Vadideki Zambak

By WattpadClassicsTR

36.7K 1.1K 269

Vadideki Zambak, ilk yayımlanışında (1836) beklenen ilgiyi görmemiş, Balzac'ın en az satan kitaplarından biri... More

SUNUŞ
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm

23. Bölüm

270 15 10
By WattpadClassicsTR


Tours'dan atla Clochegourde'a doğru yola çıktım. Böyle gelmemin nedenleri vardı, çünkü gece gezintilerim için bana bir at gerekliydi, benim atımsa Lady Esther Stanhope'un markize yolladığı, onun da Londra'daki salonunda bulundurduğu ve benim çok garip bir biçimde elde ettiğim, şu ünlü Rembrandt tablosu karşılığında aldığım bir Arap atıydı. Altı yıl önce yaya olarak geçtiğim yola saptım, ceviz ağacının altında durdum. Burada, setin kıyısında ak giysisiyle, Madam de Mortsauf'u gördüm. Hemen bir yıldırım hızıyla ona doğru sürdüm atımı, görünen bir şeye en kısa yoldan varma yarışına katılmış gibi, aradaki uzaklığı düz bir çizgi gibi aşarak birkaç dakikada duvarın dibine geldim. Çöl kırlangıcının şaşırtıcı sıçramalarını işitti, onu setin köşesinde birdenbire durdurduğum zaman, "Aa! Siz misiniz!" dedi.

Bu sözcükler yıldırım gibi vurdu beni. Serüvenimi biliyordu. Kim anlatmıştı? Sonradan iğrenç mektubunu gösterdiği annesi! Eskiden öylesine yaşam dolu olan bu sesin ilgisiz zayıflığı, donuk solgunluğu, olgunlaşmış bir acıyı ortaya koyuyor, bir daha yeşermemesiye kesilmiş çiçeklerin kim bilir hangi kokusunu yayıyordu. Sadakatsizlik kasırgası, Loire'ın toprağı bir daha arınmamasıya kumlandıran su taşmaları gibi, ruhunun üzerinden geçmiş, gür çayırların yeşillendiği yerleri bir çöl durumuna sokmuştu. Atımı küçük kapıdan içeriye soktum; buyruğum üzerine çimenliğe yattı, ağır adımlarla ilerleyip gelen Kontes, "Ne güzel hayvan!" diye haykırdı.

Elini tutmayayım, diye kollarını kavuşturmuştu; niyetini sezdim.

"Gidip Mösyö de Mortsauf'a haber vereyim," diyerek yanımdan ayrıldı.

Ayakta, şaşkın, kalakaldım, gidişine ses çıkarmıyor, onu seyrediyordum, hep soylu, ağır, mağrurdu, o zamana değin gördüğümden daha aktı, ama alnında en acı hüznün sarı izi vardı, fazlasıyla yağmur yüklü bir zambak gibi başını eğiyordu.

Ölmek üzere olduğunu sezen bir adamın taşkınlığıyla, "Henriette!" diye bağırdım.

Geriye dönmedi, durmadı, adını benden geri aldığını, artık bu ada yanıt vermediğini söylemeye gönül indirmedi, hep yürüyordu. Şimdi ruhlarıyla kürenin yüzeyini canlandıran, toz olup gitmiş milyonlarca insanın yattığı bu tüyler ürpertici vadide, onu şanlarıyla aydınlatacak ışıklı sonsuzlukların altında sıkışmış bu kalabalık ortasında küçücük kalabilirim; ama o zaman bile, bir kentin sokaklarında yükselen, yenilmez bir su basması gibi ilerleyen, düzgün bir yürüyüşle Clochegourde Şatosu'na çıkan bu ak gölgenin karşısında, bu Hıristiyan Dido'nun şanı ve işkencesi karşısında ezildiğim oranda ezilmeyeceğim! Arabelle'e, Tanrı için her şeyin bırakıldığı gibi benim için her şeyi bırakmış olan bu kadına, bir tek ilençle lanet ettim, işitseydi ölürdü! Her yanda acının sonsuzluğunu gördüm, bir düşünceler dünyasında yitip gitmiş gibiydim. O zaman hepsinin indiklerini gördüm. Jacques yaşının saf çabukluğuyla koşuyordu. Madeleine, gözleri sönmeye yüz tutmuş ceylan, annesiyle geliyordu. Üzerine ruhun dökülüşlerini ve annesinin istemediği gözyaşlarını boşaltarak Jacques'ı yüreğimin üstüne bastırdım. Mösyö de Mortsauf yanıma geldi, bana kollarını uzattı, beni bağrına bastı, yanaklarımı öptü, "Félix, yaşamamı size borçlu olduğumu öğrendim!" dedi.

Bunlar olurken Madam de Mortsauf, şaşırıp kalmış olan Madeleine'e atı göstermeyi bahane ederek bize sırtını döndü.

"Hay kör şeytan! İşte kadınlar, böyledir!" diye bağırdı Kont öfkeyle, "atınıza bakıyorlar."

Madeleine geri döndü, yanıma geldi; Kontes'e bakarak elini öptüm. Kontes kızardı.

"Madeleine çok daha iyi!" dedim.

"Zavallı kızcağız!" dedi Kontes, onu alnından öptü.

"Evet, şimdilik hepsi de iyi," diye yanıtladı Kont. "Sevgili Félix, bir ben devrilmek üzere olan bir eski kule gibi berbat durumdayım."

Madam de Mortsauf'a bakarak, "General'in babaları yine üstünde anlaşılan," dedim.

"Hepimizin, blues devils'lerimiz vardır," diye yanıtladı Kontes. "İngilizcesi böyle değil miydi?"

Birlikte gezinerek, hepimiz de havada tatsız bir şeyler olduğunu sezerek bağlara doğru çıktık. Benimle yalnız kalmayı hiç arzuladığı yoktu. Herhangi bir konuktum.

Dışarı çıktığımız zaman, Kont, "Peki, ama, atınız?" dedi.

"Göreceksiniz," dedi Kontes, "düşünsem de haksız olacağım, düşünmesem de."

"Evet ya," dedi Kont, "her şeyi zamanında yapmalı."

Bu soğuk karşılamayı katlanılmaz bularak, "Ben gidiyorum," dedim. "Onu yalnız ben çıkarıp gerektiği gibi yerleştirebilirim. Groom'um Chinon arabasıyla geliyor, o tımar eder."

"Groom da İngiltere'den mi geliyor?" dedi Kontes.

"Yalnız orada yetişir," diye yanıtladı Kont, karısını kederli görünce keyiflenmişti.

Karısının soğukluğu ona zıt gitmesi için bir fırsat oldu, dostluğuyla boğdu beni. Bir kocanın bağlılığının ağırlığını tanıdım. Dikkatlerinin soylu ruhları öldürdüğü dakika, karılarının kendilerinden çalınmış gibi görünen bir sevgi yağdırdıkları zamandır sanmayın; hayır! Bu aşkın havalandığı gün iğrenç ve çekilmez olurlar. Bu tür bağlanmaların temel koşulu anlaşma, o zaman bir araç olarak belirir; ağır gelir, amaçla haklı çıkmayan bütün araçlar gibi korkunçtur.

Kont ellerimi tutup sevgiyle sıktı.

"Sevgili Félix, Madam de Mortsauf'u bağışlayın," dedi, "kadınlar hırçın olmak gereksinimindedir, zayıflıkları nedeniyle bağışlamak gerekir onları, bize kişiliğin gücünü veren davranış tutarlılığı onlarda yoktur. Sizi çok sever, bilirim; ama..."

Kont konuşurken, Madam de Mortsauf bizi yalnız bırakmak için hiç sezdirmeden yanımızdan uzaklaştı.

İki çocuğuyla birlikte şatoya çıkan karısını izleyerek, "Félix," dedi alçak sesle, "Madam de Mortsauf'un ruhunda neler oluyor, bilmem, ama altı haftadan beri huyu suyu tümden değişti. Bu zamana değin öylesine uysal, öylesine bağlı olan bu kadın, inanılmaz derecede surat etmeye başladı."

Daha sonra da Manette, Kontes'in bir bitkinliğe düştüğünü, Kont'un dırdırları karşısında duygusuz kaldığını anlattı bana. Oklarını saplayacağı yumuşak toprağı bulamaz olunca, bu adam, ezdiği zavallı böceğin artık kımıldamadığını gören bir çocuk gibi, kaygılı olmuştu. Bu sırada, bir yardımcı isteyen bir cellat gibi, ona da kendisini dinleyecek bir sırdaş gerekti.

Az sonra da, "Madam de Mortsauf'u sorguya çekmeye çalışın," dedi. "Bir kadın her zaman bazı gizlerini saklar kocasından; ama üzüntülerinin nedenini belki size açacaktır. Kalan günlerimin yarısıyla servetimin yarısına da mal olsa, onu mutlu etmek için her şeyi verirdim. Yaşamımda öylesine gerekli ki! Yaşlılığımda bu meleği hep yanımda bilmezsem, insanların en mutsuzu olurum! Rahat ölmek isterdim. Uzun zaman katlanacak değil bana, söyleyin bunu. Félix, zavallı dostum, ben yolcuyum, biliyorum. Ölümcül gerçeği herkesten gizliyorum, ne diye önceden üzmeli onları? Hep midenin alt deliği, dostum! Hastalığın nedenlerini en sonunda kavradım, duyarlık öldürdü beni. Gerçekten de bütün üzüntülerimiz bizi midenin ortasından vurur..."

"Böylece yürekleriyle yaşayanlar mideden giderler," dedim gülümseyerek.

"Gülmeyin, Félix, bundan doğru bir şey yok. Fazla keskin acılar sinir sistemini kışkırtır. Bu aşırı duyarlık mide salgı bezini sürekli olarak zorlar. Bu durum sürecek olursa, sindirimde ilkin fark edilmeyen düzensizlikler başlar: Salgılar bozulur, iştah azalır, sindirimin bir saati öbür saatine uymaz; çok geçmeden, keskin acılar belirir, ağırlaşır, günden güne sıklaşır, midenin alt deliğinin çevresi sertleşir, burada bir katı şiş oluşur, bundan ölmek gerektir artık. İşte ben bu noktadayım, dostum! Sertleşme ilerledikçe ilerliyor, önlenemiyor. Saman sarısı rengime, kuru, parlak gözlerime, aşırı zayıflığıma bakın! Kuruyorum. Ne yaparsınız! Bu hastalığın tohumunu göçmenlikten getirdim: Öyle çok acı çektim ki o zaman! Göçmenliğin dertlerini düzeltebilecek olan evliliğim, yaralı ruhumu yatıştıracak yerde, yarayı yeniden azdırdı. Burada ne buldum? Çocuklarımın yol açtığı sonu gelmez korkular, aile kederleri, yeni baştan yapılacak bir servet, karıma kabul ettirdiğim, önce benim çektiğim binlerce yokluk doğuran kemer sıkmalar. Sonra ancak size açabilirim bu gizleri, işte benim en çetin derdim: Blanche bir melek, ama beni anlamıyor; acılarım konusunda hiçbir şey bilmiyor, alaya alıyor; onu bağışlıyorum! Bakın, bunu söylemek çok tatsız, dostum, ama daha az erdemli bir kadın acılarımı biraz yumuşatmaya çalışır, beni daha mutlu edebilirdi, Blanche bunları aklına getirmiyor, çünkü bir çocuk gibi bön! Buna adamlarımın da beni üzmelerini ekleyin, Fransızca konuştuğum zaman Yunanca anlayan kaz kafalılar bunlar. Servetimizi yeniden oluşturduğum, sıkıntılarımı azalttığım zaman, olan olmuştu, iştah bozukluğu dönemine girmiştim; sonra büyük hastalığım patlak verdi; Origet de bunu doğru dürüst anlayamadı. Kısacası, altı ayım bile kalmadı..."

Kont'u dehşet içinde dinliyordum. Kontes'i yeniden görünce, kuru gözlerinin parlaklığı, alnının saman sarısı beni sarsmıştı; tıp terimleriyle dolu dert yanışlarını dinler gibi görünerek kontu eve doğru getirdim, ama yalnız Henriette'i düşünüyor, onu incelemek istiyordum.

Kontes'i salonda buldum, burada Madeleine'e bir nakışı gösterirken, Rahip Dominis'in Jacques'a verdiği matematik dersini izliyordu. Eskiden, benim geliş günümde, tümden benim olmak için bütün işlerini bırakmasını bilirdi; ama aşkım öyle derin bir biçimde gerçekti ki, bugünle geçmiş arasındaki bu karşıtlığın uyandırdığı kederi yüreğime gömdüm; çünkü o ölümcül saman sarısını görüyordum, bu göksel yüzün üstünde, İtalyan ressamlarının aziz kadınların yüzlerine işledikleri tanrısal parıltıların yansımasına benziyordu. İçimde ölümün soğuk yelini duydum. Sonra, bir zamanlar bakışının yüzdüğü duru sudan yoksun gözlerinin ateşi üzerime düşünce, titredim; o zaman kederden gelen ve açık havada hiç dikkatimi çekmeyen birtakım değişiklikler fark ettim: Son gelişimde alnının üzerine ancak pek hafif bir biçimde işlenmiş ufacık çizgiler, bu alnı oymuşlardı; mavimsi şakakları ateşli ve çökük gibiydi; gözleri daha bir içerilere gömülmüş, çevreleri morarmıştı; üzerinde eziklerin belirmeye başladığı, içerideki bir kurdun zamanından önce sararttığı bir meyve gibi berelenmişti. Ben, ruhunu mutlulukla doldurmaktan başka hırsı olmayan insan, yaşamının serinlediği, cesaretinin yüzdüğü kaynağa zehir akıtmamış mıydım? Gelip yanına oturdum, içinde pişmanlığın ağladığı bir sesle, "Sağlığınızdan memnun musunuz?" dedim.

"Evet," diye yanıtladı gözlerini gözlerime daldırarak. "İşte bunlar benim sağlığım," dedi, Jacgues'la Madeleine'i gösterdi bana.

Madeleine, doğayla savaşıp üstün çıkmıştı, daha on beş yaşında kadındı; büyümüştü. Bengal gülü renkleri sarı-esmer yanaklarında yeniden doğuyordu; her şeye dosdoğru bakan çocuk umursamazlığını yitirmiş, gözlerini yere dikmeye başlıyordu; devinimleri annesininkiler gibi seyrekleşip ağırlaşıyordu; bedeninin inceliği, göğsünün güzellikleri şimdiden çiçekleniyordu; şimdiden, İspanyol alnı üzerinde ikiye ayrılmış çok güzel kara saçları çekici bir biçimde parlıyordu. Gözlerin onları okşarken kırmaktan korkacağı ölçüde ince çizgili, hoş biçimli olan, güzel Ortaçağ heykelciğine benziyordu; ama sağlığı, bunca çabayla yetişen bu meyve, yanaklarının üzerine şeftalinin kadifemsiliğini, boynu boyunca da ipeğimsi tüyü yerleştirmişti, annesinde olduğu gibi, onun boynu üzerinde de ışık oynuyordu. Yaşayacaktı! İnsansal çiçeklerin en güzelinin tomurcuğu, gözkapaklarının uzun kirpikleri üzerine, anneninkiler gibi zengin biçimde gelişeceklerini vaat eden omuzlarının eğrisi üzerine Tanrı bunu yazmıştı! Bu servi boylu, esmer genç kız, Jacques'a karşıt bir görünüşteydi; Jacques on yedi yaşında cılız bir delikanlıydı, başı irileşmişti, alnı çabuk büyümesiyle kaygı uyandırıyordu, ateşli, yorgun gözleri, derinlerden gelen sesiyle uyum içindeydi. Bakışı gereğinden fazla düşünce belirttiği gibi, hançeresi de fazla güçlü bir ses veriyordu. Henriette'in hızlı alevleriyle dayanıksız bir bedeni yiyen zekâsı, ruhu, yüreğiydi; çünkü Jacques'ın renginde, mutsuzluğun günü gelince vurup devirmek üzere damgaladığı genç İngiliz kızlarını belli eden ateşli renklerle canlanmış şu süt rengiydi; aldatıcı sağlık! Henriette'in bana Madeleine'i gösterdikten sonra, Rahip Dominis'in önünde bir karatahtayı geometri çizimleri, cebir hesapları çizen Jacques'ı gösteren işaretine uyunca, bu çiçekler altında gizlenen ölümü görerek titredim, zavallı annenin yanılgısına saygı gösterdim.

"Onları böyle gördüm mü sevinç acılarımı susturuyor, çocuklarımı hasta gördüğüm zaman da suspus olup silinmeleri gibi. Dostum," dedi, gözleri annelik zevkiyle parladı, "başka sevgiler bize ihanet etse bile, burada ödüllendirilen duygular, yerine getirilen ve başarıyla taçlanan görevler, başka yerde uğranılan bozgunları karşılıyor. Jacques, sizin gibi çok bilgili, çok erdemli bir adam olacak; sizin gibi, ülkesinin onuru olacak, çok yüksek görevlere geçecek olan sizin yardımınızla, ülkeyi yönetecek belki de; ama ilk sevgilerine bağlı kalması için çalışacağım. Madeleine, sevgili yaratık, şimdiden çok iyi bir yüreği var onun, Alplerin en yüksek tepesinin karları gibi arı; kadının bağlılığını, ince zekâsını gösterecek, mağrurdur, Lenoncourtlara yaraşır bir insan olacak! Geçmişin o çok dertli annesi şimdi çok mutlu, sonsuz, katıksız bir mutlulukla mutlu; evet, yaşamım dolu, yaşamım zengin. Siz de görüyorsunuz, Tanrı yasal sevgilerin bağrında sevincimi çiçeklendiriyor, tehlikeli bir eğilimin beni kendilerine doğru sürüklediği sevinçleri de acılaştırıyor."

"Güzel!" diye haykırdı Rahip sevinçle. "Vikont da benim kadar biliyor..."

Kanıtlamasını bitirince, Jacques hafiften öksürdü.

"Bugünlük bu kadar yeter, Papaz Efendi," dedi Kontes heyecanla, "hele kimya dersi hiç yok. – Ata binin, Jacques," dedi, sonra, bir annenin okşayıcı ama onurlu hazzıyla oğluna öptürttü kendini, anılarımı alçaltmak istercesine, gözleri bana dönüktü. "Hadi, yavrum, dikkatli olun."

O uzun bir bakışla Jacques'ı izlerken, "Ama soruma yanıt vermediniz," dedim. "Yine bazı sızılar duyuyor musunuz?"

"Evet, bazı bazı, midemde. Paris'te olsaydım, gastrite, en moda hastalığa yakalandım, diye göğsümü kabartırdım."

"Annem sık sık ve çok rahatsızlık duyuyor," dedi Madeleine bana.

"O!" dedi Kontes, "Ne o, sağlığım sizi ilgilendiriyor mu?.."

Madeleine, bu sözcüklerdeki derin alaya şaşmıştı, bir ona, bir bana baktı; gözlerim salonu süsleyen gri ve yeşil mobilyasının minderi üstündeki pembe çiçekleri sayıyordu.

"Bu durum katlanılmaz bir şey," dedim kulağına.

"Ben mi yarattım?" diye sordu. "Sevgili çocuk," diye ekledi yüksek sesle, kadınların öç almalarına güzellik katan şu acımasız, yapmacık neşeyle baktı, "çağdaş tarihi bilmiyor musunuz? Fransa'yla İngiltere hep düşman değil mi birbirine? Madeleine bunu bilir, onları uçsuz bucaksız, soğuk, fırtınalı bir denizin birbirinden ayırdığını bilir."

Şöminenin üzerindeki vazoların yerine, hiç kuşkusuz onları çiçeklerle doldurma zevkini tadamayayım, diye, kollu şamdanlar konulmuştu, vazoları daha sonra odasında buldum. Uşağım geldiği zaman, buyruklarımı bildirmek üzere dışarı çıktım; birtakım eşyalar getirmişti, bunları odama koymak istedim.

"Félix, odanızı şaşırmayın," dedi Kontes. "Teyzemin eski odası şimdi Madeleine'in odası oldu, sizin oda Kont'un odasının üstündeki."

Suçlu da olsam, bir yüreğim vardı, bütün bu sözcükler de onun vurmak için seçmiş göründüğü en zayıf yerlere soğukça indirilen hançer vuruşlarıydı. Ruhsal acılar ölçülemez, ruhların inceliğiyle oranlıdır, Kontes de bu acı basamaklarını çetin bir biçimde geçmişti; ama, işte tam bu nedenle, en iyi kadın ne denli iyiliksever olmuşsa, o denli acımasız olacaktır; kendisine baktım, ama başını yere eğdi. Yeni odama gittim, güzeldi, ak ve yeşildi. Burada, gözlerimden yaşlar boşandı. Henriette sesimi duydu, bir demet çiçekle geldi.

"Henriette," dedim, "bağışlanması en kolay kusurları bile bağışlayamayacak duruma mı geldiniz?"

"Bana Henriette demeyin," diye yanıtladı, "o yok artık, zavallı kadın; ama Madam de Mortsauf'u her zaman bulacaksınız, sizi dinleyecek, sizi sevecek, sadık bir dosttur. Félix, daha sonra konuşuruz. Bana hâlâ sevginiz varsa, bırakın da sizi görmeye alışayım; sözcüklerin yüreğimi bu denli paralamayacakları, biraz daha cesaretli olacağım bir an gelirse, eh, işte o zaman yalnız... Şu vadiye bakın," dedi, bana Indre'i gösterdi, "canımı acıtıyor, onu hâlâ seviyorum."

"Ah! İngiltere de, bütün kadınları da yerin dibine girsin! Kral'a istifamı veriyorum, burada bağışlanmış olarak öleceğim."

"Hayır, onu, o kadını sevin! Henriette yok artık, oyun değil bu, göreceksiniz."

Bu son sözcüğü söyleyişindeki sesle yaralarının genişliğini açığa çıkararak çekildi. Hemen çıktım, onu tuttum.

"Demek beni sevmiyorsunuz artık?" dedim.

"Ötekilerin hep birlikte yaptıklarından daha çok yaktınız canımı! Bugün, çektiğim acı azaldı, demek ki sevgim de azaldı size, ama yalnız İngiltere'de 'Ne hiçbir zaman ne de her zaman!' derler, biz burada, 'Her zaman!' deriz! Uslu olun, acımı çoğaltmayın; acı çekerseniz, benim bile yaşadığımı düşünün!"

Avucumda soğuk, kımıltısız, ama ıslak duran elini çekti, bu gerçekten çok acıklı sahnenin geçtiği koridordan bir ok gibi uzaklaştı. Akşam yemeği sırasında, Kont bana hiç aklıma getirmediğim bir işkence saklıyordu.

"Markiz Dudley Paris'te değil mi ki?" dedi bana.

"Hayır," diye yanıtlarken kıpkırmızı kesildim.

"Tours'da değil mi?" dedi Kont yine.

"Boşanmış değil, İngiltere'ye gidebilir. Kendisine dönmek isterse kocası çok sevinir," dedim.

Madam de Mortsauf boğuk bir sesle, "Çocuğu var mı?" diye sordu.

"İki oğlu var," dedim.

"Neredeler?"

"İngiltere'de, babalarının yanında."

"Hadi, Félix, içten olun. Söyledikleri kadar güzel mi?"

"Ona nasıl böyle bir soru sorarsınız! Sevilen kadın kadınların en güzeli değil midir her zaman?" diye atıldı Kontes.

"Evet, her zaman," dedim.

Yüzüne baktım, gözlerini yere dikti.

"Mutlusunuz," dedi Kont, "evet, mutlu bir çapkınsınız. Ah! Gençliğimde ben böyle bir fetihle deli olurdum..."

"Yeter," dedi Madam de Mortsauf, bir bakışla Madeleine'i gösterdi babasına.

"Ben çocuk değilim," dedi Kont, yeniden gençleşmekten hoşlanıyordu.

Sofradan kalkınca, Kontes beni setin üzerine götürdü, vardığımız zaman, "Nasıl! Çocuklarını bir adama feda eden kadınlar da mı var?" diye atıldı. "Servet, yüksek çevre, bunu anlarım, öbür dünya, belki o da olur! Ama çocuklar, çocuklarından yoksun kalmak!"

"Evet, hem de bu kadınlar feda edecek daha çok şeyleri olsun isterler; her şeyi verirler."

Continue Reading

You'll Also Like

659 78 7
"Geçmiş ve gelecek yoktur, yalnızca sonsuz bir şimdi vardır"demiş A.cowley gerçekten öyle miydi? Geçmişimizin şimdimizi inşa etmez mi? Bugünü müzede...
380K 7.7K 25
William Shakespear'in kaleme aldığı Romeo ve Juliet, iki düşman ailenin birbirini seven çocuklarının ölümle sonuçlanan mutsuz aşklarını konu alıyor.
59.2K 2.3K 21
Yeraltından notlar gerçek dünyadan kendini soyutlamış bir kişinin iç çatışmalarını ve hezeyanlarını konu alır. Bu roman Dostoyevski'nin daha sonra ya...
15K 1.3K 19
Louisa May Alcott'ın 1868'de yayımlanan ölümsüz yapıtı Küçük Kadınlar'ın kuşaklar boyu her yaştan okuru büyülemesinde, aile hayatını idealleştirmesin...