimde yanaklarım üzerinde ateş yakılmış gibi ısındı, boğazımı temizledim ve gerilmemek adına başımı sola çevirip bakışlarından ayrıldım. O an gördüğüm manzarayla ağzım açık kaldı, göz bebeklerim irileşti.  Karşımda, Nephan'ın kasvetli havasına karşın güneşli bir alanın altında, şırıl şırıl akan altı bölümlü bir şelale duruyordu. Şelale'nin kenarını yemyeşil çimler kavramış, çimlerin üzerinde rengarenk çiçekler açmıştı.

''Orası...'' dedim hayranlık ve şaşkınlık dolu bir sesle. Ardından bulunduğum çamurlu yere, sisli havaya baktım. Sonra tekrar yaz mevsiminden bir kartpostal kadar kusursuz duran şelale tarafına döndüm. ''Orası yaz gibi. Nasıl?''

''Büyüyle,'' dediğinde (artık) şaşırmadım ve adımlarımı çamursuz, çimen yola doğru atmaya başladım. O sırada arkamdan geldiğini fark ettiğim Siraç söylediklerini devam ettirdi. ''Eğitim alanının en sevdiğim, herkesin bilmediği ortak kısımlarından biri burası.''

''Çok güzel,'' diye onayladım onu. Şelalenin altındaki göle doğru yürüdükçe kulaklarıma bir melodi, daha yakından geliyordu. Sanki suyun içinde birileri vardı ve şarkı söylemeye başlamışlardı. Ardından omuzumun üzerinden Siraç'a
döndüm ve güneş ışınlarınlı nedeniyle kısılan gözlerimle, ''Orada birileri mi var?'' diye sordum.

''Su perileri,'' dediğinde kaşlarımı kaldırdım ve önüme dönerek sesi takip etmeye devam ettim. ''Onları görebilir miyim?''

''Gündüzleri kendilerini göstermezler. Ancak yaydığın elektriği severlerse, gece vakti ışıklarını sana yaymaktan çekinmeyeceklerdir.''

Tatlı müzik hâlâ kulaklarımda yayılırken, gölün içine girmemek için kendimi zor tutuyordum. Sıcak hava, beni suyun içine dalmam için çağırıyordu adeta. Suya ayak basmama bir adım kalmışken, ''İçine girebilir miyim?'' diye sordum. Bu tarafının boyu pek yüksek değildi en fazla dizlerim ıslanırdı ve ben buranın keyfini çıkarmak istiyordum.

''Hava soğuk, buradan çıktığımız an üşütürsün.''

''Bir şey olmaz,'' deyip eğilerek siyah botlarımı ayaklarımdan çıkardım ve dar kot pantolonumun paçalarını kavrayarak önce ayak  parmak uçlarımı mas mavi suyun yüzeyine değdirdim. Su öyle ılık ve güzeldi ki biraz daha cesaretim olsa tğm bedenimi ıslamaktan çekinmezdim. Suya girdiğimde ayaklarımın altındaki yuvarlak taşları hissettim ancak bu taşlar ayaklarımı incitmiyor aksine yumuşak bir zemine basıyormuşum hissi veriyordu.

''Dikkat et, taşlar kaygandır.''
Benim gibi suya girerek arkamdan gelen Siraç'ın uyarı cümlesini dinlemek yerine tekrar önüme döndüm ve ''Şelalenin altına gireceğim,'' dedim.

''İstediğini yapmakta serbestsin, yalnızca dikkatli ol.'' Uzun zaman sonra duyduğum ''Serbestsin'' kelimesi, beni ayak bastığım sudan daha fazla rahatlatırken güzelce, derin bir şekilde soluyup yürümeye devam ettim. Şelaleden dökülen sular saçlarıma sıçrıyor bu da huylanmama, direkt suyun altına girmek için can atmama neden oluyordu. Şelaleden akan suyun altına girdiğimde saçlarım çoktan ıslanmıştı. O an genzimden çocuk gülümsemesi gibi bir ses yayıldı. Bu his, çok güzeldi.

Ellerimi iki yana açıp, avuç içlerime şelaleden akan ılık suyun akmasını sağladıktan sonra, sevinçli bir ifadeyle arkamda gölgesini hissettiğim Siraç'a döndüm. ''Siraç, burası çok güzel!'' cümlemi henüz tamamlamıştım ki, daha kaygan bir taşa basan ayağımın azizliğine uğradım. Dudaklarımdan düşüş çığlığı yükselmesine gerek kalmadan çevik bir şekilde bana doğru atılan Siraç, anında eliyle belimden kavrayıp düşmemi önledi.

Belim koluna yatık, başım geriye doğru eğik bir şekilde kollarının arasında durduğumda, gözlerimiz oldukça yakın bir mesafeden birbirine odaklandı. Siraç'ın bakışlarındaki masum arzuyu yakaladığımda ister istemez gerildim. Kalbim, hızlı atmaya başlamıştı fakat bu heyecandan kesinlikle değildi. Sadece, onunla olması gereken mesafenin bu kadar yakın olmaması gerektiğini biliyordum. Siraç, mavi irisleri bir saniyeliğine dudaklarıma inip sonrasında tekrar gözlerime çıktığında, ''Yüzündeki sevincin sana ne kadar yakıştığını bilemezsin,'' dedi. Ardından adem elmasındaki hareketlenmeyle, yutkunduğunu sezdim. ''Bu manzara hepsinden güzel.''

Nefes alış-verişlerimiz birbirine çarparken, birkaç saniye hiçbir şey düşünemeden tutulmuş gibi kaldım. Boşluğumla beraber, yüzlerimizin arasındaki mesafeyi başını biraz daha eğerek kapatmaya çalışan Sıraç'ın gözlerine baktığımda, bir anda masmavi gözler karardı. Buğday ten esmerleşti ve sarı saçlar siyaha döndü. Beni öpecek kadar yakın kişi, bir anda zihnimde Alaz'a dönüştü.

Bir anda olduğum ana ve gerçeğe döndüğümde kendimi sıktım ve gözlerimi kapatıp başımı geriye atarak Sıraç'ın daha fazla yakınlaşmasını engelledim. Az önce ne olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu. Nefeslendim. ''De-ders.'' diye kekeledim sonrasında. ''Yani eğitim. Devam ediyordur. Geç kalmayalım.''

Kollarının arasından ayrılmak istediğimi fark eden Sıraç, buna engel olmadı ve anında beni serbest bıraktı. Aramızdaki sihir bozulduğunda daha fazla bozuntuya vermedim ve deli gibi çarpan yüreğimle ona arkamı dönüp eğitimin verildiği binaya doğru yürümeye başladım.

*

Siraç'la aramızda yol boyunca başka  hiçbir diyalog geçmemişti. Eğitim alanına geldiğimizde, ikimiz de kendi binalarımıza girebilmek adına birbirimizden ayrılmıştık. Daha doğrusu ben ayrılmıştım çünkü Sıraç'ın hâlâ beni izlediğini tahmin edebiliyordum. Binanın yüksek, şaşalı dış kapısından içeri gireceğim an, bir başka bedenin dışarı çıkma hamlesiyle duraksamak zorunda kaldım. Dışarı çıkmak isteyen heybetli bedenin sahibi kafasını kaldırıp bana baktığında, az önce kısa süreliğine hayal ettiğim siyah gözleri,  bu sefer gerçekten gördüm. Gözleri, beni kesin olarak seçtiği zaman Alaz'ın kavisli, siyah kaşları hafiften çatıldı ve, ''Neredesin sen?'' diye sordu. Sonrasında, gözleri ıslak olan saçlarıma, yine aynı ıslakla bedenime yapışan, kot ceketimin içindeki tişörtüme ve yine gözlerime baktı. ''Bu halin ne?''

Gözlerim, dakikalar öncesinde zihnimde canlanan hayalinin etkisiyle dudaklarına kilitlendiğinde, ''Sana diyorum,'' dedi Alaz. ''Dilini mi yuttun kızım?''

O an, bakışlarım tekrar gözlerine odaklandı ve bilmem kaçıncı hipnozdan çıkmış gibi başımı hızla salladım. ''Arkadaşımla beraberdim.''

''Arkadaşın?'' dedi Alaz, tek kaşı havalandığında. En son arkamda olan Siraç'ın gidip gitmediğini anlamak amacıyla başımı arkama çevirdiğimde, bahçenin karşısındaki bedenini gördüm. Göz göze geldiğimizde, işaret ve orta parmağını birleştirip yukarı kaldırarak başına koydu ve küçük bir selam verdi. Ardından arkasını dönüp, büyük ihtimalle cadılık binasına doğru yürümeye başladı. O giderken, ben tekrar Alaz'a bakıp bir şey söylemek istedim.

Simsiyah gözlerinin, Siraç'ın gidişini takip ettiği Alaz dişlerini birbirine bastırmış, dudakları zorlamayla bile açılmayacakmış gibi kapanmıştı. İğneleyici bir tavırla beni inceleyip, ''Aptal gibi suya mı girdin?'' dedi. Ardından küçümser gibi başını salladı. Öfkeli bakışları tekrar beni bulduğunda ''Bir daha bana haber vermeden bir yere ayrılma,'' dedi ve bedenimi son kez süzdükten sonra yanımdan geçip merdivenleri inmeye başladı.

Basamakları tek tek fetheden Alaz'a, ''Nereye gidiyorsun?'' diye sordum.

''Halletmem gereken işlerim var, seni eve Bars götürecek.''

Arabasının şoför koltuğuna oturmadan hemen önce, ''Ne işi?'' diye soracağım sıra gözlerim, yanımdan geçen ağır parfüm kokusuna dikkatimi verdim. Uzun boylu, esmer tenli güzel fizikli; altına giydiği mini, kot eteğiyle erkeklere bacak şov yapan dersteki kızı gördüğümde kaşlarım ister istemez havalandı. Kız, Alaz'ın izlediği yolu izleyip, tam da düşündüğüm gibi arabasının ön yolcu koltuğunun kapısına geldiğinde, kalbimde küçük çaplı bir daralma hissettim. Kız arabaya girer girmez Alaz, arabasının ön camından bana son bir bakış attı ve  arabaya yola çığlık attırırcasına bir drift attırıp, uzaklaştı...

*

Kalbimin en derinine saplanan sızıyla gözlerimi açtığımda kesik kesik nefesler alıp veriyordum. Göğsüm hızla inip kalkıyor, beynim üzerine balyozla vurmuşlar gibi acıyordu. Rahat bir uyku uyuyamadığım belliydi. Dilim damağım kurumuştu, alnımdaki, bedenimdeki ıslaklığa bakılırsa çok terleyip, çok su kaybetmiştim. Karanlık odayı, açık bıraktığım abajurun turuncu hareleri aydınlatıyordu.

Su içmenin beni rahatlatacağını düşünerek doğruldum ve komodinin üzerinde, abajurun yanındaki cam sürahiye uzandım. Kulpunu tuttuğum sürahiyi hafifçe eğdiğimde, içinde su olmadığını fark ederek bezmiş bir şekilde kalktım ve ipek pijamamın altındaki çıplak ayaklarımı yataktan sarkıttım. Halsiz bir şekilde gerinip ayağa kalktım ve sessiz olmaya özen göstererek odadan çıktım.

Evin karanlık koridoruna yansıyan cılız ışığı fark ettiğimde kaynağını bulmak istedim ve yaralı kızın odasının kapısının hafiften aralık olduğunu gördüm. Dikkatimi oraya verince, içeride konuşmalar döndüğünü duydum ve kapının bulunduğu duvara doğru yürüdüm. Ellerimi boyalı duvarın pürüzsüz yüzeyine dayadım ve konuşmaları dinlemeye çalıştım.

''Şehre inmek istiyorlar,'' Duyduğum bu halsiz ses, yaralı kıza aitti.

''Kalabalık mıydılar?'' diye sordu Alaz.

''Bilmiyorum,'' dedi kız. Sesi neredeyse ağlayacak gibiydi. ''Hiçbir şeyi net hatırlamıyorum. Yolumun karanlık ormana nasıl düştüğünü bile hatırlamıyorum.''

''Belki de ormana girmedin,'' dedi Alaz her zamanki ciddi ifadesiyle. ''Büyüyle, oraya girmişsin gibi düşünmeni sağlamış olabilirler.''

''Bi-bilmiyorum.'' Ağlak bir ses tonuna sahip kız, burnunu çekti.

''Yüzlerini hatırlıyor musun?'' Alaz bunu sorduğunda, ben de merakla gelecek cevabı bekliyordum.

''Gördüğüme eminim, ama hayır, hatırlamıyorum.''

''Kaslan'la nasıl karşılaştın?''

''Onlardan kaçarken, bir anda önüme çıktı ve göz göze gelmemize mani olamadım.''

''Anladım,'' dedi Alaz. ''Kendini fazla yorma, dinlen. Bu işi halledeceğim.''

''Onlar serbest olmamalı, bu iyi değil,'' dedi yaralı. Ardından boğazından küçük bir hıçkırık yükseldiğini duydum. ''Tehlike, geliyor Alaz.''

Kız sesli bir şekilde ağlamaya başladığında Alaz'dan uyarır gibi bir ''Şşş...'' fısıltısı yükseldi. ''Güvendesin, sakinleş. Yaran hâlâ taze bu şekilde iyileşemezsin. Ağlama ve uyu.''

''Se-sen ne yapacaksın?'' diye sordu kız üst üste birkaç kez iç çekerek.

''Yer tahlili yapacağım. Belki saldırıyı gerçekleştirenler hakkında birkaç ipucu bulabiliriz.''

''Pe-peki'' dedi kız, burnunu çektikten sonra tatmin olmuş gibi ekledi. ''İyi geceler.''

Alaz'dansa ona başka bir yanıt gelmedi. Adım seslerini duyduğum an, dışarı çıkacağını anladım ve duvarın diğer tarafına sırtımı vererek kamufle oldum. Alaz odadan çıktığında, adımları benim tarafıma değil de salon merdivenlerine doğru yöneldiği için belki de ilk defa etrafta olduğumu fark etmedi.

O uzaklaştığında benim aklımda hâlâ duyduklarımla beraber bin bir türlü soru dönüyordu. Kızın yarasına sebep olan tek şey Kaslan değildi onu anlamıştım. Fakat ''onlar'' diye bahsedip adlarını anmadığı bir grup vardı.

Konuşulanları düşündükçe, anahtar bulmak yerine bir bilinmezliğe bir kapı daha doğdu zihnimin derinliklerinde. Ve yine birden fazla soru aklımda üremeye başladı...

Bu grup, kim ya da kimlerdi ve burası için neden ve nasıl  tehlikeler arz ediyorlardı?

♠️

Bölüm sonu!!!!

Karanlığın Şehri'nin bir sonraki yeni bölümü gelmeden önce paylaşacağım kesitleri okuyabilmek için Sulisindunyasi isimli instagram hesabımı takip etmenizi öneririm.♦️

Az çok demeyelim oysuz ve yorumsuz geçmeyelim ehueheuehu

Bu bölümde ennn sevdiğiniz sahne ne oldu?

Gelecek bölümde neler olacak sizce?

Hikayede şu bölüme kadar en sevdiğiniz karakter kim-kimler oldu? Neden?

Yorumları, cevapları bekliyorum!

Bu bölüm oy ve yorum hedeflerimiz:

Yorum Hedefi: +1000

Oy Hedefi: +1000

En uzun yorumu, en çok paragraf yorumunu yapanlara gelecek bölüm ithaf sözüm olsun!

Geçen bölüm oy ve yoruma koyduğum hedef-sınır-istek ne sayarsanız, geçmediği halde bölümü yayınladım çünkü bu her bölümü hakkıyla okuyup yorumunu ve oyunu veren tatliş okuyucularıma haksızlık olurdu. Beklemenizi sevmiyorum, sizi bekletmeyi hiç sevmiyorum. Koyduğum hedefler inanın sadece etkileşiminizi arttırmak için, bölümü yazıp sınır geçilmedi diye paylaşmamazlık bu zamana kadar hiç yapmadım, yapmam da. Ama yorumlarınızı okumak yazma hevesimi artırıyor.

Beni bundan, güzel, eleştirel yorumlarınızdan mahrum etmeyin.

Sizi seviyorum!

Mutlu günlerimiz olsun❣️

Okumaya devam et

Bunları da Beğeneceksin

4.1K 117 17
Zanegzo Bronzvi kitabının karakterinin hayal et kitabı iyi okumalar aşklarım 💖
21.7K 807 20
Merhaba bu benim ilk kurgum inşallah beğenirsiniz. argo kelimeler var Düzenlenecek
79.7K 2.3K 82
İşini ailesi gibi gören bi psikolog ve sinirlenince kimseyi tanımayan mafya aşka inanmayan adama aşkı öğreten kadın💖 Ateş ❤️ Ezgi
3.7K 1.5K 19
Bir intikam meselesi... Geçmişe dayalı öfke,kin,sinir,kıskançlık ve terk edilmişlik duygusu insana neler yaptırır? Büyüklerimizin yaptıkları hatayı h...