Vadideki Zambak

By WattpadClassicsTR

36.6K 1.1K 269

Vadideki Zambak, ilk yayımlanışında (1836) beklenen ilgiyi görmemiş, Balzac'ın en az satan kitaplarından biri... More

SUNUŞ
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm

30. Bölüm

286 17 2
By WattpadClassicsTR


Konuşmayı bitirdiği zaman, dualar başladı: Saché Papazı, ona şaraplı ekmek verdi. Bir zaman sonra, soluması zorlaştı, bir bulut yayıldı gözlerinin üstüne, hemen sonra yeniden açıldı, bana son bir kez daha baktı, herkesin gözü önünde, belki de aynı anda yükselen hıçkırıklarımızı duya duya, öldü. Son soluğunun, uzun bir acı olmuş bir yaşamın son acısının uçtuğu anda, içimde bütün varlığıma işleyen bir vuruş duydum. Kont'la ben, iki rahip ve papazla birlikte, bütün gece ölü yatağının başında kaldık, mumların ışığında, yatağında upuzun yatan, nice acılar çektiği yerde şimdi sakin olan ölüyü bekledik.

Ölümle ilk yakınlığımdı bu. Bütün bu gece, gözlerim Henriette'e dikili kaldım, bütün fırtınaların dinmişliğinin verdiği duru anlatımla, hâlâ sayısız sevgileriyle donattığım, ama artık aşkıma yanıt vermeyen yüzün aklığıyla büyülenmiştim. Bu sessizlikte, bu soğukta ne yüce bir büyüklük vardı! Ne düşünceler anlatmıyorlardı! Bu kesin dinlenişte ne büyük bir güzellik, bu kımıltısızlıkta ne büyük bir baskı vardı! Bütün geçmiş hâlâ ondadır, gelecek de onda başlar. Ah! Ölüyken de seviyordum onu, canlıyken sevdiğim ölçüde.

Sabah, Kont yatmaya gitti, yorgun düşen üç papaz, geceyi uykusuz geçirenlerin çok iyi tanıdıkları bu ağır saatte uyudular. O zaman, kimseler görmeden, anlatmama hiçbir zaman izin vermediği bütün aşkla alnından öpebildim onu.

Daha ertesi gün, serin bir güz sabahında, Kontes'i son barınağına dek uğurladık. Yaşlı seyis, iki Martineau, bir de Manette'in kocası taşıyordu onu. Onu yeniden bulduğum gün öylesine sevinçle çıktığım yoldan indik; Saché'nin küçük mezarlığına gelmek için Indre Vadisi'nden geçtik; kilisenin arkasında, bir küçük tepenin zavallı bir köy mezarlığıydı bu, Hıristiyan alçakgönüllülüğüyle, basit bir kara tahta haçla buraya gömülmek istemişti; tarlalarda çalışan yoksul bir kadın gibi demişti. Vadinin ortasında, bucağın kilisesini ve mezarlığı gördüğüm zaman, esrimeli bir titremeye tutuldum. Yazık! Hepimizin yaşamında bir Golgotha vardır, yüreğimize bir mızrak yiyerek, başımızda gül çelenginin yerini alan diken çelengini duyarak ilk otuz üç yaşımızı bırakırız burada: Bu tepe benim için bir kefaret dağı olacaktı. Sessizlik içinde bir sürü güzel davranışlarını gömdüğü bu vadinin üzüntülerini söylemek için koşup gelmiş, büyük bir kalabalık yürüyordu ardımızdan. Sırdaşı Manette'den öğrendik: Yoksullara yardım etmek için, birikmiş paraları yetmeyince, giyiminden kesermiş. Giydirilmiş çıplak çocuklar, yeni doğmuş bebelere yollanan çamaşırlar, yardımına koşulmuş analar, kötürüm yaşlılar için kışın değirmenciye verilen buğdaş çuvalları, yoksul bir aileye verilen bir inek, kısacası Hıristiyan kadının, annenin, şato hanımının hayır eylemleri; sonra birbirlerini seven çiftler için tam zamanında yetiştirilmiş drahomalar, kurası çıkmış gençlere verilen bedel paraları, "Başkalarının mutluluğu artık mutlu olamayanların avuntusudur," diyen seven kadının yürek sızlatan armağanları. Üç günden beri geceleri bütün söyleşilerde anlatılan bu olaylar, kalabalığın büyüdükçe büyümesine yol açmıştı; Jacques ve iki rahiple birlikte tabutun ardından yürüyordum. Töreye göre, ne Madeleine ne de Kont bizimleydi, yalnız başlarına Clochegourde'da kalıyorlardı. Manette ne olursa olsun gelmek istemişti, birçok kez, hıçkırıkları arasında, "Zavallı Madam! Zavallı Madam! İşte en sonunda mutlu," dediğini işittim.

Cenaze alayının değirmenler yolundan ayrıldığı sırada, gözyaşlarıyla karışık, ortak bir inilti yükseldi, vadi yitirdiği ruhuna ağlıyordu sanki. Kilise, insanla doluydu. Ayinden sonra, mezarlığa gittik, haçın yanına gömülecekti. Toprağa karışmış, taşların, çakılların tabutun üzerine yuvarlandıklarını görünce, bütün cesaretimi yitirdim, sendeledim, Martineau kardeşlerden beni tutmalarını rica ettim, yarı ölü bir durumda Saché Şatosu'na götürdüler beni; şato sahipleri bana burada kalmamı önerdiler incelikle, ben de kabul ettim. Niçin saklamalı, Clochegourde'a dönmek istemedim; yine Frapesle'de bulunmak da aykırı geliyordu bana, oradan Henriette'in şatosunu görebilirdim. Burada, onun yanındaydım. Birkaç gün, pencereleri size sözünü ettiğim şu sakin ve ıssız vadiciğe bakan bir odada kaldım. İki kez yüzyıllık olmuş meşelerle çevrili, geniş bir toprak parçasıdır burası, büyük yağmurlarda buradan bir sel akar. Bu görünüş, dalmak istediğim ciddi ve görkemli gözleme uyuyordu. Korkunç geceden sonraki gün boyunca, Clochegourde'da varlığımın, ne denli sıkıcı olacağını anlamıştım. Kont, Henriette'in ölümü üzerine şiddetli bunalımlar geçirmişti, ama bu korkunç olayı nasıl olsa bekliyordu, düşüncelerinin ardında da ilgisizliğe benzeyen bir kararlılık vardı. Birçok kez farkına varmıştım bunun, sonra Kontes açmaya cesaret edemediğim şu mektubu yere kapanmış bir durumda bana verdiği, bana sevgisinden söz ettiği zaman, bu kuşkulu adam kendisinden beklediğim yıldırım gibi çarpan bakışla bakmamıştı bana. Henriette'in sözlerini, alabildiğine temiz bildiği bilincin aşırı inceliğine vermişti. Bu bencil duygusuzluğu doğaldı. Bu iki varlığın ruhları da pek birleşmemişti bedenleri gibi, duyguları canlandıran şu sürekli bağlantıyı yaşamamışlardı; dertlerini de, zevklerini de geçirmemişlerdi birbirlerine, bütün damarlarımızdan geçtikleri, yüreğimizin en derin köşelerine bağlanmış oldukları, her birini tek tek onaylayan ruhu okşadıkları için, kırıldıkları zaman bizi binlerce yerimizden yaralayan o çok güçlü bağların hiçbiri yoktu aralarında. Madeleine'in düşmanlığı Clochegourde'un kapısını kapatıyordu bana. Bu sert genç kız, annesinin tabutu başında kiniyle uzlaşabilecek durumda değildi, bana kendisinden söz edecek olan Kont'la evin bana yenilmez nefretlerini gösterecek hanımı arasında korkunç rahatsız olacaktım. Bir zamanlar çiçeklerin bile okşayıcı oldukları, merdiven basamaklarının bile güzel şeyler söyledikleri, bütün anılarımın balkonları, kuyu bileziklerini, korkulukları ve setleri, ağaçları ve görünümleri şiirle donattıkları yerde böyle olmak; her şeyin beni sevdiği yerde lanet edilmek: Bu düşünceye katlanamıyordum. Bunun için, daha başlangıçta verdim kararımı. Yazık! İnsan yüreğine erişmiş aşkların en ateşlisinin sonucu buydu demek! Tutumum başkalarına iğrenç görünecekti, ama bilincim bana hak veriyordu. Gençliğin en güzel duyguları, en büyük dramları böyle bitiyor işte. Benim Tours'dan Clochegourde'a gitmek üzere yola çıktığım gibi, hemen hepimiz sabahtan, dünyayı avucumuzda tutarak, yüreğimiz aşka susamış olarak yola çıkarız; sonra, acı deneylerden geçtiğimiz, insanlara, olaylara karıştığımız zaman, farkına bile varmadan, her şey yavaş yavaş küçülür, yığın yığın küller arasında azıcık altın buluruz. İşte yaşam! Olduğu gibi yaşam: büyük savlar, küçük gerçekler. Bütün çiçeklerimi biçen bir vuruştan sonra ne yapacağımı araştırarak, kendi durumum üzerinde uzun uzun düşüncelere daldım. Hırsın dolambaçlı yollarında politikaya ve bilime sarılmaya, kadını yaşamımdan çıkarmaya, soğuk, tutkusuz bir devlet adamı olmaya, sevmiş olduğum aziz kadına bağlı kalmaya karar verdim. Gözlerim dorukları sert duruşlu, gövdeleri tunçtan, yaldız yaldız meşelerin çok güzel nakışlarına takılı kalırken, düşüncelerim göz alabildiğine uzayıp gidiyordu; Hen- riette'in erdeminin bilgisizlik olup olmadığını, ölümünden suçlu olup olmadığımı soruyordum kendi kendime. Pişmanlıklar ortasında çırpınıyordum. En sonunda, tatlı bir güz öğlesinde, gökyüzünün Tours ilinde öylesine güzel olan şu son gülümsemelerinden birinde, isteğine göre ancak ölümünden sonra okumam gereken mektubunu okudum. Siz de izlenimlerimi onu okuyarak düşünün!

Madam de Mortsauf'un Vikont Felix de Vandenesse'e mektubu

Félix, fazlasıyla sevilen dost, şimdi size yüreğimi açmam gerekiyor, size sizi ne denli sevdiğimi belirtmekten çok, bu yürekte açtığınız yaraların derinliğini, ağırlığını gözleriniz önüne sererek borçlarınızın büyüklüğünü göstermek için. Yolculuğun yorgunluklarıyla ezilmiş, savaşta aldığım yaralarla bitmiş bir durumda devrildiğim dakikada, şükürler olsun ki, kadın öldü, yalnız anne yaşadı. Nasıl dertlerimin ilk nedeni olduğunuzu göreceksiniz, dostum. Daha sonra vuruşlarınıza kendimi seve seve sundumsa da bugün açtığınız son bir yarayla ölüyorum; ama sevilen kimsenin elinden yaralandığını duymanın da sonsuz hazları vardır. Çok geçmeden acılar beni güçsüz bırakacak kuşkusuz, bu yüzden, aklımın son ışıltılarından yararlanarak, çocuklara kendilerini yoksun bırakacağınız yüreğin eksikliğini duyurmamanız için size yalvaracağım. Sizi daha az sevseydim, bu görevi almanızı emrederdim; ama arı bir pişmanlığın etkisiyle, bir de aşkınızın sürmesi olarak bu görevi kendi gönlünüzle üzerinize almanızı söylemeyi yeğ tutuyorum; bizim aşkımıza sürekli olarak pişmanlık düşünceleri, kefaret yerine geçen korkular karışmadı mı? Sonra, biliyorum, hep seviyoruz birbirimizi. Suçunuzun korkunçluğu sizden çok benden kaynaklanıyor, ben ona içimde ölümcül bir yankı kazandırdım. Kıskanç, ama ölümüne kıskanç olduğumu söylememiş miydim size? Eh işte, ölüyorum. Yine de üzülmeyin; insan yasalarını yerine getirdik. Kilise, en kutlu ağızlarından biriyle, doğal eğilimlerini kendi buyruklarına kurban edenlere Tanrı'nın cömert davranacağını söyledi bana. Sevgilim, her şeyi öğrenin öyleyse, çünkü bir tek düşüncemden bile habersiz kalmayasınız istiyorum. Son dakikalarımda Tanrı'ya söyleyeceklerimi siz de bilmelisiniz, onun gökyüzünün kralı olduğu gibi, gönlümün kralı olan siz.

Angoulême Dükü onuruna verilen o şenliğe, bulunduğum tek şenliğe değin, evlilik beni genç kızların ruhuna meleklerin güzelliğini veren bilgisizlik içinde bırakmıştı. Anneydim, orası öyle; ama aşk yasal hazlarıyla kuşatmamıştı beni. Nasıl böyle kaldım? Hiç mi hiç bilmiyorum; içimde her şeyin bir anda hangi yasalarla değiştiğini de bilmiyorum. Öpüşlerinizi bugün de anımsıyor musunuz? Yaşamımı buyrukları altına aldılar, ruhumda izler açtılar; kanınızın ateşi kanımın ateşini uyandırdı; gençliğiniz gençliğime aktı, istekleriniz yüreğime girdi. Öyle mağrur bir biçimde doğrulduğum zaman, hiçbir dilde, hiçbir sözcükle anlatamayacağım bir duyu duyuyordum, çocuklar da ışıkla gözlerinin birleşmesini, dudakları üzerinde yaşamın öpüşünü anlatacak sözcüğü hâlâ bulamamışlardır. Evet, yankılarla gelmiş sesti bu, karanlıklar içine atılmış ışıktı, evrene verilmiş devinimdi; hiç değilse bütün bu şeyler gibi hızlı oldu; ama çok daha güzeldi, çünkü ruhun yaşamıydı! Dünyada benim bilmediğim bir garip şey, düşünceden daha güzel bir güç bulunduğunu anladım, bütün düşünceler, bütün güçlerdi bu, paylaşılmış bir coşkunlukta bütün gelecekti. Artık yalnız yarım anne olarak gördüm kendimi. Bu yıldırım yüreğimin üzerine düşünce, ben bilmeden uyuklayan istekleri uyandırdı; teyzemin beni alnımdan öpünce, "Zavallı Henriette!" diye haykırarak bütün söylemek istediklerini birdenbire sezdim. Clochegourde'a dönünce, bahar, ilk yapraklar, çiçeklerin kokusu, güzel, ak bulutlar, Indre, gökyüzü, her şey bana o zamana değin anlaşılmamış ve ruhuma sizin duyularıma geçirdiğiniz devinimden birazını veren bir dille konuşuyordu. Siz bu korkunç öpüşleri unuttuysanız da ben onları hiçbir zaman belleğimden silemedim; onlardan ölüyorum! Evet, o zamandan beri sizi ne zaman görsem, yeniden kabartıyordunuz onları; sizi görünce, hatta geleceğinizi sezince, tepeden tırnağa heyecanlanıyordum. Bu büyük ateşi ne zaman ne de güçlü istemim dizginleyebildi. Elimde olmadan soruyordum kendi kendime: "Hazlar nasıl olur acaba?" Karşılıklı bakışlarımız, ellerim üzerine kondurduğunuz saygılı öpüşler, kolunuzun üzerine konulmuş kolum, sevgiyle yükselip alçalan sesiniz, kısacası, en ufak şeyler beni öyle sert bir biçimde sarsıyordu ki, hemen her zaman gözlerimin üzerine bir bulut yayılıyordu; ayaklanmış duyuların gürültüsü kulaklarımı dolduruyordu o zaman. Ah! Büsbütün soğuk davranmaya çalıştığım bu anlarda, beni kollarınıza alsanız, mutluluktan ölürdüm. Bazı bazı sizden bir şiddet bekledim, ama dua bu kötü düşünceyi çabucak kovuyordu. Çocuklarımın ağzında adınız, yüzümü renklendiriveren, daha sıcak bir kanla dolduruyordu yüreğimi, bu adı söyletmek için Madeleineciğime tuzaklar kuruyordum, öylesine seviyordum bu duyunun kaynaşmalarını. Ne diyeyim? Yazınızın bir büyüsü vardı, mektuplarınıza bir portreyi seyreder gibi bakıyordum.

Daha bu ilk günde üzerimde nasıl yenilmez bir güç kazandıysanız, ruhunuzu okumak talihine eriştiğim zaman, bu gücün nasıl büsbütün sonsuzlaştığını anlarsınız, dostum. Sizi öyle arı, öyle tümüyle gerçek, öyle güzel nitelikler taşıyan, öyle büyük şeyler yapabilecek durumda ve şimdiden öyle acı deneylerden geçmiş bulunca ne hazlarla doldu içim! Erkek ve çocuk, çekingen ve cesur! Her ikimizi de ortak acılarla kutlu bulduğum zaman, o ne sevinçti. Birbirimize acılarımızı anlattığımız o akşamdan beri, sizi yitirmek, ölmekti benim için: Bunun için bencillikle yanımda tuttum sizi. Mösyö de la Berge'in uzaklaşmanızın beni öldüreceğinden kuşkusu kalmadı, çok dokundu bu ona, çünkü ruhumun içini okurdu. Çocuklarım ve Kont için gerekli olduğum kanısına vardı. Size evimin kapısını kapamamı hiç emretmedi, çünkü eylemle ve düşünceyle arı kalacağıma söz vermiştim ona. "Düşünce isteme bağlı değildir," dedi bana, "ama işkenceler ortasında da sürdürülebilir." "Düşünürsem, her şey yıkılacak," diye yanıt verdim, "beni kendi kendimden kurtarın. Ne olur, o yanımda kalsın, ben de arı kalayım." İyi ihtiyar, çok sert olmakla birlikte, o zaman bunca iyi niyet karşısında hoşgörülü davrandı. "Kızınızı kendisine adayarak, bir oğlu sever gibi sevebilirsiniz onu," dedi. Sizi yitirmemek için, bu acılarla dolu bir yaşamı gözüpeklikle benimsedim; aynı boyunduruğa koşulduğumuzu görünce aşkla acı çektim. Tanrım! Kendi ülkenizde tek adım atmanıza bile izin vermeden, cinsel şeylerden uzak ve kocama sadık kaldım, Félix. Tutkularımın büyüklüğü yeteneklerime etkidi, Mösyö de Mortsauf'un bana çektirdiği sıkıntılara birer kefaret gibi baktım, suçlu eğilimlerini yaralamak için gururla çekiyordum onları. Eskiden, sızlanmaya kalkardım, ama, siz yanımda kaldıktan sonra, biraz neşe kazandım, Mösyö Mortsauf'a da iyi geldi bu. Bana verdiğin bu güç olmasa, size anlattığım ruhsal yaşam beni çoktan öldürürdü. Kusurlarımda etkiniz çok olduysa, görevlerimi yapmamda da çoktu. Çocuklarım konusunda da öyle. Onları bir şeyden yoksun bıraktığıma inanıyor, onlar için yapmam gerekeni yeterince yapamamaktan korkuyordum. Yaşamım bundan sonra sürekli, sevdiğim bir acı oldu. Anneliğimin, dürüstlüğümün azaldığını sezdikçe, pişmanlık yüreğime yerleşti; yerine getirmem gereken görevlerde kusur etmekten korkarak, durmadan daha fazlasını yapmak istedim.

Böylece, günaha yenilmemek için, Madeleine'i kendimle sizin aranıza koydum, ikimiz arasındaki engelleri yükselttim. Güçsüz engeller! Benliğimde uyandırdığınız titreyişleri hiçbir şey bastıramıyordu. Uzakta da olsanız, yanımda da olsanız, gücünüz hep aynıydı. Madeleine sizin olacak, diye, Madeleine'i Jacques'a yeğ tuttum. Ama sizi kızıma çarpışmasız bırakmıyordum. Sizinle karşılaştığım zaman topu topu yirmi sekiz yaşımda olduğumu, sizin de neredeyse yirmi dördünüze geldiğinizi düşünüyordum; uzaklıkları yaklaştırıyor, kendimi yalancı umutlara bırakıyordum. Of! Tanrım! Sizi pişmanlıklardan korumak, belki de bir duygusuz olmadığımı, aşk acılarımızın çok amansız bir biçimde eşit olduğunu, Arabelle'in benden hiçbir üstünlüğü bulunmadığını bilesiniz, diye yapıyorum bu açıklamaları, Félix. Ben de düşmüş ırkın o erkeklerce çok sevilen kızlarından biriydim. Bir an geldi, çarpışma öylesine korkunç oldu ki, geceler boyunca ağlıyordum; saçlarım dökülüyordu. Bu saçlar sizin oldu! Mösyö de Mortsauf'un tutulduğu hastalığı unutmamışsınızdır. Ruh büyüklüğünüz, beni yükseltmek şöyle dursun, küçülttü o zaman. Yazık ki, o günden sonra, bunca kahramanlığa borçlu olunan bir ödül gibi vermeyi diliyordum kendimi size; ama bu çılgınlık kısa sürdü. Bulunmaya yanaşmadığımız ayin sırasında Tanrı'nın ayakları dibine bıraktım onu. Jacques'ın hastalığı ve Madeleine'in acıları Tanrı'nın, yolunu şaşırmış koyunu güçlü bir biçimde kendine çeken Tanrı'nın, tehditleri gibi göründü bana. Sonra şu İngiliz karşısındaki öylesine doğal aşkınız, kendim de bilmediğim gizleri belirtti bana. Düşündüğümden de çok seviyordum sizi. Madeleine silindi. Fırtınalı yaşamımın sürekli heyecanları, dinden başka hiçbir şeyden yardım görmeden, kendimi yenmek için harcadığım çabalar, her şey beni öldürmekte olan hastalığı hazırladı. Bu korkunç yumruk, hiç sözünü etmediğim bunalımları sonuca götürdü. Bu bilinmedik tragedyanın tek sonucunu ölümde görüyordum. Annemin sizin Lady Dudley'le bağıntınıza ilişkin haberiyle bize gelişiniz arasında geçen iki ay boyunca, bütün bu kızgın, kıskanç, azgın yaşam geçti. Paris'e gitmek istiyordum, cinayete susamıştım, bu kadının ölümünü diliyordum, çocuklarımın okşayışları karşısında duygusuzdum. O zamana değin benim için bir merhem olan dua, ruhum üzerinde hiçbir etki göstermez oldu. Kıskançlık geniş bir gedik açtı, ölüm bu gedikten içeri girdi. Yine de alnım içimdeki fırtınayı belli etmedi. Evet, bu çarpışmalar mevsimi Tanrı ile benim aramda bir giz olarak kaldı. Sizi sevdiğim ölçüde de sevildiğimi, düşüncenizin değil, yaradılışın ihanetine uğradığımı iyice öğrendiğim zaman, yaşamak istedim... ama iş işten geçmişti artık. Tanrı hiç kuşkusuz kendi kendine karşı da, kendisine karşı da doğru olan ve acıları nedeniyle sık sık tapınağın kapısına gelen bir yaratığa acımış, beni kanatları altına almıştı. Sevgilim, Tanrı beni yargıladı, Mösyö de Mortsauf beni bağışlayacak kuşkusuz; ama siz, siz bağışlayıcı olacak mısınız? Şu sırada mezarımdan çıkan sesi dinliyor musunuz? Doğmalarında eşit ölçüde suçlu olduğumuz, belki sizin benden daha az suçlu olduğunuz mutsuzlukları düzeltecek misiniz? Sizden neyi isteyeceğimi biliyorsunuz. Yaşamını hastalara adayıp hastabakıcı olmuş bir kadın, bir hastanın yanında ne ise, siz de Mösyö de Mortsauf'un yanında o olun, onu dinleyin, onu sevin; hiç kimse sevmeyecek onu. Benim yaptığım gibi, çocuklarıyla kendisi arasına girin. İşiniz çok fazla sürmeyecek: Jacques Paris'e, büyükbabasının yanına gitmek üzere çok geçmeden evden ayrılacak, siz de bu dünyanın tehlikeli yollarında ona yol göstereceğinize söz vermiştiniz. Madeleine'e gelince; evlenecek; günün birinde hoşuna gidesiniz isterdim; tümüyle bendir o, üstelik güçlüdür; bende eksik olan şu istem, meslek gereği politika yaşamının fırtınalarına adanan bir adamın eşine gereken güç onda vardır, beceriklidir, her şeyin derinliğini sezebilir. Yargılarınız birleşirse, annesinin erişemediği mutluluğu tadar. Böylece Clochegourde'da yaptıklarımı sürdürmeye hak kazanarak, gökyüzünde ve yeryüzünde bağışlanmış da olsa –çünkü o cömerttir, beni bağışlayacaktır– kefareti yeterince ödenmemiş kusurları silerdiniz. Görüyorsunuz, hep bencilim; ama bu da zorlu bir aşkın kanıtı değil mi? Beni ailemde sevesiniz istiyorum. Sizin olamadığım için, size düşüncelerimi, görevlerimi bırakıyorum! Beni sözümü dinlemeyecek ölçüde çok seviyorsanız, Madeleine'le evlenmek istemiyorsanız, hiç değilse, Mösyö de Mortsauf'u elden geldiğince mutlu kılarak ruhumu dinlendirmeye çalışın.

Tanrı'ya emanet olun, gönlümün sevgili çocuğu! Tümüyle aklı başında, hâlâ yaşam dolu bir Tanrı'ya emanet olun, bu; büyük sevinçlerle, yol açtıkları yıkımdan en ufak bir pişmanlık duyamayacağınız ölçüde büyük sevinçlerle doldurduğunuz bir ruhun Tanrı'ya emanet ettiği; beni sevdiğinizi düşünerek kullanıyorum bu sözcüğü, çünkü ben, görevimin kurbanı olarak, dinleniş yerine geliyorum, beni titretiyor bu, üzüntü de duymuyor değilim! Kutsal yasalarını özlerine uygun biçimde yerine getirip getirmediğimi Tanrı benden daha iyi bilecektir. Hiç kuşkusuz sık sık sendeledim, ama hiç düşmedim, kusurlarımı bağışlattıracak en büyük neden de beni çevrelemiş olan çekiciliklerin büyüklüğü. Tanrı tıpkı düşmüşüm gibi titrek görecek beni. Tekrar Tanrı'ya emanet olun, dün güzel vadimize söylediğim vedaya benzer bir veda. Çok geçmeden bu güzel vadinin bağrında dinleneceğim, siz de oraya sık sık geleceksiniz, değil mi?

HENRIETTE

Continue Reading

You'll Also Like

Kan Dehşeti By LeranesS

Mystery / Thriller

194 70 5
Yüreğinden kopan parçalar her elini kestiğinde o bir kez daha haykırdı. Her haykırışı bir canı, Her can bir ruhu yaktı. Çocukluğundan nefret bedenin...
47.7K 2K 10
Zweig bu novellası'nda bir kadının yaşamını bütünüyle değiştiren yirmi dört saatlik deneyimini anlatırken, insanda içkin saplantıların ve dayanılmaz...
642 76 7
"Geçmiş ve gelecek yoktur, yalnızca sonsuz bir şimdi vardır"demiş A.cowley gerçekten öyle miydi? Geçmişimizin şimdimizi inşa etmez mi? Bugünü müzede...
74.9K 1.3K 98
Hugo, Sefiller adlı dev romanının önsözünü şöyle bitirir: "Yeryüzünde yoksulluk ve bilgisizliğin egemenliği sürdükçe, böylesi kitaplar gereksiz sayıl...