İçgüdü

By MrsAuthor_99

119K 8.4K 1.6K

Hayatınız elinizden alınıp yerine sonsuzluk bahşedilseydi, bunu ödül olarak mı görürdünüz? Yoksa olabilecek e... More

Vampir Grupları Hakkında
1. Bölüm
2. Bölüm
3.Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölümden Kesit
7. Bölüm
Çok Önemli !
8. Bölüm
Mini Duyuru
9. Bölüm
10.Bölüm
11. Bölüm
Flashback
Alıntı ve Birkaç Şey
12.Bölüm
İçgüdü-Alıntılar
13. Bölüm
14. Bölüm
Duyuru
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
Üzgünüm...
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
Flashback 2
30. Bölüm
31. Bölüm
Duyuru
🎄 Yılbaşı Özel Bölümü 🎄
32. Bölüm (1. Kısım)
32. Bölüm (2. Kısım)
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
Kayıp Kardeş (Özel Bölüm)
46. Bölüm
Sorularınız⬇
47. Bölüm
48. Bölüm (1. kısım)
48. Bölüm (2. kısım)
49. Bölüm
Flashback 3
FİNAL (1. kısım)
FİNAL (2. kısım)
Yazardan...
Playlist
İçgüdü: Sofia
Özel Bölüm
50 Bin Özel Bölümü 🥳
75 Bin Özel Bölümü ✨

39. Bölüm

1.1K 101 37
By MrsAuthor_99

The Weeknd- Call Out My Name
(Bu şarkı tam olarak Alex'in hissettiklerini anlatıyor, vaktiniz varsa çevirisine göz atın.)

İyi okumalar...

Eğer yapılan her hata bir tuğla olsaydı dünyanın en büyük gökdelenine sahip olan ben olurdum.

Ancak son yaptığım, beş asırlık yaşamımda yaptıklarımdan çok daha fazlasıydı. Şimdi o gökdelenin en tepesinde durmuş, aşağıya bakıyordum.

Fakat görebildiğim tek şey, dipsiz bir kuyuyu andıran karanlık oluyordu.

Bacaklarımı gövdeme çekip görünmez olmak ister gibi küçüldüm. Hissizleşmiş gibiydim. Ne herhangi bir ses duyuyordum ne de yaslı halde bulunduğum yatak başlığını hissediyordum.

Vücudumun bir kısmını saran siyah kumaşı görmüyor olsaydım üzerimde hiçbir şey olmadığını düşünürdüm. Zihnim savaş alanına dönmüş gibiydi. Zaman ve mekan kavramlarından kilometrelerce uzaktaydım.

Küçük bir çocuk gibi burnumu çekip gözlerimi tam karşıya çevirdim. Alex bej rengi koltukta oturuyor, parmaklarının arasında tuttuğu kristal bardağı bir sağa bir sola çevirerek viskinin gün ışığıyla dans edişini izliyordu.

"Senden nefret ediyorum." diye mırıldandım. Sesim, aramızda uzun zamandır devam eden sessizliği böldü. Alex kaşlarını hafifçe yukarı kaldırdı ve bana bakmadan "Bunu dün geceden beri bin kez söyledin." dedi. "Ama halen ikna olmadım."

Cevap vermedim. Bunun yerine -mümkünmüş gibi- bakışlarımla onu öldürmeye çalışıyordum. Alex elindeki bardağı yere bıraktıktan sonra başını koltuğun yumuşak yüzeyine yasladı. Böylece gözlerimden çıkartmaya çalıştığım lazer ışınları yeşil gözlerine isabet etme şansını sonsuza dek kaybetmiş oldu.

Bu yüzden, bu garip davranışımdan vazgeçip kısa bir anlığına göz kapaklarımı birbirine bastırdım. Daha sonra cümlemi değiştirerek "Buradan gideceğim." dedim. Yapmam gereken buydu. En başından beri.

Alex "İstediğini yapmakta özgürsün." dedi. Benimle göz teması kurmaktan kaçınıyor gibiydi. "Seni engellemeyeceğim." Söylediği son cümleden sonra içimde ufacık bir gülme isteği filizlendi ama bunu yapacak gücüm yoktu.

Nihayet, bacaklarımı harekete geçirmeyi başardım ve oturduğum yerden kalkıp birkaç adım attım. "Ne istiyorum biliyor musun?" Kelimeler, dudaklarımdan çıkar çıkmaz buz kristallerine dönüşüyordu. "Ölmeni."

Alex başını kaldırdı ve yeşil gözlerini bana çevirdi. "Bunu isteyen ilk kişi değilsin." diye mırıldanırken dalga geçer gibi görünüyordu. "Muhtemelen son da olmayacaksın."

Derin bir nefes alıp bakışlarına karşılık verdim. "Bunu başaran ilk kişi olacağım." Bu ufak meydan okumam sonrasında hafifçe başını sallamakla yetindi. Söylediğim şeyin blöf olduğunu düşündüğünden emindim.

Belki de öyleydi.

Ardından, yere bıraktığı bardağı aldı ve ayağa kalktı. Şimdi, yüzüne bakabilmek için biraz başımı kaldırmam gerekiyordu. Yeniden, ufak adımlarla kapıya yöneldiğimde "Arabanın anahtarı aşağıda" dedi. "Alabilirsin."

Hırsla ona doğru döndüm. "Sana ait hiçbir şeyi istemiyorum." Oldukça sert konuşmuştum. Alex kısa bir afallamanın ardından derin bir nefes aldı. "Üzerindeki gömlek benim, Alexandra."

Ani bir hareketle üzerimdeki gömleği çıkardığımda Alex bakışlarını kaçırdı. Fakat bu, refleks olarak yapılmış bir şeydi. Onu umursamayarak kendi kıyafetlerimi üzerime geçirdim ve pantolonumun ceplerini karıştırdım.

Tek bulduğum, esneme özelliğini neredeyse yitiren lastik bir toka oldu. Saçımı özensizce toplayarak tokayı birkaç kez birbirine girmiş saç tutamının etrafına sardım. Ardından, bej rengi koltuğun üzerinde duran siyah telefonu kaptım.

Alex'in telefonunu.

Her zaman ezberimde olan numarayı tuşlarken parmaklarım titriyordu. Nihayet aramayı başarıp telefonun açılmasını beklemeye başladım. Bu sırada Alex bana tuhaf bir bakış attı ve bardağındaki viskiyi bir dikişte bitirdi.

Birkaç çalıştan sonra telefon açıldı ve Percy'nin yarı öfkeli sesi kulaklarıma ulaştı. "Ne istiyorsun, Alex?" Hafifçe boğazımı temizledim. "Percy, benim."

"Alexandra?" Şimdi sesi, şaşkınlığını yeterince yansıtıyordu. Percy sorularını sıralamaya başlamadan önce "Sana ihtiyacım var." diye mırıldandım. Ağlamak üzereydim ve bu hiç hoşuma gitmiyordu. "Nerede olduğumu mesaj atacağım."

Percy'nin konuşmasına izin vermeden telefonu kapattım ve ilk damla yanağımdan hızla süzüldü. Mesajı attıktan sonra telefonu eski yerine fırlattım ve yanaklarımı ıslatan gözyaşlarımı sildim.

Geleceğinden adım kadar emindim. Çünkü Percy, her zaman yanımda olacağını bildiğim tek kişiydi. Ben işleri batırırdım. O ise gelip her şeyi yoluna koyardı.

Dizlerimin, bedenimi taşımakta zorlandığını hissedince koltuğun kenarına oturup pencereden aşağıya kaçamak bir bakış attım. Güneş tepeye çoktan ulaşmış ve dün geceki fırtınanın izlerini tamamen yok etmişti.

Işık gözlerimi rahatsız etmeye başladığında bakışlarımı yeniden odanın içine çevirdim. Alex, üzerine petrol mavisi bir tişört giymişti. Fakat içerisini rengarenk gördüğümden renk konusunda emin değildim.

"Artık müttefik değiliz." dedim. "Hiçbir şey değiliz." Bunu söylerken kelimelerin boğazımda düğümlendiğini hissetmiştim.

Alex bakışlarını bana çevirdi fakat tek kelime etmedi. İçten içe, konuşmamın bitmemiş olduğunu hissetmiş olmalıydı. Bu yüzden, tehditkar bir ses tonuyla "Arkadaşlarımdan ve Anastasia'dan uzak dur." diye ekledim.

"Annem her yerde, senin cadılara ihanet ettiğini zırvalayıp duruyor." dedi Alex konuşmaya karar verip. "Fakat sana saldıramıyorlar, çünkü benim yanımdasın." Ses tonu meydan okur gibiydi ve bu hiç hoşuma gitmemişti.

Oturduğum yerden kalkıp aramızdaki mesafeyi biraz azalttım. "Daha fazla zarar görebileceğimi sanmıyorum." Cümlemin sonuna doğru incelen sesim, yeni bir ağlama krizinin eşiğinde olduğumu haber veriyordu.

Alex hafifçe başını eğdiğinde tam tersi, başımı yukarı kaldırdım ve böylece gözlerimde birikmeye başlayan yaşların süzülmesini engellemiş oldum. Birkaç dakika sonra "En azından güvende olduğundan emin olmam gerek." diye mırıldandı.

Hiçbir şey söylemedim. Yeşil gözleri bir cevap bekler gibi yüzümde dolaşıyordu ancak bunu yapmayacaktım. Çünkü ağzımı açtığım anda itiraz sözcüklerinin dışarı fırlayacağından emindim.

Emin olduğum bir diğer şeyse itiraz etmenin Alex'in umrunda olmadığıydı. Ne pahasına olursa olsun kafasına koyduğu bir şeyi gerçekleştirir ve ufak bir açıklama bile yapmazdı.

Onunla konuşmanın bir şey çözmeyeceğine kanaat getirdiğimde ona arkamı döndüm ve ufak adımlarla odadan çıktım. Mermer basamakları inmeyi başarıp salona ulaştığımda zihnim darmadağındı.

Salonun penceresinden, Percy'nin siyah arabasını gördüm ve adımlarımı hızlandırarak dışarı çıktım. Percy arabayı gürültüyle park ettiğinde ortalık kısa bir anlığına tozla kaplandı.

Toz bulutunun içinden çıkıp hızlı adımlarla bana yaklaşırken "Neler oluyor Alexandra?" diye sordu. Oldukça endişeli görünüyordu. Ellerini omuzlarıma yerleştirip bal rengi gözlerini yüzüme diktiğinde derin bir nefes aldım. "Gidelim, Percy."

"Ne olduğunu öğrenmeden hiçbir yere gitmiyorum." Şimdi Percy'nin sesine öfkeli bir ton hakim olmuştu. Aynı zamanda arkamda bir yere bakıyor, muhtemelen Alex'i görmeye çalışıyordu.

Ardından, bakışlarını yeniden bana çevirdi. "Şu haline bak Alexandra, o herif sana ne yaptı?" Ellerini üzerimden çeker çekmez arabaya doğru yürümeye başladım. "Anlatacağım ama lütfen gidelim artık."

Tepkisini beklemeden arabaya bindim ve göz kapaklarımı birbirine bastırdım. İçimden gelen tek şey ağlamaktı ancak bunu yapmak istemiyordum. Aksi halde Percy iyice deliye dönerdi.

Gözlerimi yeniden açmamı sağlayansa kulaklarıma ulaşan kapı sesi oldu. Percy, büyük bir ciddiyetle yerini alıp arabayı çalıştırdığında en azından buradan uzaklaşacak olmak ağlama hissini engellemeye yetmişti.

Hafifçe sağa kayıp aynadan kendime baktım. Günün tüm parlaklığına karşın son derece solgun görünüyordum. Beni ilk kez gören biri ölümcül bir hastalığım olduğunu düşünürdü.

Sonunda, bunu yapacak cesareti buldum ve "Dün gece bir şey öğrendim." dedim. "Korkunç bir şey." Bakışlarımı Percy'e çevirdiğimde kısa bir anlığına gözlerimiz çakıştı. Ardından, bacaklarımı kendime doğru çektim ve görünmez olmak ister gibi küçüldüm.

"Vampir olmamı isteyen annemden başkası değilmiş." Kelimeler, boğazımı ateşe vererek yükseliyor ve özgür kalıyordu. Percy hayretle "Ne?" dediğinde gözyaşlarımın akmak için hazırlandığını hissediyordum.

Bakışlarımı sağ tarafa çevirip hızla akan yolu izlemeye başladım. Çoktan öğlen olmasına rağmen yolda bizden başka hiç kimse yoktu. Okyanusun ufak bir kısmı görüş alanıma girdiğinde "Annem bunu planlamış." diye devam ettim.

Bu sırada açık camdan içeri dolan rüzgar, yeterince düzgün toplayamadığım saçlarımı serbest bırakmaya çalışıyordu. "Beni dönüştürmeleri karşılığında vampirlerin kasabadaki herkesi öldürmesine izin vermiş."

"İnanamıyorum Alexandra." dedi Percy. Ardından bana doğru döndü. "Bunu öğrendiğinde beni aramalıydın. Alex Laurent'i değil." Sesindeki sitem rahatlıkla hissedilebiliyordu.

Alex'in ismini duymak ilk damlanın yanağımdan hızla süzülmesine sebep oldu. Percy, ağlamaya başladığımı görünce kaşlarını çattı. Zihninde binlerce düşünce dolaştığına emindim.

Sonunda "Annemin anlaştığı vampirlerin lideri Alex'miş." diye mırıldandım. Bunu dile getirmek bile tarifi imkansız bir acı veriyordu. Kalbim sıkışıyor, hatta bir anlığına atmayı bırakıyor, hemen sonraysa müthiş bir hızla çarpıyordu.

Percy aniden frene bastı ve araba, etrafı kocaman bir toz bulutunun içine hapsederek durdu. Bu sırada tek yaptığım kollarımı dizlerimin etrafına sarıp toz bulutunu izlemek oldu.

"Ne dedin sen?" Percy, cümlesinin sonuna doğru yükselen sesiyle konuştuğunda gözyaşlarım hızla birbirini takip ediyordu. Bakışlarımı ağır ağır ona doğru çevirdiğimde yüzünde tam olarak görmeyi beklediğim bir ifade vardı.

Bal rengi gözleri yuvalarından çıkmak ister gibi büyümüş, çenesindeki kaslar seğirmeye başlamıştı. Büyük bir öfke patlamasının saniyeler öncesindeydik.

"Alex her şeyi anlatacağını söyledi." dedim onu az da olsa sakinleştirmeyi umarak. Bunun boş bir çaba olduğunun farkındaydım ama en azından denemiştim.

"Tanıdığım Alexandra, öğreneceğini öğrendikten sonra orada kalmazdı." dedi Percy şüpheli bir sesle. Onun gibi zeki birinin şüphelenmemesini beklemek aptallık olurdu. "Aranızda ne oldu?"

Bakışlarımı ileriye çevirip boş yolu izledim. Yaptığım şeyin hata olduğunu biliyordum. Peki böyle bir şey nasıl söylenirdi?

Percy, sessizliğimi korumamdan rahatsız olmuşa benziyordu. "Alexandra." diye mırıldandı neredeyse yalvaran bir ses tonuyla. "Sakın bana onunla yattığını söyleme." Kalbim hızla çarpmaya başlarken kanımın yanaklarımda toplandığını hissediyordum.

Birkaç dakikalık sessizlikten sonra Percy öfkeyle direksiyona vurduğunda sıçradım. "Bunu nasıl yapabildin? Aklını mı kaçırdın?" Boğazımdaki kuruluğu gidermesi umuduyla birkaç kez yutkundum ancak hiçbir faydası olmadı.

Şu anda tek istediğim görünmez olmaktı. Kimse tarafından fark edilmemek, duyulmamak, bir hayalet gibi etrafta dolaşmak...Tek dileğim buydu.

Percy suçlayıcı bakışlarını yüzüme dikip "Eve dönüyoruz." dedi. Ardından arabayı yeniden çalıştırdı. Telaşla "Hayır." dedim. "Oraya dönmek istemiyorum, Percy."

Kesinlikle, annemle yüzleşmek istemiyordum. Çünkü bunu yapacak gücüm olduğundan şüpheliydim.

"Kes sesini." dedi Percy öfkeyle. Bana karşı ilk kez bu denli öfkeliydi. "Alex ile yüzleşmekten korkmadığına göre annenle de yüzleşebilirsin." Ardından bana tuhaf bir bakış attı. "Sonra da oradan gideceğiz. Bir daha hiçbir Laurent'i görmeyeceksin."

Çenemi kapalı tutmaya karar verdim ve dizlerimi aşağıya sarkıttım. Percy, ne olursa olsun yanımda olacağını düşündüğüm arkadaşım, tam tersi bir tepki vermişti. Bundan sonra söyleyeceğim hiçbir şeyin beni eve götürmesini engelleyeceğini sanmıyordum.

Bir saatten fazla süre boyunca konuşmadık. İkimizin de söyleyeceği çok şey vardı ancak bunu yapacak gücümüz yoktu. Nihayet, eve yaklaştığımızı belirten çam ağaçları görünür hale geldiğinde sessizliğe son veren o oldu. "Benim hatam."

Kaşlarımı çattım. "Neyden bahsediyorsun?" Gerçekten, söylediği şeyden hiçbir şey anlamamıştım. Burada benden daha büyük bir hata yapan kimse yoktu.

"Alex Laurent'le tanışmanı sağlayan bendim." dedi Percy suçluluk dolu bir sesle. "Müttefik olman konusunda ısrar ettim."

Sol elimi ona doğru uzatıp parmaklarımı direksiyonu tutan koluna sardım. "Saçmalama Percy." Kendisini suçlamasına izin veremezdim. "Bunların olacağını bilemezdin ki."

"Bilmem gerekiyordu!" Percy yeniden öfkelendiğinde bakışlarımı bizi yutmak ister gibi sıralanan ağaçlara çevirip "Sizi bırakan bendim." dedim sakin bir ses tonuyla. "Anastasia'yı kurtarmak için Alex ile birlikte gittim Percy, her ne olduysa benim suçum."

Bu doğruydu. Olan her şeyin sorumlusu bendim. Omuzlarımda taşıyamayacağım kadar yük vardı ve ezilmem az meselesiydi.

Percy cevap vermedi. Ancak onu tanıyordum ve söylediğim her şeye rağmen suçu kendisinde bulduğundan adım kadar emindim. Bu yüzden, başka bir şey söyleme gereği duymadım.

Birkaç dakika sonra, ağaçların arasından kurtulup eve ulaştık. Dışarıda hiçbir yaşam belirtisi yoktu. Bir an için evin bomboş olmasını, annemin çoktan gitmiş olmasını diledim.

Böylece onunla yüzleşmek zorunda kalmazdım.

Araba ilk kez yavaşça durdu ve bahçedeki tek ses -araba motorunun çıkardığı ses- yok olmuş oldu. Şimdi geriye, göğüs kafesimden fırlamak ister gibi çarpan kalbim kalmıştı.

Şehrin bu kısmında hava, fazlasıyla kapalıydı. Tepemizde kümelenen gri bulutlar her an yağmurun başlayabileceğini haber veriyordu. Bu kasvetli ortam içinde eve doğru yürürken zihnim bomboştu.

Ne yapmam ya da ne söylemem gerektiğini bilmiyordum. Tüm duygulardan arınmış gibiydim. Verandaya çıkan basamakları hızla tırmanıp eve girdiğimde Percy birkaç adım arkamdaydı.

Bir süre, salonun girişinde durup gözlerimle etrafı taradım. Ve belki de bunu onuncu yapışımda onu gördüm. Annem, salonun diğer ucunda durmuş, keskin bakışlarını üzerime dikmişti.

Birkaç adım atıp kanepelerden birinin yanına ulaştım ancak o kıpırdamadı. Sonunda "Ne düşündüğünü biliyorum." diye mırıldanıp ileriye doğru birkaç adım attı. Ses tonunda ufacık bir pişmanlık aradım ama bulamadım.

Karşımdaki kanepeye ulaştığında durdu. Şimdi, yüzlerimiz aynı hizadaydı. "Yaptığım şey seni korumak içindi Alexandra." dedi. "Her annenin yapacağı gibi."

Dudaklarıma acı bir tebessüm yerleştirdim ve "Seni anlamam imkansız." diye mırıldandım. "Çünkü hiçbir zaman anne olamayacağım." Ardından, başımı kaldırıp ona baktım. Fakat o, bakışlarını aşağıya çevirmişti.

Midemin bulandığını hissediyordum. Onu görmek, duymak, hatta onu düşünmek bile cehennemde olmak gibiydi. Bu yüzden "Bunu neden yaptığınla ilgilenmiyorum." diye ekledim.

"Alexandra, ne saçmalıyorsun?" Percy yarı öfkeli bir ses tonuyla konuştuğunda ona bakmadım. Ruhen o kadar yorgun hissediyordum ki tek istediğim beni kimsenin bulamayacağı bir yerde ağlamaktı.

"Buraya neden geldik öyleyse?" Percy, onu ciddiye almamış olmama bozulmuş gibiydi. Yavaşça ona doğru dönüp "Anastasia'yı almak için geldik." diye mırıldandım. Onun aksine sakindim.

Birkaç adım atıp yanına ulaştığımda "Alex ile yattığım için beni cezalandırmak istediğini anlıyorum." diye ekledim. "Acı çekmemi istiyorsun ama ben zaten cehennemdeyim, Percy."

Percy bal rengi gözlerini yere çevirdiğinde Anastasia salona girdi. "Gidebiliriz." Ses tonundaki ifade her şeyi bildiğini açıklıyordu. Mavi gözlerini yüzüme diktiğinde hafifçe gülümsedim. Bunu halen yapabiliyor olmama şaşırmıştım.

Hemen ardından Anastasia yavaş adımlarla evden çıktı ve Percy onu takip etti. Şimdi, evde yalnızca annem ve ben kalmıştık. Bakışlarımı son kez ona çevirdiğimde onun da beni izlemekte olduğunu fark ettim.

Sonra, tek kelime etmeden dışarı çıktım. Güneş çoktan batmış, gökyüzüne derin bir karanlık hakim olmuştu. Verandanın tahta basamaklarını inip toprakla buluştuğumda karanlığın içinde onu gördüm.

Alex arabasını her zaman park ettiği yerde durmuş, beni izliyordu. İstemsizce hızlanmaya başlayan kalbime karşın derin nefesler aldım. Artık ağlamak -hele de o beni izlerken- istemiyordum.

Aramızda sessizlikten oluşan bir iletişim vardı ve ikimiz de bunun son olduğunun farkındaydık. İçimden bir ses beni engellemesini isterken, bir yandan da gitmenin daha doğru olacağını düşünüyordum.

Rüzgar ağaçların yapraklarını koparıp savururken öne doğru birkaç adım attım. Bu sırada Alex kıpırdamıyor, yalnızca beni izliyordu. Sonunda, aramızdaki mesafeyi kapattım ve sadece birkaç saniye ona baktım.

Şimdi tek istediğim beni durdurmasıydı. Ama bu olmadı.

Bu, onu son görüşümdü.

Bu, beni son görüşüydü.

Continue Reading

You'll Also Like

31.7K 153 12
bir gün telefonla uğraşırken bir mesaj gelir "selam bebeğim"...
69.9K 3.4K 75
Çıldırmıştı gözleri kırmızının en koyu tonuna bürünmüştü öyle ki kolay kolay korkmayan ben bile korkudan bayılmamak için zor tutuyordum kendimi En so...
4.1K 2.6K 14
Bazılarının yüreğe iyi gelen bir yanı vardı. Dördü de birbirine armağan gibiydi. Onlar dört iyi arkadaşlar. Sinem , Gamze, Tutku ve Gülsüm... Dör...
2.6M 124K 47
"Bir şey söylemeyecek misin?" Aidan'ın bunu demesiyle gözlerimi ona çevirdim. Gözleri kırmızıya dönmüştü. Söyleyeceğim sözcüklerin harfleri birbirine...