Vadideki Zambak

By WattpadClassicsTR

36.6K 1.1K 269

Vadideki Zambak, ilk yayımlanışında (1836) beklenen ilgiyi görmemiş, Balzac'ın en az satan kitaplarından biri... More

SUNUŞ
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm

29. Bölüm

267 15 5
By WattpadClassicsTR


İki rahibin korkunç sözlerini daha da ağırlaştıran bu çılgın okşayışla tüylerim ürperdi. Bu anda, ilk şaşkınlığım dağıldı; ama, aklımı kullanabildimse de istemim bu korkunç dakikada beni sarsan sinir tepkisini bastıracak gücü gösteremedi, yanıt vermedim, daha doğrusu, bir annenin çocuğuna davrandığı gibi, onu üzmemek için, kımıltısız bir gülümseme ve boyun eğişle yanıt veriyordum. Kişilik dönüşümüne uğradıktan sonra, kadının, eskiden yücelikleriyle sonsuz bir saygı uyandıran kadının, duruşunda, sesinde, tavırlarında, bakışlarında ve düşüncelerinde, bir çocuğun safça bilgisizliğinin, günahsız inceliklerinin, devinme doymazlığının, arzusuna karşılık vermeyen, kendisi olmayan şeylere derin ilgisizliğinin, kısacası çocuğu korumayı gerektiren bütün zayıflıkların bulunduğunu gördüm. Bütün can çekişenler böyle midir? Toplumdan gelen bütün yapay kılıkları çıkarıp atarlar da bunları hiç giymemiş çocuklara mı benzerler? Ya da, sonrasızlığın kıyısında bulunurken, Kontes, bütün insan duyguları içinde yalnız aşkı benimsemekle, Chloé gibi, onun tatlı arılığını mı belirtiyordu?

"Beni yine sağlığa kavuşturacaksınız, Félix, eskisi gibi vadim de iyi gelecek," dedi. "Siz uzatırsınız da nasıl yemem ki? Siz öyle bir hastabakıcısınız ki! Sonra güççe, sağlıkça öylesine zenginsiniz ki, canlılığınız yanınızdakilere de geçer. Dostum, ölemeyeceğimi, aldanmış olarak ölemeyeceğimi gösterin bana! En keskin acım susuzluk sanıyorlar. Ya! Evet, çok susuzum, dostum. Indre'in suyunu görmek canımı acıtıyor, ama gönlüm daha ateşli bir susuzluk duyuyor. Sana susamıştım," dedi daha boğuk bir sesle, ellerimi yakıcı avuçlarına aldı, şu sözleri kulağıma söylemek için beni kendine doğru çekti: "Can çekişmem seni görmemem oldu! Yaşamamı söylememiş miydin bana? Yaşamak istiyorum. Ben de ata binmek istiyorum! Her şeyi tanımak istiyorum. Paris'i, şenlikleri, hazları."

Ah! Natalie, aldanmış duyuların maddeciliğinin uzaktan soğuk kıldığı bu korkunç haykırış, bizim, yaşlı papazla benim, kulaklarımızı çınlatıyordu: Bu çok güzel sesin yükselip alçalmaları bütün bir yaşamın çarpışmalarını, kırıklığa uğramış gerçek bir aşkın bunalımlarını anlatıyordu. Kontes, sabırsız bir devinimle, oyuncak isteyen bir çocuk gibi kalktı. Zavallı günah çıkarıcı tövbekârını böyle görünce, birdenbire diz çöktü, ellerini birleştirdi, dualar okudu.

"Evet, yaşamak!" dedi, beni kaldırıp üzerime yaslandı, "Yalanlarla değil, gerçeklerle yaşamak. Yaşamımda her şey yalandı; birkaç gündür saydım onları, bu aldatmacaları! Nasıl ölebilirim ki, ben yaşamadım, ben hiçbir zaman bir çorak toprakta biriyle buluşmaya gitmedim!"

Durdu, dinler gibi oldu ve duvarların ötesinden kim bilir hangi koku geldi burnuna.

"Félix! Bağbozucu kadınlar yemek yiyecekler ve ben, ben," dedi bir çocuk sesiyle, "evin hanımı olan ben, açım. Aşkta da böyle; onlar mutlu, mutlu onlar!"

"Kyrie eleison!" diyordu zavallı Rahip, elleri birleşmiş, gözleri gökte, uzun dualar okuyordu.

Kollarını boynuma attı, şiddetle öptü beni, sıkı sıkı sarıldı.

"Elimden kaçmayacaksınız artık! Sevilmek istiyorum, Lady Dudley gibi çılgınlıklar yapacağım; güzelce, My Deediyebilmek için İngilizce öğreneceğim."

Bir zamanlar, hemen sonra döneceğini söylemek istercesine, yanımdan ayrıldığı zaman yaptıkları gibi bir işaret yaptı başıyla.

"Yemeği birlikte yiyeceğiz," dedi, "Manette'e haber vereceğim..."

Birdenbire gelen bir zayıflıkla durdu, tümüyle giyinik olarak yatağına yatırdım onu.

Gözlerini açarak, "Eskiden de bir kez beni böyle taşımıştınız," dedi.

Çok hafifti, ama her şeyden önce çok ateşliydi; onu kucaklayınca, bedeninin çok yakıcı olduğunu duydum. Mösyö Deslandes içeriye girdi, odayı böyle süslü görünce şaşırdı; ama beni görünce, her şey açıklandı kafasında.

"Ölmek için ne acılar çekiliyor, Mösyö," dedi boğuk bir sesle.

Oturdu, hastasının nabzını yokladı, birdenbire kalktı, gelip alçak sesle Papaz'la konuştu, sonra çıktı; ardından gittim.

"Ne yapacaksınız?" diye sordum.

"Onu tüyler ürpertici bir can çekişmeden kurtaracağız," dedi bana. "Bu denli güçlü olacağı kimin aklına gelirdi? Yaşama biçimini düşünüyoruz da hâlâ nasıl yaşadığını anlayamıyoruz. İşte tam kırk iki gündür Kontes ne yedi ne içti ne de uyudu."

Mösyö Deslandes, Manette'i çağırdı. Rahip Birotteau beni bahçeye götürdü.

"Bırakalım hekim yapacağını yapsın," dedi. "Manette' in yardımıyla afyon verecek. İşte işittiniz," dedi, "bu çılgın davranışlarda tümüyle suçsuz sayılamasa bile..."

"Hayır, bu o değil artık," dedim.

Acıdan şaşkına dönmüştüm. Yürüdükçe, bu sahnenin her ayrıntısı daha bir genişlik kazanıyordu. Birdenbire setin alt yanındaki küçük kapıdan çıktım, gelip kayığa oturdum, düşüncelerimle baş başa kalmak için burada saklandım. Beni yaşatan bu güçten kendimi koparmaya çalıştım. Tatarlar eşini aldatma suçunu işleyen kimseyi cezalandırmak için, uzvunu bir tahta parçası içine koyar, açlıktan ölmek istemiyorsa bu uzvunu kessin, diye yanına bir de bıçak bırakırlarmış, benimki de buna benzer bir işkenceydi: Ruhum korkunç bir ders çıkarıyordu bundan, onun da en güzel yarısını koparmam gerekiyordu. Benim yaşamım da boşa gitmişti! Umutsuzluk en olmayacak düşünceleri getiriyordu aklıma. Kimi zaman onunla ölmek, kimi zaman da Trappe tarikatının papazlarının yerleştikleri Meilleraye'e kapanmak istiyordum. Donuklaşmış gözlerim, dış nesneleri görmüyordu artık. Henriette'in acı çektiği odanın pencerelerini seyrediyordum, onu kendisiyle nişanlandığım gece aydınlatan ışığı gördüğümü sanarak. Çalışmalar içinde kendimi ona saklayarak, bana yarattığı basit yaşama boyun eğmem gerekmez miydi? Bütün erkekler gibi benim de uğradığım o aşağılık, o yüz kızartıcı tutkulardan beni korumak için büyük bir adam olmamı emretmemiş miydi? Fazilet, benim sürdürmesini bilemediğim yüce seçkinlik değil miydi? Arabelle'in anladığı biçimiyle aşk beni birdenbire tiksindirdi.

Bundan böyle bana ışığın ve umudun nereden geleceğini, yaşamakla ne bulacağımı düşünerek yorgun başımı kaldırdığım sırada, hava hafif bir gürültüyle kıpırdadı. Setten yana döndüm. Madeleine'in yalnız başına, ağır adımlarla dolaştığını gördüm. Bu sevgili çocuktan haçın dibinde üzerime çevirdiği soğuk bakışın nedenini sormak için sete doğru çıktığım sırada, kanepenin üzerine oturmuştu; beni yarı yolda görünce, kalktı, benimle yalnız kalmamak için, geldiğimi görmemiş gibi yaptı; yürüyüşü aceleci, anlamlıydı.

Benden nefret ediyordu, annesinin katilinden kaçıyordu. Merdivenlerden Clochegourde'a dönünce, Madeleine'i bir heykel gibi, kımıltısız ve ayakta, ayak seslerimi dinler gördüm. Jacques bir basamağın üzerine oturmuştu, duruşu hep birlikte dolaştığımız sırada beni sarsmış, bana ruhumuzun bir köşesinde bırakıp sonra, zaman bulunca, yeniden ele alıp derinleştirdiğimiz türden düşünceleri esinlemiş olan duygusuzluğu belirtiyordu. İçlerinde ölümü taşıyan bütün gençlerin cenazelerde duygusuz olduklarını fark etmişimdir. Bu karanlık ruhu sorguya çekmek istedim. Madeleine düşüncelerini yalnız kendine mi saklamıştı, kinini Jacques'a da geçirmiş miydi?

Konuşmaya girişmek için, "Biliyor musun, ben senin en sadık kardeşinim," dedim.

"Dostluğunuzun bana bir yararı yok, annemin ardından gideceğim!" diye yanıtladı, acıdan yabanıllaşmış bir bakışla baktı.

"Jacques," diye haykırdım, "sen de mi?"

Öksürdü, benden uzağa çekildi; sonra, geri dönünce, bana kanlı mendilini gösterdi.

"Anlıyor musunuz?" dedi.

Demek her birinin ölümcül bir gizi vardı. O dakikadan beri gördüğüm gibi, iki kardeş birbirlerinden kaçıyorlardı. Henriette, yıkıldıktan sonra, Clochegourde' da her şey yıkıntı durumundaydı.

Manette yanımıza geldi, Kontes'in acı çekmediğini bilmenin mutluluğu içinde, "Madam uyuyor," dedi.

Bu korkunç anlarda, herkes kaçınılmaz sonu bilse bile, gerçek sevgiler çılgınlaşır, küçücük mutluluklara bağlanır. Dakikalar, iyilik getirmeleri istenen birer yüzyıldır. Hastalar güller üstünde dinlensin ister gönül, acılarını almak ister, son solukları hiç beklemedikleri bir anda çıksın ister.

"Mösyö Deslandes çiçekleri kaldırttı, Madam'ın sinirlerini fazla etkiliyorlardı," dedi Manette.

Demek çiçekler yol açmıştı sayıklamasına, suçu yoktu. Toprağın aşkları, üreme şenlikleri, bitkilerin okşayışları onu kokularıyla sarhoş etmişler, hiç kuşkusuz gençliğinden beri içinde uyuklayan mutlu aşk düşüncelerini uyandırmışlardı.

"Gelsenize, Mösyö Félix," dedi, "gelin de Madam'ı görün, çok güzel, bir melek gibi."

Güneşin ortadan çekilirken Azay Şatosu'nun çatılarının nakışını parıldattığı anda hastanın odasına döndüm. Her şey sakin ve arıydı. Afyonlanmış Henriette'in dinlendiği yatak tatlı bir ışıkla aydınlanıyordu. Bu sırada beden, bir bakıma hiçe inmişti; fırtınadan sonra güzel bir gökyüzü gibi sakin olan bu yüzün üzerinde yalnızca ruh egemendi. Belleğim, düşüncem, düş gücüm, doğaya yardım ederek her çizgisindeki bozulmalarını düzelttikçe, yengin ruh solumanın dalgalarıyla karışmış olarak parıltılarını bu çizgilerin üzerine yolladıkça, Blanche ve Henriette, aynı kadının bu iki yüce yüzü, daha güzel olarak beliriyordu. İki rahip yatağın yanına oturmuştu. Kont, bu tapılasıya sevilen yaratık üzerinde ölümün sancaklarının dalgalandığını anlayınca, ayakta, yıldırımla vurulmuş gibi kalakaldı. Kanepeye, onun oturmuş olduğu yere oturdum. Dördümüz de içlerinde bu göksel güzelliğe hayranlık ve keder gözyaşlarının birbirine karıştığı bakışlarla bakıştık. Düşüncenin ışıkları Tanrı'nın en güzel tapınaklarından birine dönüşünü haber veriyordu. Rahip Dominis'le ben, işaretlerle konuşuyor, birbirimize karşılıklı düşüncelerimizi belirtiyorduk. Evet, melekler Henriette'i bekliyorlardı! Evet, eskiden çevresindeki ruhların konuştukları, gözle görülür bir ruh gibi olan, şimdi de erdemin görkemli anlatımlarının geri döndükleri bu soylu alnın üzerinde kılıçları parlıyordu. Yüz çizgileri arılaşıyor, her şeyi büyüyordu, kendisini bekleyen yüce meleklerin görünmez buhurdanları altında görkemlilik kazanıyordu. Bedensel acının yeşil renkleri yerlerini tümüyle ak renklere, yakın ölümün donuk ve soğuk solgunluğuna bırakıyorlardı. Jacques'la Madeleine içeri girdiler; Madeleine kendisini yatağın önüne koşturan, ellerini birleştiren ve kendisine şu yüce ünlemi esinleyen hayranlık atılımıyla hepimizi ürpertti:

"Hele şükür, işte annem!"

Jacques gülümsüyordu, annesinin gittiği yere, kendisinin de varacağından kuşkusu yoktu.

"Limana geliyor," dedi Rahip Birotteau.

Rahip Dominis, "Yıldızın parıl parıl yükseleceğini söylememiş miydim?" demek istercesine bana baktı.

Madeleine gözleri annesine dikili kaldı, o soluk aldı mı soluk alıyor, soluğunu kendisini yaşama bağlayan son tel olan ve bizim her çabada kopacak, diye korkarak dehşetle izlediğimiz, hafif soluğuna uyduruyordu. Tapınağın kapılarında bir melek gibi, doymaz ve sakin, güçlü ve secdeye gelmiş bir durumdaydı. Bu sırada bucağın çan kulesinde Angelus çaldı. Yumuşamış hava dalgaları bize bu saatte bütün Hıristiyanlığın türünün kusurlarının günahını ödemiş kadına meleğin söylediği sözleri yinelediğini bildiren çan seslerini dalga dalga boşalttı. O akşam, Ave Maria bize gökyüzünün bir selamı gibi geldi. Belirti öylesine açık, olay öylesine yakındı ki, gözlerimizden yaşlar boşandı. Akşamın mırıltıları, yapraklar arasında uyumlu meltem, kuşların son cıvıltıları, böceklerin vızıltıları, suların sesi, yeşil kurbağanın dert yanan bağırtısı: Bütün kır, vadinin en güzel zambağına, sade, kırsal yaşamına elveda diyordu. Bütün bu doğal şiirlerle birleşmiş bu dinsel şiir, yola çıkış türküsünü öyle bir belirtiyordu ki, hıçkırıklarımız hemen yinelendi. Odanın kapısı açık olmakla birlikte, anısını ruhumuza bir daha silinmemesiye kazmak istercesine bu korkunç gözleme öyle dalmıştık ki, evin adamlarının ateşli dualar söyleyerek hep birlikte gelip diz çöktüklerini görmemiştik. Umuda alışmış bütün bu zavallı insanlar, hanımlarını hâlâ alıkoyacaklarına inanıyorlardı, ama bu çok açık belirti onları ağırlığı altında ezmişti.

Rahip Birotteau'nun bir işareti üzerine, yaşlı seyis Saché papazını getirmek üzere dışarı çıktı. Hekim, yatağın yanında ayaktaydı, bilim gibi sakindi, hastanın uyumuş elini tutuyordu, bu uykunun geri çağrılan meleğe kalan acısız son saat olduğunu belirtmek için bir işaret yapmıştı günah çıkarıcıya. Ona kilisenin son kutsamalarını yapmanın zamanı gelmişti. Saat dokuzda, usul usul uyandı, bize şaşkın, ama tatlı bir bakışla baktı, hepimiz de sevdiğimizi güzel günlerinin güzelliği içinde gördük.

"Anneciğim, ölemeyecek kadar güzelsin, canlılığın, sağlığın geri dönüyor!" diye bağırdı Madeleine.

"Sevgili kızım, yaşayacağım, ama sende yaşayacağım," dedi gülümseyerek.

Sonra annenin çocuklarını, çocukların annelerini yürekler parçalayıcı kucaklayışları başladı. Mösyö de Mortsauf karısını saygıyla alnından öptü. Kontes beni görünce kızardı.

"Sevgili Félix, sanırım, size verip vereceğim tek keder bu!" dedi. "Ama size söylemiş olabileceğim şeyleri unutun, zavallı çılgının biriydim o sırada."

Bana elini uzattı, öpmek için tuttum, o zaman o güzelim erdem gülümsemesiyle, "Eskisi gibi mi, Félix?" dedi.

Hepimiz çıktık, hastanın son günah çıkarması süresince salonda kalacaktık. Madeleine'in yanına oturdum. Herkesin önünde benden kaçamazdı, saygısızlık etmiş olurdu; ama, annesi gibi, hiç kimseye bakmıyordu, gözlerini bir kez olsun üzerime çevirmeden, sessiz durdu.

"Sevgili Madeleine," dedim alçak sesle, "suçum ne, bana neden böyle davranıyorsunuz? Ölümün huzurunda herkesin barışması gerekirken, soğuk duygular neden?"

Ingres'in Mère de Dieu'sünde, şimdiden acılı olan ve oğlunun ölüp bırakacağı dünyayı korumaya hazırlanan Meryem'e verdiği tavrı takındı, "Annemin şu sırada söylediklerini işitir gibi oluyorum," diye yanıtladı.

"Suçlu bile olsam, annenizin beni bağışladığı anda beni mahkûm mu ediyorsunuz?"

"'Siz', her zaman 'siz'!"

Sesi bir Korsikalının kini gibi düşünülmüş, yaşamı incelemediklerinden, yüreğin yasalarına karşı işlenmiş suçlarda hiçbir hafifletici neden kabul etmeyenlerin yargıları gibi amansız bir kini belli ediyordu. Derin bir sessizlik içinde bir saat geçti. Rahip Birotteau, Kontes de Mortsauf'un günahlarını dinledikten sonra döndü, hepsi de niyetleriyle kardeş olan şu soylu ruhları saran düşüncelerden birine uyarak, Henriette'in kendisine kefenlik edecek uzun bir giysiyi üzerine giydirtmesinden sonra, hepimiz yanına döndük. Onu yatağında oturur bulduk, kefaretiyle güzel, umutlarıyla güzeldi; şöminede mektuplarımın kara küllerini gördüm, günah çıkarıcısının bana anlattığına göre, bu özveriyi ancak ölüm ânında yapmak istemişti. Hepimize de geçmişteki gülümsemesiyle gülümsedi. Gözyaşlarıyla ıslak gözleri, bunun son açılışları olduğunu belli ediyorlardı, adanmış ülkenin göksel sevinçlerini şimdiden görüyordu.

Bana elini uzatıp elimi sıkarak, "Sevgili Félix, kalın, gitmeyin," dedi. "Yaşamımın son sahnelerinden birini göreceksiniz, hepsinin en az acıklısı olmayacak, ama sizin payınız da az değil."

Bir işaret yaptı, kapı kapandı. Çağrısı üzerine, Kont oturdu; Rahip Birotteau'yla ben ayakta kaldık. Manette'in yardımıyla Kontes kalktı, Kont'un önünde diz çöktü ve böyle kalmak istedi. Sonra, Manette, çekilince, şaşıp kalmış Kont'un dizlerine dayadığı başını kaldırdı:

"Size karşı sadık bir eş gibi davrandıysam da, zaman zaman görevlerimde kusur etmiş olabilirim, Mösyö," dedi boğuk bir sesle, "az önce kusurlarımdan dolayı sizden af dileme gücünü bahşetmesi için Tanrı'ya dua ettim. Ailenin dışında bir dostluğa size borçlu olduğumdan da candan bir özen gösterebildim. Belki de bu özenler, bu düşüncelerle size verdiklerim arasında yaptığınız karşılaştırmalar sonunda bana kızmışsınızdır. Hiç kimsenin, hatta bu dostluğun ereğinin bile tümüyle tanımadığı bir ateşli dostluk besliyordum," dedi alçak sesle. "İnsan yasalarına göre erdemli kaldıysam da, sizin için kusursuz bir eş olduysam da, isteyerek ya da istemeyerek, sık sık birtakım düşünceler geçti yüreğimden, şu sırada da bunları fazlasıyla benimsemiş olmaktan korkuyorum. Ama, sizi candan sevdiğim boyun eğmiş karınız olarak kaldığım için, bulutlar, göğün altından geçerken, onun arılığını hiç bozmadıkları için, açık bir alınla, beni kutsamanızı rica ediyorum. Ağzınızdan Blanche'ınıza, çocuklarınızın annesine yönelik tatlı bir söz işitirsem, kendisinin hepimizin bağlı olduğu mahkemeden geçtikten sonra bağışladığı bütün bu şeyleri bağışlarsanız, hiçbir acı düşüncem kalmadan öleceğim."

"Blanche, Blanche!" diye haykırdı yaşlı adam, gözyaşları karısının başına boşandı birdenbire, "Beni öldürmek mi istiyorsun?"

Şaşırtıcı bir güçle onu kaldırıp yüzünü yüzüne dek getirdi, alnını saygıyla öptü, sonra öyle tuttu onu, "Benim de senden dilenecek özürlerim yok mu?" dedi. "Çoğu zaman sert davranmadım mı ben? Çocuk kuşkularını büyütmüyor musun?"

"Belki de. Ama dostum, ölmekte olanların zayıflıklarına karşı hoşgörülü davranın, rahatlatın beni. Siz bu saatte geldiğiniz zaman, sizi kutsayarak bıraktığımı düşüneceksiniz. Dostumuza derin bir dostluğun şu güvencesini bırakmama izin veriyor musunuz?" diyerek şöminenin üzerindeki bir mektubu gösterdi. "Şimdi benim benimsediğim bir oğul o, hepsi bu. Yüreğin de vasiyetleri vardır, sevgili Kont: Son dileklerim, bu sevgili Félix'e yerine getirilecek kimi kutsal işleri buyuruyor, ona yönelik iyi düşüncelerimin aşırı olduklarını sanmıyorum, ona kimi düşüncelerimi bırakmama izin verin de, sizin hakkınızdaki iyi düşüncelerim de öyle aşırı, gereğinden fazla olmasın. Hep kadınım," dedi başını tatlı bir hüzünle eğerek, "bağışlanmamdan sonra, sizden bir yücelik istiyorum. – Okuyun, ama ancak ben öldükten sonra," dedi, gizemli yazıyı bana uzattı.

Kont, karısının solgunlaştığını gördü, kucakladı, kendi eliyle yatağına götürdü onu, çevresine toplandık.

"Félix, size karşı da haksızlık etmiş olabilirim," dedi Kontes. "Önlerinde gerilediğim sevinçleri ummanıza ses çıkarmamakla sık sık acılara kapılmanıza yol açmış olabilirim, ama herkesle barış içinde ölmemi eş ve anne cesaretine borçlu değil miyim? Öyleyse siz de beni bağışlayacaksınız, beni öylesine sık suçlamış, haksızlığı bana zevk vermiş olan siz!"

Rahip Birotteau bir parmağını dudaklarının üstüne götürdü. Hasta, bu işaret üzerine, başını eğdi, bir zayıflık çöktü üzerine, Papaz'ın, çocuklarının ve uşaklarının içeri alınmasını anlatmak için ellerini kımıldattı; sonra görkemli bir deviniyle bana, bitkin kocasını ve çıkagelen çocuklarını gösterdi. Gizli deliliğini yalnız bizim bildiğimiz, şimdi bu öylesine zayıf yaratıkların vasisi olan bu babayı görmek, ona sessiz yakarışlar esinledi, bu yakarışlar ruhuma kutsal bir ateş gibi düştü. Son kutsal yağın sürülmesinden önce kendilerine bazı bazı sert davrandığı için adamlarından özür diledi; kendisine dua etmeleri için yalvardı. Hepsini teker teker Kont'a emanet etti; bu son bir ay boyunca, adamlarını belki de şaşkınlığa uğratan, çok Hıristiyanca olmayan kimi yakınmalarda bulunduğunu soylulukla söyledi; çocuklarını yanından uzaklaştırmış, pek uygun sayılmayacak duygulara kapılmıştı; ama Tanrı'nın buyruklarına boyun eğmekte böyle kusur etmesini dayanılmaz acılarına yükledi. En sonunda, dokunaklı bir gönül coşkunluğuyla, kendisine insansal nesnelerin hiçliğini gösterdiğinden dolayı Rahip Birotteau'ya herkesin içinde teşekkür etti.

Continue Reading

You'll Also Like

3.9K 180 26
Oliver Twist, yoksullar evinde dünyaya gelmiş bir yetimdir. Daha fazla yemek isteme cesareti, kapının önüne konmasına yol açar. Hayatta yapayalnızdır...
379K 7.7K 25
William Shakespear'in kaleme aldığı Romeo ve Juliet, iki düşman ailenin birbirini seven çocuklarının ölümle sonuçlanan mutsuz aşklarını konu alıyor.
50.2K 2.4K 21
Keşke tersi olabilseydi! Keşke her zaman genç kalacak olan ben olsaydım da portrem yaşlansaydı! Bunun için... bunun için her şeyi verirdim!" Özellikl...
48.3K 1K 50
Araba Sevdası her ne kadar yazarı Recâizâde Mahmut Ekrem tarafından "eğlenmek için" yazıldığı söylense de Tanzimat devrinde yetişen alafranga tiplerl...